The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by erenaslan08, 2017-01-20 07:02:53

KÜLTÜR ATÖLYESİ III

249
249






















ve bu nedenle çabuk sıkıldığımız yerler d ü k k â n ı n d a …
gibi de değil. Bu pasajın ayrı bir havası Hatta 1872’de gazete
var. Öyle ki her gidildiğinde farklı bir kapatılınca, Ahmet
tat alınıyor. Mithat Efendi ile
Pasajın İsmi Namık Kemal burada
tutuklanarak sürgüne
Hazzo Pulo Pasajı’nın adını birçok gönderildiler.
kişi farklı duymuş olabilir. Çünkü son Büyük şair Ahmet Haşim ise,
25 yılda pasajın adı 3 kez değiştirildi. bu pasajın müdavimlerinden
Siz, bu pasajı Danışment, Danışman biriymiş. Avludaki çay ocağında
ya da Han Geçidi olarak da biliyor kahvesini içer ya da Acem
olabilirsiniz. Lokantası’nda oturur yemeğini yermiş.
Fotoğrafçı Ara Güler ise, babasının
12 Eylül darbesiyle, o dönemin eczanesinde büyüdüğünü şu sözlerle pasajın yapımına dair üç kişinin adı
yönetiminin atadığı belediye başkanı, dile getirmektedir: “Hacopulo geçiyor. Bunların hepsi de Hacopulo
pasajın ismini zararlı bulduğu için Pasajı vardı eskiden, şimdi adını soyadlı Rum kökenli Osmanlı
değiştirmiş. Orijinal adının unutulması değiştirmişler büyük bir ukalalıkla. vatandaşları.
için “Danışman Geçidi” oldu. Sonra Bilmem ne pasajı yapmışlar. Benim
Beyoğlu Belediyesi tarafından sokak babamın eczanesi pasajın içindeki 38 Tüccar M. Hacopulo, Adalar’ın eski
isimleri operasyonuyla adı “Han numaralı eczaneydi.” belediye başkanı ve banker Kiryaşa
Geçidi” yapıldı. Şimdiki adı ise John Hacopulo ve Galata bankeri
Danışman Geçidi… Bu noktada pasajda adımımızı Yorgo Zarifi Hacopulo… Ancak
attığımız her yer bir tarih. Belki tüm kaynaklar, pasajın yapımının
Hazzo Pulo’dan Geçenler de çayınızı ya da kahvenizi Ahmet 1850’lerde başladığı ve 15 Nisan
Haşim’in oturduğu yerde içiyor, 1871’de törenle açıldığı bilgisini
Hazzo Pulo 150 yıla yaklaşan tarihiyle, fotoğraflarınızı Ara Güler’in büyüdüğü veriyor.
Taksim’in en eski mekanlarından biri. avluda çekiyor, arkadaşlarınızla
19. Yüzyılın son çeyreğinde yönetime fikirlerinizi Jön Türklerin konuştuğu Hazzo Pulo’nun Sahilden Gelen
muhalif bir grup olarak ortaya çıkan yerlerde paylaşıyorsunuz. Taşları
Jön Türkler bu pasajda buluşurlardı.
Aynı zamanda temel sorunlar üzerine Pasajın ne zaman yapıldığından Hazzo Pulo Pasajı’nın zemini
fikrini açıkça ortaya koyan Namık bahsetmeden de olmaz… 1950’lerde sahillerden toplanan
Kemal’in uğrak mekânı oldu. Namık büyüklü küçüklü podima taşları ile
Kemal’in 27 günlük yayını olan İbret Pasajın Yapımı kaplı. ‘Podima’ yürüme yolu anlamına
Gazetesi, bu pasajda Ahmet Mithat geliyor. İstiklal ya da Meşrutiyet
Efendi’nin evinin altındaki matbaada Hazzo Pulo’yu kimin yaptırdığı net girişinden adımınızı attığınız ilk an,
basılırdı. Yani o dönemin 13 numaralı olarak bilinmiyor. Bununla birlikte siz fark etmeseniz de ayaklarınız

250























orkestrası olarak dinleyicileriyle çok bahsettik. Bu pasaj, hem çok şey
buluşmuş. 1890 yılında da bu oda yaşamış hem de başından birçok olay
tiyatro haline gelmiş. geçmiş. Peki günümüzde?


Hazzo Pulo Pasajı yani Danışman Kahveci Mustafa Amca Jean’s:
Geçidi, geçmişte Rum, Ermeni ve Kilisenin hemen önünde yer alan
Yahudi evlerine ya da dükkânlarına ev küçük bir çay ocağı… Çok kalabalık,
sahipliği yapıyormuş. Ancak 6-7 Eylül gençler tarafından da çok sevilen
1955’te sıkıyönetim ilan edildikten bir yer. Küçük bir tabelası var. Bu
ve İstanbul’da yaşayan azınlıklara tabelayı da burayı çok seven öğrenciler
yapılanlardan dolayı pasaj yavaş yavaş hediye etmiş. Sonradan mizahi
terk edildi. olarak “Mustafa Amca Jean’s” diye
anılan bir yere dönüşmüş. Çay ocağı
Pasajın İçi olarak 1986’da kurulan ve taburelerin
zamanla sıklaştığı bir mekân. Bu kadar
Pasajın yapısından ve tarihinden az çok sevilmesine sahibi de şaşırmış.
bu taşlara takılıyor. Podima taşları,
Hazzo Pulo Pasajı’yla bütünleşmiş
ve onun farklılığını gösteren önemli
sembollerinden biri.


Hazzo Pulo ’da Yaşam

1800’lü yılların sonunda İstanbul ve
İstiklal Caddesi’nin, turizm yatırımları
anlamında tekrar keşfedilmesi ile
pasajın avlusunda çeşitli kafeler
açılmış. Öyle ki, bu kafeler o dönem
gençlerinin gözde mekânları arasında
yer alıyormuş. Pasaj binalarının üst
katları için ise çeşitli turizm yatırım
planları yapılmış. 1869’un sonlarında
bir mağazanın üst katı, dinleti
salonuna dönüştürülmüş. 1874’te bu
salon, opera sanatçısı yetiştiren okul
haline gelmiş. Daha sonraki yıllarında
ise aynı salon, İstanbul’un ilk oda

251























“Ufacık taburelerde rahat edemem” sene aramızdan ayrıldı. yapmayı annesinden öğrenmiş ve
diyorsanız, “denemeden karar mesleğini devam ettirmiş. Madame
vermeyin” deriz. Çünkü çok sıcak bir Şapkacı Madame Katia: Katia siparişle şapka yapıyor. Vitrinde
yer. Üç-dört çalışanı var. Ellerinde göreceğiniz şapkalar ise satılık değil.
çay tepsisi, çayınızı soğuk içmenize Avlunun ortasında, sağ tarafta kalan bir Şapka kullanıyorsanız, ne mutlu!
müsaade etmiyorlar. Yani her zaman dükkân. Belki başlarda dikkatinizden Kullanmıyorsanız bile, pasajın 56
sıcak ve taze çay bulmanız mümkün. kaçabilir, çünkü oldukça mütevazı… yıllık tanığının orada olduğunu bilmek
Ama burası ruhu olan bir şapkacı insana kendini iyi hissettiriyor.
Çok kalabalık bir yer. Sıkça yeni dükkânı.El yapımı ve hepsinden sadece
müşteriler geliyor. Kalkanların bir adet olan şapkalar bulunuyor. Hazzo Pulo Restaurant ve Şarap Evi:
yeri anında doluyor. Birbirinden Madame Katia ise dükkânın sahibi.
farklı insanlara kucak açan, her Günümüzde dizi ve sinema filmleri Meşrutiyet Caddesi girişinin sağında
çeşit düşüncede ve görünümde için şapka tasarlıyor. Aynı zamanda konumlanmış bir mekân. Türkiye
insana rastlayabileceğiniz, kimsenin pasajın 56 yıllık tanığı… İstanbul’da ve dünyadan seçkin şarap türlerine
birbirini acayip karşılamadığı bir yer. bir Rum mahallesinde doğmuş. Bu ev sahipliği yapıyor. Pasajın ilk
Hemen yan taburede oturan insan dükkânı ise annesi açmış. O da şapka yıllarında orada Rum Yaşlılar Bakım
size dönüp bakmaz, rahatsız etmez.
İnsan seslerinden rahatsız olmazsınız,
rahatlıkla kitabınızı okuyabileceğiniz
bir yer. Tek başınıza da rahatlıkla
gidebilirsiniz. Bir tek çay, kahve satışı
yapan bir mekân da değil. Harika
baharatlı tostlar yapıyorlar, tavsiye
ederiz.

Merkez Mehmet:


İstiklal girişinden girdiğinizde
avlunun köşesinde görebileceğiniz,
eski kitapçı eskiden beri bu pasajda.
Asıl mesleği ise, elektrik tesisatı olan
Merkez Karasüleymanoğlu’na ait bu
kitapçıda, aradığınız birçok eski kitabı
bulabilirsiniz. Kitapların üzerinde
yedi yirmi dört uyuyan kedilerden de
bu kitapçıyı tanıyabilirsiniz. Maalesef
ki Merkez Karasüleymanoğlu, geçen

252























Evi yer alıyormuş. Şarap evinin bulunduğu bir yer. Caddesi’ni birbirine bağlayan Hazzo
şimdiki logosu ise, o yıllardan kalma. Pulo Pasajı’na girince, geçmişe adım
Orijinal mimarisini koruyan yapısını Herax: atmış gibi oluyorsunuz. Çünkü pasaj
sürdürmeye devam ediyor. 150 yıldır orada ve bunu her haliyle
Hazzo Pulo’nun İstiklal girişinde hissettiriyor.
Scala Yayınları’nın Ofisi ve satış solda kalıyor. Birçok ünlünün,
mağazası: müzik grubunun, aktör ve aktristin 1900’lerin küçük Paris’i olan bu yer
fotoğraflarının yer aldığı baskılı günümüzde öğrencilerin, eylemcilerin,
Avlunun üçüncü girişi olan kilisenin çantalar satılıyor. gençlerin, yaşlıların, her türden ve
yanında yer alıyor. 4-5 yıllık geçmişi yaştan insanın uğrak yeri. Ne yazık ki
olan bir dükkân… Dükkânı, Aponia Tasarım Mağazası: İstanbul’daki birçok yerde olduğu gibi
kalabalıktan ve küçük taburelerden burada da turizm planları, modern
görmeniz zorlaşabilir. Çünkü aynı Meşrutiyet girişinden girince solda mağazalar ve orijinali taklit etmeye
zamanda Mustafa Amca’nın çay kalan geniş vitrinli bir dükkân. 5-6 çalışan dükkânlar nedeniyle gün
ocağıyla karşılıklı bir konumda. yıllık, hemen hemen yeni denilebilecek geçtikçe doğal yapısını kaybetmeye
Bir süredir de Scala’nın giriş katı, yerel bir tasarım mağazası. Baskılı başlayacak gibi.
tabureleriyle Mustafa Amca’nın tasarım tişörtler, 1960’ların gazete
müşterilerine ev sahipliği yapıyor. ve dergilerinden yapılan kaplama Hiç görmediyseniz ya da birileri henüz
Bu anlamda bir kitapçıda rahatlıkla çantalar, el boyaması babetler ve size buradan bahsetmediyse, bir pasaj
oturabiliyor, arkadaşlarınızla çok rahat nostaljik fotoğraf makineleri satılıyor. keşfi yaşamanızı öneririz. Hazzo
muhabbet edebiliyorsunuz. Üst katta Tasarımları mağazanın sahibi Fatih Pulo, bir tarihin nasıl ayakta kalarak
ise, yayınevi sahibi Hakan Feyyat’ın Dağlı yapıyormuş. günümüze kadar geldiğinin bir
düzenlediği kitap tartışmaları, göstergesi olarak karşımıza çıkmakta.
Mevlevilik ile ilgili toplantılar ve siyah- Seyahan: Belki de bu yüzden bakımsız,
beyaz film gösterimleri yapılıyor. gösterişsiz, sade ve sıcak…
Kısacası kitapçılığın dışında farklı Hazzo Pulo Pasajı’nın Meşrutiyet
aktivitelere de yer veren bir mekân Caddesi girişinden girince, sağ tarafta
olma özelliği gösteriyor. kalan özel tasarım takıların bulunduğu
bir dükkân. Daha önce internet
Japon Mağazası Edo: üzerinden satış yapan Seyahan, çok
kısa bir süre önce Hazzo Pulo’daki
Edo Meşrutiyet Caddesi’ni Hazzo yerini aldı. Bütün takılar özel olarak
Pulo’ya bağlayan, girişte yer alan tasarlanıp el ile yapılıyor.
bir mağaza. Uzak Doğu ve Japon
kültürünü yansıtan kıyafetlerin, Uğramadan Geçmeyin!
posterlerin, sanatsal baskı da Melis Derun,
denilen ‘artistic print-out’ ürünlerin Meşrutiyet Caddesi ile İstiklal Yaren Cebecioğlu

253

254











GEZİ-YORUM Derya Ergün, Gizem Yılmaz, Melodi Altunsoy
> İKÜ İletişim Sanatları Öğrencileri








OYUNCAK MÜZESİ







İstanbul Göztepe’de bulunan “Oyuncak
Müzesi” 23 Nisan 2005 yılında Sunay
Akın tarafından kurulmuştur. Müze
sadece Türkiye’ye özgü değil, dünyanın
farklı ülkelerine ve onların kültürlerine
ait oyuncakları barındırmaktadır.

