1
TEENs’A
ENGLISH Dictionary
Resimli
İNGİLİZCE -TÜRKÇE
TÜRKÇE - İNGİLİZCE
SÖZLÜK
Ortaokul 5-6-7-8
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
2 Guide to the dictionary
headword sandwich /ˈsæn(d)wɪdʒ/ n [C] sandviç
pronunciation
meaning acrobat /ˈækrəˌbæt/ n [C] akrobat, cambaz
example boyfriend /ˈbɔɪˌfrend/ n [C,U] erkek arkadaş, sevgili
oxygen /ˈɒksɪdʒ(ə)n/ n [U] oksijen [O]
oxygen mask oksijen maskesi
different spelling mandolin, mandoline /ˌmændəˈlɪn/ n [C] mandolin
British and American
spelling metre, meter AmE /ˈmiːtə(r)/ n [C,U] 1.metre 2.sayaç, saat
irregular verb forms
awake2 /əˈweɪk/ v [I,T] formal pt awoke, pp awoken
irregular plurals child /[tʃaɪld]/ n [C] 1.çocuk [youngster, kid] 2.deneyimsiz, toy,
çaylak [young person] (pl children)
English definitions
charisma /kəˈrɪzmə/ n [U] karizma, çekicilik [charm, allure]
phrasal verbs find /faɪnd/ v [T] pt, pp found bulmak [discover, locate]
find out öğrenmek, fark etmek
more than one aid /eıd/ n [U] 1.yardım [help, assistance]
meaning 2.yardım amaçlı [benefit] 3.yardımcı olan
araç [service, support]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
Guide to the dictionary 3 A
countable and
uncountable nouns
football /ˈfʊtˌbɔːl/ n [C,U] 1.ayaktopu, futbol
[footie, soccer AmE] 2.futbol topu [ball]
transitive and hang /hæŋ/ v [I,T] pt, pp hung 1.asmak,
intransitive verbs asılı olmak, sarkmak, sallanmak [hang up, fasten, attach]
2.asmak, asarak idam etmek [execute]
idioms shake /ʃeɪk/ v pt shook, pp shaken 1.sallamak, sarsmak
[vibrate, quake, shudder] 2.sallanmak, titremek [tremble, shiver]
3.sarsmak, allak bullak etmek [shock, trouble] 4.(el) sıkışmak
shake one’s head kafasını hayır anlamında sallamak
pictures crab /kræb/ n [C] yengeç [type of shellfish]
crab
degree of formality
acid /ˈæsɪd/ n [C,U] 1.asit 2.informal LSD,
uyuşturucu [powerful illegal drug]
words with the same
spelling but different air1 /eə(r)/ n [C,U] 1.(soluduğumuz) hava
meanings 2.gökyüzü, hava 3.hava yoluyla
into thin air tümüyle gözden uzak
on/off air radyoda yayınlanmakta/ yayınlanmamakta olan
air2 /eə(r)/ v [I,T] 1.radyoda yayınlanmak [broadcast]
2.havalandırmak [freshen] 3.açıklamak, açıkça söylemek
[reveal, explain]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
4
English
Turkish
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
5 abstract
Aa abortion /əˈbɔrʃən/ n [C,U] kürtaj A
about1 /əˈbaʊt/ prep hakkında [regarding,
concerning]
What/How about ... -e ne dersin? -den ne
haber? ya ...?
about2 /əˈbaʊt/ adv 1.etrafta, etrafında,
çevresinde [around] 2.yaklaşık, neredeyse
A,a /ei/ İngiliz alfabesinin 1. harfi [nearly, almost]
a /ei/ det [C,U] bir above1 /əˈbʌv/ prep üzerinde [on top of]
abacus /ˈæbəkəs/ n [C] abaküs above2 /əˈbʌv/adj yukarıda, üstte, bir önceki
[earlier part]
abridge /əˈbrɪdʒ/ v [T] (yazı ya da konuşmayı)
abacus kısaltmak, özetlemek [shorten, abbreviate]
abroad /əˈbrɔd/ adv yurtdışında, yurtdışına
abandon /əˈbændən/ v [T] 1.terk etmek,
bırakmak[leave, desert] 2.bırakmak, [overseas,in foreign lands]
vazgeçmek [give up] abrupt /əˈbrʌpt/ adj ani
abruptly /əˈbrʌpt .li/ adv aniden
abbey /ˈæbi/ n [C] manastır abscess /ˈæbsɛs/ n [C] apse, çıban, irin
abbreviation /əˌbriviˈeɪʃən/ n
[boil, ulcer]
[C] kısaltma [shortening, abridgment] absence /ˈæbsəns/ n [C,U] 1.uzakta olma,
abdomen /ˈæbdəmən, æbˈdoʊ-/ n [C] karın
bulunmama, yokluk, bulunmayış [not being
[belly, stomach]
somewhere] 2.bulunmayış süresi,
devamsızlık [non attendance, absenteeism]
absent /ˈæb.sənt/ adj yok [missing, away]
absent-minded /ˈæbsəntˈmaɪndɪd/ adj dalgın
[not paying attention]
absolute /ˈæbsəluːt/ adj 1.mutlak, tam,
sınırsız [total, complete] 2.informal tam,
abdomen kayıtsız şartsız [complete, perfect] 3.kesin
[certain, not likely to change]
absolutely /ˈæbsəluːtli/ adv 1.tümüyle,
abduct /æbˈdʌkt/ v [T] kaçırmak (birini) tamamıyla [chiefly, lerally] 2.kesinlikle,
ability /əˈbɪlɪti/ n [C,U] yetenek [skill, aptitude,
tamamen [completely]
capability, competence] absorb /əbˈzɔː(r)b/ v [T] 1.emmek, içine
able /ˈeɪbəl/ adj 1.be able to -ebilmek,
çekmek, soğurmak [soak up, consume]
- abilmek [capable of doing] 2.güçlü, 2.(zihni) meşgul etmek, dalmak [captivate]
yetenekli, muktedir [skilled, talented] absorption /əbˈzɔː(r)pʃ(ə)n/ n [U] 1.emme,
abnormal /æbˈnɔrməl/ adj anormal [unusual, içine çekme, soğurma [soaking up assimilation]
2.dikkatini verme, dikkat [concentration]
atypical] abstract1 /ˈæbstrækt/ adj 1.soyut, genel,
abolish /əˈbɒlɪʃ/ v [T] feshetmek
abolition /ˌæbəˈlɪʃən/ n [U] yürürlükten belirsiz [theoretical, abstruse] 2.soyut
kaldırma [expressing thought or ideas]
aboard /əˈbɔːd/ adv (gemi, otobüs, tren, uçak, abstract2 /ˈæbstrækt/ n [C] özet, kısaltma
vb.) içinde, içine [on board] [synopsis, outline, summary, abridgment]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
abstract 6
abstract3 /absˈtraekt/ v [T] 1.özetlemek, accidental /ˌæksɪˈdent(ə)l/ adj kazara,
kısaltmak [summarize, abbreviate] 2.koparmak, rastlantısal, tesadüfi [unintentional, casual]
acclaim /əˈkleɪm/ v [T] övmek, coşku ile
ayırmak [remove, detach]
absurd /əbˈsɜː(r)d/ adj anlamsız, saçma,
karşılamak [praise, applaud]
[ridiculous, crazy] acclaim /əˈkleɪm/ n [U] övgü, taktir [praise,
abundance /əˈbʌndəns/ n [U] bolluk, çokluk honour]
[plenty, affluence] accommodate /əˈkɒmədeɪt/ v [T] 1.(yer)
abundant /əˈbʌndənt/ adj 1.bol, çok [ample, sağlamak, vermek, yerleştirmek,
plenty] 2. bereketli [well-off, bountiful] barındırmak, içine almak [house, cater for]
academic /ˌækəˈdemɪk/ adj 1.akademik
2.destek olmak, yardım etmek [help, provide
[scholastic, educational] 2.pratiğe for] 3.(yeni koşullara uymak için alışkanlıklarını,
dayanmayan, soyut, kuramsal [hypothetical, yaşam biçimini, vb.) değiştirmek, alışmak
abstract] 3.eğitime düşkün [scholarly, bookish] [adapt, adjust]
academy /əˈkædəmi/ n [C] 1.(fen, edebiyat ve accommodation /əˌkɒməˈdeɪʃ(ə)n/ n [U]
güzel sanatlar dalında) bilim adamları topluluğu
1.yatacak yer, kalacak yer [housing, board]
[school, institution] 2.akademi, yüksekokul 2.formal uzlaşma, halletme, çözüm
[college]
accelerate /əkˈseləreɪt/ v 1.hızlandırmak, [agreement, conformity, compromise]
hızlanmak [advance] 2.hızlanmak [speed up] accompany /əˈkʌmp(ə)ni/ v [T] 1.eşlik
accent /ˈæks(ə)nt/ n [C] 1.aksan [pronunciation, etmek,beraber gitmek [go with, attend]
2.(müziksel anlamda) eşlik etmek [play a musical
articulation] 2.vurgu
accept /əkˈsept/ v [T] 1.almak [take, acquire] instrument with] 3.aynı zamanda/birlikte
olagelmek, refakat etmek [occur with, belong to]
2.onaylamak, kabullenmek, razı olmak, accomplishment /əˈkʌmplɪʃmənt/ n [C,U]
inanmak [believe a statement/fact/idea to be true]
3.girmesine müsaade etmek, kabul etme 1.başarı [achievement act, coup] 2.başarı
[receive] ile bitirme, tamamlama, icraat [completion,
acceptable /əkˈseptəb(ə)l/ adj 1.kabul
finish, fulfilment]
edilebilir, makbul [satisfactory] 2.uygun, razı accord /əˈkɔː(r)d/ n [C] formal uzlaşma,
olunabilir [agreeable] anlaşma [agreement]
acceptance /akˈseptans/ n [U] 1.kabul etme, accordance /əˈkɔː(r)d(ə)ns/ n [C,U] anlaşma,
kabul edilme, kabul [admission] 3.uygunluk, uzlaşma, uyum [agreement, conformity]
uygun bulunma [approval]
access /ˈækses/ n [U] 1.giriş, yol, geçit in accordance with -e göre, gereğince, -in
ayarınca [in line with]
[way in, entrance] 2.kullanma, ulaşma hakkı accordingly /əˈkɔː(r)dɪŋli/ adv 1.ona göre, o
[permission to see]
accessible /əkˈsesəb(ə)l/ adj 1.yanına doğrulukta, öyle [appropriately, correspondingly]
varılabilir, ulaşılabilir [available] 2.kolay 2.bundan dolayı, onun için, bu yüzden
bulunur, elde edilebilir [reachable] [consequently, as a result]
according to /əˈkɔː(r)dɪŋ ˌtuː/ prep -e göre,
3.kolay anlaşılır [easy to understand] -e uygun olarak [as stated by]
accident /ˈæksɪd(ə)nt/ n [C,U] 1.kaza accordion /əˈkɔː(r)diən/ n [C] akordeon
[concertina]
[misfortune, calamity] 2. tesadüf, rastlantı account1 /əˈkaʊnt/ n [C] 1.anlatım, tanım,
[chance, fortune, luck]
rapor [description, explanation, narrative]
2.banka hesabı [statement, balance]
accident take sth into account (bir şeyi) hesaba
katmak
on account of nedeniyle, yüzünden
accounts hesaplar, hesap işleri
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
7 action
account2 /əˈkaʊnt/ v [T] hesap vermek, acne /ˈækni/ n [U] medical sivilce [pimples] A
nedenini açıklamak, izahat vermek [explain, acoustics /əˈkuːstɪks/ n pl akustik,
answer for]
yankıbilim, ses dağılım biçimi [sound,
accountable /əˈkaʊntəb(ə)l/ adj -den
sorumlu [responsible, answerable] resonance]
acquaintance /əˈkweɪntəns/ n [C,U]
accountant /əˈkaʊntənt/ n [C] sayman,
muhasip, muhasebeci [bursar, bookkeeper] 1.tanıdık, bildik [associate, colleague]
2.formal tanışıklık, bilgi [knowledge,
accountant
awareness]
acquire /əˈkwaɪə(r)/ v [T] formal elde
etmek, edinmek, kazanmak
acquisition /ˌækwɪˈzɪʃ(ə)n/ n [U,C]
1.kazanma, edinme [acquiring, attainment]
2.formal kazanç, edinilen nesne [possession]
acrobat /ˈækrəˌbæt/ n [C] akrobat, cambaz
[gymnast, tumbler]
accredited /əˈkredɪtɪd/ adj herkesçe
tanınan, onaylanmış, resmen tanınmış
[authorized, appointed, certified] acrobat
accumulate /əˈkjuːmjʊleɪt/ v [I,T]
1.toplamak, biriktirmek, edinmek [pile, collect]
2.artmak, çoğalmak, yığılmak [grow, accrue] across /əˈkrɒs/ prep 1.karşıdan karşıya
accuracy /ˈækjʊrəsi/ n [U] doğruluk, [to the other side, over] 2.bir yandan bir
yana, bir baştan diğer başa, ortasından,
kesinlik, tamlık [correctness, precision]
accurate /ˈækjʊrət/ adj kesin, doğru, çaprazlama, çapraz [in width]
yanlışsız, tam [exact, precise] act1 /ækt/ n [C] 1.iş, hareket, davranış [deed]
accuse /əˈkjuːz/ v [T] suçlamak [charge, blame] 2.sahne
accustomed /əˈkʌstəmd/ adj 1.formal in the act suç üstü
alışkın [used to, acclimatized] 2.formal act2 /ækt/ v [I,T] 1.hareket etmek,
alışılmış, her zamanki [usual, o conventional] davranmak [move] 2.rol yapmak, numara
ache /eɪk/ n [C] ağrı [pain]
yapmak [perform]
achieve /əˈtʃiːv/ v [I, T] başarmak, acting1 /ˈæktɪŋ/ adj geçici [temporary, interim]
acting2 /ˈæktɪŋ/ n [U] oyunculuk (sanatı)
yapabilmek [accomplish, complete]
achievement /əˈtʃiːvmənt/ n [C,U]
[performance, characterization]
1.başarma, yapma [accomplishment, act]
2.eser, başarı [production, realization]
acid /ˈæsɪd/ n [C,U] 1.asit 2.informal LSD,
uyuşturucu [powerful illegal drug] acting
acknowledge /əkˈnɒlɪdʒ/ v [T]
1.doğruluğunu kabul etmek, tanımak
[accept, admit] 2.gördüğünü belli etmek, action /ˈækʃ(ə)n/ n [C,U] 1.hareket, faaliyet,
selâmlamak [greet, recognise] 3.aldığını iş, davranış [deed, accomplishment]
bildirmek [reply to answer, return]
acknowledgement or acknowledgment 2.harekete geçmek, önlem almak [do sth, act]
/əkˈnɒlɪdʒmənt/ n [C,U] 1.onay, kabul etme 3.etki, kuvvet [effect] 4.askeri harekât,
çarpışma, çatışma [battle, fighting]
[recognition] 2.teşekkür yazısı [thanks] out of action çalışmıyor, bozuk [not working]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
activate 8
activate /ˈæktɪveɪt/ v [T] technical harekete adaptation /ˌædæpˈteɪʃ(ə)n/ n [C,U]
geçirmek, etkili hale getirmek, çalıştırmak uyarlama, uyarlanma, uyarlanmış şey,
[start, stimulate]
adaptasyon [reworking]
active /ˈæktɪv/ adj 1.aktif, hareketli, canlı adaptor, adapter /əˈdæptə(r)/ n [C] adaptör,
[energetic, busy, hard-working] 2.belli etkileri
olan, etken, aktif [in operation, working] uyarlaç [connector]
active volcano aktif yanardağ add /æd/ v [T] 1.eklemek, ilave etmek
[increase, enlarge, extend] 2.toplamak,
activity /ækˈtɪvəti/ n [C, U] 1.hareket,
faaliyet 2.yapılan işler, etkinlik, faaliyet toplamını almak, eklemek [total, reckon, sum
[pursuit, hobby]
up, tot up] 3.ayrıca söylemek, eklemek,
actor /ˈæktə(r)/ n [C] erkek oyuncu, aktör belirtmek [note, say] 4.bir anlamı olmak,
[performer, player] akla yatkın olmak [make sense]
addict /ˈædɪkt/ n [C] (özellikle uyuşturucuya)
actor düşkün kimse, müptela kimse, tiryaki,
bağımlı [junkie, user]
a drug/heroin/nicotine addict bir
uyuşturucu /eroin/nikotin bağımlısı
addicted /əˈdɪktɪd/ adj (uyuşturucuya) bağımlı,
düşkün [dependent]
actress /ˈæktrəs/ n [C] kadın oyuncu, aktris
[performer, player]
addicted
actress
actual /ˈæktʃuəl/ adj gerçek, hakiki, asıl, addictive /əˈdɪktɪv/ adj (uyuşturucu, sigara,
asli [real] içki, vb.) alışkanlık oluşturan, bağımlılık
in actual fact aslında, gerçekte yapan [habit forming]
actually /ˈæktʃuəli/ adv aslında, esasen, addition /əˈdɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.ekleme, katma
doğrusunu isterseniz [really, as a matter of fact] [inclusion, addition] 2.ekleme, toplama
acupuncture /ˈækjʊˌpʌŋktʃə(r)/ n [U] [counting up, adding up] 3.ek, ilave [increase]
