The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by 741892f69b, 2021-03-26 17:46:13

Cengiz Aytmatov - Gun Olur Asra Bedel

Cengiz Aytmatov - Gun Olur Asra Bedel

■100/G Ü N OLUR ASRA BEDEL

Kalıbek, Sabilcan’a baktı:
- Ee, ne yapıyoruz, nereye süreyim?
Sabitcaıı bağıra bağıra küfrederek konuştu:
- Görmüyor musun, hepsi köpek bunların! Hadi
bekleme, sür peşlerinden, sen de sür!
Gökyüzünde süzülen çaylak, şimdi büyük bir gürültü
ile dere kıyısına yönelen insanları hâlâ gözden ayırmıyor­
du. Araçlardan biri pek hareketliydi, sallana sahana top­
rağı kazıyor, bir köstebek gibi yuvasının yanına yığıyordu.
Az sonra röm orklu traktörde yaklaştı kazılan çukura.
Röm orkta kımıldamadan duran, beyaz bir örtüye sarıl­
mış bir şey ve bu şeyin yanında bir adam oturuyordu. D a­
ha önce de orada, oturan adam dı bu. Kızıl tüylü köpek
ise adam ların yanında dolanıp duruyor am a daha çok de­
venin yanına sokuluyordu. Sonunda gelip devenin ayak­
ları dibine uzandı.
Çaylak, bu yabancıların daha uzun süre orada top­
rak kazmakla oyalanacaklarını anladı. Bozkırın üzerinde
geniş geniş daireler çizerek ve hiç acele etm eden oradan
uzaklaştı. Şimdi yasak bölgeye doğru gidiyordu. Y olda av
bulursa avlayacak, sonra uzay alanında neler olup bittiği­
ne bakacaktı.

*

**

İki gündenberi uzay üssünde büyük bir gerginlik var­
dı. Ç alışm alar gece-gündüz ve pek hareketli olarak sürü­
yordu. Bütün alan, yakındaki bütün servis binaları ve bü­
tün çevre, yüzlerce projektörle aydınlatılıyor ve geceler
gündüzden bile daha aydınlık oluyordu. Birçok ağır kam­
yon, daha hafif taşıyıcı ve özel arabalar hareket halindey­
diler. Pek çok bilim adam ı ve m ühendis ise "Çember" ha­
rekâtını gerçekleştirm ek için iş başındaydı.

GÛN OLUR ASRA BEDEL / 401

Uzaydan gelebilecek uçan daireleri ânında yok ede­
bilecek uydusavar savunma füzeleri özel pistlerinde, gök­
yüzüne yöneltilmiş olarak hazır bekletiliyordu. Fakat
bunlar CCM .7 antlaşm asına göre, tıpkı A m erikalılar’ın
benzer uydusavarları gibi, yeni bir karara kadar ateşlen-
meyecekti. Şimdilik onlar transkozmik (yıldızlararası)
"Çember" harekâtı program ında çıkabilecek bir çatışma
ya da âcil d u ru m hâlinde kullanılacaktı. A m erikalılar’ın
Nevada uzay alanında da senkronize (eşzamanlı) bir fır­
latm a için robot-füzeler hazırdı.

H arekâtın başlam a saati Sarı-Özek boylamlarına gö­
re akşam sekize rastlıyordu. Robot füzeler saat tam se­
kiz, sıfır dakika sıfır saniyede ateşlenecek ve dokuz uydu­
savar birer buçuk dakika ara ile Sarı-Özek üssünden fır­
latılacak, bunlar dünya çevresinde batı-doğu yönünde
dönen bir çem ber oluşturacak ve yabancı gezegenlerden
sızmaları önleyeceklerdi. Nevada uzay alanında fırlatıla­
cak robot-füzeler de ayni görevi Kuzey-Güney yönünde
bjr çember oluşturarak yapacaklardı.

Sarı-Özek-1 üssünde saat on beşten itibaren "Beş
dakikalık" olarak adlandırılan geriye sayma sistemi çalış­
tırıldı. H er beş dakikada bir bütün görev yerlerinde ve
her kanaldan, önce bir uyarı sesi duyuluyor sonra ekran­
larda ışıklı işaretler veriliyordu: "Atışa dört saat elli beş
dakika kaldı!.. Atışa dört saat elli dakika kaldı!..". Sistem,
beş dakika aralıklı geriye sayma işlemini, üç saat sonra
bir dakika aralıklı olarak yapacaktı.

Bu arada, yörünge istasyonu "Parite" uzaydaki konu­
munu belirleyen param etrelerini, Orman-Göğsü gezege­
ninde bulunan P arite 1-2 ve Parite 2-1 kozm onotlarıyla
her türlü bağlantının önlenm esi için telsiz bağlantı kanal­
larını değiştirm ekte, bunların frekanslarını yeniden kod-
landırm akta idi.

Orm an-Göğsü gezegeninde bulunan dünyalı kozmo­
notların dünyalılarla bağlantı kurma imkânı tam am en

402 / GÛN OLUR ASRA BEDEL

kesilmişti. Bunların bağlantının kesilmemesi için yalvarıp
yakarmaları O rtak Yönetim Merkezimin kararlarını tar-
tışmaksızın, dünyalıların yararını, çıkarını düşünerek Or-
m an-G öğüsliiIer’le görüşm elerin sürdürülm esini istem e­
leri, ıssız çölde yitip giden iniltilerden farklı değildi artık.
Kozmonotlar affedilmeleri, dünyaya tekrar kabul edil­
meleri konusunda asla ısrarlı olmadıklarını, istenildiği
kadar bekleyeceklerini, orada kaldıkları sürece galaksile-
rarası ilişkiler için ellerinden geleni yapmaya devam ede­
ceklerini de bildiriyorlardı. Israrla karşı çıktıkları tek şey,
tarafların karar verdikleri "Çember" harekâtı idi. O nlara
göre bu harekâtın gerçekleşmesi, dünyanın uzayda tam
bir yalnızlığa itilmiş, dünyalıların binlerce yıl kurtulam a­
yacakları tarihî ve teknolojik bir geriliğe, m onotonluğa
gömülmüş olarak kalm alarına sebep olacaktı... Ama bü­
tün bu yalvarm alar, yakarm alar boşuna idi. A rtık dünya­
da ve dünya çevresinde dönüp duran uydularda kimse
onları istemiyor, onların hiçbir cevap alam adan sesleniş­
lerini, seslerinin uzay boşluğunun sonsuzluğunda yitip
gittiğini bile bilmiyorlardı.