Oyuncak müzesine gittiğimizde,
sadece çocuklara yönelik değil, kendi
çocukluğumuzdan oyuncaklar da
bizleri karşılamaktadır.

Katları dolaştıkça gördüğünüz
oyuncaklar karşısında, “Bundan
bende de vardı”, tepkisini vermek
sıradan bir hal alıyordu.


Oyuncak Müzesi’ne vardığınızı,
sokaktaki oyuncak zürafalardan
anlayabiliyorsunuz... Ahşap binadan
oluşan oyuncak müzesini iki tane
kurşun asker korumakta. Müzeden Birinci kata çıkarken, İş Bankası’nın yapılmıştı ki, çanta dükkanının
içeri girdiğimizde, jeton alarak eski reklam afişleriyle karşılaştık. minyatür halinde, dünyaca ünlü
çocukluğumuza doğru bir yolculuğa Katta, her odaya bir konsept markaların logoları bile kullanılmıştı.
başlıyoruz... verildiğini gördük. Bir oda tamamen İkinci kata çıktığımızda, Mona
uçaklara ayrılmışken, diğer bir oda da Lisa’nın tablosu ve oyuncağı bizleri
Giriş katında bizleri el yapımı uçaklar, Kızılderili oyuncaklara yer verilmişti. karşılamaktaydı. Karşı odasında
kuklalar, plastik ve tahtadan yapılmış Bizim en çok dikkatimizi çeken ise Uzay Konsepti ile ilk Star Wars
oyuncaklar karşılamaktadır. Katta oda ise; bir evin odalarının tek tek oyuncakları bulunmaktaydı. Aynı
en çok dikkatimizi çeken, içinde minyatür halleri, meslek gruplarının zamanda uzaya ilk olarak gönderilen
pembe panterin de bulunduğu peluş minyatür dükkanlarıydı.. Her biri Türk Bayrağı’nın oyuncağı da
oyuncaklardı. o kadar ayrıntıyla düşünülmüş ve mevcuttu. Çapraz odada bulunan

255























Charlie Chaplin köşesi ise dikkatimizi
çeken bir başka köşeydi. Başka bir
konseptli oda ise, lokomotif şeklinde
dizayn edilmiş, içinde trenlerin
bulunduğu oyuncak odasıydı. Diğer
odada Disney oyuncaklarına ayrılmış
bir köşe bulunmaktaydı. Günümüzde
de çizgi film ve oyuncakları olan;
Taş Devri, Spiderman, Superman,
Pamuk Prenses gibi oyuncaklar
bulunmaktaydı.

Girişin alt katında ise, oyuncak
müzesinin kafesi yer almaktadır.
Bu kafede, Barbie bebeklerin ilk
modelleri vardı. Diğer bir köşede ise
1950 yılından itibaren Coca Cola’nın
çıkartmış olduğu oyuncaklar yer
almaktaydı. En çok dikkatimizi çeken
köşe ise; “Kardeşler Bakkal” köşesiydi.
Bu konseptte, markaların eski
ürünleri ve ambalajları bulunuyordu.

Kafenin diğer bölümünde çocuklar
için aktivite alanı bulunuyordu. Bu
aktivite alanına gittiğimizde tahta
boyama yapan çocuklara seyirci
kalamayıp, onlarla birlikte biz
de tahtadan şekiller boyadık. Bu
aktiviteler her ay değişmektedir.
Hatta çocuklarınıza farklı bir doğum
günü yaşatmak istiyorsanız, aktivite
alanında doğum günü partisi
düzenleyebilirsiniz.

256










ARAŞTIRMA

Cansın Şaşmaz, Karolin Bedo > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü Öğrencileri









İSTANBUL’DAN
24 HİKAYE



Bir İstanbul’lu olarak yaşadığınız
semtin adı nereden geliyor hiç
düşündünüz mü? İşte İstanbul’dan 24
semt ve 24 ayrı hikaye...


BEŞİKTAŞ: İstanbul’un fethi
sırasında küçük bir Rum köyüydü.
Bir rivayete göre, Barbaros Hayrettin
Paşa’nın gemilerine demir attırıp
halatlarını bağlamak amacıyla
diktirdiği 5 adet taş direkten, bir
diğer rivayete göre ise bir papazın
bu semtte yaptırdığı kiliseye
Kudüs’ten Hazreti İsa’nın yıkandığı EMİNÖNÜ: Fatih Sultan Mehmet DENİZKÖŞKLER: Denizköşkler ismi
“beşik taşı”nı getirtmesinden ismini döneminden itibaren “Gümrük ise, eskiden İstanbul’luların denize
almaktadır. Eminliği” binası bulunan Eminönü, girdikleri sayfiye yerlerinden biri
“Eminlik Önü” diye anılıyordu. olmasından gelmektedir.
TAKSİM: Eğlence mekânı olarak Semtin adı zamanla bugünkü haline
bilinen Taksim, 1. Mahmut dönüştü. BAĞCILAR: Osmanlı Dönemi’nde
döneminde yapılmış olan meydanın yine Rum’ların yaşadığı köylerden
köşesindeki sivri kubbeli yapıdan AVCILAR: Tarihi Osmanlı’ya dayanan biri olan Bağcılar, 1929 yılında
adını alıyor. Bu yapının ismi ise, ve 1912 Balkan Savaşı sonrasında Bulgaristan’dan gelenlerin
kente ilk defa kuzey ormanlarından Bulgaristan’dan gelen Türkler’in “Çıfıtburgaz” olarak bilinen bu
su getirilip, suların taksim edildiği yer yerleştirildiği “Avcılar” ilçesi adını, çiftlik arazisine yerleştirilmesi ve
olarak bilinen “Maksem”den geliyor. “sonbaharda kuzeyden gelen devlet tarafından temin edilen üzüm
bıldırcın sürüleri ve av hayvanlarının fidelerinin burada yetiştirilmesi
BEYOĞLU: Beyoğlu semti adını, burada çok olmasından” almaktadır. nedeniyle bu ismi almıştır.
İslamiyet’i kabul edip burada
oturmaya başlayan Pontus AMBARLI: Ambarlı semtinin adı, YENİBOSNA: Yenibosna semtinin
prensinden veya ‘Bey Oğlu’ diye 1924 yılında mübadeleyle giden Rum ilk adının, “Saraybosna” olduğu
anılan Venedik prensinin burada çiftçilerin köyünde ambarlarının biliniyor. Bir rivayete göre,
oturmasından almıştır. bulunduğu yer olmasından gelmektedir. Osmanlı Dönemi’nde Saraybosna

257


















yakınlarında yararlılık gösteren bir yaşayanları buraya
beye tımar olarak verilmesinden gönderdiği ve semtin
dolayı semt bu adı almıştır. adının buradan geldiği
söylenmektedir.
BAKIRKÖY: Bizans Dönemi’nde ismi
‘Makri Hori’ (Uzun köy) olan semt, ÜSKÜDAR: Bizans’ın
14. yüzyılda Osmanlı topraklarına ‘Skutari’ denilen
katıldıktan sonra ‘Makriköy’ olarak ve şehrin Anadolu
anılmaya başlandı. Cumhuriyet’in yakasında bulunan
kurulmasının ardından Türkiye askeri birliklerinden
sınırları içerisinde kalan yabancı gelen ‘Skutarion’, zamanla
kökenli isimlerin değiştirilmesi değişerek Üsküdar oldu.
sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt,
Bakırköy adını aldı. BAĞLARBAŞI: Dönemin ünlü bağ
ve bahçelerin burada yer alması Feriki Cemal Paşa, bu bostanları
FLORYA: Florya’nın ismi hakkında nedeniyle bu adı almıştır. satın alıp yerleşince, cadılar
ise pek çok rivayet bulunuyor. Reşad ortadan kayboluyor. Semtin adı da
Ekrem Koçu’ya göre, İskender BEYAZIT: Sultan II. Beyazıt’ın semtte Caddebostan’a dönüşüyor.
Çelebi, Arnavutluk’un Florina kendi ismiyle anılan bir külliye
kasabasındandı ve inşa ettirdiği yaptırmasından bu adı almıştır. ETİLER: 1950’nin başında burada,
bahçeye verdiği bu isim, zamanla 192 villa yapımı için Etibank’ın
“Florya” adına dönüştü. FERİKÖY: Sultan Abdülmecit ve ortaklığıyla Etiler Yapı Kooperatifi
Abdülaziz dönemlerinde yaşayan kuruldu. Semtin adı da bu
BEBEK: Bebek semti ismini, Sultan Madam Feri’ye bölge topraklarının kooperatiften kaldı.
Fatih’in Rumeli Hisarı’nın yapımı ve bağışlanması üzerine semt bu adı
kuşatması sırasında bölge asayişini almıştır. KANDİLLİ: IV. Murat, şehzadelerden
sağlamak için “Bebek Çelebi” lakaplı birinin doğuşu münasebetiyle 7 gece
bir bölük başı tayin etmesinden TEŞVİKİYE: Teşvikiye ismi, Sultan kandil yaktırmıştır. Semt adını bu
alıyor. Abdülmecit’in, bölgede yeni bir olaydan almıştır.
mahalle kurulması için teşvikte
KABATAŞ: Rivayete göre Kabataş, bulunmasından geldiği ve bu LALELİ: Semtin adı, burada yasayan
yıldırım düşmesi sonucu Güngörmez durumun, Rumeli ile Valikonağı deli bir dervişten gelmektedir.
Dervişin ismi Laleli Babadır.
Kilisesi’nin havaya uçan taşlarından Cadde’lerinin kesiştiği noktada
birinin buraya düşmesinden adını bulunan bir taş kitabede de ŞAŞKINBAKKAL: Henüz yerleşimin
almaktadır. belgelendiği biliniyor. yoğun olmadığı dönemlerde, yaz
günleri denize gelenlerin, burada
AKSARAY: Fatih Sultan Mehmet’in CADDEBOSTAN: Bostanı bol iş yapılamayacağını düşünerek
sadrazamı İshak Paşa’nın İç olan semtte cadılar dolaştığına mahalle bakkalı için ‘şaşkın bakkal’
Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı dair söylenceler var. Bu nedenle yakıştırması yapmaları, semtin adını
ele geçirdikten sonra o bölgede “Cadıbostanı” olarak anılıyor. Piyade belirlemiştir.

