Eğitim: Eğitim bakımından Türkiye’nin 75 ili içinde üçüncü sıradadır. Okur-yazar nisbeti % 85’e
yakındır. Okulsuz köy yoktur. Bütün ilde 15 lise ve 30 meslek ve teknik lise vardır. Eğitim Enstitüsü,
Eğitim Fakültesi olmuştur. Elektronik, halıcılık, işletme-muhâsebe, harita ve kadastro ve inşaat, seramik
bölümlerini ihtivâ eden Meslek Yüksek Okulu da fakülte hâline gelmiştir.
İlçeleri
Çanakkale, biri merkez olmak üzere 12 ilçeden ibârettir.
Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 81.435 olup, 53.995’i ilçe merkezinde 27.440’ı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 27, İntepe bucağına bağlı 11 ve Kirazlı bucağına bağlı 11
köyü vardır. Yüzölçümü 949 km2 olup, nüfus yoğunluğu 86’dır. İlçe toprakları ovalardan yüksekliği az
tepeler ve yaylalardan meydana gelir. Kıyı ovasının hemen ardından başlayan tepelerin yüksekliği doğu
ve güneydoğuya gidildikçe artar. İlçe topraklarını Çanakkale, Koca Çay ve Sarı Çay sular. Tepeler
ormanlarla kaplıdır.
Ekonomisi tarım ve sanâyiye dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, pamuk, üzüm, zeytin,
baklagiller olup, akarsu boylarında sebze ve meyve yetiştiriciliği yaygındır. Hayvancılık, balıkçılık ve
ipekböcekçiliği yapılır. İldeki sanayi sektörünün çoğu merkez ilçededir. Konserve fabrikası, Petrokimya
fabrikası, yağ ve sabun fabrikaları, deri işleme atölyeleri ve orman ürünlerini işleyen işletmeler başlıca
sanâyi kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi Çanakkale Boğazının en dar kısmının doğu kıyısında kurulmuştur. Şehir Fatih Sultan
Mehmed Hanın yaptırdığı Çimenlik Kalesi etrafında gelişmiştir. Kocaçay şehri ikiye böler. Bir liman şehri
olan ilçeden İstanbul-İzmir karayolu geçer. Çanakkale-Eceabat arasında devâmlı feribot seferleri ile
Asya-Avrupa bağlantısı sağlanır. Çanakkale limanından ithalat ve ihracat da yapılır.
Ayvacık: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 30.534 olup, 5595’i ilçe merkezinde, 24.939’u
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 39, Gülpınar bucağına bağlı 19, Küçükkuyu bucağına bağlı
16 köyü vardır. Yüzölçümü 874 km2 olup, nüfus yoğunluğu 35’tir. İlçe toprakları, güney ve batısındaki
dar kıyı ovaları ve hemen bunun ardından yükselen plato ve tepelerden meydana gelir. Bölgenin en
yüksek dağı olan Kazdağ, ilçenin batısında yer alır. İlçe topraklarını Tuzlaçayı sular.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri zeytin, tahıl, baklagiller ve meyvedir. İlin en
zengin zeytinlikleri bu ilçededir. Hayvancılık ekonomik açıdan önemli gelir kaynağıdır. Balıkçılık ve
turizm özellikle kıyı kesimlerin geçim kaynaklarındandır. İlçede zeytini işleyen küçük atölyeler vardır.
İlçe merkezi, Baba Burnunun yakınında tepelik bir alanda kurulmuştur. Eski ismi Ayvalı Oba idi.
Çanakkale-İzmir karayolu ilçeden geçer. İlçe merkezinin çevresinde bölgenin en zengin zeytinlikleri yer
alır. İl merkezine 73 km mesâfededir. Ticârî ilişkilerini il merkezinden çok, 59 km mesâfedeki
Balıkesir’in Edremit ilçesi ile kurar. Târihî Assos şehri, ilçenin yakınındadır. Belediyesi 1876’da
kurulmuştur.
Bayramiç: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 31.949 olup, 10.156’sı ilçe merkezinde, 21.793’ü
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 32, Evciler bucağına bağlı 15, Yiğitler bucağına bağlı 26
köyü vardır. Yüzölçümü 1275 km2 olup, nüfus yoğunluğu 25’tir. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Güney
ve doğusunda Kaz Dağı yükselir. Eski Menderes Çayı vâdisinde Bayramiç Ovası yer alır. Dağlar gür
ormanlar ile kaplıdır.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, yulaf, baklagiller,
elma ve üzümdür. Hayvancılık ekonomik açıdan önemli ise de çayır ve mer’aların ekim alanı yapılması
yüzünden büyük ölçüde gerilemiştir. Meşe palamutlarından çıkarılan tanen önemli gelir kaynağıdır.
İlçe merkezi Eski Menderes Çayı kıyısında kurulmuştur. Çevresi ormanlık olup, çay kısıyında Meşe
korulukları vardır. İl merkezine 75 km mesâfededir. İlin tabiî güzelliği bakımından en güzel ilçesidir.
Belediyesi 1982’de kurulmuştur.
Biga: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 75.513 olup, 20.753’ü ilçe merkezinde, 54.760’ı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 37, Bakacak bucağına bağlı 16, Balıkçıçeşme bucağına
bağlı 17, Gümüşçay bucağına bağlı 13, Karabiga bucağına bağlı 8, Sinekçi bucağına bağlı 11 köyü
vardır. Yüzölçümü 1331 km2 olup nüfus yoğunluğu 57’dir. İlçe toprakları, Marmara denizi kıyısında yer
alan ovadan ve bunun hemen ardından yüksekliği az olan tepelik arâziden meydana gelir. Biga ovası
Kocabaş çayının taşıdığı alüvyonlu topraklarla kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, ayçiçeği ve susamdır. Sebzecilik yaygın
olup, en çok domates üretilir. Hayvancılık tarımdan sonra önemli gelir kaynağıdır. En çok sığır ve koyun
beslenir. Kıyılarda, özellikle Karabiga’da balıkçılık yapılır. Süt, konserve ve yem fabrikaları başlıca
sanâyi kuruluşlarıdı. Peynir üretiminde Çanakkale’nin en ileri ilçesidir. İlçe merkezi, kıyıdan 24 km
içeride, Ballıkaya Tepesinin eteğinde kurulmuştur. Çan ve Lapseki üzerinden iki ayrı yolla il merkezine
bağlanır. İl merkezine Çan üzerinden 101 km, Lapseki üzerinden 98 km mesafededir. Karabiga iskelesi
İstanbul ile ulaşımda önemlidir.
Bozcaada: 1990 sayımına göre nüfusu 1903’tür Köyü yoktur. Yüzölçümü 36 km2 olup, nüfus
yoğunluğu 53’tür. Ege Denizinin kuzeydoğusunda, Çanakkale Boğazına 19 km, Çanakkale kıyılarına 6
km uzaklıkta bir adadır. Toprakları genelde düz olup, hafif engebelidir. En yüksek noktası 191 m ile
Göztepe’dir.
Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayanır. Bağcılık çok gelişmiş olup, çavuş üzümü çok meşhurdur.
Ada çevresinde avlanan balıklar, İstanbul’a gönderilir. Üzüm işleyen fabirakaları başlıca sanayi
kuruluşlarıdır. İlçe merkezi liman çevresinde kurulmuştur. Anadolu kıyısındaki odun iskelesinden düzenli
motor ve feribot seferleri vardır. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Çan: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 51.713 olup, 23.855’i ilçe merkezinde, 27.858’i köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 45, Etili bucağına bağlı 23 köyü vardır. Yüzölçümü 1722
km2 olup, nüfus yoğunluğu 30’dur. İlçe toprakları engebelidir. Dağ ve tepeler fazla yüksek değildir.
Dağlar arasında fazla büyük olmayan Çan Ovası yer alır. Ovayı Güllü Çayı sular. Dağlar gür ormanlarla
kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, baklagil, şekerpancarı, ayçiçeği tütün,
sebze ve meyvedir. Hayvancılık gelişmiş olup, en çok sığır beslenir. Türkiye’nin en büyük
fabrikalarından olan seramik fabrikası başlıca sanâyi kuruluşudur. İlçe topraklarında bulunan linyit,
kaolin ve alçı taşı yatakları işletilir. Halı ve kilim dokumacılığı köylerde yaygındır. Orman ürünlerini
işleyen atölyeler vardır.
İlçe merkezi Çan Deresi ile Kocakonak Tepesinin güney yamaçları arasında kurulmuştur.
Çanakkale-Balıkesir karayolu ilçeden geçer. Seramik fabrikası ilçenin gelişmesinde büyük rol
oynamıştır. İlçe belediyesi 1945’te kurulmuştur. İlçede her sene seramik bayramı düzenlenir.
Eceabat: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 9671 olup, 4055’i ilçe merkezinde, 5616’sı köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 490 km2 olup, nüfus yoğunluğu 20’dir.
İlçe toprakları, yüksekliği az tepeler ve bunlar arasında yer alan küçük düzlüklerden meydana gelmiştir.
Üç tarafı denizle çevrilidir. Anafartalar limanının doğusunda Tuz Gölü yer alır.
Ekonomisi balıkçılığa dayalıdır. Eceabat’ta büyük balıkçı teknelerinin sığındığı dalgakıranlar vardır.
Avlanan balıkların büyük kısmı İstanbul’a gönderilir, bir kısmı da konserve fabrikasında işlenir.
Hayvancılık ve tarım gelişmiştir. En çok koyun ve sığır beslenir. Başlıca tarım ürünleri buğday, ayçiçeği,
bakla, zeytin olup, ayrıca az miktarda elma, şekerpancarı, pamuk ve üzüm yetiştirilir.
İlçe merkezi, Çanakkale Boğazının batı kıyısında, ve il merkezinin tam karşısındaki koyda
kurulmuştur. Trakya’yı Anadolu’ya bağlayan karayolu ulaşımı Eceabat-Çanakkale arasında çalışan
feribotlarla sağlanır. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Ezine: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 34.234 olup, 11.167’si ilçe merkezinde, 23.067’si
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 39, Geyikli bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 474
km2 olup, nüfus yoğunluğu 72’dir. Biga Yarımadasında yer alan ilçe toprakları, deniz kıyısında yer alan
ova ve bunun ardından yükselen dağlardan meydana gelir. Kuzeyinde Kayacı Dağı, güneyinde Kavak
Dağı yer alır. İlçe topraklarını Eski Menderes Çayı ve kolları sular. Dağlar ormanlarla kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, bakla, fasulye, ayçiçeği, susam,
pamuktur. Sebze ve meyvecilik gelişmiştir. En çok zeytin ve domates üretilir. Hayvancılık ekonomik
açıdan ikinci derecede gelir kaynağıdır. Düz kesimde sığır, dağlık ve yaylalık alanlarda koyun ve keçi
beslenir. Ege kıyılarında ise balıkçılık yapılır. Çimento fabrikası, tuğla ve kiremit fabrikası, zeytinyağı
imalathâneleri, plastik işleme tesisleri başlıca sanayi kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi, Akçin Deresi kenarında, kurulmuştur. Çanakkale-İzmir karayolu ilçenin doğu
kıyısından geçer. İl merkezine 46 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1886’da kurulmuştur.
Gelibolu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 40.020 olup, 18.670’i ilçe merkezinde 21.350’si
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14, Bolayır bucağına bağlı 4, Kadıköy bucağına bağlı 8
köyü vardır. Yüzölçümü 806 km2 olup, nüfus yoğunluğu 50’dir. İlçe toprakları Gelibolu yarımadasında
yer alır. Genelde düz olan ilçe topraklarının en yüksek noktası 404 m ile Kömürtepe’dir. Cumalı ve
Kavak dereleri ilçe topraklarını sular.
Ekonomisi tarım ve balıkcılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri arpa, şekerpancarı, buğday,
ayçiçeği, üzüm ve zeytindir. Marmara ve Ege kıyılarında yaşıyan halk balıkçılıkla uğraşır. Hayvancılık
gelişmiş olup, koyun sığır ve keçi beslenir. Konserve fabrikası, Selektör fabrikası, zeytinyağı ve ayçiçeği
yağı imalathâneleri, tarım araç ve gereç atölyeleri başlıca sanâyi kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi, Marmara Denizinden Çanakkale Boğazına girişte boğazın batı kıyısında kurulmuştur.
Büyük bir limanı vardır. Buradan ihrâcat ve ithâlât yapılır. Keşan-Eceabat karayolu ilçenin batı
kıyısından geçer. Gelibolu-Lapseki arasında düzenli arabalı vapur seferleri yapılır. İl merkezine 47 km
mesafededir. Evliyâ Çelebi’ye göre Gelibolu ismi “Veli bol” veya “Geliri bol” isminden gelmektedir.
Avrupa kıtasında ilk Osmanlı fethi Gelibolu olup, 1354’te Gâzi Süleyman Paşa tarafından fethedilmiştir.
İstanbul’un fethine kadar deniz üssü ve tersâne olarak kullanılmıştır. Çanakkale Savaşlarında önemli
muhârebelere sahne olmuştur.
Gökçeada (İmroz): 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7948 olup, 6074’ü ilçe merkezinde
1874’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 7 köyü vardır. Yüzölçümü 279 km2 olup, nüfus
yoğunluğu 28’dir. Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada’nın toprakları düz olup, en yüksek noktası
672 m ile İlyas Tepedir. En önemli akarsuyu Büyükdere olup, bu çayın üzerinde sulama ve içme suyu
ihtiyacını karşılamak için kurulan bir baraj vardır.
Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayalıdır. Adanın büyük kısmı zeytinlikler ve bağlarla kaplıdır.
Akarsu boylarında ada ihtiyâcını karşılamak için tahıl ekilir. Hayvancılık gelişmiş olup, adada bir Devlet
üretme çiftliği vardır. En çok koyun beslenir. Ege Denizinde avlanan balıklar İstanbul’a gönderilir.
Kıyılarındaki otel, motel ve tatil köyleri yazın turistik açıdan önemlidir.
İlçe merkezi, adanın doğu kesiminde 50 m yükseklikte bir tepenin üzerinde kurulmuştur. İlçe
merkezine 6 km mesafedeki Kuzu limanından Çanakkale’ye düzenli feribot seferleri yapılır. İlçe
belediyesi 1902’de kurulmuştur.
Lapseki: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 24.545 olup, 5789’u ilçe merkezinde, 18.756’sı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 23, Meyçayır bucağına bağlı 9 ve Umurbey bucağına
bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 955 km2 olup, nüfus yoğunluğu 26’dır. Biga Yarımadasının kuzey
kesiminde yer alan ilçe toprakları, fazla yüksek olmayan dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Başlıca
akarsuyu Umurbey Deresidir.
Ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, üzüm, elma, yulaf, zeytin
ve baklagiller olup, ayrıca az miktarda arpa ve ayçiçeği yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiştir. Tabiî
kumsalları ile Çardak bucağı yazın ilgi görür. İlçe topraklarında barit yatakları vardır.
İlçe merkezi, Çanakkale Boğazının doğu kıyısında tabiî bir liman kıyısında kurulmuştur. İl
merkezine 40 km mesâfede, gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. Gelibolu Lapseki arasında düzenli
feribot seferleri yapılır.
Yenice: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 42.798 olup, 6517’si ilçe merkezinde, 36.281’i
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 7, Kalkım bucağına bağlı 17 ve Pazarköy bucağına bağlı
15 köyü vardır. Yüzölçümü 1367 km2 olup, nüfus yoğunluğu 31’dir. Biga Yarımadasının doğusunda yer
alan ilçe toprakları, fazla yüksek olmayan engebeli alanlardan meydana gelir. Dağlık kesimler kestane,
kayın, meşe, kızılçam ve karaçam ormanları ile kaplıdır. Gönen Çayı, Kocabaş Çayı başlıca akarsularıdır.
İlçe topraklarında bakır, kurşun, çinko, kaolin, kil ve linyit yatakları vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, yulaf, arpa, tütün olup, ayrıca az
miktarda üzüm, elma ve baklagiller yetişir. İlçe tütünü Agonya tütünü adıyla meşhurdur. Hayvancılık
önemli gelir kaynaklarındandır.
İlçe merkezi, Çanakkale-Balıkesir karayolunun kıyısındadır. Bir Türkmen aşireti tarafından İnceköy
adıyla kurulmuştur. Zamanla gelişerek Yenice ismini almıştır. İl merkezine 97 km mesâfededir. İlçe
belediyesi 1936’da kurulmuştur.
Târihî Eserler ve Turistik Yerleri
Çanakkale tabiî güzelliklerle, târihî zenginliklerin kucaklaştığı bir ildir. Her köşesi târih doludur.
Arkeolojik eserlerin yanında, yemyeşil tepeler, masmavi bir deniz ve tertemiz sahilleri ile turizme çok
müsaittir.
Târihî eserler: Çanakkale târihî eserler bakımından oldukça zengindir. Beş bin senelik bir târihin
harâbelerini ve zamânımıza ulaşan eserlerini görmek mümkündür
Çimenlik Kalesi: Çanakkale Boğazının Anadolu kıyısında Kocaçay ağzındadır. 1452’de Fâtih
Sultan Mehmed Han tarafından Bizans’a denizden gelecek yardımı önlemek için yapılmıştır. Kânûnî
devrinde 1552’de tâmir görmüştür. Diğer ismi, Kale-i Sultan’dır. Dış surlar ve iç kale olmak üzere iki
kısımdır.
Nara Kalesi: Çanakkale’ye 6 km uzaklıktadır. 1807’de başlanmış olan yapımı İkinci Mahmud Han
devrinde tamamlanmıştır.
Bozcaada Kalesi: Venedikliler zamânında yapılmış, Fâtih Sultan Mehmed devrinde tâmir
ettirilmiştir. Dış surlar ve iç kaleden meydana gelen kale, son yıllarda da tâmir görmüştür.
Bigalı Kalesi: Eceabat’a 5 km uzaklıktadır. Yapımına 1807’de başlanmış olup, İkinci Mahmud Han
devrinde tamamlanmıştır.
Kilitbahir Kalesi: Deniz kilidi mânâsındadır. 1462’de Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından
yaptırılmıştır. Eceabat’tadır. Hiçbir yerde uygulanmamış bir plânı vardır. Dış kale iç kale ve sarı kaleden
meydana gelmiştir.
Seddülbahir Kalesi: Boğazı takviye için, 1659’da Frenk Ahmed Paşa tarafından Rumeli
yakasında yaptırılmıştır. Günümüzde yıkık durumdadır.
Gelibolu Kalesi: Eski devirlerden kalan kale, Bizans İmparatoru Birinci Jüstinianus tarafından
tâmir ettirilmiştir. Günümüzde sâdece bir burcu kalmıştır.
Babakale: Ayvacık ilçesinin Babakale köyündedir. On yedinci asırda Kaymak Mustafa Paşa
yaptırmıştır.
Atikhisar: Halk arasında Gavur Hisar denilen bu kale, Çanakkale-Balıkesir karayolu üzerinde
yüksek ve sarp bir tepe üzerindedir. Osmanlı tekniğinin izlerini taşır. Gözetleme kuleleri, su sarnıçları ve
surlar vardır.
Fâtih Câmii: Kalenin doğusunda çarşının güney ucundadır. 1452’de Fâtih Sultan Mehmed
yaptırmıştır. 1862/1863’te Sultan Abdülazîz Han döneminde yenilenmiştir.