Ve artık, Sarı-Özek-1 uzay üssünde "dakikalık" geri­
ye sayma sistemi çalışmaya başlamıştı. "Çember" harekâ­
tının başlamasına dakika dakika yaklaşılıyordu.

*

**

Kendi avlağında gözetleme turlarını tamamlayan
ak-kuyruklu çaylak tekrar M alakum dıçap vadisinin üzeri­
ne gelm işti. O radaki o insanlar şimdi küreklerle iş görü­
yorlardı. Kazma makinesi büyük bir çukur açmış, kepçe­
sini birkaç defa çukurun dibine daldırıp çıkardıktan son­
ra kenara çekilmişti. Bundan sonrasını adam lar kürekle
kazıyor ya da toprakları çıkarıyorlardı. Deve yine eski ye-
rindeydi am a kızıl liiylü köpek görünm üyordu ortalıkta.

GÜN OLUR ASRA BEDEL / 403

Nerelerdeydi acaba? Çaylak alçalıp vadinin üzerinde ge­
niş bir daire çizdi, sağa sola iyice baktı ve sonunda gördü
onu: Römorkun altında, tekerleklerin yanında uzanmış
yatıyordu, belki çaylağı hiç um ursam adan uyukluyordu
orada. Bütün gün üzerlerinde uçtuğu halde, bu köpek,
bir defa bile başını döndürüp bakmamıştı ona. Bir tarla
faresi bile topraktan başını çıkardığı zaman arka ayakları
üzerine dikilir, bir tehlike olup olmadığını anlam ak için
çevreye ve yukarıya bakardı. Ama köpek insanların ya­
nından ayrılmıyor, bu yüzden de korkusuz, kaygısız yaşı­
yordu. Çaylak um urunda değildi onun. Sere serpe yatı­
şından da belliydi bu. Çaylak havada bir an kım ıldam a­
dan durdu, sonra kasıldı ve kuyruğunun altından yeşilim­
si beyaz bir çımkırığı, bir tüfek merm isi gibi köpeğin ü ze­
rine bıraktı. "AJ, bu da senin payın olsun!" diye d ü şün­
müştü galiba..

Yedigey, ceketinin yenine yukarıdan bir şeyin şap!
diye düştüğünü hissetti. Bunun bir kuş çımkırığı olduğu­
nu-anlayınca "bu da nerden geldi?" diye yukarıya baktı.
"Ha, tam am , dedi', yine o akkuyruktu çaylak, tepem izde
dolaşıp durm aktan bıkmıyor. Hayır olsa bari! Havalarda
hür dolaşm aktan çok mutlu olmalı..." Onu bu düşünce­
sinden U zun A dilbay’ın çukurun dibinden gelen sesi
uyardı:

- Hey, Yedike, bir baksana! Yeter mi yoksa daha ka­
zalım mı?

Yedigey asık suratla eğilip çukura baktı.
- Sen biraz şu köşeye çekil.. Kalıbek, sen de çık artık
oradan. Sağ ol. B ana göre bu derinlik yeter, ama kaza-
nak biraz daha genişlese iyi olur. C enaze daha rah at sı­
ğar o zaman.
Yedigey bunları söyledikten sonra su dolu küçük bir
bidonu alarak kazma makinesinin arkasına çekildi. O ra­
da cenaze namazı için abdest aldı. Abdest aldıktan sonra
rahatlam ıştı. K azangap'ı Aııa-Beyit’e göm em em işlerdi

404 /G Ü N OLUR ASRA BEDEL

ama, hiç olmazsa cenazeyi geri götürm ek gibi utanç veri­
ci bir du ru m a düşm ekten kurtulm uşlardı. B uraya göm ül­
mesinde ısrar etm eseydi başlarına bir de öyle utanç verici
bir şey gelecekti. Şimdi ellerini çabuk tutmalı, karanlık
çökm eden B oranlı’ya dönm eliydiler. O radakiler onları
bekliyordu. Saat altıdan önce döneceklerini söyledikleri
için daha fazla gecikm emeliydiler. Cenazeyi göm m ek bi­
raz zaman alacaktı, ondan sonra da, hızlı gitseler bile en
az iki saat sürerdi dönüş yolculuğu. H em geç kalm asınlar
diye cenaze törenini aceleye getirem ez, usule aykırı bir iş
ya da eksiklik yapamazlardı. Çaresiz cenaze aşı, ölüyü
anma yemeği biraz gecikecekti.

Yedigey abdest aldıktan sonra, cenaze nam azı için
hazır durum a gelmişti. Namazı kıldırma işinin kendisine
düştüğünü de biliyordu. Bidonun kapağını kapadı ve öte­
kilerin yanına geldi. D urgundu, rahattı. Sakalını ve bıyık­
larını tarar gibi sıvazladı:

- A llah’ın kulu ve bendesi K azangap’m oğlu Sabit-
can, sen sol yanım a geç. Siz dördünüz de cenazeyi m eza­
rın başına getirin ve yüzü kıbleye dönük olarak bırakın.

Gür bir sesle söylediği bu sözlerden sonra konuşm a­
sına devam etti:

- Şimdi yüzüm üzü kutsal K abe’ye dönelim , ellerim izi
önüm üze açıp, böyle bir saatte, dualarımızı duyup düşün­
celerim izi anlasın diye A llah’ı düşünelim ...

Yedigey, arkasında duran gençlerin gülüştüklerini,
fısıldaştıklarmı duym adığına sevindi. O sırada ona: "Ey
ihtiyar, başımıza imam mı oldun? Bu lâflarla kafamızı şi­
şirme de şu ölüyü bir an önce gömüp dönelim!" diyebilir­
di bu dinî geleneği unutan gençler. Bundan sonra ayakta
dimdik durarak dua okum aya başladı. Bilen yaşlılardan
işittiğine göre, dinin beşiği olan A rap ülkelerinde cenaze
namazı oturarak değil, ayakta kılınıyordu. Öyleydi ya da
değildi. O anda Yedigey başının göğe yakın olmasını isti­
yordu.

