The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by erenaslan08, 2017-01-20 07:02:53

KÜLTÜR ATÖLYESİ III

Sanat ve Tasarım Fakültesi Bülteni - Bahar 2015
















DOSYA: İSTANBUL























































DOSYA: KÜLTÜRİST - İSTANBUL EKONOMİSİ - DEVRİM ERBİLʼİN İSTANBULʼU - HALDUN DORMEN İLE İSTANBUL VE SANAT ÜZERİNE - TÜRKİYEʼNİN KARTVİZİTİ İSTANBUL
İSTANBULʼUN DÜNYA KÜLTÜR VE SANAT PİYASASINA GİRİŞİ - YOK OLAN KATMANLAR İSTANBUL - İSTANBULʼUN AZINLIK KULÜPLERİ -GÖLGEDE KALAN YAZILAR VE SÖZLER

.h/7h5 $7g/<(6ú
6DQDW YH 7DVDU×P )DNOWHVL
úOHWLüLP 6DQDWODU× %|OP 8\JXODPD %OWHQL
6D\× <×O '|QHP %DKDU
352-( '$1,û0$1/$5,
Oktay VEREL
5HQJLQ .hdh.(5'2ø$1
PROJE YÜRÜTÜCÜSÜ
2QXU 6$/.,0
<$<,1 .858/8
,ü×O =(<%(.
9RONDQ (.ú1
<$=, úû/(5ú
%DUWX d,/.,1
&DQV×Q û$û0$=
*OFDQ *h/0(1
0HOLV '(581
2VDQQD .DUROLQ %('2
6PH\UD <$</$2ø/8
<DUHQ &(%(&ú2ø/8
*g56(/ <g1(70(1
(UHQ $6/$1
0ú=$13$-
2QXU 6$/.,0
(UHQ $6/$1
.$3$. 7$6$5,0,
'LGH $.'$ø 6$7,5
5(./$0 6321625/8.
%HVWH 'ú.(5 /ikustf
%üUD %2'85 @ikustf
&H\KXQ d2.<$û$5
'X\JX .$5$.8û
(PLU &DQ $7(û
(UVLQ $<'(1ú=
(VUD g=<,/0$=
0DULD %$57ú1
0XUDW .DDQ <$98=
6HoLO g=(1(5
=H\QHS g=<,/0$=
ú.h0('

.$7.,'$ %8/81$1/$5
$KPHW %ú.úd úSHN $7,&,
$U]X (&(2ø/8 0HKPHW 6KD 6$5,2ø/8
$VO× '$9$= 0HKPHW <$ûú1
$\WXU û$+ú1%$< 0HORGL $/78162<
%DQX 0$1$9 0HUW .HUHP '(0ú5&$1
%DWX '858 1DJLKDQ d$.$5 %ú.úd
%HJP %XUFX 6g10(=(5 1LKDQ 6(/(.
%HQLDQ .$/$)$72ø/8 1XU (\OO ú/.$5
%HüLU ú=*g5'h 1XUGDQ .2<81
%H\]D %2=.857 2NDQ 250$1/, %$6,0 <(5ú
%XUoLQ ú/(5ú 2NDQ h=(< * 0 0DWEDDF×O×N YH 7LF $ û <×O 0DK
%XVH d2%$12ø/8 Oktay VEREL 0$6 6ú7 &DG 1R %DùF×ODU úVWDQEXO
%üUD 62.85 gPU .,1$< 7HO
%üUD 985$/ gQHU (5'2ø$1 )DNV
&H\GD 6,5 g]OHP 6(9ú1'ú.
'HQL] <(1*ú1 6DOLK .$/$)$72ø/8 %$6., 7$5ú+ú $ùXVWRV
'HU\D (5*h1 6DPL 6$5$d
'LGH $.'$ø 6$7,5 6HOHQ 781&$/ ú/(7úûú0
'LODUD $56/$1*g5h5 6HOLQVX .$5$7$û $WDN|\ <HUOHüNHVL
(GD 'ú1'$5 6LEHO 6ú95ú.$<$ ( .DUD\ROX ]HUL
(PHO ú0$02ø/8 7HRPDQ 6h'25 %DN×UN|\ úVWDQEXO
(UWXùUXO (PLQ $.*h1 7XùoH 6(=(12ø/8 7HO
(\PHQ $.7(/ 7XùoH <$0$1
(]JL &DQVX û$)$. 9RONDQ (.ú1
*L]HP <,/0$= <DVLU .$/,1
úPUH 7(=(/ =H\QHS .$<5$.

GÜNCEL

S8
DOSYA:İSTANBUL
S13
BİR TUTAM ŞİİR, ÖYKÜ,
BESTE VE GENÇ BAKIŞ
S131




GÖLGEDE KALAN YAZILAR

GEZİ-YORUM ŞİİRLER VE SÖZLER
S248 S179


KÜLTÜR’DEN
S276





KÜLTÜR’LEN

S282





















İÇİNDEKİLER

2













EDİTÖRLERDEN “Kültür Atölyesi 03”








İşte Kültür Atölyesi 03
HAK ETMEK
“İstanbul Dosyası” ile
yayında... Soluk alıp verebiliyorsan
Yaşamın penceresini açabiliyorsan aydınlığa
Tüm insanlığa “merhaba kardeş!” diyebiliyorsan
Kahverengimsi yediverenleri suluyor
İncir ağacının gölgesinde gülüyorsan
Fakültemizin ve İletişim Sanatları Sevdiğin kadın için gözyaşı dökebiliyor
Bölümü öğrencilerimizin birlikte Sana yapılan haksızlıkları bilgelikle karşılayabiliyorsan
uzun soluklu bir çalışmanın ardından Ağlayan salkım söğütleri teselli ediyor
ortaya çıkardıkları yeni bir Kültür Tarihin derinliklerinde “Kartaca yanıyor” diye üzülüyorsan
Atölyesi Dergisiyle karşınızdayız. Geçmiş zamanların rüyalarıyla avunuyor
Yazıların bekçiliğini yapan kalemlerin duruyorsa

Hatırlayacağınız gibi, Oktay Verel Van Gogh’un yağlı boya resimleri duvarı süslüyor
hocamızın bir projesi olarak ortaya Kendi mavi aleviyle bedenini yakan mumda şairliğin tutuyorsa
çıkan ve İletişim Sanatları Bölümü Ses sessizliğe küstüğünde onları barıştırabiliyor
“Seminer” derslerini alan öğrencilerin 1931’de yapılan ilk Türk sesli filmi “İstanbul Sokakları’nda” yı severek izliyorsan
Kendi yaşam filmini geriye sardığında geçmiş yıllarına telefon ediyor
uygulama amaçlı etkinliği olarak Çalınmış zamanlarına ağıt yakan bir mektup yazıyorsan
yaşam bulan bu derginin yeni sayısı, Atatürk’e saldırmanın alçaklığındaki ihaneti görüyor
ele alınan konular ve içeriği açısından Bu nankör ve Allah’sız insanlarla birlikte yaşama katlanabiliyorsan
daha da zenginleşti.
Ve takvimden her yaprak düştüğünde kalbinden bir tel kopuyor
Ve yine de her koşulda Allah’a şükredebiliyorsan
Bildiğiniz gibi, Kültür Atölyesi’nin Yaşamı seviyor ve onu hak ediyorsun demektir.
her sayısında bir “dosya konusu”
bulunmaktadır. Bu kez de dosya Oktay VEREL
konumuz “İstanbul”.


Kalabalıklığına, yoğun trafiğine,
kaotik yapısına, umarsızca olup arzulayarak yaşamımızı “bir tutam şiir”, “bir tutam beste”, “bir
yükselen yapılarına rağmen, bir sürdürmeye devam ettiğimiz büyülü, tutam anı” diyerek “İstanbul” temalı
türlü kopamadığımız, renkleriyle, bir o kadar da hareketli mega kent röportajlar, makaleler ve deneme
ruhuyla, eğlencesiyle, kültür-sanat İstanbul… yazılarını, Oktay Verel hocamızın
etkinlikleriyle, boğazıyla gönül bağı değerli arşivinden yapılan seçkiyle
kurduğumuz İstanbul… Her türlü Konu “İstanbul” olunca, yazılara sınır ortaya çıkan sarı sayfalarla bezeyerek,
olumsuz koşullara rağmen severek, koymak imkansızdı… Bu noktada Kültür Atölyesi 03’ü yayına soktuk.
isteyerek, hatta kimi zaman uzaklarda bizler, İstanbul’a dair “bir tutam öykü”, Aslında “bir tutam” söylemini de

3























dile getirmemizin temel nedeni, az bizi destekleyen ve
önce de belirttiğimiz gibi, birçok anlamlı yazılarıyla
imparatorluklara ev sahipliği yapan dergimize değer
ve kralların, sultanların başkenti katan Rektörümüz
olarak nitelendirilen, kendine Prof.Dr. Sayın
özgü simgeleri, dokusu ve yaşam S.Semahat Demir’e; İKÜ
biçimleri olan büyülü, gizemli şehir Ailesini kuran ve çalışma
“İstanbul” üzerine yazılan, çizilen, disiplini, bitmek tükenmek
konuşulan, resmedilen konuların bir bilmeyen enerjisiyle bizlere
okyanus kadar geniş, büyük ve derin her zaman örnek olan Onursal
olmasından kaynaklanmaktadır. Başkanımız İnş.Yük.Müh. Sayın
Dolayısıyla, marka şehir İstanbul’u Fahamettin Akıngüç’e; bize inanan
anlatmaya cilt cilt kitaplar yetmez hiç ve bu derginin sizlerle buluşmasında elemanlarına; kapak tasarımında
kuşkusuz... Bu bağlamda amacımız, çok büyük katkısı olan, ayrıca dergiye ‘İstanbul’ imgesini yeniden
İstanbul’un kimliğini sorgulamak, okunması doyumsuz, etkili yazıları ile sorgulayan Öğr.Gör.Dr. Dide Akdağ
eleştirmek değil; içinde yaşadığımız değerli katkılarda bulunan Mütevelli Satır’a ve her aşamasında Dergimize
ve bizlere sınırsız imkanlar sunan Heyet Başkanımız Dr. Sayın Bahar katkı sağlayan, özellikle başta şu anda
ancak kimi zaman varlığını, değerini Akıngüç Günver’e teşekkürlerimizi mezun olan tüm İletişim Sanatları
ve güzelliklerini hiçe saydığımız bu bir borç biliriz. Bölümü öğrencilerimize teşekkür
güzel şehrin, insanların yaşamına ederiz.
nasıl dokunduğunu anımsamak, Kültür Atölyesi 03’e İstanbul’u anlatan
anımsatmaktır. Bir başka deyişle, yazılarıyla destek veren başta Prof. Kültür Atölyesi 04’te tekrar karşınızda
‘bir tutam İstanbul’dur aktarmak Dr. İskender Pala, Prof.Dr. Durmuş olmak dileğiyle, keyifli okumalar…
istediğimiz... Sonuçta bu dosyada Dündar, Gazeteci Yazar Burçak Evren,
İstanbul ile ilgili hem eleştiri var, Sanatçı Prof. Devrim Erbil, Tiyatrocu Proje Danışmanları
hem övgü var, he güzellikler var, Haldun Dormen, Yrd.Doç.Dr. Metin Öğr.Gör. Oktay VEREL
hem de çirkinlikler var... Ve belki de Bolcal, Doç.Dr. Uğur Batı, Görüntü Prof.Dr. G. Rengin KÜÇÜKERDOĞAN
söylenmesi gereken, Kültür Atölyesi Yönetmeni Ömer Denizer’e ve diğer
03’ün “İstanbul” sayısı, İstanbul tüm destekçilerimize, yazarlarımıza
ile ilgili bir öntad, bir kuşbakışı katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
görüntüdür...
Kültür Atölyesi 03’ün hazırlık
Bir dergi kolay çıkarılmıyor; sürecinde özveriyle ve sabırla çalışan
maddi ve manevi destek gerekli Onur Salkım ve Eren Aslan,Prof.
oluyor hiç kuşkusuz. Bu bağlamda, Dr.Işıl Zeybek ve Yrd.Doç.Dr.
dergimizin adının konulduğu andan Volkan Ekin’e; Fakültemizde Kültür
itibaren sürekli yanımızda olan, Atölyesi’ne destek veren tüm öğretim

4












Dr. Bahar Akıngüç Günver
İstanbul Kültür Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı







İSTANBUL OKUL, gecekondulara da… Kimileri için umut ve burada çocuklarımı yetiştirdim
vaat eden kimilerinin hayallerini yerle ben. Dolayısıyla İstanbul benim için
BİZLER ÖĞRENCİ bir eden. Hangi evin penceresinden bir hayat okulu oldu diyebilirim.
baksanız, başka yüzünü, yeni bir
Gerçekten de bu şehir, okul gibidir
yönünü görebileceğiniz bir şehir dersini almayı bilen için. Mesela
İstanbul. herkes eşittir İstanbul sokaklarında.
“Her yönüyle İstanbul”… Kültür Asmalımescit’i, Çiçek Pasajı,
Atölyesi, yeni temasını benimle Ben Cihangir’de doğdum ama Tünel’i, Nevizade’si ile başlı başına
paylaştığında, neler söyleyebileceğimi çocukluğum şehrin sayfiye bölgesi bir dünya olan Beyoğlu’nun kalbi
düşündüm. Her şeyden önce sanatın denilen semtlerinden birinde İstiklal’de yürürken örneğin… Bunu
neredeyse her dalına ilham vermiş bir Yeşilköy’de geçti. Her sokak denize hissedersiniz. O kalabalıkta biri
şehir söz konusu. Savaşlara ve barışlara çıkar orada. O yüzden belki de bu olduğunuz anda bir olduğunuzu
sahne olmuş, ezan ve çan sesini şehrin kokusu deniz, dokusu mavidir hissedersiniz İstanbul’la.
buluşturmuş, farklı dilleri ve kültürleri bana kalırsa. Nereye gidersem
el ele tutuşturmuş, ortasından deniz gideyim, bana “dön gel” diyen bu İş nedeniyle dünyanın farklı yerlerine
geçen, iki kıtayı birleştiren koca bir şehrin denizidir. gittiğimde özellikle Avrupa ülkelerine
şehir sözü edilen. Taşı toprağı altın ve ABD’ye orada şehrin insanlarla
diye tasvir edilen… Saraylara da İstanbul’da doğdum, okudum… uyumlu olduğunu görürsünüz. Elbette
yer var topraklarında, derme çatma Burada büyüdüm, burada evlendim bunun çok iyi tarafları var. Ancak

5























İstanbul’lu olmak hem biat etmek hem vardı üzerimde her
de başkaldırmayı bilmek demektir. yabancı gibi ama
Şehirle bir küser bir barışırsınız. gittiğim yerlerde ne
Vapurları mesela, basar gider… kalabalık ürküttü beni
Bir sonraki vapura kadar şehre küs ne keşmekeş. Çünkü ben
kalırsınız. Sonra… Sonrasında bir bir İstanbulluyum.
simit, bir çay bir de martıyla muhabbete
bakar, barışmanız. Öylesine güzeldir Dünya ülkelerinin şehirleri
işte İstanbul. ve İstanbul’un farkı demişken…
Son iki yıldır bir hedef belirledik biz,
Kaos da bu şehrin bir parçası. “uluslararasılaşma” dediğimiz. Bu
Tekinsizliği rahatsız eder çoğu zaman başlıktaki hamlelerin içinde yabancı
insanı. Ancak burada doğan ve öğrencilerimiz önemli bir yerde. Bu baharatın adını hafızaya kazımalı.
doyan, burada yaşayan ve yaşlanan, hedef çerçevesinde onlara yalnızca Sahafları gezip kitapları koklamalı. Bu
burada savaşan herkes, dünyanın üniversitenin değil İstanbul’un da şehirde hangi taşı kaldırsan altından
her yerinde yaşar gibi geliyor bana. kapılarını açmaya çalışıyoruz. Sadece bir efsane çıkar. Aramalı, bulmalı.
İstanbul’la yaşadığım ilk ayrılıkta eğitim değil bir kültür hizmeti Özetle bu şehrin her yönünde bir ders
bunu anlamıştım. Elbette farklı bir sunmak için de çalışıyoruz. Çünkü var almasını bilene, almak isteyene,
ülkede olmanın getirdiği tedirginlik İstanbul başlı başına bir okul. Yalnız ertelemeden yaşamalı.
sarayları ya da deniziyle değil üst
geçidiyle, çarşısıyla, pazarıyla, insan
manzaralarıyla. Doğu ve batıyı Dr. Bahar Akıngüç Günver
muazzam biçimde sentezleyen
DNA’sıyla. Hayatı ıskalamadan İstanbul Kültür Üniversitesi
yaşamayı öğrenmek için bütün renkler Mütevelli Heyet Başkanı
var bu şehrin dokusunda.