in addition (to) ek olarak, ilaveten [as well
akupunktur [Chinese medicine using needles] (as), additionally]
AD, A.D AmE /æd/ Milattan Sonra [Anno additional /əˈdɪʃ(ə)nəl/ adj ek, ilave, ekstra
Domini] [extra]
ad /æd/ n [C] informal gazete ilanı additive /ˈædətɪv/ n [C] katkı maddesi
[added Chemical substance]
[advertisement]
adapt /əˈdæpt/ v [I,T] 1.uyum sağlamak address /əˈdres/ n [C] adres [residence, abode]
[adjust, acclimatize] 2.değişiklik yapmak, adequate /ˈædɪkwət/ adj yeterli, gereksinimi
uyarlamak, düzenlemek [change, alter] karşılayacak kadar [sufficient, enough]
adaptable /əˈdæptəb(ə)l/ adj 1.kolayca adjective /ˈædʒɪktɪv/ n [C] sıfat
adjust /əˈdʒʌst/ v [I,T] 1.ayarlamak [alter,
uyum sağlayan [flexible, easygoing] modify] 2.uyum göstermek, uymak
2.değiştirilebilen, uyarlanabilen [adjustable, [acclimatize, adapt]
convertible]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
9 advertising
adjustment /əˈdʒʌs(t)mənt/ n [C,U] 1.ayar, adopted /əˈdɒptɪd/ adj 1.yaşamayı seçtiği A
düzenleme [change, modification, regulation] [chosen] 2.evlat edinilmiş [legally made part
2.uyum, alışma, intibak [adaptation] of another person’s family]
administer /ədˈmɪnɪstə(r)/ v 1.idare etmek, adrenalin /əˈdrenəlɪn/ n [U] adrenalin
ADSL /ˌeɪ diː es ˈel/ n [U] asimetrik sayısal
yönetmek [manage, conduct] 2.vermek,
sağlamak [give, dispense] abone hattı, internet bağlantısını sağlayan
administration /ədˌmɪnɪˈstreɪʃ(ə)n/ n [C,U] bant, ADSL [Asymmetric Digital Subscriber Line,
1.idare, yönetim [management, operation] broadband internet connection]
2.hükümet [government] adult /ˈædʌlt/ n [C] yetişkin kimse [grown-up,
administrative /ədˈmɪnɪstrətɪv/ adj yönetsel, fully grown person or animal]
yönetimsel, idari [managerial, rectorial] advance1 /ədˈvɑːns/ n [C,U] 1.ilerleme
administrator /ədˈmɪnɪˌstreɪtə(r)/ n [C] [approach] 2.ilerleme, gelişme [breakthrough]
idareci, yönetici [manager, supervisor] 3.avans [deposit, down payment] 4.peşin
olarak, önceden [before, ahead, up front]
advance2 /ədˈvɑːns/ v [I, T] 1.ilerlemek
[move forward] 2.formal zaman/tarihi
administrator değiştirerek daha öne alma [bring forward]
3.yükseltmek, ileriye götürmek [promote]
4.geliştirmek, gelişmek [progress] 5.ödünç
vermek, avans vermek [lend] 6.artış [increase]
advanced /ədˈvɑːnst/ adj 1.ileri, modern,
admiral /ˈædm(ə)rəl/ n [C] amiral gelişmiş [state-of-the-art] 2.ileri düzeyde
admiration /ˌædməˈreɪʃ(ə)n/ n [U] takdir, [higher level]
hayranlık [respect, regard, amazement] advanced manufacturing technology
admire /ədˈmaɪə(r)/ v [T] 1.hayranlıkla ileri üretim teknolojisi
advantage /ədˈvɑːntɪdʒ/ n [C,U] 1.avantaj,
izlemek [appreciate, enjoy] 2.hayran olmak, üstünlük [upper hand] 2.yarar, çıkar,
hayranlık duymak, takdir etmek [marvel at, menfaat, avantaj [benefit]
adore, respect] take advantage of -dan faydalanmak,
admission /ədˈmɪʃ(ə)n/ n [U] 1.(kulübe, okula) yararlanmak, kazanç sağlamak
kabul edilme [entrance, acceptance, access] advantageous /ˌædvənˈteɪdʒəs/ adj
2.[C] itiraf etme [confession, acknowledgment]
admit /ədˈmɪt/ v [I,T] 1.itiraf etmek, izin üstün, avantajlı [superior, beneficial]
vermek [confess, acknowledge, allow] adventure /ədˈventʃə(r)/ n [C,U] macera,
2.içeriye bırakmak, girmesine izin vermek serüven [escapade, enterprise]
[let in, accept] 3.(hasta olarak) kabul etmek adventurous /ədˈventʃ(ə)rəs/ adj
[accommodated for eatment] 1.maceraperest, serüven seven [daring,
admittance /ədˈmɪt(ə)ns/ n [U] formal giriş bold] 2.maceralı, serüven dolu [risky]
[entrance, entry] adverb /ˈædvɜː(r)b/ n [C] zarf, belirteç
adolescence /ˌædəˈles(ə)ns/ n [U] ergenlik, advertise /ˈædvə(r)taɪz/ v [I, T] 1.bildirmek,
duyurmak, ilan etmek [announce, inform]
gençlik [youth, teens] 2.tanıtmak, reklamını yapmak; satılığa
adolescent /ˌædəˈles(ə)nt/ n [C] genç kişi
[teenager, young person] çıkarmak [publicize]
adopt /əˈdɒpt/ v [I,T] 1.(başkasının çocuğunu) advertisement /ədˈvɜː(r)tɪsmənt/ n [C,U]
evlat edinmek [to permanently and legally ilan, reklam [advert, notice]
raise another person’s child as your own] advertising /ˈædvə(r)ˌtaɪzɪŋ/ n reklam,
2.kabul etmek; edinmek, benimsemek reklamcılık
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
advice 10
advice /ədˈvaɪs/ n [U] tavsiye, öğüt afraid /əˈfreɪd/ adj korkmuş, -den korkan
[recommendation, guidance] [scared, frightened]
advise /ədˈvaɪz/ v [I, T] 1.tavsiye etmek, I’m afraid... üzgünüm, maalesef
salık vermek; öğütlemek [recommend]
2.bildirmek, haber vermek [notify, acquaint]
ill-advised akılsız, önlemsiz, tedbirsiz He’s afraid of
well-advised akıllı, tedbirli snakes.
adviser, advisor /ədˈvaɪzə(r)/ n [C]
danışman, müşavir [guide, aide, counsellor]
advocate /ˈædvəkeɪt/ v [T] savunmak,
desteklemek [support, uphold] after /ˈɑːftə(r)/ prep 1.-den sonra 2. ...nin
aerial /ˈeəriəl/ n [C] anten [antenna] arkasından, peşinden [to catch up with,
to find, following]
television aerial televizyon anteni
after all her şeye rağmen, bütün
olanlardan sonra [despite]
aftercare /ˈɑːftə(r)ˌkeə(r)/ n [U] hastane/
television cezaevi sonrası bakım [postoperative care]
aerial afternoon /ˌɑːftə(r)ˈnuːn/ n [C,U] öğleden
sonra
aftershave /ˈɑːftə(r)ˌʃeɪv/ n [C,U] tıraş
aerobics /eəˈrəʊbɪks/ n [U] aerobik losyonu [cologne]
[excercise to music] afterwards, afterward /ˈɑːftə(r)wə(r)dz/ adv
aeroplane, airplane AmE /ˈeərəˌpleɪn/ n [C] sonradan, sonra, daha sonra [later on]
uçak [aircraft, plane] again /əˈɡen/ adv bir daha, tekrar, yine,
yeniden, gene [once more, anew]
then again ancak, ayrıca, ek olarak [on
aeroplane the other hand]
again and again sık sık, ikide bir, tekrar
tekrar, defalarca [frequently, over and over]
aesthetic, esthetic AmE /iːsˈθetɪk/ adj now and again bazen, ara sıra
estetik [elegant] [occasionally, frequently]
against /əˈɡenst/ prep 1. -e karşı [in the
affair /əˈfeə(r)/ n [C] 1.konu, husus [matter] opposite direction to] 2. -e doğru [at] 3.-e
2.olay, faaliyet [incident] aykırı, karşı [opposed to, resistant to]
affect /əˈfekt/ v [T] 1.etkilemek [influence] 4.-e değecek şekilde, dayalı [beside]
2.üzmek, etkilemek [touch, disturb] 3.formal age /eɪdʒ/ n [C,U] 1.yaş [length of life] 2.çağ
numara yapmak [fake, put on] [era] 3.yaş, yaşlılık [elderliness, oldness]
affection /əˈfekʃ(ə)n/ n [U] sevgi, düşkünlük; for ages çok uzun zaman [a long period of
şefkat [fondness, attachment, care] time]
affirm /əˈfɜː(r)m/ v [T] formal beyan etmek, be/come of age reşit olmak, rüştünü ispat
onaylamak, desteklemek [declare, support] etmek
afford /əˈfɔː(r)d/ v [T] 1.(bir şeyi yapmaya, aged /eɪdʒd/ adj ... yaşında [years old]
agency /ˈeɪdʒ(ə)nsi/ n [C] acenta [business,
karşılamaya, vermeye) gücü yetmek,
durumu el vermek [pay for] 2.sağlamak, company]
vermek [give] 3.formal (hoş ya da gerekli bir şey) agenda /əˈdʒendə/ n [C] yapılacak işler,
sağlamak [provide] gündem [schedule, programme]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
11 airmail
agent /ˈeɪdʒ(ə)nt/ n [C] 1.temsilci [representative] ahead /əˈhed/ adv 1.ileri doğru, ileriye A
2.vasıta, aracı, etmen [envoy, go-between] [forward] 2.ileride, önde [further on, in advance]
3.ajan [spy] 3.gelecek, ileride, ileriki [later on]
secret agent gizli ajan get ahead başarmak, önde olmak [to be
in the front, at an advantage]
Go ahead! İlerle!
aid1 /eıd/ n [U] 1.yardım [help, assistance]
2.yardım amaçlı [benefit] 3.yardımcı olan
secret agent araç [service, support]
aid2 /eıd/ v [T] el uzatmak, yardım etmek
[help, assist]
aide /eɪd/ n [C] yardımcı, yaver, emir
subayı [assistant]
AIDS /eɪdz/ n [U] Aids [Acquired Immune
aggression /əˈɡreʃ(ə)n/ n [U] 1.saldırganlık Deficiency Syndrome]
[belligerence, hostility] 2.saldırı, nedensiz ailment /ˈeɪlmənt/ n [C] (ciddi olmayan)
kavga, çatışma [attack, assault] hastalık, rahatsızlık [illness]
aim1 /eɪm/ n [C] amaç. hedef [ambition,
aggressive /əˈɡresɪv/ adj 1.saldırgan, purpose, goal]
kavgacı [hostile, belligerent] 2.girişken, aim2 /eɪm/ v [I,T] 1.amaçlamak, hedef
atılgan, gözü pek [forceful, assertive] almak [target] 2.nişan almak [point]
ain’t /eınt/ informal ‛am not’ ,‛is not’ ‛are
agile /ˈædʒaɪl/ adj atik, çevik, hareketli not’, ‛has not’, ‛have not’ sözcüklerinin
[acute, alert, active]
yerine kullanılır
an agile athlete çevik bir atlet air1 /eə(r)/ n [C,U] 1.(soluduğumuz) hava
ago /əˈɡəʊ/ adv önce [before, earlier]
agony /ˈæɡəni/ n [C,U] şiddetli acı, aşırı 2.gökyüzü, hava 3.hava yoluyla
into thin air tümüyle gözden uzak
ıstırap, sancı [physical or mental suffering, on/off air radyoda yayınlanmakta/
yayınlanmamakta olan
anguish] air2 /eə(r)/ v [I,T] 1.radyoda yayınlanmak
agree /əˈɡriː/ v [I, T] 1.anlaşmak, mutabık [broadcast] 2.havalandırmak [freshen]
kalmak [have the same opinion] 2.(düşünce, 3.açıklamak, açıkça söylemek [reveal, explain]
görüş, vb. için) kabul etmek, razı olmak air conditioner / eə(r) kənˈdɪʃ(ə)nə(r)/ n [C]
[consent, assent] 3.uyuşmak, birbirini
doğrulamak [get on, coincide]
agreeable /əˈɡriːəb(ə)l/ adj 1.hoşa giden,
hoş [pleasant, delightful] 2.formal anlaşmaya havalandırma cihazı, klima [climate control]
airconditioned /ˈeə(r)kənˌdɪʃ(ə)nd/ adj
hazır, uygun, razı [consenting, amenable]
agreement /əˈɡriːmənt/ n [C,U] 1.fikir birliği, klima ile havalandırılmış, klimalı [climate
anlaşma [consent, harmony] 2.anlaşma, controlled]
air conditioning / ˈeə(r) kənˈdɪʃ(ə)nɪŋ/ n [U]
ittifak [pact, deal]
agriculture /ˈæɡrɪˌkʌltʃə(r)/ n [U] tarım havalandırma tesisatı [climate control]
[farming, cultivation]
ah /aː/ interj tonlamaya göre acı, şaşkınlık, aircraft /ˈeə(r)ˌkrɑːft/ n [C] uçak [plane, fighter,
acıma, şikâyet, beğenme, beğenmeme jet]
vb belirten ifade airfare /ˈeə(r)ˌfeə(r)/ n [C] uçak bileti ücreti
aha /ɑːˈhɑː/ interj söylenen şeyin
anlaşıldığını ya da hoşa gittiğini gösteren [the price of a plane ticket]
ünlem, a!, işte!, gördün mü? airline /ˈeə(r)ˌlaɪn/ n [C] havayolu
airmail /ˈeə(r)ˌmeɪl/ n [U] havayolu ile
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
airport 12
airport /ˈeə(r)ˌpɔː(r)t/ n [C] havaalanı, Allah /ˈælə/ n sng Allah
havalimanı [non-military airbase] allege /əˈledʒ/ v [T] iddia etmek [claim, declare]
allergic /əˈlɜː(r)dʒɪk/ adj alerjik [hypersensitive,
susceptible]
alliance /əˈlaɪəns/ n [C,U] güç birliği,
airport ittifak, pakt [pact, bond, affiliation]
alligator /ˈælɪˌɡeɪtə(r)/ n [C] timsah
aisle /aɪl/ n [C] (sinema, tiyatro vb) iki sıra [amphibious reptile from the US and China]
koltuk arasında uzanan yol, ara yol;
koridor [passageway, gangway] alligator
alarm1 /əˈlɑː(r)m/ n [C,U] tehlike işareti,
alarm [siren, warning bell]
alarm2 /əˈlɑː(r)m/ v [T] korkuya kapılmak,
panik olmak, dehşete düşmek [panic, allow /əˈlaʊ/ v [T] 1.izin vermek, ayırmak
frighten]
album /ˈælbəm/ n [C] 1.fotoğraf albümü [let, permit] 2.hesaba katmak [consider,
2.uzunçalar, albüm bear in mind]
alcohol /ˈælkəˌhɒl/ n [C,U] alkol [liquor, booze] allowance /əˈlaʊəns/ n [C] harçlık [amount of
alcoholic /ˌælkəˈhɒlɪk/ adj alkol içeren money aid regularly to sb]
an alcoholic drink alkollü içecek all right1 /ɔːl raɪt/ adv 1.güvende [safe]
alert /əˈlɜː(r)t/ adj tetikte bekleyen, dikkatli, 2.yolunda [fine, okay]
all right2 /ɔːl raɪt/ interj 1.tamam, peki, olur
atik, çevik [vigilant, watchful]
algebra /ˈældʒɪbrə/ n [U] cebir [maths using [fine, okay] 2.pekala [very well] 3.evet
letters and symbols] [yes] 4.tamam, anlaşıldı [checking /
alien /ˈeɪliən/ n [C] 1.AmE yabancı showing understanding]
ally /ˈælaɪ/ n [C] müttefik [friend, partner]
[foreigner] 2.başka dünyalardan gelen almond /ˈɑːmənd/ n [C] badem
yaratık [from another planet, extraterrestrial]
almond
alien
almost /ˈɔːlməʊst/ adv hemen hemen,
alike /əˈlaɪk/ adj benzer, aynı [similar, the same] yaklaşık, az kalsın, neredeyse [nearly,
alive /əˈlaɪv/ adj 1.canlı, yaşayan [living] approaching]
alone1 /əˈləʊn/ adj tek başına [by oneself]
2.yaşam dolu, canlı [vivacious, energetic] alone2 /əˈləʊn/ adv yalnızca, sadece [only]
3.taze, canlı [fresh] along1 /əˈlɒŋ/ adv 1.beraber, ileri doğru
all1 /ɔːl/ det tüm [the whole]
[forward, on]
all night long tüm gece boyunca
along with biri veya bir şey ile birlikte
all over / around (sth) heryerde along2 prep 1. ... boyunca [from one part to
all2 /ɔːl/ pron tüm, hepsi, her [every]
all3 /ɔːl/ predet bütün, tamamı [every single bit] another] 2. ... kenarında/kıyı boyunca
all4 /ɔːl/ adv 1.tamamen, bütünüyle
[alongside, beside]
aloud /aˈlaud/ adv yüksek sesle [out loud,
[completely, totally]
all- /ɔːl/ prefix tüm [the whole, entirely, totally, fully] audibly]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
13 amphitheatre
alphabet /ˈælfəˌbet/ n [C] alfabe amateur /ˈæmətə(r)/ n [C] deneyimsiz A
kimse, meraklı, amatör sporcu, hevesli