GÜN OLUR ASRA BEDEL / 405

Okumaya başlam adan, başını önce sağa, sonra sola
çevirdi. Sonra yere eğdi ve yine yukarı kaldırdı. Böylece,
insanoğlunun, gündüzleri gecelerin takip etmesi gibi şaş­
maz bir şekilde bu dünyaya gelip sonra da günü gelince
onu bırakıp gitmesi kanunu, değişmez düzeni ve bu âle­
mi yaratan Y üce A llah’ı selam lam ış oldu.

Yedigey başını yukarı kaldırdığı sırada yine gördü o
çaylağı. Çaylak, kanatlarını hem en hemen hiç çırpm a­
dan, geniş, düzenli çem berler çizmeye devam ediyordu.
Bu onu rahatsız etm edi, onu düşüncelerinden ayırmadı,
aksine, daha özlü, daha derin düşünmesini kolaylaştırdı.

Beyaz bir keçeye sarılıp bir sedyeye uzatılmış yatan
rahm etli K azangap’ın cesedi, Y edigey’in önünde o ka­
ranlık çukurun kenarında idi. Boranlı Yedigey alçak ses­
le dualarını okum aya başladı, i l e r insan için doğuşundan
itibaren geçerli olan ve ebediyen geçerli olacak dualardı
bunlar. Dünyanın kuruluşundan itibaren, geçmişte, şimdi
ve gelecekte, her insan için, her devirde geçerli, önce
peygamberlerin kavrayıp bize vasiyet ettikleri, herkes
için kaçınılmaz, herkes için eş değerde olan, hayatın ve
ölümün sırlarını açıklayan, kaderi anlatan dualar... Yedi­
gey bunlara kendi kafasından, kendi kalbinden ve kendi
hayat tecrübesinden doğan düşüncelerini de katmaya ça­
lışıyordu. Çünkü insan bunları yaşadıkça öğreniyordu ve
herhalde öğrenm ek için yaşıyordu:

"Ey Yüce A llah’ım, eğer dedelerim in kitaplardan
öğrendiği, benim de dedelerim den duyup öğrendiklerimi
işitiyorsan, kendim den söyleyeceklerimi de işit. Bunların
birbirine engel olmayacaklarını düşünüyorum.

"M alakum dıçap vadisinin kıyısında, bu ıssız ve uzak
yerde kazdığımız mezar çukurunun başında toplandık.
K azangap’ın m ezarını bu rad a kazm ak zorunda kaldık.
Çünkü onu atalarımızın vasiyet ettiği mezarlığa göm em e­
dik, buraya getirmeye m ecbur olduk. Gökyüzünde bir
çaylak, el açıp K azangap’la vedalaşm am ızı seyrediyor. Ey

406 / GÜN OLUR ASRA BEDEL

büyük A llah ’ım, günahım ızı bağışla, K azangap kulunu
rahm etle kabul et! Eğer lâyık ise, ruhuna ebedî huzur
ver! Bize düşeni yerine getirmeye çalıştık. Gerisi sana
kalmış.

"Şu anda, m adem ki böyle bir m akam da yüzüm ü Sa­
na verdim, yaşadıkça ve aklım başımda oldukça Sana ses­
leneceğim , beni işit A llah’ım! Bilinen bir gerçektir ki in­
sanlar Sana ancak çaresiz kalınca yardım dilem ek için
başvuruyorlar ve ellerinden başka bir şey gelmiyor. Bize
acı, bizi koru, bize yardım et A llah’ım. İnsanlar, doğru
olsun, yanlış olsun, haklı olsun haksız olsun, her şeyi
S en’den isterler. Bir katil bile içinden, Sen'iıı onun ya­
nında olm anı ister. Oysa Sen hep susarsın. Neyleydim ki
biz insanlar böyleyiz ve S en’i özellikle başım ız d ard a ol­
duğu zaman hatırlarız, yalnız böyle zam anlarda varmışsın
sanırız. Yalvarıp yakarmalarımızın sonu gelmiyor. Sen
‘Bir'sin. Biz ise çoğuz. Şu anda S en’den bir şey dilem iyo­
rum, sadece aklıma gelenleri söylemek istiyorum. Bizim
için çok değerli olan ve N aym an-A na’nın yattığı kutsal
mezarlığın artık bize kapalı oluşuna, oraya girmemizin
yasak oluşuna çok üzülüyorum . O nun için öldüğüm za­
man. m ankurt oğuluıı anası N aym an-A na’nm ayak bastı­
ğı, üzerinde çok yürüdüğü bu M alakum dıçap vadisinde,
K azangap’ııı yanm a göm ülm ek isterim . Ve, eğer insan
ruhunun ölümden sonra başka bir yaratığın bedenine
geçtiği doğru ise, ben, bir karınca olmak yerine, akkuy-
ruklu bir çaylak olm ak isterim. O zaman, şu tepem izde
süzülen çaylak gibi ben de yükseklerde uçup bu vatan
topraklarını seyrederim, gözlerimi bu topraklardan hiç
ayırmanı. İşte benim dileğim budur.

"Vasiyetime gelince, onu bugün benimle buraya ge­
len gençlere bırakıyorum. Beni buraya gömmek suretiyle
vasiyetimi yerine getirm ek onlara düşüyor. Ancak bir
mesele var: Cenaze duamı kim okuyacak? Çünkü bunlar
ne A llah’a inanıyorlar, ne d u a biliyorlar! A llah’ın varolup

GÜN OLUR ASR A BEDEL / 407

olmadığını kimse bilemiyor. Bazıları var, bazıları da yok
diyor. Ben S en ’in varlığına, düşünce ve hareketlerim e
yön verdiğine inanm ak istiyorum. Dualarım la Sana ses­
lendiğim zam an, S en’in aracılığınla kendim e hitap etm iş
oluyorum . V e o an lard a aklım a gelen fikirler Sen’in fikir­
lerinmiş gibi geliyor bana ey Yüce Yaradan! İşte gerçek
bu. Gençler bunu anlamıyor ve duaları küçümsüyorlar.
Ölüm saati gelince bunlar kendilerine ya da başkalarına
ne diyecekler? Bu gençlere acıyorum. Bir insan, ruhunu
Allah katm a ulaştırm anın yolunu bilmiyorsa, kendini
kendi gözünde Allah gibi yüceltemiyorsa, insan olmanın
sırrını, yüceliğini ve kutsallığım nasıl anlar? A llah’ım, kü­
für sayılabilecek, kutsal varlığına saygısızlık sayılacak
sözlerimden dolayı beni bağışla. Onların hiçbiri Allah
derecesine yükselemez, böyle olunca da Sen var olm az­
sın! E ğer bir insan S en’in yaptığın gibi, herkesin derdiyle
meşgul olup herkesi korum a ve kayırma görevini üstlen­
mezse, herkesi esirgeyen Allah gibi olduğuna kendini
inandırmazsa, o zaman Sen de varlığını koruyamazsın ey
Allah’ım!.. Oysa ben S en’in yok olm anı asla istem iyorum .