Herkes bu şehirde yaşamalı ömrünün
en azından bir diliminde. Mevsime
göre ya bir erguvan ya bir çınar altında
soluklanmalı. Bir kahve söylemeli
Galata Kulesi’nin dibinde ya da
Yeniköy’de bir balık sofrası kurmalı.
Kapalıçarşı’dan eşe dosta küçük
birer hatıra almalı. Olmadı güvercin
beslemeli Beyazıt Meydanı’nda ya da
Mısır Çarşısı’ndan birkaç tür şifalı

6

























































































http://www.manzara.gen.tr/w1/oltalar-ve-boğaz.jpg

7












Prof. Dr. S. Semahat Demir
İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörü



BENİM İSTANBUL’UM…


Her insan doğup büyüdüğü ve da en sevdiğim
yaşadığı şehri kendi penceresinden İstanbul rotalarından
bakarak yorumlar… Kimileri biri oldu. Hasan Ali
yalnızca şehre hakim olan kaosu Yücel İlkokulu’nda
görür, kimileri tarihi, kimileri doğal okuduğum yıllarda
güzellikleri… Kültür Atölyesi’nin Etiler’i, Beşiktaş’ı…
yeni sayısına ilham veren, doğup
büyüdüğüm şehir İstanbul’un, benim Robert Kolej’de okuduğum
penceremden görünen manzarasını yıllarda ilham veren, dinlendiren
tek kelimeyle ifade etmek gerekirse manzarası, Arnavutköy, Bebek…
şunu söyleyebilirim: Rengârenk… İstanbul bana her şeyden önce
yaşamın içine karışmayı, hayattan
Kültür Atölyesi bu sayısında bana, keyif almayı öğretti. Öğrenmekten ayrılık. Houston’un oldukça nemli ve
İstanbul ile kurduğum bağı, benim heyecan duyan, yaşamdan haz insanı bunaltan sıcağına ve nemine
için ifade ettiklerini hayatımdaki almayı, mutlu olmayı ilke edinmiş alışmaya çalıştığım dönemler…
yerini yeniden gözden geçirme fırsatı insanları böylesine ödüllendiren Bir akşam öyle sıcak bir havada
sağladı… Böyle düşündüğümde bir şehir, dünya üzerinde çok azdır. İstanbul’un özellikle de boğaza yakın
fark ettim ki ben nereye gidersem Örneğin bir çay bahçesinde asırlık yerlerde insanı ferahlatan o serinliğini
gideyim, İstanbul’umu hep yanımda, çınarların altında oturup bir bardak ne kadar özlediğimi fark ettim. O
kalbimde taşımışım. Çalıştığım çay yudumlamak… Benim için paha serinliği yüzümde hayal ettiğim anı
ofslerde küçük bir resimle de olsa biçilmez anıların arasındadır. dün gibi hatırlıyorum. Kim bilir
İstanbul’a yer açmışım. İstanbul belki de nem, sıcak bahaneydi. Esas
tişörtlerimle kültür elçiliği yapmışım. ABD’deki 25 yıllık kariyerimde mesele doğup büyüdüğüm şehre,
Daha da önemlisi, her gittiğim yerde İstanbul her gelişim benim için bir İstanbul’uma duyduğum özlemdi.
ben, Benim İstanbul’umu aramışım. yenilenme süreciydi diyebilirim.
“Bulunduğum ülkelerin şehirlerinde Tramvaya binip Sirkeci’de inmek, Karı, yağmuru, lodosu hatta kaosu,
caddelere, sokaklara önce İstanbul’u Eminönü’ne yürüyüp orada balık- trafği, zaman zaman hepimizde
andırıyor mu?” diye bakmışım. ekmek yemek, Adada faytonla yarattığı stresine rağmen, İstanbul
dolaşmak, Arnavutköy’den Bebek’e güzel, yegâne… İstanbul her zaman
Bu bağlılığın ardında İstanbul’da yürümek… Her biri benim için ve her an yaşanmaya, okumaya,
geçirdiğim hatta şehirle dönem dönem ayrı kaldığım dinlemeye, öğrenmeye değer.
bütünleştiğim deneyimlerin payı İstanbul’umun, bana hoş geldin
çok yüksek. Çocukken babamın beni hediyesi gibiydi… Prof. Dr. S. Semahat Demir
elimden tutup götürdüğü, evimizden Rektör
Taşla Kışla binasına uzanan yolu Hiç unutmuyorum... ABD’de
anımsıyorum… O yol sonrasında, Houston’a gittiğim ilk dönemlerdi.
benim Teknik Üniversite yıllarımda İstanbul’la yaşadığım ilk ve en uzun

8










GÜNCEL

İKÜ SİNEMATEK > İstanbul Konulu Filmler








“İSTANBUL FİLMLERİ” kültür kurumu arayışındaydık. Bu
VE ÜÇ BİN BEŞYÜZ süreçte İKÜ Sanat Danışmanı ve İKÜ
Resim Koleksiyonu yöneticisi Agop
SEÇKİN FİLM Egoyan, aynı zamanda bir sinema
İKÜ SİNEMATEK’TE… tutkunu olan İKÜ Mütevelli Heyet
Onursal Başkanı Sayın Fahamettin
Akıngüç’ün benzer bir film arşivi
kurma projesi olduğundan söz etti.
İstanbul Kültür Üniversitesi; sinema Sayın Fahamettin Akıngüç’ü tanıyıp,
sanatı ve kültürünün öğrenci sanata, sanatçıya bakış açısını da
gelişimine olan önemli katkısını, Sanat gördüğümüzde, böyle seçkin bir
ve Tasarım Fakültesi bünyesinde arşivin İstanbul Kültür Üniversitesi İKÜ Sinematek Koordinatörü İbrahim Dedeoğlu
kurulan “İKÜ SİNEMATEK” ile farklı Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde
bir boyuta taşıdı… korunup, gelişebileceğine inandık ve Sinematek arşivinden dersleri içinde
çalışmalarımıza başladık.” yararlanacaklarının altını çiziyor

Sanatsal donanımı, çağdaş bireysel ve öğrencileri sinemanın seçkin
gelişimin en önemli yapı taşlarından Öncelikle arşivdeki filmlerin örnekleri ile buluşturarak, 7.Sanatı
biri olarak kabul eden İKÜ Sanat sınıflandırıldığını belirten Sinematek tüm İstanbul Kültür Üniversitesi
ve Tasarım Fakültesi, “İKÜ Koordinatörü İbrahim Dedeoğlu üç öğrencileri için bir hobiden çok
SİNEMATEK” projesi ile titiz ve bin beşyüz filmlik listenin her geçen “kültürel bir birikim kaynağı”
örnek bir çalışma gerçekleştirdi. gün artarak büyüdüğünü ve İKÜ yapmayı amaçladıklarını da belirtiyor.
Sinematek’in farklı projelerle sinema

Sinemaya gönül verip, tutku ile sever öğrencilere hizmet edeceğini İbrahim Dedeoğlu; bu sayımızın
bağlı olan ancak 2009 yılında vefat anlatıyor ve film sayısının yakın özel dosyası “İstanbul” olunca İKÜ
eden Orman Yüksek Mühendisi gelecekte beş bin filme ulaşacağını Sinematik’de var olan ve görülmesi
Ender Herdurak’ın seçkin film belirtiyor. gereken İstanbul filmleri seçkisini
koleksiyonunu üniversitemizle Kültür’lü öğrenciler ve sinema
buluşturan İKÜ Sinematek İKÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi meraklıları için hazırladı;
Koordinatörü İbrahim Dedeoğlu içinde yer alan İKÜ Sinematek’i yıl
kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyor; boyunca duyurusunu üniversitede 1-Yılmaz Ali /Yön:Faruk Kenç 1952
Tutkulu ve bilgili bir sinema önceden yaptığı ve bütün bir
meraklısı olan Ender Herdurak’ın yıla yayılan haftalık ücretsiz film 2-İstanbul Canavarı/Yön:Çetin
uzun yıllar içinde özenle seçtiği gösterimleri ve “Sinema Günleri” Karamanbey 1953
filmlerden oluşan bu koleksiyonu düzenliyor. Dedeoğlu; özellikle
sürekli geliştirecek ve koruyacak bir Sinema ve Televizyon öğrencilerinin 3-Kanun Namına /Yön:Lütfü Akad

9



















































4-Üç Tekerlekli Bisiklet/Yön:Lütfü Akad 14-Denize İnen Sokak/Yön: Erdoğan Tokatlı 24-İstanbul Kanatlarımın Altında/
Yön:Mustafa Altıoklar
5-Şöför Nebahat/Yön:Metin Erksan 15-Son Kuşlar/Yön:Erdoğan Tokatlı
25-Muhsin Bey/Yön:Yavuz Turgul
6-Vesikalı Yarim/Yön:Lütfü Akad 16-Hanım /Yön:Halit Refiğ
26-Anlat İstanbul/Yön:Ümit Ünal,
7-Kırık Çanaklar/Yön:Memduh Ün 17-Yusuf ile Kenan/Yön:Ömer Kavur Kudret Sabancı, Selim Demirdelen,
Ömür Atay,Yücel Yolcu
8-Üç Arkadaş/Yön:Memduh Ün 18-At/Ali Özgentürk
27-Organize İşler /Yılmaz Erdoğan
9-Ah Güzel İstanbul/Yön:Atıf Yılmaz 19-Bizim Aile/Yön: Ergin Orbey
28-Uzak İhtimal/Yön:Fazıl Coçkun
10-Gurbet Kuşları/Yön :Halit Refiğ 20-Canım Kardeşim/Yön:Ertem Eğilmez
29-Üç Maymun/Yön:Nuri Bilge Ceylan
11-Otobüs Yolcuları/Yön:Ertem Göreç 21-Beyoğlu’nun Arka Yakası /Yön:
Şerif Gören 30-Hayat Var /Yön:Reha Erdem
12-Karanlıkta Uyananlar/Yön:Ertem
Göreç 22-Çöpçüler Kralı/Yön: Zeki Ökten

13-Acı Hayat/Yön:Metin Erksan 23-Tabutta Rövaşata /Yön:Derviş Zaim

10










BAŞLIK
GÜNCEL
SEECS > Kısa Film Festivali İlk Kez İstanbul Kültür Üniversitesi’nde










İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve
Tasarım Fakültesi İletişim Tasarımı
Bölümü, üyesi ve kurucusu olduğu
SEECS’in (Güneydoğu Avrupa Sinema
Okulları Birliği) ortaklığıyla 1. SEECS
Kısa Film Festivali’ne 28-30 Nisan
2015 tarihleri arasında ev sahipliği
yaptı.

Birliğe üye okullardaki öğrencilerin
sinema kültürü bilincini geliştirmek,
öğrencilerin ürettiği kısa flmlerin
yeni ve seçkin örneklerini üniversite
gençliğine sunmak, festival Tudor Cristian Jurgiu, Yrd.Doç.Dr. ile Lana Kosovac, Jüri Özel Ödülüne
programında yer alan flmlerin Perihan Taş Öz ve Yrd.Doç.Dr. Okan “Ta’riz: Te Colorful Kids of the Grey
yaratıcılarını bir araya getirerek bilgi Ormanlı’nın değerlendirdiği flmler, City” flmiyle Sezer Ağgez, En İyi
ve deneyimlerini paylaşmalarına öncü 10 ayrı kategoride ödüle layık görüldü. Kurmaca Film ödülüne ise “Moonless
olma amacı taşıyan festivale; Sırbistan Öğrencilerin, sinemaseverlerin ve Summer” flmi ile Stefan Ivancıc layık
(2 okul), Yunanistan, Arnavutluk, akademisyenlerin ilgiyle izlediği görüldü.
Bulgaristan, Hırvatistan, Romanya ve festivalde; En İyi Poster ödülüne
Türkiye olmak üzere 7 ülke, 8 okuldan Tomislav Soban’ın “Palufnale” Festivale, İstanbul Kültür Üniversitesi
70 kısa flm ve 20 flm afşi başvurdu. flminin afşi, En İyi Kadın Oyuncu Rektörü Prof.Dr. Sıddıka Semahat
Bu flmler arasından seçilmiş olan 44 ödülüne “Alone” flmindeki Demir, Rektör Yardımcısı Prof.Dr.
kısa flm festival gösterimine dahil performansıyla Sanja Mılardovıc, En Sermin Örnektekin, Sanat ve Tasarım
edildi. İlgi ve katılımın oldukça yoğun İyi Erkek Oyuncu ödülüne “In Te Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Rengin
olduğu festivalde öğrenciler bol bol House” flmindeki performansıyla Küçükerdoğan, Eğitim Fakültesi
flm izlemenin yanı sıra bilgi, estetik Alexandru Sınca, En İyi Kurgu Dekanı Prof.Dr. Hasan Şimşek,
ve deneyimlerini paylaşma şansı ödülüne “Story About Mare” flmiyle İletişim Sanatları Bölüm Başkanı Prof.
yakaladılar. Ayrıca flm gösterimi Tomıslav Stojanovıc, En İyi Senaryo Dr. Işıl Zeybek, Sanat Yönetimi Bölüm
dışında düzenlenen diğer etkinlikler ödülüne “Black Squad” flmiyle Başkanı Prof.Dr. Mehmet Üstünipek,
sayesinde keyifi anların yaşandığı Andrei-Nicolae Teodorescu, En İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölüm
ve birlikte proje üretmelerine zemin İyi Görüntü Yönetmeni ödülüne Başkanı Prof.Dr. Gülay Keleş Usta,
oluşturacak dostlukların kurulduğu “Accordaj” flmi ile Eduard Parvu, İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı ve
bir atmosfere ev sahipliği yapıldı. En İyi Belgesel Film ödülüne “Park Güneydoğu Avrupa Sinema Okulları
Festivalin jüri üyeliğini üstlenen of Love” flmi ile Lana Kosovac, En Birliği Başkanı Prof.Dr. Bülent
Chavdar Chernev, Davor Svaic, İyi Yönetmen ödülüne “Alone” flmi Küçükerdoğan katılmışlardır.

11










GÜNCEL Teknik Gezi-Çalıştay > İKÜ İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü


Öğrencileri ve Öğr. Elemanları







KÜTAHYA SERAMİK Tasnif ve Paketleme Müdürü ziyaretleriyle tamamlanmıştır.

ÜRETİM TESİSLERİ Sayın Mustafa Elgün tarafından Çalıştay kapsamında belirlenen
konu başlıklarıyla ilgili sunum
da seramik uygulama alanlarına
yönelik bir sunum yapılmıştır. gerçekleştiren öğrencilerimize,
Kütahya Fabrika çalıştayı, Porselen düzenlenen bir küçük törenle katılım
İstanbul Kültür Üniversitesi, İç Müzesi ve Seramik Satış mağazası sertifikaları verilmiştir.
Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü
öğrencileri 20-21 Nisan 2015
tarihlerinde NG Kütahya Seramik
Üretim Tesisleri Teknik Gezisi ve
Çalıştayı’na katılmıştır. MEKAN 2015
İç Mimarlık Öğrencileri Bitirme Proje
Yarışması ve İÇMEK İç Mimarlık
Eğitimi 3. Ulusal Kongresi’ne
sponsorluk desteği veren NG Kütahya
Seramik ile başlayan işbirliği
kapsamında gerçekleşen çalıştayın
organizatörlüğünü Bölümümüz adına
Doç.Dr Banu Manav üstlenmiştir.
Çalıştaya katılan 41 öğrencimize,
çalıştay yürütücüleri olarak Doç.
Dr Banu Manav, Yrd.Doç.Dr Arzu
Eceoğlu, Öğr.Gör.Dr Armağan
Ş.M.Eke, Arş.Gör Ali Kemal Terlemez,
Arş.Gör Orkan Z. Güzelci ve Arş.Gör
Handan D.Güzelci eşlik etmişlerdir.

Çalıştaya katılan öğrencilerimiz
son teknolojinin kullanıldığı üretim
tesislerinde farklı desen ve renk
seçenekleriyle, 10cmx20cm den
120cmx240cm ölçülerine uzanan ebat
alternatifleriyle, yer-duvar karosu,
sırlı porselen karo, granit ve cam
mozaik üretimini görmüş ve teknik
bilgi almıştır. Lojistik Planlama

12

13

14










İSTANBUL Prof.Dr.İskender Pala > İKÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü


> Yazar







Mevlana Celaleddin Rumi’nin ki yüzyıllarca sokaklarında
altı ciltlik ünlü kitabı geliyor. marifet çarşıları kurulup bilgelik
KÜLTÜRİST İstanbul adı da tıpkı gül ve kumaşları satılmıştır. Yani
burada gönül almak, hemen
mesnevi gibi anlam ifade eden bir her çağda, bir meta almaktan
kelimedir. Kelimenin etimolojik değerli ve pahalı ola gelmiştir.
kökeni Grekçe, “eis tin polin”dir. İstanbul, yani şehir, tarihin
Kaynaklarda “İstinpolin” veya arşivinde bir medeniyetler
Bazı isimler vardır, cins ad iken özel “Stinpoli” gibi kullanımlarına klasörüdür ki zamirinde tabaka
ad yerinde kullanılırlar. Gül kelimesi da rastlanan kelimenin sözlük tabaka kültürler dosyalanmıştır.
bunlardan biridir. “Gül”, Farsça’dan karşılığı “şehir” demektir. Bunun Bir dosyayı kaldırdığınızda
dilimize girmiştir ve genel anlamda sebebi daha başlangıçta bir şehir altından bir başka dosyanın zengin
“çiçek” demektir. Hatta İran’da bir olarak kurulmuş olmasıdır. Tıpkı içeriği sizi karşılar. Arkeologlar,
çiçekten bahsedilirken çiçek adının Bağdat gibi. Bazı şehirler gibi Marmaray’ın uzantısı olan metro
önüne gül kelimesi getirilerek köyden kasabaya, kasabadan çalışması esnasında Yenikapı
tanımlanır. Gül-i nergis = nergis kente dönüşmediği için olsa gerek bölgesinde bulunan batıklar ve
çiçeği, gül-i şeb-bû = gece kokulu bu şehri kuranlar oraya özel bir asar-ı atîkalara bakarak şehrin
çiçek, şebboy… gibi. Gülistan veya ad koymayı gereksiz bulmuşlar tarihinin dokuz bin yıla doğru
gülzar kelimeleri de buna bağlı olarak yalnızca “şehir” deyivermişlerdir. geri götürüldüğünü söylüyorlar.
“çiçek bahçesi” anlamı taşır. Oysa M.Ö. VII. yüzyıla uzanan tarihi Dünya üzerinde bütün bu kadar
bugün gül dediğimizde bütün diğer boyunca defalarca kuşatılan ve zamanı eleyip özlü habbeleri
çiçeklerden ayrı olarak bir tek çiçeği fethedilen, tekrar kuşatılan ve kalburun üstünde toplayan başka
anlıyoruz; yediveren gülü, kadife fethedilemeyen, zamanla eskiyen, bir şehirden söz edilemiyor.
gülü, katmerli gül, kızıl gül gibi… yenilenen, yeniden kurulan ve Yani İstanbul çok uzun bir
tekrar eskiyen İstanbul’a “şehir” geçmişe doğru Grek, Latin,
Gül ismi gibi, cins ad iken bir türe adının yakışmasında hiç şüphesiz çok tanrılı, tek tanrılı, Yahudi,
özel ad olan başka bir kelime de üzerinde sayısız medeniyetin Hıristiyan, Türk, İslam kültür ve
“mesnevi”dir. Bilindiği gibi “mesnevi” ayak izlerinin bulunmasının uygarlıklarının ortaya koyduğu
Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin rolü vardır. Asırlar akarken en zengin “Stinpolin”dir. Hiç
gibi beyitler halinde yazılan bir ona büyük harfle yazılan bir kesintiye uğramadan 9.000 yıldır
şiir formunun adıdır. Ama bütün “Şehir” saygısı göstermeyip biriken ve yaşanan bir kültürün
mesnevi kitapları içerisinde en içindeki hayatı sığlaştıranlar içinde olmak, ona hükmetmek,
güzel, en muhteşem olan bir tanesi olmuşsa da İstanbul yine kısa onunla bütünleşmek… Şimdi
“mesnevi” cins adını özel ad olarak sürede hayatı “Şehir” kimliğiyle söyleyeceklerimi garipseyecek
üzerinde taşır ve kelimeye büyüklük harmanlamayı başarmıştır. Bu olursanız, bugüne kadar
değeri katar. Nitekim bugün özellik burada yaşayanlara öyle duyduklarınızla çelişirse yahut
“Mesnevi” denildiğinde aklımıza bir gönül duyarlılığı vermiştir sizi İstanbul hakkında yeniden