258


















İSTANBUL’UN İLKLERİ İlk otomobil sahibi ise Meclisi-i kendisine verildiği takdirde, yerini
Mebusan’ın Basra Mebusu Zehirzade göstereceğini de bildirmektedir.

İlk üniversite Ahmed Paşa idi. Belediyeye yaptığı müracaatın kabulü
İstanbul’daki ilk üniversite, 27 üzerine de Karcaahmet Mezarlığı’nda
Mart 425 tarihinde Bizans İlk hokkabazlık ilk kazı çalışmalarına başlanılmıştır.
İmparatoru II.Theodosius tarafından Hokkabazlık, İstanbul’da 1492 Belediye yetkilileri, zabıta ve
“Auditorium” adıyla açılmış. Okulda yılında Portekiz ve İspanya’dan kaçıp müze yetkilileri ile yapılan kazı
31 profesör görev almıştır. İstanbul’a gelen yahudilerin getirdiği çalışmaları üç gün sürmüş ama define
sanattır. bulunamamıştır. Bu garip ve resmi
İlk sinema olay 18 ile 21 Nisan 1935 tarihlerinde
Sinematograf, Osmanlı İmparatorluğu’nda İlk org gerçekleşmiştir.
ilk defa Yıldız Sarayı’nda Sultan 2. 15. yüzyılda kurulan Galata
Abdülhamit’in huzurunda sihirbaz Mevlihanesi, İstanbul’a ilk orgu İlk alafranga çatal-bıçak kullanımı
Bernard tarafından gösterildi. getirmiştir. Serasker Hüsrev Paşa, 1820 yılında,
İstanbul’da halka açık sinema gösterisi İngilizlerin vermiş olduğu bir
ise Weinberg tarafından 1897 İlk fuar baloda ilk kez gördüğü ve kullandığı
yılında Galatasaray’daki Sponeck İlk Türk sergisi ‘Sergi-i Osmani’, çatal bıçağı Sultan II. Mahmut’a
Birahanesi’nde yapıldı. Kentteki ilk Sultanahmet Meydanı’nda şimdiki özendirerek anlatıp Topkapı Sarayı’na
sinema da, Şehzadebaşı’ndaki Fevziye parkın yerinde düzenlenmiştir. süslü bir çatal-bıçak takımı armağan
Kıraathanesi’nde açıldı. etmiş ve böylece ilk kez yemekte
İlk büyük ziyafet alafranga çatal-bıçak kullanılmıştır.
İlk trafik kazası İstanbul’daki ilk büyük ziyafet
İstanbul’da ilk trafik kazası 1912 Dolmabahçe Sarayı’nda Bulgar Kralı Bilinen ilk hapishane
yılında bugünkü Şişli Camii önünde Ferdinand ve eşi şerefine verilmiştir. İstanbul’da bilinen ilk hapishane,
olmuştur. Kaza İtalyan Elçiliği’nin Ayvansaray semtinde yer alan
şoförü tarafından yapılmıştır. İlk gece maçı Anemas Zindanı imiş. Zindana adını
Türk futbol tarihinde ilk gece maçı, veren Anemas, Arap asıllıdır.
İlk gece kulübü 9 Eylül 1933’te saat 21.00’de Taksim
Batılı manadaki ilk kulüp, Sadrazam Kışlası Stadı’nda Fenerbahçe- İlk kıraathane
Mehmet Emin Ali Paşa’nın Beyoğluspor arasında oynanmıştır. Okçular Kıraathanesi ismiyle
himayesinde 24 Kasım 1870’te Beyazıt’ta açılan kıraathanede
‘Encümen-i Ülfet’ yani ‘Dostluk İlk resmi define avcısı dönemin birçok meşhur isimleri
cemiyeti’ ismiyle açılmıştır. Helmut Mecler adında bir Alman buluşmuştur.
vatandaşı, İstanbul Belediyesi’ne
İlk otomobil müracaat ederek Karacaahmet KAYNAKÇA
Özel izinle Hotchkiss ve Mercedes mezarlığı’nda 10 bin altın paralık istanbultarih.com
marka iki otomobil Sultan bir definenin olduğuna dair bir zaman.com
arastiralim.net
Abdülhamid’e hediye edilmiştir. iddiada bulunarak kazı izni isteğinde
Bunun dışında 1895 yılında halk ilk bulunmuştur. Yaptığı müracaatta
otomobili Fenerbahçe’de görmüştür. kanuni hakkı olan yüzde 35’in Onur Salkım

259

260










ANI Öğr. Gör. Salih Kalafatoğlu > Yapımcı / Yönetmen


> İKÜ İletişim Sanatları Bölümü




daha da parlayacağını sezmiş ve ona
yatırım yapmaktan çekinmemişti, hal
PATRON SETE böyleyken, Yeşilçam’daki herkesin,

GELİYOR gördüğünde ceketini iliklediği bu
büyük yapımcının sete gelmesi çok
ARKADAŞLAR, rastlanılan bir davranış değildi,

ONA GÖRE... çözülmeyen bir sorunu yerinde
görüp, çözmek ya da yönetmenin
işine son vereceği zaman set ziyareti
yaptığını onu iyi tanıyanlardan
Dekorun hazır olamaması nedeniyle dinlemiştim. Herkesi bir telaştır
iki gündür çekimlerin yapılamadığı aldı, çünkü filmi yöneten kişinin
Plato’ yu buz gibi bir hava sarıvermişti ilk yönetmenlik denemesiydi bu,
hemen… Film çalışanları arasında komedi oyunculuğunda birlikte hedefim film yönetmeni olmaktı;
“Patron” olarak isimlendirilen çalıştığı arkadaşıyla “ikili” olarak bunun için de işi öğrenmek amacıyla
yapımcı ise, o zamanın büyük ve tiyatro oyunlarında yıldızı çoktan film setlerinde yönetmen asistanlığı
köklü film yapım şirketlerinden parlamış ama iddialı olarak film yapıyordum, o yıllarda sinemaya
birinin sahibiydi; ilkeli, sert, yüzü hiç yönetmenliğine de soyunan, bütün girmenin ve mesleki tecrübe
gülmeyen ve işinden başka bir şey çalışanların çok sevdiği, bir dediğini edinmenin başka bir yolu da yoktu.
düşünmeyen bu kişi yaptığı başarılı iki etmediği, kibar, beyefendi, Aniden memleketine gitmek zorunda
filmlerle Türk sineması içinde kendisi dost ve her zaman komik oyuncu/ kalan, benim gibi film setlerinde
ve şirketine saygın ve önemli bir yer yönetmenimiz hem gereğinden fazla asistanlık yapan bir arkadaşım bu
edinmişti. Oyuncu ve yönetmenler uzunlukta film harcıyor hem de filmin ikinci asistanıydı. Onun yerine
için onun yapımcılığı yapacağı kesinleşmiş çekim programından bir geçici olarak bu sette ben çalışmaya
filmlerde yer almak artı bir değer hafta gecikmeli olarak çalışıyordu, başlamıştım. Oyuncu /yönetmenimiz,
kazanmak ve saygınlığa ulaşmak yapımcının setteki gözü ve kulağı haberi getiren prodüksiyon amirine,
demekti. olan prodüksüyon amiri (yapım hazırlığına katıldığı dekor yapımından
yönetmeni) çekilmekte olan fazla -bu konuda hem bilgili hem de
Hangi konunun tutacağını, hangi film ve gecikmeler için patronun maharetliydi- başını kaldırmadan
oyuncunun iyi iş yapacağını çok iyi (yapımcı) memnun olmayıp, öfke olanca rahatlığı ve kendine özgü
bilir, sonuçlar da onu yanıltmazdı. ile köpürüp söylendiğini oyuncu/ komikliği ile cevabı yapıştırdı;
yönetmenimize aktarmıştı. “Buyursun gelsin arkadaş, tabii ki
Çekimleri aksayan bu film için gelecek… Burası onun seti… Hem
teklif götürdüğü tiyatroda; hızla O tarihlerde, bir taraftan İstanbul geleceği varsa göreceği de var!”
yükselmiş komedi oyuncusu “Kabul Güzel Sanatlar Akademisi’nde yüksek
ederim ama filmi ben yöneteceğim” öğrenimimi yaparken, bir yandan Film çekiminde görev alan ışıkçılar, set
dediğinde; hiç duraksamadan “olur” da “Yeşilçam” olarak adlandırılan elemanları, kameraman asistanları,
demişti, çünkü bu oyuncunun sinema alanında çalışıyordum, yapım asistanları, çekimi bekleyen

261




















figürasyon elemanları, bu birden Patron kızgın ve
verilen hazır cevaptan çok, o komik sert; “Ne hesap
söyleniş tarzına hep birlikte gülmeye vereceksiniz bakalım
başladılar. Yönetmenimiz güldürerek bana? Niye çekip
dağıttığı soğuk havayı daha da ısıtmak b i t i r m i y o r s u n u z
ve çalışanları neşelendirmek için yine da bu sahneleri,
gülünç bir ses ve sanki patronu taklit sallanıp duruyorsunuz
eder bir eda ile konuşmasını sürdürdü; iki gündür? Hem bir
“Göreceği mi var? Yahu biz sahiden haftalık gecikmede
ne göstereceğiz patrona? Adam olduğunuzu bilmiyor muyum
demeyecek mi; bir dekoru bile sanıyorsunuz? Her şey para
tamamlayamadınız ulan bu filmi yazıyor efendim para! Siz beni
nasıl bitireceksiniz ha? Sizi gidi batıracak mısınız Allah aşkına?
tembelin evlatları ha?” Söyleyin bu mu istediğiniz? ” beklenir mi? Yok parçaydı, tornaydı
tanımam ben, kimsenin gözünün
Fakat biraz önceki toplu gülüşmenin Yönetmenimiz kendinden emin, yaşına bakmayın, kovun gitsin siz
ve neşeli havanın devam etmediğini sakin ve rahat, yumuşacık bir ses ile, fazla iyisiniz bu piyasaya göre! Bu
görünce sözlerinin gerisini getirmedi; “Aman beyefendi hiç olur mu öyle kadar iyi olunmaz, aklınızı başınıza
“Yahu çocuklar ne oldu, niye şey? Sadece dekor ustamız, sayın art alın, her şey para efendim para bu
sustunuz ha? Yoksa açıkta bir şey mi direktörümüz (sanat yönetmeni) işte!. .”
gördünüz?” yaptığımız dekoru yıkıp yeniden
yapmayalım diye açılır kapanır “Kusura bakmayınız ama ne
Birden, biraz ilerisinde yüzü ona bir parça çektiriyor tornada, yapabilirim beyefendi? Biz böyle
dönük duran prodüksiyon amirinin onu bekliyorum, gelir gelmez yetiştirildik böyle gördük, hem
kendisine yaptığı kaş göz işaretleriyle, başlayacağız sahneye… Yani biz dekora bu çocukla başladık,
olanı biteni tam anlayamadan hızla yine sizi düşünüyoruz beyefendi, biliyorsunuz ne kadar ustadır,
olduğu yerde bir daire çizerek geriye paralar boşa gitmesin diye, hem yoktan var eder her şeyi, biz masraf
döndü ki; patronla burun buruna biliyorsunuz söz verdiğim tarihten olmasın diye, sizi düşünerek…”
geldiler! Yeşilçam’ın büyük yapımcısı sonraya kalırsak bütün masrafları
patron orada, hemen arkasında benden kesebilirsiniz, bunu “Her neyse… Hadi kaldığınız
ayakta, deminden beri onu dinleyip konuşmuştuk hatırlarsanız, ben yerden çalışmaya devam edin.
izlemekteydi… Yönetmenimiz bunu üstlenirim bir gecikme olursa, Hadi bakalım kolay gelsin, elinizi
büyük bir pişkinlik ve olgunlukla, siz rahat olun, merak etmeyin çabuk tutun daha bunun montajıydı
neşesinden bir şey eksiltmeden olanca efendim” dublajıydı ohooo… Daha işi var…”
kibarlığı ile patrona “Hoş geldiniz
beyefendi!” dedi ve ekledi; “Ben de “İşi geciktireni hemen kovacaksınız “Siz rahat olun efendim,
size ne söyleyeceğimi anlatıyordum setten, yahu art direktör mü yok konuştuğumuz sürede, tam
arkadaşlara.” koca Yeşilçam’da… İki gün adam zamanında film bitecek emin