Abdurrahmân Câmii: Osmanlı câmilerinin ilk örneklerindendir. Orhan Gâzi döneminde
yapılmıştır. Sultan İkinci Mahmud Han devrinde tâmir edilmiştir. Ezine ilçesindedir.
Sefer Şah Câmii: Ezine ilçesinde 14. asırda Yıldırım Bâyezîd Han zamânında yapılmıştır. Câminin
yanında Sefer Şahın türbesi vardır.
Aslıhan Bey Câmii ve Külliyesi: Ezine’ye 12 km uzaklıkta Kemâli köyünde olup, câmi, hamam
ve türbeden meydana gelmiştir. Sultan Birinci Murad döneminde yapılmıştır. Türbe, câminin kuzeyinde
olup, günümüze ulaşan en eski türbedir. Câminin batısında yer alan hamam ise, en eski Osmanlı
hamamlarındandır.
Hüdâvendigâr Külliyesi: Ezine’ye 40 km uzaklıkta Tuzla köyündedir. Câmi, medrese ve
hamamdan meydana gelmiştir. Câmi, 1366’da yapılmıştır. Medrese câminin batısındadır. Dershâne ve
on odadan meydana gelmiştir. Zamânımıza sâdece bir odası ulaşabilmiştir.
Ulu Câmi (Hüdâvendigâr Câmii): Sultan Birinci Murad döneminde ulu câmiler plânında yapılmış
bir câmidir. Gelibolu’da olup, bölgenin en büyük yapısıdır. 1667’de onarılmış, 1889’da yeniden
yaptırılmıştır.
Azebler Namazgâhı: Gelibolu’da 1407’de yaptırılmıştır. Bu tür eserlerin en güzelidir.
Günümüzde yıkık vaziyettedir.
Gâzi Süleymân Paşa Câmii: Orhan Gâzi devrinde yapılmıştır. Câminin mihrabı ve batı duvarı ilk
günkü hâlini korumaktadır. Birkaç sefer tâmir görmüştür.
Süleymân Paşa Câmii: Orhan Gâzi döneminde yapılmıştır. Süslü mihrâbı ve minâresi ilk şeklini
korumuştur. Lapseki ilçesindedir.
Hüdâvendigâr Câmii: Sultan Birinci Murâd döneminde yapılmıştır. Lapseki ilçesinin Umurbey
köyündedir.
Yâkup Bey Külliyesi: Lapseki ilçesinin Çardak bucağındadır. Câmi, medrese, okul ve handan
meydana gelen külliyeyi 1472’de Gâzi Yâkup Bey yaptırmıştır. Medrese günümüzde tamâmiyle
yıkılmıştır.
Ahmed Bîcân Türbesi: İkinci Murad Han zamânında yapılmıştır. Tek kubbeli güzel bir yapıdır.
Türbede yatan zât devrinin büyük âlimlerinden idi. Gelibolu’dadır.
Sarıca Paşa Türbesi: Sultan İkinci Murad Han devri devlet adamlarından Sarıca Paşaya âittir.
Gelibolu ilçesindedir.
Yazıoğlu Türbesi: Aynı ismi taşıyan câmiye bitişik üstü açık bir türbedir. Tâmir edilirken ilk
özelliğini kaybetmiş olup Gelibolu’dadır.
Gâzi Süleymân Paşa Türbesi: Rumeli fâtihi ve Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşanın türbesidir.
Gelibolu’nun Bolayır köyündedir. 1549’da tâmir edilmiştir.
Anıtlar: Birinci Dünyâ Harbinde târihin en kanlı savaşlarından birinin cereyân ettiği Çanakkale
topraklarında 250.000 Türk şehidi yatmaktadır. Bu şehitlerin aziz ruhlarını anmak ve hâtıralarına
hürmet için “Çanakkale Şehitler Anıtı” yapılmıştır. 21 Ağustos 1958’de tamamlanmıştır. Hisarlık Burnu
ucundadır. Bütün boğazdan görülen anıtlar, 41,70 metre yükseklikte, 4 m aralıkla 4 büyük sütun
üzerine kuruludur. Gövde 30x30 metredir.
İçinde “Harp Müzesi” vardır. Şehitleri şu mısralar ne güzel anlatmaktadır:
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna Yârab, ne güneşler batıyor!”
“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı,
Verme, dünyâları alsan da bu Cennet vatanı!..
Diğer anıt ve şehitlikler ise; Bahriye Şehitliği ve Anıtı, İntepe Şehitliği, Anadolu Hadiye ve Rumeli
Mecidiye Şehitliği, Üsteğmen Hasan ve Teğmen Mesvuf Şehitliği, Gelibolu Şehitliği, Biga Şehitliği ve
Anıtı, Yahya Çavuş, Mehmed Çavuş, Sorok ve Yamut âbideleri, Conkbayırı Mehmetçik Park Anıtı, Tek
Çam Anıtıdır.
Müzeler:
Atatürk Müzesi: Çanakkale Savaşları sırasında Mustafa Kemâl’in (Atatürk) tümen karargâhı
olarak kullandığı Çamyayla köyündeki ev müze olarak kullanılmaktadır.
Arkeoloji Müzesi: Kazılarda çıkan târihî eserlerin muhâfaza edildiği bir müzedir.
Harp eserleri müzesi: Seddülbahir bölgesinde şehitler anıtı içindedir. 1171’de açılan müzede
Çanakkale Savaşları sırasında bölgede kalan silahlar sergilenmektedir.
Eski Harâbeler: Truva Harâbeleri Çanakkale’ye 32 km uzaklıktaki eski bir şehir harâbesidir. İlk
çağ halk şâirlerinden Homeros’un İlyada destanı bu şehirden bahseder. Burası dünyânın en meşhur
müzelerinden biridir. Arkeolojik kazılarla tamâmen ortaya çıkarılan bu şehir harâbeleri görülmeye değer
bir târih hazînesidir. Truva M.Ö. 3200 ile M.S. 400 yılları arasında 9 defâ yıkılmış ve yeniden
kurulmuştur. 1873’te Sehliemanın tarafından ilk defâ bulunmuştur. Bu harâbeler Çanakkale Boğazına
hâkim olan Hisarlık Tepe üzerindedir.
Truva Harâbeleri yanında Arkeoloji Müzesi vardır. Truva’da kazılar kat kat yâni üst üstedir. 2 ile
16 m derinlikte 9 şehir vardır. Truva kazılarında çıkan târihî eserlerin mühim kısmı Avrupa müzelerine
kaçırılmış, ancak 1923’ten sonra çıkarılanlar İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Truva Arkeoloji Müzesinde
muhâfaza altına alınmıştır.
Blegen’in tespit ettiği kronolojik sıraya göre 9 Truva şöyledir:M.Ö. 3200-2600, 2600-2300, 2200-
2050, 2050-1900, 1900-1800, 1800-1300, 1300-1100, 700-350, 350-M.S. 400.
İskender amiral gemisinden mızrağını Truva istikâmetine atarak Asya seferinin başladığını
anlatmak istemiştir. Anadolu’nun en önemli antik şehirlerinden biridir. Assos: Ayvacık ilçesine bağlı
Behramkale köyünde M.Ö. 7. asırda kurulmuş bir yerleşim merkezidir. Denize hâkim tepe üzerindeki
akropol, 3 km uzunluğunda bir surla çevrilidir. Agora tiyatro ve Athena tapınağı vardır. Alexsandrea:
Çanakkale’ye 50 km uzaklıkta Dalyan köyünde Alexandrea-Troas harâbeleri surlarla çevrilidir. Bu kenti
İskender’in generallerinden Antigonos kurmuştur. Lampsakoz: Lapseki ilçesinde Lampsakoz
(Pitiyara)şehir harâbeleri ve Roma devrine âit lahit ve kitâbeler bulunmaktardır. Sestos: M.Ö. 650
senesinde Aiciler tarafından koloni olarak kurulmuştur. M.Ö. 300 senesine âit seramikler bulunmuştur.
Şehrin iç kalesi hâlen durmaktadır. Sarnıclar kullanılmaktadır. Eceabat’a 4 km mesafededir. Dardanos:
Çanakkale’nin 10 km yakınında İzmir karayolu üzerindedir. Eski bir şehir harâbesidir. Diğer harâbeler
Chyrse, Perkote, Arisbe, Parion, Priapos, Kebrene, Skepsis ve tapınağı bulunan Neandrea şehir
kalıntılarıdır.
Mesire yerleri: Zengin doğal güzellikler, ilde çok sayıda mesire yerinin meydana gelmesine yol
açmıştır. Bunlardan meşhur olanları şunlardır:
Yaykın: Çanakkale-Çan karayolu üzerindedir. Karaçam ormanları içinde, bin kişiye yakın kişinin
dinlenebileceği bir piknik yeridir.
Balaban: Çanakkale-Çan karayolu üzerinde bir dinlenme yeridir. Çam, meşe, kestane ağaçlarıyla
kaplıdır. İçme suyu çok güzeldir.
Millî Park: Gelibolu Yarımadasında 33.000 hektarlık bir arâzidir. Savaş alanları, anıtlar, şehitlik,
güzel koylu, temiz kumsalları ve ormanlık tepeleriyle yeşil vâdiler bulunur. Gezi ve piknik yeridir.
Karantina: Çanakkale-İzmir karayolu üzerinde il merkezine 15 km uzaklıkta, deniz kenarında
bulunan bir dinlenme yeridir.
Kepez: İl merkezine 5 km uzaklıktadır. Çanakkale-İzmir karayolu üzerindedir. Denize 1 km olup,
meyve bahçeleriyle çevrelenen ve Çanakkale boğazının güzelliği seyredilebilen bir dinlenme yeridir.
Kaplıcaları: Çanakkale kaplıca ve ılıcaları bakımından da çok zengin bir ilimizdir. Bu şifâlı suların
bâzılarında banyo kürleri, bâzıları ise içilerek çeşitli hastalıklara iyi gelir.
Çan Kaplıcası: Çan-Balıkesir karayolu üzerindedir. Banyo tedâvîsi romatizma, mafsal
romatizması, nefrit ve kadın hastalıklarına iyi gelir. İçme tedâvisi ise karaciğer, barsak, safra kesesi ve
idrar yolu hastalıklarına faydalıdır.
Küçük Çetmi Kaplıcası: Ayvacık ilçesinin Küçükçetmi köyündedir. Sıcaklığı 14°C olup,
karbonhidratlıdır.
Kestanbol Ilıcası: Ezine’nin Kestanbol köyündedir. Banyo tedâvîsi romatizma, nefrit, kadın
hastalıkları, cilt hastalıkları, gut, siyatik, barsak parazitleri ve kırıklar için çok faydalıdır. Eski
devirlerden beri kullanılmaktadır.
Külçüler Kaplıcası: Bayramiç ilçesine 18 km uzaklıkta orman içindedir. Dört bin senedir
kullanılan kaplıca, kadın hastalıklarına iyi gelir.
Kirazlı-Balaban Mâden Suları: Çanakkale-Çan karayolu üzerinde Kirazlı bucağındadır. Böbrek
taşlarını düşürmede çok faydalıdır.
ÇANAKKALE BOĞAZI
(Bkz. Boğazlar)
ÇANAKKALE SAVAŞLARI
Alm. Kampf von Dardanellen, Fr. Guerre de Dardanelles, İng. Battles of Dardanelles. Birinci
Dünyâ Harbi esnâsında Çanakkale Boğazı ve civârında Osmanlı ordusu ile îtilâf devletleri arasında
cereyan eden meşhur savaşlar.
1914’te İttihat ve Terakki Partisi ve onun yüksek kademedeki idârecileri (bilhassa Enver-Talat-
Cemâlüçlüsü) tarafından affedilmez bir hatâ eseri olarak Birinci Dünyâ Harbine sokulan Osmanlı Devleti,
itilâf devletleri ile dört ayrı cephede ve bölgede ayrı ayrı çarpışmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti,
âdetâ bir mâcerâ uğruna bu savaşa sürüklenmişti. Ve bunda Enver-Talat-Cemâl üçlüsü baş rolü
oynadılar. Osmanlı orduları Rus, Irak, Sina (Filistin-Suriye)ve Çanakkale cephelerinde umûmiyetle
müttefik Almanya’nın maksat ve görüşlerine uygun şekilde kullanıldı.
Birinci Dünyâ Harbinde bütün kaynaklarını ve imkânlarını seferber eden Osmanlı Devleti, daha
savaşın başından îtibâren Rus, Irak ve Sina cephelerinde başarısızlıklara uğradı. Ancak Çanakkale
cephesinde dünyânın gözlerini kamaştıran emsâlsiz zaferler kazandı.
Osmanlı Devletinin savaşa katılmasıyla itilâf devletleri için Boğazlar Meselesi birinci plânda önem
kazanmıştı. Bunun üzerine Londra’da toplanan savaş meclisi, Çanakkale Boğazının denizden donanma
kuvvetiyle zorlanıp geçilmesine karar verdi. Boğaz kuvvetli bir donanmanın taarruzuna dayanamayacak
durumda idi. Dış savunma tertibâtı, Seddülbahir ve Kumkale’ye konmuş 20 toptan ibâretti. Ara
savunma bölgesi bu sırada hemen tamâmiyle boştu. Elde mevcut bütün toplar, boğazın en dar kısmına
rastlayan iç savunma bölgesinde yerleştirilmişti. Cephâne son derece kıt olduğu gibi, eldeki silâhlar da
yeterli değildi. Seferberlik îlânından sonra ara savunma bölgesine bir miktar yeni bataryalar
yerleştirilmiş ve boğazın aşağı kısmı mayın hatları ile kapatılmıştı.
Çanakkale tahkimâtının zayıf olduğunu sezen düşman, Boğazı kolaylıkla aşacağını sanıyor ve Türk
Milletinin üstün savaş gücünü hesâba katmayı unutuyordu. 3 Kasım 1914’te ilk taarruzu başlatan İngiliz
filosu, Seddülbahir istihkâmlarını topa tuttu. Diğer taraftan mayın hatlarının mevcudiyetine rağmen,
düşman deniz altı gemileri Marmara’ya girerek gemileri batırmak sûretiyle İstanbul’dan Çanakkale’ye
asker ve levâzım sevkine mâni oluyorlardı.
19 Şubat 1915’te, birleşik düşman donanmasının kesin hücumu başladı. Orhaniye ve Ertuğrul
tabyaları şiddetli bir ateş altına alındı. Düşman gemileri Osmanlı bataryaları menziline girince ateşle
karşılandılar. İngilizlerin meşhûr bir zırhlısı Orhaniye tabyasından atılan bir gülle ile hatırı sayılır bir
isâbet aldı. Düşman daha fazla ilerlemeyip ateş kesti ve çekildi.
18 Mart 1915’te İngiliz ve Fransız gemileri tarafından büyük bir hücûm daha yapıldı. 16 harp
gemisi 18 Mart sabahı boğaza girip tabyalara karşı şiddetli ateş açtı. Çanakkale ateşler içinde kalmış,
tabyalar ile telefon bağlantısı kesilmiş, topların bir kısmı tahrib edilmiş, bâzıları toprağa gömülmüştü.
Tam bu sırada Fransız gemileri nöbet değiştirmek üzere manevra yaparlarken, Bouvet zırhlısı, bir
torpile çarparak battı. Yerlerini almağa gelen İngiliz gemilerinden Irresistible de çok geçmeden sulara
gömüldü. Onun yardımına koşan Ocean da aynı âkıbete uğradı. Inglexible zırhlısı da ağır şekilde yara
aldı. Bundan başka, Suftren ve Gaulois zırhlıları da top mermisi isâbeti ile büyük hasara uğradılar.
Bunun üzerine düşman donanması geri çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra boğaz bir daha denizden
zorlanmadı.
Deniz savaşlarında uğradıkları başarısızlık üzerine itilâf devletleri, karadan taarruza geçmeğe
karar verdiler. Bu maksatla Akdeniz müttefik kuvvetleri başkomutanlığına tâyin edilen J.Hamilton’un
emrine verilmiş 75.000 kişilik bir ordu adalara yığılmaya başladı. Bu ordu İngiliz, Fransız, Avustralya,
Yeni Zelanda ve diğer bâzı sömürge askerlerinden müteşekkil idi. Bunlara karşı 80.000 kişilik Türk
kuvveti, Alman generali Liman Von Sanders’in emrine verildi. Bu kuvvetlerin kumandanları şunlar idi:
Bolayır geçidi civarında 5 ve 7. fırkaların kumandanları miralay Von Sonderstern ve Remzi Bey, 19.
Fırka Kumandanı Kaymakam Mustafa Kemâl Bey (Biyak civarında); 11. Fırka Kumandanı Kaymakam
Refat Bey.
Düşmanın ana harekât plânı şöyle idi: 29. İngiliz tümeni Fransızlarla birlikte Gelibolu
Yarımadasının güney ucuna çıkacak, ilk hedef olarak Alçıtepe’yi alıp, Kilidülbahir üzerine yürüyecek, bir
yandan da kuzey tarafta Arıburnu ve civârına çıkarılacak Anzak kuvvetleri Boğaz’ın en dar noktası
yönünde kesin taarruzda bulunacaktı. Bu arada Bolayır geçidi, Kumkale ve Beşike’de şaşırtma
hareketleri ve oyalama savaşları yapılacaktı.
Çıkarma harekâtları 25 Nisan 1915 sabahı erkenden başladı. Anadolu kıyısında Kumkale’ye
çıkarılan üç Fransız taburu oradaki 6 bölük tarafından karşılandı ve geri püskürtüldü. Seddülbahir
kıyılarındaki Morto limanı kıyısına çıkan Fransız kuvvetleri ile Teke Burnunun iki tarafına çıkarılan İngiliz
birlikleri, oldukları yerden ileri gidemediler. Batıda Zığındere civârına çıkarılan ikinci tabur, Türk
kuvvetlerinin tazyiki karşısında burayı terk etmek zorunda kaldı. Arıburnu’nun hemen güneyindeki köye
çıkan düşman kolordusu 19. Fırka Kumandanı Kaymakam Mustafa Kemâl Bey tarafından durduruldu.
Güney (Seddülbahir)cephesinde düşman ilk defâ 26 Nisan’da taarruza geçti. Fakat müdâfaa
kuvvetlerimiz tarafından geri püskürtüldü. 6 Mayıs’ta İngiliz ve Fransız kuvvetleri yeni bir taarruz
düzenlediler. Türk askerleri açık arâzide ve üç taraftan donanma ateşi altında, eşsiz bir müdâfaa savaşı
yaptı ve 3 gün süren taarruz hedefine varmadan kırıldı. Düşmanın 4 ve 5 Haziran’da giriştiği 8 günlük
bir taarruz da netîcesiz kaldı. Cephenin doğu kısmında bulunan Fransız kuvvetleri başarı
sağlayamadıkları gibi, bunların solunda bulunan İngiliz kuvvetleri de bir adım ileri gidemediler.
Kuzey cephesinde karaya çıkan kolordunun ilk kademesi, 25 Nisan sabahı, Kemal yeri adı ile
anılan mevkıe kadar ilerlemiş ve taarruza geçmişti. Bunu 27 Nisan’da Türk karşı taarrruzu tâkib etmişti.