15























düşünmeye zorlarsa, bu, sizin bir türlü tahammül
fikirlerinize katılmadığımdan edemiyorum.
değil, İstanbul’da bir
yazarın ne hissettiğini Size de olmuştur
göstermek isteyişimdendir. mutlaka, şehirler,
genellikle çehrelerini
İstanbul’u ilk defa 1977 yılında biz fark etmeden
gördüm. Özlemini çeke çeke değiştiriyorlar. Sanki
büyümüştüm ve karlı bir Ocak bir el, biz uykudayken,
seherinde bir yol tanıtım levhası küçük bir zaman aralığında
okuyuverdim: “İstanbul, nüfusu, başkalaştırıveriyor onları, yahut
3.100.000” Aradan yıllar geçti, onlar başkalaşırken biz derin
hayaller ve umutlar yaşandı. İkimiz uykulara dalıyoruz nedense. Sonra atalarınızdır, hatıralarınızdır.
de büyüdük. Ama o benden daha bir bakıyoruz, bizim şehrimiz, Çünkü şehir, tarihtir.
hızlı büyüdü. Şimdiki nüfusu pek o eski yaşadığımız mekanlar,
çok Avrupa ülkesinin toplamından artık hatıralarımızı biriktiren bir Sevdiğim şehri anlatan bir
daha kalabalık artık. Ben henüz antikacı dükkanına dönüşmüş. kitap okumayı her zaman çok
küresel bir yazar olamadım, Belki de o dükkandaki bir anı istemişimdir. Adı İstanbul
ama o Küresel bir şehir oldu. kitabına…. Bunu daha ziyade yahut Johannesburg, Berlin
yaşanan kültürün değişmesinden yahut Singapore olmuş, fark
Hatırlıyorum; 1977 Ocağında anlıyorsunuz. İstanbul’dan alıp etmez. Bitmese bu kitap, derim;
uçakların nasıl inip kalktığını götürülen köşkler, yalılar, saraylar cümleleri resim olsa, renk ve
görmek için Atatürk Havalimanına ve bunlarla birlikte hayatımızdan ışık olsa; duyguları ve hatıraları
– o zamanki adı Yeşilköy Havaalanı silip süpürülen binlerce zarif anlatsa uzun uzadıya, sonra iman
idi- gitmiştim. Dağ başıydı ve hatıra… Şehrin içi kan ağlarken ve aşk olsa kompozisyonunda
oraya iki saatte ulaşabildim. yüreğinize dokunuyor. Bir ve binyılları özetleyen taşlarına
İtiraf edeyim ki bugün de iki sırdaş gibi oturup göz yaşı dokunabilsem harf harf… Adı
saatte ulaşabilirsiniz. O zaman döküyorsunuz. Şehre ait hatıralar, Los Angeles olsa, Moskova veya
yarım saatte bir uçağın indiğini, onu bir faninin kalbinden daha Bogota. Medeniyetler, dinler,
yarım saat sonra da bir uçağın önemli tutan insanlar için ne inançlar gelse bir bir zihinlere,
havalandığını görmüştüm. Bugün kadar önemlidir!. Şehrin ruhuna ayinlere karışan aminleri çınlatsa
her dakika bir uçak iniyor, her dokunduğunuzu hissedersiniz; kulaklarda. Şehirler bir yazar
dakikada bir uçak havalanıyor. işte o anda dokunduğunuz, için ikinci bir lisandır çünkü.
Dedim ya şehir değişti, aslında üç yüz yıl, beş yüz yıl Tokyo olsa adı, Buenos Aires olsa,
küreselleşti. Bense onu hayranlıkla öncesidir. Çağlar boyunca sizinle Londra olsa değişmez. Her dilden
izlemeye devam ediyorum. Bana ortak kaderleri paylaşan, biraz dostluklar kurulur sayfalarında,
hissettirmeden değişmesine ise dost, biraz akraba olduğunuz asırlar boyu uzak/yakın

16























topraklardan derlenmiş hatıralar çehresinden... İstanbul, sakinleriyle gelen serbest piyasa ekonomisi şehrin
paylaşılır. Bir bakarsınız, şehrin adı konuşur, sakinleri benimle hızla büyümesine yol açıverdi birden.
moderniteyle bütünleşip Shanghai, konuşurken İstanbul’u. Güzellemeden
New York veya Montreal oluvermiş. ziyade mersiye yazılmıştır alnına ve Bugün siyasi yönetim her ne
Ve her gün ara sokaklarında büyük her burcuna bir tarih düşürülmüştür kadar Ankara’da olsa da pek
hikayelerin yaşandığı o şehir, bir eski sevdalardan... Tanrı sanatıyla çok alanda Türkiye’nin rakipsiz
de bakmışsınız, size kucak açıyor, işlenip fâtihlerce tezhiplenmiştir; ben başkenti İstanbul’dur. Tarihi bir
kah anne oluyor, kah sevgili… öyle görürüm. Hercaî gezginlerin şehir olarak günümüze getirdiği
Hasretleri çekersiniz içinize nefes çalıntı zamanlarında mermere miras, doğal bir liman olarak sahip
nefes. Artık Toronto mudur, Seul vurmuştur aksi, ipek ipek; avizelerden olduğu avantaj, üretim ve yatırım
mü; kestiremezsiniz. Belki de Rio yayılır vefası ışık ışık. Tapınaklar, merkezi olarak kazandığı tercih
de Janeiro gelir gözlerinizin önüne. kümbetler, kiliseler, ayazmalar ile edilirlik ve ille de kültürel zenginliği
Şehir, eğer bir kitap olursa, yüzlerden burçlar, sebiller, çeşmeler, nihayet yüzünden başkenttir benim şehrim.
ve kalplerden mânâlar süzer ve minareler ve şerefli kubbeler…
yaşarken fark edilemeyen güzellikleri, Evrensel değerlerin sığınağı ve küresel Bundan birkaç yıl öncesine kadar,
hasretleri anlatır durmadan. Adı güzelliklerin harmonisi. İmanları -maalesef- Türkiye deyince insanların
Meksico’dur artık, Hong Kong veya mimarî ile ölçen şehirdir o ve orada her aklına “güneş-deniz-kum” gelirdi ve
Sao Paula’dur ve size göz kırpmaktadır. semavi din için bir mabet mevcuttur. ne İstanbul’un, ne de Anadolu’nun
Peşine düşersiniz, eski bir macerayı Sonra çiçekler şehri, ışıklar ve sular o zengin tarihine ilişkin bir kültür
hatırlar gibi ve şehir size atanız şehridir… Estetik iklimlerine düşen turizminden hiç bahsedilmezdi.
olduğunu hissettiriverir. Paris, Roma sanatkârın son eserinde cumbalar, Bu yaklaşım, bir yandan turistik
veya Pekin dersiniz adına. Şehre cihannümalar, kameriyeler şehridir... yatırımlarımızı geliştirirken diğer
bakarsınız, bir tarihtir, bir destandır. Depremler ve yangınlar şehri… yandan bu ülkede bir kültür zenginliği
Siz onu roman olarak okumaktan Benim şehrim; Küreselleşmesini olduğunu herkesin gözünden gizledi.
yanasınızdır, yahut bir hikâye. Şehir bile kıskandığım şehir… İstanbul. Sevindirici olan odur ki bugün artık
bütün oralarda, tıpkı burada olduğu ülke genelinde insanlarımız kültürün
gibi, yazanların dilinde bir kelimedir, İstanbul deyince ben biraz tarihi farkına varmaya başlamaktadır.
cümledir, paragraf veya sayfadır. düşünürüm. Uzak tarihi ve yakın İstanbul kültürel alanda iş yapan ve
Şehir yerine sancı çeken, şehir için tarihi. İstanbul uzak tarihinde hep bir kültür endüstrisine katkı sağlayan
aşk cümleleri kuran yazarlar vardır. dünya şehri olarak yaşamış, insanlar emek/üretimin gitgide çoğaldığı bir
Sahibi olduğu, yahut kendisine sahip gibi kültürleri de harmanlamıştır. dünya şehridir. Benim gibi İstanbul
çıkan şehri okumaktan ve yazmaktan Lakin Cumhuriyet’e geçişimizle için sancılanan bir yazar, şehrin
heyecan duyan yazarlar. İşte bu birlikte, biraz ilgiden uzak tutulmuştur keşmekeşine, çarpık yapılanışına,
yazarlar için şehir bir ilhamdır, nedense; eski hilafet merkezi olarak karmaşık trafiğine değil de ruhuna
aşktır. Tıpkı İstanbul’un benim için kendi haline bırakılmıştır. İyi bakarsa, bu kadim şehrin, kendi sesini
olduğu gibi. Akışkan tarihin epik hatırlarım, yetmişlerden itibaren duyurmak için çırpındığı zamanların
ve lirik sayfalarını okurum onun kalkınmacı politikalar ve seksenlerde geride kaldığını görerek sevinebilir;

17























dinleyin bakın, şehir nasıl da mermiler, mesela İstanbul’daki batı kendi şehrinizin yağmalanışına da
neşeyle cıvıldıyor. Sesinde tarihsel kültürüne ait bir eser üzerine düşüyor üzülürsünüz. Çünkü Bağdat, Kahire,
kültürünün zenginlikleriyle evrensel olsaydı veya Halep adı söz gelimi Şam, Halep gibi şehirler bugün hep
kültürün buluşması nasıl da Londra adıyla, Kahire sokakları başka başka devletlerin sınırları
hissediliyor. Ben inanıyorum ki bu da Prag sokaklarıyla değişmiş içinde kalmış olabilir. Ama inanın
yeni ve coşkulu ortamda İstanbul olsaydı UNESCO başta olmak üzere bana, halen orada yıkılan, yok edilen,
barındırdığı kültürel zenginliğe dünyanın ilgili kuruluşları buralardaki hasara uğratılan eserlerin neredeyse
ilişkin pek çok üretim yapacaktır. kültürel mirasın harap olmasına tamamı İstanbul’da üretilen kültür,
Üniversitelerdeki öğrencilerimiz, göz yumarlar mıydı dersiniz?!.. sanat ve zarafetin eseri olarak
sanat tasarım fakülteleri, edebiyat ve Ben şahsen Paris’te, yahut Pekin’de, yaratılmışlardır. Daha yüz sene evvel
tarih bölümleri bunu başaracaktır. Roma’da yahut Berlin’de dünya kültür o adını andığım şehirler gibi yüzlerce
Bunun için imkan vardır ve çok şükür mirasına ait bir tek taşın bile yerinden şehir İstanbul’dan yönetilirdi çünkü.
İstanbul bir Bağdat veya Şam değildir. oynamasını kabullenemem; tıpkı 1912 yılında İstanbul’un hükmettiği
Bir Halep veya Kahire, bir Kabil veya Avrupa’nın ortasında, Saraybosna’da toprakların çevresine bir tel örgü
Saraybosna olmamıştır. Var oluş bir kültürün yok edilmesini, çekilseydi ve bu tel örgünün dışına
nedeni dünyanın ortak mirasına söz gelimi Mostar Köprüsü’nün hiçbir tarih, sanat ve kültür eseri
yönelik kültür ve bilimi korumak olan yıkılmasını kabullenemediğim gibi. çıkarılmayacak denilseydi; bugün
UNESCO çok şükür ki bu şehirlerde British Museum yahut Bibliotheque dünya müzelerinin ne kadarı boş
yapılan kültür ve sanat katliamına Nationale’deki bir tek eserin, bir tek kalırdı acaba? İstanbul işte bu taşıdığı
1
seyirci kaldığı gibi İstanbul’daki kitabın bir tek sayfasına halel gelmesini ruh ile zengindir.
antik eserlerin korunmasına anlayamam, tıpkı Bağdat müzelerinin,
seyirci kalmamakta, bilakis kendi Halep kütüphanelerinin baştan İstanbul’a geldiğim zaman uçakların
mirasından sayıp titizlenmektedir. sona yağmalanıp içindeki eserlerin iniş ve kalkışlarını seyrettiğim
Yine çok şükür İstanbul’daki kaçırılışını izahta zorlandığım gibi. Yeşilköy, artık toprak bir alan değil.
müzeler, galeriler ve kütüphaneler İstanbul, benim için izahı olan bir Yerinde, hareket halindeki dünyanın
Bağdat’ta olduğu gibi bombaların şehirdir ve ben burada o barbarlıklar en önemli giriş ve çıkış kapılarından
yağdırıldığı bir askeri harekata maruz olmadığı için mutluyum. Eğer siz biri, Atatürk Havalimanı yer alıyor.
bırakılmamış, bu harekat öncesinde de bu şehrin sancısını hisseden Zannederim bu kapı İstanbul
emniyetli bir koruma altına bir yüreğe sahipseniz Halep harap adının bütün dünyada anılması için
alınıp dünya mirasına sunulacak olurken Londra yıkılıyormuş gibi durmadan açılıyor, açılıyor, açılıyor.
bahanesiyle ülkeden kaçırılmamıştır. acı duymuş, Kahire yağmalanırken Gelişler ve gidişler için. Bugün
Bugün, güzel Halep Kalesi, narin Paris sokaklarında yeni bir Fransız dünyanın herhangi bir yerinden yedi
Emeviye Camii yahut ihtişamlı İhtilal’i yaşanıyormuşçasına ıstırap yüz yıl, bin beş yüz yıl, sekiz bin yıl
Bağdat medreseleri yazık ki harap çekmişsinizdir. Ama eğer benim öncesine dokunmak isteyenler için
edilmiştir. Siz bu yazıyı okurken, şu gibi İstanbul’a aşık bir yazar iseniz İstanbul, evet benim şehrimdir.
anda bile, doğu kültürünün görkemli bütün o yağmalarda gözünüzün Dünya isimli küçük gezegenimizin
eserlerine isabet etmekte olan gülleler, önüne bu şehir gelir onlarla birlikte büyük tarihlerinde var olan bir

18



















































































http://hdwallpapers.cat/wallpaper/beautiful_bridge_in_istanbul_at_dusk_city_hd-wallpaper-1775962.jpg

19























başşehir. Hem bir vitrin, hem geçmişe görmemişsek, ayda birkaç konser veya Sokaklarında her gün bir roman
bir yolculuk… Hızına bir yazar olarak sahne sanatı izlemezsek neredeyse kahramanıyla karşılaştığım için
ben yetişemesem de, hâlâ değişmeye kendimizi yaşamamış hisseder olduk. seni seviyorum ve sevmekte sana
devam ediyor. İstanbul’da halen Eskiden yalnızca üst gelir grupları mecburum…
yetmişin üzerinde kültür merkezi için geçerli olan bu alışkanlıklar,
bulunmaktadır ve bunlardan ellisi son gitgide alt gelirli vatandaşlara da
beş yılda kurulmuştur. İstanbul’un yansıtılmakta, medya, sinema, tiyatro, Kaynakça
merkezinden başlayıp kenar semt kültür merkezi vs. derken kültürel ve
ve ilçelerine kadar yayılarak her sanatsal mekanlar artık uğrak yerleri Bk. 1954 La Haye Konferansı’nda ka-
1
ay, benim bilebildiğim, üç yüzün haline getirilmektedir. Orda buradaki bul edilen, “Silahlı Çatışma Halinde
üzerinde kültürel ve sanatsal etkinlik finans merkezleri kadar sanat Kültür Mallarının Korunmasına Dair
düzenleniyor. Pek çoğu uluslararası galerileri de birer mabede dönüşmek Sözleşme”ye göre milletler, “Ülkelerinde
olmadığı ve maalesef basının ilgi üzere. Sanat ve kültür dünya tarihinin bulunan kültür mallarıyla bunların
göstermediği -bazen bu ilgisizlik, hiçbir döneminde olmadığı kadar korunma tesislerini ve civarlarındaki
kasıtlı olabilmektedir- bu etkinlikler, önem kazandı. Dünyanın son elli yerleri, silâhlı bir çatışma halinde
şehirde nefes alan insanların artık yılını terazinin bir kefesine, diğer bu eserleri tahribe veya bozulmaya
kültüre duyarsız kalamayacaklarını, binlerce yılı da diğer kefeye koysanız, maruz bırakabilecek maksatlar için
tersinden söylersek kültürün kendini son elli yılın gelişim ve değişimi kullanmaktan sakınmak ve bu mallara
dayatma noktasına geldiğini açıklıyor. ağdırır. Bütün bu gelişmelerin vitrini karşı her türlü düşmanca davranıştan
Bunun öteki cephesinde sermaye ise İstanbul gibi küresel şehirlerdir. kaçınmak suretiyle işbu mallara riay-
gurupları kültüre yatırım yapmaya Üstelik İstanbul doğu ile batı arasında eti taahhüt ederler.”
başladılar. En büyük holding veya sıradan bir şehir değil, doğuyu batıya,
şirketler kültür merkezleri, müzeler, batıyı doğuya bağlayan bir şehirdir.
sergi salonları açmaya ve işletmeye Bugün Tahran’dan Paris’e yahut
başladılar. Kar amaçlı bazı yatırımlar Bişkek’ten Viyana’ya bakan bir insan
sanat eserleri üzerinden saklanır oldu. önce İstanbul’u görüyor. Siyasette,
Bir Van Gogh veya Dali tablosu artık ekonomide, ticaret ve bilgide İstanbul
çelik kasaların meblağlarına eşit ve doğu ile batıyı buluşturmak, doğu
üstelik banknotlar gibi çelik kasalarda ile batı arasında bir işleyiş kurmak,
saklanıyor. Urartular çağından kalma İslam dünyası ile Hıristiyan dünya
küçük bir kupaya, iki çanta dolusu arasında bir ortak zemin oluşturmak
dolara eşdeğer kıymet biçiliyor. üzere enerji üretiyor. Çünkü İstanbul
Sıradan bir turist bile gittiği yerin bir doğu şehridir ve İstanbul bir batı
kültürel zenginliğine ilişkin birkaç şehridir. Arafta değildir. Hem batılı,
obje satın almazsa kendini eksik hem doğuludur. Kültürüyle, sanatıyla,
hissediyor. Öyle ki ayda bir müzelere anlayışıyla ve yerleşimiyle…
gitmezsek, yeni açılan bir sergiyi Eis tin polin, ey görkemli ruh!..