262


















olabilirsiniz…” de ağırlaşmış, bırakacak kimsesi de gecekondusunun bahçe kapısında
olmadığından işe gelemiyormuş, telaşla karşıladı, sessizce ama sürekli
Prodüktörümüz(yapımcı), sakinleşmiş yazıhane (film şirketi) bilmesin diye dökülen göz yaşlarıyla “Abim, canım
halde çekip gitti, bütün çalışanlar orayı aramamış” Abim” diyerek sarıldı yönetmene;
rahat bir nefes aldı ancak “Kimseye bırakamadım yavrumu,
yönetmenimiz de biraz önceki “Tamam” dedi yönetmen, rahat bir iki gündür çok hasta, hatta
o rahat ve sakin görünümünden nefes aldı; “Şimdi oldu işte, ben şimdilerde beni bile tanımaz bir
çıkmış, sıkıntılı ve endişeli bir demedim mi? Bu çocuk mutlaka hal aldı; ateşler içinde, yanına,
havaya girmişti. Biz asistanlarını haber verir diye.” Yüzü aydınlanmıştı ben işe giderken gelen yaşlı teyze
çağırdı, bir kenara çekildik, zaman birden, tanıdığı bir insana duyduğu de gelmedi iki gündür. Film ne
zaman çekimlerde yaptığı gibi güvenin boşa çıkmayışı onu hem oldu abi, dekor yarım kaldı benim
durum değerlendirmesi yapacaktı; sevindirmiş hem de gururlandırmıştı, yüzümden, hay allah iş bitecekti
“Çocuklar, torna dedik, parça dedik, ayağa kalktı, heyecan ve sevinçle şimdiye kadar” diyebildi. Bu kez
idare ettik ama nasıl kovarım ben atıldı; “Bu “A” iyi art direktördür; daha şiddetle hıçkırarak ağlamaya
A….’yı? Yılların çalışanı bu adam, iyi ustadır ama daha önemlisi “iyi başladı. Onu yatıştırarak içeri girdik,
onun yaptığını kimse yapamaz ki, insandır iyi!” Ne kadar önemli iyi sedirin üstüne serilmiş küçük bir
yıllarını vermiş bu işe… Peki ama insan olabilmek, ne kadar önemli yer yatağında dünyalar güzeli altı
nerede bu iki gündür? Bu dekoru şu üç günlük ömürde! Bak haber yedi yaşlarında küçük bir kız çocuğu
ben kiminle nasıl tamamlarım, hiç bırakmış bize...” kendinden geçmiş yatıyordu...
böyle yapmazdı yahu, mutlaka bir
şey oldu, oldu da gelemedi, peki Birinci asistana döndü; “Sen setin “A” karısını, kızının doğumundan
haber de veremez miydi?” başında kal hatta şu konuştuğumuz üç yıl sonra yitirmiş, o sıralarda
birkaç ayrıntıyı çekin bu arada” yanlarında kalan kız kardeşinin de
Tam o sırada ekibin toplanmasından dedi. Sürücüye dönüp “A”nın evini yardımıyla bu yaşa kadar büyütmüştü
sorumlu ve ekibi her gün sete bilip bilmediğini sordu, sürücü küçük kızı. Kız kardeşi evlenip başka
getirip götüren minibüs sürücüsü, onu hep kahveden aldığından evini kente gidince kızına hem babalık hem
çekimleri yaptığımız, dekoru bilmiyordu. “Ben biliyorum “A” de annelik yaparak, birlikte yaşam
kurduğumuz Plato’nun (kapalı nın evini” dedim, “Başka bir çekim mücadelesi vermişlerdi. Ancak küçük
çekim yeri) kapısında göründü. dönüşü geç vakit de bırakmıştık kızda bir yıl önce omurga eğriliği
Yönetmenimizin yanına doğru geldi, onu… Ama taa Alibeyköy’de hastalığı belirmiş; vücut yapısı gözle
eğildi, ancak bizlerin duyabileceği oturuyor.” görülür halde bozulmaya başlamıştı.
bir sesle; “Hocam size bir haberim Eğrilen omurganın baskısı acılı
var kahveden (o zamanlar sinemada “Olsun Silivri’de de otursa gideceğiz ağrılara neden oluyor, küçücük beden
çalışan teknik ekibin toplandığı yer) evine, çocuklar kimseye bir şey dayanılmaz acılarla kıvranıyordu.
aradılar; size iletmemi söylediler. çaktırmayın şimdi döneceğiz ha!” Doktorlar “geç kalmadan müdahale
Aslında “A” dün sabah aramış bize edersek iyileşir” demişlerdi, ama işte
haber bırakmış ama kahvedekiler O zamanın trafiksiz İstanbul’unda gel gör ki her işin başı paraydı.
atlamışlar. Ancak biraz önce arayıp rahatça ulaştık Alibeyköy’e.
söylediler, kızı çok hastaymış hem Minibüsün geldiğini gören “A” bizi “A” bir solukta bütün bunları

263


















anlattığında kız birden gözlerini açtı; varsa teşekkür edip küçük kızı onlara “Bugün, onun ölümüyle
yönetmene onu sanki bir yerlerden emanet etti. ülkemizdeki her evden bir cenaze
tanımış gibi baktı, baktı ve taa çıktı…” diye tanımlayacaktı.
yürekten gülümsedi. Belli belirsiz “A”, bu kez sevinç göz yaşları
incecik titreyen sesiyle “Hoş geldiniz” içinde hastane çıkışında ellerine Yıllar yılı hiç ayrılmadığı, birlikte
diyebildi, sonra tekrar gözlerini sarıldı yönetmenin; “Allah bütün tiyatro ve sinemada adeta “efsane
kapattı, bu kez göz yaşlarının dökülme insanları senin gibi “iyi”lerle ikili” oldukları ortağı, arkadaşı;
sırası yönetmendeydi, hızla ayağa karşılaştırsın” diyerek kucakladı, “diğer yarımdı o benim” dedikten
kalktı; “Böyle olmaz, bekleyemeyiz” hemen sete döndük, dekor o gece sonra ekleyecekti;
dedi, “Hemen götürmeliyiz tamamlandı, bir haftalık çalışmayla
yavrucağı, çektiği acı yeter!” film yönetmenin söz verdiği tarihe “Hep insanlara iyilik için
Acıdan yarı baygın küçük kızı bir yetiştirildi, gösterime girdiğinde de yaşadı, elindekini, avcundakini,
battaniyeye sardık. “A” kızının birkaç çok iyi gişe gelirine ulaştı. Yeşilçam’ın cebindekini, sırtındakini,
temiz çamaşırını, bir iki giysisini büyük patronu ikinci bir film sofrasındakini her zaman paylaştı;
toparladı, evin pencere ve kapısını anlaşması daha imzaladı yönetmenle. herkese el verdi; el uzattı; yemedi;
kilitledi. Küçük kız battaniyeye Küçük kızın ameliyatı başarılı geçti, yedirdi; içmedi; içirdi; giymedi;
sarılı yönetmenin kucağında küçük kız yıllar süren ve yönetmenin giydirdi! Eline biraz para geçse
minibüse bindik, “Hadi dosdoğru bütün giderlerini karşıladığı tedaviyle muhtaçlara dağıttı, her şeyini,
Balta Limanı Kemik Hastanesi’ne sağlığına kavuştu, yine yönetmenin varını yoğunu ihtiyacı olanlarla
gidiyoruz” dedi sürücüye. Hastaneye desteğiyle okudu, meslek sahibi paylaştı, tam anlamıyla bir iyilik ve
girip, acile yatana dek küçük kızı oldu, yönetmenin kızı gibi ona hep insanlık abidesi idi.”
kucağından bırakmadı. Yol boyunca yakın durdu. Yönetmenin tanıdık,
onunla konuştu, iyileşeceğini anlattı tanımadık, uzak, yakın kendinden bir Peki kimdi bu baştan aşağı bir iyilik
durdu küçük kıza. Hastanenin acil şey isteyen, istemeyen, ama muhtaç ve insanlık abidesi olan oyuncu ve
servisine girdiğimizde onu tanıyan ve çaresiz durumlarını gördüğü yönetmen? Bu eşsiz insan; sevgili
ve koşuşturmaya başlayan doktorlara insanlar için karşılıksız yaptığı; iş ZEKİ ALASYA’dan başkası değildi…
hastanın sahibi olduğunu ve ne bulmak, iş vermek, eğitimi ya da
gerekiyorsa yapılmasını söyleyerek, tedavilerini üstlenmek, parasal ya da
küçük kızın en kısa sürede giyecek yardımı gibi daha pek çok
tedavisinin başlamasını sağladı. yardım ve desteklerine yıllar boyu
Arkadaşı olduğunu konuşmalarından şahit oldu, aynı zamanda onun insan
anladığım baş hekim de ertesi sevgisi ile yoğrulmuş kalbi yıllar sonra
sabah ameliyata alabileceklerini durduğunda bütün bir Türkiye’nin
söylediğinde yönetmenin yüzü nasıl üzüldüğünü de ağır bir kederle
daha da aydınlanmış, o zamana yaşadı. Türkiye’nin yaşadığı bu kederi,
dek çözülemeyen bir problemi bir yönetmenin çok sevdiği, sahnede
çırpıda çözüvermiş bir ortaokul birlikteyken oyun sırasında muziplik
çocuğunun rahatlığına girmişti. Tek yaparak hep güldürdüğü bir oyuncu
tek doktor, hemşire ve ilgilenen kim arkadaşı;

264










ANI

Selinsu Karataş > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü Öğrencisi








BALTALİMANI

EFSANESİ


Acıların buluştuğu, umutların yeşerip
solabileceği bir yer Metin Sabancı
Baltalimanı Hastanesi. Hastane
kelimesi böyle bir bina için eksik
kalır, tam manasını yansıtamaz.