"Benim derdim , üzüntüm , Sen’den dileğim işte b u n ­
lardır. Hatalarım ı, kusurlarım ı bağışla. Ben basit bir insa­
nım ve içime doğduğu, aklım a geldiği gibi konuşuyorum .
Sözlerimi kutsal kitaptan alınmış âyetlerle tam am ladık­
tan sonra cenazemizi gömeceğiz. Rahmetini esirgeme...
Âmin..".

"Âmin" diye duasını tamamlayan Yedigey bir an su­
sup, acı bir özlem duyarak gökyüzüne, gökyüzündeki o
çaylağa baktı. Sonra yavaşça ardında duran gençlere,
haklarında Ulu Y a rad an ’a d ert yandığı o kişilere döndü.
A llah’a seslenişi, yakarışı bitmişti. Şimdi karşısında, gö­
mülmesi bu kadar zorlaşan ve geciken cenaze ile birlikte
gelen beş kişi vardı. O nlara, düşünceli bir halde:

408 / GÜN OLUR ASRA BEDKI

- İşte hepsi bu kadar, dedi. Duada okunması gere­
ken her şeyi sizin adınıza da okudum . Şimdi işimize ba­
kalım.

Yedigey, göğsünde m adalyalar sallanan ceketini çı­
karıp bir kenara koydu ve U zun Adilbay'ın da yardımı ile
m ezar çukuruna indi. Sabitcan m erhum un oğlu olduğu
için yanda, başını önüne eğerek durdu. Böylece üzüntü­
sünü belli etmiş oluyordu. Ö bür üç kişi, Kalıbek, Cumali
ve dam at, m erhum un keçeye sarılmış nâşını sedyenin
üzerinden, kaldırıp çukurun içinde bulunan Yedigey ve
A dilbay’a uzattılar.

K azangap’ı çukurun dibindeki kazanak yerine yer­
leştiren Yedigey, "İşte, ayrılık saati gelip çattı" diye dü­
şündü. "Sana bir m ezar bulm ak için bunca vakit kaybedi­
şimizi bağışla. Bütün gün seni oradan oraya taşıdık, baş­
ka türlü yapam azdık. Seni A na-B eyit’e göm em ediysek
suç bizim değil. A m a sen huzur içinde yat. Bu işin peşini
bırakacak değilim. H er yere gidecek, her kapıyı çalaca­
ğım. O nlara ne diyeceğimi biliyorum ben. Am a sen rahat
uyu. Burada toprak çok, alabildiğine geniş, ama senin
payına kala kala üç arşınlık yer kaldı. Burada yapayalnız
kalmayacaksın, yakında ben de geleceğim yanına. Yine
beraber olacağız. Bana güven ve beni bekle. Fazla bek­
letm em . Eğer her şey uz gider, kaza ile bir yerlerde yok
olm az da ecelimle ölürsem , gelip seni bulacağım. Sen ve
ben burada, yavaş yavaş Sarı-Özek toprağına karışacağız,
toprağın özü olacağız, am a bunu biz bilmeyeceğiz. Ancak
sağ kalanlar bilir bunları. İşte bu yüzden ben de bu sözle­
ri aslında sana değil, daha çok kendim e söylüyorum.
Çünkü sen şimdi, sağ olduğun zamanki Kazangap değil­
sin. Senin gibi hepimiz bir gün yok olacağız. Am a Sa-
rı-Özek bozkırında trenler yine gelip gidecek, bizim yeri­
mizi de başkaları alacak..."

Koca Yedigey kendini daha fazla tutamadı. Hıçkıra
hıçkıra ağlam aya başladı. B oranlı’d a birlikte geçirdikleri

GÛN Ol-UR ASRA BEDEL 1409

uzun yıllar, sıkıntılar, sevinçler, nice nice olaylar, bu bir­
kaç kelimelik veda konuşmasına, bu birkaç dakikalık
gömme süresine sığıvermişti. İnsanoğlunun bu dünyada­
ki kısmeti ne k adar da çok, ayni zam anda ne kadar da az­
mış!

Dar çukurda birbirlerine dokunarak durdukları hal­
de Adilbay’a sarılıp onu kendine çeken Yedigey:

- Bak Adilbay, dedi, beni iyi dinle. Ö ldüğüm zam an
beni de buraya, K azangap’ın yanına göm eceksin. E lleri­
mi işte şöyle koy ve şimdi yaptığımız gibi vücudum u da
şöyle yerleştir ki rah at yatayım .. Bana söz ver, söyledikle­
rimi yapacaksın değil mi?

- Aman Yedike, bunları düşünm e şimdi, sonra konu­
şuruz. Hadi sen çık yukarı, kalanını ben hallederim. Hadi
çık, için rahat etsin, kendini üzme bu kadar.

Boranlı Yedigey, yerden aldığı toprağı gözyaşıyla ıs­
lanmış yüzüne sürdü ve yukarıdan uzanan elleri tutarak
çukurdan çıktı. Ağlıyor, acıklı sözler mırıldanıyordu. Ka-
lıbek gidip su bidonunu getirdi ve yüzünü yıkaması için
Yedigey’e verdi.

Herbiri m ezar çukuruna birer avuç toprak attılar.
Bundan sonra, ölünün yerleştirildiği kazanak, yani dipte­
ki girinti örtülünceye k adar küreklerle attılar toprağı.
D aha sonra da yol kazma makinesi çalıştırıldı ve yığılan
toprak çukura kepçe ile itildi. M eydana gelen tümseği
küreklerle düzelttikten sonra göm m e işi tam am lanm ış
oldu.