İki taraf da bu kanlı taarruzlardan bir netîce alamadılar. Mareşal Von Sanders 42.000 kişilik bir Türk
kuvvetine 19 Mayıs’ta taarruz emrini verdi ise de, Anzak kuvvetleri şiddetli müdâfaada bulundular. Bu
taarruzda Türkler 10.000’den fazla zâyiât vermişti. Düşman başkomutanlığı, bir netîce alabilmek için,
büyük takviyeler getirtip, bunların bir kısmını Arıburnu cephesine çıkararak, yarımadanın kilit noktası
olan Koca-Çimen Tepesine taarruz etti. Diğer kısmını da Türkleri arkadan çevirmek maksadı ile Suvla
limanı sâhillerine çıkardı. İngiliz taarruzu, 6-7 Ağustos gecesi başladı. Aynı gece 9. İngiliz kolordusunun
Anafartalar kıyısına çıkartma yapmağa başladığı haberi geldi. Düşmanın 4 gün süren bu taarruzu,
miralay Mustafa Kemâl Bey (Atatürk) tarafından durduruldu. Bundan sonra düşman kuvvetlerinin bütün
hücumları neticesiz kaldı. Çanakkale Savaşlarının son safhası, hemen hemen mevzi harpleri şeklinde
oldu. Türkün sarsılmaz müdâfaası karşısında mıhlanıp kalan düşman kuvvetleri, 19-20 Aralık 1915
gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephesinden, 8-9 Ocak 1916 gecesinde Seddülbahir’den çekilip gittiler.
Çanakkale Savaşları sırasında İngilizlerin zâyiâtı 205.000 Fransızlarınki ise 47.000’dir. Türklerin
zâiyâtı ise 253.000’e ulaşmıştır. İngilizleri, Osmanlı Türklerinin üzerine sürenlerin başında büyük Türk
düşmanı Churchill gelmektedir. Osmanlı Devletini lüzumsuz yere savaşa sokan İttihat ve Terakki
liderleri (Cemâl-Talat-Enver), Mondros Mütârekesi sonunda, devleti yüzüstü bırakıp yurt dışına kaçtılar.
Cemâl ve Talat, Ermenilerce öldürüldü.
ÇANAKLIK
Alm. Mastkorp, Mars, Fr. Hune, İng. Mast top. Eski gemilerde bulunan gözetleme yeri. Radar
sistemi bulunmazdan önce etrâfı tedkik etmek için gemi direklerinin üstüne çevresi delikli yerler
yapılırdı. Çanak şeklinde olduğu için çanaklık tâbiri oradan gelmiştir. Bâzı gemilerde çanaklık, sepet gibi
veya câmi şerefesi biçiminde de olurdu. Gözetleme yeri olarak kullanılan çanaklıklar savaş esnâsında
düşman gemilerine ok, silah ve yanan ok atmak için de kullanılırdı. Bilhassa yanan okun yüksekten
atılması düşman gemisi için her zaman büyük tehlike teşkil ederdi.
Osmanlı mîmârisinde çok kullanılan sütûnların başlarındaki çanak biçimindeki şekillere sütûn
çanaklığı denir.
ÇANÇİÇEĞİ (Campanula)
Alm. Glockenblume (f), Fr. Companule (f), ing. Bell-flower. Familyası: Çançiçeğigiller
(Campanulaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu
Çiçek taç yaprakları mâvi, büyük ve gösterişli, çan veya boru şeklinde olan kır ve süs bitkileri.
Yaprakları çoğunlukla şerit şeklinde olan otsu veya odunsu bitkilerdir. Memleketimizde 87 türü
bulunmaktadır.
Kullanıldığı yerler: Büyük köklü çan çiçeği (C.rapunculus)nin yaprakları ülkemizde yara iyi edici
ve kabız giderici olarak kullanılır.
ÇANDARLI ÂİLESİ
Osmanlı Devletine hizmet etmiş asil bir Türk âilesi. Bu âileden en yüksek ilmî, idârî, mülkî, askerî
makamlarda vazîfe almış şahsiyetler çıkmıştır.
Çandarlı âilesinin atası Kara Halil Hayreddîn Paşa, Eskişehir’in Sivrihisar kazâsının Cendere
köyündendir. Kara Halil HayreddînPaşa, ahîlerden olup, Şeyh Edebâlî’nin akrabâlarındandı. Bilecik, İznik
ve Bursa’da kâdılık yaptı. Bursa kâdısıyken Birinci Murad Han zamânında 1362’de Osmanlı Devletinin o
devirdeki en yüksek ilmiye makâmı olan Kazaskerliğe tâyin edildi. Sultânla Rumeli’ye geçip Karaferya,
Serez ve Selânik fethinde, Arnavutluk’ta da askerî harekâtlarda bulundu.
Kara Halil Hayreddîn Paşa iyi bir teşkilâtçıydı. Beyliğin ilk askerî teşkilâtı olan yaya ve müsellem
teşkilâtını kurarak muntazam askerî birliklerin ilk temelini attı. Ancak fetihlerin ilerlemesi ve elde fazla
kuvvet bulundurulması zarûret hâline gelince, yine Kara Halil’in tavsiyesiyle muhârebede esir düşen
genç Hıristiyanların Türk köylüsünün yanına verilmek sûretiyle, İslâm terbiyesi üzere yetiştirilip,
Türkçeyi de öğrendikten sonra acemi ocağına verilmesi ve oradan da yeniçeri olmaları usûlü kabul
edildi. Bu sûretle kurulan ocağa yeniçeri ocağı denildi. Kara Halil ulemâdan Kara Rüstem’le birlikte
mâliye teşkîlâtını kurdu. Osmanlılarda vezirlerin idârî, mâlî işlerinden başka, mülkî ve askerî bütün
işlerine bakan ilk veziri Kara Halil Hayreddîn Paşadır. O, Balkanlarda fetihler yaparken oğlu Ali Paşa da
Sultan Birinci Murad Hanın yanında Anadolu’da gazâlara katılıyordu.
Çandarlı Kara Halil Paşanın Osmanlıya hizmetleri devlet içinde bu âileye verilen değeri arttırdı.
1387’de Paşa’nın Serez’de vefâtıyla oğlu Ali Paşa vezirliğe getirildi. Ali Paşadan sonra, kardeşi İbrâhim
Paşa, Fetret devrinden sonra Çelebi Mehmed Han tarafından önce vezirliğe sonra da vezîriâzamlığa
getirildi. Vezîriâzam İbrâhim Paşa, ölüm târihi olan 1429’a kadar bu görevde kaldı. İbrâhim Paşanın iki
oğlu vardı. Büyük oğlu Halil Paşa babasından sonra vezîriâzam olmuştur. Küçük oğlu Mahmud Çelebi de
Çelebi Mehmed’in kızı Hafsâ Sultanla evlenmiştir.
Sultan İkinci Murad’ın fevkalâde îtimâdı olan vezîriâzamı Çandarlı Halil Paşanın, 1444’te Osmanlı
tahtının yeni sâhibi küçük yaştaki İkinci Mehmed Han devrinde de devleti bildiği gibi idâre etmesi, genç
Sultan’ın dikkatinden kaçmıyordu. Bu arada Macar kralı, Osmanlı tahtında genç birisinin bulunmasından
faydalanmak istedi. Fâtih’in şahsiyetine bütünüyle vâkıf olmayan vezîriâzam Çandarlı, Osmanlı menfaati
için Segedin Antlaşmasından sonra Manisa’ya çekilmiş olan İkinci Murad’ı tekrar hükümdâr îlân ettirmek
için çâreler aradı ve Osmanlı sarayındaki devşirmeleri harekete geçirip, İkinci Mehmed Han aleyhinde
propagandaya sebeb oldu. Sonunda İkinci Mehmed Hanı da iknâ edip, babası İkinci Murad Hanın tekrar
tahta çıkmasını temin etti. Murad Han Osmanlı ordusuna 1448’de Kosova’da büyük bir zafer daha
kazandırdı. İkinci Murad Hanın ölümünden sonra yerine ikinci defâ tahta geçen İkinci Mehmed Han
(Fâtih)zamânında da vezîriâzamlık görevini sürdürdü. İstanbul’un fethi öncesi ve fetih esnâsında
aleyhinde yapılan propagandaların netîcesinde Haziran 1453’te azledilerek çocuklarıyla berâber Yedikule
zindanına hapsedilip, mallarına da el konuldu. Bir süre sonra Çandarlı Halil Paşa öldürüldü. Çocukları
serbest bırakılıp malları da geri verildi. Halil Paşanın kabri İznik’tedir.
Halil Paşanın iki oğlu vardı. Büyüğü Süleymân Çelebi kazasker, küçüğü İbrâhim Çelebi de Bursa
kâdısı idi. Çandarlı Halil’in oğlu İbrâhim Paşa önce kâdılıktan azledilip zindana atıldı ise de serbest
bırakıldı. Fâtih Sultan Mehmed Han, Çandarlı İbrâhim Paşayı Amasya kâdılığına tâyin etti. Şehzâde
İkinci Bâyezîd Han babasının vefâtından sonra lalası Çandarlı İbrâhim Paşayı İstanbul’a götürüp önce
kazasker sonra da vezîriâzam tâyin etmiştir. 1499 İnebahtı Seferi esnâsında vefât eden vezîriâzam
Çandarlı İbrâhim Paşa, İznik’teki babası Çandarlı Halil Paşanın türbesine nakledilmiştir.
Çandarlı âilesinden 1499’da vefât eden İbrâhim Paşadan sonra vezîriâzam tâyin edilmemiştir.
İbrâhim Paşanın oğullarından Hüseyin Paşa Diyarbakır, Îsâ Paşa da Şam Beylerbeyliklerinde vazîfe
yapmışlardır. Îsâ Paşanın oğlu şâir ve edebiyâtçı Halil Beyden sonra Çandarlı Sülâlesinden 1791’de
vefât eden vezir Ali Paşadan başka kayda değer bir devlet adamı görülmemiştir.
ÇANKAYA KÖŞKÜ
Atatürk’ün İstiklâl Savaşı ve Cumhûriyetin ilk yıllarında oturduğu ve şimdi de müze olarak
kullanılan binâ. İsmini bulunduğu Çankaya semtinden almıştır. Köşk, Ankara Belediyesi tarafından 1921
senesinde Atatürk’e hediye edilmiştir ve 1932 senesine kadar burada ikâmet etmiştir. 1932’de şimdiki
Cumhurbaşkanlığı Köşkü tamamlanınca, bu köşk orduya devredilmiş ve “Ordu Köşkü” ismini almıştır.
Sonradan müze hâline getirilen binâ, bugün de müze olarak kullanılmaktadır.
Binâ iki katlıdır. Şehre bakan yönünde kepenekli iki sıra pencere ve balkonu vardır. Giriş kapısı
arka tarafta olan binânın giriş katında mermer bir havuz bulunmaktadır. Her iki katta ikişer oda ve bir
sofa bulunan köşk, 1924 senesinde Mîmar Mehmed Vedat tarafından ilâveler yapılarak bugünkü hâline
getirilmiştir. Bu ilâveler; ön cephede câmekânlı giriş ile soldaki odanın öne doğru büyütülmesi, arka
cephede ise giriş katında uzunlamasına bir ofis ve mutfak ile yan tarafta kule denilen çıkıntıdır.
Çankaya’da yapılan ikinci köşk ise hâlen Türkiye Cumhurbaşkanlığı ikâmetgâhı olarak kullanılan
binâdır. 1935 senesinde şehre tamâmen hâkim olan bir tepede ve 438.620 m2 üzerine Avusturyalı
Mîmar Clemens Holzmeister tarafından inşâ edildi. Resmî dâireler, lojmanlar, diğer gerekli binâlarıyla
bir site şeklinde yapılan köşkün birinci katında geniş bir salon, çalışma odaları ve bütün Ankara’yı gören
teras vardır. İkinci katta ise Cumhurbaşkanlarının ikâmetine ayrılan kısım bulunur.
ÇANKIRI
Orta Anadolu’nun kuzeyinde Kızılırmak ve Batı Karadeniz havzaları içinde yer alan bir ilimiz.
Çankırı toprakları 40°30’ ve 41° kuzey enlemleri ile 32°30’ ve 34° doğu boylamları arasında kalır.
Çorum, Ankara, Bolu, Kırıkkale, Zonguldak ve Kastamonu illeri arasında kalır. Trafik kod numarası
18’dir.
İsminin Menşei
Çankırı’nın târihi Hititlere dayanır. Şehri “Çangra” isimli bir Hitit beyi kurduğu için bu isimle
anılmıştır. Bölgeye gelen Oğuz Türkleri bu ismi kendi dil ve lehçelerine uydurarak “Kengiri” dediler.
Cumhûriyetin îlânından sonra ilin ismi Çankırı olarak değiştirilmiştir.
Târihi
Çankırı’nın bilinen târihi Hititlere dayanır ve bir Hitit beyi tarafından kurulmuştur. Hitit
İmparatorluğunun merkezi olan Hattuşaş’a yakın oluşu sebebiyle önemli bir şehirdi. M.Ö. 1200
senelerinde iç savaşlar sebebiyle Hitit İmparatorluğu parçalanıp zayıflayınca, Çankırı, Frikyalıların eline
geçti. Daha sonra şehri Lidyalılar ele geçirdiler. M.Ö. 6. asırda Persler bu bölgeyi Lidyalılar’dan aldılar.
İki asır sonra Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek bu bölgeyi de eline geçirdi. İskender’in ölümü
üzerine Çankırı Galatların eline geçti ve “Gangaris” (keçisi bol ülke) ismi ile başkent oldu. Roma
İmparatorluğu Anadolu’nun bir kısmı ile berâber Çankırı’ya hâkim oldu. Roma’nın ikiye bölünmesi
üzerine bu kısım Doğu Roma (Bizans)elinde kaldı.
1071 Malazgirt Savaşından sonra Çankırı Türkler tarafından fethedildi. Selçukluların önemli
beyliklerinden olan Danişmendoğulları bölgeye hâkim oldular. Danişmend Devletinin kurucusu olan
Melik Ahmed Danişmend Gâzi, Alparslan’ın komutanıydı. Çankırı’nın fethini Emir Karatekin’e vermişti.
Bu komutan 1082’de Çankırı’yı fethetti ve 1106 senesine kadar Çankırı vâliliğini yaptı. 1134’te
Bizanslılar bir ara Çankırı’yı işgâl ettilerse de, kısa bir müddet sonra Selçuklu Sultanı Birinci Mes’ûd,
Çankırı’yı 1137’de yeniden fethetti. Selçuklu devletinde mühim bir şehir olan Çankırı, Moğol ve
İlhanlıların istilâsına uğradı. Daha sonra Candaroğulları bölgeye hâkim oldular.
Birinci Murad, Çankırı’yı Osmanlı Devletinin topraklarına katmıştır. 1402 Ankara Savaşında
Candaroğulları şehri tekrar ele geçirdiyse de, 1439’da Çelebi Sultan Mehmed, Çankırı’yı yeniden
Osmanlı Devletine kattı. Merkezi Kütahya olan Anadolu beylerbeyliğinin 14 sancağından biri de Çankırı
idi. Tanzimattan sonra Kastamonu, vilâyetinin 4 sancağından biri olmuştur. İstiklâl Harbinde İnebolu-
Kastamonu yolu ile gelen cephâneyi Ankara’ya ulaştırmada Çankırı erkek ve kadınlarının, cephânenin
Ilgaz Dağını aşmada Kale ve Kıyısın köylerinin hizmetleri çok büyük olmuştur. Çankırı, Cumhuriyet
devrinde il olmuş ve 1925’te Kengiri (Kangri)ismi “Çankırı” olarak değiştirilmiştir. 1050 ve 1944’te
büyük deprem geçirmiştir.
Fizikî Yapı
Çankırı arâzisi dağlık bir arâzidir. Ovaları arâzinin ancak % 8’ini teşkil eder. % 64’ü dağlar ve
yaylalardan ibârettir. Geri kalan % 28’i platolardır. Bu arâzinin % 2 gibi çok az kısmı ekime müsâit
değildir. Arâzinin beşte biri ormanlıktır. Çankırı, dağların ve bozkırların kapladığı şirin bir ildir.
Dağları: Ilgaz Dağları Çankırı’nın kuzeyini kaplar. En yüksek tepesi 2560 metredir. Ilgaz Dağları
üzerinde bulunan diğer yüksek tepeler, Çatalılgaz Tepesi (2546 m), Küçük Hacet (2311 m), Kulpi (1980
m), Altunsivrisi (1934 m), Kocadağ (1763 m) ve Bulancak (1935 m)tır.
Batısında Köroğlu ve Işık Dağları uzanır. Işık Dağının en yüksek tepesi (2015 m)dir. Ayrıca Aydos,
Eldivan ve Erikli tepeleri vardır. Yaylaları azdır. Başlıcaları Karapınar, Mülayim, Dede, Sanı, Eldivan ve
Aydos’tur.
Ovaları: Akarsuların etrâfında bulunur. Kızılırmak havzasındaki ova, alüvyonlu topraklarla örtülü
olduğu için çok verimlidir. Her türlü ürün yetişmeye müsâittir. Devrez, Tatlıçay ve Melan çayları
etrâfındaki ovalarla, Orta, Eskipazar ve Çerkeş ovaları vardır.
Akarsuları: Kızılırmak’ın en büyük kollarından olan Devrez Çayı ilin en büyük akarsuyudur. 186
kilometrelik bu çay Ilgaz ve Işık dağlarından çıkan iki kolun birleşmesiyle meydana gelir. Kızılırmak
güneyden geçer ve Çankırı ilindeki uzunluğu 30 kilometredir. Diğer akarsuları, Soğanlı Çay (Melan
Çayı), Çerkeş Çayı, Acı Çay ve Tatlı Çaydır.
Gölleri: Önemli bir göl yoktur. Yazın sularının çoğu kuruyan ve hayvan ve tarla sulamak için
kullanılan küçük gölcükler vardır. Bunların önemli olanları Kamış, Kayı, Bulancak, Çardak, Osman, Çivi
ve Sülük gölleridir.
İklim ve Bitki Örtüsü
Orta Anadolu (kara) ikliminin husûsiyetleri tamâmen görülür. Kışları sert (soğuk), yazlar sıcak ve
kurak geçer. Yağışlar kışın kar şeklinde olur, senelik yağış miktarı 397-410 milimetredir. Sıcaklık ise
+41,8°C ile -25°C arasında seyreder.
İlin düz olan güney kısmı tamâmen çıplaktır. Kuzeyindeki dağlar kısmen ormanlıktır. Vâdiler kavak
ve söğüt ağaçları ile örtülüdür. Akarsu civârları meyve ağaçları ve bağlarla örtülüdür. Arâzinin % 18’i
ormanlık, % 35’i çayır ve mer’a, % 35’i ekili arâzidir. Ormanlarda; çam, köknar, meşe ve ardıç ağaçları
vardır. Kurt, tilki, tavşan ve sincap gibi yabânî av hayvanları bulunur.
Ekonomi
Çankırı ilinin ekonomisi tarıma dayanır. Sanayi yeni gelişmektedir. Gelirinin % 50’ye yakını tarım
sektöründen temin edilir. Çalışan nüfusun % 70’i tarım, hayvancılık ve ormancılıkla uğraşır. Leblebisi, el
dokuma bez ve peştemalıyla, balı meşhurdur. Buğday, çeltik ve tuz ekonominin temelidir.