20

21

22










İSTANBUL

Prof.Dr. Durmuş Dündar > İKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı








İSTANBUL konut ve işyeri kullanımdadır. bağlayan E-5 Karayolu ile Boğaziçi ve

EKONOMİSİ Günümüzün popüler ve yaygın ticaret Fatih Sultan Mehmet Köprüleri’nin
merkezlerinden olan AVM’ lerin ilk
sağladığı geçiş kolaylığına 3. Boğaziçi
örneği Kapalıçarşı’dır. Camilerinde Köprüsü katılacaktır. Hâlâ faaliyetini
Arap mimarisinin yanı sıra barok sürdüren Yeşilköy Atatürk ile Sabiha
İstanbul ekonomisinin değerlerini ve yapı tekniği de uygulanmıştır. Gökçen Havaalanlarına da üçüncüsü
önemini daha iyi ortaya koyabilmek Sultanahmet Meydanı’nda, Mısır’dan katılacaktır. Böylelikle Yeşilköy
için önce İstanbul’un tarihi, kültürel getirilen taş anıtın varlığına karşın, Havaalanının 17 milyon olan yolcu
ve siyasal birikimine değinmek aynı yerde bulunan at heykelleri, kapasitesinin ikiye katlanması
gerekiyor. Yaklaşık 17-20 milyon arası Venedik San Marco Meydanı’ndadır. beklenmektedir.
bir nüfusun yaşadığı İstanbul, birçok Tarihi ve kültürel yapının zenginliği
AB üyesi ülkeden büyük. Kentin birçok Batı kentinden aşağı değildir. Kentin bir önemli özelliği de
tarihi geçmişi M.Ö.3000 yıllarına Bu anlamda da turizm potansiyeli ticari anlamda liman tesisleri ile
dayanıyor. Günümüzde tarihi zengin, çekici ve yüksektir. turizmde kruvaziyer gemilerine
yarımada da (Yenikapı kazılarıyla hizmet vermesidir. Bunun anlamı
belgelenen) kurulduğu ileri sürülen İstanbul tarihteki ticari sistemin Türkiye’nin ihracatının beşte biri ile
İstanbul’un Çekmece dolaylarındaki (İpekyolu gibi) dışında olsa da ithalatının üçte birinin İstanbul’dan
döneminden de söz ediliyor. bir liman kenti olarak Doğu transferinin sağlanmasıdır. Turizm
(Anadolu) ile Batı’nın dış ticaret gelirlerinde özel öneme sahip
İstanbul’un bir diğer önemi de, üç kapılarında birisidir. Osmanlı’nın son kruvaziyer turizminin gemileri Salı
imparatorluğa başkentlik yapmasıdır: döneminden önce Ceneviz’lilerin, Pazarı Rıhtımı’na bağlanmaktadır
Galata Yöresi’nde başlattığı ticari ve ve o bölgeye özel liman yapılması
-Roma imparatorluğu, finansal piyasalar günümüzde yeni bir gündemdedir.
-Bizans imparatorluğu, düzenleme ile işlemektedir. Anadolu
-Osmanlı imparatorluğu. ile ticaretin yapıldığı tarihi yarımada, İstanbul ekonomisi çok özetle
yerel pazar olurken, Levent- yurt içi gayri safi millî hasılanın
Tarih boyunca dini, kültürel, ticari Maslak’taki kulelerle uluslararası (GSYH) % 40’ını yaratmakta ve
ve ekonomik bir merkez olan finans ile yeni bir dönem başlamıştır. bütçenin en önemli kaynaklarının
İstanbul’da, her imparatorluk kendi Ataşehir’de oluşturulmaya başlanan bulunduğu bir kent ekonomisidir.
kültürel yapısını oluşturmuş ve bu finansal yapılanmalarla İstanbul’un Cumhuriyet’in ilk on yılında
kültürel birleşim günümüze kadar ‘Ortadoğu’nun Finans Merkezi’ sanayileşme Anadolu coğrafyasında
gelmiştir. Örneğin, İstanbul’da birçok olması amaçlanmaktadır. gerçekleştirilmiştir. İstanbul ve
dinin kutsal yer ve anıtları aynı semtte yöresinde fabrikalar oluşması ellili
yan yanadır. Çeşitli ulusların yaşam Bu bağlamda İstanbul ulaşımda; yıllar ve sonraki on yıldır. Bugün
tarzları, giyimden yemeğe kadar hâlâ yakınlık, kolaylık ve olanak açısından İstanbul dışına taşınan bir fabrika
varlığını sürdürmektedir. Mimaride çok zengin konumdadır. Karayolu ilk kez İstanbul’un merkezinde
ahşaptan taş yapıya kadar her türlü olarak Avrupa ve Ortadoğu’yu kurulmuştur. Arçelik Buzdolabı

23























Fabrikası Haliç Köprüsü’nün doğu olmak üzere finansal
girişi altında kuruluydu. Haliç’te kurumları, sanayi ve
Mensucat Fabrikası bulunuyordu. hizmet tesisleri ileri
Profilo Televizyon Fabrikası ülkeler seviyesindedir.
Mecidiyeköy’de, Grundig Televizyon Ancak büyüklük
ise Balmumcu’da idi. Günümüzde ölçütünde gelişmiş
İstanbul dışına taşınan söz konusu ülkelere ulaşılması zordur.
fabrikalar İzmit, Adapazarı, O nedenle de bazı alanlarda
Bursa, Çerkezköy ve Eskişehir’de hizmet kalitesini yükseltmek
üretimlerini sürdürüyorlar. Perşembe İstanbuıl ekonomisin birincil
Pazarı piyasası da İkitelli Organize hedefidir. Örneğin İstanbul, kültür
Sanayi Bölgesi’ne taşınmış bulunuyor. ve turizm faaliyetlerinde dünya doları aştığı görüşündeler. Hizmet
sıralamasında yer almaktadır. sektörü böylesine büyüyen İstanbul
Fabrikaların taşınmasına karşın ekonomisi buna bağlı olarak kongre
İstanbul büyük bir sanayi kentidir. Son yıllarda artan özel müzeler ile turizmi, kruvaziyer turizmi ve kültür
Türkiye’nin en büyük 100 sanayi birlikte İstanbul’un, kültür turizminde turizminden döviz gelirlerini artırma
kuruluşunun 42’si ve en büyük 500 önemli bir yeri bulunmaktadır. olanağına sahiptir. Reel sektörlerin
kuruluşunun 250’si İstanbul’dadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri dünyanın de katkılarıyla İstanbul’un Türkiye
Her geçen gün dünya ekonomisinde en zengin müzeleri arasındadır. ekonomisi GSYH içindeki payı
payını artıran Türkiye ekonomisinin Özel müzelerde dünyaca bilinen kuşkusuz artacaktır.
lokomotifi İstanbul’dur. uluslararası eserlerin sergileri
düzenlenmektedir. TÜİK verilerine
İstanbul’da sanayi sektörünün yanı göre Türkiye’nin kültür ekonomisi
sıra 1952’de kurulan İstanbul Ticaret 58 milyar TL’dir. Ve büyük bölümü
Odası (İTO) da Eminönü’nde İstanbul’da hayat bulmaktadır.
kuruludur. Üye sayısı 100.000’i aşan
İTO’nun üyeleri arasında sanayi, Alternatif turizm alanlarından
imalat, eşya ve makine firmaları olan gurme sektöründe büyük
bulunmaktadır. Özetle İstanbul’un gelişme yaşanmaktadır. İstanbul ve
sanayi ve ticaret hacmi ekonomisin Anadolu’da yaşayan birçok toplumun
büyük bölümünü oluşturmaktadır. mutfağından örnekler sunan
lokantaların sayısı hızla artmaktadır.
İstanbul’un ekonomisi; sanayi, Ayrıca halen Michelin yıldızlı
ihracat, ithalat, ulaşım, ticaret, restoran olmasa da yabancı Michelin
reklam, turizm ve kültür sektörleri ile yıldızlı şefler İstanbul’da restoran
Türk ekonomisinin belkemiği olarak açıyorlar. Sektör yetkilileri dışarıda
kabul edilmektedir. Bankacılık başta yeme içme sektörünün 10 milyar

24










İSTANBUL Burçak Evren > Eleştirmen


> Yazar




ama kaldırılmasına rağmen etkisini kap olduğunu yazar:
bir süre daha sürdürmüştü. Saka “Su membalarından su fıçı ile
“AŞK ATEŞİ gediği kaldırıldıktan sonra kimi getirilirken şehirdeki çeşmelerden

SÖNDÜRÜR” DİYE çeşmeler üzerine “Bu çeşmede saka evlere kırba ile ve sakalar vasıtasıyla
taşınırdı.
gediği yoktur” yazıları konmuştu.
BAĞIRIRLARDI Sakalar önceleri kırba denilen Bugün fıçıyı şarap, sirke, bira
SAKALAR VE köseleden yapılmış bir çeşit tulumla vesileleriyle yine kullanmaktayız ve

SEBİLCİLER su satarlardı. Kırba, bir çeşit su kabının münasebetsiz bir kaptır. Simsiyah,
sırılsıklam bir tulumdu; yine bu
adıydı. Kösele altı kare şeklinde olan
bir tahtanın üzerine demir çemberle derinin uzanmış kısmından teşekkül
SAKALAR eklenirdi. Yukarıya doğru gittikçe dar bir ağzı vardı. Saka onu sırtına
daralan yaklaşık bir metre boyunda vurur, fakat rutubeti ciğerlerine
Saka, Arapça’da su getiren ya da gövde kısmı, on santim uzunluğunda geçmesin diye de deriden bir yelek
taşıyan anlamına gelen sakka’dan da bir uç kısmı bulunurdu. Kırbanın giymeyi ihmal etmezdi. Çeşmeye
gelmiştir. Bu sözcük Yeniçeri ocağının içine su doldurulduktan sonra ağzı yanaştı mı, kırbanın ağzını musluğa
su gereksinimini karşılayanlar için ikiye katlanır, su sızdırmaması yanaştırır, doldurur, Kırba, sevimsiz,
kullanılmıştır. Yeniçerilik ortadan için halkalı bir meşinle bağlanırdı. hatta içi çıkarılmamış bir işkembeye
kaldırıldıktan sonra ise saka yerine Omuzda taşınan kırbaların ağız ile benzemek itibariyle çirkin bir şeydi
daha çok sebilci adı kullanılmıştır. dip kısmına tutturulmuş bir de kösele amma hem doldurma, hem boşaltma
kolu bulunurdu. Sakalar, kırbadan cihetinden pek pratikti; sırttan
Saka teşkilatı sarayda da vardı ve kaynaklanan nemini bedenlerine indirmeye, elde taşımaya, başkasının
bunların başında sakabaşı denilen geçmemesi için kalın kumaştan bir yardımına lüzum bırakmazdı. Saka,
bir amir bulunurdu. Sakabaşları yelek giyerlerdi. eve girince küpün kapağını kaldırır,
önce baltacılar arasından seçilirdi, kırbanın ağzını çevirdi mi, su kısa
I. Mahmut zamanında ise bu görev Sebilcilerin taşıdığı kırbaların ise bir müddet zarfında lok lok bu deri
mutemet hasakilerine verildi. Divan-ı sakalarınkinden daha küçüktü ve ağız kaptan toprak kaba nakli mekan
Hümayun sakaları da denilen ve ocak kısımları meşin değildi. Ağız yuvarlak ediverirdi. Ondan sonra tebeşirle
halinde bulunan bu teşkilata mensup bir tahtaya geçirilir, onun ucuna kapı pervazına çizgi çekmekten başka
kişiler, suyu gümüş kaplar içinde da bir musluk takılırdı. Atlı sakalar iş kalmazdı.”
taşıdıkları için Sakayan-ı sim-i hassa da kırba kullanırlardı. Atların iki
adını da alırlardı. tarafından astıkları kırbalara meşin Halk arasında “Saka tebeşiri gibi çift
kovalarla su doldururlar, suyu ise yazar” deyimi buradan gelmiştir.
Çeşmeden su alma imtiyazına saka bir ucu suyun seviyesinden yukarıda Çünkü, bazı sakalar ev sahibini
gediği sahipti. Senede bağlanmış olan olan hortumlarla boşaltırlardı. aldatmak için tebeşirin ucunu
bu gedik, alınıp satılır, varislere intikal çentikle ikiye ayırır, böylece kapıya
ederdi. Bir çeşit tekel konumundaydı. Refik Halid Karay (Üç Nesil, Üç bir defa da iki çizgi çizmiş olurlardı.
Daha sonraları sorun olan bu gedik Hayat) kitabında kırbanın pratik ama
15 Kanunusani 1282’ de kaldırılmış, o denli de sevimsiz, münasebetsiz bir Sakalar kırba ve tulumların yanı sıra

25




















saka meşki adı verilen kapla da su mantığı ile hareket
taşırlardı. Saka meşkleri de Kırbalar ederdi. Sebilcilerin
gibi tekli ya da çift olurdu. Tekli kırbaları (su tulumları)
taşınırdı. Meşklerin örtülü olanları sakalarınkinden biraz
da vardı ki bunlara da (bir çift masa küçük olurdu. Ayrıca
örtü saka meşki) denirdi. Zamanla sakaların kırbalarının
Kırbaların yerini çinkodan yapılma ağızları bir meşin
dört köşe ağzı mühürlü tenekeler aldı. bağ ile bağlanmasına
Tenekelerin damacanalara dönüşmesi karşılık, sebilcilerinkinden
ise 50’li yıllardan sonra gerçekleşti. ağızlarına tahta geçirilir, bu
tahtanın ucuna da burma musluk
SEBİLCİLER takılırdı. Sebilciler kırbalarını sol
omuzlarının üzerine asarlar, sağ
“Aşk ateşi söndürür” diye bağırırlardı... elindeki tuttukları pirinç taslarla yalınayak sokaklarda “Aşk ateşi
Ak ile takke üzerine yeşil ya da sarı da su dağıtırlardı. Bu tasların üzeri söndürür” diye bağırarak su satar.
sarık sarar, meşin şalvar üzerine çoğunlukla yazılı olurdu. Bazen bakır Dağıttığı her tas suyla yüreğinde yer
yakasız, düğmesiz, iliksiz, kolları taslar da kullanılırdı, ama bardak hiç etmiş ateşi söndüreceğine inanır.
bolca bir ceket giyerlerdi. Kırbalarını bir zaman kullanmazlardı. İstanbul’un Ama o da yetmez, kendini haşhaşa
omuzlarına asar, üzeri yazılı pirinç en tanınmış sebilcilerinden biri verir. Bir gün aldığı fazla haşhaş
taslarla su dağıtırlardı. Para verenden de Aziz Baba idi. Aziz Baba’nın yüzünden Laz Dimitriyi öldürüp bu
alırlar, vermeyenden ise istemezlerdi. serüvenlerle kuşatılmış yaşamı Ali kez de Sinop Cezaevinin yolunu tutar.
Parayı aldıkları zaman da “Sebilullah, Rıza Bey’in kalemiyle roman arşınlar Yeniden aklını oynatır, kudurur ve
şehidan-ı deşt-i Kerbela ervahı ve “Aşk ateşi söndürür” diye bağırırak
için sebil/ Tanrı yolunda, Kerbela su satarlardı. çıplak ayakları zincire bağlanır.
Çölü’nde susuzluktan ölen şehitlerin
ruhları” diye karşılık verirlerdi. 1849’da İstanbul’da doğan Aziz Ama yüreğindeki ateş hiç bir zaman
Baba, iyi bir ailenin çocuğu iken, sönmez. Sonunda bir kaptan onu
Kandil akşamları cami avlularında babasını kaybettikten sonra çeşitli İstanbul’a götürmeyi razı olur. Ama
diğer günlerde sokaklarda ve mesire işlerde çalışır. Kahvehanede çıraklık, bu yolculuğa dayanamaz ve gemide
yerlerinde dolaşır Kerbela şehitleri berberlik, yeni yetme çağlarında ölür. Kimi sebilcilerin hala “Aşk
için isteyene su dağıtırlardı. Sebilciler gemilerde tayfalık yapar. Bıçkın ateşi söndürür” diye bağırmaları,
kimilerine göre bir vakıf adına su bir delikanlı olduktan sonra da Aziz Baba’nın acılarla kuşatılmış
dağıtan bir derviş, kimilerine göre ise Balıkpazarı, Kasımpaşa, Galata kara yazgısından ötürüdür. Ama
dilencilik daha seçkin bir sınıf olarak civarındaki kahve ve meyhanelerinin sebilcilik çoğunlukla Hazreti Hüseyin
tanımlanırdı. Bu işi hayır için kendi en tanınmış kişisi olur. 25 yaşlarında ve Kerbela şehitlerinin ruhu için su
isteğiyle yapanlar ise, “İnsan yediği karşılıksız bir kara sevdaya tutulur. dağıtan dervişler için kullanılır. Bu
lokmayı hak etmek gerekir. Helal Öylesine bir sevdadır ki bu, sonunda dervişler bir yanda su dağıtırlarken,
olması için alın teri ile kazanılmalı. aklını oynatıp tımarhaneye düşer. bir yandan da Harabi Baba’nın
Her nimet bir külfet karşılığındadır” İyileştikten sonra da derviş olup, mersiyesini okurlardı.