Bu sırada akkuyruktu çaylak onların tepesinde hâlâ
süzülüyor, M alakum dıçap vadisinin kıyısında, toz-topra-
ğın içinde o bir avuç insanın ne yaptığını m erakla izliyor­
du. Çukur dolduktan, üzerinde taze topraktan bir tüm ­
sek meydana geldikten sonra oradakilerin biraz canlan­
dığını gördü. Kızıl tüylü köpek de yattığı yerden kalkmış,
adamların yanında dolanm aya başlamıştı. Ne istiyordu
bu hayvan? Yalnız, o büyük deve, süslü-püsküllii örtüsü

410 'G Ü N OLUR ASRA BEDEL

bulunan o koca hayvan, hiçbir şeyi um ursam adan duru­
yor ve hep geviş getiriyordu.

Çaylak, adamların gitmeye hazırlandıklarını sanmış­
tı. A m a hayır, hayır gitm iyorlardı. Yaşlı adam ellerini
açıp durm uş, ötekiler de onun gibi yapmışlardı...

Artık vakitleri iyice azalmıştı. Yedigey yanındaki
genç arkadaşlarını uzun uzun süzdükten sonra:

- R ahm etli K azangap’ı nasıl bilirsiniz? İyi bir insan
mıydı? diye sordu.

Hepsi bir ağızdan cevap verdi:
- İyi insandı.
- Eğer bir kimseye borcu kalmışsa, işte oğlu burada,
babasının borcunu üzerine alacaktır.
Uzunca bir sessizlikten sonra herkesin adına Kalıbek
cevap verdi:
- Hayır, rahmetlinin kimseye borcu yoktur.
- Pekâlâ öyleyse. K azangap’ın oğlu Sabitcan, senin
söyleyeceğin, ilâve edeceğin bir şey var mı?
- Hayır, hepiniz sağ olun! dedi kısaca.
S abitcan’in böyle dem esi üzerine Cum ali:
- Öyleyse dönüyoruz dem ek, düşelim yola, dedi.
Yedigey onları durdurdu:
- Evet, gidiyoruz am a son bir sözüm daha var: A ra­
nızda en yaşlı olan benim. H epinizden dileğim şudur: Ö l­
düğüm zam an beni de buraya, K azangap’ın yanına göm ­
menizi isliyorum! İşittiniz mi? Hepinize söylüyorum, bu
benim vasiyetimdir. Sakın unutmayın!
Kalıbek üzgün bir sesle cevap verdi:
- Yarın kime ne olacağını kimse bilmez Yedike,
onun için bunu konuşm anın bir yararı yok.
- Bunun önemi yok, bana söylemek, size de dinle­
mek düşer. Vakti gelince bu vasiyetimi hatırlayınız.
Uzun Adilbay havayı biraz yatıştırm ak için:
- D aha başka vasiyetin var mı Yedike? Hadi, yeri
gelmişken hepsini söyle! diye takıldı.

GÜN OLUR ASRA BEDEL 1411

Yedigey birden sinirlendi:
- Alayı bırak şimdi, ben çok ciddiyim!
- Peki, peki Yedike, kızma. Söylediklerinizi unutm a­
yacağız, vakti gelince elimizden geleni yaparız, için rahat
olsun.
Yedigey gerçekten rahatladı:
- İşte, yiğit sözü budur! Sağ ol!
A raçlar, vadiden inip karşıya geçmek için dönüş m a­
nevrası yaptılar. Bu arada Yedigey, K aran ar’ın yularını
çekerek S abitcan’a sokuldu. O nu pek üzen bir mesele
hakkında Sabitcan ile yalnız konuşm ak istiyordu:
- Bak Sabitcan, dedi, m adem ki işimizi bitirdik ve şu
anda fırsat var, seninle bir mesele hakkında konuşmak is­
tiyorum... Şu bizim mezarlığımız Ana-Bcyit konusunda
ríe yapacağız?
- Ne mi yapacağız? Bunun için kafa patlatm anın ne
gereği var? Plan plandır. Buna göre de mezarlık yerin­
den kaldırılacak. Bu kesin. Söylenecek, yapılacak bir şey
yok!
- M esele yalnız o değil. Böyle düşünülürse her şeye
göz yummuş, hiçbir şeyi um ursam am ış oluruz... Bak, sen
burada doğup büyüdün. Baban seni okutup yetiştirdi. İş­
te şimdi de onu, şu ıssız bozkırın ortasına, tek başına bı­
rakıp geliyoruz. Tek tesellimiz burasının da kendi topra­
ğımız, vatanım ız olması.. Sen okum uş bir adam sın ve il
m erkezinde görevin var, T an rı’ya şükür ağzın iyi lâf ya­
par, herkesle konuşabilirsin.. Çeşit çeşit kitaplar oku­
muşsun..
- Ne olmuş okum uşsam ? diye sözünü kesti Sabitcan.
- Bana yardım edebileceğini düşünüyorum. Daha va­
kit varken il m erkezine gidip seninle birlikte gerekli yer­
lere başvurabiliriz. Yarın sabah erkenden gitsek iyi olur.
Elbette şehrin bir âmiri, en büyük âmiri vardır, gidip
onunla konuşuruz. A na-B eyit’in yerle bir edilm esine se­
yirci kalamayız.