Tarım: Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, mısır, fasulye, mercimek, burçak, fiğ, patates ve
şeker pancarıdır. “Fiğ” ekiminde Çankırı önde gelir. Akarsu kenarlarında bol miktarda sebze, meyve
yetişir ve bağcılık önde gelir. Kavun ve karpuz da çok yetişir. Sulanan arâzi azdır. Devres vâdisinde inci
tânesi gibi pirinç yetişir.
Hayvancılık: Çankırı ilinin % 35’i çayır ve mer’a ile kaplıdır. Koyun üretimi her sene artarken,
tiftik keçi sayısı azalmaktadır. Arıcılık da gelişmekte olup, kovan sayısı 40.000’e yakındır.
Ormancılık: Yüzölçümünün % 18’i ormanlarla kaplıdır. Erozyonu önlemek için ağaçlandırmaya
önem verilmektedir. 80 hektarlık fidanlık kurulmuştur. Her sene 80.000 metreküp sanâyi odunu ve
90.000 ster yakacak odunu elde edilmektedir.
Mâdenleri: Çankırı mâden bakımından zengin ise de çıkarılan mâdenler en çok alçıtaşı, tekel
tarafından çıkarılan kayatuzu, betonit ve linyittir. Kayatuzu bir mağara içinden çıkarılır. Bu mağaraya
ise 160 metrelik bir tünelle girilir.
Sanâyi: Çankırı’da sanâyi gelişme hâlindedir. Henüz fabrika sayısı azdır. Çankırı Süt Fabrikası,
Çankırı Yem Fabrikası, Eskipazar Kereste Fabrikası, Kaya Tuzları, Bayramlar Alçı Fabrikası, Çivi Tel
Fabrikası, Un ve Tuğla fabrikaları ve DDY Yeni Makas Fabrikası önemli olanlardır.
Ulaşım: Ankara-Zonguldak demiryolu Çankırı, Eskipazar, Çerkeş ve Kurşunlu’dan geçer. Ankara-
İnebolu karayolu Çankırı’dan geçer. Birkaç köy dışında bütün köylerin yolları mevcuttur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 279.129 olup, 113.855’i ilçe merkezlerinde,
165.274’ü köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 8.351 km2 olup, nüfus yoğunluğu 33’tür. Çalışma
sebebiyle erkeklerin başka yerlere gidişi yüzünden “kadınların erkeklerden fazla olduğu il” olarak isim
yapmıştır.
Örf ve âdetleri: Çankırı’da asırlar boyunca Hititler, Frigya, Lidya, Galatlar, İskender
(Makedonyalılar), Persler, Roma ve Bizanslılar, Türkler (Selçuk ve Osmanlılar)hâkim olmuşlardır.
Türklerin dışındaki milletler, târihî eserlerin dışında kaybolup gitmişlerdir. Türklerin bölgeye
yerleşmesiyle Hıristiyan azınlık zamanla bu bölgeden göç etmişlerdir. Bölge 11. asır başından bu yana
Türk İslâm kültürü ile yoğrulmuştur. Mahallî kıyâfetler ancak düğün ve millî oyunlarda giyilir. Mahallî
meşhûr yemekleri tarhana, erişte, bulgur, gözleme, cızlama ve tatar böreği, Çankırı kadayıfı, hindi
dolması, çekme helvası, şabanözü bazlaması ve çöreği, ovacık kavurması, sütlü kurabiye, peynir
helvası ve kabak tatlısıdır. El dokuma çok gelişmiştir. Tiftik yününden güzel motifli renkli çoraplar
örülür. Dokumalar kök boyalar ile boyandığından güzeldir. Keçe ve kilim dokunur. Şalvar, yağlık ve
bohça işlemeleri yapılır. Halk edebiyâtı zengindir. Yûnus Emre ve Hacı Bektaş-ı Velî’nin tesiri büyüktür.
Âşık Ali, Cevriye Bânu, Bezlî ve Efkârî başlıca halk şâirleridir. Uzun hava ve türküleri meşhurdur.
Türkülerinde sohbet ve oyun işlenir. Çankırı zeybeği, halay, kaşık oyunu, sepetçioğlu zeybeği ve
şakırdım başlıca oyunlarıdır.
Eğitim: Son senelerde eğitim faaliyeti çok hızlanmış ve okur-yazar nisbeti % 87’ye yükselmiştir.
İlde 28 anaokulu, 504 ilkokul, 37 ortaokul, 6 meslekî ve teknik ortaokul, 11 lise, 7 meslekî ve teknik
lise vardır.
İlçeleri
Çankırı, biri merkez olmak üzere 14 ilçeden meydana gelmiştir.
Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 67.620 olup, 45.496’sı ilçe merkezinde, 22.124’ü
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 49 köyü vardır. İlçe toprakları orta yükseklikteki engebeli
düzlüklerden meydana gelir. Kuzey ve batısında Köroğlu Dağları yer alır. Dağların bir kısmı çam
ormanları ile kaplıdır. İlçe topraklarını Tatlıçay sular.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa olup, ayrıca az miktarda fasulye,
nohut, baklagiller ve soğan yetiştirilir. Yem fabrikası, süt fabrikası ve un fabrikası başlıca sanâyi
kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi, eğimli bir alanda, dar bir vâdide yer alır. Şehri Tatlıçay ikiye böler. Ankara’yı Batı
Karadeniz’e bağlayan kara ve demiryolu ilçeden geçer. Bir kale şehri olarak kurulan ilçe, kalenin
bulunduğu tepenin eteklerinde güneye doğru genişlemiştir. İlçe merkezi 1941-1942 senesinde Piyâde
Okulunun Çankırı’ya gelişiyle gelişmiştir.
Atkaracalar: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.235 olup, 6263’ü ilçe merkezinde, 4972’si
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 13 köyü vardır. Kurşunlu ilçesine bağlı bucak iken 19
Haziran 1987’de 3392 sayılı kânunla ilçe oldu. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarıma
elverişli arâzisi azdır. Çankırı-Zonguldak demiryolu ilçe yakınından geçer.
Bayramören:1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7310 olup, 2042’si ilçe merkezinde, 5268’i
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 26 köyü vardır. Kurşunlu bucağına bağlı bir bucak iken, 9
Mayıs 1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. İlçe gelişmemiş
küçük bir yerleşim merkezidir. Gürgenli Dağı eteklerinde kurulmuştur.
Çerkeş: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 22.145 olup, 8579’u ilçe merkezinde 13.566’sı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 51 köyü vardır. Yüzölçümü 990 km2 olup, nüfus
yoğunluğu 22’dir. İlçe toprakları İç Anadolu platosunun kuzey kesiminde yer alır. Batı ve güneyini Çit,
Karataş, Işık, Aydos, Eldivan, Bozkır Dağları, kuzeyini ise Ilgaz Dağları engebelendirir. İlçe topraklarını
Melan Çayı sular. Melan Çayının kolu olan Çerkeş Suyu vâdisinde Çerkeş Ovası yer alır. Dağlar zengin
ormanlarla kaplıdır.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı olup,
ayrıca az miktarda sebze ve meyve yetiştirilir. Tiftik keçisi ve koyun en çok beslenen hayvanlardır.
Arıcılık ve tavukçuluk yaygındır. Tuğla ve kereste imalathâneleri küçük sanâyi kuruluşlarıdır. İlçe
topraklarında traverten kökenli mermer yatakları vardır.
İlçe merkezi Çekreş Suyu kıyısında yer alır. Belediyesi 1878’de kurulmuştur. Târihi Bağdat yolu
üzerinde bulunan eski bir yerleşim merkezidir. Dörtyol kavşağı “ciharköşe” veya “çeriçeken” (asker
toplayan)kelimelerinden dolayı Çerkeş denildiği söylenir.
Eldivan: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 9707 olup, 4403’ü ilçe merkezinde. 5304’ü köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 346 km2 olup, nüfus yoğunluğu 28’dir.
İlçe toprakları dağlık ve engebeli olup, Kızılırmak havzası içinde yer alır. Güney ve güneybatısında
Eldivan Dağı olup, doğu kesimi düzdür.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, mercimek, şekerpancarı, elma,
erik, kiraz ve üzüm olup, ayrıca az miktarda nohut, sarmısak, soğan ve fasulye yetiştirilir. Verim
düşüktür. Hayvancılık ikinci derecede gelir kaynağıdır. Koyun ve Ankara keçisi beslenir. İlçe
topraklarında çıkarılan bentonit ihraç edilir.
İlçe merkezi Eldivan Dağı eteklerinde Dümeli Ovasında yer alır. Gelişmemiş küçük bir yerleşim
merkezidir. İl merkezine 20 km mesâfededir. 1959’da ilçe olan Eldivan’ın belediyesi 1930’da
kurulmuştur.
Eskipazar: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 22.686 olup, 8272’si ilçe merkezinde 14.414’ü
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 50 köyü vardır. Yüzöçümü 690 km2 olup, nüfus yoğunluğu
33’tür. İlçe toprakları derin vâdilerle bölünmüş dağlardan meydana gelir. Dağlar zengin bir orman
örtüsü ile kaplıdır. Eskipazar Çayı kıyısı boyunca uzanan taşkınları ile meydana gelen Eskipazar Ovası
küçüktür.
Ekonomisi tarıma ve ormancılığa dayalıdır. Eskipazar kıyısında sebze ve meyve yetiştirilir. Başlıca
tarım ürünleri buğday, arpa, patates, soğan, sarımsak, elma, armut ve cevizdir. Verim genelde
düşüktür. Kereste Fabrikası ilçenin en büyük sanâyi kuruluşudur. İlçe topraklarında çıkarılan balas taşı,
işlenmek üzere Karabük Demirçelik Fabrikasına gönderilir.
İlçe merkezi Eskipazar Çayı kıyısında kurulmuştur. Ankara-Zonguldak demiryolu ile Bolu-Karabük
karayolu ilçenin kıyısından geçer. İl merkezine 161 km mesafededir. Çerkeş’e bağlı bucak iken, 1949’da
ilçe oldu ve aynı sene belediyesi kuruldu. Eskiden kasabada pazar kurulduğu için ismi buradan
kaynaklanmaktadır.
Ilgaz: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 23.281 olup, 8136’sı ilçe merkezinde 15.145’i köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 55, Belören bucağına bağlı 18 köyü vardır. İlçe toprakları dağlıktır.
Dağlar ormanlarla kaplıdır. İlçe topraklarının tamamını Ilgaz Dağları engebelendirir. Dağlardan
kaynaklanan suları Devrez Çayı toplar. Bu çayın vâdisinde 40 kilometrekarelik alanı kaplayan bir ova
vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Devrez Çayı kıyısında tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri
şekerpancarı, buğday, patates, arpa, elma ve eriktir. Hayvancılık ekonomide önemli yer tutar. En çok
Tiftik keçisi beslenir. Ayrıca sığır ve koyun da beslenir ve arıcılık yapılır. Ormanlardan elde edilen
kereste küçük atölyelerde işlenir. İlçe topraklarında bentonit ve magnezit yatakları vardır.
İlçe merkezi, Ilgaz Dağı eteklerinde Devrez Çayı kıyısında kurulmuştur. Kastamonu-Çankırı-
Ankara karayolu ilçenin doğu kıyısından geçer. İl merkezine 49 km mesâfededir. Denizden yüksekliği
798 metredir. İlçe belediyesi 1888’de kurulmuştur.
Kızılırmak: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 14.878 olup, 2492’si ilçe merkezinde, 12.386’sı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 24 köyü vardır. Merkez ilçeye bağlı bucakken 9 Mayıs
1990’da 3644 sayılı kânunla ilçe oldu. Ekonomisi tarıma dayalıdır. İlçe merkezi Kızılırmak Nehri
kıyısında kurulmuştur.
Korgun: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 7233 olup, 3558’i ilçe merkezinde, 3675’i köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12 köyü vardır. Merkez ilçeye bağlı bucakken, 9 Mayıs 1990’da
3644 sayılı kânunla ilçe oldu. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Çankırı-Zonguldak demiryolu ilçe sınırları
içinden geçer.
Kurşunlu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 25.145 olup, 10.605’i ilçe merkezinde 14.540’ı
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 28 köyü vardır. İlçe toprakları fazla yüksek olmayan dağlık
bir alanda yer alır. Kuzeyinde Ilgaz Dağlarının batı uzantıları vardır. Dağlardan kaynaklanan suları
Devrez Çayı toplar.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Tarıma elverişli alanlar azdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa ve
patates olup, ayrıca az miktarda elma, erik, ceviz, soğan ve sarımsak yetiştirilir. Hayvancılık ekonomik
açıdan önemli gelir kaynaklarındandır. Koyun ve Ankara keçisi en çok beslenen hayvanlardır.
İlçe merkezi, Kurşunlu Çayının geçtiği geniş bir vâdide yer alır. Çankırı-Karabük demiryolu ilçeden
geçer. İl merkezine 83 km mesâfededir. Eski ismi Karacaviran’dır. İlçe belediyesi 1944’te kurulmuştur.
Orta: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 26.457 olup, 5887’si ilçe merkezinde, 20.570’i köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 28 köyü vardır. Yüzölçümü 513 km2 olup, nüfus yoğunluğu 52’dir.
İlçe toprakları orta yükseklikte dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Dağlardan kaynaklanan suları
Devrez Çayı toplar.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday ve arpa olup, ayrıca az
miktarda patates, soğan, elma, erik yetiştirilir. Akkaraman koyunu ve Ankara keçisi en çok beslenen
hayvanlardır. İlçe topraklarında diyatomit ve linyit yatakları vardır.
İlçe merkezi, Devrez Çayının suladığı bir ovada kurulmuştur. Gelişmemiş küçük bir yerleşim
merkezidir. İl merkezine 65 km mesâfededir. Şabanözü ilçesine bağlı bir bucakken 1959’da ilçe oldu ve
aynı sene belediyesi kuruldu.
Ovacık: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7099 olup, 1451’i ilçe merkezinde, 5648’i köylerde
yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 42 köyü vardır. Yüzölçümü 376 km2 olup, nüfus yoğunluğu 19’dur.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. Ilgaz-Bolu Dağlarının kolları toprakları engebelendirir. İlçe topraklarını
Soğanlı (Melan) çayı toplar.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa ve patates olup, ayrıca az
miktarda sebze ve meyve yetiştirilir. Hayvancılık ekonomik açıdan önemlidir. İlçe merkezi, ulaşımı güç
ve sapa bir kısımda yer alır. Gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 184 km mesafededir. İlçe
belediyesi 1959’da kurulmuştur.
Şabanözü: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.779 olup, 3002’si ilçe merkezinde 8777’si
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 21 köyü vardır. Yüzölçümü 590 km2 olup, nüfus
yoğunluğu 20’dir. İlçe toprakları orta yükseklikteki dalgalı düzlüklerden meydana gelir.Topraklarını
Terme çayının başlangıç kolları toplar. Yüksek kesimlerinde çam ormanları vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, patates , arpa ve şekerpancarıdır.
Hayvancılık ikinci derece gelir kaynağıdır. En çok Ankara keçisi ve sığır beslenir. İlçede çanakcılık ve
tuğla üretimi yapılır. Endâze olarak bilinen Şabanözü yazmaları meşhurdur. İlçe topraklarında magnezit
yatakları vardır.
İlçe merkezi Terme Çayı vâdisinde yer alır. İl merkezine 41 km mesâfededir. Gelişmemiş küçük
bir yerleşim merkezidir. Çankırı’yı Çubuklu üzerinden bağlayan karayolu ilçeden geçer. İlçe belediyesi
1944’te kurulmuştur.
Yapraklı: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 22.554 olup, 3669’u ilçe merkezinde, 18.885’i
köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 16, İkizören bucağına bağlı 23 köyü vardır. Yüzölçümü
785 km2 olup, nüfus yoğunluğu 29’dur. İlçe toprakları orta yükseklikte dalgalı düzlüklerden meydana
gelir. Dağlardan kaynaklanan suları Uluçay ve küçük dereler toplar. Dağlık kesimlerde karaçam
ormanları vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, patates, arpa ve üzüm
olup, ayrıca az miktarda elma, erik, soğan ve sarımsak yetiştirilir. Hayvancılık ekonomik açıdan
önemlidir. En çok koyun ve sığır beslenir. İlçede orman ürünlerini işleyen küçük atölyeler vardır.
İlçe merkezi gelişmemiş küçük bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 30 km mesâfededir. Eskiden
Togat, Toht veya Tuht adlarıyla bilinirdi. İlçe belediyesi 1955’te kurulmuştur.
Târihî Eserler ve Turistik Yerleri
Çankırı ilinde turizm sektörü henüz gelişmemiştir. Turizm bakımından çok zengin târihî eserlere
sâhip olmasına rağmen konaklama ve alt yapı tesisleri azdır.
Çankırı Kalesi: Şehrin kuzeyinde Karatekin Tepesi üzerindedir. Romalılar, Bizanslılar
Danişmendliler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde kullanılan kale, sağlamlığı ile ün yapmıştır.
Günümüzde yıkık vaziyettedir. Kale içinde Romalılar döneminden kalma tüneller ve Danişmend
kumandanlarından Emir Karatekin’in türbesi vardır.
Eskipazar Hisarı: Selçuklular devrinde yapılmıştır. Günümüzde harâbe hâlindedir.
Ulu Câmi: Kânûnî Sultan Süleymân tarafından mîmâr Sâdık Kalfa’ya yaptırılmıştır. 1522’de
yapımına başlanan câmi, 1558’de bitirilmiştir. Zelzeleden zarar gören câmi, 1936’da tâmir edilmiş ve ilk
yapı özelliğini kaybetmiştir.
İmâret Câmi: 1397’de Candaroğlu Kasım Bey tarafından yaptırılmıştır. 1916’da tâmir görmüştür.
Ali Bey Câmii: Ali Bey Mahallesindedir. 1609 târihli kitâbesi vardır. Mihrab ve minberi alçıdan
olup, süslemesizdir.
Mirahor Câmii: 1797’de Tüfekçibaşı İsmâil Ağa tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde harab bir
hâldedir.
Taşmescid (Şifâhâne): Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykubâd tarafından 1335’te sağlık tesisi
olarak yapılmıştır. Bir bölümü kalmıştır.
Çerkeş, Eskipazar ve Ilgaz ilçelerinde çeşitli kaya mezarlar vardır.
Mesire yerleri:
Ilgaz Dağları: Şiirlere ve türkülere konu olan Ilgaz Dağları, ormanlarla kaplı, yaylalarının havası
ve suyu çok güzel olan bir dinlenme yeridir. Ilgaz Dağı millî park îlân edilmiştir. Çamlık, Fidanlık ve
Korgun; ağaçlık, soğuk ve bol suları, temiz havası ile meşhur mesire yerleridir. Başdut köyünde
kayalara oyulmuş mağaralar vardır.
Kaplıcaları:Çankırı, şifâlı sular bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Fakat, bu suların bir
çoğundan tesis yetersizliği sebebiyle faydalanılamamaktadır.