26










İSTANBUL

Prof. Devrim Erbil > Sanatçı







DEVRİM ERBİL’İN

İSTANBUL’U

Devrim Erbil, 1937 yılında doğmuştur.
1959 yılında İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde
Halil Dikmen’in ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun öğrencisi olarak mezun
oldu. 1962 yılında Akademi’ye
asistan olarak girdi. Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Cemal Tollu ve Cevat
Dereli atölyelerinde görev aldı. 1965’de
İspanya Hükümeti’nin verdiği sanat
bursunu kazanarak gittiği Marid’de
ve Barcelona’da başladığı meslek
araştırma ve incelemelerine Paris ve
Londra’da devam etti. 1969 yılında
Türkiye Çağdaş Ressamlar Derneği
başkanlığı görevinde bulundu.
1979-1982 yılları arasında İstanbul
Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü
görevlerinde bulunan Devrim Erbil,
1981 yılında profesörlüğe yükseldi.
1985’te başladığı Mimar Sinan
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat adına bir hayli önemli şeyler
Resim Bölümü Başkanlığını üç yıl Devrim Erbil kimdir? Biraz yaptığımı zannediyorum. Eserlerimi
sürdürdü. 1988-1990 yılları arası kendinizden bahsedebilir misiniz? önemsiyorum, sanat anlayışımın
Yıldız Üniversitesi Güzel Sanatlar Devrim Erbil’i çok yönlü bir sanatçı uzandığı çevreyi önemsiyorum yani
Fakültesi’nde Bölüm Başkanlığı olarak tanımlıyorum. Sanatçı olmanın ben sadece bir tuval resmi yaparak
yapan sanatçı, 1990 yılında bu kez hiç bir meslekle kıyaslanmayacak ayrı
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel bir heyecanı var. Çünkü insan için mekanı güzelleştirmekten çok,
Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcılığı sanat anlayışımın yaygınlaşmasını
görevine getirildi. 1991 yılında ve gelecek için bir şeyler yapılıyor. istiyorum. Eserlerimin geniş kitlelere
Devlet Sanatçısı ünvanını aldı. 2004, Bu sebeple de, hem özgün hem de yayılarak anlamlanmasını sağlamaya
yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar yaratıcı olmak zorundasınız. Bütün çalışıyorum. Bunun için de değişik
Üniversitesi’nden emekli olan Devrim bunları yan yana getirdiğiniz zaman teknikler deniyorum. Halı, vitray,
Erbil, çalışmalarını özel atölyesinde başlı başına bir çok ömrü içinde rölyef işler, özgün baskı çalışmaları
devam ettirmektedir. taşıyacak bir olay haline gelmektedir. yaparak kişilerin bir sanat eserini

27


















sadece müzede, sergide değil hayatın önce resimle değil,
rastlanabilir her anında görmesini kitapla; şiirle keşfettim.
sağlamaya çalışıyorum. Sanatı Her şey şiirin
sınırlamak yerine geniş kitlelere benim duyarlılığımı
yayarak günlük yaşama yayılmasında karşılamasıyla başladı.
gönüllü olarak çalışıyorum. Sanat Bu sayede daha
anlayışım gereği bir diğer mesleğim ilkokuldayken düz
olarak toplumun eğitilmesine yazılar, romanlar yazdım.
yardımcı olmak adına Akademi’de Sonraları Varlık ve İstanbul
50 yıl çalıştım. Bu dönemde sanatın dergisinde, Yeditepe’de
ilkelerine ters düşmeden yani desenlerim basıldı. Sanata
sanatçının yaratıcılığının özgür olan düşkünlüğüm beni
olmasını düşünerek, sanatçının özgür akademiye kadar getirdi. Ailem
bir alanda ama onun kişiliğini tanıyıp her zaman destekledi. Karşı çıkan
yönlendirmeye yönelik bir uygulama oldu mu diye soracak olursanız şeyler verin. Kendinizi, zamanınızı,
yaptım. Ve çok başarılı sanatçılar, elbette olmuştur. Fakat sanata olan uykunuzu... Tüm bunlar sağlandıktan
öğretim üyeleri yetiştirdim. Ayrıca tutkumu gördükleri için kimse bir şey sonra sanat kişiye istediği her şeyi
müzeci bir Devrim Erbil var. söyleyemedi. sağlayacaktır. Ben sanata tutkuyla
Müzecilik hayatıma, Mimar Sinan bağlıyım. Her anımda sanat hep öne
Üniversitesine bağlı olan Resim Heykel Yerli ve yabancı birçok önemli çıkmıştır. Ve ben esin perilerinin
Müzesi müdürlüğünü yapmaya sergide yer aldınız. Bizlerle gelmesi yerine, sürekli bir çalışma
başlamamla girdi. Müzeyi hem deneyimlerinizi paylaşır mısınız? halinde olmaya tercih ettim. İnsan
Atatürk’ten gelen bir armağan, hem Sergilerin insan iletişiminde, için, insanla ilgili ne varsa bunları
de Türk sanatçılarına verilmiş büyük farklı ülkelerin insanlarının bir sadece görerek değil, hissederek
bir imtiyaz olarak değerlendiriyorum. araya getirilerek dünya için bir yaşamaya çalışıyorum.
Ve benim için özel bir yere sahip. Bu umut olduğunu düşünüyorum.
müzecilik sevgisi beni kendi müzemi Deneyimlerim sonucu barışı ve Resimlerinizde daha çok
açmaya yönlendirdi ve 2000 yılından sevgiyi sanatın yakınlaştırıcılığında İstanbul’un çizgiselliğini ve
bu yana Balıkesir’de kendi adıma aramak gerektiğine inandığımı kaosunu resmettiğinizi görüyoruz.
bir müzem bulunmaktadır. Şimdi ki söyleyebilirim. Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz
hedefm yaşarken, kendi müzesini ve çalışmalarınızla vermek
yaratan bir sanatçı olmak. Bunun için Çok başarılı ve tarzınız ile fark istediğiniz mesaj nedir?
çalışmalarım devam etmekte. yaratan bir sanatçısınız. Sizi Her zaman nasıl bir fark yaratabilirim
diğer sanatçılardan farklı kılan, diye düşünmeye başlıyorum. Bir
Resime olan tutkunuzu nasıl fark başarımın nedeni budur dediğiniz
ettiniz, bu konuda sizi destekleyen şey nedir? resmimi, diğer bir resmimden
oldu mu? ayıracak yeni teknikler, malzemeler ve
Ben başarının temel ve değişmez düşünceler bulmaya çalışıyorum. Bu
Benim okuduğum yıllarda sanatın unsuru olarak sevgiyi ve çalışmayı şekilde bir çeşitlemeye ulaşıyorum.
Anadolu’ya ulaşması ve sanattan buluyorum. Sanat nankör bir sevgili Sanatın ve hayatın titreşim içinde
bahsedilmesi mümkün değildi. Sanatı değildir ama yeter ki siz ona bir bulunan anları, insanı, duygusal

28


















yetti. Çizgi o yüzden hem benim İstanbul’daki sanat ortamı için
sanatımın temel bir unsuru oldu, ne düşünüyorsunuz? Ülkemizde
hem de, beni ayrıcalıklı kılan, renkli sanatın ve sanatçının hak ettiği
çizgilerle renkli bir dünya yaratan değeri ve ilgiyi gördüğünü
bir sanatçı haline getirdi. Benim düşünüyor musunuz?
amacım çizginin diliyle konuşmak,
rengin insan psikolojisi üzerindeki Çok açık söylemek gerekirse
etkilerini düşünerek onlara yeni bir gençlerden oldukça umutluyum.
renk dünyası kazandırmaktır. Çünkü örneğin Contemporary’e
bakıyorum. 4-5 günde 70 bin kişi
İstanbul’u resmederken ilhamınızı geziyor. Bunların çoğu genç. Ben
nelerden alıyorsunuz? gençlere olan güvenimi hiç bir zaman
yitirmedim. Her kuşak kendi dönemi
İstanbul sadece bir kent ama içinde
yaşanmayan bir kent olmasa, insanın içinde sanatın gelişmesi için elinden
anıları kendisine bir yer bulmasa geleni yaptı. Fakat bunlar yeterli
İstanbul bir bina yığını olarak kalırdı. değil. Bazı kurumlardan da destek
Anılarımız, bilgilerimizle birleştiği görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
zaman İstanbul hayat buluyor. Böylece gelecekte İstanbul’u bir sanat
İstanbul, yaşadığınız zaman, acısını merkezi haline getirebiliriz.
tatlısını hissettiğiniz, uzaklaştığınız Yakın zamanda gerçekleştirmeyi
zaman sadece tatlarıyla sizi yaşatan bir düşündüğünüz yeni bir proje veya
kent. O yüzden İstanbul’da yaşamak sergi var mı?
ve İstanbul’u hissetmek, İstanbul’u
resmetmek kadar güzeldir. Vakıf ve müze çalışmalarım dışında


yücelmeyi, ruhsal derinleşmeyi
sağlayan anları yakalama merakı
beni bir çok farklı yöne itiyor.
Ama resimlerimin temelinde diğer
sanatçıların kullanmadığı kadar
çizgi unsuru var. Hatta 20. Yüzyıla
kadar değer verilmeyen resmin
fziksel yapı elemanları içinde çizgi,
biçim, renk tarzımı oluşturan başlıca
elemanlardır. Çizgi aynı zamanda
rengin taşıyıcısı oldu, böylelikle
renkli çizgiler ortaya çıktı. Bu da
çağdaş bir bakışa ve şiirsel bir
soyutlamanın kapılarını bana açmaya

29


















10 Ağustos’ta Bangkok’ta, Temmuz’da
Düsseldorf’ta ve Ekim ayında
Berlin’de sergim olacak. Türkiye’de
gerçekleşecek sergilerim ise; Temmuz
ayında Bodrum- Yalıkavak’ta sergimi
gerçekleştireceğim.

Deneyim ve gözlemlerinize
dayanarak, güzel sanatlar ve sanat
tasarım fakültelerinde okuyan
öğrencilere vermek istediğiniz
tavsiyeler var mı?

Kendilerini iyi tanısınlar ve sanatı
içlerinde hissetsinler. Sanatı
ulaşılmaz bir şey olarak görmesinler.
Sanat dünyasının kapısından uzak
durmasınlar. İnsanın vücudu bile bir
sanatken nasıl sanattan uzak durabilir
ki. Sanatı sadece duvardaki bir tablo,
bahçedeki bir heykel ya da radyoda
ki bir müzik olarak görmemek lazım.
Sanatla yaşamını zenginleştirmeyi,
daha anlamlı kılmayı düşünmelerini
isterim. Çünkü sanat tüm bunların
ötesinde bir hoşgörüdür. Yaşamın ve
ilişkilerin demokratikleşmesidir. O
yüzden hoşgörülü, saygılı, duyarlı, iç
zenginliği ve derinliği olan insanlar
olarak yaşamalarını ve bununda
yolunun sanat olduğunu söylüyorum.

Zaman ayırarak söyleşi sorularımı
sabırla yanıtlayan sevgili Devrim
Erbil’e çok teşekkür ediyorum. Resim
çalışmalarını mutlulukla ve sevgiyle
sürdürmesini diliyorum.



Tuğçe Sezenoğlu İbrahim Sami Saraç

30










İSTANBUL

Haldun Dormen > Tiyatrocu








HALDUN DORMEN İLE

İSTANBUL VE SANAT
ÜZERİNE...





Ünlü tiyatro sanatçısı ve yönetmeni
Haldun Dormen’le Kültür Atölyesi için
yaptığımız söyleşiyle bir İstanbul’lu
sanatçının oyunculuk, tiyatro,
sanat ve İstanbul üerine görüşlerini
paylaşıyoruz. “Şahane Züğürtler” oyununda Ayfer Feray ile oynarken
yemeğe çıkmayı, burada (evinde)
Tiyatro denince akla ilk gelen
Her oyuncunun tiyatro mesleğini isimlerden birisiniz. Sizce bu oturup sohbet etmeyi seviyorum.
seçmek için bir nedeni var. Siz başarınızın sırrı nedir? Eski yıllarda daha çok vakit
buluyordum şimdi hiç bulamıyorum.
neden oyunculuk/yönetmenlik Çünkü tiyatroyu kapattığımdan
mesleğini seçtiniz? Başarımın sırrı çalışmak, yılmamak,
işini çok sevmek. Bir işte başarılı beri bir sürü yerden değişik şeyler
Ben oyunculuğu ve yönetmeliği olabilmek için işini çok sevmek çok yapıp, değişik teklifler alıyorum
hiçbir zaman birbirinden ayırmadım. önemli. Ben işimi çok seviyorum. o yüzden boş vaktim kalmıyor.
Ben show business’in (Türkçe Bu yaşta yorulmadan hala seve
karşılığı olmadığı için bu kelimeyi seve çalışıyorum, bu bana hayat Yönettiğiniz ya da oynadığınız her
oyun sizin için kesinlikle değerlidir.
kullanıyorum.) her zaman bir veriyor, can veriyor, yaşama şevki Fakat hangi oyun, hem ekip hem
parçası olmak istedim. Bir karar veriyor. Ayrıca işini ciddiye almak de senaryo, mizansen bakımından
vermedim öyle doğdum galiba, da başarılı olmak için çok önemli. sizin için unutulmazdır?
gözümü açtığımdan beri belki
çocukken gördüğüm filmlerden, Meslek yaşantınız içinde Benim için oyuncu olarak unutulmaz
yönetmenlik, eğitmenlik, oyunculuk
müzikallerden kaynaklanıyor. yapıyorsunuz. Bu kadar yoğun tempo oyunum Şahane Züğürtler… Oradaki
Tam olarak bilmiyorum yani ama içinde kendinize vakit ayırabiliyor karakteri çok sevdim. Çünkü o
bildiğim tek şey başka bir şey musunuz? Ayırabiliyorsanız neler karakter benim bir parçam
olmayı hiç düşünmedim. Bu da yapıyorsunuz? gibiydi. Onu 600 kere oynadım.
çok şaşırtıcı bir şey çünkü çoğu 300 kere Ayfer Feray’la.
insan sonradan oyuncu ya da Çok çok fazla vakit ayıramıyorum 30 sene sonra da Nevra Serezli’yle
yönetmen olmaya karar veriyor, tabii... Ayırdığımda ise seyahat etmeyi oynadım. Adamın yaşı önemli
ben hiç sonradan karar vermedim. çok seviyorum, dostlarımla beraber değildi. Herhangi bir yaşta

31


















olabilirdi. O rolümü çok sevdim. kere tiyatroda, geçen
Hatta bittiği zaman çok sevdiğim senede 3 kere yönettim.
bir insandan ayrılıyor gibi oldum. Mersin Operası İzmir
Operası ve Eskişehir
1950 yılında Dormen Tiyatrosu’nu ve Belediyesi için… En
aynı yıllarda Cep Tiyatrosu’nu kurarak başarılısı Eskişehir
‘’Erol Günaydın, Metin Serezli, Belediyesi için olandı.
Altan Erbulak, İzzet Günay’’ gibi Opera olmamasına
yüzlerce başarılı isim yetiştirdiniz.
O zamanlardaki oyuncularla şimdiki rağmen çok başarılıydı.
yetiştirdiğiniz oyuncular arasında Hatta burada da Zorlu
fark nedir? Center’da 3 gün kapalı gişe
oynadılar. 6500 kişi seyretti. Bu
O zamanki oyuncular için şöyle bir sene yeni sezonda da Zorlu Center’a
fark vardı o da televizyon olmadığı tekrar gelecek. Çok hoş bir oyun oldu
için oyuncular doğrudan doğruya ve ben onu biraz da değiştirdim. 2 Yok. Ben hep kendim seçiyorum. Fazla
tiyatroya güvenmek zorundaydılar. perdeye, 2 dekora indirdim biraz daha özenle de birşey seçtiğim yok sadece
Arada bir fırsat çıkarsa film günümüze uyarladım, baştan yazdım. renklere ve uyumuna çok dikkat
yapıyorlardı. İzzet Günay gibi... O Tabii oyunun özüne dokunmadan... ederim. Renkler ve uyum hayatın
yüzden de film yıldızı oldu sonra… Hisseli Harikalar Kumpanyası ise, her evresinde benim için önemlidir.
Ama gerçekten tiyatro yapmak için benim için damdan düşer gibi oldu
geliyordu insanlar, şimdi insanlar aslında… Çünkü ben yazıyordum Tiyatronun günümüzde geldiği
tiyatroyu televizyonda bir şey yapmak ama hiçbir zaman oyun yazmamıştım. nokta nedir? Neler değişti?
için bir adım olarak kullanıyorlar. Çeviri yapıyordum, bazı sahneler
Yani televizyon daha çok meşhur ekliyordum. Bostancı’da çalışmaya Şu anda tiyatro Türkiye’de çok karışık
ediyor, daha çok para kazandırıyor başladıktan sonra Ali bir gün “Ya bir durumda. Ve herkes “Eyvah
diye. Ama doğrudan doğruya sadece şu Adile ve Ayşen için küçük bir tiyatro bitiyor” diyerek paniğe
tiyatro seven ve tiyatrodan başka müzikal yazsana” dedi, ben de “Peki” kapılıyor. Bence tiyatro tam olarak
bir şey düşünemeyenler de var. dedim. Yazmaya başladım sonra “Ya başlıyor. Çünkü alternatif tiyatrolar
Arada televizyondan bir neden küçük yazıyorsun büyük bence müthiş bir yön veriyor Türk
şey çıkarsa yapıyorlar tabii, yaz, büyük bir şey olsun” dedi. tiyatrosuna… Yeni yazarlar, yeni
yapmak da zorundalar zaten… Ben de büyük bir şey yazmaya yönetmenler, yeni oyuncular yetişiyor
çalıştım ve ortaya “Hisseli Harikalar” ve onların içinde harikalar var
Lüküs Hayat, Hisseli Harikalar çıktı. Bizi şaşırtan bir başarı kendim de görüyorum. Tabii hepsi
Kumpanyası müzikalleri çok ses oldu, tabi müziğin çok etkisi var. de çok iyi demek istemiyorum. Ama
getiren oyunlardan. Sizce bu oyunların çok çok iyileri var. Ve bunlar yeni
bu kadar ses getirmesi, izleyici Sizi her zaman çok şık görüyoruz... Türk tiyatrosunu ileriye götürüyor.
tarafından bu kadar sevilmesinin ve Giysilerinizi kendiniz mi seçiyorsunuz,
uzun soluklu olmasının sırrı neydi?
yoksa bu konuda yardımcı olan biri İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
Lüküs Hayat için konuşmak gerekirse var mı? Örneğin kardeşiniz başarılı bir Bu şehirde yaşamayı seviyor
kostümcü, o size yardımcı oluyor mu?
ben o oyunu 6 kere televizyonda, 4 musunuz?

32


















Evet, çok seviyorum. İstanbul’u
benim için yaşanılması gereken tek
yer olarak görüyorum. Ben başka
yerde yaşamak istemiyorum. Gerçi 5
yıl Newyork’ta yaşadım, orayı da çok
sevdim ama İstanbul başka tabii…
Ben İstanbul için şunu söylemek
istiyorum; İstanbul çocukluğumda
küçük bir şehirdi ve herkes “nerede
o eski İstanbul?” diyor, ben gene
bunun aksini söyleyeceğim. Evet çok
güzeldi, hoştu ama şimdi İstanbul
İstanbul oldu. Müthiş enerjik, dünya
çapında bir metropol oldu. Evet,
çok çirkinlikler de oldu. Özellikle
gökdelenlere tahammül edemiyorum.
Ama İstanbul gerçekten, her kesime
hitap eden bir şehir oldu. Her türlü
eğlencesi var. Newyork’la mukayese
edersek mesela Newyok da öyle ama
İstanbul’da olan tarih ve ruh yok.

Toplumumuzda sanatın kalbi
İstanbul’da attığına dair bir algı
var. Oyunculuk hayali olan adaylar,
hayallerini gerçekleştirmek için
İstanbul’a geliyor. İyi bir oyuncu
olabilmek için sizce de İstanbul’a
gelmek gerekli mi?