kimse [non-professional, inexperienced person]
amaze /əˈmeɪz/ v [I,T] şaşırtmak, hayrete
alphabet düşürmek [astonish, surprise]
amazing /əˈmeɪzɪŋ/ adj şaşırtıcı, hayrete
düşürücü [astonishing, astounding]
ambassador /æmˈbæsədə(r)/ n [C]
alphabetical /ˌælfəˈbetɪk(ə)l/ adj alfabetik büyükelçi, sefir, temsilci, diplomat
olarak [representative, envoy]
ambiguity /ˌæmbɪˈɡjuːəti/ n [C,U]
an alphabetical list of names alfabetik 1.belirsizlik, karışıklık, anlam belirsizliği
bir isim listesi [vagueness] 2.birden fazla anlama gelme
already /ɔːlˈredi/ adv zaten, evvelce, [double meaning]
şimdiden [before now, at present] ambition /æmˈbɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.istek, hedef,
also /ˈɔːlsəʊ/ adv da, dahi, hem, hem de, arzu, şiddetle istenen şey [desire, aim]
yine, ayrıca, aynı zamanda, yanı sıra [too, 2.hırs, tutku [determination to be successful]
ambulance /ˈæmbjʊləns/ n [C] ambulans
additionally]
alter /ˈɔːltə(r)/ v 1.değişmek, başka türlü
olmak [change, be changed] 2.değiştirmek
[remodel, fit, adjust] ambulance
alternate /ˈɔːltə(r)neɪt/ v [I,T] birbiri ardına
gelmek, bir sıra takip etmek [take rotate]
alternative /ɔːlˈtɜː(r)nətɪv/ n [C] seçenek, iki
şıktan biri, alternatif [choice, option]
although /ɔːlˈðəʊ/ conj -e karşın, ise de,
-dığı halde, olmakla beraber, olmasına amend /əˈmend/ v [T] formal düzeltmek,
değiştirmek [change, alter]
rağmen [though, albeit, despite the fact that]
altitude /ˈæltɪˌtjuːd/ n [C,U] yükseklik [height, American /əˈmerɪkən/ adj Amerikalı
elevation] amid(st) /əˈmɪdst/ prep written 1.ortasında,
altogether /ˌɔːltəˈɡeðə(r)/ adv 1.tamamen, arasında [in the middle of] 2.arasında
[with, surrounded by]
tümüyle [totally, completely] 2.her şeye amnesia /æmˈniːziə/ n [U] amnezi, hafıza
rağmen, neticede, yine de [in sum, generally,
kaybı
all in all] among, amongst /əˈmʌŋ(st)/ prep
aluminium, aluminum AmE /ˌæləˈmɪniəm/
n [U] alüminyum 1.ortasında, arasında [in the middle of, between]
always /ˈɔːlweɪz/ adv 1.her defa, hep, 2. -den biri, içinde, arasında [in, with]
sürekli [all the time, constantly] 2.sonuna 3.aralarında, arasında [with, in the middle of]
dek, daima, her zaman [for ever] 3.sürekli, 4.- den biri [one of, with]
amount /əˈmaʊnt/ n [C] miktar; tutar
durmadan, hep [continually, consistently]
am1 /æm/ v 1. ... -im [to be] 2.birinci tekil
[quantity, sum]
amphibian /æmˈfɪbiən/ n [C] hem suda hem
şahıs ‛I’ ın fiili
am2, a.m. AmE /æm/ abbr gece yarısından karada yaşayabilen hayvan, amfibi
amphitheatre, amphitheater AmE
sonra öğleden önceki zaman/saat
belirtilmesinde kullanılır, [between midnight /ˈæmfɪˌθɪətə(r)/ n [C] amfitiyatro [open air
and noon, in the morning] theatre]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
amuse 14
amuse /əˈmjuːz/ v [I,T] eğlendirmek angel /ˈeɪndʒ(ə)l/ n [C] 1.melek [divine
messenger, seraph] 2.melek gibi insan [beauty]
[entertain, charm]
amusement /əˈmjuːzmənt/ n [C,U] eğlence,
zevk, hobi [entertainment, recreation] angel
amusing /əˈmjuːzɪŋ/ adj komik, eğlenceli
[funny, comical]
anaconda /ˌænəˈkɒndə/ n [C] anakonda
yılanı [South American snake]
anaemia, anemia AmE /əˈniːmiə/ n [U] anger /ˈæŋɡə(r)/ n [U] öfke, kızgınlık,
kansızlık, anemi
anaesthetic, anesthetic AmE /ˌænəsˈθetɪk/ hiddet [rage, annoyance]
n [C,U] anestetik, uyuşturucu [gas, analgesic, angle /ˈæŋɡ(ə)l/ n [C] 1.açı [corner] 2.bakış
sedative] açısı [viewpoint, position, direction] 3.eğimli
analyse, analyze AmE /ˈænəlaɪz/ v [T] [inclination]
angry /ˈæŋɡri/ adj kızgın, öfkeli, dargın
analiz etmek, çözümlemek [examine, evaluate] [hot-headed, annoyed, furious]
analysis /əˈnæləsɪs/ n [C,U] pl analyses
çözümleme, analiz etme, analiz, tahlil
[examination, breakdown] angry
analyst /ˈænəlɪst/ n [C] 1.(özellikle kimyasal)
analiz yapan kimse, analist [analysing expert]
2.psikanalist, ruhçözümcü [psychoanalyst]
analytic, analytical /ˌænəˈlɪtɪk(ə)l/ adj
çözümsel, analitik [investigative, inquiring] animal /ˈænɪm(ə)l/ n [C] 1.hayvan [creature]
2.canavar, hayvanca davranış [beast, brute]
an analytic process çözümsel bir süreç
anarchy /ˈænə(r)ki/ n [U] anarşi, kargaşa animate /ˈænɪmeɪt/ v [T] canlandırmak,
heyecan katmak [enliven, energize]
[lawlessness, chaos]
anatomy /əˈnætəmi/ n [C,U] anatomi, animated /ˈænɪˌmeɪtɪd/ adj canlı, hayat
dolu, hareketli [lively, active]
yapıbilim [structure, composition]
ankle /ˈæŋk(ə)l/ n [C] ayak bileği
the anatomy of a plant bir bitkinin
anatomisi
ancestor /ˈænsestə(r)/ n [C] ata [forefather,
forebear] ankle
ancient /ˈeɪnʃ(ə)nt/ adj 1.çok eski [very old,
early] 2.Romalılar ve Yunanlılar zamanına anniversary /ˌænɪˈvɜː(r)s(ə)ri/ n [C]
yıldönümü [yearly commemorative date]
ait, eski [long ago]
announce /əˈnaʊns/ v [T] 1.yüksek sesle
an ancient civilization Çok eski bir bildirmek, anons etmek, duyurmak [make
uygarlık known, broadcast, declare] 2.haber vermek,
and /ænd/ conj 1.ve, ile [together with] 2.ve habercisi olmak [indicate, signal]
sonra, daha sonra [then] 3.ve bu yüzden, announcement /əˈnaʊnsmənt/ n [C] ilan,
anons, bildiri, duyuru [declaration, statement,
bundan dolayı [so] 4.ile [plus, add]
anecdote /ˈænɪkˌdəʊt/ n [C] anekdot, fıkra advertisement]
[story, reminiscence]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
15 anyway
announcer /əˈnaʊnsə(r)/ n [C] spiker antibiotic /ˌæntibaɪˈɒtɪk/ n [C] antibiyotik A
[broadcaster, talker] anticipate /ænˈtɪsɪpeɪt/ v [T] öngörmek,
annoy /əˈnɔɪ/ v [T] sinirlendirmek, can beklemek [expect, forecast, await, prepare for]
sıkmak, rahatsız olmak, kızdırmak, baş
antique /ænˈtiːk/ n [C] antik, antika eşya
ağrıtmak [irritate, anger]
annoying /əˈnɔɪɪŋ/ adj sinir bozucu, can [antiquity, artefakt]
antonym /ˈæntənɪm/ n [C] zıt anlam [opposite]
sıkıcı, rahatsız edici [irritating, aggravating] anxiety /æŋˈzaɪəti/ n [C,U] 1.korku, endişe,
annoying situation sinir bozucu durum tasa, kaygı [distress, doubt, concern]
annual /ˈænjuəl/ adj yıllık, yılda bir kez,
2.endişe kaynağı/nedeni [fear, apprehension,
her yıl [yearly, once a year]
anonymous /əˈnɒnɪməs/ adj anonim, adsız, worry]
adı bilinmeyen, yazarı bilinmeyen anxious /ˈæŋkʃəs/ adj 1.korkulu, tedirgin,
[unnamed, unidentified] meraklı [afraid, concerned, worried, fearful,
another1 /əˈnʌðə(r)/ det bir başkası, başka
nervous] 2.çok istekli, çok arzulu, hevesli,
bir tane [one more, an additional]
another2 /əˈnʌðə(r)/ pron ayrı, başka sabırsızlanma [eager, impatient]
[a different one, more]
answer1 /ˈɑːnsə(r)/ n [C,U] 1.cevap [reply,
acknowledgment] 2.cevaben [reply, reaction]
3.sorunun vb. cevabı [result, conclusion] anxious
answer2 /ˈɑːnsə(r)/ v 1.yanıtlamak, cevap
vermek, karşılık vermek [acknowledge, reply,
respond] 2.yeterli olmak, tatmin edici olmak
[be enough] any1 /ˈeni/ det 1.hiç, hiç biri 2.herhangi bir
answerable /ˈɑːns(ə)rəb(ə)l/ adj hesap
[whichever]
vermek [accountable, responsible] any2 /ˈeni/ pron birisi, biri, kimse [one or two]
ant /ænt/ n [C] karınca any3 /ˈeni/ adv biraz daha, en azından, hiç
değilse [at all, a bit]
anybody /ˈeniˌbɒdi/ pron 1.herkes, kim
ant olursa; herhangi birisi [any person, anyone]
2.birisi, kimse, hiç kimse [no one]
anyhow /ˈeniˌhaʊ/ adv 1.gelişigüzel bir
Antarctic /ænˈtɑː(r)ktɪk/ adj Güney Kutbuyla biçimde, rasgele [at random, haphazardly]
2.her şeye rağmen, yine de [anyway]
ilgili [southern polar region] anyone /ˈeniˌwʌn/ pron [anybody]
Antarctic, the n Güney Kutbu ve çevresi, anything /ˈeniˌθɪŋ/ pron 1.(herhangi) bir şey;
Antarktika [the South Pole] hiçbir şey [nothing] 2.her şey, ne olsa
antelope /ˈæntɪˌləʊp/ n [C] antilop [deer-like
[whatever]
animal] anyway, anyways AmE /ˈeniˌweɪ/ adv 1.her
antenna, antennae pl /ænˈtenə/ n [C]
durumda, ne olursa olsun, yine de
1.duyarga, anten [feeler] 2.anten
anthropology /ˌænθrəˈpɒlədʒi/ n [U] [despite this, nevertheless] 2.neyse, her neyse
insanbilim [The study of human societies, [by the way] 3.her halükarda [whatever]
customs and beliefs] 4.zaten [anyhow]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
apart 16
apart1 /əˈpɑː(r)t/ adv 1.ayrılmış, ayrı, uzakta appendix /əˈpendɪks/ n [C] pl appendices
[at a distance, separately, aside] 2.parçalara 1.(yazı, kitap, vb, sonundaki) ek, ek bölüm
ayırma [to pieces, to bits] 3.ayrı [seperate, at a 2.kör bağırsak [part of the body]
distance] 4.ayırmak [away] appetite /ˈæpətaɪt/ n [C,U] 1.iştah [hunger]
apart2 /əˈpɑː(r)t/ prep dışında, haricinde
[despite] 2.istek, tutku, arzu [desire, craving]
apartheid /əˈpɑː(r)tˌheɪt/ n [U] ırk ayrımı applaud /əˈplɔːd/ v [I,T] 1.alkışlamak [clap]
[racial segregation]
apartment /əˈpɑː(r)tmənt/ n [C] apartman 2.formal beğenmek, onaylamak, övmek
[praise]
dairesi applaud
ape /eɪp/ n [C] (kuyruksuz) maymun [monkey]
apologise, apologize AmE /əˈpɒlədʒaɪz/ v
[I] özür dilemek [say sorry, ask forgiveness]
apologise apple /ˈæp(ə)l/ n [C,U] elma
apple
apology /əˈpɒlədʒi/ n [C] özür; mazeret
[defence, acknowledgment] appliance /əˈplaɪəns/ n [C] alet, gereç,
apostrophe /əˈpɒstrəfi/ n [C] kesme işareti, araç [device, apparatus]
apostrof applicant /ˈæplɪkənt/ n [C] başvuran kişi,
apparatus /ˌæpəˈreɪtəs/ n [C,U] alet, aday, istekli [candidate, claimant]
cihaz, aygıt [equipment, appliances] application /ˌæplɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.talepte
apparently /əˈpærəntli/ adv görünüşe göre, bulunma, talep, başvuru [request, claim]
anlaşılan [it appears that, it seems that] 2.dikkat, özen [dedication, commitment]
appeal /əˈpiːl/ n [C,U] 1.rica, yalvarma, 3.(merhem, vb.) sürme [use, employment]
4.uygulama [purpose, function]
başvuru, talep, çağrı [request] 2.çekim, apply /əˈplaɪ/ v [I,T] 1.uygulamak,
cazibe, çekicilik [attraction, allure] 3.temyiz uygulamaya koymak, kullanmak [make use
[a formal request to change a legal decision]
appear /əˈpɪə(r)/ v [I] 1.gözükmek, of] 2.başvuruda bulunmak, başvurmak
görünmek, ortaya çıkmak [become [request, ask to] 3.(üstüne) sürmek, koymak,
yaymak [administer, employ] 4.çaba
noticeable, be present] 2.gibi görünmek, göstermek, özen göstermek, (kendini)
izlenimini vermek [look, seem] 3.bulunmak,
var olmak [be, be present, becomes available] vermek, uğraşmak [dedicate, devote]
4.oynamak, görünmek [perform, take part] 5.ile ilgili olmak [be relevant]
appearance /əˈpɪərəns/ n [C,U] 1.geliş appoint /əˈpɔɪnt/ v [T] atamak, tayin etmek
[arrival, coming] 2.görünüş [look, image] [assign, elect]
3.toplum içinde bir faaliyette görünmek/rol appointment /əˈpɔɪntmənt/ n [C,U] 1.atama,
almak [occurance, presence] tayin [nomination, engagement] 2.randevu
appendicitis /əˌpendɪˈsaɪtɪs/ n [U] apandisit [meeting] 3.iş, görev [job, position]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
17 area
appreciate /əˈpriːʃiˌeɪt/ v [I,T] 1.takdir aquarium /əˈkweəriəm/ n [C] akvaryum A
etmek, değerini bilmek [value, think highly [fish tank]
of, respect] 2.anlamak; farkında olmak [value, Aquarius /əˈkweəriəs/ n [C,U] 1.Kova
respect, rate highly] 3.technical değerlenmek, burcu 2.Kova takımyıldızı
aqueduct /ˈækwɪˌdʌkt/ n [C] su kemeri
değeri artmak [increase, go up in value]
apprentice /əˈprentɪs/ n [C] çırak [trainee,
[bridge carrying water]
beginner]
approach /əˈprəʊtʃ/ v [I,T] 1.yaklaşmak,
yakınlaşmak [move towards, come close] aqueduct
2.üzerinde durmaya ilgilenmeye
başlamak [set about, begin work on] 3.konuyu
açmak [broach] arc /ɑː(r)k/ n [C] kavis, yay, eğmeç [curve, arch]
appropriate /əˈprəʊpriət/ adj uygun [suitable] arch /ɑː(r)tʃ/ n [C] 1.kemer [span, bridge]
approval /əˈpruːv(ə)l/ n [U] 1.onama,
2.kavisli şey, ayak kemeri, taban çukuru
onaylama [support] 2.formal resmî izin, archaeology, archeology AmE
onay [consent, agreement]
approve /əˈpruːv/ v [I,T] 1.onaylamak, /ˌɑː(r) kiˈɒlədʒi/ n [U] arkeoloji, kazıbilim
onamak [agree to, allow] 2.uygun bulmak,
tasvip etmek [favour, admire] [the study of ancient societies]
architect /ˈɑː(r)kɪˌtekt/ n [C] mimar
[designer, master builder, creator]
approve
architect
approximate /əˈprɒksɪmət/ adj hemen architecture /ˈɑː(r)kɪˌtektʃə(r)/ n [U] mimari,
hemen doğru ama tam değil, yaklaşık
[close, near, rough, estimated] mimarlık [design, building, structure]
*approximately archive /ˈɑː(r)kaɪv/ n [C] 1.arşiv [records,
apricot /ˈeɪprɪˌkɒt/ n [C,U] kayısı documents, annals] 2.arşiv odası, arşiv
apricot binası, arşiv [records office]
Arctic, the /ˈɑː(r)ktɪk/ n [C,U] kuzey kutbu
April /ˈeɪprəl/ n [C,U] Nisan ayı
April fool kendisine Nisan 1 şakası [the North Pole]
yapılan kimse arctic /ˈɑː(r)ktɪk/ adj buz gibi, dondurucu
apt /æpt/ adj 1.uygun, yerinde, münasip [freezing, chilly]
[appropriate, fitting] 2.eğilimli, yatkın, are /ɑː(r)/ v bkz. be -sin, -iz, -siniz, -derler
meyilli [inclined, disposed] 3.zeki, çabuk
kavrayan [gifted, clever] Are you ready? Hazır mısın?