Acısu: Kurşunlu’nun 5 km kuzeybatısında Hacımuslu köyü yakınlarındadır. Mîde, barsak,
karaciğer, safrakesesi ve pankreas hastalıklarına faydalıdır. Vücudun asit-baz dengesini düzenler.
Şerâfettin İçmesi: Eskipazar’ın Beytarla köyündedir. Karaciğer, safrakesesi, pankreas, mîde,
barsak hastalıklarında faydalıdır.
Akkaya Hamamı: Eskipazar’ın İmamlar köyü yakınlarındadır. Kronik iltihaplarla, romatizma ve
akciğer rahatsızlıklarına iyi gelir.
Şıhlar Nezle Suyu: İl merkezine 20 km uzaklıkta Bozaklı köyündedir.
Kazancı Mâden Suyu: Ilgaz ilçesinin Kazancı köyündedir. Mâden suyu, karaciğer, safrakesesi,
mîde ve barsak rahatsızlıklarının tedâvisinde kullanılır.
Bozan Hamamı: Ilgaz ilçesinin, Aşağı Bozan ve Yukarı Bozan köyleri arasındadır. Sindirim
sistemi rahatsızlıklarında faydalıdır.
Ilısılık Mâden Suyu: Ilgaz ilçesinin Ilısılık köyündedir. Mîde, karaciğer, barsak ve safrakesesi
rahatsızlıklarında faydalıdır.
Çavundur Kaynakları: Kurşunlu ilçesinin Çavundur köyündedir. Banyoları deri hastalıklarına iyi
gelir.
Bayramören İçmesi: Bayramören ilçesindedir. Mîde, karaciğer, safrakesesi ve barsak
hastalıklarında faydalıdır.
Kükürt Köyü Kaynağı: Kurşunlu ilçesine bağlı Kükürt köyündedir. Sindirim sistemi
rahatsızlıklarında faydalıdır.
Hışıldayı İçmesi: Kurşunlu ilçesine 30 km uzaklıkta Melan Deresi yakınındadır. Sindirim sistemi
ve karaciğer hastalıklarının tedâvisinde faydalıdır.
ÇAP
Alm. Durchmesser (m), Fr. Diamétre (m), İng. Diameter. Kapalı bir eğrinin veya bir dâirenin
merkezinden geçen ve eğri üzerinde sınırları olan bir doğru parçası. İkinci derece yüzeyler üzerinde
alınan iki noktaya teğetler paralel ise, bu iki noktayı birleştiren doğru parçası da bir çaptır. p (pi)
sayısının yaklaşık değeri, bir çemberin çevresinin çapına bölümüne eşittir.
ŞEKİL VAR!
ÇAR
Bulgar ve Rus hükümdarlarına verilen ünvan. Eski Roma İmparatorlarına verilen “Caesar”
ünvanının değişik söylenişidir. Bu ünvan, Bizans imparatorları 10 ve 14. yüzyıllardan başlayarak sırayla
kendilerini imparator îlân eden Bulgar ve Sırp kralları ve Altınordu ile ondan olan devletlerin hanları için
kullanıldı. 1547’de Rus hükümdârı korkunç İvan “Çar” ünvânını benimsedi. Ondan sonraki Rus
imparatorları bu ünvanla anılmaya başladı. Çar ünvânı 1721’de Büyük Petro tarafından “İmparator”
olarak değiştirildiyse de, 1917 Bolşevik İhtilâline kadar gelen Rus hükümdârları için kullanıldı. Çarın
karısına çariçe, oğluna çareviç, kızına çarevna, 19. yüzyıldan başlayarak en büyük oğlu ve veliahtına da
çezareviç ünvanları verildi.
Çar ünvânıyla anılan Rus imparatorları şunlardır:
Korkunç İvan IV 1547 1584
Feodor I (İvanoviç) 1584 1598
Boris Gudonov 1598 1605
Feodor II (Boriseviç) 1605
Dimitri (Sahte Dimitri) 1605 1606
Vasili Şuyski IV 1606 1610
Vladislav 1610 1613
Michail (Fedoroviç Romanov) 1613 1645
Aleksey (Michayloviç) 1645 1676
Feodor III (Alekseyeviç) 1676 1682
Petr I 1682
Petr I ve İvan V (müştereken) 1682 1696
Petro I (Petr Alekseyeviç) 1696 1725
Katerina I 1625 1727
Petro II 1727 1730
Anna 1730 1740
İvan VI 1740 1741
Yelizaveta 1741 1762
Petro III 1762
Katerina II 1762 1796
Pavel 1796 1801
Aleksandr I 1801 1825
Nikola I 1825 1855
Aleksandr II 1855 1881
Aleksandr III 1881 1894
Nikola II 1894 1917
ÇARDAK
Alm. Laube (-ngang m) (f), Fr. Treillis (m), İng. Trellis. Yazın güneşin sıcaklığından korunmak
için yapılan geçici veya devamlı gölgelik. Sebze bahçelerinde, bostanlarda veya evlerin önlerinde
çardaklara rastlanır. İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da seyrek ağaçlı yerlerde bâzan kahve ve lokanta gibi
kullanılan barınma yerleri de tipik bir çardaktır.
Çardağın lügat mânâsı dört kemerdir. Osmanlılarda önceleri gümrük mânâsına kullanılmıştır.
İstanbul Unkapanı’ndaki Çardak İskelesi ismi o zamandan kalmıştır.
ÇARMIH
(Bkz. Hıristiyanlık)
ÇARPMA
Alm. Multiplikation (f), Fr. Multiplication (f), İng. Multiplication. Eşit terimli toplamanın kısa
yazılışı. Çarpılacak sayılardan önce yazılanına çarpılan, ikinciye çarpan, çarpmanın sonucuna da çarpım
denir. Çoğu zaman çarpılan ve çarpanın ikisine de çarpan denir. Çarpma işâreti (x) veya (.) ile
gösterilir.
Çarpmanın özellikleri:
1. ab=ba
2. (ka)b=k(ab)
3. a=b ise ka=kb
4. k(a+b)=ka+kb
5. k(a-b)=ka-kb
İşâretleri aynı olan iki çarpanın çarpımı pozitif ve işâretleri ters olan iki çarpanın çarpımı negatif
olarak ortaya çıkar.
ÇARŞAMBA DÎVÂNI
Osmanlı Devletinde her çarşamba günü İstanbul’un meselelerini görüşmek üzere sadrâzamın
başkanlığında toplanan dîvân. Çarşamba Dîvânı’na İstanbul ve bilâd-ı selâse (Eyüp, Galata,
Üsküdar)kâdıları katılırdı. Dîvân-ı Hümâyûn çavuşları ve tezkireciler de Dîvân’da vazîfeliydiler. Kâdıların
Dîvânhâne’ye gelmelerinden sonra sadrâzam da selîmî kavuk ve erkân kürküyle Dîvânhâne’ye çıkardı.
Bu sırada Mehterhâne’nin nevbet çalması âdettendi.
Çarşamba Dîvânı’nda İstanbul halkının değişik konulardaki şikâyetleri yanında, İstanbul’un iâşe,
âsâyiş, temizlik, su, ulaşım ve yangın gibi meseleleri görüşülür ve karâra bağlanırdı. Alınan kararlar
sadrâzamın mührüyle onaylandıktan sonra, ilgili yerlere havâle edilirdi. Çarşamba Dîvânı, 19. yüzyılın
ortalarında Bâbıâlî’de yapılan reformlar sırasında kaldırılmıştır.
ÇATAL
Alm. Gabel (f), Fr. Fourchette (f), İng. Fork. Yemek yerken kullanılan, ekserî uzun dört dişli olan
mâdenî âlet. Bundan başka atlı arabalarda okun girdiği yere, pamuk eğirmeye yarayan âlete, ekserî
buğdaygillerin hasadında kullanılan iki uçlu tarım aracına, keskiye benzer uzunca âlete de çatal adı
verilir.
Çatal denilince umûmiyetle yemekte kullanılan dişli mâdenî âlet akla gelir. Eskiden tahtadan da
yapılırdı. Günümüzde bu tipler hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Çatallar yapılış tiplerine, kullanış
yerlerine göre isim alırlar. Yemek çatalı, pasta çatalı, yemiş çatalı, tava çatalı, salata çatalı gibi.
Avrupa’da çatalın kullanılıp yaygınlaşması 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Daha önceleri altın,
demir ve billûrdan yapılan tipleri nâdide eşyâlardan sayılırdı. On altıncı yüzyıl sonunda Fransa Kralı
Üçüncü Henri et yerken çatal kullandığı için örf ve âdetlere uymadı diye çok tenkid edilmiştir.
On yedinci yüzyılda kullanılanlar iki dişli ve menteşeli olduğundan ortadan katlanabiliyordu. O
zamanlarda soylu ve asil bilinen Avrupalı âilelerde kullanılırdı. Bizde ise genellikle 19. yüzyıl sonlarına
doğru kullanılmaya başlanmıştır.
ÇATI
Alm. Dach (stuhl m) (n), Giebelwerk (n), Fr. Toiture (f), toit (m), İng. Gable roof. Bir binânın en
üst bölümü. Esas olarak hava şartlarından korunmak için yapılır.
Çatı çeşitleri: Çatı türünün belirlenmesi taşıyıcılık bakımından olabildiği gibi görünüş yönünden
de olabilir. Çatı, duvar, kolon ve ayaklar üzerine oturabildiği gibi, doğrudan doğruya zemine de
dayanabilir.
Ahşap çatılar: Yaygın kullanılan ve ekonomik olan bir çatı türüdür. Bu en basit şekilde düz çatı
olabilir. Bu daha çok sanâyi yapılarında görülür. En yaygın tatbik şekli ise eğimli çatıdır. Eğim, kar
toplanmasını azaltmak ve su sızdırmazlığı yönünden tercih edilir. Kar yükü yanında, bâzı durumlarda,
rüzgâr etkisi de çatı için önemli olur. Çatının esas taşıyıcı elemanı ahşap çubuklardan meydana gelen
kafes sistemidir. Kafes sistem, ahşap çubuklar bir araya getirilerek teşkil edilir. Çubukların bağlantıları
düşey düzlemde olup, kafes sistemler birbirleriyle bağlanır ve berâber çalışmaları sağlanır. Üzerinde
ayrıca kafes sistemleri bağlayan aşık denen ahşap elemanlar mevcuttur. Aşıklar eğilimli doğrultuda
merteklere bağlanır. Bunun üstüne de çatı kaplaması olarak ahşap tahtalar çakılır. Üstü ise çatı
kiremitleriyle kaplanır. İstenirse bu araya bir izolasyon tabakası konulur. Bu şekil, ısının tasarrufu
bakımından zamânımızda çok tercih edilmektedir. Kiremit yerine bâzı sanâyi yapılarında olduğu gibi,
eternit veya çinko oluklu levhalar da döşenebilir. Bu halde çatıyı ahşap tahtalarla kaplamaya gerek
yoktur. Bunun yanında geçirimsizliği sağlamak için bitümlü levhalar da serilebilir. Bu şekilde teşkil
edilen çatı, ara bir mesned istemeksizin 8 m gibi oldukça büyük açıklıklara kadar kullanılabilir. Eğer
böyle bir çatı betonarme düz döşeme üzerine konuluyorsa sık sık döşemeye mesnetleme yapılır. Çatı
eğiminin binâ dış yüzlerine yakın, dik ve içerlerde daha az eğimli tertiplenmesiyle çatıda kullanılabilir bir
hacim de teşkil edilebilir.
Çelik çatılar: Daha büyük açıklıkları aşmak veya daha çabuk kurulması sebebiyle çelik çatılar
tercih edilebilir. Sanâyi yapılarında daha yaygın kullanılır. Ayrıca bu sûretle orta kısımdaki çatı
yüksekliğini daha düşük tutmak mümkündür. Büyük açıklıklar için ekonomiktir. Kaplamaları genellikle
oluklu metalik veya eternit levhalarıyla yapılır.
Betonarme çatılar: Özellikle betonarme binâlarda düz çatı istenildiğinde tatbik edilir. Su için az
da olsa bir eğim vermek ve izolasyon yapmak şarttır.
Günümüzde önemli yapılar için hafif çatı tercih edilmektedir. Bunu kubbeye benzeyen betonarme
kabuk inşâat ile yapmak mümkün olmaktadır. Böylece 7,5 santimlik bir kalınlıkla 25-30 metreyi aşmak
kâbil olmaktadır. Değişik başka bir örnek ise kablo ağlarıyla teşkil edilen çatı olup, kare veya üçgen ara
kısımları şeffaf cam veya pleksiglasla kapatılır. Bu sûretle kapatılan alanın büyük olması tabiî ışıktan
faydalanmağı engellemez.
ÇAVDAR (Secale Cereale)
Alm. Roggen (m), Fr. Seigle (m), İng. Rye. Famiylası: Buğdaygiller (Gramineae), Türkiye’de
yetiştiği yerler: Anadolu.
Köklerinden bir kısmı derinlere giden yayvan köklü, 4-5 kardeş veren, yaprakları mavimtrak yeşil
renkte ve üst tarafları tüylü, başakları dört köşeli, taneleri yeşilimtrak, sarı, esmer gibi çeşitli renklerde
olan, buğdaygiller familyasına bağlı yıllık bir bitki. Tânelerinin uzun ve yassı olmasıyla buğdaydan ayırt
edilir. Başakçıklar ekseriya 2 çiçeklidir. Kayık biçiminde olan kavuzun sırt çizgisi kirpik şeklinde tüylerle
örtülüdür. Çavdarın vatanı genel olarak Ön Asya’dır. Anadolu’da hâlen yabânî tiplerine rastlanmaktadır.
Bu tahıl, ilk önce buğday tarlalarına yabânî ot olarak girmiş, sonradan kültüre (yetiştirilme) alınmıştır.
Türkiye’de çavdar, diğer ürünlerin verimli olmadığı fakir topraklarda yetiştirilir En çok, Orta
Anadolu, Marmara ve Doğu Anadolu bölgelerinde zirâati yapılır. En çok üretim yapılan illerimiz ise
Erzurum, Niğde, Kayseri ve Konya’dır. Çavdar, daha çok yayla ikliminde yetişir. Kuvvetli kök sistemi
olduğu için kuraklığa ve soğuğa dayanma gücü yüksektir. Yetişmesi için buğdaydan daha az sıcaklık
ister. Yazlık çavdar 110-140 günde ömrünü tamamlar. Toprağın fazla yaş olmasına dayanamaz.
Yetişmesi için hafif topraklar ister. En iyi olarak kumlu-tınlı, tınlı-kumlu ve milli topraklarda yetişir.
Çavdar, birçok yıllar ard arda ekilebilir. Yalnız verimli olabilmesi için münâvebe ister. Çavdar için en iyi
münâvebe, patates ve bir yeşil gübre bitkisi ile olan münâvebedir. Toprak fazla kumlu ise, yeşil gübre
bitkisi ekilir. Güzün erkenden gübre toprağa verilir ve arkasından çavdar ekilir. Çavdar baklagillerden
sonra da gâyet güzel yetişir. Buğday ve arpanın ön bitki olarak kullanılması, çavdar için pek iyi netice
vermez. Çavdarın kuvvetli bir kök sistemi olduğu için umûmiyetle gübre verilmez. Yalnız, gübre verilir
veya gübrelenmiş bir bitkiden sonra çavdar ekilirse veriminde artış olur. Çavdar, yeşil gübreden çok
istifâde eder. Kuvvetsiz kalmış tarlaları sun’î gübrelerle kuvvetlendirmek de çavdar için iyi netîce verir.
Çavdarın ekimi için toprak derince sürülerek ekime hazırlanır. Fazla verim için, güzlük ve yazlık ekimleri
mümkün olduğu kadar erken yapmalıdır. Tohumluk olarak, çimlenme gücü yüksek, iri, dolgun ve temiz
tânelerin seçilmesi lâzımdır. Ekim serpme veya makina ile yapılır. Makina ile ekimde sıralar arasında
15-18 cm aralık bırakılır. Çavdarın tâne ağırlığı düşük olduğu için, 4 santimetreden pek fazla derine
ekmemelidir. Tohum ekildikten sonra disk, tırmık veya kültüvatörle toprak kapatılır. Çavdar için biçme
zamânı “sarı erme” zamânıdır.
Çavdar verimsiz topraklarda ve soğuk iklimlerde yetişebildiğinden, Avrupa’nın kuzey bölgelerinde,
Akdeniz memleketlerinin dağlık sahalarında buğdayın yerini alır. Çavdarın zirâatte kullanılan tek türü
vardır. Secale cereale. Çavdarda nişasta oranı % 66, protein % 8’dir. Ekmeği siyah olmakla beraber,
besin değeri bakımından buğdaydan aşağı değildir. Bilhassa proteince fakir olan beyaz ekmekten
üstündür.
Kullanıldığı yerler: Avrupa’nın birçok yerlerinde çavdar ekmeği tercih edilmektedir. Anadolu’nun
bâzı köylerinde ekmeği, buğday-çavdar karışımından yapmaktadırlar. Has unlarda protein tabakası
kepekle beraber ayrılmış olduğundan, beyaz ekmeklerin besin değeri, proteinli olan esmer ekmeklere
nazaran düşüktür. Endüstride ispirto çıkarılır. Hayvan beslenmesinde de faydalanılır. Çavdar sapından
hasır, sepet vs. yapılır.
Dünyâda Çavdar Üretimi (1990)
Ülke Üretim (ton)
Bağımsız Devletler Topluluğu 20.000.000
Polonya 5.800.000
Birleşik Almanya 4.260.000
Kanada 926.000
ABD 257.000
Türkiye 285.000
İspanya 280.000
Avusturya 356.000
Fransa 254.000
ÇAVDARMAHMUZU (Secale Cornutum)
Alm. Mutterkorn (n), Hungerkorn (n), Fr. Ergot (m) de seigle, İng. Ergot of rye. Claviceps
purpurea (Ascomycates=Asklı Mantarlar sınıfı) adı verilen çavdarmahmuzu mantarının çavdar ve
benzeri buğdaygil bitkilerinin başağında parazit olarak kışı geçirmek üzere meydana getirdiği bir
sklerotyum.
Sklerotyumlar 1-5 cm uzunlukta, 2-8 mm genişlikte, hafif kıvrık, siyahımtrak renkte, özel kokulu
silindir şeklinde çubuklar hâlindedir. Hastalık meydana getirir. Buğdaygillerin ekildiği bölgelerde, fakat
rutubetli ve yağmurlu olan iklimlerde meydana gelen bu hastalığa, bilhassa Doğu Avrupa’da, Rusya ve
Polonya ovalarında ve Batı Avrupa’da, İberik Yarımadasında rastlanmaktadır. İlâç elde etmek
maksadıyle Avrupa’nın birçok memleketlerinde, Macaristan, Almanya, İsviçre ve Fransa’da yetiştirilir.
Türkiye’de ekilmekte olan çavdarlar ve diğer buğdaygiller üzerinde bu hastalığa rastlanmaz. Çünkü
iklim yeteri kadar rutubetli değildir. Bazı bölgelerde tek tük rastlanan sklerotyumlar konu dışıdır.