Yok, bence gerekli değil. Meşhur
olmak için İstanbul’a gelmek gerekli
belki… Çok iyi bir oyuncu Konya’da da
olabilir, Trabzon’da da olabilir yani…
Mesela İzmir’de çok güzel tiyatrolar
var. Sanat danışmalığı yaptığım
Sahne Tozu Tiyatrosu var, çok çok iyi
http://loyka.net/portfolio-posts/yapi-kredi-affe-theatre-awards/

33

















































oyuncular var ama hepsinin kafasının Center bu açığı az da olsa kapatıyor. yüzden umutlarını yitirmesinler;
bir köşesinde “acaba bir gün İstanbul’a umut yitirildiği zaman hayat bitiyor
gitsek mi?” diye bir düşünce var. Hatta İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat çünkü… Gençler için umut çok
tiyatronun kendisi İstanbul’a gelmek ve Tasarım Fakültesi öğrencilerine önemli ben hala umutluyum yani…
istiyor. Ama mesela Amerika’da da söylemek istediğiniz bir şey var Ben Menderes devrini de yaşadım.
mıdır?
aynı şey var, Washington merkez Ne oldu… Yok böyle bir şey bu iktidar
ama tiyatronun kalbi Newyork, Söyleyecek tek şey var; Türkiye’de sapıklığı oluyor bir süre sonra artık,
Hollwood’da atıyor. Türkiye’de maalesef çok kötü günler yaşıyoruz, bunu da yaparım buna da el atarım,
ise tamamen İstanbul’da atıyor. ama bence hiç kimsenin umutsuzluğa olmuyor sen her şeyi yapamazsın.
kapılmaması lazım. Yani bence Ne olur umudunuzu yitirmeyin
İstanbul’daki tiyatro sahnelerini umut önemli. Türkiye’de her şey kalkacağız bunun da altından ama
yeterli buluyor musunuz? tekrardan yoluna girecektir. Atatürk tabii sizlerin de gücüyle olacak bu. Ben
ilkeleri o kadar kuvvetli ve sağlam mesela Gezi olaylarında çok şaşırdım,
Hiç yeterli bulmuyorum. Sahnelerimiz ki... Geçen gün tarihimizle ilgili hiç beklemiyordum. Gençleri orada
eksik fakat sembol gibi dursun diye bir flm seyrediyordum. Savaşta bu görünce umudum %100 arttı. Gezi
inatla AKM’yi de açmıyorlar. İyi ki bu kadar zorlukların içinden çıkarak olaylarında bu güç içimizden çıktı
alışveriş merkezlerinin içine sahneler Cumhuriyeti kurmuşlar… Tabii ve ben yine içimizde olan bu gücün
yapıyorlar ama yine de yeterli değil. Bu ki Atatürk’ün sayesinde ve bu tekrar çıkacağına inanıyorum.
kadar yoğunluğa rağmen İstanbul’da ülke bunu yapabilmiş. Onun için
en az 3-4 tane daha konser salonu şimdikilerde bugün var yarın yok.
olması gerekiyor. Örneğin Zorlu Hiçbir şey beni korkutmuyor. O Zeynep Kayrak

34










İSTANBUL

Yrd.Doç.Dr. Metin Bolcal





birçok medeniyetin beşiği ve şairlerin mağazası vardı. Bu istasyon caddesi
ilham kaynağı olmuş bu harika şehri üzerinde Balıkçılar, arnavut ciğerci,
torunu ile beraber yaşayacaklardı. kırmızı tuğlalı yanyana ekmek
İSTANBUL Önce doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı ve simit fırınları ve ellili yılların

BAKIRKÖY’DE BİR yerden başlayacaklardı, Bakırköy’den. ortalarında açılan Yapı ve Kredi
Bankası şubesi vardı. İstasyon caddesi
Yaşamı burada geçmişti. Pencerenin
NOSTALJİ kenarındaki koltuğuna geçti, hava ile İstanbul Caddesi’nin birleştiği
nekadar berraktı adalar, hatta kavşağın sağında, şimdiki Carousel’in
Marmara’nın karşı yakası dahi bulunduğu yerde Bakırköy’lülerin
görünüyordu. Ne zaman lodos olsa söylemi ile Vita fabrikası ve manavlar
veya yağmur yağsa, yağmurdan sonra vardı. Lakerdacıları nasıl unutabilirdi.
“Bir kahve yap da içelim hanım” böyle oluyor diye aklından geçirdi. Önü camlı, taşınabilir, içi 100 mumluk
dedi yaşlı adam. Keyfi yerindeydi bu Birden çocukluğuna gitti aklı. Evleri bir lamba ile aydınlatılmış çam
sabah. Nasıl olmasın ki torunu gelecek, sahildeydi, geceleri damacanalarla ağacından yapılmış tezgahın içine
beraberce dolaşacaklardı. Alışkanlık Bakırköy’e su taşıyan çatanaların kendi hazırladığı lakerda ve topiği
haline getirmişlerdi, her cumartesi seslerini duyar gibi oldu. “Çat, çat, özenle yerleştiren Ermeni satıcı,
İstanbul’un bir semtini dolaşmayı... çat”… Daha büyükleri de kum taşırdı kırmızı soğanları camın önüne tek sıra
bu çatanaların. Mehtaplı gecelerde, halinde sıralar, çirozları ise tezgahın
Yaşlı adamın iki torunu vardı. Biri mehtabın denizi aydınlattığı yerlerde dışında iplere dizerdi. Müşterinin
on yedi yaşında, bugün gelecek olan çatanaları görebildiğini hatırladı. O istediği lakerdayı küçük terazisinde
ise on iki yaşındaydı. Bir oğlu bir zaman sahil yolu yoktu. Bakırköy’de tartan Ermeni balıkçı yüz mumluk
de kızı vardı. Oğlu hiç evlenmemiş, birçok yol denize inerdi. Sahilden ışığın altında tezgahın camlı vitrinin
kızı ise bir subayla evlenmişti. denize girmek mümkündü. Ellili arkasında uzun, ince, iyi bilenmiş
Memleketin her yerini dolaşan yılların sonlarına doğru Ataköy Plajı bıçağı ile torik balığından yapılmış
damadının yüzünden torunları ile yapılmıştı. Türkiye’nin en modern lakerdanın önce derisini ve kılçığını
pek fazla ilgilenememişti. Ama artık plajının yerinde şimdi yeller esiyordu. en ufak bir et kaybına uğratmadan
İstanbul’daydılar ve her haftasonunda sıyırır sonra da bir sanatçı edasıyla
Ahmet’le beraber olacaklardı. Küçük Çocukluğunda köyleri ile beraber dilimleyip yağlı kağıda sarardı. Onu
torununun adıydı Ahmet. “Dede” nüfusu otuz bin olan, adeta bir izlerken, kendinizi kıymetli bir taşı
demişti telefonda, babası İstanbul’a sayfiye kasabası olan Bakırköy’le işleyen bir kuyumcuyu seyrediyor
tayin olduğunda “İstanbul’u hiç bugünkü Bakırköy’ü kafasında zannederdiniz. İstasyon Caddesi’nden
bilmiyorum, geldiğimizde bana canlandırdı. Azınlıklarla beraber devam edip İstanbul Caddesi’ne
anlatacak mısın İstanbul’u?” yaşarlardı. Bakkal Niko, balıkçı sapmayıp devam ettiğinizde kendinizi
Hırant, eskici Moiz, büfeci Anastas, kiliselerin bulunduğu caddede
İstanbul anlatılmaz yaşanır diye Papazyan, berber Jirayir Bakırköy’ün bulurdunuz. Bu cadde arkası denize
düşündü bir an yaşlı adam, sonra birer parçasıydılar. Bakırköy dayanan Viyana gazinosu ile biterdi.
“tabii oğlum” dedi. Beraber İstasyonu’ndan denize doğru inerken
yaşayacaklardı bu gizemli şehri. hemen sağda, içerisinde herşeyi Cumartesi ve pazarları daha çok at
Avrupa ile Asya’ya kucak açmış, bulabileceğiniz Papazyan’ın büyük yarışında para kazananların keyifle,

35




















denize karşı kafa çektikleri Viyanag ki bunlardan en
gazinosu Bakırköy’ün en lüks popüler olanlarından
gazinosuydu. Birde Miltyadi (şimdiki biri Cem Karaca’nın
Zümrüt) gazinosu vardı. Büyük bir konserleriydi. Rum
bahçesi ve kışlık kapalı salonu olan Kilisesi’nin arkasında
Miltyadi denizden oldukça yüksek ise bir tarafı İstanbul
bir konumdaydı ve önünde küçük bir Caddesi’ne, diğer tarafı
plajı vardı. Sahil yolu geçmeden önce ise Ebuzziya Caddesi ve
Miltyadinin önünde denizden yine halkevi ile Bakırköy Spor
oldukça yüksekte olan ve bir rum ismi Külübü’nün bulunduğu sokağa
taşıyan başka bir kır gazinosu daha dayanan büyük bir arsa vardı.
vardı. Bu arsada ceviz, erik, elma, armut
gibi bir kaç yüz tane ağaç bulunurdu
Halk buraya yemeğini alır gelir yalnız ki çocuklar istedikleri zaman bu ayırtmak gerekliydi. Bağda çeşitli
masa parası öderdi. Burada tahtadan ağaçlardan meyve toplarlardı. üzümler yetiştirilir ve satılırdı.
yapılmış sahnede Bakırköy’ün Misafirler için üzümler daha önce
gençleri akordiyon ve çeşitli musiki Bakırköy’lülerin yemek yemek kuyuya sarkıtılarak soğutulur sonra
aletleri çalarken diğerleri de dans için gittikleri yerlerden bir tanesi servis yapılırdı. Tabakların içinde
ederdi. de Aile Bağı’ydı. Yeni Mahalle üstü soğuktan buğulanmış üzümlerin
istasyonundan inip kara tarafına yanında şıra da ikram edilirdi.
Kiliseler caddesinden denize doğru yürüdüğünüzde, hemen karşınıza
inerken caddenin ortalarına doğru Devlet Demiryolları’nın fidanlığı Tabii ki bütün bunları yerini bu
solda Rum Kilisesi sağda ise hemen çıkardı. Fidanlığı sağınıza alıp yolu gün apartmanlar aldı. Ahmet’e bu
hemen onun karşısında Bakır takip ettiğinizde o zamanlar içerlek güzelliklerin nasıl yok olduklarını
Sineması yanında Ermeni Kilisesi olarak Aile Bağı’nı görürdünüz. Yol anlatırken çok zorlanmıştı. “Niye
ve ilkokulu vardı. Bakır sineması ile bağ arasında bulunan aşağı yukarı dede?” sorularının cevapları yoktu.
İstanbul Caddesi’nde bulunan bir futbol sahasının yarısından daha Nasıl anlatırdı Ermeni, Rum
Yeni sinemadan hem daha eski büyükçe arsa ise Aile Bağı Sahası arkadaşlarının Türkiye’den ayrılmak
ve biraz köhne görünüşlü hem de olarak bilinirdi. Burada altışar veya zorunda kaldıkları olaylar olduğunu,
daha ucuzdu. Bakır Sineması’nın yedişer kişilik takımlarla iddialı nasıl anlatırdı köşklerin yıkılıp
yazlık kısmı ise Bakırköy’ün ilk maçlar oynanırdı. Bu takımların yerine çirkin görünüşlü apartmanlar
yazlık sinemalarındandı. Altmışlı hemen hemen hepsinin formaları yapılmasına devletin göz yumduğunu.
yıllardan sonra bu yazlık sinemalar ve ayakkabıları olup onları Ahmet’e E-5’den Bakırköy’e inen yolu
Bakırköy’ün nüfusu ile birlikte destekleyen hali vakti yerinde bir gezdirirken yine eskilere dönmüştü.
hızla artacak ve Bakırköylülerin en abileri bulunurdu. Aile Bağı’na Eskiden Topkapı’dan gelen yol yerine
büyük eğlence kaynağı olacaktı. Bu Bakırköy’lüler yemeklerini alıp daha kuzeyden bugünkü Bahçelievler
sinemaların artması ile rekabet de gelirler tahta masa ve sandalyelerde içinden geçen yol vardı. Bu yol
artacak ve sinemalar film başlamadan otururlardı. Otuz, otuz beş masa üzerinden Bakırköy’e doğru ayrılan
önce kısa konserler düzenleyeceklerdi bulunduğu için daha önceden yer yol kıvrıla kıvrıla aşağı inerdi. Bu

36


















yolun etrafında ise köşkler vardı. Dedesinin eline sıkı sıkı yapıştığını vagonları da üç mevkiye ayrılmıştı.
Şimdi maalesef bunlarda sadece ikisi hatırlıyordu. Her tarafından Birinci mevki koltukları kırmızı
duruyor. Rahmi Duman’ın ve Resneli dumanlar çıkartan ve durmadan deriden yapılmış olup bir veya iki
Niyazi’nin torunu Niyazi Resneli’nin homurdanan kara lokomatif onları kişilikti. Kafanızı arkaya dayayıp
köşkü. Niyazi Bey ben ölmeden bir lokmada yutacaktı sanki. Birden ayaklarınızı uzatabilirdiniz. İkinci
bu köşk yıkılmaz demişti, bir özel Küçükçekmece’deki kanbur ihtiyar mevkinin döşemesi ise yeşil renkteydi.
sohbetlerinde. gözünün önüne geliverdi. Ellili yıllarda Üçüncü mevkide oturacak yerler tahta
Bakırköy’e bağlı küçücük bir köy olup en fazla müşterisi olan mevkiydi.
Bakırköy’ü gezerken Ahmet “dede” olan Küçükçekmece de trenden inip Yazın Florya plajlarına gitmek için
demişti, “Bakıköy, İstanbul’un deniz tarafına geçtiğinizde, ortasında treni seçen halk (Başka seçenek de
merkezine uzak mı?” İstanbul’un yıllanmış, her an yıkılacakmış hissini yoktu zaten) salkım saçak bu trenlere
merkezi hiç aklına gelmemişti, daha veren dev bir çınar ağacı olan bir kır biner, enteresan görüntüler ortaya
doğrusu hiç düşünmemişti. Neresi gazinosu vardı. Bu çınar ağacının çıkardı. Bir de halk otobüsleri vardı.
olaydı İstanbul’un merkezi. Vilayetin gövdesi o kadar büyüktü ki yedi İki adet burunsuz White marka,
olduğu yer, yani Cağaloğlu mu? Sirkeci sekiz kişi elele tutuşsalar ağacı ancak iki adet de burunlu ford marka
mi? Aksaray mı? Yoksa Taksim mi? sarabilirdi. İçi boş olan bu gövdenin otobüs Bakırköy-Sirkeci arasında
Çocukcağız nereden bilecekti nüfusu bir yerine kapı yapan kanbur ihtiyar çalışırdı. Bu otobüsler İstanbul
bazı komşularımızdan bile daha akşamleyin sandalye ve masalarını Caddesi’ni takip ederek Zeytinburnu,
fazla olan koskoca İstanbul’un her toplar buraya yığar kapısına ise Kazlıçeşme, Yedikule kapısından
semtinin başka bir merkez olduğunu? koskoca bir asma kilit asardı. girip, Samatya, Aksaray, Beyazıt,
Anadolu’da vilayetin bulunduğu yer Çemberlitaş ve Sultanahmet’ten
şehir merkezi sayılırdı. O zaman buna Haftasonları İstanbul halkının piknik Sirkeci’ye bir saatten fazla bir
göre cevap vermeliyim diye düşündü. yapmak için tercih ettikleri yerlerden zamanda giderlerdi. Ford otobüslerin
“Trenle 22 dakikada gidebilirsin” birisiydi burası. Küçükçekmece her tarafından gıcırtı sesleri gelir bu
dedi torununun başını okşayarak. İstasyonu’nun hemen karşısına seslere, yokuşları çıkarken ise sanki
Ellili yılların ortasına kadar kömürlü sıralanmış kasaplardan Trakya memnuniyesizliklerini ifade etmek
kara tren çalışırdı Soğuksu İstasyonu eti almaya gelen İstanbul halkı için çıkarttıkları homurtu sesleri
ile Sirkeci Garı arasında. Daha sonra buradaki lokantalarda yemeklerini karışır, nasıl çalıştıklarına hayret
elektrikli tren Halkalı İstasyonu yiyip evlerine öyle dönerlerdi. Bu et ederdiniz. Elektrikli trenlerin devreye
ile Sirkeci Garı arasında çalışmaya lokantalarından en çok tutulanlardan girmesi hem zaman bakımından
başlamıştı. bir tanesi daha sonra çok meşhur olup hem de rahatlık bakımından
Florya’da büyük bir yer açan Beyti Bakırköy’lüleri rahatlatmıştı. Bu
Kırk beş dakika sürerdi Bakırköy’den idi. Gölü denizle birleştiren derenin trenlerde seyyar satıcıların yanısıra,
kara trenle Sirkeci’ye gitmek. üzerinde Mimar Sinan tarafından biri keman, biri darbuka bir diğeri ise
Kalkarken önce raylar üzerinde yapılan köprünün hemen dibinde, klarnet çalan üç çingene çocuğunu
patinaj çeken kapkara lokomatif her gölün kıyısındaki gazinoda hem et hatırlıyordu. On beş yaşlarındaki bu
tarafından beyaz dumanlar çıkartırdı. hem balık yemek mümkündü. Ayrıca çocuklara Bakırköy’lüler “los piçikos”
Bir keresinde Küçükçekmece burası rakı içmek için de keyifli bir adını takmışlardı. Bu çocuklar her
İstasyonu’nda dedesi ile trenden inip yerdi. Torununun bir sorusu onu istasyonda kompartıman değiştirerek
lokomotifin önünden geçmişlerdi. nerelere götürmüştü. Kara trenin çeşitli şarkılar çalıp para toplarlardı.