Baltalimanı’yla tanışmam 10
yaşımdayken oldu. Dedesinin elinden
tutmuş gözleriyle çevresindeki
karmaşaya anlam veremeyen küçük
bir kız çocuğuydum ozamanlar.
Hastaneye ilk girişimi hatırlıyorum
da epey korkmuştum, çevremde acı
çeken insanlar, bir umutla doktor kızım.” rağmen Baltalimanı Hastanesi’nin
sırası bekleyen teyzeler, amcalar Şaşırdım. Çünkü benim için saray insanı etkileyen güzel bir hikâyesi
ve hatta benden ufak arkadaşlarım hapishane gibi bir yerdi. Oysa de var. Daha doğrusu Baltalimanı
da vardı. Muayenemi olduktan buradaki insanlar bütün acılarına Sarayı’nın…
sonra annem beni rahatlatmak için rağmen çaylarını içip gülebiliyorlardı.
hastanede ufak bir gezintiye çıkardı. İnsanlar rahattı onca derde, sıkıntıya Baltalimanı Sarayı 19. yüzyılın ilk
Bense hala korkuyordum. Anneme ve kedere rağmen. İçerideki atmosferle yarısında Sadrazam Mustafa Reşit
sorduğum bir sorunun cevabına çok dışarıdaki bambaşkaydı. Biz de oturup Paşa (1800–1858) tarafından 1600
şaşırdığımı hatırlıyorum; çaylarımızı yudumladık. O mızmız m ’lik bir alanda iki katlı ve kâgir
2
kız çocuğundan eser yoktu şimdi. olarak yaptırılmış. Bina, Sultan
-“Anne bu bina neden bu kadar Bu hastanede insanı hem kendine Abdülmecit’in kızı Fatma Sultan ile
büyük, koskocaman? Anne deniz çeken hem de korkutan başka bir evlendirilen, Mustafa Reşit Paşa’nın
kenarına hastane yapmışlar insanlar hava, başka bir his vardı. Bunun esas oğlu Galip Paşa’nın ikametine tahsis
denize bakıp çay içsin diye mi?” nedenini yıllar sonra anladım… edilmiş ve Galip Paşa’nın ölümünden
sonra Hazine tarafından satın alınmış.
Evet, aynen bu soruları sormuştum. Büyüdüm artık. 22 yaşıma geldim.
Annemin cevabıyla bir kez daha Küçükken beni ürküten ama bir Mustafa Reşit Paşa’nın Hariciye
şaşkınlığa uğradım; taraftan da kendine çeken bu Nazırlığı döneminde 1838 yılında
hastaneyi artık gülümseyerek İngiltere ile takiben Belçika ve Fransa
-“Burası eskiden tarihi bir saraydı hatırlıyorum. Çektiğim onca acılara ile Osmanlı Devleti’nin mali alanda

265


















çöküşüne zemin hazırlayan ve tarihe Hastane Sağlık Bakanlığı tarafından Bir insan ameliyat olduğu hastaneyi
Baltalimanı Antlaşması olarak geçen 21 Aralık 2001 tarihinde özel nasıl sevebilirdi ki? Hadi diyelim ki
ticari antlaşmaların imzalandığı dal eğitim ve araştırma hastanesi sevdi, bir hastanenin neyi özlenir ki?
saray, 1887 yılında II. Abdülhamit’in statüsüne geçirilmiş ve bu haliyle Kafamdaki sorular gitgide arttı.
küçük kız kardeşi Mediha Sultan’a ülkemizin Ortopedi ve Travmatoloji
tahsis edilmiş. alanında ilk ve tek özel dal eğitim Kapıdan ilk girişteki danışmayı
hastanesi olmuş. 2002 yılından geçtikten sonra yürüyüp çıkılan
Mediha Sultan’ın Londra Sefaret itibaren bakanlığın büyük yatırımları alan insanı büyüleyecek şekilde. En
Kâtibi Ferit Bey ile (Damat Ferit Paşa) ile hastane köklü bir yenilenmeye tabi az 5 metre olduğunu düşündüğüm
evlenmesinden sonra bina Damat tutulmuş. dev bir tavanla karşı karşıya kaldım.
Ferit Paşa Sarayı olarak anılmış ve Dev sütunlar beni fazlasıyla etkiledi.
1922 yılına kadar yazlık saray olarak Kısacası insanların kâh gülümseyip Özellikle odaların tavanları tek
kullanılmış. kâh ağladığı bu koskocaman yaşlı kelimeyle şahane. Nasıl yapıldığına
bina bizim çektiğimiz acılardan daha hayret ettim açıkçası. Baktıkça
Cumhuriyet döneminde saray bir fazlasını çekip bunu içinde saklamış. bakası geliyor insanın. Odalardaki
dönem metruk ve kapalı kalmış, Hastaneye yatışımın kesinleştiği gün düzenlemeler çok değişik olsa da
yağmur ve çevre etkileriyle tavan içim karardı. “Yine mi Baltalimanı?” eskiden şömine olan yerler hala
dokusu, yaldızlı ve işlemeli yüzeyler dedim kendi kendime… Garipsedim. belirgin. Ve oda sizinle konuşuyor
yumuşayıp bazı kısımlar harap Hatta daha önce Baltalimanı’nda gibi.
olmuş, sıvalar çürüyüp düşmüş, sahil yatmış bir teyzenin “Burası çok
ve rıhtım korunakları parçalanmış keyifli. İnsanın çıkası gelmiyor.” Hastanedeki ilk günümde birçok
ve salon süsleri bozulmuştur. demesiyle şaşkınlığım 3 kat daha arttı. arkadaş edindim. Arkadaş dediğime
Takiben bir süre Tarım Bakanlığı’na
bağlı Balıkçılık Enstitüsü olarak
kullanılan bina 1943 senesinde Sağlık
Bakanlığı’na devredilmiş.

Bakanlık burada 85 yataklı bir
“Kemik ve Mafsal Veremi Hastanesi”
açmayı planlamış; gerekli onarım,
iç düzenleme ve ıslahat yapılarak
19 Haziran 1944 tarihinde hastane
olarak hizmete açılmış.

1955 yılında hastanenin ismi
Baltalimanı Kemik Hastalıkları
Hastanesi Deniz ve Güneş Tedavi
Enstitüsü, 1960 yılında ise Baltalimanı
Kemik Hastalıkları Hastanesi olarak
değiştirilmiş.

266


















bakmayın; hepsi 55-60 yaşında
teyzeler aslında. İnsan mecbur kalınca
bulunduğu çevreye çok çabuk adapte
olabiliyormuş bunu da öğrenmiş
oldum böylece. Hastane yatış sistemi
koğuş şeklinde. Koskocaman tavanlı
yan yana odalar ve her odada en az
10 yatak var. Oda numaraları da bunu
destekler şekilde isimlendirilmiş. İsim
olarak korkutucu gelse de çok güzel
anılar biriktirdim ben o 7. Koğuş’ta…


Saatlerce süren bekleyişin ardından
çantamı alıp bana ayrılmış olan
yatağıma geçtim. İçimden etmediğim
beddua kalmadı. “Lanet olsun bu
hastaneye burada yatılır mı hiç,
bu kadar insanla aynı odada nasıl
kalacağım nasıl uyuyacağım offfff…”
diyordum ki, aşağıda tanıştığım bir
abla beni buldu. O hastane bana
ilk kez sıcak geldi o zaman. Daha
sonra koğuştaki teyzelerimle de bir derdimi unuttum… Bütün bir koğuş eğleniyordum. “Hastanede eğlenilir
güzel kaynaştık. Boncuk’tu artık olarak ameliyatımız 4 gün ertelendi mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama
benim adım. Mavi gözlerimden aynı zamanda. Biz de bu sırada inanın çok fazla eğleniliyor. Bizim
dolayı aldığım bu lakaba ben de birbirimizle çok daha fazla samimi koğuşun kek, börek, kısır partilerine
ısındım. Odadaki her işe ben koşar olduk. Ameliyat olamadığımız için ev sahipliği yaptığı günlerin birinde
oldum. Koğuştaki en genç insan bizim akşamları sahil kısmına inip hepimizi ameliyat ettiler sırayla,
ben olduğum için kurban olarak çay içmemiz daha kolay oluyordu. aynı gün içinde. Kahkahalarımızla
beni seçtiler sanırım… “Selin bunu Uzun uzun sohbetler arkası gelmek çınlayan o koğuş bir anda sessizleşmiş
getirir misin? Selin bana yardım bilmeyen kahkahalar. İşte o zaman ve ağlayan acı çeken inleyen insanlarla
eder misin? TV kumandası nerede ?” yatışımın kesinleştiği günkü dolmuştu. Ama biz o kısmı da çabuk
vs… İlk başta nefret ederek baktığım konuştuğum teyzenin neden bana atlattık. Taburcu olmam gereken gün
insanlar 1-2 gün içinde benim ailem öyle laflar ettiğini daha iyi anladım. gelip çattığında anneme “ben buradan
oldu. Birbirimizin dertlerini dinleyip Artık Baltalimanı’na iyice alışmıştım. gitmek istemiyorum. En azından
birbirimize teselli verir olduk. Ben Ameliyat olmak için gelmiş gibi bir gün daha kalsam olmaz mı?
içimdeki sıkıntılara daha fazla bir halimiz de yoktu. Bütün gün dediğimde annemin yüz ifadesini asla
dayanamayıp bir güzel kurdeşen pijamalarımızla gezen kolumuza unutamam. Koğuşumdan çıkarkenki
döktüm o esnada. Ama inanın takılan bebek isimliği gibi şeyle her hislerimi tarif bile edemem. Ağlayarak
oradaki insanların tesellileriyle kapıdan geçer hale gelmiştik. Çok bana sarılan teyzelerim sizi asla

267


















unutmayacağım… Baltalimanı’nı bu
denli güzel kılan şey orada yaşanılan
dostluklarmış meğer. Sahilde içilen
çaylarmış orayı bu denli özlemle
andıran. İçiniz daraldığında kafanızı
camdan çıkarıp Fatih Sultan Mehmet
Köprüsü’nün büyüleyici ışıklarını
izlemek iyi geliyormuş insana.


İşte benim gözümden Baltalimanı
böyle bir yer. Kimler gelip kimler
geçmiş o saraydan. Eski insanların
güzel ruhlarını hissettiğimizden
midir nedir bilemedim, apayrı bir
yaşanmışlık hissediyor insan orayı
terk ederken. Anlatsam roman olur
denilecek tarzda hikâyeler, her yaştan
ve her kültürden insanlar… Doğudan
batıya yüksek gelirden düşük gelirli
insanlara varıncaya kadar birçok
kişiye kucak açan bir hastane
Baltalimanı…


Baltalimanı Hastanesi’nden bahsetmişken
saygıdeğer doktorlarını da unutmamak
lazım. Asistanlardan, hemşiresine,
hasta bakıcılarından kat görevlilerine
varıncaya kadar herkes işini çok
özenli ve titiz yapıyor. Doktorların
ilgisi gerçekten takdire şayan. Ama
benim için çok özel bir doktor var
Baltalimanı’nda. Melek doktorum
HAKAN BAHAR… Sanırım
doktoruma bir ömür boyu minnettar
kalacağım… İyi ki varsınız…

Ne diyeyim umarım hiçbir zaman
hastane ile işiniz olmaz, ama olacak
olursa da Baltalimanı ile olsun derim.
Sağlıklı ve bol neşeli günler dilerim…

268










DENEME

Ertuğrul Emin Akgün > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü Öğrencisi