Mantar sporları çavdar çiçeği dişi organının tepeciğinde çimlenir ve bir miselyum (mantar
ipliklerinin meydana getirdiği topluluk)meydana getirir. Miselyum yumurtalığın içini tamâmen kaplar ve
bir süre sonra üreme sporlarını vermeye başlar. Aynı zamanda mantar tatlı bir sıvı da salgılar. Balçiği
denen bu sıvı böcekleri çeker. Balçiğini emmeye gelen böceklerin vücutlarına sporlar yapışır ve böylece
sporlar başaktan başağa taşınarak hastalık yayılır. Miselyum yumurtalığı tahrib ettikten sonra sıkı bir
örgü hâline geçerek, küçük bir boynuz veya horoz mahmuzu şeklinde siyahımtrak mor lekeli bir
sklerotyuma döner. İşte bu sklerotyuma çavdarmahmuzu denir. Olgunlaşan çavdar tâneleri ile birlikte
sklerotyum da toprağa düşer ve kışı toprakta geçirir. İlkbaharda çavdarın çiçek açma zamânında
sklerotyumdan soluk kırmızı renkli çok sayıda saplar çıkar. Bunların uçlarında mat kırmızı renkte
yuvarlak başlıklar meydana gelir. Bu başakçıkların içindeki iğ şeklinde sporlar, başakların açılmasıyle
rüzgârlarla etrâfa dağılarak, tıpkı bir çiçek tozu gibi çavdar çiçeğinin dişi organının tepeciğine gelir ve
dişi organ üzerinde çimlenerek hayat safhasına yeniden başlamış olur.
Çavdar ununda, çavdarmahmuzu da bulunacak olursa, bu undan yapılan ekmek zehirlidir. Bu
yüzden ortaçağda Avrupa ve İskandinav memleketlerinde büyük zehirlenme vak’alarına rastlanmıştır.
Bu zehirlenmeye Ergotismus adı verilir. Zehirlenme iki şekilde olur. Zehirli ekmeği yiyenlerin
vücutlarının birçok yerinde şiddetli yanmalar başlar ve bunlar kangren oluncaya kadar sürer ve ölümle
sonuçlanır. Kol, bacak veya herhangi bir organını kaybederek kurtulanlar da olur. Diğer şekli ise
vücudun bâzı organlarında gerileme olur, sakat kalır veya ölümle sonuçlanır.
Kullanıldığı yerler: Çavdarmahmuzu tıbbî önemi de hâizdir. Hafif ısıda kurutulan mahmuz
siyahımtrak menekşe renginde, yarım ay şeklinde, 10-35 mm uzunluğunda, 2-5 mm genişliğindedir.
Kokusu özel, tadı yoktur. Çavdarmahmuzu alkaloit yönünden zengindir. Özellikle İspanya’da elde
edilenlerinde alkaloit daha çoktur. Herbiri kuvvetli zehir olan bu alkaloitler üç grup altında toplanır: 1)
Ergometrin, 2) Ergotamin, 3) Ergotoksin.
Fizyolojik etkileri olan bu alkaloitler, doğumlardan veya çocuk düşürdükten sonra devâm eden
kanamalara karşı kullanılır. Çoğunun kan dindirici etkisi vardır.
ÇAVULDUR
Yirmi dört Oğuz boyundan biri. Üçokların Gök Han Oğulları koluna bağlı olup alâmet olarak
sungur/akdoğan kuşunu kullanırlardı. “Nâmuslu ve ünü uzaklara yayılmış” mânâsına gelen “Çavuldur”
kelimesi bâzı kaynaklarda “Çavundur” şeklinde geçer. Çavuldur boyu, 10. yüzyılda diğer Oğuz
boylarıyla birlikte yurtlarından Mangışlak/Siyahkûh Yarımadasına göç etti. Bir kısım Çavuldur mensubu
Mangışlak’ta kalırken, bir kısmı Selçuklularla birlikte Anadolu’ya geldi. Bunlardan Emir Çavuldur, Sultan
Alparslan’ın; Çavuldur Caka da Danişmend Gâzinin Anadolu fetihlerine komutan olarak iştirak ettiler. Bu
akınlarla gelen Çavuldurlardan Anadolu’ya gelip yerleşenler de oldu. Kurdukları köylere boylarının
adlarını verdiler. Bu isimle Anadolu’da, 16. yüzyılda on altı, 20. yüzyıl ortalarında on yedi köyün
mevcûdiyeti tesbit edilmiştir.
Mangışlak Yarımadasında kalan Çavuldur boyu mensupları ise, 16. yüzyılda Kalmukların baskısıyla
Kafkasya’nın kuzeyine göç ettiler.
ÇAVUŞESKU
(Bkz. Ceausescu, Nicola)
ÇAVUŞKUŞU (Upupa Epops)
Alm. Wiedehopf (m), Fr. Huppe (f), İng. Hoopoe. Familyası: Çavuşkuşugiller (Upupidae).
Yaşadığı yerler: Avrupa, Afrika, Madagaskar ve Asya’dan Japonya’ya kadar olan bölgelerin park,
bahçe ve açık arâzilerinde. Özellikleri: 28-30 cm boyunda, ince sivri gagalı bir kuş. Başında uçları
siyah dik tüyleri bulunur. Kanat ve kuyruk tüylerinde enine siyah beyaz bantlar vardır. Çeşitleri: Tek
tür olup, birkaç alt türü mevcuttur.
Güvercin kadar veya güvercinden küçük, başının tepesinde yelpâze gibi uzun tüyleri bulunan
güzel bir kuş. Vücudu turuncu kahverengi tüylü olup, kanat ve kuyruk tüylerinde enine siyah beyaz
bantlar bulunur. İnce uzun gagası hafifçe kıvrık ve yandan basıktır. Ayakları kısa ve güçlüdür. Yürürken
başını ileri geri salladığında başındaki sorgucu ile hoş bir görünüş arz eder. Toprak üstünde sıçrayarak
çeşitli oyunlar yapar. Erkek dişisine kur yaparken yiyecek taşır. Eşleşme dönemlerinde çıkardıkları
sesten dolayı “hüthüt” adını almıştır. Buna “taraklı kuş” ve “ibik kuşu” da denir. Kur’ân-ı kerîmde
hüthütün Süleymân aleyhisselâmın askerlerine su bulma görevi yaptığı, Sebe Melikesi Belkıs’ın sarayını
haber verdiği, mektup götürüp ondan haber getirdiğinden bahsedilmektedir. Araplar buna “haberlerin
babası” mânâsında “Ebü’l-ahbâr” diye künye vermişlerdir.
Böcek ve kurtçuklarla beslenir. Sivri gagası ile toprağı eşerek çıkardığı kurtları havaya fırlatıp
gagasını açarak havada kapmayı sever. Haşere ile beslendiğinden faydalı bir kuştur. İnsana rahatlıkla
alışır. Sonbahar mevsiminde Afrika’ya göç eder. Baharda Asya ve Avrupa’ya tekrar döner. Yuvasını
ağaç kovuklarında veya yüksek toprak deliklerinde yapar. Kuluçka zamânı kuyruk bezinden ağır bir
koku yayılır. Dişi çavuşkuşu 4-12 adet açık mâvi veya zeytûnî kahverengi yumurtalar üzerinde 16 gün
kuluçkaya yatar. Bu sürede erkek tarafından beslenir. Çavuşkuşları göç zamanlarının dışında yalnız
yaşamayı seven kuşlardır. Açık arazide bulunabileceği gibi şehir parklarında da rastlanır.
ÇAY (Thea Sinensis)
Alm. Tee (m), Fr. The (m), İng. Tea; tea plant. Familyası: Çaygiller (Theaceae). Türkiye’de
yetiştiği yerler: Doğu Karadeniz bölgesinde yetiştirilmektedir.
Vatanı olan Çin’de yabânî olarak yetiştiği zaman yüksekliği 10-12 metreyi bulan, yetiştirildikleri
zaman ise boyları 2-3 metreyi aşmayan ve yaprak dökmeyen bir ağaç. Haziran-temmuz aylarında
beyaz renkli ve güzel kokulu çiçekler açar. Yaprakları basit ve saplı, sert, koyu yeşil renkli, oval
şekillidir. 5-9 taç yapraktan müteşekkil olan çiçekler dallarda teker teker bulunur. Meyveleri 3 gözlü
olup, her gözünde bir tohum bulunur.
Çayın târihçesi: Çay, Çince “Ça” kelimesinden türetilmiştir ve bütün diller, bu içecek için bundan
aldıkları ve ürettikleri kelimeleri kullanırlar. İlk olarak çaya Çin’de Îsâ aleyhisselâmın doğumundan 2700
yıl önce yazılmış olan belgede rastlanılmıştır. Fakat kayıtlar yalnız ilâç olarak kullanıldığını
belirtmektedir.
Çayın Çinlilerin millî içkisi olması, ancak milâttan 400 yıl sonradır. Ortaçağlarda ticârî
münâsebetlerin başlamasıyla berâber yavaş yavaş çayın kıymeti de anlaşılmış ve bütün dünyâya
yayılmıştır. Milâdî 350 yıllarında Çinliler gemilerle Seylan’a gidiyorlar ve mallarını Arap ve İran
gemilerinin getirdiği mallarla mübâdele ediyorlardı. Beşinci yüzyılın ortasında Çinliler Kızıldeniz’deki
Aden’e kadar geldiler. Sekizinci yüzyıldan îtibâren Arap ve İran gemileri Çin’e kadar gittiler. On beşinci
yüzyıldan îtibâren çay karayoluyla Orta Asya’ya geldi ve böylece Tibetliler onu genel olarak kullanmaya
başladılar.
Avrupa çay hakkındaki haberleri ancak Haçlı seferleri sırasında alabildi. On altıncı yüzyılda çaydan,
meşhur seyyahlardan Giovanni Battista Ramusio (1559), L. Almedia (1588) ve Tareira (1610)
tarafından bahsedilmiştir. Fakat çayın hazırlanması hakkında kesin bir bilgiye sâhip değillerdi. 1610
yılında Hollanda-Doğu Hindistan şirketinin gemileri ilk çayı Hollanda’ya getirdiler ve çok geçmeden
sevilen bir içecek oldu. Paris’e ilk çay 1635’te, Londra’ya 1650’de geldi. Rusya’ya karayolundan 1638’de
ulaştı. Almanya’ya ise 1647 yılında girdi. Çayın halk tarafından da benimsenmesi birçok doktorun bunu
tavsiye etmesinden ileri gelmiştir.
Memleketimizde çay zirâatine âit ilk denemeler 1888 senesinde Bursa’da yapılmış ve başarısızlıkla
nihâyet bulmuştur. 1924 senelerinde Kafkasya’dan getirilen tohumlar ile Rize’de bâzı denemeler
yapılmış ve iklime uygun tohum kullanıldığı için iyi netîceler alınmıştır. Fakat çay ekimi, kuvvetli teşvik
edici sebepler bulunmadığı için ilerleyememiş ve ancak 20 dönümlük kadar bir çay bahçesi yapılmıştır.
1939’da 3788 sayılı kânunun çıkartılması ile çay zirâati büyük bir hızla gelişmiştir. 1939’da 2130 dönüm
olan çaylıkların sahası, 1957’de 93.360 dönüme yükselmiştir. Çay yetiştirme işi memleketimizde ilk
önce Rize civarında başlamış ve zamanla yayılmıştır. Bugün Sürmene’den Hopa’ya kadar olan
mıntıkada, sâhilden 500 m’ye kadar yükseklikte olan yerlerde, geniş çapta çay fidanı yetiştirilmektedir.
Çayın yetiştirilmesi: Yabânî çay ağacı 7-10 m’lik bir yükseklikte olmasına karşılık, yapraklarını
daha kolay toplayabilmek için kültürlerinde boylarını 3 m’yi geçirtmezler. Kuvvetli budama sâyesinde
ağacın yeni filizler getirmesi sağlanır ki, en değerli yaprakları taşıyanlar da bunlardır. Büyüyebilmesi için
çay ağacının nemli sıcak bir iklime ve bol güneşe ihtiyâcı vardır. bu yüzden çay bahçeleri genellikle
tepelerin güney tarafındadır. Çay fideleri birer metre aralıkla dikilir ki, büyüyünce, aralarından rüzgâr
esebilsin. Üç yıl sonra ürünün alınmasına başlanabilir ve bu arka arkaya yedi yıl sürer. Bu süreden
sonra toplanan yaprakların değerleri gittikçe azalır ve eskileri çıkarılıp yerine yenileri dikilir.
Çayın toplanması: Çin’de yılda üç kez çay yaprağı toplanır. Yağmur mevsiminden biraz önce,
mart, nisanda yeni, tâze yeşil yapraklar toplanır ki, en iyi çay da bunlardan yapılanıdır. Mayısın sonu ve
haziranın başında ikinci ürün alınır. Fakat bunun değeri birinci ürüne oranla biraz düşüktür. Temmuz ve
ağustosta yaprakların değeri çok azalır. Bu yüzden toplama yapılmayabilir.
Rize bölgesinde çay yaprakları bilhassa Mayıs-haziran aylarında toplanmaktadır. Toplanan
yapraklar bu bölgedeki fabrikalarda hemen işlenmektedir.
Yağmur mevsiminde, nemliliğin çayın tadına etkisi fenâ olduğundan, yapraklar toplanmaz. Sabah
erkenden gecenin çiğ taneleri buğulanıp uçtuktan sonra toplanır.
Çay yaprakları bitkinin üzerinde bulundukları yerlere göre değer taşır ve bunlardan elde edilen
çayların da aynı şekilde değerleri değişiktir.
Beyaz kirpik, üzerinde beyaz yumuşak tüyler bulunan henüz açılmamış yaprak tomurcuklarıdır. Bu
yapraktan elde edilen çaya altınbaş veya akkuyruk ismi verilmektedir.
Çay elde edilecek yapraklar, dalın ucunda yeni açılmış ikibuçuk yapraktır. Daha aşağıdaki
kartlaşmış yapraklar koparılıp çay yapılmaz. Bizde en iyi kaliteli çay Sürmene-Hopa arasında
yetişmektedir.
Çayın elde edilişi: Çay ağacından işleme göre iki tip çay elde edilmektedir. Siyah ve yeşil çay.
Siyah çay elde etmek için toplanan yapraklar raflara serilerek soldurulur. Sonra makinalarda bükülür.
Böylece hücre çeperlerinin kısmen parçalanması sağlanır. Soldurulmuş ve bükülmüş çaylar rutûbetli bir
odada fermantasyona bırakılır. Sonra fırınlarda kurutulur ve nihâyet elenerek kalitelerine ayrılır ve
ambalajlanarak ticârete çıkarılır. Türkiye’de siyah çay elde edilmekte ve içilmektedir. Yeşil çay fermante
edilmeden hazırlanan çaydır. Toplanan yapraklar doğrudan doğruya kavrulur veya 80-90 °C’de ısıtılmış
su buharına tutulur, sonra makinalarda kıvrılarak kalitelerine ayrılır ve ambalajlanır. Yeşil çayın tadı
siyah çaydan daha kuvvetli ve serttir. Yeşil çayı daha fazla Asyalılar sever.
Kullanıldığı yerler: Çay keyif verici olarak içilmesinin yanı sıra, tıbbî önemi hâizdir. Çay
yapraklarında % 1,5-4 kadar kafein, az miktarda da teofilin vardır. Çay yaprakları % 10 civarında tanen
de ihtivâ eder. İhtivâ ettiği alkaloitlerden dolayı bâriz idrar söktürücü etkisi vardır. Büzücü etkisinden
dolayı göz banyolarında kullanılır. Çay yapraklarının eczâcılıktaki asıl kullanılışı kafein elde etmek
bakımındandır. İlâç hammaddesi olarak oldukça fazla kullanılan kafein, ya sentetik olarak veyahut da
çay yapraklarından elde edilmektedir. Uzun müddet ve fazla miktarda çay kullananlarda teizm adı
verilen uykusuzluk, iştahsızlık, zayıflama ve sinirlilik halleri ile kendini gösteren bir hastalık belirir. Az
miktarları dinlendirici ve iştah açıcı etkisi yanında keyif vericidir.
Çayı limonla içmek âdeti Rusya’dan gelmiştir. Bâzıları bu yüzden çayın asıl aromasının
kaybolduğunu iddia ederler. Gerçekten çay saf olarak hazırlanırsa, kendi aroması tam olarak meydana
çıkar. Genellikle çay daha başka içeceklerle de karıştırılır. Süt bunlardan biridir. Rusların semâverde
yaptıkları çay çok ince bir çaydır. 240 gr suya 1/2 gram çay yaprağı atarlar. En çok tanınmış semâver
çayı yeşil yapraklı çaydan yapılır ve bu ince çayın en iyi aromaya sâhip olduğunu iddiâ edenler çoktur.
Ticâreti: Rize bölgesinden elde edilen çay memleketin ihtiyâcına kâfî gelmemektedir. Bu sebeple
Tekel İdâresi her sene hemen hemen memleketimizde elde edilen miktarda çayı Hindistan, Pakistan ve
Seylan’dan ithal etmekte ve bunları harman yaptıktan sonra piyasaya çıkarmaktadır. Yapılan
hesaplamalarda Türkiye’de her vatandaşın millî gelirden aldığı payın % 20’sini keyif verici maddeler için
harcadığı ortaya çıkmaktadır.
Dünyâ Çay Üretimi (1989)
Ülke Üretimi (ton)
Hindistan 682.000
Çin Halk Cumhuriyeti 566.000
Sri Lanka 207.000
Kenya 181.000
Endonezya 156.000
Bağımsız Devletler Topluluğu 150.000
Türkiye 136.000
Japonya 90.000
İran 46.000
Bangladeş 44.000
Malavi 39.000
ÇAYIR
Alm. Wiese (f), Weide (-land n) (f), Fr. 1. [tar.] Herbe (f), 2. [coğ] Prairie (f), 3, [tar] Pre (m),
İng. Meadow; pasture. Tabiî olarak teşekkül etmiş veya insan eliyle tesis edilmiş çeşitli ot bitkilerinden
meydana gelmiş yer.
Çayırlar, genel olarak düz ve taban suyu yakın olan arâzilerde, sık ve uzun boylu bitkilerden
meydana gelir. Umûmiyetle, hayvanlara hazır ot gâyesiyle biçilirler veya hayvanlar otlatılır. Toprak
erozyonunun önlenmesinde de önemli ve faydalıdırlar.
Yeni kurulacak çayır toprağının hazırlanması: Sonbaharda yapılacak ekim için, sulanmayan
yerlerde tezeksiz ve otsuz bir nadas hazırlanır. Sulanan yerlerde ise çabuk yetişen bir çapa bitkisi
yetiştirilir. Mahsul kaldırıldıktan sonra, iki defâ sürüm yapılır ve merdâne veya hafif sürgü geçirilerek
ince bir tohum yatağı hazırlanır. İlkbaharda ekim yapılacaksa, toprağın sonbaharda derin sürülmesi ve
kışı bu halde geçirmesi gereklidir. Bu suretle, toprak olgunlaşır ve baharda ekime hazır duruma getirilir.
Gübrelenmesi: Çayırlık kurulacak topraklara, bir evvelki bitkiye verilmek sûretiyle, dekara 4-6
ton kadar çiftlik gübresi verilir. Yeşil gübreleme yapılırsa, takviye olarak, sun’î gübrelerden,
süperfosfat’tan dekara 25-30 kilo, % 40 potaslılardan 15-20 kilo verilmesi lüzumludur.