37


















Altı yaşlarındaydı herhalde, arabaları altmışlı yılların ortalarından kalabileceği odalar vardı. Giriş
anneannesi ile Kumkapı’dan kara sonra, önce Bakırköy’den sonra katında ve bunun üzerinde sobalarla
trene binip Bakırköy’e geleceklerdi. da Yeşilköy’den yavaş yavaş yok ısınan sınıflar, en üstte ise hem
İstasyon gişesine geldiklerinde oldular. Şimdilerde yalnız adalarda depo olarak kullanılan hem de sağa
önlerinde siyah giysiler içinde hizmet veriyorlar. Torununu sola atılmış ders malzemelerinin
yaşlı, şişmanca kısa boylu bir Rum adaları gezmeye götürdüğünde bu bulunduğu belki de vaktiyle
madamın gişeye hafifçe eğilerek, faytonlarla ada turu yaparız diye laboratuar olarak kullanılmış odalar
Makriköy’e bir ikinci mevki bilet aklından geçirdi. Torununa Gençler vardı. Bu gizemli taş binanın üç ayrı
demesi ile biletçinin celallenmesi Caddesi’ni gezdirip Bakırköy’lü sokağa açılan bahçe kapılarından biri
bir oldu. “Madam madam, Bakırköy gençlerin o zamanki deyişle piyasa de öğrenciler tarafından kullanması
Bakırköy, Makriköy yok, Makriköy yaptıkları yerleri göstermek istiyordu. yasak olan ve usta bir bahçıvan
istiyorsan Yunanistan’a git” diye Çocukluğunda kaymakamlığın tarafından düzenlenen bir bahçeden
bağıran biletçinin karşında önce niye bulunduğu bu caddeye her gün geçilerek Hatboyu Caddesi’ne
azar işittiğini anlamayan yaşlı kadın askerlik şubesinden bir manga asker açılan kapıydı. Bu kapının hemen
biletçinin yüzüne baka kalmıştı, gelir sabah bayrak çeker, akşamleyin karşısındaki Hatboyu Caddesi’nin
sonra hatasını anlayarak bir yandan ise mesai bitimi ile birlikte bayrağı tren yolu üzerinden geçen taş köprü
özür dilemeye çalışırken bir yandan indirip katlayıp dönerlerdi. de aynı kont tarafından yapılmış
da birşeyler anlatmaya çalışıyordu. olup, yapımında konak ile aynı taşlar
Çocuk haliyle önce ne olduğunu O gün akşama kadar dolaşmışlar kullanılmıştı. Karşıya geçip devam
anlıyamayarak anneannesinin eline ama Bakıköy’ün daha yarısını bile ettiğinizde solda park sağda ise mısır
yapışıp, şaşkınlıkla yüzüne bakınca gösterememişti torununa. Eve tarlası bulunurdu. Yüksek duvarlar
anneannesi açıklamıştı durumu. dönerken birde okuduğu okulları içindeki tarlada mısır yetiştirilir
Bakırköy’ün eski adı Makriköy’dü. göstermek istiyordu. Ellili yıllarda beş mevsiminde kaynatılarak satılır veya
1925 yılında çıkan bir kanunla ilkokul vardı Bakırköy’de. Taşokul, aileler buraya mısır yemeye gelirlerdi.
adı Bakırköy olmuştu, fakat yaşlı Kartaltepe İlkokulu, Behramağa Behramağa İlkokulu ise ilk üç sınıfı
kadın bu ada bir türlü alışamamıştı İlkokulu, Dadyan Ermeni İlkokulu bulunan sevimli bir okuldu. Ortaokul
herhalde aynı bizim Samatya’ya ve Rum İlkokulu. Kendisi Taşokul’da ise demirciler çarşısının bulunduğu
Kocamustafapaşa denmesine okumuştu.1864 yılında Paris’ten yerde bulunan halen Tarık Akan’ın
alışamamız gibi. İstanbul’a gelen Kont Alleon’un 1874 sahip olduğu okuldu. 1959 yılında
yılında yaptırdığı bu muhteşem Bakırköy Lisesi açılmıştı. Fakat binası
Torunun elinden tutup istasyona konak, 1900 yılında devlet tarafından tamamlanmadığı için öğrenciler önce
doğru yürürken Gençler Caddesi’nin 4200 altın liraya satın alınarak ilkokula bir yıl kadar ilkokulunda bir yarıyıl
hemen başında duran faytonlar dönüştürülmüştü. Çok büyük bir da Kartaltepe İlkokulu’nda eğitim
canlandı gözünün önünde. bahçesi bulunan okul binasına iki görmüştü.
Bakırköy’ün hali vakti yerinde olan yana doğru yapılmış merdivenlerle
halkı trenden indiklerinde faytonlara girilirdi. Girişin altında suhane ve Ellili yıllarda Taşokul’un arka tarafına
binip evlerine giderlerdi. Kiminin özel yapılmış, üzerinde çocukların halen caminin bulunduğu yere
hasırlı, kiminin deri koltukları ve yemeklerini ısıtabilecekleri büyük Bakırköy’lülerin yaz aylarında en
rengarenk süsleri olan bu faytonlar sobalar bulunan bir mutfak, bir büyük eğlence kaynaklarından biri
taksilerin yerini tutarlardı. Bu fayton büyük film salonu ve hademelerin olan Telgezer Canbazhanesi kurulur

38













































http://www.tarihtarih.com/?Syf=4&Fa=2&Id=230684
ve buraya devrin en iyi sanatçıları bir ucundan diğer ucuna devam dahi tutarlardı. Galiba çocuklar
gelirdi. Burada Celal Şahin, İsmail eden çelik tel ve direkler gözünüze en çok neşelenen gruptu. Canbaz
Dümbüllü, Hamiyet Yüceses gibi çarpardı. Bekarlar ve aileler için ortaya doğru yürürken heyecan
sanatçıları izlemek mümkündü. O ayrılmış ayrı yerler vardı. Saat dokuz son haddini bulurdu. Aniden her
günkü program, sokak aralarında buçuğa doğru program bir fasıl heyeti zaman aynı yerde ve aynı zamanda
süslenmiş at arabası ve üzerinde ile başlar, arkasından halkın tabiri ile canbaz sendeler ve düşecek gibi olur,
bir çığırtkan ile dolaştırılarak üvertür şarkıcılar daha sonra günün herkesin yüreği ağzına gelir, genç
halka duyurulurdu. Akşam hava dansözü sahneye çıkardı. Böyle bir kızların hafif çığlıkları, yaşlıların
karardıktan sonra çadırın kapısında eğlence yerinde dansözün olmaması duaları arasında canbaz kendini
eski bir gramofondan taş plak çalarken düşünülemezdi dahi. Daha sonra toparlar ve gösterisini tamamlardı.
çığırtkan kapıda avazı çıktığı kadar Tuna Dalgaları çalmaya başladığında Daha sonra İsmail Dümbüllü ve
bağırarak, sizi içeri davet ederdi. herkes derin bir suskunluğa ekibi bir orta oyunu ile seyircileri
“Sahneeeleerimiziiin müümtaaaz bürünürdü. Çünkü bilinirdi ki kırar geçirir veya zamanın ünlü bir
sanaatçııısı Esin Baardaakçııı canbaz çelik telin bir ucunda az Türk sanat müziği sanatçısı veya bir
Telgeezeeer Cambaaazhaanesindee, sonra görünecektir. Canbaz elinde türkücü ile gece sona ererdi. Saatine
duhuliye 25 kuruş, aile bölümlerimiz dengesini sağlayan uzun bir çubuk, baktı “Ahmet nerdeyse gelir hanım”
vaaar”. İçeri girdiğinizde çadırın ayaklarında bez patikler, vücuduna diye seslendi eşine, “biliyormusun
ortasında yuvarlak bir sahne, çadırın yapışık giysisi ile çadırın bir ucundan bu gün Kadıköy’ü gezdireceğim
arkasından sahneye doğru uzanan çelik telin üzerinde görünürdü. ona” diye ilave etti. Kendi kendine
ve bir perde ile kapatılmış dar bir Rıfat Telgezer’in yakışıklılığı genç hafifçe gülümsedi. Acaba Ahmed’i mi
koridor, sahnenin etrafında altı açık kızları yüreğini hoplatırken, daha gezdiriyordu, yoksa ....?
tahta tribünler ve yuvarlak sahnenin yaşlılar ses çıkartırlarsa canbaz aşağı
de üzerinden geçen canbazhanenin düşecek diye korku içinde nefeslerini

39

40










İSTANBUL Prof.Dr.Işıl Zeybek > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü


Öğr.Gör.Oktay Verel > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü







“BU ŞEHRİ-İ STANBUL Kİ Bİ MİSL-U BAHÂDIR
BİR SENGİNE YEKPÂRE ACEM MÜLKÜ FEDÂDIR”
NEDİM




TÜRKİYE’NİN

KARTVİZİTİ
İSTANBUL...

İSTANBUL’UN

KARTVİZİTİ
BEŞİKTAŞ...
http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html

Zaman zaman bu rüzgarlar bana, günün yedi rengi, yedi tepeden
Bugün, benim duygu ve düşünce “İstanbul’u yaşa, İstanbul’u süzerek bizi götürür Galata Kulesi’ne.
rüzgarlarım, söyleşi rüzgarlarım, düşün..” derler.. Alıp beni yaşadığım Oradan ilk uçan Türk’ü seyrederiz.
İstanbul üzerinden Beşiktaş’a doğru ortamdan düşle gerçeğin çatıştığı bir Kah bir fısıltı duyup yağmurlu kalleş
bir güzel esiyor.. Esintiliyim bugün, dünyaya götürürler.. gecede, zindanlarda boğdurulan
yazacaklarımın hataları ile sevapları şehzadelerin feryadını dinleriz..
ile esintiliyim.. Rüzgarlarım bana, Şaşırırım bazen, hangisi gerçek
“yaşa yaşa gör temaşa” diyor. Uzan hangisi düştür bu gördüklerimden.. İstanbul bu, ne tarihini bitirebilmek
dünlerden bugünlere, yarınlara köprü Doğrularla eğriler nasıl oluyor da iç anlatmakla, ne gelenek göreneklerini,
kur diyor. Kimileyin sert, kimileyin içe girerek beni etkiliyor.. yaşamının zenginliğini, rengini
yumuşak, kimileyin hırçın ve isyankar, yazmakla bitmez.. Buradaki insan
kimileyin yaşam sunan bir el gibi.. Kimileyin “yine bir gülnihal” alsa da manzaraları.. Bitmez.. Romanları,
Rüzgarlarımı seviyorum, onlarla gönlümüzü, bizim tutsak gönlümüz öyküleri bitmez.. Bitmez aşkları..
bütünleşiyor, onlarla söyleşiyor, onlarla yine İstanbul’dadır. O nedenledir İnsanların kalbinden kafasına,
yaşıyorum.. Elbette her insanın böylesi ki, İstanbul üzerine söz açmak, bir kafasından kalbine, bin bir ışık, bin bir
rüzgarları vardır.. “deruni aleme” sürükler bizi.. Kah bir renk ve ahenk götüren şiirler bitmez..
martı kanadında ah ederek denizin Bitmez İstanbul’un anıları.. Taşında
Dost rüzgarlar, riyadan, maskeden, tuzlu sularına omuz vururuz.. Kah toprağında insanları çeken büyüsü
takıyeden arınmış rüzgarlar. İç tarih olmuş yılların yıldızları altında bitmez.. Yalılarında, konaklarında,
dünyamızın rüzgarları.. “mahur”dan gazel söyleriz.. Kah kenar köşe kalmış cumba cumbaya

41


















ahşap evlerindeki aşkları bitmez.. Konak yavrusu haneler..
O eski mahallelerin insana huzur, Konaklar.. Tek ya da
sükunet ve mutluluk veren insanların iki katlı, bahçelerinde
saygı dolu sevgileri, dayanışma ebruli hanımelleri
heyecanları bitmez.. Veee, İstanbul açan, havuzlarında
aşkı, İstanbul sevgisi, ebedi uykularına kırmızı balıkların
varmış olanların son duraklarında yaşadığı sayfiye evleri..
bile bir buhurdan gibi tüter.. Faytonlar.. Birinci ve
ikinci mevki tramvaylar..
Gören gözler, duyan kalpler bu Mahalle bekçi1eri..
yerlerden geçtiklerinde bir hoş Sütçüler, yoğurtçular, at ya
olurlar.. Sanki yıllar yıllar gerisinden da eşek sırtındı sebze-meyve
birilerinin kendilerine seslendiklerini satanlar.. Bileyciler, sucular,
duyarlar. Kim bu “şehrin üzerine” eskiciler. Bunlarla bir kişilik
ayak basmışsa, gün gelir adı kazanmıyor muydu İstanbul?..
İstanbullu’ ya çıkar ve yine bir gün İstanbullular da birbirlerine öylesi
mutlaka iç çekerek anlatacak anısı Yok hayır, burası İstanbul değildi.. duyarlı idiler. Doğru, sokaklar çok
olur. “Ah” der, “biz buraya ilk Bu çimento yığını ile göklere uzanan dardı.. Buna rağmen kimsenin şikayeti
geldiğimizde..” diye başlayıp, artık estetikten yoksun, birbirinin aynı, yoktu.. Belki de oturdukları evlerle bu
kocamış gönüllerindeki düne özlemle devasa görünümlü sefertası binaların sokak yapılarından oluşan bir özelliği,
dolu sessiz çığlıklarını kalplerine İstanbul’da ne işi vardı? bir panoramayı paylaşıyorlardı..
gömerler. Komşuluk, kentin çok büyük
Amerika’da başlayıp, oradan özelliklerinden biriydi.. Bugün.. O
Ama onların ifade etmedikleri Avrupa’ya ve Japonya’da hayat bulan konuya girmek istemiyorum.. Ama
gerçek ıstırap, artık İstanbul’un o binaların İstanbul gibi Allah’ın özene şimdilerde nedense hep ünlü düşünür
İstanbul olmadığıdır. İlk göç ettikleri bezene yarattığı, dünyanın bu en Shaw’ın, 1930’lu yıllarda söylediği bir
İstanbul yabancılaşmaya başlamıştır.. muhteşem doğal güzellikleriyle dolu sözü anımsıyoruz: “Kimi insanları
Dün değildi yadırgadıkları kent.. kentinde ne işi var? İstanbul silueti tanıdıkça hayvanlara muabbetim
Eee, peki ne oluyordu da şimdi bozulmuştur.. Göğü, havası, suyu, artıyor!”
yabancılık hissediyorlardı?..Yoktu toprağı, mahalleleri, bağları bahçeleri
artık İstanbul’un nezih insanları. ranta, topal siyasete, çıkara kurban İstanbul, o kendine özgü yapısını
Birbirlerine kucak açan, güleç, edilmiştir.. yitirdi.. Bir yığın yeni varoşlardan
sımsıcak insanları.. İstanbul oluşan, insanları ile gelenek
hanımefendileri.. Ağlamak, yakarmak nafile artık.. görenekleri ile başka bir kent oldu..
Kim okur kim dinler.. Ormanlar Varoşlar, eski gecekonduların yerini
Yoktu artık o her şeyleri ile “İstanbul artık can pazarı oldu.. Evler dedim aldı. Göçlerin getirdiği bu meskenler
beyefendi” leri..Ya evler? Ya evler.. gülümsediniz.. Evet, o canım ahşap pıtrak gibi çoğaldı. Kentin ana
İstanbul’u İstanbul yapan evler.. evler birbirleriyle akraba gibiydiler; merkezi bile bir çeşit varoşa dönüştü!
Ahşabın asaletini, sıcaklığını, kendine öylesine yakın ve öylesine sıcak, Keşke diyorum bu oluşumdan kent
özgü mimarisi ile yaşatan evler.. bu nedenle buralarda yaşayan etkilenmeseydi.. Herkesin İstanbul’da

42


















yaşamaya hakkı vardır elbet.. Ama evlerin üzerine, sokaklara, yorgun iz’anımız vardır/ Beli sözbilmeziz
böyle bir hak, onları başkalarının insanların gölgelerine erguvan renkli amma biraz irfanımız vardır.”
yaşam haklarına saygısızlık etmelerine bir akşam düşer ki anlatamam. Ama Biraz irfanımız der ama, yaşadığı
izin vermemeli.. Belki bana asıl erguvan renkli akşam güneşini dönemin üstün eğitimli şairlerin
kızacaksınız.. Belki beni nostalji’ye “Şairler Sofrası”nda yaşamalısınız. başında gelir. Övünmeden övündüğü
takıntılı biri diye eleştireceksiniz. Onların dizelerindeki büyüyü asıl o semtinden söz açar hem de tevazu
Elbette her duyan, her düşünen, sıralarda duyumsamalısınız.. örneklerinden birini dile getirir:
her yaşayan insan gibi takıntılarım “Beşiktaş’a yakın bir hanei viranımız
var “elhamdülillah”.. Ya hiçbir şey, Örneğin, doğma büyüme Beşiktaşlı vardır.” Bir başka dize, bir şarkıdan
duymayan, hissetmeyen, düşünmeyen olan Divan edebiyatımızın tadına esinti: Gülzara salın mevsimidir
biri olsaydım!.. Şunu hemen doyulmayan dizelerinin, kasidelerin, keştü güzarın / Ver hükmünü ey
söyleyeyim, insanların nostaljileri, gazellerin, şarkıların, rubailerin şairi servi reven köhne baharın. Birden
özlemleri, o ülkenin, yaşadıkları Nedim’in, esen yellerle gelen sesini anımsayabildiklerim.. Ya şu dizelere
kentin gelişmesine, çağdaşlaşmasına duymalısınız. Heykeli olmasa da ruhu ne dersiniz: “Tahammül mülkünü
asla engel olmamalıdır. Siz, İstanbul’u sizinle beraberdir.. Ardından gelen yıktın Hülagu Han mısın kafir / Aman
14 ya da 15’inci asra götürebilir şairlerle yaşam sürmektedir. Der ki dünyayı yaktın ateşi suzan mısın
misiniz? Metrosu olmasın.. size, “Kim büyüttü” Mesti nazım kafir. “Ya haddeden geçen nezaket
Geniş, bakımlı sokakları olmasın.. kim büyüttü böyle bi perva seni/ Kim dizeleri: “Haddeden geçmiş nezaket
Muntazam, yaşanılabilir konutları yetiştirdi bu güna servden bala seni” yolu bal olmuş sana/ Mey süzülmüş
olmasın.. Uzatmayayım, dünyanın Veya: Muradın anlarız ol gamzenin şişeden rühsar-ı aal olmuş sana..”
aydınlık, çağın bütün gelişmeleri ve
gereksinimleri ile donanmış kentleri
gibi olsun diliyorum.. Ama diyorum
hep yeni diye değil, hep değişim
edebiyatı ile değil, hep yağma Hasan’a
kurban edilen, bunun için de ağlayan
bir öksüz-yetim İstanbul olmasın
diyorum.. İstanbul ağlıyor, biliyorum..
Söyledim size.. Bugün benim
rüzgarlarım konuşuyor.. Bakın şimdi
ne diyor.. Senin Beşiktaş’ın, “al gözüm
seyreyle beni artık..” diyor.. Beşiktaş’ın
sahili, denizi bir başka güzeldir. Mavi
yeşil karışımı rengiyle, martıları,
karabatakları ile yosun kokusu ve
oltalı balık tutanı ile bir başka güzel.
İstanbul’un bu gözde semtinde,
sabahın erken saatlerinde yollara
düşen emekçilerine şafak güneşinin
renkleri eşlik eder. Ve akşam üzeri, http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html

43


















Öyle öyle, Beşiktaş sevdalı bir
yürektir; Bir başka aydınlık İstanbul
güzelliğidir. Orada günışığı başka,
mehtap başka, yıldızlar başka
güzeldir. Orada rüzgarlı insanlar
yaşar. Yağmurların damlardan
camlara uzanan seslerinde, yeni
doğan Beşiktaşlı bir çocuğa, doğa,
yaşam bestesinin ilk ezgilerini yaşatır.
Beşiktaşlı için umut, yaşam sevinci,
dostluk, kardeşlik, vazgeçilmezliğin
şartlarındandır. Orada gerçek İstanbul
ve İstanbullu vardır. Orada yanlışlara
direnme, haksızlıklara başkaldırı
vardır. Beşiktaşlı, ezenin yanında
değil ezilenin yanındadır. Gezi ruhu,
yeşil tutkusu Onun kanında vardır ve
kutsal duygu ve düşünceler, Atatürkçü
düşüncelerle bir buhurdan gibi tüter.
Onun içindir ki, İstanbul da, ilk http://static.panoramio.com/photos/large/8020774.jpg
“Şairler Sofrası”na sahiptir. Şairler Aksal, Cahit Sıtkı Tarancı, Oktay kaderi besbelli evlere bağlı / Zengin
Sofrası Parkı’na vardığınızda sizi Rıfat, Orhan Veli Kanık, Neyzen evler fakirlere çok yüksekten baktılar
Beşiktaş’ın efsane başkanı, o erdemi, o Tevfik ve Şair Nigar Hanımm.. / Kendi seviyesine evler kız verildi,
spora kişilik kazandıran beyefendisi, Bir garip ürperti sarar içinizi.. Bir kız aldı / Bazıları özlediler daha
Süleyman Saba “buyur” eder.. sanat esintisi.. Bir dizeler ezgisidir yüksek hayatı / Çırpındılar daha
bu.. O dizelerin yaratıcıları yanı üstte çıkmaya / Evler bırakmadılar..”
Beşiktaş Akaretlerden şöyle başınızdadır sanki.. Sanki sizlere Bir büyük gerçeğin sosyal
çıktığınızda, sol kolda yeşillik “hoş geldiniz, sefalar getirdiniz..”der dramında şiirin saflığını yaşatır
alanla göz göze gelirsiniz. Sofra, gibidirler ve ziyaretinizden mutluluk size. Şiiriyet yok sanırsınız, oysa
Vişnezade Parkı’ndaki bir duyarlar. Bir güzel hatırlanma anıdır bütün düşündürücülüğü ile şiirin ta
düzenlemedir.. Elbette gönül çok bu. Kim bilir belki de sizden dua kendisidir.. Yine sürdürür evlerden
daha büyük, çok daha kapsamlı beklemektedirler.. Şairlerin, parkın söz açtığında, “Şu dünyada oturacak
bir mekanda, tüm sanatçılarımızın çeşitli köşelerine yerleştirilmiş tekli o kadar yer yapıldı / Kulübeler, evler,
heykellerinin yaşattığı bir mekan heykelleri de ayrı bir renk, bir coşku hanlar, apartmanlar / Bölüşüldü oda
özler.. Ama dediğim gibi, koskoca katar.. Hangi şairin yanına varsanız oda, bölüşüldü kapı kapı / Ama size
bir dünya kentinde bunu düşünüp size dizelerinden küçük ama anlamlı hiçbir hisse ayrılmadı / Duvar tipleri
gerçekleştiren tek ilçemizdir Beşiktaş. bir buket sunar.. Örneğin, Beşiktaş’ın yangın yerleri halkı / Külhanlarda,
Bir sanata saygı, bir ahdevefa örneği.. en sevilen, en renkli şairinin Behçet sarnıçlarda yatanlar.” Onlarca kitap,
Girişte bir anıt heykel çağırır sizi.. Necatigil’in yanına vardığınızda, binlerce dize.. Anımsamakla başa
Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret size evlerden bahseder: “İnsanların çıkamazsınız ki.. Şöyle bir esinti işte..