TANPINAR’IN

İSTANBUL’U



Yahya Kemal’siz, Mallarmé’siz,
Debussy ve Proust’suz bir
Süleymaniye veya “Kanunî Mersiyesi”,
hattâ onlara o kadar yakın olan Neşatî
ve Nedim’in, Hâfız Post ile Dede’nin
arasından geçerek kendilerine
varamayacağımız bir Sinan ve Bâki
tahmin edebileceğimizden daha çok hatırladığımızdan ya da bu işlemin ait olabilirken kimilerinde tüm
çıplaktır. nasıl gerçekleştiğinden emin değiliz. edebi hayatı boyunca bir tanesi daha
... Hayatın anlamlı hale gelmesinde de baskın gelmiştir. Ahmet Hamdi
şehrinin
Tanpınar’ı,
üslûbunda
şüphesiz bu karmaşık zihin yapımız
İstanbul, ya hiç sevilmez ya da çok en önemli faktör. Hatırlamak için etkileri her zaman çok baskın olan
sevilmiş bir kadın gibi sevilir; bir başka yaşıyoruz, unutmamak için yazıyoruz. bir yazar olarak düşünmüşümdür.
deyişle her hâline, her hususiyetine Büyük yazarların da hepsinde Tanpınar, 3 Haziran 1901’de
ayrı bir dikkatle çıldırarak. kuvvetli bellek ve üstün zihin bulunur. İstanbul’da doğdu. Çocukluğu, kadı
olan babasının görev yaptığı Ergani,
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir Gözlem yetenekleri ve Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da
olaylara atfettikleri önemler geçti. Yükseköğrenim için İstanbul’a
Yazmak ya da yazma eyleminin dönemindekilerden farklıdır. Yazar, geldi. Mesleğinden ötürü farklı
peşine düşmek, aslında insanın aslında arketipsel anlamda kendini, şehirlerde görev yapan Tanpınar, 24
kendini anlatma isteğidir. kendi hikayesini anlatır. Bunu Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı
Edebiyat sanatçıları da temelde
bu motivasyonla harekete geçen yaparken de yaslandığı bazı temel sonucu İstanbul’da hayatını kaybetti.
bireylerdir. Yetenekleri ve disiplinleri kavramlar vardır. Sanatçı kendini
onları sıradan bir anlatıcıdan bu kavramlara atıf yaparak kurar. Türk modern edebiyatının ilk önemli
çok daha yukarılara taşımıştır. Teknik arayışlar, dönem özellikleri, temsilcilerindendir Tanpınar. Edebi
Sanatçının anlattığı her şey onun yenilikçilik, inanç sistemleri gibi pek bir kanonun oluşması açısından
zihnindedir. Belleğinin gücü aynı çok etki burada sayılabilir. Bunların da bir başlangıç noktasıdır. Tüm
zamanda yaratma cesaretidir. dışında ve tüm yazarlar için geçerli bu teknik bilgilerin ardında ise bir
Biriktirdiği anılar ve bilgiler zamanı bir madde daha söz konusudur. okur olarak hepimizin farklı bir
geldikçe eser olarak ortaya çıkar. Yazarın şehri neresidir? Ya da anısı olabilir onunla. Eserlerinden
İnsanın belleğinin nasıl çalıştığı hâlâ yazar hep yolculukta mıdır? aldığımız lezzet ve bizi yakaladığı
tam bir muamma. Neleri unutup/ Kimi zaman sanatçı her ikisine de duygular birbirimizden ayrıdır.

269


















Tanpınar İstanbul’dur. Daha yanlışları tespit etmek
doğrusu yaşadığı ve sevdiği ve geleceğe öyle
İstanbul, Tanpınar’ın edebi ilerlemek. Tanpınar
kalemini, kafa karışıklıklarını ele bir estetik adamıdır.
geçirmiştir. Tanpınar sürekli ve Geleceği İstanbul’un
sadece İstanbul’u anlatır. Anılarıyla geçmişinden görür.
kurgusallığın kesiştiği bir hayali Yola buradan çıkar:
şehir gibidir onun eserleri. “(...) İstanbul’a yeni
İstanbul doğumludur. Babasının hayat, yeni bayram, yeni
mesleğinden ötürü başka şehirlerde eğlence şekli, yeni zaman
büyümüştür ve doğduğu yeri lâzım. İstanbul artık bundan
yıllar sonra tekrar keşfetmiştir. böyle ekmeğini çalışarak
Belki de en önemli kırılmalardan kazanan bir şehirdir. Her şeyi ona
birini burada yaşamıştır. Doğuştan göre düzenlenmelidir.” Sadece Beş
İstanbullu olarak, İstanbul’u Şehir’de değil, tüm kitaplarında, Napoli gibi kendi dehasını idrakiydi.”
tekrar bulmuştur. Şehrin tüm Tanpınar’ın Bergson ilgisini de yine
estetiği onun dilinde toplanmıştır. şiirinde, yazılarında ve üslûbunda
Bu anlamda “Beş Şehir” adlı eserinde “İstanbul” vardır. Tanpınar’ın. Joyce’ın İstanbul üzerinden okumak mümkün
en hacimli bölümü İstanbul’un Dublin’i, Baudelaire ve Benjamin’in geliyor bana.
oluşturması da şaşırtıcı bir şey Paris’i varsa Tanpınar’ın İstanbul’u
değildir. Bellek ve zaman oluşturmaya
vardır. Calvino, “Görünmez çalışmıştır Tanpınar metinlerinde;
Tanpınar İstanbul’u anlatmaya ne Kentler” kitabında Marco Polo’ya, İstanbul’a bakarak, okuyarak,
zaman başlasa hikaye bir anısına Kubilay Han’a sürekli yeni şehirler anlatarak. Aşiyan’da Yahya Kemal’e
bağlanır, öyle de devam eder. anlattırır. En sonunda Kubilay yakın bir yerdeki mezar taşını
İstanbul, Türk-İslam estetiğinin, Han tüm şehirleri anlattığını ama süsleyen dizesi “Ne içindeyim
mimarisinin, müziğinin toplandığı bahsetmediği tek şehrin Venedik zamanın / Ne de büsbütün dışında”
yerdir. Buna rağmen en kanlı olduğunu Polo’ya söyler. Polo’dan sanırım biraz da şehre söylenmiştir.
isyanların, ihânetlerin, yangınların, Şehrin bir parçasıdır.
tartışmaların da merkezidir. ise, aslında en başından beri hep
Tüm bu süreç boyunca İstanbul, Venedik’i anlattığını, bir şehirden yola İstanbul’un Tanpınar için sonsuz
medeniyetin toplumsal sinir çıkmadan başka bir şey anlatmanın anlamı vardır. En başta kafa
ucudur. Referans noktasıdır. mümkün olmayacağı cevabını alır. karışıklığı gibi görünse de o, bunların
Tanpınar modern bir dünya Tanpınar’ın hep İstanbul’u anlattığını hepsiyle başa çıkmanın yollarını
görüşünü savunur. Metinleri düşünmüşümdür. İstanbul aklıma bulmuştu. En kuvvetli karşılığına
ve dünyaya yaklaşımı yenilik Tanpınar’ı, Beş Şehir’i, Huzur’u, değinecek olursak, Tanpınar için
arayışındadır. Bir açıdan İstanbul’dan Mahur Beste’yi, Saatleri Ayarlama İstanbul büyüdür. Yolu İstanbul ile
vazgeçemez. Vazgeçmemeyi önerir. Enstitüsü’nü getiriyor. Tanpınar’ın kesişmiş herkesin uğraması gereken
Bu yönüyle dönemin en önemli Venedik hakkında düşünceleri de bir duraktır. İstanbul’un en kuvvetli
modern düşüncesini üretmiştir. Calvino’ya selam gönderir gibi: büyüsüdür Tanpınar!
Gelenekle hesaplaşmak, doğruları “Gerçekte bu İstanbul’un Venedik ve

270










DENEME

Emel İmamoğlu > İKÜ İletişim Sanatları Bölümü Öğrencisi








deniz...
içindeydi
HEYECAN VE Sisler içindeydi teknemiz... Ama daha bu cinayetin sırları
Sisler
GERİLİM YÜKLÜ Sultanahmet’in minareleriydi çözülmeden ikinci bir cinayetin
haberi geliyor. Mekan farklı olsa da
BİR “İSTANBUL görülen, Ayasofya’nın kubbesi, bırakılma şekli aynı olan bir ceset
Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç
HATIRASI” yağmalanmamış, yıkılmamış, daha. Çemberlitaş Meydanı’ndaki
kirletilmemiş gibiydi şehir. Konstantin Sütunu’nun önünde
Bembeyaz bir süsle örtülmüştü avuçlarında Konstantin sikkesiyle...
Ahmet Ümit’in romanı “İstanbul doğa, ne varsa görüntüyü Bu kısımdan sonra tarih daha da
Hatırası”, Byzantion’dan İstanbul’a çirkinleştiren. Güneş doğmadan çok giriyor romanın içine. Bulunan
uzanan heyecan yüklü bir serüven... bir anlığına beliren bir hayal her cesetle birlikte farklı bir
gibi... Büyülü bir bulut gibi... İstanbul dönemi çıkıyor karşımıza.
Bir masal gibi... Yeni kurulmuş Ya kurbanlar? Kurbanlar kim mi?
İstanbul Hatırası, polisiye bir bir kent gibi... Taze bir başlangıç Birbiriyle bir şekilde ilişkisi olmuş
roman, ama aynı zamanda gibi... Genç, umutlu, güzel... insanlar, ama en önemli ve tek
İstanbul hakkında pek çok tarihi
bilgiler de var içinde. Ee kitabın Sarayburnu’nda bir cesetin
bulunmasıyla başlıyor serüven.
türü polisiye olunca, kahramanı Kolları yukarı uzatılmış, avuç içleri
da tabii ki bir başkomiser. birbirine bakacak şekilde, elleri
Başkomiser Nevzat. İstanbul’lu bileklerinden bağlanmış, ayakları
Nevzat... Balat’ta oturuyor, bazı iki yana açılmış bir ceset. Ve avuç
zamanlarda onu yarı yolda bırakan içlerine bırakılmış bir Byzantion
eski model bir Renault’a sahip, sikkesi. Roma döneminde basılan o
ama ondan vazgeçemiyor, diğer madeni paralardan...
vazgeçemedikleri gibi...
Başkomiser Nevzat ve yardımcıları
Karısı Güzide ve kızı Aysun’u bir Ali ve Zeynep ile derin bir
cinayet sonucu kaybetmiş. Aslında araştırma ve koşuşturmanın içinde
tek hedef Başkomiser Nevzat’mış. O buluyorlar kendilerini. Cesedin
katili ya da katilleri hiç bulamamış avucunda buldukları sikkeden
Nevzat. Belki de biraz da bu yüzden yola çıkarak Kral Byzas’a, ondan da
bir yanı hep suskun kalmış, bir yanı Kral Byzas’ın kurduğu Byzantion
hep yalnız, hep hüzünlü... Krallığı’na ulaşıyorlar. Bugün
‘’Şehre bakıyorduk denizden. kü Sarayburnu’nun olduğu yere
Sisler içindeydi İstanbul... kurulan krallığa.

271























ortak özellikleri İstanbul’un tarihi, oynattıran bir kitap.
güzel köşelerine göz dikmişler Bakalım iyi bir
büyük bir hırsla... dedektif misiniz?
Ben değilmişim. O
Sadece polisiye, yüzden biraz fazla
Sadece tarih değil kitaptakiler... şaşırdım katiller suç
Aşk da var, arkadaşlık da, yarım üstü yakalanınca. ‘’Neee,
kalanlar da, hayııırrr, olamaazz’’ diye..
Karısını ve kızını kaybeden
Başkomiser Nevzat’ın hayata Yo yo hayır tabiki de isimlerini
tutunma çabaları da, buraya yazmayacağım, büyüsü
Onun yaralarını sarmaya çalışan bozulmasın. Ama dikkat edersen
Rum sevgilisi Evgenia, ipucu verdim katiller diye, evet Soğukçeşme Sokağı, Topkapı Sarayı
Çocukluk arkadaşları Demir ve birden fazla kişi, ama kaç kişi Önü, Fatih Camii, Selimiye Camii
Yekta da var... diye sorma lütfen. Kitabın en ve Evgenia Hanım’ın Meyhanesi
güzel yanlarından biri de katil ya Kurtuluş – Tatavla’daki Despina’nın
Kaybedilenler, da katilleri son dakikaya kadar yeri... İstanbul’a bir de bu açıdan
Kaybedilenlerin acısı, bulmanın pek mümkün olmaması, bakarak gezmek bambaşka.
Kaybedilenlerin yeri doldurulmaz zaten bu yüzden kitap elden kolay
boşlukları da... bırakılmıyor. Kitabını okuyup, yazarıyla o kitabı

canlı bir şekilde bir daha yaşamak,
Ahmet Ümit demiş ki bir Yedi kurban, gezmek... Güzel bir duygu olsa
röportajında; “İstanbul Hatırası, Yedi hükümdar, gerek.
İstanbul’da yaşayanların kendi Yedi sikke, “Artık gece başımı yastığa
canlarını İstanbul’a hatıra Yedi farklı mekan, koyduğumda rahat uyuyorum.
etmeleri, yadigar bırakmalarıdır. Ve İstanbul’un gizemli tarihi... Çünkü İstanbul adına bir şey
Bu kitabı, İstanbul’a benden bir yaptım.’’ (Ahmet Ümit)
hatıra olsun diye yazdım. Ahmet Kitabın yayımlandığı Haziran
Ümit’in İstanbul’a hatırası ve vefa 2010’da Ahmet Ümit, okurlarıyla
borcu.’’ birlikte bir kültür turu düzenlemiş. Peki ya siz?
Kitapta adı geçen tüm mekanları
İstanbul Hatırası sizi sürükleyen, gezmişler. Bu turu okuyucu kendisi
sizin hayatınızdan da kesitleri de yapabilir. Rota kısaca şöyle;
barındıran, meraklandıran,
oturduğunuz yerden dedektifçilik Sarayburnu, Çemberlitaş, Altınkapı, Emel İmamoğlu

272










DENEME

Ömer Denizer > Görüntü Yönetmeni










ANILARI
BİRİKMEYEN ŞEHİR




Bu şehirde bir “şey” gizli. Adı
bulunması zor bir “şey”.