Yalnız başına sun’î gübre verilecek olunursa, dekara 25-45 kg süperfosfat, 20-30 kg potaslı ve 30-
45 kg amonyum sülfat verilir. Yalnız, baklagil yem bitkilerinde amonyum sülfatı kullanmak gerekmez.
Tohumluk olarak, temiz ve çimlenme gücü yüksek tohumları kullanmalıdır. Dekara atılacak tohum
miktarı, ekilecek çeşit, miktar ve oranlarına göre değişmektedir. Bunun hesabı zirâat mütehassısına
yaptırılır.
Sonbaharda erken, ilkbaharda ise geç ekim iyi netîce verir. Ekim zamânında toprağın sıcaklığı 3,5-
4 derece olmalıdır. Çok iyi hazırlanmış toprakta, ekimden önce ve sonra merdâne geçirilir. Ufak çayır
tohumları, üç misli kül veya elenmiş toprakla karıştırılır. Bu karıştırma işi ile ekiminde ve çimlenmesinde
düzgünlük sağlanmış olur.
Ekim yapıldıktan sonra, iklim, mevsim, toprak ve bitkinin durumuna göre gerekli zamanlarda
sulama yapılır.
Çayırların biçimi: Çayır otlarının erken biçilmeleri ve geç biçilmeleri doğru değildir. Otların kuru
maddelerinin yükselmiş ve vasıflarında da iyi bir durumda bulunduğu zaman biçilmeleri lâzımdır. Ot
çeşitlerine göre değişmekle birlikte, genel olarak, çiçeklenmenin tamamlanmasına yakın bir zamanda
biçilmeleri doğrudur.
ÇAYIR HOKEYİ
(Bkz. Hokey)
ÇAYKOVSKİ, Peter İliç
Rus besteci. 1840’ta Volkinsk’te doğdu, 1893’te Petersburg’ta öldü. On dokuzuncu yüzyılın önde
gelen bestecilerindendir. Melodilerinin zenginliği ve orkestra düzenlemeleriyle dikkat çekmiş, Kuğu
Gölü, Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel bale müzikleri, klasik balenin başeserleri kabul edilmiştir.
Çaykovski bir mâden mühendisinin oğluydu. Aslında hukukçu olmak istiyordu. Amatör olarak
piyano dersleri aldı. Anton Rubinstein’in orkestralama derslerini takip etti ve 1866’da Rubinstein’in
kardeşi Nikolay tarafından Moskova Konservatuvarında armoni hocalığına getirildi. Balakirev ve Rimsiky
Korsakov ile bu dönemde tanıştı ve onların müzik görüşleri ilgisini çekti. Sinirlerinin zayıf oluşu,
duygusal hayatında dengesizliklere yol açtı, depresyonlar geçirdi. 1877’de yaptığı başarısız evlilik
yüzünden intihara kalkıştı. Ertesi sene Nadejda von Meck isimli bir hayranının maddî desteği sâyesinde
kendini beste çalışmalarına verdi. Nadejda ile yazışmaları 1886’ya kadar sürdü. 1891’de turneye gittiği
ABD’de Carnegie Hall’i hizmete açtı. İki yıl sonra Ağustos 1893’te kendisinin başeser saydığı Opus 74 Si
Minör Altıncı (Patetik) Senfonisini tamamladı. Senfoninin ilk çalınışını da kendi yönetti, fakat eserin fazla
takdir edilmemesi onu hayal kırıklığına uğrattı.
Çaykovski’nin ölümü bir esrar perdesiyle örtülmüştür. Öldüğünde, şehirdeki kolera salgını
sırasında kaynamamış su içerek bu hastalığa yakalandığı söylentisi yayıldı. Yirminci yüzyılın ikinci
yarısında yapılan araştırmalar ise, imparatorluk âilesinden bir erkekle gayri ahlâkî ilişkiye girdiği
yolundaki suçlama üzerine bir skandalı önlemek maksadıyla zehir içerek hayatına kıymış olabileceğini
ortaya koymuştur. Kimi söylentilere göre de son senfonisinin başarısızlığı yüzünden intihar etmiştir.
ÇAYLAK (Milvus)
Alm. Milan (m), Fr. Milan (m), İng. Kite. Familyası: Kartalgiller (Falconidae). Yaşadığı yerler:
Eski ve Yeni Dünyâ kıtalarının orman ve su kenarlarında. Özellikleri: Uzun kanatlı, çatal kuyruklu,
çengel gagalı; böcek, kuş, küçük kemirgenlerle beslenen kuşlar. Çöp ve leş de yerler. Bâzıları
göçücüdür. Ömrü: 70-80 yıl. Çeşitleri: Kızıl, Kara, Mısır ve Florida bataklık çaylağı en meşhurlarıdır.
Gündüz yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı ve çatal kuyruklu bir kuş. Gaga ve pençeleri
kartallardan daha zayıftır. Genellikle kızıl karışımı esmer tüylüdürler. Uzun çatallı kuyrukları tipik
özellikleridir. 25 santimetreden 70 santimetreye kadar değişik boyda türleri vardır. Böcek, küçük kuş,
fâre, köstebek gibi kemiricileri avlar. Çöp ve leş de yerler. Ortaçağda, kasaba sokaklarına sürüler
hâlinde inerek çöpleri yediklerinden, insanlar tarafından korunmuşlardır. Yiyecek başında döğüşmeleri,
çocukların ellerindeki yağlı ekmekleri kapmaları ve bâzan kümes hayvanlarına da saldırmaları, yağmacı
olarak şöhret bulmalarına sebeb olmuştur.
Yeni Dünyâ çaylakları daha az leş yerler. Meselâ; Mississippi çaylağı (İctinia mississippiensis)
böcek, küçük yılan, kertenkele, balık ve kurbağa avlar. Kara çaylak (Milvus migrans) Eski Dünyâ
türlerinden olup, sürüler halinde Afrika ve Asya’daki şehirlerin üstünde uçuşarak leş ve çöp arar. Yavaş
ve süzülerek uçar, 60 cm boya, 120 cm kanat açıklığına sâhiptir. Afrika’da yaşayanları palmiye ağacının
yağlı meyvelerini de yerler. Kızıl çaylak (Milvus milvus) ise 65-72 cm boya, 150 cm kanat açıklığına
sâhiptir. Kafası beyaz, gagası siyahtır. Kanatlarının altında beyaz bir leke olup, uçarken gâyet iyi
görülür. Kuzeybatı Afrika, Avrupa ve Ön Asya’da ağaçlık yerlerde yaşar.
Çaylaklar, yuvalarını yüksek ağaçlar üzerine yapar. 2-4 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka süreleri
21-28 gündür. Bu sürede erkek dişiyi besler. Leş, çöp ve kemiricileri yediklerinden faydalı kuşlardır.
ÇEÇENLER
Kafkasya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir kavim. Kültür, örf ve âdetlerine bağlı olan Çeçenler,
Kuzey Kafkasya’da yaşıyan öbür kavimlere benzerler. Târihleri hakkında fazla bilgi yoktur. Yapılan
araştırmalara göre bunlar, Kafkasya’nın yerli kavimlerindendir.
Dağlık bölgelerde yaşarlar. Eskiden beri düzlüklerde toprak elde etmeye çalışmışlarsa da,
buralardaki güçlü kavimler buna müsâade etmemişlerdir. Çeçenler’in eskiden beri hayvancılık, avcılık ve
çifçilikle uğraştıkları bilinmektedir. Yalnız dağlarda yaşamaları, arâzilerin kıtlığı, zirâatı geliştirmemiştir.
Arâziye sâhip soy ve topluluklar arasında hiçbir zaman mücâdele eksik olmamıştır. Büyük soylar
küçüklerini her zaman tehdit etmişlerdir. Çeçenler arasında 10. yüzyıldan sonra, Gürciler vâsıtası ile
Hıristiyanlık yayılmaya başladı ise de, 17. yüzyıldan îtibâren Müslümanlık kabul edilmiş ve sonraki
yüzyıllarda tamâmen yaygınlaşmıştır.
Ruslar, Kafkasya’yı 18. yüzyıl sonunda elde etmeye başladılar. Çeçenler başlarında İmam Mansur
olduğu hâlde Ruslara karşı altı yıl (1785-1791) hürriyetlerini korumak için mücâdele ettiler. Bu
ayaklanma Osmanlılar tarafından desteklenmiş, fakat İmam Mansur, Anapa’da Ruslara esir düşünce
Çeçenler başarılı olamamışlardır.
Gürcistan’ın Ruslar tarafından 1801’de alınması, Kafkasya yolunun önemini artırdı. Bu yolun dağlı
kavimlerin elinde bulunması, Rusya’nın yayılma politikasına engel oluyordu. 1812 harbinden sonra,
Rusya’nın Kafkasya’daki askerî hareketi şiddetlenerek, yıkmaya, öldürmeye ve ortadan kaldırmaya
çevrildi. Ruslar, merhametsizce dağlı kavimleri öldürdükleri gibi esir alıp sürdüler.
Dağıstanlı Gâzî Muhammed, 1830 yılında bütün Kuzey Kafkasya kavimlerini Ruslarla savaşa
çağırdı. Savaşa Çeçenler de dâhil olmak üzere Kuzey Kafkasyalıların hemen hemen hepsi katıldı. Gâzi
Muhammed 1832 yılında Rus birliği tarafından kuşatılıp şehid edildi. Daha sonra dağlıların başına geçen
Hamza Bey de, 1834’te şehid edilince, mücâdelenin başına Şeyh Şâmil geçti. Ruslara karşı bütün
imkânsızlıklara rağmen, Şeyh Şâmil 25 sene mücâdele verdi. Şeyh Şâmil İslâm dîni esaslarına dayanan
bir devlet kurmuştu. Şeyh Şâmil zamânında Kafkasya’daki Müslümanlar Rus emperyalizmine karşı
görülmemiş şekilde mücâdele veriyordu. 1839’da mücâdeleyi kaybeden Şeyh Şâmil, bir yıllık bir aradan
sonra 1859 yılına kadar mücâdelesine devâm etti. Rus askerî harekâtı karşısında ve çeşitli
imkânsızlıklar içinde sürdürdüğü mücâdele sonunda direnci kırıldı ve 1859 yılında teslim olmak zorunda
kaldı (Bkz. Şeyh Şâmil).
Çeçenler, 1877’de Simsirli Alibek’in önderliğinde istiklâlleri için ayaklandılarsa da, Ruslar
tarafından acımasızca bastırıldılar. İkinci Dünyâ Savaşında Rus rejimine karşı kesin bir vaziyet
almışlardı. Bu sebepten Çeçenlerin büyük bir kısmı harpten sonra yurtlarından sürüldüler. 1957 yılında
alınan bir kararla Çeçen-İnguş Müstakil Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti kuruldu. Bugün de aynı yönetimle
idâre edilen cumhûriyet nüfûsunun yaklaşık yüzde 30’unu Ruslar, yüzde 70’ini ise Çeçenler maydana
getirmektedir.
Eskiden kendilerine has giyimleri olan Çeçenler, günümüzde normal şehirli elbiseleri giyerler.
ÇEÇEN - İNGUŞ CUMHÛRİYETİ
Kuzey Kafkasya’da yer alan Rusya Federasyonuna bağlı bir Türk muhtar cumhuriyet. Toprakları
Büyük Kafkasya Dağlarının kuzeyinde yer alır.
Birçok Kafkas halkından biri olan Çeçenler 10. asırdan itibaren uzun bir süre Ortodoks rahiplerin
idaresinde yaşadılar. 17. asırda bölgede yayılmaya başlayan İslamiyet bir süre sonra bölgede hakim din
haline geldi. Çeçenler ve İnguşların yaşadığı bölge 1774’te Rusya’nın eline geçmesi üzerine uzun yıllar
diğer Kafkas halkıyla birlikte Ruslara karşı mücadele verdiler. Liderleri İmam Mansur’un 1791’de esir
düşmesi üzerine başarısızlığa uğradılar. 1813 senesinde yapılan Gülistan Antlaşması ile Çeçenlerin dış
dünya ile ilişkileri kesildi ve bölge Rusların hakimiyetine girdi. Rusların Kırım’la ilgilendiği sırada
Çeçenler Dağıstanlılarla birlikte Şeyh Şamil’in yönetiminde bazı başarılar kazandılar. Daha sonra tekrar
bölgeye Ruslar hakim oldu.
Rusya’da yapılan 1917 devriminden sonra, devrime karşı Çeçenlerinde bulunduğu Terek-Dağıstan
yerel hükümeti kuruldu ise de bölgenin yönetimi 1918 Martında Sovyetler Birliğine geçti. Sovyetler
Birliği bölgede 1920 senesinde kesin denetimi sağladı. Aynı senenin Kasım ayında kurulan Doğu
Özbekistan Cumhûriyeti içinde Çeçen ve İnguş illeri meydana getirildi. Çeçen 1922’de, İnguş 1924’te
Özerk yönetim birimleri durumuna getirildi. Bu iki özerk bölge 1934’te birleştirildi. İki sene sonra
Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Çeçenler veİnguşlar Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle
1944’te Kazakistan ve Orta Asya’ya sürüldüler. Sürgünden 1957’de yurtlarına dönmelerine izin verilen
Çeçen ve İnguşlar Kruşçef yönetimi sırasında tekrar Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini
kurdular. Sovyetler Birliği’nin 1990’da dağılması üzerine Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Rusya
Federasyonuna bağlı kaldı. 1919’de millî bağımsızlık hareketine başlayan Çeçen-İnguşlar, Rusya ile
Federatif mukaveleyi imzalamadılar. Yine aynı sene Çeçen Cumhuriyeti ve İnguş Cumuhriyeti olarak
ikiye ayrıldılar. Bununla birlikte bu halkların bağımsızlığı halen hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır.
Çeçen-İnguş Cumhuriyeti Kıbrıs Türk Federe Devletini tanıyan tek devlettir.
Çeçen-İnguş Muhtar Cumuhriyeti toprakarı coğrafî olarak 3 bölgeye ayrılır. Birinci bölgeyi,
Cumhuriyetin güneyinde tabiî sınır meydana getiren Kafkas Dağları meydana getirir. Bölgenin en
yüksek dağları Tebulos-Mta (4493 m) ve Şahan Dağlarıdır (4381 m). Bölge topraklarını Sunja nehrinin
kolları olan Ergun ve Assa çayları sular. İkinci bölge, Terek ve Sunja ırmaklarının vâdilerinden meydana
gelir. Bu iki vadinin arasında Sunja ve Terek dağları vardır. Üçüncü bölge kuzeyde yer alır ve Nogay
Bozkırının engebeli düzlüklerinden meydana gelir.
Dağları ne yamaçları da sık kayın, gürgen ve meşe ormanları, yüksek kesimlerinde iğne yapraklı
ağaçlar yer alır. Nogay Bozkırı kum tepeleri ve çalılıklarla kaplıdır. İklimi değişken olmasına rağmen
genelde kara iklimi hakimdir.
Cumhuriyetin nüfûsu 1.350.000 civârındadır. Nüfûsun % 57.9 unu Çeçenler, % 12,9’unu İnguşlar,
% 23,1’ini Ruslar ve diğer halk meydana getirir. Başkenti Grozni’dir. Nüfusun büyük kısmı şehirlerde
yaşamaktadır. Eğitim gelişmiştir.
Ekonomisi petrole dayalıdır. Petrol çıkarma tesisleri Grozni ile Gudermes Ovasındaki Sunja
Vâdisinde, Sunja ve Terek dağlarında bulunur. Bir petrol boru hattı ile Hazar Denizi Karadenize bağlıdır.
Bölgede doğal gaz da çıkarılır. Petro-kimya tesisleri önemli sanayi kuruluşlarıdır. Tarım Terek, Sunja ve
Alhan-Curt vâdilerinde yapılır. Başlıca tarım ürünleri hububat, şekerpancarı, ayçiçeğidir. Hayvancılık
gelişmiştir. Ençok büyük baş hayvan beslenir.
Çeçen-İnguş Cumhûriyetinde ulaşım genelde karayolu ile sağlanır. Başkent Grozni’den öteki
şehirlere ve komşu cumhûriyetlere karayolu bağlantısı vardır.
ÇEÇESİNEĞİ (Glossina)
Alm. Tsetsefliege (f), Fr. Mouche (f), tse-tse, İng. Tse-tse fly. Familyası: Karasinekgiller
(Muscidae). Yaşadığı yerler: Afrika’nın tropikal bölgelerinde, özellikle Kongo’da akarsu kıyılarında.
Özellikleri: İki kanatlıdır. Koyu renkli olup, karasinekten biraz iridir. Delici emici ağız tipine sâhiptir.
Duyu organları tüylüdür. Kan emerek beslenir. Birçok hastalık mikrobunun taşıyıcısıdır. Ömrü: Erginleri
60-70 gün yaşar. Çeşitleri: 21 türü bilinir. “G. palpalis” türü uyku hastalığı, “G. morsitans” türü
nagana hastalığı mikrobunu taşır.
Böcekler sınıfının iki kanatlılar (Diptera) takımından Çeçesineğigiller (Glassininae) alt âilesi
cinslerine verilen isim. İnsandan, at, sığır gibi evcil ve yabânî hayvanlardan kan emer. Yalnız Afrika’nın
sıcak, rutûbetli ve gölgeli bölgelerinde görülür. “Güney ve Afrika böceği” de denir. Emilen kanın
pıhtılışmaması için tükürük salgılarken bir hücreli bâzı hastalık amillerini aşıladığından tehlikelidir.
Konmuş durumda kanatlarının birbiri üstünde katlanması tipik özelliğidir.
“G. palpalis” çeşidi, insanlarda uyku hastalığına sebeb olan “Trypanosoma gambiense”yi aşılar.
“G.morsitans” türü ise nagana hastalığı parazitini (T. brucei) at ve sığırlara aşılar. Her iki hastalığın da
öldürücü etkisi vardır.
Dişi sinekler vücutlarının içinde gelişen larvaları tek tek doğurur. Doğan kurtçukları hemen toprak
altına gömerler. Gömülen larvalar birkaç saat içinde pupa’ya dönüşür. Altı hafta zarfında pupa’dan
kanatlı ergin bir sinek olarak çıkar. Erginler 60-70 gün yaşar. Ömürlerinde 12 döl verir.
Bugün laboratuvarlarda yarı kısırlaştırılan çeçe sineklerini normalleriyle eşleştirerek nesilleri
kurutulmaya çalışılmaktadır. Yangın ve ilâçlamalar da nesillerini hayli azaltmıştır.
ÇEK
Alm. Scheck (m.), Fr. Chéque (m.), İng. Check. Çoğunlukla bir bankaya hitâben belirli şekil ve
şartlarına uyularak yazılan ödeme emri. Çek bir ödeme aracı olup, genellikle bankaların düzenlediği çek
defteri içinde yer alan çeklerden biri doldurularak keşîde edilir.
Çekin menşei İngiltere’de, kralların mâliye bakanına gönderdiği ödeme emridir. Günümüzde
özellikle gelişmiş ülkelerde nakit yerine yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Tasdikli, bilvâsıta, havâle
çeki, seyyah, banka, posta çeki, çizgili çek ve mahsup çeki olmak üzere çok sayıda çeşitleri vardır.