44


















Üstelik 1947’lerde yazdıklarından etmek değil ama / Acı su bedava haraç bilmeyiz. / Tütünü öküz için
sesleniş.. Necatigil’in bir başka / Kelle fiyatına hürriyet / Esirlik icat ettik, çift sürerken bir cigara
yüceliğini Atatürk’e bağlılığında bedava / Bedava yaşıyoruz, bedava” içimi dinlensin diye/ Öküz bizsek,
görürsünüz. Gösterişten uzak saf, Sere serpe de diyebilir bu arada, hani soluk alacak vakit nerde! / Bu
tertemiz Atatürk sevgisini.. entarisi sıyrılmış hafiften de.. “Kolunu yüzden hor bakıyorlar bize, kanımızı
kaldırmış, koltuğu görünüyor / Bir içtiklerinden / Bencillik en büyük
Parkın içine girdiğinizde şairlerin tekli eliyle de göğsünü tutmuş / İçinde bereket onlara, / beylikleriyse en
heykelleri karşılar sizi.. Bunlardan kötülük yok, biliyorum / Yok, benim büyük dolap.” Evet, haklısınız kızmış
biridir Cahit Kulebi.. Onun ses rengi de yok ama…/ Olmaz ki ! / Böyle de bir şeylere, toplumsal bir şeylere Oktay
dizelerinde şöyle ulaşır size: “Senin yatılmaz ki!.” Rıfat.. Ama Oktay Rıfat bu.. Şöyle de
dudakların pembe / Ellerin beyaz seslenebilirdi sizi rahatlatmak için:
/ Al tut ellerimi bebek / Tut biraz.” Peki Oktay Rıfat ne diyor: “İçlerinden “Kızlar vardır kıvırcık salata gibi /
Veya şöyle sürdürür esintili: “Benim anlıyorduk, söylediklerini/ Ağızları burunları kıvır kıvır / Bacak
doğduğum köyleri / Akşamları Yoksulsunuz, iğrençsiniz, diyorlardı. bacak üstüne vapurlarda / Rüzgar
eşkıyalar basardı / Ben bu yüzden / Ne giysiniz var dolabınızda, ne eser oraları buraları görünür /
yalnızlığı hiç sevmem / Konuş biraz.” iki türlü yemeğiniz ne de paranız / Baktıkça fık fık eder adamın içi..” Ve
Yurdumuz diye de seslenebilir Cahit sevginize karnımız tok, özgürlükse ekler: “Rumeli hisarında Orhan’ın
Kulebi usta kadınlarımıza uzanarak: özgürlük bizim için / sırıtmaya mezarı / Ne gittim ne gördüm gitmek
“Ya yurdumuzun kadınları / Hep bile gerek duymadan arkalarını de istemem / Taze ekmek bir parça
yanık tenlidirler / Ya yurdumuzun dönüyorlar soframıza / Oysa biz beyaz peynir / Şimdi olsa şuracıkta
kadınları / Hep yanık tenlidirler alın terimizi bölüşüyoruz / yağma rakı içer / Denize mi bakar kim bilir..”
/ Hepsi de çınar gibi / Yahut
veremlidirler” Ve sözü bitirir: “Uzak
kadınlar, / Sıcak kadınlar, / Ya
onların doğurduğu Karacaoğlanlar /
Çiftçiler, balıkçılar, çobanlar.”

Şu gözleri kapalı İstanbul’u dinleyen
Orhan Veli değil mi? İstanbul’da
bir fakir Orhan Veli değil mi?
Veli’nin oğlu, tarifsiz kederler içinde?
Hayır hayır, çok bildiğiniz dizelerle
size ulaşmıyor bugün.. İstanbul
Türküsü değil; değil İstanbul’u
dinlediği dizeler.. Peki ne diyor: “
Bedava yaşıyoruz, bedava / Hava
bedava, bulut bedava / Dere tepe
bedava/ Yağmur çamur bedava /
Otomobillerin dışı / Sinemaların
kapısı / Camekanlar bedava / Peynir http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html

45


















Bana sorsanız “rakı şişesinde balık
olmak” isterdi! Bu parkta, bu Şairler
Sofrasında, insanın tüm duyguları,
tüm düşüncelere dalga dalga
benliğinde yollar açıyor.. Sanatın,
sanatçının yüceliğini bir kez daha
idrak ediyor. Hiç seninle duygu selinde
buluşmadan bu parkı terkeder miyiz
koca ozan.. Bak gölgeler dönüyor..
Akşamın rengi göründü.. Külebi gibi
sesleneyim: Konuş biraz.. “Otuzbeş
Yaş”, yolun yarısı dedin ama, bizi
çok daha erken terkettin.. Belleklerde
yaşayadursun o ödüllü dizelerin..
Sen biraz “Memleket isterim” de
hele: “Memleket isterim / Gök mavi,
dal yeşil, tarla sarı olsun / Kuşların
çiçeklerin diyarı olsun / Memleket
isterim / Ne başka dert, ne gönülde http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html
hasret olsun / Kardeş kavgasına bir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan/ Yaşamak şair tabiatım, çık orta yere / Fakir
nihayet olsun / Memleket isterim istiyorum gençliğimi yeni baştan” güzelinden söyle / Hasret ateşinden
/ Ne zengin ne fakir, ne sen ben Ve bu ilk sevgiliyi Tarancı “Otuzbeş çal / Çal, söyle benim derdimi sevdalı
farkı olsun / Kış günü herkesin evi Yaş” şiirinin içinden cımbızla çekerek seninle..” “Hep bilinen şarkılar gibi
barkı olsun / Memleket isterim / tekrarlıyor: “Hayal melal şeylerden olsun / Hani, dil-i biçareden / Sun
Yaşamak, sevmek gibi gönülden ilk aşkımız / Hatırası bile yabancı da içsin yar elinden / Yani bilinen
olsun / Olursa bir şikayet ölümden gelir / Hayata beraber başladığımız şarkılardan olsun / Yeni sözler arama
olsun..” Ne güzel ne güzel Rabbim.. / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir nafile / Derdim yeni olsa anlarım
Ama sen gel de Tarancı bunu bizim / Gittikçe artıyor yalnızlığımız..”, / Gel hazırından söyle bu akşam /
siyaset aktörlerine anlat.. Konuş “Yeter ki gün eksilmesin..” diyen koca Üzme yetişir üzme firakınla harabım
konuş: “Haydi Abbas, vakit tamam şair bir büyük Beşiktaş sevdalısı, bir / Sonunda ah çekeriz derinden /
/ Akşam diyordun işte oldu akşam büyük Atatürk vefalısıydı.. Yüzlerce Kim anlayacak sahiden olduğunu /
/ Kur bakalım çilingir soframızı şiir, bir çok çeviri, anılarla dolu yazılar Sen söyle yalnız/ Zülfündedir baht-ı
dinsin artık kalp ağrısı / Şu ağacın ve Ziya Osman Saba’ya mektuplar.. siyahım bestesini / Dede’den: Bir
gölgesinde olsun / Tam kenarında dakika, lütfen bir dakika.. Anday bir
havuzun./ Aya haber ver sal çıksın İşte bize gülümseyen bir başka dost şey daha söylüyor: “Uyumayacaksın/
bu gece / Görünsün şöyle gönlümce/ yüz.. Melih Cevdet Anday değil mi memleketinin hali / Seni seslerle
Bas kırbacı sihirli seccadeye / Göster o.. Kendisini sanata, kültüre adamış, uyandıracak / Oturup yazacaksın
hükmettiğini mesafeye / Ve zamana bir dinamo gibi kesintisiz üretimlerle / Çünkü artık o sen değilsin / Sen
/ Katıp tozu dumana / Var git / dolu renkli yaşamın şairi.. Kulak şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Böyle ferman etti Cahit / Al getir vermekte yarar var: “Çık benim / Durmadan sesler alacak / Sesler

46


















gibiyim. Belki yine de mazide kalan
günlerde yazdıklarından bir şeyler
vermek istiyor: “Kime sordumsa seni
doğru cevap vermediler / Kimi alçak,
kimi hırsız, kimi deyyus dediler /
Künyeni almak için partiye ettim
telefon / Bizdeki kayda göre, şimdi
o meb’us dediler.” Ahh usta heccav,
ahhh taşlama ustası; iyi ki zamanında
göçüp gitmişsin.. Bugün yaşasaydın…

Şair Nigar hanıma da bir uğrasak
mı.. Bilirsiniz, Nigar hanım, Divan
Edebiyatı geleneğine uygun yazar.
Dizelerinde genellikle hüzün
vardır. Dinlesek hele: “Gücenme,
muztaribim, naşekib-i hicranım
/ Gücenme, münkesirul hatırım,
http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html perişanım / Gücenme, merhamet
vereceksin / Uyuyamayacaksın / da Beşiktaş’tan söz etmeyen var mı? et bi-nasibi vuslatına / Gücenme,
Düzelmeden memleketin hali / Benim gönlüm o şairlerden de hatta yareliyim aslı iştiyakınla / Gücenme,
Düzelmeden dünyanın hali / Gözüne bestecilerden de, ressamlardan da aslı harabım senin firakınla / Bir aşk
uyku giremez ki / Uyumayacaksın / esintilere rastlasaydık burada. ateşi daha başka nasıl ifade edilebilir
Bir sis çanı gibi gecenin içinde / Ta ki!
gün ışıyıncaya kadar / Vakur metin Bir dakika.. Kim o bize el eden?
sade / Çalacaksın.” Gelin bir de beni dinleyin diyen kim? Sabahattin Aksal’a merhabamızı
Neyzen Tevfik değil mi? Aaaah.. Bir de esirgeme hakkımız var mı? O da,
Bütün bu değerlerin heykellerini ney sesiyle ulaşabilse.. Dinleyelim mi? buraların havasıyla yaşayanlardan
bize kazandıran dönemin Beşiktaş “Kim demiş kanun alınmıştır ayaklar değil mi.. “Pencerenin yaşantısı
Belediye Başkanı Ayfer Atay’ı altına / Böyle bir halin hukukunda günle birlikte” diye başlayıp devam
anımsamadan geçemezsiniz.. Daha hamiyyet çiğnenir / Devleti yolsuz ediyor: “Aydınlığa açık gözü var
da önemlisi Parkı tasarlayan Mimar görenler halt eder bir belde de / görmek için / Sevmek okşamak
Erhan Özen’i, heykelleri yapan Namık Kaldırım olmazsa kanuna hükümet için bembeyaz elleri / Tan yeriyle
Denizhan’ı, Yunus Tonkuz’u ve tabii çiğnenir.” Osmanlı döneminden gelen senden benden önce tetikte / Arıların
8 şairi bir arada yaşatan görkemli bu ses devam ediyor: “Kim demiş biz sesi, kokusu eriklerin / Mavilerle
kompozisyona imza atan heykeltıraş de bir demokrat idare yoktur / Ne turuncular dolar içeri..” Belki de
Gürdal Duyar’ı.. Bütün bu değerli demek, olmasa elbet dışarıdan alınır şunu söylüyordu Aksal bize: “Adam
yapıtlarla bizlere ulaşan şairlerin / Sırredip karne usulüyle o gümrük oturmuş denize karşı / Elinde oltası
birer Beşiktaş sevdalısı olmaları ne malını / Karaborsaya verir, biz bize yıldız tutar / çeker çıkarır bir bir
güzel.. Türk şiir sanatına imza atıp benzer kalırız.” Soluk aldığını duyar geceden / çeker çıkarır tadına bakar

47































































http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html

/ Ardında ışık içinde çarşı /.. “Bir güzelliğini paylaşarak mutluluk Osman Saba da… Saymakla bitmez
kız geçer arkadaki yoldan / Bir eda yıldızlarını devşiren gençler, ki, hemen hepsi şimdi şurada olup
bir çalım akça pakça / Ağzı yüzü duygularını bölüştürdükleri” seslenselerdi.. Kim bilir, belki bir gün
bir delice türkü / vurur kokusu “Şairler Parkı”ndan yavaş yavaş ve vatansever bir hükümet, bir iş adamı
uzaklaştıkça / Öyle bir düş ki beter biraz da isteksiz uzaklaşıyorlar.. Bizim bunu gerçekleştirir. Hayır hayır..
gerçekten.” Hadi bakalım gel de şimdi de bu dostlara veda etme zamanımız Bunu halk gerçekleştirmeli, Beşiktaş
aşık olma bir Beşiktaşlı dilbere! geliyor.. Onları, dizeleri, anıları, halkı…
ölmezlikleriyle Beşiktaşlılara emanet
Hava değişiyor.. Farkında mısınız, ederek gitme vaktimiz.. Ne olurdu Kim o seslenen arkamızdan?. Kimi
gölgeler dönmeye başladı.. Yahya Kemal de, Necip Fazıl da, Atilla unuttuk? Böyle bir hatayı nasıl
“Banklarda oturan, aşkın o tarifsiz İlhan da, Nazım Hikmet usta da, Ziya yaparız? Haklı… Sitem etmede..

48


















Kimileyin aşk, kimileyin duygusallık
bulursunuz onun dizelerinde ve hiç
beklemediğiniz bir anda filozofça
bakışlarla karşılaşırsınız. “Bütün
renkler aynı hızla kirleniyordu
/ Birinciliği beyaza verdiler..”
deyiverir. Ya da şarkılardan yola
çıkabilir.. “Çamlıca bahçelerinde
eski günler hatırlanıyor / Biz
Heybeli’de her gece mehtaba çıkardık
/ Hüsnüne güvenen sevgilim benden
kaçıyor / Hal bu ki niceler bu tarz-ı
revişten geçti / ömrüm seni sevmekle
nihayet bulacaktır / O kadar gülüp
eğleniyorlar ki! / Yalnız seni sevdim
seni yaşadım / Nasıl bir sevgidir bu,
bilmiyorlar ki! / Dün yine günümüz
geçti beraber / Fakat bu yalnız gece http://www.istanbulium.net/2014/01/sairler-sofas-parknn-sairleri.html
yalan”

Hay haay efendim. Ama Göksu’da, yaman / Nikel kübik mobilyalar
Elbette iyi anımsadınız.. Bu O, ta o tadına doyum olmayan alemler duvarda yağlı boyalar..” diye
kendisi... Özdemir Asaf.. Bu kez diyor var mı? Ya bir arabesk şarkı sizi seyrettiğiniz, zevk aldığınız Lüküs
ki: “Dün sabaha karşı kendimle karşılarsa! Ne diyorsunuz? Siz Hayat operetini izleyince müziğin
konuştum / Ben hep kendime çıkan Çamlıca’nın üç gülü müsünüz? Has temposunu anımsayıp yerinizde
bir yokuşum / Yokuşun başında bahçelerin bülbülü mü? Nasıl, sizi oynamaya başlamaz mısınız?
bir düşman vardı / Onun vurmaya Küçüksuda görmüşler? Küçüksuda
gittim kendimle vuruştum.” Durun gördüm diyenler mi var 2015 yılında? Daha nice şarkılar var elbette.. Nice
lütfen biraz daha durun.. Ozanın bir Peki onların ne işi varmış oralarda! şiirler.. Ama hadi siz dostlarınızla
diyeceği var, sesleniyor: “Çalmayanın Aaaa! Sen İstanbul’un neresindensin o güzellikleri paylaşadurun ben de,
bir yüzü, çalanın iki yüzü / Millete dediklerinde bütün semtleri mi bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait
selam / Çalmaya devam / Üçü, beşi, sayacaksınız? Biz Heybeli’de her bir şarkıyı mırıldanarak “haneyi
beş yüzü, bin beş yüzü / Mezbahaya gece mehtaba çıkardık derseniz; virane”ye gideyim:
gidiyor bir davar sürüsü.” sandallarınız neş’e dolar, zevke
dalar mıydınız diye sormazlar mı? “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne
Serencebey yokuşunda akşam Üsküdar’a giderken alırsa bir yağmur, anlar
oldu. Gölgeler döndü. Gün Ertakit’in kendi şivesiyle bu türküyü
bitiyor. Rüzgarlarım aldı dünden, Türkçe söylemesine şaşar mısınız? Düşsün suya yer yer erisin eski
özlemlerden bugünlere getirdi.. Aklınız bestesini Rey kardeşlerin, zamanlar”
Şimdi siz: “Gidelim Göksu’ya bir güftesini Nazım Hikmet’in yazdığı:
alemi ab eyleyelim mi” diyorsunuz. “Şişli’de bir apartman yoksa halin


Click to View FlipBook Version