area /ˈeəriə/ n [C] 1.alan, saha [zone]
2.belirli bir alan, bölge [region, district]
3.yüzölçümü, alan [space, size] 4.(bilimsel
açıdan, vb.) alan, saha [breadth, extent]
5.parça, bölüm [part, portion]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
arena 18
arena /əˈriːnə/ n [C] 1.arena, oyun alanı armpit /ˈɑː(r)mˌpɪt/ n [C] koltuk altı [underarm]
[ring, amphitheatre] 2.alan, saha, arena, army /ˈɑː(r)mi/ n [C] ordu, kara ordusu
faaliyet alanı [sphere, area] [soldiers, armed force]
aren’t /ɑː(r)nt/ v are not veya am not aroma /əˈrəʊmə/ n [C] güzel koku, aroma
yardımcı fiillerinin kısaltılmış hali [are not] [scent, bouquet, fragrance]
argue /ˈɑː(r)ɡju/ v 1.tartışmak, atışmak around1 /əˈraʊnd/ prep 1.çevrede, ortalıkta,
[quarrel, bicker] 2.kanıtlamaya çalışmak, etrafında [surrounding, encircling] 2.aşağı
iddia etmek [discuss, assert] yukarı, yaklaşık [approximately, roughly]
3.her yanına; çevresine, çevrede solunda,
sağına soluna [everywhere, in all directions]
4.yakınlarda, civarda, buralarda,
argue dolayında [near, close by]
around2 /əˈraʊnd/ adv 1.ötede beride, öteye
beriye [here and there, about, nearby] 2.arkaya,
geriye [about, back]
argument /ˈɑː(r)ɡjʊmənt/ n [C,U] 1.tartışma, arrange /əˈreɪndʒ/ v 1.dizmek, düzeltmek,
münakaşa, anlaşmazlık [quarrel, clash] düzenli bir şekilde yerleştirmek [put in order,
2.üzerinde konuşma, düşünme, tartışma classify] 2.kararlaştırmak, planlamak;
[discussion] 3.tez, düşünce, karşısındakileri saptamak [plan, decide] 3.ayarlamak,
ikna etmek için ileri sürülen kanıt ya da düzenlemek [organise] 4.düzenlemek,
konu [defense, reason] 4.bir kitabın ayarlamak [adapt, orchestrate]
savunduğu düşüncelerin özeti, ana fikir arrangement /əˈreɪndʒmənt/ n [C,U]
[subject matter, gist] 1.hazırlık [plan, preparations] 2.aranjman,
Aries /ˈeəriːz/ n [C,U] Koç burcu düzen [order, array, pattern] 3.anlaşma,
aristocracy /ˌærɪˈstɒkrəsi/ n [C] aristokrasi, uzlaşma [agreement, understanding] 4.plan,
organizasyon, ayarlama [often plural plans,
soylular yönetimi, elit tabaka, asiller
[nobility, upper class, elite] organization, provision]
aristocrat /ˈærɪstəˌkræt/ n [C] 1.soylu, arrest /əˈrest/ v [I] 1.tutuklamak [catch,
detain] 2.formal durdurmak, kesmek,
aristokrat [noble, peer] 2.informal bir şeyin
en iyi örneği/çeşidi, en kaliteli örnek [lord] bitirmek, önünü almak, önlemek [stop, block]
arithmetic /əˈrɪθmətɪk/ n [U] aritmetik,
matematik [mathematics]
arm1 /ɑː(r)m/ n [C] 1.kol [limb] 2.giysi kolu
3.koltuk kolu 4.dal, şube, kol, bölüm [branch] arrest
arm2 /ɑː(r)m/ v [T] silah sağlamak,
silahlandırmak [provide with weapons, equip]
armchair /ˈɑː(r)mˌtʃeə(r)/ n [C] koltuk
[comfy chair]
armchair arrival /əˈraɪv(ə)l/ n [C,U] 1.geliş, varış
[coming, appearance] 2.gelen kimse,
armed /ɑː(r)md/ adj silahlı, silahlanmış varan kimse [newcomer, caller]
[carrying weapons, equipped]
arrive /əˈraɪv/ v [I] 1.gelmek, varmak,
dönmek, ulaşmak [show up, appear]
2.ulaşmak, varmak, yetişmek [reach]
3.başarı kazanmak, başarmak, üstesinden
gelmek [succeed, become famous]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
19 assassin
arrogant /ˈærəɡənt/ adj kibirli, gururlu, artistic /ɑː(r)ˈtɪstɪk/ adj sanatsal nitelik, A
kendini beğenmiş, küstah, ukala [conceited, yetenek, beceri [creative, aesthetic]
as1 /æz/ adv 1.as ... as ... kadar 2.such
disdainful]
arrow /ˈærəʊ/ n [C] 1.ok [dart, bolt] 2.yön
... as ... gibi [like] 3.şu ana kadar, şimdiye
belirtmekte kullanılan ok işareti [pointer] dek, şimdilik [at present]
as2 /æz/ conj 1.için, amacıyla [since, because]
2.-dığı sırada, -ken [when, at the time that]
arrow 3.-dığı için, -den dolayı [because]
as3 /æz/ prep 1.[in the role of, acting as]
2.gerçekte, hakikatte [in reality] 4.bir
art /ɑː(r)t/ n [C,U] 1.sanat [beautiful, creative, yerde, bir bakıma
as is/was olduğu gibi, hiçbir değişiklik
inspired] 2.sanat ürünü, sanat yapıtı
yapmadan [in its present condition]
[creative ability, artistic items] 3.deneyim, ash /æʃ/ n [C,U] 1.kül [cinders] 2.dişbudak
çalışma ya da gözlemle kazanılmış ağacı
herhangi bir beceri, ustalık, yetenek [skill, ashamed /əˈʃeɪmd/ adj utanmış, mahcup,
craft] üzülmüş [embarrassed, distressed]
the arts sanat, müzik, tiyatro, film ve dans
gibi güzel sanatlar
fine arts güzel sanatlar ashamed
liberal arts toplumsal bilimler
Master of Arts dil, tarih, edebiyat gibi
konularda yüksek lisans eğitimi
artefact, artifact AmE /ˈɑː(r)tɪˌfækt/ n [C]
eski el yapımı eşyalar [ancient object, relic] ashore /əˈʃɔː(r)/ adv kıyıda, kıyıya, karada,
artery /ˈɑː(r)təri/ n [C] 1.atardamar, arter karaya [on land, aground, to the shore]
[blood vessel] 2.ana yol, merkez yol [road, aside /əˈsaɪd/ adv kenara, yana, yan tarafa,
railway] (bir) yana [to one side, apart]
article /ˈɑː(r)tɪk(ə)l/ n [C] 1.makale, yazı
[composition, report] 2.formal eşya, ask /ɑːsk/ v 1.sormak [inquire, interrogate,
parça [object, thing, commodity] 3.madde, fıkra query] 2.istemek, rica etmek, talep etmek
[clause, item] 4.gramer tanımlık, artikel [request, appeal] 3.çağırmak, davet etmek
artificial /ˌɑː(r)tɪˈfɪʃ(ə)l/ adj 1.yapay, suni [invite]
[synthetic, man-made] 2.yapmacık, yalancı asleep /əˈsliːp/ adj 1.uykuda [sleeping]
[fake, bogus, insincere] 2.uyuşmuş [numb]
aspect /ˈaespekt/ n [C,U] 1.çok yönlü
artificial insemination suni döllenme herhangi bir şeyin bir yüzü, açısı, bir yanı,
artificial respiration suni solunum
artist /ˈɑː(r)tɪst/ n [C] 1.(şarkıcı, dansçı, tek yanı, tek tarafı [side, slant, angle, feature]
oyuncu gibi) sanatçı 2.ressam [painter, sculptor,
designer] 2.(ev, oda, pencere, vb. ‚nin) yönü, cephesi,
baktığı yön [direction in which it faces] 3.written
görünüş; yüz ifadesi [appearance, air]
asphalt /ˈæsfælt/ n [U] asfalt [tar]
aspirin /ˈæsprɪn/ n [C,U] aspirin
ass /æs/ n [C] 1.not polite enayi [fool, blockhead]
artist 2.AmE not polite kalça, popo [behind,
bottom, backside] 3.old-fashioned eşek
[donkey]
assassin /əˈsæsɪn/ n [C] suikastçı, katil
[murderer, executioner]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
assassinate 20
assassinate /əˈsæsɪneɪt/ v [I] suikast assumption /əˈsʌmpʃ(ə)n/ n [C,U] 1.farz,
yapmak, öldürmek [murder, eliminate zan [presumption, belief] 2.formal üzerine
(slang)] alma, kabullenme [taking on, acceptance,
assemble /əˈsemb(ə)l/ v [I,T] 1.bir araya acquisition]
asterisk /ˈæst(ə)rɪsk/ n [C] asterisk, yıldız
toplamak [meet, gather] 2.toplanmak,
birleşmek [bring together, rally] 3.monte imi, yıldız [star]
etmek [put together, erect] asthma /ˈæsmə/ n [U] astım
assembly /əˈsembli/ n [C,U] 1.özel bir astonish /əˈstɒnɪʃ/ v [T] şaşırtmak, hayrete
amaçla bir araya toplanmış insanlar, düşürmek [amaze, astound]
topluluk, meclis, kongre [group] *astonishing
astrologer /əˈstrɒlədʒə(r)/ n [C] astrolog,
2.toplantı [gathering of all the teachers and
pupils at a regular time] 3.montaj hattı müneccim, yıldız falcısı
assess /əˈses/ v [T] değer biçmek, astrology /əˈstrɒlədʒi/ n [U] astroloji,
değerlendirmek, belirlemek [evaluate,
müneccimlik, yıldız falcılığı
estimate] astronaut /ˈæstrəˌnɔːt/ n [C] astronot
assessment /əˈsesmənt/ n [C,U]
[cosmonaut]
değerlendirme [judgment, appraisal, estimate]
assign /əˈsaɪn/ v [T] 1.(pay olarak) vermek,
ayırmak, tahsis etmek [give, allocate]
2.(önem) vermek, atfetmek [attribute, accredit] astronaut
3.bir işe koymak, görevlendirmek, iş
vermek [appoint] 4.saptamak, belirlemek
[set, appoint]
assignment /əˈsaɪnmənt/ n [C,U] 1.kişiye
verilmiş ya da kişinin gönderileceği/ astronomer /əˈstrɒnəmə(r)/ n [C] astronom,
gökbilimci
verileceği iş, görev, ödev [task] 2.atama,
tayin etme [appointment] astronomy /əˈstrɒnəmi/ n [U] astronomi,
assist /əˈsɪst/ v [I,T] formal yardım etmek, gökbilim
desteklemek [help]
assistance /əˈsɪst(ə)ns/ n [U] yardım, at /æt/ prep -de, -da
destek [help, aid] 1.pozisyon/yer belirten -de, -da
assistant /əˈsɪst(ə)nt/ n [C] yardımcı, at the bottom of the page sayfanın en
asistan [helper, deputy] altında
associate /əˈsəʊsiˌeɪt/ v [T]
1.ilişkilendirmek, birleştirmek [connect, ally] at the party partide
2.birleşmek [affiliate] 3.arkadaşlık etmek at the end of the street caddenin
[mix, socialize] sonunda
association /əˌsəʊsiˈeɪʃ(ə)n/ n [C,U]
1.kurum, birlik, dernek [group, organisation] 2.yön belirten -e, -a
2.ortaklık, işbirliği [partnership] 3.ilişki, What are you looking at? Neye
düşünsel olarak bir araya getirme, bakıyorsun?
3.zaman belirten -de, -da
4. belirli bir durumu ifadede -de, -da, -den,
çağrışım, [connection, relationship] -dan
assume /əˈsjuːm/ v [T] 1.gerçek saymak, ate bkz eat
atheism /ˈeɪθiˌɪz(ə)m/ n [U] tanrıtanımazlık
varsaymak, farz etmek [take for granted,
believe] 2.ele geçirmek, üstlenmek, yerine [nonbelief, disbelief]
getirmek [take on, accept] 3.almak, takınmak atheist /ˈeɪθiɪst/ n [C] ateist, tanrıtanımaz
[put on, adopt] [nonbeliever, disbeliever]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
21 auditorium
athlete /ˈæθliːt/ n [C] atlet,sporcu attend /əˈtend/ v [I,T] formal 1.dikkatini A
[sportsperson, competitor] vermek, dinlemek, ilgilenmek [look after,
car for] 2.bulunmak, -e gitmek, katılmak,
hazır bulunmak [be present, go to]
attendance /əˈtendəns/ n [C,U] hazır
athlete bulunma, katılma, devam etme, düzenli
olarak gitme [presence]
attention /əˈtenʃ(ə)n/ n [U] 1.dikkat, ilgi
[concentration, alertness] 2.bakım, ilgi [care,
concern] 3.farkına varmak [notice, awareness]
athletic /æθˈletɪk/ adj 1.atletik, atletizm ile 4.esas duruşa geçmek [stand straight]
ilgili [sport] 2.bedence güçlü, atletik [fit, 5.dikkat, özen, dikkat etmek [listen carefully,
active] concentrate]
attitude /ˈætɪˌtjuːd/ n [C,U] 1.görüş,
athletics /æθˈletɪks/ n [U] atletizm [sports] düşünce, yargı, fikir [opinion, viewpoint]
atlas /ˈætləs/ n [C] atlas
ATM AmE /ˌeɪ tiː ˈem/ n [C] ATM, 2.tavır, davranış, tutum [negativity, bad
behaviour] 3.informal duruş, poz [position,
bankamatik [automated teller machine, pose]
cashpoint BrE] attorney /əˈtɜː(r)ni/ n [C] avukat [lawyer,
atmosphere /ˈætməsˌfɪə(r)/ n [C] solicitor]
1.atmosfer, havaküre, gazyuvarı [air, attract /əˈtrækt/ v [T] çekmek, cezbetmek
aerosphere] 2.hava [air] 3.çevre, ortam, hava, [appeal to, allure, pull]
attraction /əˈtrækʃ(ə)n/ n [C,U] 1.çekici şey
atmosfer [ambience]
atom /ˈætəm/ n [C] 1.atom 2.birazcık, nokta [appeal, draw] 2.cazip, ilgi çekici yer
kadar [partide, bit] [famous building, place of interest / entertainment]
atom bomb atom bombası attractive /əˈtræktɪv/ adj çekici, cazip,
attach /əˈtætʃ/ v 1.bağlamak, iliştirmek,
bitiştirmek, takmak [connect, fasten] güzel, hoş, ilginç [appealing, alluring]
attached /əˈtætʃt/ adj bağlı [fond, close] aubergine /ˈəʊbə(r)ˌʒiːn/ n [C,U] patlıcan
attachment /əˈtætʃmənt/ n [C,U]
[eggplant AmE]
1.düşkünlük, tutkunluk, arkadaşlık, aubergine
dostluk [fondness, affection, friendship]
2.(bir şeye takılabilen) parça, aksesuar
[accessory, extension] 3.technical katma,
ek [addition, inclusion] audible /ˈɔːdəb(ə)l/ adj duyulabilir, işitilir
attack1 /əˈtæk/ n [C,U] 1.başlama, başlangıç, [clear, distinct, discernible]
girişim [criticism, censure] 2.[invasion, offensive,
audience /ˈɔːdiəns/ n [C] 1.dinleyiciler,
assault] 3.kriz, nöbet [fit, bout, spell] izleyiciler, seyirciler [spectators, assembly]
attack2 /əˈtæk/ v 1.saldırıya uğramak
2.resmî görüşme, huzura kabul [formal
meeting]
[assault, assail] 2.aleyhte yazı ya da sözler audio /ˈɔːdiəʊ/ n [U] ses [sound]
söylemek [criticize, abuse] auditor /ˈɔːdɪtə(r)/ n [C] murakıp, denetçi
attempt1 /əˈtempt/ n [C] 1.deneme, girişim, [inspector, examiner]
auditorium /ˌɔːdɪˈtɔːriəm/ n [C] 1.sinema,
teşebbüs [try, effort] 2.suikast girişimi/
denemesi [endeavour, undertaking] tiyatro vb. yerlerde koltuk [seating area in a
attempt2 /əˈtempt/ v [T] kalkışmak, theatre/cinema/concert hail] 2.AmE dinleme/