Tek bildiğim içinde bir yerde
saklanmış olduğu.

Yüzyıllardır insanlar bu şehir
hakkında yazmış, yazıyor ve yazacak.
Zaten kendi kendine diyemediğini o
“şeyi” nasıl yazar insan. Yürümek istiyorum. Zamanım dar. otomobilinin içinde yeşile dönüşü
Bu şehrin en bilineni zamanla olan ağırdan alır. Arkasında bekleyenlerin
Kendime şehirde gizli köşeler, ya da mücadele. seslenmesiyle belki de ilk kez
çıkmaz sokakların aslında bir çıkışı klakson sesiyle tanışır. Ağırdan alan
var desem. Karşılıklı soru işaretleriyle bir taksi otomobildeki amcadan cevap gelir.
duruyor.
Bir duygu, bir özlem, bir soru, bir -Acelen varsa, niye buradasın, yanlış
cevap, bir umut ya da bir hayal -Ne tarafa gideceksin? yerdesin.
kırıklığı yolculuğuna çıksak?
Bak bu işte yılların sorusu bilsem Bu anekdotu biraz daha uzatıp
Varır mıyız? Bilemiyorum. keşke. anlatsam. Gideceğimiz yönü şirin
gösterir mi?
Şehrin içinde bir yerde sıkıştım. -Biraz acelem var, şu yöne…
Susuyorum.
İş çıkış saatleri, şehir içi yer değiştirme Böylesine orta elbette gol olur.
sorularından biri var. Yüksek yüksek binaların arasında ana
-Herkesin acelesi var bu şehirde gel caddeye çıkmaya çalışıyoruz.
Haftanın son iş günü akşam trafiği ya bakalım.
da senede bir “kez” kar yağınca aranan Binaların arasında gitmeye hazırlanan
güzergahlar gibi bir matematik. Güneyde o popüler tatil yöresinde bir güneş. Pek bir aceleci bu akşam.
bir anekdot vardır. İlk kırmızı
Bu şehrin kendi kendisinde saklı. ışıkları konur o yörenin. Bir amca Güneş veda ederken oyunlar oynuyor

273


















yüksek yüksek binaların camlarında. bırakacaksın.
O binaların otoparklarında
otomobiller kurallı, kuralsız Kelime yağmuru bitti.
fışkırıyorlar. Güneşi izliyorum.
Yüksek yüksek
Servis minibüsleri dizili kaldırım binalardan sıyrılıp
kenarlarında. dönüşüm bekleyen
mahallenin üzerinde
Bir yer kapma, bir sıyrılma mücadelesi vedasını takip ediyorum.
başlıyor. Şehir sahnesindeyiz artık.
Radyo açık. Ama radyodaki
Dışarıda sürekli bir klakson sesi. uyarı hep radyolarını yeni
açanlar üzerine...
Güneydeki o amca olsaydı burada...
Şehrin tüm tıkalı yollarını anlatan bir plaza camları, yaşadığın yere ait ne
Taksinin içi sessiz. Gidilecek yöne ait radyo kanalı konuşuyor. anlatır?
kelime balonu torpidonun üzerinde
duruyor. Konuşmanın köpüklü yerinde Ya da dönüşümü bekleyen mahalle
kalmıyorum. Atlıyorum suyun gününün çoğu zamanını o binaların
O baloncuk patlıyor. derinliğini bilmeden. gölgesinde geçirirse şehirdeyim der
mi?
-Nereden gidelim? -Değişiyor herşey, herşey değişiyor.
Şehir şehir gibi değil ki! -Sen nerelisin arkadaşım?
Cevap almışken geri yollamalı:
Dedik ya başta içinde bir “şey” saklı. -Bu şehirliyim.
-Size neresi uygun olursa, oradan Gel gidelim. Kapat taksimetreyi ve o
gidelim. saklı “şeyi” bulalım. -Olmaz öyle şey. Bu şehirli yoktur.

Artık iki cümle baloncuğumuz var Başka bir cümle balonumuz var artık. -Ama öyle, çok eski bizim nüfus
derken bir üçüncüsü geliyor şöförden. kaydımız.
-Bitmiş bu şehir
-Turist diyorum kardeşim, hele bu -Ya öyle öyle, herkes bu şehirli.
şekil turist hiç gelmesin. Gelmesin bu Bambaşka bir noktadayız.
şekilsizler. Saatlerdir yoldayım bir de Benim verdiğim cevap çıkmaz
parayı beğenmiyorlar. Gelmesinler. Gıdım gıdım trafiğin süzgecinden sokaklarda dolaşan bir cevap.
süzülüyoruz. Biliyorum.
Bu cümlelere artık kim, neden sorusu
soramazsın. Sohbetini ya tartıp Şehir biter mi? Şehir başlar mı? Gene de cevap işte.
kırıp dökmeden devam edeceksin
ya da olduğu gibi köpüklü köpüklü Güneşin giderayak oyunlar oynadığı -Kırk beş senedir direksiyon

274


















sallıyorum bu şehirde. Kitapçıların raflarının bir bölümü Şehiri bilmek lazım. Onunla geçirdiği
şehir kitaplarıyla dolu. anları, anıları biriktirmeli insan.
-O zaman benden daha şehirlisin.
Yüzyıllardır yazmış şairler, yazarlar. Her gün hızlıca, kontrolsüzce
-Öyle öyle ama bu şehirli yoktur. Şimdi ya kusura bakmayın değişirken dokusu inadına daha çok
anlamıyorsunuz bu şehri “ben karışmalı şehre.
Taksi şöförünün telefonu çalıyor. anlatırım” diyecek halim yok.
Dert var arayanda belli ki, inişli çıkışlı Sokaklarında, caddelerinde bildiğini
bir konuşma başlıyor. Telefonu kapatıyor. O dertli defalarca bilmeli belki…
konuşmasının ayrıntılarına almıyor
Loşlukla ilk lacivert fonu arasında bir beni. Anıları birikmeli insanın…
yerden buluşan şehri izliyorum.
-Ben sana bir şey diyeyim arkadaşım? En güzeli, en özeli, en şehirli olanı…
Uzakta bir çevreyolu. İki kolu olan Biz bir başka sevdik. Şehri de,
bir kırmızı, bir sarı nehir. Nehirden karşımızdakini de…
tek farkı bu nehir akmıyor duruyor.
O an o nehirdeki herkesin akıp gideni Radyoyu yeni açan değiliz artık. Bir
sadece geçen zamanları. sanat müziği eşliğinde müsait bir
yerde iniyorum.
Gözüm afilli bir emlak reklam
panosuna takılıyor. -Kendine iyi bak şehirli.

Şehrin içinde gizlenen cennet, oraya -Sevgini kaybetme, hayırlı işler.
şu kadar buraya bu kadar dakika.
Çok şey anlatır bu şehir içindeki
Niye şehir içinde gizlenir insan? Şehir yolculuklar.
dediğini yaşarsın.
Ama neden suda eriyen vitaminler
Bir meydana çıkmalı tüm sokaklar. gibidir bilinmez. Erir gider hemen.
Parklar olursun, ağaçlar olursun nefes Bilirsen değerini erirken bile alacağını
alırsın nefes verirsin.
almaya çalışırsın.

Baharı bir alışveriş merkezinde niye
karşılar ki insan? Bir vapur yolculuğu çizer resmini.
Sorunu ya da cevabını götürürsün

Sonradan yapılmış plastik, saklı öteki kıyıya.
sterilize edilen mekanlara girince
şehir daha çok mu şehir? Kendini anlatırsın sen, şehir seni
dinler. Sen şehre kızarsın o gene seni
Yoksa “miş” gibi oluyoruz? dinler. Ömer Denizer

275

276










KÜLTÜR’DEN

İletişim Sanatları Bölümü Etkinlikleri




İLETİŞİM SANATLARI BÖLÜMÜ ETKİNLİKLERİ

































Marka Saati “Glokal Bakış Açısı” Marka Saati “Marka Yönetimi” “Reklamda Yaratım Süreci”
Öğr. Gör. Hakan Okay Doç.Dr. Uğur Batı Gökhan Akça
02.03.2015/09.30 16.03.2015/09.30 17.03.2015/13.00

Glokal Bakış Açısı adlı sunumda Doç.Dr.Uğur Batı, reklamcılık Medina-Turgul / DDB Reklam
Hakan Okay, globalleşme ve yerellik alanındaki bireysel kariyer sürecinde MetinYazarı Gökhan Akça, “Brief
kavramlarını markalar ve markalaşma yaşadığı deneyimlerini öğrencilere (Bilgilendirme) aşamasından
üzerinde ele alarak, Türkiye’nin aktarmış ve marka yönetimi açısından başlayarak bir ajansın kampanya
uluslararası marka yaratma ülkemizden ve dünyadan çeşitli yaratım ve sunum sürecini kendi
sürecindeki çabalarını örneklerle örnekler vererek, markalaşmanın iş deneyimlerine dayanarak örnek
açıklamıştır. Okay, uluslararası bir öneminden söz etmiş Soru-cevap kampanyalar üzerinden anlattı.
marka olabilmenin öngörü ve sabır şeklindeki diyaloglar ile sektörel bilgi Akça, reklam yaratım sürecinde
ile birlikte, pazar koşullarını ve hedef paylaşımında bulunmuştur. Batı, fark yaratacak fikrin bulunmasında
kitleleri çok iyi tanımayı zorunlu uluslararası kurum ve kuruluşlarda dikkat edilmesi gereken önemli
kıldığını belirtirken; yurtdışında kariyer hedefleyen gençlerin öncelikle ölçütleri de belirtti.
mağaza açmanın uluslararası marka kendi kültürlerine olan hakimiyetleri ile
olmak anlamına gelmediğini de farklılıklarını yaratmaları konusunda
vurgulamıştır. önemli uyarılarda bulunmuştur.

277






















































“Global Lüks Markalar” “Gel Kardeşim” “Sorumlu Kim?”
Janet Medina Mehmet Aslan Prof.Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu
23.03.2015/09.30 25.03.2015/11.00 26.03.2015/13.00

Desa Pazarlama ve Halkla İlişkiler Etkinlik, kapsamında, Mehmet Prof.Dr.Yasemin Giritli İnceoğlu,
Direktörü Janet Medina, lüks Aslan “Gel Kardeşim” adlı sosyal söyleşisinde, kadının Türkiye
markaların pazardaki konumu, sorumluluk projesinin nasıl hayata ve diğer ülke medyalarında
reklam kampanyaları ve iletişim geçtiğini ve projenin geldiği noktayı nasıl yer aldığı, nefret söylemi
çalışmaları hakkında merak anlattı. Aslan, proje ile madde ve şiddetin meşrulaştırılması
edilenleri örneklerle, iş tecrübelerine bağımlılarının yeniden hayata üzerinde durdu. Giritlioğlu,
dayandırarak cevapladı. Medina, tutunmaları için harcanan çabalar Türkiye’de kadına karşı pozitif
yurtdışı pazarlarda lüks tüketim çarpıcı örnekler ile öğrencilerimizle ayrımcılığın meşrulatırılmasında
trendlerinin Türkiye’ye yansımaları paylaştı. medyanın rolüne ve şiddet içerikli
ile Türk markalarınn lüks tüketim yayın anlayışına çarpıcı örnekler
pazarında yer alma çabalarına sunmuştur vererek değindi.
örneklerle de değindi.