m / G Û N OLUR ASRA BEDEL

Ana-Beyit koca bir tarihtir...
- Bunların hepsi masal, Yedike, eski masal.. A dam ­
lar burada dünya çapında, uzay çapında meselelerle uğ­
raşıyorlar, sen de tutturm uşsun "Mazarlığımız, Ana-Be-
yit’imiz!" diye. Kim e ne senin m ezarlığından? Kimse din­
lem ez seni. O nlar için boş şeydir bunlar. Dinlem ek şöyle
dursun bizi yanlarına bile sokm azlar!.
- Oraya gitmezsen yanlarına sokulamazsın tabiî.
Ama konuşmak istersen kabul eder, dinlerler. Hatta
ayakta karşılar, ya da otom obile atlayıp buraya gelir, bizi
dinlerler. Dağ değiller ya yerlerinden kımıldayamasınlar!
Sabitcan, yan yan ve sinirli sinirli baktı:
- Bak ihtiyar, senin bu masalların, bu boş şeyler beni
hiç ilgilendirmiyor. Ana-Beyit um urum da değil benim,
bana hiç güvenme.
- Haa, şunu, baştan söylesene.. Ne diye m asaldır, boş
şeydir, falandır, filandır diye geveliyorsun? D em ek ki se­
ninle konuşulacak bir şey kalmadı..
- Ne sandın ya? İşim -gücüm yok da o boş şeylerle mi
uğraşacağım! Hem de niçin? Ne yararı olacak? Bir ailem,
çocuklarım var benim . İyi de bir işim var. D u ru p d u ru r­
ken ne diye rüzgâra karşı işeyeyim? Bir telefondan sonra
kıçıma bir tekm e atsınlar diye mi? Yoo, ben yoğum bu iş­
te. Beni bağışla. Teşekkürler.
- Teşekkürün de senin olsun! Dem ek kıçına tekme
atarlarm ış.. D em ek oluyor ki sen kıçından başka bir şey
düşünmüyorsun, yalnız kıçını düşünüyorsun!
- Evet, tam söylediğin gibi. Yalnız kıçımı düşünüyo­
rum. Sen boşuna konuşuyorsun. H em sen nesin ki? Bir
hiç! A m a biz, sofram ızda aş olsun, ağzımıza tatlı bir şey
düşsün diye, kıçımızı düşünm ek, kıçımız için yaşamak zo­
rundayız.
- Evet, evet anlaşıldı. Eskiden insanları kafaları ile
değerlendirir ve kafalarına bakarlardı. Şimdi ise kıçlarına
değer veriyorlar demek!

GÜN OLUR ASRA BEDEL / 413

- Nasıl istersen öyle anla, ama beni aptal yerine koy­
ma!

- Anlaşıldı, artık birbirimize söylenecek lâfımız yok..
Babanın cenaze aşından sonra çeker gidersin, bir da­
ha da seni Allah göstermesin bana! Görmem inşallah!
- Öyle olacak, diye mırıldandı Sabitcan.
Birbirlerinden ayrıldılar. Ancak m otorlarını çalıştır­
mış, Y edigey’in devesine binm esini bekliyorlardı. A m a
Yedigey onlara beklem eden yola düşmelerini ve olabildi­
ği kadar hızlı gitm elerini söyledi. Çünkü köydekiler cena­
ze aşı, K azangap’ı anm a aşı için bekliyorlardı onları.
Kendisi devesiyle kestirm eden, her yerden gidebilirdi.
H er yer yoldu onun için.
Araçlar yola koyuldu. Yedigey bir süre olduğu yerde
durarak ne yapması gerektiğini düşündü.
Şimdi Sarı-Ö zek bozkırında tek başına idi. Yalnız
sadık köpeği Yolbars, bir süre araçların peşinden gittik­
ten sonra, sahibinin onlarla gelmediğini, geride durup
beklediğini görünce, koşup onun yanına geldi. Am a Ye-
diğey’in köpeğe aldırdığı yoktu. E ğer hayvan onlarla b e ­
raber köye gitmiş olsa, bunun farkında bile olmayacaktı.
Çünkü dünya başına yıkılmıştı o anda. S abitcan’la konuş­
m asından sonra bir boşluğa yuvarlanmıştı, içi ızdıraptan
alev alev yanıyor, yüreği sıkılıyor, boğulacak gibi oluyor
ve içindeki o yangını söndüremiyordu. Yüreğinin daya­
nılmaz sızıları büyüye büyüye bir uçurum kadar derin ya­
ra açmıştı içinde. Karanlık ve her tarafından soğuk rüz­
gârlar esen bir boşluk idi bu. Ne diye boş yere konuşm uş­
tu Sabitcan denen o herifle! Akıl danışılacak, yardım is­
tenecek bir adam mıydı o! Öğrenim görm üş, okum uş bir
adamdır diye, o yüksek m em urlara söylenecek lafları bi­
lir diye düşünm esi ne büyük bir hata imiş meğer! O okul­
larda, o enstitülerde ne öğrenmişti bu adam ? Belki onu
işte böyle bir adam, bir Sabitcan olsun diye eğitmişlerdi.
Belki de bir yerlerde onu bekleyen bir varlık vardı. Onu

414 /G Ü N OLUR ASRA BEDEL

bekliyor, gelince avucunun içine alıyor, şeytan gibi her
şeyi görüp yaptırıyor ve onun işte böyle bir Sabitcan ol­
masını ve öyle kalmasını sağlıyordu. Sabitcan denen bu
herif, yakında insanların telsizle yönetileceklerini büyük
bir coşku ile anlatm am ış mıydı? Belki de o görünm ez
güç, S abitcan’ı şim diden yönetiyordu!

Koca Yedigey bunları düşünüyor ve düşündükçe
kendini iyice ezilmiş hissediyor, dayanılm az yürek acısı
içinde kıvranıyordu. Sabitcan denen bu genç adama hem
kızıyor, hem acıyor ve ondan nefret duyarak m ırıldanı­
yordu:

- M ankurtsun sen, mankurtsun! G erçek bir ıııan-
kurt!

Boranlı Yedigey, ne olursa olsun, bugün karşılaştık­
ları o olayı körü körüne kabul edecek, değildi, göz yum­
mayacak, boyun eğmeyecekti bu olaya. Eğer bundan vaz­
geçerse, olayın üzerine gitmezse, daha başta yenilgiyi ka­
bul etmiş olurdu. Akşam olmak üzereydi. Yine de, ne
yapması, işe nereden başlaması gerektiğini bilmese de,
hem en bir şeyler yapm aya başlam alıydı. A na-B eyit’le il­
gili em ri verenlere ve bu em ri durdurabilecek olanlara
kendisini nasıl dinletecekti? Onları nasıl razı edecekti?
Nereye gitmeli, nereden başlamalıydı bu işe?