teşebbüste bulunmak [try, endeavour] izleme/konferans salonu [conference hall]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
August 22
August /ɔːˈɡʌst/ n [C,U] Ağustos available /əˈveɪləb(ə)l/ adj 1.elde edilebilir,
aunt /ɑːnt/ n [C] teyze, hala, yenge [aunty,
bulunabilir, mevcut, elde [obtainable]
auntie] 2.kullanılabilir [unoccupied, convenient]
au pair /ˌəʊ ˈpeə(r)/ n [C] yaptığı ev işlerine 3.görüşmeye uygun, meşgul değil,
müsait [contactable, free]
karşılık bir aile yanında kalan kız veya avalanche /ˈævəˌlɑːntʃ/ n [C] 1.çığ [landslide
erkek çocuk bakıcısı [babysitter, housekeeper]
authentic /ɔːˈθentɪk/ adj 1.gerçek, hakiki, (usually of snow)] 2.yoğunluk [cascade, deluge]
doğru; orijinal [real] 2.dili içten, dili yalın avenue /ˈævəˌnjuː/ n [C] 1.iki yanı ağaçlı
[genuine, actual]
yol, bulvar, geniş cadde [boulevard, street]
authenticate /ɔːˈθentɪkeɪt/ v [T] belgelemek
2.yol, metod [access, way, route]
[verify, prove] average /ˈæv(ə)rɪdʒ/ adj 1.ortalama
author /ˈɔːθə(r)/ n [C] yazar [writer, novelist,
[intermediate] 2.vasat [mediocre] 3.normal,
sıradan [normal, usual]
poet, playwrite] average /ˈæv(ə)rɪdʒ/ n [C,U] ortalama [mean]
authorise, authorize AmE /ˈɔːθəraɪz/ v [T] aviation /ˌeɪviˈeɪʃ(ə)n/ n [U] havacılık [flight,
1.izin vermek [permit] 2.yetki vermek, aeronautics]
avocado /ˌævəˈkɑːdəʊ/ n [C,U] avokado
yetkilendirmek [empower]
authority /ɔːˈθɒrəti/ n [C,U] 1.yetki [power,
[avocado pear]
jurisdiction] 2.otorite, yetki 3.bilirkişi, uzman, avoid /əˈvɔɪd/ v [T] 1.kaçmak, kurtulmak
[refrain from, dodge] 2.kaçınmak, uzak
otorite [expert, connoisseur]
auto AmE /ˈɔːtəʊ/ n [C] otomobil, araba, durmak, sakınmak, yanaşmamak [escape]
otomotiv [automobile, car] await /əˈweɪt/ v [T] formal beklemek [wait for]
awake1 /əˈweɪk/ adj 1.uyanık, uyanmış
autobiography /ˌɔːtəʊbaɪˈɒɡrəfi/ n [C]
özyaşam öyküsü, özgeçmiş [life story, [not sleeping, astir] 2.bilinçli, bilincinde,
memoirs] farkında [alert, aware, alive]
awake2 /əˈweɪk/ v [I,T] formal pt awoke,
autograph /ˈɔːtəˌɡrɑːf/ n [C] (ünlü birinin) pp awoken uyanmak, uyandırmak [to
imzası [signature] wake up]
automate /ˈɔːtəmeɪt/ v [T] otomatikleştirmek, awaken /əˈweɪkən/ v formal 1.uyandırmak
makineleştirmek, otomasyona geçmek [awake, wake up] 2.dikkatini, ilgisini
[mechanize] çekmek [arouse, kindle]
automatic /ˌɔːtəˈmætɪk/ adj 1.otomatik,
award1 /əˈwɔː(r)d/ n [C] ödül, ödüllendirme
özdevinimli [mechanical, automated] [prize, medal, grant]
2.kendiliğinden, kendi kendine [involuntary, award2 /əˈwɔː(r)d/ v [T] ödül vermek,
instinctive, spontaneous] 3.olması kesin,
kazanmak [give, bestow]
muhtemel [certain, inevitable, unavoidable]
*automatically
automobile AmE /ˈɔːtəməˌbiːl/ n [C]
otomobil, araba [auto, car] award
autonomy /ɔːˈtɒnəmi/ n [U] özerklik
[independence, freedom]
*autonomous aware /əˈweə(r)/ adj farkında, haberdar
autopsy /ˈɔːtɒpsi/ n [C] otopsi [postmortem] [conscious of, sensitive to, knowledgeable]
autumn /ˈɔːtəm/ n [C,U] sonbahar, güz [fall
AmE]
auxiliary /ɔːɡˈzɪliəri/ adj yardımcı
[supplementary, ancillary, supporting, back-up] *awareness
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
23 back
away /əˈweɪ/ adv 1.dışarıda [absent, not at Bb A
home, on holiday] 2.uzakta [at a distance, apart] B
3.kenara [aside, out of the way] 4.sürekli
[continuously, incessantly]
awful /ˈɔːf(ə)l/ adj müthiş, korkunç, berbat
[terrible, abysmal, ghastly]
*awfully
awhile /əˈwaɪl/ adv written kısa bir süre için,
biraz [briefly, momentarily] B, b /biː/ n İngiliz alfabesinin 2. harfi
awkward /ˈɔːkwə(r)d/ adj 1.beceriksiz. B and B /ˈbi ən ‚bi/ n [C] kahvaltı veren
sakar, hantal [clumsy, gauche] 2.baş etmesi pansiyon [bed and breakfast]
zor, idaresi zor, aksi, dik başlı baby /ˈbeɪbi/ n [C] 1.bebek [babe, infant]
[unmanageable, difficult] 3.sıkıntı verici, güç
durumda bırakan, müşkül [embarrassing, 2.(hayvan) yavru [a newborn animal] 3.bir
delicate] grubun en genç üyesi [youngest]
*awkwardness a newborn baby yeni doğmuş bir bebek
awoke, awoken bkz awake a baby tiger yavru kaplan
axe, ax AmE /æks/ n [C] balta [hatchet, chopper]
baby
axe babysat bkz babysit
babysit /ˈbeɪbiˌsɪt/ v pt, pp babysat [I,T]
axis /ˈæksɪs/ n [C] pl axes eksen [pivot, hinge] çocuk bakıcılığı yapmak [look after]
babysitter /ˈbeɪbiˌsɪtə(r)/ n [C] bebek
bakıcısı [person babysitting]
bachelor /ˈbætʃələ(r)/ n [C] 1.bekar erkek
[single] 2.üniversite mezunu, lisans [BA,
BSc, first degree]
back1 /bæk/ n [C] 1.sırt [part of the body
on the opposite side to the stomach and chest]
2.arka, sırt [not the front, furthest from the front]
3.arka taraf, bahçe [backyard, back garden]
4.bir şeyin arkasında [reverse] 5.(futbol) bek
turn one’s back on sırtını çevirmek
have one’s back to/against the wall
sıkışıp kalmak
behind sb’s back arkasından
back to front ters
the back of beyond ta anasının gözünde
on sb’s back (birinin) tepesinde olmak,
rahat bırakmamak
put sb’s back up sinirlendirmek, gıcık
etmek
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
back 24
back2 /bæk/ v [I,T] 1.desteklemek [support bag /bæɡ/ n [C] 1.çanta [briefcase, handbag,
sb or sth] 2.back out geri çekilmek [pull out] rucksack, shoulder bag] 2.torba [paper bag,
back down geri çekilmek plastic bag] 3.çuval [sack]
baggage /ˈbæɡɪdʒ/ n [U] bagaj [luggage]
back up yedeklemek
backache /ˈbækeɪk/ n [C,U] sırt ağrısı [pain in] bake /beɪk/ v [I,T] 1.fırınlamak, fırında
pişirmek [cook in an oven] 2.sıcaktan
backache katılaşmak, sertleşmek [harden, scorch]
baker /ˈbeɪkə(r)/ n [C] fırıncı [pastry cook,
sb who makes bread/cakes]
backgammon /ˈbækˌɡæmən/ n [U] tavla baker
oyunu
background /ˈbækˌɡraʊnd/ n [C] 1.geçmiş
[history, situation, past events, context] 2.geçmiş
[family/education/work experience, previous
circumstances] 3.arka plan [sights and sounds bakery /ˈbeɪkəri/ n [C] fırın [bread shop,
that are behind the main focus] 4.ton, zemin pastry shop]
[area behind the main focus] balance1 /ˈbæləns/ n [C,U] 1.denge
backpack AmE /ˈbækˌpæk/ n [C] çantası
[rucksack BrE] [stability, equilibrium] 2.terazi, balans
[proportion, mixture] 3.terazi [scale] 4.bakiye,
kalıntı [remainder] 5.denge, sakinlik [poise,
composure]
backpack balance of payments ödemeler dengesi
balance sheet bilanço
backward /ˈbækwə(r)d/ adj 1.geri, arka on balance her şeyi hesaba katınca
balance2 /ˈbæləns/ v [T] dengelemek
balcony /ˈbælkəni/ n [C] 1.balkon [terrace,
veranda] 2.tiyatro, sinema balkonu [upper
[directed behind] 2.yavaş [slow, behind, retarded] gallery]
bald /bɔːld/ adj 1.kel, dazlak [hairless, bare]
3.ters [directed behind] 4.geri kalmış [old-
fashioned] 5.çekingen, kendinden emin 2.sade, düz, süssüz, yalın [plain, basic, no
olmayan [timid, reluctant] details]
backyard /ˌbækˈjɑː(r)d/ n sng 1.avlu [yard]
2.yaşanılan alana yakın [neighbourhood,
vicinity] a bald man
bacteria /bækˈtɪəriə/ n pl bakteri [micro
organisms, bacilli]
bad /bæd/ adj 1.kötü [unfavourable] 2.bozuk,
çürük [rotten, decayed] 3.geçersiz, yaramaz
[failed] 4.zararlı, sağlıksız [harmful, damaging] ball /bɔːl/ n [C] 1.top [globe, sphere] 2.yumak
5.kötü hissetmek [ill, unwell] 3.balo [dinner dance, dance]
ballet /ˈbæleɪ/ n [C] bale [dancing, choreography]
bad language (dil) kaba
go from bad to worse daha kötüye gitmek balloon /bəˈluːn/ n [C] balon
badminton /ˈbædmɪntən/ n [U] bedmintın ballpoint /ˈbɔːlˌpɔɪnt/ n [C] tükenmez kalem
ballroom /ˈbɔːlruːm/ n [C] balo salonu [hall]
[game similar to tennis]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
25 barrier
bamboo /ˌbæmˈbuː/ n [C,U] bambu barbarian /bɑː(r)ˈbeəriən/ n [C] 1.barbar
ban1 /bæn/ v [T] (özellikle yasa ile) yasaklamak [savage, brute] 2.bağnaz [lout, bigot]
barbecue, barbeque /ˈbɑː(r)bɪˌkjuː/ n
[prohibit, banish] açık havada et ızgara partisi, barbekü B
ban2 /bæn/ n [C] yasak [prohibition, boycott] [cookout, party, BBQ]
banana /bəˈnɑːnə/ n [C] muz
barber /ˈbɑː(r)bə(r)/ n [C] berber [hairdresser]
banana
barber
band /bænd/ n [C] 1.kemer, yüzük, şerit, barcode /bɑː(r)kəʊd/ n [C] barkod
kayış, bant, kuşak [belt, ring] 2.renk şeridi bare /beə(r)/ adj 1.çıplak [naked] 2.sade,
[stripe] 3.grup [group]
yalın, süssüz [plain] 3.boş [empty]
bandage1 /ˈbændɪdʒ/ n [C] bandaj [dressing, with one’s bare hands çıplak elle
binding] barely /ˈbeə(r)li/ adv ancak [only just]
bandage2 /ˈbændɪdʒ/ v [T] sarmak, bandaj bargain /ˈbɑː(r)ɡɪn/ n [C] 1.pazarlık,
yapmak [dress, bind] anlaşma, uyuşma [agreement] 2.kelepir
Band-Aid /bænd eɪd/ n [C] trademark yara [good buy]
bandı [plaster]
bandwidth /ˈbændˌwɪdθ/ n [U] technical drive a hard bargain sıkı pazarlık etmek
dalga genişliği [capacity for data transfer] into the bargain ek olarak, ayrıca
bang /bæŋ/ n [C] 1.gürültü, patlama, patırtı bark1 /bɑː(r)k/ v 1.havlamak [howl, yelp]
[thud, explosion] 2.çarpma, darbe [bump] 2.bağırarak söylemek [shout, snap]
bangs, fringe BrE /bæŋz/ n pl kâkül, bark up the wrong tree yanlış kapı
perçem [hairstyle] çalmak
bank1 /bæŋk/ n [C] 1.banka [institution] bark2 /bɑː(r)k/ n [C,U] 1.havlama [cry of a dog]
2.nehir/göl kıyısı, kenar [shore] 2.ağaç kabuğu [the outer covering of a tree]
blood bank kan bankası barn /bɑː(r)n/ n [C] ambar [large building in
bank holiday resmî tatil which crops, animals and machines are kept]
bank note kâğıt para barometer /bəˈrɒmɪtə(r)/ n [C] barometre,
bank2 /bæŋk/ v [I,T] 1.banka hesabına para basınç ölçer [pressure gauge]
yatırmak [deposit money in a bank] barren /ˈbærən/ adj 1.(dişi) kısır [infertile]
2.(toprak) çorak, verimsiz, kıraç [arid,
2.güvenmek, inanmak [rely on, count on] unfruitful, bare] 3.işe yaramaz, sonuç
bankrupt /ˈbæŋkrʌpt/ adj iflas etme, batma vermez, boş, yararsız [ineffectual]
[bust, crash] a barren, rocky landscape çorak, kayalık
banquet /ˈbæŋkwɪt/ n [C] ziyafet, şölen bir arazi
[feast, dinner] a barren attempt sonuç vermeyen bir
bar1 /bɑː(r)/ n [C] 1.demir ya da tahta uğraş
barrier /ˈbæriə(r)/ n [C] 1.engel [obstacle,
parmaklık [barrier, barricade] 2.engel, bariyer obstruction, hindrance] 2.duvar, çit, korkuluk
[obstacle] 3.sırık, çubuk, kazık [stick, stake] [fence, railing, wall]
4.bar [cafe, pub, buffet]
steel bars demir parmaklıklar
bar of light ışık demeti
bar2 /bɑː(r)/ v [T] yasaklamak, engel olmak
[prohibit, block]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
base 26
base1 /beɪs/ v [T] 1.konuşlanmak [locate, bathtub /ˈbɑːθˌtʌb/ n [C] küvet [large basin
situate] 2.dayanmak, üzerine inşa olmak for bathing]
[build on, depend on, establish]
base2 /beɪs/ n [C,U] 1.temel, alt kısım, taban
[bottom, foot, pedestal] 2.başlangıç noktası, bathtub
baş, esas [basis, root, source] 3.askeri üs,
merkez [military base] 4.merkez, merkez
şube [centre] battery /ˈbæt(ə)ri/ n [C] 1.batarya, pil
baseball /ˈbeɪsˌbɔːl/ AmE n [U] beyzbol [stored electrical supply] 2.batarya, akü, pil
[rounders BrE]
[electrical supply for a car]
baseball a car battery otomobil aküsü
battle /ˈbæt(ə)l/ n [C] 1.savaş, muharebe
[armed conflict] 2.çarpışma, vuruşma
[fighting]
bay /beɪ/ n [C] 1.körfez [gulf] 2.bölme,
basement /ˈbeɪsmənt/ n [C] bodrum katı, gemide kargo bölümü [recess, compartment]
bodrum [cellar]
3.defne ağacı [laurel tree]
basic /ˈbeɪsɪk/ adj 1.temel, ana, esas bazaar /bəˈzɑː(r)/ n [C] 1.çarşı [market in
[essential, fundamental] 2.sade [simple] India or the Middle East] 2.pazar, market
*basically
[market,exchange]
basis /ˈbeɪsɪs/ n [C] 1.temel, esas BC /ˌbiː ˈsiː/ abbr milattan önce, M.Ö.
[foundation, starting point] 2.temel, baz, İsa’dan önce. İ.Ö. [before Christ]
sistem [system, arrangement, manner] be /biː/ v pt was, were, pp been, pp being
basket /ˈbɑːskɪt/ n [C] 1.sepet, sele [bag, ‛I’ öznesiyle ‛am’; tekil öznelerle ‛is’;
hamper] 2.(basketbol) file [net] çoğul öznelerle ‛are’ biçiminde çekimlenir.