Türkiye’de Türk Ticâret Kânunu hükümlerine göre, düzenlenen çeklerde, çek kelimesinin çek
metninde bulunması, kayıtsız şartsız muayyen bir meblağın ödenmesi emri, ödeyecek kişi, ödeme yeri,
çekin düzenleme yeri ve târihi ve keşidecinin adı soyadı ve imzâsının bulunması gerekmektedir. Çek;
nâma, emre ve hâmiline ödemek şartıyla düzenlenebilir. Çek, keşîde edildiği târihten îtibâren on gün
içinde tediyeye arz edilmelidir. Çek bu süre zarfında ödemek için muhâtaba verilmesine rağmen
ödenmemişse, hâmil keşîdeci ve cirantadan (ciro eden kimseden) çek bedelini isteyebilir. Kaşlıkıksız çek
çekilmesi, çekle ilgili mevzûât ve Türk Cezâ Kânunu hükümlerine göre cezâyı gerektirir.
ÇEK CUMHÛRİYETİ
DEVLETİN ADI Çek Cumhûriyeti
BAŞŞEHRİ Prag
NÜFÛSU 10.400.000
YÜZÖLÇÜMÜ 78.864 km2
RESMÎ DİLİ Çekçe
DîNİ Hıristiyan (Katolik, Protestan)
PARA BİRİMİ Koruna
Kuzeyinde Polonya, batısında Birleşik Almanya, güneyinde Avusturya, doğusunda Slovakya
tarafından çevrili olan bir Orta Avrupa ülkesi. Çekoslovakya Birinci Dünyâ Savaşı sonunda Avusturya-
Macaristan İmparatorluğunun parçalanması netîcesinde kurulmuştur.
Târihi
Bohemya bölgesinde oturan Keltler ülkenin bilinen ilk halkıdır. Beşinci asırda doğudan Slav
kabîleleri gelerek Elbe Vâdisinde yerleşmişlerdir. Altı asır boyunca devamlı Slav, Cermen ve Macarların
istilâlarına mâruz kalmıştır. On dördüncü asırda kurulan Cermen İmparatorluğu uzun seneler ülkeye
hâkim olduktan sonra 17. asır başlarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yenilmesiyle, bu
imparatorluğunun topraklarına katıldı. Avusturya, Bohemya ve Moravya’ya, Macaristan ise Slovakya’ya
hükmetmekteydiler. Birinci Dünyâ Savaşı netîcesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun
yıkılmasıyla Ekim 1918’de Çekoslovakya Cumhuriyeti adıyla bağımsızlıklarını ilân ettiler. Ülkedeki etnik
gruplardan Almanların ayaklanmaları ve Almanya’nın baskısı ile Bohemya bölgesi, Almanlara verildi
(1938). Bir sene sonra Hitler komutasındaki Alman orduları Çekoslovakya’yı işgâl etti.
İkinci Dünyâ Savaşı netîcesinde 1945’te ülke bu sefer de Rusya tarafından işgâl edildi.
Çekoslovakya’nın doğudaki Rütenya eyâletini kendi topraklarına katan Rusya, baskı netîcesinde Çek
Komünist Partisini iktidâra geçirerek sosyalist bir rejim kurdurdu. Yeni yönetim kendi anlayışı gereği
hürriyetleri kısıtladı. Hürriyet taraftarı olan kişileri hapishâne ve akıl hastânelerine doldurarak ülkeyi
Rusya’nın peyki durumuna getirdi. 1955 yılında Varşova Paktına dâhil oldu. 1960’dan sonra zirâat
kollektifleştirildi. Nakliye ticâret ve ağır sanayi devletleştirildi. Kültür ve dînî inançlar baskı altına alındı.
1968’de Stalin taraftarlarının yerine geçen Alexander Dubcek ve Ludvik Suoboda ülkede liberal bir
politika tâkip ederek ekonomide dışa açılma yönünde çeşitli reformlar yaptılar. Basın ve yayın
kuruluşlarına hürriyet verildi. Komünizmin diktatörlük rejiminden kurtulup insanca yaşamak için çaba
sarf eden liderler Rusya idârecileri tarafından şiddetle tenkit edildi. Çekoslovakya’daki bu liberal
reformlar netîcesinde bir peykini kaybetme korkusu duyan Rusya ülkeyi işgâl etti. Ülkelere bağımsızlık
sloganları öğreten Rusya kendisinin yaptığı işgâle karşı gelen halkı insafsızca tankların paletleri altında
ezdi ve ülke idârecilerini şiddetle cezâlandırdı. Yüzbinlerce Çekoslovakyalı, Rus zulmüne
dayanamayarak Avusturya ve Almanya’ya kaçtı.
1989’da bütün doğu bloku ülkelerinde olduğu gibi, Çekoslovakya’da da yumuşama politikası
başladı. Çok partili sisteme geçildi ve 1990’da ilk serbest seçim yapıldı. Komünistler kazanamadılar.
Milliyetçi Partiler iktidar oldular. 1992 Haziranında Çekoslovakya’yı meydana getiren Çek ve Slovakya
cumhuriyetlerinde ayrı ayrı yapılan seçimlerden sonra iki cumhuriyetin birbirinden ayrılması gündeme
geldi. Yapılan görüşmeler neticesinde 25 Kasım 1992 günü yapılan antlaşma ile 31 Aralık 1992
târihinde iki cumhuriyet birbirinden ayrıldı.
Fizikî Yapı
Çek Cumhuriyeti batıdan doğuya doğru iki coğrafî bölgeye ayrılır. Bunlar batıda “Bohemya”,
doğuda “Moravya” bölgeleridir.
Bohemya ülkenin batısında, dört tarafı ortalama 1000-1500 m yüksekliğe sâhip dağlarla çevrili
olan dörtgen biçiminde bir yayladır. Bölgenin kuzeyinde Krkonose Dağları (en yüksek tepesi 1603 m),
kuzey batıda Krusme Dağları, doğusunda ise Moravya bölgesine sınır teşkil eden Moravya Tepeleri
vardır. Güney batıdaki Bohemya Dağlarından çıkan Vltava Irmağı güney kuzey doğrultusunda bölgeyi
aştıktan sonra, Krkonose Dağlarından çıkarak Bohemya bölgesinin kuzeyini sulayan ve ülkeden çıkan
Elbe Nehrine karışır. Bölgenin önemli akarsularından bir diğeri olan Ohre de kuzeybatı kesimlerini
suladıktan sonra Elbe Nehrine katılır.
Moravya Çek Cumhuriyeti’nin orta kısmını teşkil eden, kuzeyden güneye doğru gidildikçe alçalan
bir ova şerididir. Kuzeyinde Jesenik Dağları ile çevrili olan bölge, batısında Moravya Dağları ile Bohemya
bölgesinden, doğudaki Beskydy ve Bile Karpat Dağları ile Slovakya’dan ayrılır. Oder Nehrinin de suladığı
bölgeyi kuzey güney istikâmetinde kateden Morava Nehri pekçok küçük akarsuları da bünyesinde
toplayarak güneyde Tuna Nehriyle birleşir.
İklim
Denizden uzak bir Orta Avrupa ülkesi olan Çek Cumhuriyeti’nde de, diğer Orta Avrupa ülkelerinde
olduğu gibi kışları sert soğukların hâkim olduğu kara iklimi vardır. Yazların serin geçtiği ülkede, yıllık
sıcaklık ortalamaları seneden seneye büyük dalgalanmalar gösterir. Kışın ülkede hava her zaman sıfırın
alında olur. Senelik yağış ortalaması bölgelere göre 1000-1500 mm arasında değişir. Yükseliği fazla
olmayan ovalık bölgelerde yağış miktarı 1000 mm civârında bulunurken, yüksek dağların bulunduğu
yerlerde dağların yağmur bulutlarını tutması ve yoğunlaştırıcılık vazîfesi görmesi, senelik yağış
miktarının ortalama 1500 mm civârında olmasını sağlar. Yağışlar kışın genellikle kar şeklinde olur.
Tabiî Kaynakları
Çek Cumhuriyeti topraklarının % 30’u ormanlarla kaplı olan bir ülkedir. Özellikle Bohemya Dağları
ve Karpatlar’ın yüksek bölgelerinde iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelen ormanlık bölgeler,
yüksekliği fazla olmayan yerlerde kayın, meşe ve gürgen ormanları hâlini alırlar. Ormanlık bölgelerde
yaşayan yabânî hayvanların başlıcaları; yaban domuzu, yaban kedisi ve dağ keçisidir. Mâdenleri
kendisine yeterli seviyede değildir. Avrupa’nın en fazla uranyum üreten ülkesi olan Çekoslovakya’da
kömür, antimon, manyezit, civa, grafit ve kaolin ile az miktarda petrol üretilir. Üretilen uranyum
miktarı, bu maddenin stratejik ehemmiyeti bakımından açıklanmamaktadır. Bohemya dağlarından
çıkarılan önemli miktardaki linyit, elektrik enerjisi üretiminde kullanılır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu 10.400.000 civârındadır. Resmî dili çekçedir. Hıristiyan olan halkın % 70’i Katolik, % 15’i
Protestan ve diğerleri de muhtelif mezheplere bağlıdır. 6-15 yaş arasında öğretimin mecbûri ve parasız
olduğu ülkede okuma-yazma bilenlerin oranı % 99’dur. Nüfûsun % 68’i şehirlerde, kalanı ise köylerde
oturur. Çalışan nüfûsun ekseriyeti işçidir. Kalanı ise tarım ve diğer işlerle uğraşır, Bohemya halkı
müziğe olan düşkünlükleriyle meşhurdur. Beden eğitimi halk arasında yaygındır. Çek Cumhuriyeti’nin
millî sporu buz hokeyidir.
Siyâsî Hayat
1968’de hür bir rejim için istekleri, Rusya tarafından kanlı bir şekilde reddedilen Çek Cumhuriyeti,
1990’a kadar Komünist rejimle yönetildi. Çek ve Slovak Cumhûriyeti olarak iki federasyon hâlinde idâre
edilirdi. İktidardaki Komünist Parti seçimlere tek liste ve tek parti olarak girerdi. Ülke, 350 üyeli Federal
Meclis tarafından yönetilirdi. Federal Meclis, bütün ülkeden seçilen 200 kişilik Halk Meclisi ile 75 üyesi
Çek, 75 üyesi Slovak cumhûriyetlerinden seçilen 150 kişilik Milletler Meclisinden kurulurdu. Devlet
başkanı, başbakan ve bakanlar Federal Meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilirdi. 1989’da
Doğu bloku ülkelerinde görülen yumuşama ve çok partili hayâta geçiş, Çek Cumhuriyeti’nde de görüldü.
1990’da ilk çok partili seçim yapıldı. 1992 Haziranında Çekoslavakya’yı meydana getiren Çek ve Slovak
Cumhuriyetlerinde ayrı ayrı seçim yapıldı. Çek Cumhuriyeti’nde seçimleri kazanan Vaclav Klaus
başbakan oldu. Bu seçimlerden sonra yapılan görüşmelerden sonra 31 Aralık 1992 târihinde iki
cumhuriyet birbirinden ayrıldı.
Ekonomi
Genel olarak sanâyiye dayalı bir ekonomisi vardır. Ekilebilen arâzinin tamâmı komünist idârenin
gelmesiyle devletleştirilerek kollektif tarıma geçildi. Tarım ürünleri üretiminde kollektif tarıma geçme ile
verim düştü ve ülke eskisinden daha çok besin maddesi ithal etmek zorunda kaldı. En önemli tarım
ürünleri buğday, arpa, yulaf, çavdar, mısır, pancar, patates ve kabaktır. Hayvancılık yaygın olarak
yapılır. En çok kümes hayvanlarının beslendiği ülkede beslenen büyük baş hayvanların sayısı küçük baş
hayvanların sayısından çok fazladır. Ülkenin % 30’unu kaplayan ormanlardan elde edilen ürünler
ihtiyacı karşıladığı gibi, fazlası ihraç edilir. Ürettiği mâdenler ülke ihtiyâcını karşılamadığı için mâden
ithal eder. Demir cevherinin önemli kısmını ithal etmesine rağmen dünyâda çelik üretiminde ilk on ülke
içine girebilmektedir. Doğu bloku ülkelerin makina, kimyevî madde, silah, tekstil ürünü ihtiyaçlarının
büyük bir kımını Çek Cumhuriyeti karşılamaktadır.
Ulaşım: Çek Cumhuriyeti gelişmiş kara ve demiryolu ağına sâhiptir. Demiryollarının dörtte birinde
elektrikli trenler çalışmaktadır. Çek Cumhuriyeti’nde Prag ve öbür bölge merkezleri hava yoluyla
birbirine bağlıdır.
ÇEKİ
Alm. Gewichtsmass (n), für 250 kg, Fr. Mensure (f) de poids de 250 kilos, İng. A weight of 250
kilos. Tartıda kullanılan bir birim. Önceleri 4 kantar 1 çeki (yaklaşık 226 kg), 44 okka 1 kantar
(yaklaşık 56,5 kg)dı. Daha sonra 195 okka (250 kg) kabul edilmiştir. Odun, kireç, taş gibi ağır ve kaba
şeyleri tartmakta kullanılır. Eskiden kullanılan bu tartı birimi, bugün hâlâ bâzı yörelerde tercih
edilmektedir. Bâzı odun satıcıları alış verişlerini çeki hesâbına göre yaparlar.
ÇEKİÇ
Alm. Hammer (m), Fr. Marteau (m), İng. Hammer. Çivi çakmak ve benzeri işlerde kullanılması
yanında mâdenleri dövmede de istifâde edilen mâdenî bir âlet. Ekserî sapı tahtadan, bir ucu tokmaklı,
bir ucu yassı mâdenden yapılan bir el âletidir. Bir şeyi çakmak, dövmek, yassılaştırmak, ezmek için
kullanılır. Kullanıldıkları yerler ve yapılış biçimlerine göre çok çeşitli isimler alırlar. Camcı çekici, duvarcı
çekici, gemici çekici, marangoz çekici, ayakkabıcı çekici, ay çekiç, tokmak çekiç, itfâiye çekici, kaldırımcı
çekici gibi.
ÇEKİÇ ATMA
(Bkz. Atletizm)
ÇEKİÇ GÜÇ
1991 Körfez savaşından sonra, Kuzey Iraklı sivilleri, Irak’taki Saddam idâresinin tehdidine karşı
korumak için müttefik ülkelerin silahlı kuvvetlerinden meydana getirilen birlik. Türkiye’de Silopi ve
İncirlikte yerleştirilen bu birlik 36’ncı enlemin kuzeyindeki bölgeyi kontrol etmekle vazifelidir. Poised
Hammer (Çekiç Güç), Provide Comfort (Huzur Operasyonu), Combined Tast Force (Birleşik Görevli
Kuvveti) gibi isimlerle de anılan bu birlik Mûsul’un güneyinden başlayarak batıya doğru uzanan ve
kürtlerin çoğunlukta bulunduğu bölgeyi kontrol etmektedir.
Irak’ın 2 Ağustos 1990 târihinde Kuveyt’i işgâl etmesiyle başlayan Körfez krizi; ABD, İngiltere,
Fransa, Suûdî Arabistan, Sûriye, Mısır gibi 28 devletin birleştirilmiş askerî güçlerinin 17 Ocak 1991
târihinde havadan Irak’a hücûm etmesiyle Körfez harbine dönüştü. 28 Şubat 1991’de Irak’ın yenilip
Kuveyt’ten çekilmesinden sonra 3 Mart 1991 günü Müttefik Kuvvetler ve Irak askerî heyetleri arasında
ateşkes anlaşması imzalandı. Böylece Körfez Savaşı fiilen sona erdi.
Körfez savaşının sona ermesiyle Irak’ın güneyinde ve kuzeyinde ayaklanmalar başgösterdi.
Kuzeyde Kürtlerin ayrı bir devlet, Şiilerin de İran’daki gibi bir rejim kurmasını istemeyen ABD,
ayaklanmacılara yeterli desteği vermeyince bu isyanlar Irak hükûmeti tarafından bastırıldı. Daha sonra
Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtler, Saddam Hüseyin birliklerinin hücûmuna uğradı. Bu hücumlar neticesinde
400.000’i aşkın Kürt ve Türkmen, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesine yığıldı. Türkiye, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nden durumu görüşmek, sınır bölgesinin emniyete alınmasını ve Irak yönetiminin
vatandaşlarını göçe zorlayan faaliyetlerini durdurmasını istedi. Güvenlik Konseyi üyeleri arasında, görüş
birliği sağlanamadığı için bu konuda acil bir karar alınamadı. Daha sonra gelişen olaylara paralel olarak
Türkiye, Irak’tan kaçan Kürtler ve Türkmenler için Kuzey Irak’ta bir güvenlik bölgesi kurulmasını talep
etti. Avrupa Topluluğunun Lüksemburg’taki zirve toplantısında, İngiltere ve Fransa’nın desteği ile bu
teklif kabûl gördü. Daha sonra ABD de bu teklifi destekledi. ABD ve Avrupalı müttefiklerinin Temmuz
1991 ayı ortalarında Kuzey Irak’ı boşaltacakları, ancak bölgedeki Kürtlerin güvenliği ve bunlara
yapılacak her türlü yardımlar için Çekiç Güç adı verilen 5000 kişilik bir müttefik birliği bulunduracakları
açıklandı. Silopi’de yerleştirilen birliklerde ABD ve Türk askerlerinin yanısıra İngiliz, Fransız, İspanyol
birlikleri, İncirlik Türk-ABD Ortak savunma tesislerinde ise, Irak içlerindeki hedeflere ulaşabilecek ABD
avcı ve bombardıman uçakları bulundurulması kararlaştırıldı. Savaşın bitiminden sonra Kuzey Irak’taki
müttefik askerler geri çekilirken, bir kısmı Silopi’de Çekiç Güç’te vazifelendirilmek üzere Türkiye’ye
kaydırıldı.
Kuzey Iraklı sivilleri Saddam tehdidine karşı korumak gayesiyle kurulan ve vazife süresi 30 Eylül
1991 tarihinden itibâren üç ay uzatılan Çekiç Güç’ün Silopi ve Batman’da bulunan 3000 kişilik kara
kuvveti geri çekildi. Buna mukâbil İncirlik’teki hava unsurlarını güçlendirmek ve caydırıcılığını artırmak
gayesiyle F-111 ve F-16 uçakları İncirlik üssüne geldi. Çekiç Güç emrinde 402 ABD’li 199 İngiliz, 157
Fransız ve 63 Türk görevli 52 savaş uçağı, 2 Awacs, 9 helikopter, 14 adet havadan yakıt ikmali
yapabilme tankı ve kargo uçağı vardır.
Çekiç Güç kara unsurlarının çekilme işlemi 14 Ekim 1991’de tamamlandı. Türk Genelkurmay
Başkanlığı’ndan yapılan bir açıklamada; “Anlaşmalarçerçevesinde İncirlik’te iki filonun üstünde uçak
bulundurulmayacağı ve Çekiç Güç’ün kullanılmasının Türk hükûmetinin iznine bağlı olduğu bildirildi.
Çekiç Güç’ün vazife süresinin uzatılıp uzatılmayacağı TBMM’de 6 ayda bir görüşülmektedir. En son
Aralık 1992’deki TBMM toplantısında Çekiç Güç’ün memleketimizde bulunma süresinin uzatılması,