K aran ar’ın sırtında kım ıldam adan duruyor, bunları
düşünüyordu. Kararsız, mutsuzdu. Etrafına bir göz gez­
dirdi. Issız, sessiz bozkırdan başka bir şey göremedi. Ak­
şamın alaca karanlığı yavaş yavaş Malakumdıçap vadisi­
nin kızıl kum larına inmeye başlamıştı bile. A raçlar çok­
tan gözden kaybolmuş, o genç adam ları alıp gitmişti.
M otor gürültüleri de duyulmuyordu şimdi. Sarı-Özek do­
laylarını iyi bilen ve ondan en son anıları saklayan tek ki­
şi olan bu koca Kazangap, şu vadide, ıssız bozkırın o rta­
sında, taze yığılmış,bir tümseğin altında, o tek mezarda
yatıp duruyordu. Yedigey çok iyi biliyordu ki, o küçük
tümsek yavaş yavaş yassılaşacak, düzleşecek, Sarı-Özek

G Ü N 01 .UR ASRA BED EL/415

kırlarının pelin otları rengine bürünecekti. O zaman onu
görmek de, bulm ak da imkânsız olacaktı. Toprağa karı­
şıp gidecekti. Zaten toprak üzerindeki her şey öniin-
de-sonunda toprağa karışır, toprak olurdu...

İşte akşam oluyordu. G üneş yavaş yavaş şişiyor, ağır­
laşıyor ve ezici ağırlığıyla gittikçe yaklaşıyordu ufuk çizgi­
sine. Işıkları da her dakika değişiyor, azalıyordu. G ünba­
tımının karnından göze görünm eden doğmuş olan alaca­
karanlık şimdi kendini belli etmeye başlamış, mavi renkli
bir gölge gibi, yaldız rengi enginlerde süzülüp vadilere
doluyordu.

Boranlı Yedigey durumu enine-boyuna düşündük­
ten sonra, dönüp yasak bölgenin girişine gitmeye karar
verdi. Bundan başka bir çıkış yolu, bir ilk adım gelmiyor­
du aklına. Ölüyü göm m e işi bittiğine ve şimdi elini kolu­
nu tutan bir şey olm adığına göre, doğanın verdiği güç ve
hayatın verdiği tecrübeye güvenerek ve her şeyi göze ala­
rak kolları sıvayacak, işe buradan başlayacaktı.' Nöbetçi­
lerden, önce kendisini kum andanlarına götürmelerini is­
teyecekti. İsterlerse süngülü muhafızların önüne katarak
götürsünlerdi onu. Ya da o kom utan giriş kapısına gelip
onun söyleyeceklerini dinlesindi. O zaman ne söyleyece­
ğini bilir, isteklerini açık açık anlatırdı.

Hiç vakit yitirmeden uygulamalıydı kararını. Çünkü
o saatte gelişine sebep olarak da o gün K azaııgap’ın gö­
mülmesinde karşılaştıkları üzücü olayı bir gerekçe, bir
sebep olarak gösterebilirdi. Şimdi gidecek, giriş kapısının
önünde dikilecek, ya içeri götürmelerini ya da en yüksek
rütbeli subayın oraya gelip kendisiyle görüşmesini isteye­
cek ve bu isteği yerine getirilinceye kadar ayrılm ayacaktı
oradan. En yüksek subayla görüşm ek istiyordu, Tansık-
bayev gibi anlayışsız bir teğm enle değil...

Bu karardan sonra kendine güveni ve cesareti arttı:

416 /G C N OLUR ASRA BEDEL

- Tevekkül A llah’a! Köpeğin efendisi varsa, kurdun
da T an rı’sı vardır! dedi ve kırbacını şaklatarak K a ra n a n ,
yasak bölge girişine yöneltti.

Güneş batmış, hava hızla kararm aya başlamıştı. Ya­
sak bölgenin girişine yaklaştığı zaman karanlık iyice bas­
tırdı. Girişe beş yüz m etre kala nöbetçi kulübesini ve ka­
pıyı aydınlatan ışıklar iyice seçilir oldu. Yedigey burada
devenin sırtından kayarak indi. O rada ne gereği olacaktı
devenin? Belki kapıda bir subaya rastlar ve subay ona
"Sen de nereden çıktın? Haydi deveni al, defol git! B ura­
dan geçemezsin!" diyebilirdi. Hem orada ne kadar bekle­
yeceği de belli değildi. O nun için oraya tek başına gitm e­
si, deveyi de köstekleyip o ra d a bırakm ası d ah a iyi olurdu.
Hayvan hiç olmazsa biraz otlar, aç kalmazdı.

- Sen burada kal, ben gidip bir bakayım, dedi Kara-
n ar’a.

Aslında bu sözleri kendisini yüreklendirm ek için
söylemişti.

Deveyi kösteklem eden önce ıhtırması, heybeden zin­
cir kösteği alması gerekiyordu.

Yedigey karanlıkta bu işleri yaparken çevrede tam
bir sessizlik vardı. Kendi soluk alışından ve havada uçu­
şan bazı böceklerin vızıltısından başka bir şey duyulmu­
yordu. Bulutsuz gökyüzü, birdenbire doluşan yıldızlarla
ışıl ışıldı. Bu m utlak sessizlik bir şeylerin olacağını haber
veriyordu sanki...

Aslında Sarı-Özek sessizliğine alışmış olan Yolbars,
nedense, birdenbire kulak kabartıp telaşlanmaya, inler
gibi ses çıkarmaya başladı. Bu sessizlikte onu kuşkulandı­
ran, hoşuna gitmeyen ne olabilirdi?

- Sen de ayaklarıma dolaşıp durm a artık! dedi köpe­
ğine.

Deveyi orada bırakacaktı am a köpeği ne yapacağını
bilem iyordu. Kovsa bile Y olbars’ın bırakıp gitmeyeceği
kesindi. Ö nem li bir iş için gittiği yere köpeğini de getire­

CİÜN OLUR ASRA BEDEL / 417

mezdi ya! Yüzüne bir şey dem eseler bile içlerinden alay
ederlerdi onunla. "Şu ihtiyar adanıa bak, haklarını savun­
maya gelmiş ama yanında köpekten başka getirecek kim­
seyi bulamamış!" derlerdi. Oraya yalnız gitmeli, köpeği
götürm em eliydi. O nun için hayvanı K aranar’ın yularına
bağlamaya karar verdi. O nun yokluğunda ikisi birlikte
beklerlerdi. Hayvanı yanına çağırdı: "Yolbars! Yolbars!
Gel buraya!". Yolbars geldi. Yedigey tam eğilip ilmeği
boynuna geçirecekti ki havada m üthiş bir gürültü duydu.
Sanki bir volkan patlamıştı. Yer sarsılıyor, gök sarsılıyor­
du. H em en yakınında uzay üssünden bir de ışık sütunu
yükselmişti gökyüzüne. Çok parlak, bakılamayacak kadar
gözkamaştırıcı bir ışık sütunu idi bu. G ürültü ve o parlak
alevden Yedigey geriye sıçradı, köpek korkudan onun
ayaklarına kapandı, K aranar ürküp bağırdı ve ayağa fır­
ladı.