basketball /ˈbɑːskɪtˌbɔːl/ n [U] basketbol ‛Am’ ve ‛is’ in geçmiş zaman biçimi
[basketball game] ‛was’, ‛are’ ınki ise ‛were’dir. Miş’li
bat /bæt/ n [C] 1.yarasa 2.kriket/beyzbol geçmiş zaman biçimi ise tektir
sopası [racket] 3.pinpon raketi [racket] 1.olmak 2.var olmak, bulunmak [exist, be
a baseball bat bir beyzbol sopası alive]
informal off one’s own bat kendi başına; beach /biːtʃ/ n [C] plaj [shore, coast]
kendisine söylenmeden
bat
beach
bath /bɑːθ/ n [C] 1.küvet [tub] 2.banyo bead /biːd/ n [C] 1.boncuk, tespih tanesi
yapma, banyo, yıkanma [wash, bathe] [small ball with a hole through the middle]
2.damla [drop, blob] 3.tespih, kolye [necklace,
run a bath küveti doldurmak string of beads (religious)]
bathroom /ˈbɑːθˌruːm/ n [C] 1.banyo [bath]
2.tuvalet [toilet]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
27 before
beak /biːk/ n [C] gaga [bill, nib] beat2 /biːt/ n [C] 1.vuruş, atış [pulse, throb]
beak 2.ritim [rhythm] B
beaten bkz beat
beautiful /ˈbjuːtəf(ə)l/ adj 1.güzel [gorgeous,
attractive] 2.çok iyi, harika [wonderful,
bean /biːn/ n [C] 1.fasulye 2.(bakla, bezelye, excellent]
kahve, vb.) tane, çekirdek [coffee bean, beauty /ˈbjuːti/ n [U] 1.güzellik [attractiveness]
cocoa bean] 2.güzel şey, kişi 3. çok iyi kişi, şey [good
thing, asset]
green bean taze fasulye beauty salon güzellik salonu
to not have a bean meteliğe kurşun beauty spot güzelliğiyle bilinen yer
became bkz become
atmak because1 /bɪˈkɒz/ conj çünkü, -dığı için,
full of beans hayat dolu, yerinde ... yüzünden, -den dolayı [since, as]
duramayan, fıkır fıkır because2 /bɪˈkɒz/ prep ... yüzünden,
spill the beans baklayı ağzından çıkarmak ...sebebi ile
bear /beə(r)/ v [T] pt bore, pp borne become /bɪˈkʌm/ v [I] pt became, pp
1.(acıya, üzüntüye, zorluklara) dayanmak, başa become 1. ... olmak [begin to be sth]
çıkmak [deal with sth] 2.formal doğurmak, 2.formal uymak, gitmek, yakışmak [suit]
dünyaya getirmek [give birth] 4.(meyve ürün) 3.olmak; başına gelmek [grow]
vermek [produce] 5.literary taşımak, bed /bed/ n [C,U] 1.yatak, karyola
götürmek [carry, bring, deliver, support] 2.(ırmak, vb.) yatak [ground of river or sea]
6.(duygu, vb.) aklında olmak, taşımak,
beslemek [feel sth towards sb, harbour, foster]
can’t bear dayanamamak, katlanamamak,
kaldıramamak, tahammül edememek bed
bear resemblance to sb/sth birine veya
birşeylere uygun olmak, yakışık almak,
uymak bedroom /ˈbedruːm/ n [C] yatak odası
bear /beə(r)/ n [C] ayı [type of wild animal] bedspread /ˈbedˌspred/ n [C] süslü yatak
örtüsü [quilt, cover]
bee /biː/ n [C] arı [insect that makes honey]
bear
beard /bɪə(r)d/ n [C] sakal [whiskers, stubble] bee
beast /biːst/ n [C] written 1.(büyük ve tehlikeli)
beef /biːf/ n [U] 1.sığır eti [meat from a cow]
hayvan [animal] 2.old-fashioned kaba 2.informal dırdır, şikâyet [complaint]
kimse, hayvan [brute, barbarian]
beat1 /biːt/ v [I,T] pt beat, pp beaten beep /biːp/ n [C] bip sesi, korna
1.dövmek [hit, batter] 2.vurmak [hit, strike] before1 /bɪˈfɔː(r)/ adv geçmişte, önceden
3.çırpmak; çalkalamak [mix, whip] 4.(kalp,
nabız) atmak [pulsate, throb] 5.yenmek [previously, in the past]
[defeat] before2 /bɪˈfɔː(r)/ conj önce, daha önce,
Beat it! Defol! önceden [earlier than]
beat time tempo tutmak before3 /bɪˈfɔː(r)/ prep önünde [in front of]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
beg 28
beg /beɡ/ v [I,T] 1.dilenmek [ask for money, believe /bɪˈliːv/ v [T] 1.inanmak; güvenmek
cadge, scrounge] 2.dilemek, istemek, rica [have faith, be certain, be convinced] 2.sanmak,
etmek [ask, request] 3.yalvarmak [implore, zannetmek, varsaymak [think, assume]
beseech]
began bkz begin make believe ... gibi davranmak
beggar /ˈbeɡə(r)/ n [C] 1.dilenci [tramp, bell /bel/ n [C] 1.çan, zil
vagrant] 2.spoken ahbap, herif, adam, tip
[bloke, guy] alarm bells ring (tehlike) çanları çalmak
bellboy /ˈbelˌbɔɪ/ n [C] otellerde oda
hizmetçisi, belboy [bellhop]
belly /ˈbeli/ n [C] göbek [tummy, stomach]
belly button göbek deliği
belong /bɪˈlɒŋ/ v 1.uygun olmak, ait olmak,
beggar yerinde olmak [be the property of] 2.(doğru)
yeri [right position or place for sth] 3.ait olmak
[fit, be part of, be al of]
belongings /bɪˈlɒŋɪŋz/ n pl kişisel eşya,
özel eşya [possesions]
begin /bɪˈɡɪn/ v [I,T] pt began, pp begun beIow /bıˈlou/ prep 1.aşağı, aşağıda, altta
1.başlamak [start, commence] 2.başlatmak [under, lower] 2.(toprak, deniz, vb.) altında,
[start an activity] yer altında [beneath] 3.altında [less than,
beginner /bɪˈɡɪnə(r)/ n [C] yeni başlayan, lowers than]
acemi [novice, amateur] belt /belt/ n [C] 1.kemer, kuşak [sash]
beginning /bɪˈɡɪnɪŋ/ n [C] 1.başlangıç, 2.kayış [band] 3.bölge, yöre, kuşak [zone,
başlangıç noktası [start] 2.köken [origin, area]
foundation]
begun bkz begin tighten one’s belt kemerleri sıkmak
behalf /bɪˈhɑːf/ n sng taraf, leh [support,
defence] belt
on (in AmE) behalf of -in adına, yararına
behave /bɪˈheɪv/ v [I] 1.davranmak, hareket
etmek [act] 2.nazik davranmak [be good, bench /bentʃ/ n [C] sıra, oturma sırası,
conduct one self properly, act correctly] bank [seat]
behaviour, behavior AmE /bɪˈheɪvjə(r)/ n [U] bend /bend/ v [I,T] pt, pp bent 1.eğilmek,
1.davranış, hareket, tavır [conduct, actions] bükülmek [lean over] 2.eğmek, bükmek
[twist, flex] 3.yöneltmek, çevirmek, kıvrım
2.tutum, hareket [action, functioning]
behind /bɪˈhaɪnd/ prep 1.arkaya, arkada [at yapmak [curve]
the back of] 2.geride, geç [overdue, late] beneath /bɪˈniːθ/ prep formal 1.altta [under,
3.temelinde, neden olarak [responsible underneath] 2.değersiz, uğraşmaya değmez
for, at the bottom of] 4.arkasında olma, [unworthy, inferior]
destekleme [supporting, backing] beneficial /ˌbenɪˈfɪʃ(ə)l/ adj yararlı, faydalı,
beige /beɪʒ/ adj bej rengi [fawn] hayırlı [helpful, advantageous]
being /ˈbiːɪŋ/ n [C,U] 1.varlık, yaşam, benefit1 /ˈbenɪfɪt/ n [C,U] 1.yarar, fayda,
mevcudiyet, oluş [existence, life] 2.canlı çıkar, kâr, kazanç [advantage, asset]
2.avantaj [advantage, assistance, help]
varlık, yaratık, mahluk [creature, human being] benefit2 /ˈbenɪfɪt/ v 1.işine yaramak, faydalı
belief /bɪˈliːf/ n [C,U] 1.güven, inanç, itimat olmak [be advantageous] 2.faydalanmak,
[principles, opinion] 2.inanç, iman [faith, credo] yararlanmak [be helped by]
bent bkz bend
belief in God Tanrı’ya iman
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
29 bike
berry /ˈberi/ n [C] (çilek, kiraz, vb.) küçük, bewilder /bɪˈwɪldə(r)/ v [T] şaşırtmak
yumuşak meyve [soft fruit] [confound, baffle] B
beside /bɪˈsaɪd/ prep 1.yanında, yanına *bewildered
beyond1 /bɪˈjɒnd/ prep 1.öteye, ötede,
[next to] 2.kıyasla, -in yanında [compared to]
beside oneself çılgın gibi ileri [past, above] 2.üstünde, aşan [too difficult,
beside the point konunun dışında exceeding, out of reach of] 3.ötesinde [more
besides /bɪˈsaɪdz/ adv 1.bunun yanı sıra, than, other than]
ayrıca, bununla birlikte [apart from, in addition beyond2 /bɪˈjɒnd/ adv ötesinde [further away]
bible /ˈbaɪb(ə)l/ n [C] incil, Kutsal Kitap
to] 2.üstelik, bir de [anyway] bibliography /ˌbɪbliˈɒɡrəfi/ n [C]
best1 /best/ adj en iyi [finest, foremost]
best2 /best/ adv en iyi, en uygun [most suitable] bibliyografya, kaynakça
as best as one can yapabileceğinin en bicycle /ˈbaɪsɪk(ə)l/ n [C] bisiklet [bike]
iyisi big /bɪɡ/ adj 1.büyük [large] 2.önemli
bestman /bestmæn/ n [C] sağdıç [bride/ [important]
groom’s friend] too big for one’s boots kendini bir şey
best-seller /bestˈselə(r)/ n [C] en çok sanan
satılan kitap, vb. [popular, blockbuster] that’s big of you çok cömertsin, büyüklük
bet1 /bet/ v [I,T] pt, pp bet bahis, iddia gösteriyorsun
[chance, wager, gamble]
Big Brother tam yetkisi olan, insanların
bet2 /bet/ n [C] bahis olarak yatırılan para hareketlerini ve fikirlerini kontrolü altında
[wager]
tutan ve özgürlükleri kısıtlayan devlet,
put/place/lay a bet on a horse bir atın
üstüne bahis olarak para yatırmak yönetici ya da otorite
better1 /ˈbetə(r)/ adj 1.daha iyi [superior]
2.iyileşmiş [well, recovered, cured] be big on sth bir şeyden çok hoşlanmak
get better at daha iyiye/mükemmele be very big of sb cömertçe
doğru gitmek big band caz müzik topluluğu
better2 /ˈbetə(r)/ adv daha iyi [to a greater big bang theory evrenin tek bir maddenin
degree, more completely] patlaması sonucu oluştuğu teorisi
Better late than never. Geç kalmak hiç big game spor için avlanan vahşi
gelmemekten iyidir. hayvanlara verilen ad
Better safe than sorry. Önlem almak big-hearted kibar, cömert
big money çok para
big mouth bir kişinin söylenmemesi
üzülmekten iyidir. gereken şeyleri söyleme özelliği, koca
Better the devil you know. Bildiğin çene
düşman bilmediğinden iyidir. big smoke büyük şehir
between /bɪˈtwiːn/ prep arada [amidst]
big toe ayakta baş parmak
big word uzun ve ciddi kelime, önemli
söz
between
big
beverage /ˈbev(ə)rɪdʒ/ n [C] formal içecek, bike /baɪk/ n [C] 1.bisiklet [bicycle]
meşrubat [drink, liquid] 2.informal motosiklet [motorcycle]
bike shed bisikletlerin konulduğu depo
beware /bɪˈweə(r)/ v sakınmak,
dikkat etmek, korunmak [be careful, be
cautious]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
bikini 30
bikini /bɪˈkiːnɪ/ n [C] bikini birthday /ˈbɜː(r)θdeɪ/ n [C] doğum günü
bilingual /baɪˈlɪŋɡwəl/ adj iki dil bilen biscuit /ˈbɪskɪt/ n [C] bisküvi [cracker, cookie]
bill /bɪl/ n [C] 1.hesap faturası [account] bit bkz bite
bit /bɪt/ n [C] biraz [a small piece or amount]
2.kuş gagası, gaga [beak] 2.yasa [law]
4.kâğıt para, banknot [note] bits and pieces ıvır zıvır, ufak şeyler
billiards /ˈbɪliə(r)dz/ n pl bilardo [pool snooker] bit by bit yavaş yavaş, ufak ufak
billion /ˈbɪljən/ num milyar [a thousand million] bite1 /baɪt/ v [I,T] pt bit, pp bitten 1.ısırmak,
bin /bɪn/ n [C] teneke, kutu, bidon [receptacle, yemek [chew] 2.(böcek, yılan, vb.) sokmak
container]
[nip, wound]
loony bin tımarhane [mental hospital]
bind /baɪnd/ v [T] pt, pp bound 1.written bite sb’s head off kabaca konuşmak, ters
ters cevap vermek
bağlamak [secure, tie] 2.yarayı sarmak bite the dust sona ermek, bitmek,
[bind up, bandage] 3.ciltlemek [bookbinding] yenilmek
4.yasa gücü ile zorunlu olmak, yasal bite into iz bırakmak
olarak bağlamak [tie down, restrict] 5.zorunlu
bırakmak [oblige, compel] 6.technical
yapışmak, tutmak [stick, affix]
binoculars /bɪˈnɒkjʊlə(r)z/ n pl dürbün
bite
binoculars
biography /baɪˈɒɡrəfi/ n [C,U] bite2 /baɪt/ n [C] ısırık, yeme [chew]
yaşamöyküsü, biyografi [life story, account] bitten bkz bite
bitter /ˈbɪtə(r)/ adj 1.acı, keskin, buruk,
biological /ˌbaɪəˈlɒdʒɪk(ə)l/ adj biyolojik
biology /baɪˈɒlədʒi/ n [U] biyoloji, sert [sharp] 2.(soğuk, rüzgâr, vb.) sert, şiddetli,
iliklere işleyen [cold, freezing] 3.acı, kötü,
yaşambilim, dirimbilim üzücü [upsetting]
human biology insan biyolojisi
biopsy /ˈbaɪɒpsi/ n [C] biyopsi, tanı to/until the bitter end en sonuna kadar,
amacıyla hastadan doku alınarak ölesiye
incelenmesi [diagnostic medical procedure] black /blæk/ adj 1.siyah, kara [dark]
bird /bɜː(r)d/ n [C] kuş [creature with feathers 2.(kahve) sütsüz, sade [black coffee]
and wings] 3.siyahi, kara derili, zenci [with dark skin,
especially African]
early bird erken kalkan, gelen kimse
kill two birds with one stone bir taşla iki black magic kara büyü
kuş vurmak black market karaborsa
birds of a feather stick together black sheep yüz karası, kara koyun
tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş black spot karayollarında çok sık kaza
birth /bɜː(r)θ/ n [C,U] 1.doğum [delivery] olan yer, ölüm noktası
2.doğurma, dünyaya getirme [delivery] blackberry /ˈblækbəri/ n [C] böğürtlen
3.soy, sop, aile kökeni [lineage] 4.başlangıç, blackboard /ˈblækˌbɔː(r)d/ n [C] kara
doğuş [source, origin] tahta, tahta
give birth to sb dünyaya getirmek blade /bleɪd/ n [C] 1.(bıçak, jilet, vb.) ağız
birth control doğum kontrolü [sword, knife] 2.kürek, pervane, vb.
şeylerin geniş yassı kısmı
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
31 blouse
blame1 /bleɪm/ v [U] sorumlu tutmak, blizzard /ˈblɪzə(r)d/ n [C] 1.kar fırtınası, tipi
suçlamak [accuse, charge]
[snowstorm, blast] 2.yığınla [pile] B
blame2 /bleɪm/ n [U] suç, kabahat, block1 /blɒk/ n [C] 1.büyük parça, kütük
sorumluluk, neden [responsibility, reason]
[piece, bar] 2.tıkanıklık [obstruction, bar]
blank /blæŋk/ adj 1.(kâğıt, kaset, vb.) boş
[empty, unmarked/ bare] 2.açık (çek) [open] a block of ice bir küp buz
3.anlamsız, boş [empty, unresponsive, block2 /blɒk/ v [T] engellemek, kapatmak
expressionless]
blank cartridge kurusıkı kurşun [stop, bar, prevent]
blank verse serbest nazım, uyaksız şiir blond(e)1 /blɒnd/ adj (saç) sarı
blond(e)2 /blɒnd/ n [C] informal (bayan)
blanket /ˈblæŋkɪt/ n [C] 1.battaniye
[coverlet, rug] 2.örtü [covering] sarışın [fair haired]
blood /blʌd/ n [U] 1.kan 2.akrabalık,
bled bkz bleed
bleed /bliːd/ v [I] pt, pp bled 1.kanamak kan bağı, soy [strain, breed]
[blood] in sb’s blood mizaç, huy, kanında
bleed for yüreği kan ağlamak, içi
sızlamak, acımak blood bank kan bankası
bleed sb for (birinin parasını) yemek,
yolmak, söğüşlemek blood brother kan kardeşi
blemish /ˈblemɪʃ/ n [C] 1.güzelliği bozan
leke, kusur, bozukluk [mark, blot, stain, blood feud kan davası
damage] 2.hata [fault]
*blemished adj blood group kan grubu
blend /blend/ n [C] harman, karışım [mixture]
bless /bles/ v [T] pt, pp blessed or blest blood poisoning kan zehirlenmesi
1.kutsamak, takdis etmek [sanctify, anoint]
2.bahşedilmek [favoured with, endowed with] blood pressure kan basıncı, tansiyon
Bless you! çok yaşa
blew bkz blow blood sport kanlı spor, zevk için hayvan
blind /blaɪnd/ adj 1.kör, âmâ [sightless]
2.anlayışsız, kavrayışsız [inconsiderate, öldürme
unaware of] 3.nedensiz, mantıksız
[unreasoning] blood vessel kan damarı
a blind landing kör bir iniş
blind alley çıkmaz sokak fresh/new blood taze kan, yeni eleman
blind man’s buff körebe
turn a blind eye (to) -e göz yummak, in cold blood soğukkanlılıkla,
görmezlikten gelmek
acımasızca ve kasten
blind
make sb’s blood boil tepesini attırmak,
blindfold /ˈblaɪn(d)ˌfəʊld/ n [C] göz bağı
kudurtmak
make sb’s blood run cold ödünü
koparmak
blood
bloom1 /bluːm/ n [C,U] 1.çiçek [flower,
blossom] 2.güzellik, canlılık [prime, beauty]
bloom2 /bluːm/ v [I] 1.çiçek açmak [blossom]
2.gelişme göstermek, İlerlemek [flourish,
develop]
blossom /ˈblɒs(ə)m/ v [I] 1.çiçek açmak,
çiçeklenmek [flower] 2.gelişmek, oluşmak,
çiçeklenmek [flower, grow] 3.sükse yapmak,
açılmak [develop, grow]
blouse /blaʊz/ n [C] bluz
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