278






















































“Süryaniler: Ortadoğu’da Yok “Marka Yüzü ve Kurumsal İmaj” İşe Alım Süreci
Olan Bir Halk” Çağrı Öztoksoy Barış Atvur
Shabo Boyacı 14.04.2015/14.30 20.04.2015/13.00
02.04.2015/15.00
Markayı temsil edecek yüz nasıl Barış Atvur’un uzmanlık alanı olan: “işe
Shabo Boyacı, söyleşinde Süryani seçilmeli? Markanın vizyonunu, alım sürecinde özellikle başvuru yapan
kültürünün temel özelliklerini hedef kitleye aktarırken dikkat kişinin yapması gereken ve yapmaması
anlattı. Süryanilerin toplum içindeki edilmesi gerekenler nelerdir? gerekenler önemle belirtilirken,
konumlarına ve yaşam biçimlerine ait Marka imajının yerleştirilmesinde konuşma tarzının işe alıma etkisi, vücut
bilgi aktarımında bulundu. “Süryaniler, tek ses ve tek mesajın öneminin, dilinin nasıl kullanması gerektiği ve iş
kökenleri 5000 yıl öncesine giden belirlenmiş olan “Hedef Algısın” başvurusu sonrasında sektörde kişileri
bir toplumdur. Hıristiyanlığı kabul dan sapılmaması gerekliliğini de nelerin beklediği gibi konular üzerinde
ettikten sonra, coğrafyayı istila örneklerle anlattı. ayrıntıları ile duruldu. Atvur, özellikle
edenlerin baskı ve egemenlikleri yabancı dil bilgisi gerekliliğinin
yüzünden başlangıçtaki etkinliklerini önemini, sunduğu işe alım örnekleriyle
kaybetmişlerdir. Günümüzde ise açıkladı.Yurtdışı tecrübesinin mesleki
dünyanın değişik bölgelerinde dağınık yaşamda ilerlemenin dönüm noktası
bir şekilde yaşamaktadırlar.” olabileceğini yine örneklerle anlattı.

279






















































“Fikri Kısaltmakmı Daha Zor, İyi Fotoğraf Çekebilirsiniz, Ama Sosyal Medyada İmaj Yönetimi
Yoksa Finallere Çalışmak mı?” İyi Fotoğrafçı Olamazsınız Neşet Dereli
Ari Koen Tamer Yılmaz 21.04.2015/14.30
20.04.2015/16.00 21.04.2015/11.00
Neşet Dereli, THY kurumunun sosyal
Metin yazarı Ari Koen “Reklam İyi fotoğraf nedir? Nasıl iyi fotoğraf medya reklamları üzerinden, imaj
Fikri” nin önemini, bilinmesi çekilir? İyi fotoğraf çekebilirsiniz ama, yönetimindeki etkisini anlattı. Yeni nesil
gereken yönleriyle anlattı. Fikir ya da bu iyi fotoğrafçı olduğunuz anlamına Iletişim, Sosyal Medya, İçerik Pazarlama,
Konsept’in bir reklam kampanyasına gelir mi? Reklam fotoğrafçılığı nedir? Mobil Platform, Digital Pr ve Sosyal CRM
nasıl oluşturduğunu, ona nasıl Nasıl yapılır? İyi reklam fotoğrafçısı alt başlıklarıyla anlattı. boyutlarına ve
bir can ve vücut kazandırdığını, gücüne de değindi. Dereli, yeni medyanın
gerçekleşmiş reklam kampanya olabilmek için neleri bilmek ve günümüz reklam ve İletişim çalışmalarına
örnekleri ile gösterdi.Koen, Reklam nasıl uygulamak gerekir? Tanınmış
yaratım süreci ve reklam metni reklam fotoğrafçısı Tamer Yılmaz, pek çok kolaylıklar getirmesine rağmen
yazımı ile ilgili önemli kural ve ünlü markalar için çekimlerini “Eski köyü bilmeyen, yeni adet getiremez.
bilgileri de öğrencilerle paylaştı. gerçekleştirdiği iş örnekleriyle reklam Gelenekselden ilham alınmalı” diyerek
fotoğrafçılığının ve iyi fotoğrafçı bu güne kadar kullanılan yöntemleri de
olmanın yöntem ve gereklerini anlattı. bilmek durumunda olduğumuza özellikle
vurgu yaptı.

280

















































Spor Kültürü ve Sporun Siyasal İletişim ve Algı Yönetimi Kadının Sesi
Medyadaki Yeri Cem Bağcı Zahide Yetiş
Murat Türker 29.04.2015/11.00 05.05.2015/13.00
27.04.2015/11.00
Medyada ve toplumda kadının duruşu
Siyasi partilerin toplumlarla nasıl konulu sohbette Yetiş; özellikle
Etkinlik kapsamında; spor kültürü iletişim kurduklarını, bu iletişim canlı yayın olarak gerçekleşen
ve Türkiye’de spora yaklaşımın nasıl süreci içerisinde nasıl bir duruş ve programların zorluklarını
olduğu üzerinde durulurken; medya dil tercih ettikleri konuşulmuştur. örneklerle paylaşırken; sabah kuşağı
ve spor arasındaki ilişkinin boyutları programlarında kadınlara yönelik
ele alınmıştır. Türker, üniversite içerik ve sunumların öneminden
yaşantısı sonrası spor sektöründe bahsetmiştir.
elde ettiği ulusal ve uluslararası
tecrübelerden bahsetmiştir. Spor
yayıncılığının heyecanlı ve aynı
zamanda zorlu yönlerinden oluşan
anı ve tecrübelerini öğrencilerimiz
ile paylaşmıştır.

281

















































Reklam ve Yaratıcılık Kadına Şiddet Uygulayan Erkek İyi Bir Dijital Proje Nasıl
Gürül Öğüt Profili Olmalıdır?
06.05.2015/14.00 Yrd.Doç.Dr. Münevver Mertoğlu Tuğba Arslan
07.05.2015/15.00 08.05.2015/12.00
Yaratıcılık unsurunun öneminden,
Hürriyet Genç Kırmızı Reklam Yaratıcılık unsurunun öneminden,
Yarışmalarında ödül alan yaratıcı Hürriyet Genç Kırmızı Reklam Sektörde yapılmış olan dijital
işlerden örnekler verilerek dikkat Yarışmalarında ödül alan yaratıcı projelerden örnekler gösterilerek,
edilmesi gereken noktalara işlerden örnekler verilerek dikkat yaratıcı işlerin nasıl ortaya çıktığı ve
değinilmiştir. edilmesi gereken noktalara teknik altyapıların ne kadar önemli
değinilmiştir. olduğu konuşulmuştur.

282










KÜLTÜR’LEN

Kitap Önerileri

283










TEST










İSTANBUL’U

NE KADAR

TANIYORSUN? 1.Aya Yorgi Kilisesi hangi 7.İstanbul Modern Sanat Müzesi
Adadadır? nerededir?
İstanbul’da yaşadığımız halde
bazen bu şehrin Dünya’nın en a. Heybeliada b. Kınalıada a. Karaköy b. Topkapı
güzel şehirlerinden biri olduğunu c. Büyükada c. Nişantaşı
unutuyoruz. İstanbul ile ilgili
bilmemiz gereken pekçok bilgiyi 2.Kapalıçarşı hangi ilçede 8.Boza denildiğinde akla ilk gelen
belki de bilmiyoruz. Nerede ne bulunuyor? semt neresidir?
yenir, nerede gezilir, nerede müthiş
bir manzara seyredilir. Sürekli bir a. Beyazıt b. Bakırköy a. Kadıköy b. Vefa
yerlere yetişme çabası, okul, iş derken c. Beyoğlu c. Şişli
yaşadığımız bu güzel şehri yeterince
keşfedip tadını çıkaramıyoruz. Ama 3.Balık ekmek dendiğinde ilk 9.Yoğurduyla meşhur semt
bunu telaf etmek bizim elimizde. akla gelen semt neresidir? neresidir?
a. Eminönü b. Taksim a. Kartal b. Moda
Tarihi bir yarımadanın üstüne c. Kadıköy c. Kanlıca
kurulmuş olan bu kocaman şehir
tarihi güzellikleriyle, başka hiçbir 4.Ayasofya Camii kaç 10.Meşhur Boğa Heykeli hangi
yerde bulunmayan enfes tatlarıyla, yılından beri müze olarak semtimizdedir?
birbirinden farklı kültürleriyle kullanılmaktadır?
ve mekanlarıyla kapılarını açmış a. 1925 b. 1935 a. Bakırköy b. Kadıköy
İstanbul’lu ziyaretçilerini bekliyor. c. 1955 c. Beşiktaş
Yapmamız gereken gerçek birer
İstanbul’lu olarak şehrimize herkesten 5.Galata Kulesi hangi saatler 11.2015 yılında İstanbul
fazla sahip çıkmak ve hakkındaki her arası ziyarete açıktır? Bienali’nin kaçıncısı düzenlendi?
şeyi bilmek.
a. 09:00-19:00 b. 09:00-20:00 a. 20 b. 16
Aşağıdaki bu küçük İstanbul testi c. 08:00-17:30 c. 14
ile “İstanbul’lu olarak gerçekten bu
şehri ne kadar tanıyoruz” sorusuna 6.2015 yılında İstanbul Film 12.Pierre Loti Tepesi hangi
cevap bulmanıza yardımcı olacağız. Festivali ‘nin kaçıncısı düzenlendi? semttedir?
Değerlendirme kısmında buna cevap
bulabilir ve bilmediğiniz bilgileri a. 42 b. 34 a. Beykoz b. Eyüp
öğrenmek için harekete geçebilirsiniz. c. 29 c. Bostancı

284












































0-4 arası doğru cevap var ise;


İstanbul’da yaşadığınız halde bu şehrin güzelliklerini tanımayı çeşitli bahaneler yüzünden ikinci plana bırakmış olabilirsiniz.
Ama geç kalmadınız. Bu yaptığınız test sonrasında hemen yarın harekete geçebilirsiniz. Unutmayın! İstanbul’u yaşamak
önemli, fakat bazı detayları bilmek bu şehri daha güzel yaşamamıza yardımcı olacaktır.

5-8 arası doğru cevap var ise;


Siz bu şehrin güzelliklerini tanımaya başlamışsınız bile. İstanbul’u tam anlamıyla bilmek, tanımak elbette ki zor. Ancak biraz
daha zaman ayırın, bugüne kadar ilginizi çekmeyen detayları da “İstanbul hakkında bildiklerim” listenize ekleyin ve bu
şehrin tadını çıkarmaya devam edin.

9-12 arası doğru cevap var ise;

Tebrikler! İstanbul’un hakkını vererek yaşıyorsunuz. Bilgili, tecrübeli bir İstanbullu olduğunuz belli. Nerede ne meşhur,
nerede ne yapılır biliyorsunuz. İstanbul’un keşfedilmesi, görülmesi gereken birçok güzelliğini görmüşsünüz ve hakkında
bilgi sahibisiniz. İstanbul’u bu tempoda yaşamaya devam edin!


Cevap Anahtarı
1. C 2. A 3. A 4. B 5. A 6. B 7. A 8. B 9. C 10. B 11. C 12. B



Begüm Burcu Sönmezer, Büşra Vural


Click to View FlipBook Version