Bu, yıldızlardan gelecek tehlikelere karşı savunma
amacı ile düşünülen "Çember" harekâtına uygun olarak
fırlatılan ilk füze-robot idi. Saat tam 20.00’de fırlatılm ıştı.
Az sonra ikinci bir füze fırlatıldı, sonra üçiincüsü, d ö r­
düncüsü ve bir daha... bir daha... Ard ardına fırlatılan bu
füzeler, yerkürenin çevresinde sürekli kalan bir kordon
oluşturacak ve böylece dünyada hiçbir şeyin değişm em e­
si, her şeyin olduğu gibi kalm ası sağlanacaktı...

Gökyüzü, halka halka dum anlarla, bakılmaz parlak­
lıkta alevlerle delinmiş, yarılmıştı.. Adam, deve ve köpek,
bu basit yaratıklar, büyük bir korkuya kapılmış, deli gibi
kaçıyorlardı. Korkunç alevlerin ışıkları peşlerini bırakm ı­
yor ve onlar bozkır içlerine doğru, birbirlerinden ayrıl­
mamaya çalışarak koşuyor, koşuyorlardı...

Ama ne kadar koşarlarsa koşsunlar, ne kadar kaçar­
larsa kaçsınlar, sanki hiç yerlerinden ayrılmamışlar gibi,
her patlam ada yeri-göğü sarsan o müthiş uğultunun, o
göz kamaştırıcı parıltının ortasında buluyorlardı kendile­
rini. Bütün bozkırı kaplıyordu ışık ve gürlem eler...

4IS /O Ü N O L U R ASRA BEDEL

Adam, deve, köpek, arkalarına bakm adan kaçıyor­
lardı.

Boranlı Yedigey, o kaçış sırasında ve birdenbire, ne­
reden çıktığını anlamadığı beyaz bir kuşu görür gibi oldu.
Bir zam anlar N aym an-A na’nın m ankurt olan öz oğlu ta­
rafından okla vurulup devesinden düştüğü zam an, ak
yazmasının içinden çıkan kuştu bu... Beyaz kuş, Yedi-
gey’in hem en yam başında uçuyor, kıyam et gününü andı­
ran o alev ve gürlem eler arasında ona bağırıyordu:

- Sen kimsin? Adın ne? Adını hatırla! Senin baban
D önenbay’dır, D önenbay, D öııenbay, D önenbay, Dö-
nenbay.. Dönenbay...

Ve beyaz kuşun sesi, yeniden karanlığa bürünen
gökyüzünde uzun zaman yankılandı...

*

* ..*

B irkaç gün sonra, Y edigey’in kızları S aule ve Şera-
fet, kocaları ile birlikte, tâ K ızıl-O rda’dan kalkıp B oran-
lı’ya geldiler. K endilerine çekilen telgrafta, S arı-Ö zek’in
aksakalı K azangap’ın öldüğünü öğrenince, onu anm ak ve
ana-babalarının acısını paylaşmak istemişlerdi. Bu vesile
ile de ana-babalarının yanında birkaç gün kalacaklardı.
Böylece üzüntülü olayın yanısıra bir de sevinçli olay yaşa­
nacaktı.

Trenden inince cüm bür-cem aat babalarının evine gi
dip kapısını çaldılar. Yedigey evde değildi. U kubala se
vinçten gözyaşı dökerek dışarı fırladı. H epsini teker te
ker kucakladı, öptü. T ekrar tekrar sarıldı.

- Şükürler olsun A llah’ım! Ne iyi ettiniz de geldiniz!
H epinizin birden gelm esi ne kad ar iyi! Ş ükürler ol­
sun A llah’a, şü kürler olsun! Babanız da çok sevinecek!
- Babanı nerde? diye sordu Şerafet.

GÜN OLUR ASRA B E D E L /419

- A kşam a dönecek. S abah erkenden çıkıp ‘P osta Ku-
tusu ’na (yeni k urulan kasabanın adı) gitti. O ranın en yet­
kilisiyle görüşecekm iş. Birkaç günden beri zor ve bitm ek
bilmeyen bir işe girişti. Hiç peşini bırakmıyor, size sonra
anlatırım. Am a niye dışarıda duruyoruz? Burası sizin evi­
niz, unuttunuz m u? Girin, girin balalarım...

Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gi­
der gelir, gider gelirdi,

Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında, ıssa, engin,
sarı kum lu bozkırların özeği Sarı-Özek uzar giderdi...

Ç olpon-A ta, A ralık 1979 - M art 1980

Çevirenin N otu: Bu rom anın cn güzel, en ilginç bir bölüm ü bu ciltle yer
alm am ıştır. Sovyetler Birliği'ndc glosnosta geçişin eşiğinde iken o bölü­
mün yayınlanm asına izin verilm em iş ya da Aytm atov bunu, okuduğunuz
bu ve öteki eserleriyle ortam ı hazırladıktan sonra ayrı bir rom an olarak
yayınlam ayı uygun b u lm u ştu r. A ylm atov’uıı bu so n rom anını da O tü k en
N eşriyat için T ü rk ç e ’ye çevirm iş bulunuyorum .
"Cengiz H an 'a Küsen Bulut" adım taşıyan bu çok güzel ro m an ı o k u m ad an
"Gün Otur Asra B edel’ rom anının tam am ını okum uş olam ıyacağınızı siz
sayın okurlarım ıza hatırlatm ayı gerekli görüyorum.
Aytm atov bu son eserinden (Cengiz Han'a Küsen B ulut'ta) Cengiz
H an ’ın A vrupa seferiyle ilgili ço k güzel ve b u g ü n lere çağrışım yaptıran
bir efsaneyi, ö ğ re tm e n A b u ıalip K ultubayev’in nasıl ö ld üğünü ve
K G B'nin insanı şaşkınlıklar içinde bırakan çalışma yöntem lerini öğreni­
yoruz. Saygılarımla. (R efik Özdck)


Click to View FlipBook Version