blow 32
blow /bləʊ/ v [I,T] pt blew, pp blown boat /bəʊt/ n [C,U] sandal, kayık, tekne
1.(rüzgâr) esmek [whirl, gust, waft] 2.üflemek gemi [ship, watercraft]
[pant, puff] 3.(rüzgâr, hava akımı) uçurmak,
sürüklemek, uçuşmak [fly, fan, toss]
4.üflemek, üfleyerek çalmak, öttürmek boat
[sound, toot, whistle] 5.(sigorta, vb.) atmak,
yanmak [trip, stop working] body /ˈbɒdi/ n [C] 1.beden, vücut [physique,
blow up üfleyerek hava vererek torso] 2.kasa, ana kısım, gövde [main part]
biçimlendirmek, baloncuk çıkarmak, 3.ceset [corpse]
blow hot and cold (about) bir iyi body building /ˈbɒdi ˈbɪldɪŋ/ n [U] vücut
davranmak bir kötü davranmak, gidip geliştirme [weight training]
gelmek, dengesiz bodyguard /ˈbɒdiˌɡɑː(r)d/ n [C] koruyucu,
blow one’s own trumpet kendisini muhafız, fedai [minder, warden]
övmek boil /bɔɪl/ v [I,T] kaynatmak, haşlamak [heat
blow one’s top tepesi atmak to 100°C]
blown bkz blow boiling /ˈbɔɪlɪŋ/ adj çok sıcak [very hot]
blue /bluː/ adj 1.mavi [azure] 2.informal bold /bəʊld/ adj 1.cesur, yürekli, gözü pek,
üzgün, hüzünlü, kederli, umutsuz atılgan [fearless, adventurous] 2.küstah,
kaba, arsız, densiz [impudent] 3.(görünüş)
[dejected, depressed] kalın [noticeable, highlighted] 4.kalın yazı
[noticeable]
blue blood doğuştan soyluluk bomb /bɒm/ n [C] 1.bomba [explosive, missile]
once in a blue moon kırk yılda bir bombardment /bɒmˈbɑː(r)dmənt/ n [C,U]
blueberry /ˈbluːb(ə)ri/ n [C] yaban sürekli saldırı, bombardıman [attack, shelling]
mersini, çay üzümü [small blue fruit] boy /bɔɪ/ n [C] 1.erkek çocuk, oğlan [male
board1 /bɔː(r)d/ n [C] 1.tahta, kalas, child, young man] 2.oğul [son]
kereste [wood, plank, floorboard]
2.(satranç, dama, vb.) oyun tahtası, ekmek
tahtası, ilan tahtası, not tahtası [chess
board, breadboard, notice board] 3.ekmek t
ahtası [breadboard] 4.ilan tahtası, not tahtası boy
[notice board] 5.yönetim kurulu [directors,
management] 6.kara tahta [blackboard]
above board açık ve dürüst boycott1 /ˈbɔɪˌkɒt/ v [T] boykot etmek
go by the board başarısızlıkla [blacklist, shun]
sonuçlanmak, yatmak, batmak
boycott2 /ˈbɔɪˌkɒt/ n [C] boykot [veto]
sweep the board ne var ne yoksa boyfriend /ˈbɔɪˌfrend/ n [C,U] erkek
kazanmak
arkadaş, sevgili [sweetheart, admirer, lover]
take sth on board kabul etmek bra /brɑː/ n [C] sutyen [brassiere]
the boards sahne, tiyatro bracelet /ˈbreɪslət/ n [C] bilezik [bangle]
board2 /bɔː(r)d/ v 1.tahta ile kaplamak bracket /ˈbrækɪt/ n [C] köşeli parantez
[cover] 2.formal binmek [get on, enter]
boarder /ˈbɔː(r)də(r)/ n [C] yatılı yurt [parenthesis pl]
talebesi [pupil who boards at the school] brag /bræɡ/ v [I,T] övünmek, böbürlenmek
boarding school /ˈbɔː(r)dɪŋ skuːl/ n [C]
yatılı okul [boast]
braid AmE /breɪd/ n [C] örgü [plait]
braille /breɪl/ n [U] körler için kabartma yazı
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
33 bridegroom
brain /breɪn/ n [C] 1.beyin [cerebrum, mind] breast /brest/ n [C] meme, göğüs [bosom, bust]
2.informal zekâ, akıl [reason, intelligence] make a clean breast of bütün gerçeği
3.zeki kimse, beyin [genius, mastermind] söylemek, itiraf etmek B
brain drain beyin göçü breath /breθ/ n [C,U] 1.soluk, nefes,
soluklanma [respiration, breathing] 2.hafif
rüzgâr, esinti [puff, breeze]
brain hold one’s breath nefesini tutmak
out of breath nefes nefese
take one’s breath away birinin nefesini
kesmek, heyecanlandırmak
brainstorming /ˈbreɪnˌstɔː(r)mɪŋ/ adj under one’s breath kısık sesle, fısıltıyla
beyin fırtınası [group of people sharing waste one’s breath boşa nefes tüketmek
breathe /briːð/ v 1.solumak, soluk almak,
ideas to come up with a solution]
brake /breık/ n [C] fren [damper] nefes almak 2.written fısıldamak [whisper]
branch1 /brɑːntʃ/ n [C] 1.(ağaç) dal [bough, limb] 3.(koku, duygu, vb.) vermek, hissettirmek,
aşılamak [give]
2.bölüm, kol, dal [division, office, department] bred bkz breed
branch2 /brɑːntʃ/ v [I] dallara, kollara, breed1 /briːd/ v [I,T] pt, pp bred 1.(hayvan)
bölümlere ayrılmak doğurmak, yavrulamak [reproduce, bear]
2.damızlık olarak beslemek, yetiştirmek
branch out/into işi genişletmek [cultivate, grow] 3.yetiştirmek, büyütmek,
brand /brænd/ n [C] 1.marka [make, label] eğitmek [bring up, cultivate] 4.sebep /
neden olmak, başlangıcı olmak [produce]
2.tarz, çeşit [style, type]
brave /breɪv/ adj cesur, yiğit [courageous, bold]
put a brave face on cesur, mutlu breed2 /briːd/ n [C] 1.tip, çeşit [kind, brand]
2.soy, cins [pedigree]
görünmeye çalışmak
bread /bred/ n [U] 1.ekmek [loaf] 2.rızık, breeze /briːz/ n [C] 1.meltem, esinti [light
yiyecek [food] wind, puff of air] 2.çok kolay iş, çocuk
bread and butter geçim yolu oyuncağı [easy task, piece of cake]
know which side one’s bread is in a breeze kolayca, bir solukta
buttered on çıkarının nerede olduğunu shoot the breeze laflamak, laklak etmek,
bilmek çene çalmak
brew /bruː/ v [C,U] 1.(çay ya da kahve)yapmak,
bread hazırlamak, demlemek 2.(kötü bir şey)
break1 /breɪk/ v [I,T] pt broke, pp broken gelmek, eli kulağında olmak [impend]
1.kırmak [fracture, bust] 2.bozmak [damage] bribe /braɪb/ n [C] rüşvet [inducement, taking
break sb’s heart birinin kalbini kırmak
backhanders]
brick /brɪk/ n [C,U] tuğla [building block]
drop a brick çam devirmek, pot kırmak
break a promise sözünün tutmamak hit a brick wall ilerleyememek, engelle
break a record rekor kırmak karşılaşmak
break2 /breɪk/ n [C] 1.ara, mola, fasıla bride /braɪd/ n [C] gelin [wife, spouse]
[interruption] 2.kaçarak kurtulmaya çalışmak bridegroom /ˈbraɪdˌɡruːm/ n [C] damat,
breakfast /ˈbrekfəst/ n [C,U] kahvaltı
güvey [groom]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
bridesmaid 34
bridesmaid /ˈbraɪdzˌmeɪd/ n [C] gelinin broke bkz break
broken bkz break
nedimesi [maid of honour]
bridge /brɪdʒ/ n [C] 1.köprü [flyover, overpass, broken /ˈbrəʊkən/ adj kırık [smashed]
a broken bottle kırık bir şişe
viaduct] 2.geçiş [transition] 3.kaptan köşkü bronze /brɒnz/ n [U] bronz, tunç [copper and
[control room] 4.burun köprüsü 5.gözlük
tin]
köprüsü 6.(telli çalgılarda) köprü 7.(diş) köprü broom /bruːm/ n [C] süpürge [brush, besom]
bridge broom
brief /briːf/ adj 1.kısa [short, concise, succinct]
2.kısaca, özetle, kısacası [in short, to sum up] brother /ˈbrʌðə(r)/ n [C] 1.erkek kardeş
briefcase /ˈbriːfˌkeɪs/ n [C] evrak çantası
[male sibling] 2.aynı grubun erkek üyesi,
[attache, bag, satchel] kardeş [companion, comrade]
briefly /ˈbriːfli/ adv kısaca [in brief, concisely]
bright /braɪt/ adj 1.parlak [shining, brilliant] brothers in arms silah arkadaşları
brought bkz bring
2.aydınlık, güneşli [sunny, clear] 3.akıllı, brow /braʊ/ n [C] 1.kaş [eyebrow]
zeki, parlak [intelligent, astute] 4.umut verici,
parlak [hopeful, promising] 5.mutlu, neşeli, 2.literary alın [forehead] 3.tepe, zirve,
canlı [happy, joyful] yamaç [top]
brilliance /ˈbrɪljəns/ n [U] başarı, popülerlik brown /braʊn/ adj kahverengi
[success, popularity] brownie /ˈbraʊni/ n [C] (çikolatalı) ıslak kek
brilliant /ˈbrıljant/ adj 1.ışıl ışıl, pırıl pırıl, [moist cake]
parlak [shining, bright] 2.görkemli [splendid, browse /braʊz/ v [I] 1.otlamak [graze, eat]
celebrated] 3.hayranlık uyandırıcı, zeki 2.(kitap) gözden geçirmek, karıştırmak
[intelligent, clever] 4.nefis, harika [wonderful] [skim, dip into]
broad /brɔːd/ adj 1.geniş, enli [wide] bruise /bruːz/ n [C] çürük, yara bere [injury,
black mark, discoloration]
brunch /brʌntʃ/ n [C,U] geç kahvaltı, erken
2.sınırsız, geniş, engin [extensive] 3.genel, öğle yemeği [late breakfast/early lunch]
yüzeysel [general] 4.açık, belli [clear, big, brunette /bruːˈnet/ n [C] koyu kahverengi
obvious]
saçlı kadın, esmer [brown haired]
a broad range of opinions geniş bir fikir brush1 /brʌʃ/ n [C] 1.fırça [paintbrush]
dağılımı
broadcast1 /ˈbrɔːdˌkɑːst/ n [C] yayın 2.fırçalama [cleaning, polishing] 3.çalı [bush,
brushwood] 4.tilki kuyruğu
[transmission, programme] hairbrush
broadcast2 /ˈbrɔːdˌkɑːst/ v pt, pp broadcast
1.yayımlamak [transmit, air] 2.duyurmak,
ilan etmek, yaymak [make public, advertise,
announce] brush2 /brʌʃ/ v [T] fırçalamak [clean]
broccoli /ˈbrɒkəli/ n [U] karnabahara brush down tozu/kiri üzerinden atmak,
silkelemek
benzer bir bitki, brokoli
brochure /ˈbrəʊʃə(r)/ n [C] broşür, kitapçık
[booklet, prospectus] brush off reddetmek
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
35 bureaucracy
brutal /ˈbruːt(ə)l/ adj 1.acımasız, insanlıktan bull /bʊl/ n [C] boğa
uzak, barbarca [barbarous, cruel, blood thirsty] take the bull by the horns güçlüklere
2.(gerçek) acı [harsh, unpleasant] cesaretle karşı koymak B
bubble1 /ˈbʌb(ə)l/ n [C] kabarcık, hava,
gaz ya da su kabarcığı [balloon, foam]
the bubble burst başarılı ve mutlu bir
dönemin aniden bitmesi, balonun sönmesi bull
bubble2 /ˈbʌb(ə)l/ v [I] fokurdamak [boil, burble]
bucket /ˈbʌkɪt/ n [C] kova [pail, pitcher]
kick the bucket nalları dikmek, ölmek bulldog /ˈbʊlˌdɒɡ/ n [C] buldok köpeği [dog]
buckle /ˈbʌk(ə)l/ n [C] toka, kopça [clasp, catch] bulldozer /ˈbʊlˌdəʊzə(r)/ n [C] buldozer
bud /bʌd/ n [C] gonca, tomurcuk [bloom, shoot]
buddy /ˈbʌdi/ n [C] informal arkadaş, [large digger]
kafadar, ahbap [friend, pal, companion] bullet /ˈbʊlɪt/ n [C] kurşun, mermi [ammo, bolt]
bulletin /ˈbʊlətɪn/ n [C] 1.ilan, bildiri
budget /ˈbʌdʒɪt/ n [C] 1.bütçe [financial
[announcement, message] 2.bülten [news, flash]
plan] 2.bütçede yer alan para miktarı, bulletin board /ˈbʊlətɪn bɔː(r)d/ n [C] ilan
bütçe [allowance]
buffalo /ˈbʌfələʊ/ n [C] bufalo, bizon [bison] panosu [noticeboard]
buffet /ˈbʊfeɪ/ n [C] büfe [food which people bullfight /ˈbʊlˌfaɪt/ n [C] boğa güreşi
serve themselves] bully /ˈbʊli/ n [C] kabadayı [persecutor,
bug /bʌɡ/ n [C] 1.informal mikrop, virüs intimidator, tormentor, thug, tough guy]
bumblebee /ˈbʌmb(ə)lˌbiː/ n [C] yaban arısı
[virus, germ] 2.böcek [insect] 3.hata ya da
güçlük, arıza [deficiency, fault] 4.gizli [yellow and black insect]
dinleme aygıtı [tap, wiretap] bump /bʌmp/ n [C] 1.çarpma sonucu
oluşan şişme, tümsek [lump] 2.informal
vuruş, darbe [crash, impact]
bug
bump
build /bɪld/ v pt, pp built 1.inşa etmek bumpier /ˈbʌmpi/ n [C] tampon [fender AmE]
[erect, construct] 2.kurmak [establish] bun /bʌn/ n [C] kurabiye, çörek [sweet roll]
3.meydana getirmek, yaratmak, bunch /bʌntʃ/ n [C] 1.demet, deste, salkım
oluşturmak [compose, create]
[collection, assortment, bouquet] 2.informal grup
builder /ˈbɪldə(r)/ n [C] inşaatçı, müteahhit [group]
building /ˈbɪldɪŋ/ n [C] 1.bina, yapı, inşaat bungalow /ˈbʌŋɡəˌləʊ/ n [C] tek katlı ev,
bungalov
[structure, construction] 2.inşaatçılık, inşa bunny /ˈbʌni/ n [C] tavşan, tavşancık [rabbit]
etme [construction industry] burden /ˈbɜː(r)d(ə)n/ v [T] büyük problemi/
built bkz build derdi/sorunu olmak [afflict with, trouble with]
bulb /bʌlb/ n [C] 1.çiçek soğanı [head] bureaucracy /bjʊəˈrɒkrəsi/ n [C,U]
2.ampul [light bulb] 1.bürokrasi [government, administration, red
bulk /bʌlk/ n [C,U] 1.hacim [volume, size, tape] 2.devlet memuru [the government, the
dimension] 2.en önemli kısım, esas kısım system]
[main part, major part] 3.toptan, büyük
miktarda [wholesale, in large quantities]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
burglar 36
burglar /ˈbɜː(r)ɡlə(r)/ n [C] (ev, dükkân, vb. soyan) bust /bʌst/ n [C] 1.büst [model of head and
hırsız [thief, housebreaker] shoulders] 2.informal tutuklama, baskın [raid
arrest]
busy /ˈbɪzi/ adj 1.meşgul [employed, engaged]
burglar 2.işlek [full of people and movement]
but1 /bʌt/ conj 1.ama [however] 2.ama,
ancak [except] 3.sadece, yalnız [only, just]
but2 /bʌt/ prep haricinde, dışında [apart from]
butcher /ˈbʊtʃə(r)/ n [C] 1.kasap [meat seller]
burglary /ˈbɜː(r)ɡləri/ n [C,U] ev soyma, 2.katil, cani, kasap, insan kasabı [murderer]
hırsızlık [breaking into, theft]
burn /bɜː(r)n/ v [I,T] pt, pp burned or burnt
1.yanmak [blaze, go up in flames/smoke]
2.yakmak [set fire to, incinerate] 3.yanmak, butcher
yanıp tutuşmak [boil]
burn one’s boats/bridges köprüleri
atmak, gemileri yakmak
burn one’s fingers ağzı yanmak
burn sb’s ears azarlamak, fırça çekmek, butter1 /ˈbʌtə(r)/ n [U] tereyağı
haşlamak
burn the candle at both ends gecesini
gündüzüne katarak kendisini helak etmek
burn the midnight oil gece yarılarına butter
kadar çalışmak
burnt /bɜː(r)nt/ adj yanmış [damaged, hurt]
burst /bɜː(r)st/ v [I,T] pt, pp burst
1.patlamak [explode, blow] 2.patlatmak [pop] butter2 /ˈbʌtə(r)/ v [T] tereyağı sürmek
burst in on/upon yarıda kesmek, yarıda butterfly /ˈbʌtə(r)ˌflaɪ/ n [C] kelebek
bıraktırmak, kesintiye uğratmak
bury /ˈberi/ v [T] 1.gömmek, defnetmek have butterflies in one’s stomach (bir
2.gizlemek, saklamak şeye başlamadan önce) heyecanlanmak
bury the hatchet kavgayı unutup yeniden
dost olmak
bus /bʌs/ n [C] 1.otobüs
bus stop otobüs durağı butterfly
bush /bʊʃ/ n [C] çalı, çalılık [shrub, hedge]
beat about the bush lafı gevelemek
business /ˈbɪznəs/ n [U] 1.iş [profession
trade, line] 2.ticaret [industry, commerce] button1 /ˈbʌt(ə)n/ n [C] 1.düğme 2.elektrik
3.işyeri, şirket [firm, company] 4.iş, konu, düğmesi, düğme 3.AmE rozet [badge]
olay, sorun, şey [concern, affair]
button2 /ˈbʌt(ə)n/ v düğmelemek, iliklemek
have no business to do sth bir şey
[fasten clothes with a button]
yapmaya hakkı olmamak buy /baɪ/ v [C,U] pt, pp bought 1.satın
mean business ciddi olmak, şaka
yapmamak almak, almak [purchase, acquire] 2.elde
mind your own business Sen kendi etmek, kazanmak [gain, obtain]
buyer /ˈbaɪə(r)/ n [C] alıcı, müşteri [purchaser]
işine bak
none of your business seni ilgilendirmez buzz /bʌz/ n [C] vızıltı [hum]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
37 calculation
by1 /baɪ/ prep 1.yanında, yakınında [beside, Cc B
near] 2.yanından [past] 3.yoluyla, -dan
[via, through, by way of] 4.-e kadar [before]
5.tarafından 6.-e göre [according to]
7.-e bakarak, -sinden, -inden [from] C
8.(ölçü ve sayılarda) -le, -la, -e, -a 9.boyunca
[along, next to] 10.-den, -dan [with, using]
11.(all) by oneself kendi kendine, tek
başına C, c /siː/ n İngiliz alfabesinin 3. harfi
by2 /baɪ/ adv 1.birinin/bir şeyin önünden cab /kæb/ n [C] taksi [taxi]
cabbage /ˈkӕbidʒ/ n [C,U] lahana
[past sb/sth] 2.yanından [past] cabin /ˈkæb.ɪn/ n [C] 1.kamara [bedroom on
bye, bye-bye /baɪ/ interj güle güle; Allaha
ısmarladık, hoşça kal [see you, goodbye]
a boat] 2.tahta kulübe [wooden house]
3.pilot kabini [seating area in a plane]
cabinet /ˈkæbɪnɪt/ n [C] 1.kabine, bakanlar
bye kurulu [government, council] 2.camlı veya
raflı dolap [cupboard, dresser] 3.(TV, DVD, vb.)
dolap, bölme, kabin [cupboard]
cable /keɪbl/ n [C] 1.tel kablo [flex] 2.elektrik,
telefon kablosu [power line] 3.telgraf mesajı,
bypass /ˈbaɪˌpɑːs/ v [T] 1.uğramadan telgraf [telegram]
geçmek [avoid, go round] 2.atlatmak, boş cable car n [C] teleferik [mountain transport
suspended a wire]
vermek, pas geçmek [go around, avoid, ignore]
byte /baɪt/ n [C] (bir bilgisayar kelimesinin tam
olarak bölünen alt birimi) bayt
cable car
cactus /ˈkæktəs/ n [C] kaktüs
café /ˈkæfeɪ/ n [C] kafe [snack bar, brasserie]
cafeteria /ˌkæfɪˈtɪərɪə/ n [C] kafeterya,
yemekhane [canteen]
caffeine /ˈkæfiːn/ n [U] kafein
cage /keɪdʒ/ n [C] kafes [enclosure, pen]
cake /keɪk/ n [C] pasta, çörek, kek [bun,
gateau]
cake v [T] kabuklaşmak, kabuk bağlamak
[encrust, congeal]
calculate / kæɫkjuːleɪt/ v [ T ] 1.hesaplamak
[compute] 2.planlamak, tasarlamak [plan,
work out]
calculation /ˌkælkjʊˈleɪʃən/ n [C,U] hesaplama,
değerleme [sum]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
calculator 38
calculator /ˈkælkjʊˌleɪtə/ n [C] hesap campus /ˈkæmpəs/ n [C,U] kampus,
makinesi [calculating machine] yerleşke [site]
can1 /kæn/, /kɛn/ modal v pt could
1.(beceri, yetenek) -e/a bilirim, vb. [be able]
calculator 2.(izin isterken) -e/a bilir miyim? [asking
for permission]
can2 /kæn/, /kɛn/ n [C] 1. kap, kutu [container]
2.teneke kutu, konserve kutusu 3.kodes,
calendar /ˈkӕləndə/ n [C] takvim [agenda, hapishane [prison]
diary, schedule] can3 /kæn/, /kɛn/ v [T] konserve yapmak
calf /kɑːf/ n [C] 1.buzağı, dana [young cow/
elephant/giraffe/whale] 2. baldır [back of lower leg] [preserve]
call1 /kɔːl/ v 1.telefon etmek, telefonla canal /kəˈnæl/ n [C] kanal [inland waterway,
aramak [phone, telephone, ring] channel]
canary /kəˈnɛərɪ/ n [C] kanarya
cancel /kænsəl̩ / v [I,T] 1.kaldırmak, iptal
2.isimlendirmek, adlandırmak, çağırmak etmek [call off]
[name] 3.birini bir yere çağırmak [ask, order] cancel out eşitlemek, dengelemek
call2 /kɔːl/ n [C] 1.telefonla arama 2.bağırış, [neutralize, balance out]
cancer /ˈkænsə/ n [C,U] kanser
sesleniş, çığlık, çağrı [cry] 3.ziyaret [visit] Cancer /ˈkænsə/ n [U] yengeç burcu [sign of
4.gereksinim, ihtiyaç [request, demand]
calm /kɑːm/ adj 1.sakin [serene] 2.(hava) the zodiac represented by a crab]
rüzgârsız [windless] 3.(deniz) durgun, candidate /ˈkæn.dɪdət/ n [C] 1.aday
dalgasız [tranquil]
calm down v [I,T] 1.sakinleştirmek [applicant, entrant] 2.sınava giren kişi
[soothe, quieten] 2. kendini toplamak, [contender, contestant]
candle /ˈkændl/ n [C] mum [taper]
sakinleşmek [compose oneself] candle
calorie /ˈkæləri/ n [C] kalori
camcorder /ˈkæmˌkɔɹdɚ/ n [C] video alıcısı
ve ses kayıt cihazı karışımı aygıt, kamera
[video camera] candy AmE /ˈkændi/ n [C,U] şeker,
came bkz come şekerleme [bonbon, sweet BrE]
camel /ˈkæməl/ n [C] deve
cane /keɪn/ n [C,U] 1. kamış [sugar cane]
camel 2.sopa, baston [walking stick]
canoe /kəˈnuː/ n [C] kano
canteen /kænˈtiːn/ n [C] 1. kantin [restaurant,
cafeteria] 2.çatal, bıçak, kaşık takımı
a canteen of cutlery çatal bıçak kaşık
camera /ˈkæm.ɹə/, /ˈkæm.ə(ɹ).ə/ n [C] takımı
1.fotoğraf makinesi 2.kamera [video cap /kæp/ n [C] 1.kasket, başlık, kep [hat]
camera, camcorder]
2.kapak [lid]
camp /kæmp/ n [C] 1.tatil kampı [campsite]
2.toplama kampı [temporary living quarters] cap
campaign /kæmˈpeɪn/ n [C] 1.kampanya,
reklam [drive, promotion] 2.saldırı
[operation, war]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
39 carrot
capability /ˌkeɪpəˈbɪlɪtɪ/ n [C] yeteneklilik, cardboard /ˈkɑːdˌbɔːd/ n [U] kalın karton,
yetenek [ability, capacity] mukavva [board]
capable /ˈkeɪpəbəl/ adj 1.yetenekli, care1 /kɛə/ n [C,U] 1.take care of [look
kapasiteli [able] 2.-e açık, yatkın, eğilimli, after] -e dikkat etmek, -e bakmak
kabiliyetli [skilled] 2.koruma, sorumluluk [safe keeping] C
capacity /kəˈpæsɪtɪ/ n [C,U] 1.kapasite 3.bakım, ilgi [attention] 4.dikkat, özen
[size, amount that can be held] 2.yetenek, [caution] 5. kaygı, üzüntü [worry]
kapasite [ability] 3.sıfat, durum, mevki care2 /kɛə/ v 1.ilgilenmek, umursamak [be
[function, office] concerned] 2.spoken [Would you like ... ?]
capital1 /ˈkӕpitl/ n [C,U] 1.başkent [main, career /kəˈrɪə/ n [C] meslek yaşamı,
principal, capital city, seat of government] kariyer [occupation, profession]
2.anamal, kapital, sermaye [money, assets] careful /ˈkɛːfəl/ adj 1.dikkatli [cautious]
capital2 /ˈkӕpitl/ adj büyük [upper-case] 2.duyarlı [mindful, protective, heedful]
capital letters büyük harfler 3.cimri, eli sıkı [thrifty, economical, stingy]
captain /ˈkæp.tɪn/ n [C] 1.kaptan [commander] 4.özenli [attentive, meticulous, diligent]
2.kaptan, takım başı [leader, head] carefully /ˈkeəfəli:/ adv dikkatle, itinayla,
3.yüzbaşı dikkatli bir şekilde [with attention, attentively]
caption /ˈkæp.ʃn/ n [C] manşet, başlık [title, careless /ˈkɛəlɪs/ adj 1.dikkatsiz, aldırışsız,
comment] ilgisiz [inattentive] 2.dikkatsizce/baştan
captive1 /ˈkæptɪv/ adj tutsak edilmiş, savma yapılmış [shoddy, messy]
kapatılmış [confined, caged]
captive2 n [C] tutsak, esir [prisoner]
capture1 /ˈkæptʃə/ v [T] 1.yakalamak,
tutsak etmek, esir etmek [catch, apprehend]
2.ele geçirmek, zapt etmek [take control over] a careless man
capture2 /ˈkæptʃə/ n [C,U] esir alma, teslim
alma [arrest, apprehension]
car /ˈkɑː/, /ˈkɑr/ n [C] 1.otomobil, araba
[vehicle, automobile, motor] 2.vagon cargo /ˈkɑːgəʊ/ n [C,U] yük, kargo [freight]
[carriage, buffet car AmE] a cargo ship yük gemisi
caricature /ˈkærɪkəˌtjʊə/ n [C,U] karikatür
[parody, cartoon]
car carnival /ˈkɑːnɪvəl/ n [C,U] karnaval, şenlik
[festival, fair]
carol /ˈkæɹəl/ n [C] ilahi, dini şarkı, noel
carat /ˈkærət/ n [C] kırat, ayar ilahisi [song]
caravan /ˈkærəˌvæn/ n [C] 1. karavan carpenter /ˈkɑːpɪntə/ n [C] marangoz,
[mobile home, camper van] 2.çingene arabası, doğramacı [joiner, cabinet-maker]
karavan [trailer] 3.kervan [convoy, procession] carpet /ˈkɑrpɪt/ n [C,U] halı [rug, mat]
carbon /ˈkɑːd/ n [C,U] 1.karbon 2.karbon carriage /ˈkærɪdʒ/ n [C,U] 1.araba, at
kağıdıyla elde edilmiş kopya [carbon copy]
card /kaːd/ n [C] 1.kart, ziyaret kartı, arabası [vehicle, coach] 2.vagon [car AmE]
carrier /ˈkærɪə/ n [C] 1.nakliyeci, taşıyıcı
kartvizit [business card, visiting card] [mover, transporter] 2.medical (hastalık) taşıyıcı
2.kart, kartpostal [postcard, greetings card] [transmitter, bearer]
3.oyun kartı, iskambil kâğıdı [playing card] carrot /ˈkærət/ n [C,U] 1.havuç 2.bir ödül
4.şakacı kimse [comedian] [temptation, motivation]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
carry 40
carry /ˈkæri/ v [T] 1.taşımak, götürmek castle /ˈkɑː.səl/ n [C,U] 1. şato, kale
[hold] 2.(bir şeyi/bir kimseyi bir yerden başka bir [chateau, fortress] 2.(satranç) kale taşı
yere) taşımak [transport] 3.bulundurmak,
taşımak [take, bring] 4.geçirmek, bulaştırmak,
yaymak [bear, transmit] 5.taşımak,
gezdirmek [lug, transport, cart] 6.iletmek, castle
taşımak [conduct]
carry the
suitcases casual /ˈkæʒuəl/ adj 1. dikkatsiz, rahat,
ilgisiz [careless, apathetic] 2.günlük, resmî
olmayan [informal, non-dressy] 3.(işçi) geçici
olarak işe alınmış [temporary] 4.rastlantısal,
cart /kaːt/ n [C] at arabası ya da el arabası tesadüfi [accidental, chance]
cat /kæt/ n [C] kedi [feline]
[barrow, wagon]
carton /ˈkɑːtəñ/ n [C] mukavva kutu, karton catalogue, catalog AmE /ˈkæt.ə.lɒɡ/ n [C]
kutu [box, case]
cartoon /kɑːˈtuːn/ n [C] 1.karikatür [drawing, 1.katalog [brochure] 2.(hata/suç vb.) liste
[list, record]
caricature] 2.çizgi film [animation, animated
catastrophe /kəˈtæs.trə.fi/ n [C,U] yıkım,
cartoon]
case /keɪs/ n [C,U] 1.hâl, durum, koşul felâket, facia [disaster, adversity]
catch /kætʃ/, /kɛtʃ/ v [I,T] pt, pp caught
[position, circumstance] 2.olay, hadise [instance]
3.dava [lawsuit, trial, action] 4.kutu, sandık, 1.yakalamak, top tutmak [grab, intercept]
çanta [box, bag]
2.yetişmek, yakalamak [arrest, seize]
in any case ne olursa olsun 3.(hastalık) kapmak [contract, develop]
in case of -dığı takdirde 4.avlamak, yakalamak, tutmak [trap,
lower/upper case büyük/küçük harf ensnare, hook, net] 5.yakalanmak, kapmak,
cash1 /kæʃ/ n [U] nakit para [ready money, almak [snatch] 6.(kaza eseri) ilişmek,
change, bills, notes] kaptırmak [trap]
cash2 /kæʃ/ v [T] nakit paraya dönüştürmek catch fire yanmaya başlamak, alev almak
cashier /kӕˈʃiə/ n [C] kasiyer, vezne [clerk, catcher /ˈkætʃə/ n [C] yakalayan şey,
bank clerk, teller] yakalayan kimse
category /ˈkætəˌɡoɹi/ n [C] sınıf, kategori,
cashier tür, çeşit [class, classification]
caterpillar /ˈkætəpɪlə(ɹ)/ n [C] tırtıl
cassette /kæˈsɛt/ n [C] kaset [audio cassette, caterpillar
video cassette]
cast /kɑːst/ n [C,U] 1.oynayanlar, oyuncular
[actors] 2.alçı [plaster] 3.kalıp, döküm cathedral /kəˈθiːdrəl/ n [C] katedral,
[shape, mould] 4.genel görünüş, nitelik
[type, form] başkilise [very large church]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
41 chain
Catholic /ˈkæθəlɪk ˈkæθlɪk/ adj Katolik cemetery /ˈsɛ.məˌtɹi/ n [C] kabristan, C
[Roman katholic] mezarlık [graveyard, burial ground]
a Catholic school Katolik okulu cemetery
cattle /ˈkæt(ə)l/ npl büyükbaş hayvan, sığır
[cows, bulls]
caught bkz catch
cauliflower /ˈkɒlɪˌflaʊə/ n [C,U] karnabahar
cauliflower censor /ˈsɛn.sə/ v [T] sansürlemek [cut, edit]
census /sɛnsəs/ n [C] nüfus sayımı, sayım
[count, collect information (regarding population)]
cent /sɛnt/ n [C] doların yüzde biri
cause1 /kɔːz/ n [C,U] 1.neden, sebep değerindeki para, sent
Centigrade /ˈsɛntɪˌgreɪd/ adj santigrat
[reason, basis] 2.amaç, hedef, ilke [aim, goal] [Celsius]
3.-e neden olmak [reason for, creator] centimetre, centimeter AmE /ˈsɛntiˌmetər/
cause2 /kɔːz/ v [T] neden olmak, yapmak,
yol açmak [make] n [C] santimetre
caution /ˈkɑːʃn/ n [C,U] 1.özen, dikkat, central /ˈsɛntɹəl/ adj 1.merkezi [main, chief]
2.ana, temel [crucial, lead] 3.kolayca
temkin [care, carefulness] 2.uyarı, ihtar ulaşılan, uygun
[warning, advice] central government merkezi hükümet
cave /keɪv/ n [C] mağara [cavern, den, grotto] centre, center AmE /ˈsɛntə/, /ˈsɛn.tə/ n [C]
1.merkez [in the middle of] 2.orta [middle]
century /ˈsɛn.tʃəɹ.iː/ n [C] yüzyıl, asır [1.000
cave years]
ceramic /səˈɹæmɪk/ adj seramikle ilgili,
seramik [pottery, china, porcelain]
cereal /ˈsɪəɹiːəɫ/ n [C,U] tahıl [grain, breakfast
cereal]
ceremony /ˈsɛrɪmənɪ/ n [C,U] 1.tören,
CD /siːˈdiː/ n [C] CD [compact disc]
ceiling /ˈsiːlɪŋ/ n [C] tavan [roof, rafters] merasim [ritual, service, parade] 2.resmiyet
[formality, pomp]
celebrate /ˈsɛl.ɪ.bɹeɪt/ v kutlamak [rejoice] certain /ˈsɜːtən/ adj 1.emin, kuşkusuz,
celebration /ˈsɛl.ɪ.bɹeɪʃın/ n [C,U] 1.kutlama kesin [sure, positive] 2.belirli, kesin [definite]
[festivity, rejoicing] 2.tören [commemoration] 3.make certain garantiye almak, emin
celebrity /sɐˈlɛbrɜˌti/ n [C,U] formal şöhret, olmak [ensure, insure AmE]
certainly /ˈsɜːtənlɪ/ adv kesinlikle
ün [fame, kudos] certificate /səˈtɪfɪkɪt/ n [C] sertifika, belge
celery /ˈsɛl.ə.ri/ n [U] kereviz
celery soup kereviz çorbası [document, credential, diploma]
cell /sel/ n [C] 1.hücre [smallest part of a living chain /tʃeɪn/ n [C,U] 1.zincir, kolye [necklace]
thing] 2.hücre, nezarethane [room, dungeon] 2.(olay, dükkân, dağ, vb. için) zincir [group]
cell phone cep telefonu market chain marketler zinciri
cellar /ˈsɛlə/ n [C] kiler [vault, basement] 3.zincirleme tepkime, zincirleme reaksiyon
Celsius /ˈsɛlsɪəs/ adj Santigrat [centigrade] [continuous]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
chair 42
chair /tʃɛə/ n [C,U] 1.iskemle, sandalye channel /ˈtʃænəl/ n [C] 1.oluk, kanal
[seat] 2.başkanlık makamı, başkan [passage of water] 2.(televizyon/uydu) kanal
[chairperson, president] 3.profesörlük makamı, [station]
chant /tʃɑːnt/ v [T] ilahî, dini şarkı söylemek
kürsü [professor, professorship]
[sing]
chaos /ˈkeɪɒs/ n [U] karışıklık, kargaşa,
chair kaos [disorder, anarchy]
chapter /ˈtʃæptə/ n [C] (kitap, yazı, vb.) bölüm
[section, clause]
character /ˈkærɪktə/ n [C,U] 1.nitelik, özellik
[attributes] 2.kişilik, karakter, doğa [nature,
personality] 3.(kitapla, oyunda, vb.) kişi,
chairman /ˈtʃɛəmən/ n [C] 1.başkan, yönetici karakter, kahraman [person, people]
[director] 2.toplantı başkanı[chairperson] characteristic /ˌkærɪktəˈrɪstɪk/ n [C] tipik
chalk /tʃɔːk/ n [C,U] 1.tebeşir 2.kireç taşı özellik, karakteristik [typical feature]
[limestone] charge1 /tʃɑːdʒ/ n [C,U] 1.istenen/ödenen
chalkboard /ˈtʃɔːkˌbɔːd/ n [C] tebeşirle fiyat [fee] 2.sorumluluk üstlenmek [control]
yazılan yazı tahtası [blackboard BrE] 3.suçlama, itham, saldırı [accusation, allegation]
challenge1 /ˈtʃæl.ɪndʒ/-əndʒ/ n [C,U] meydan 4.patlayıcı miktarı [quantity of explosive]
okuma, düelloya davet [test, confrontation, charge2 v 1.fiyat istemek [ask] 2.para/ödeme
difficulty, question]
istemek [bill, demand payment, invoice]
challenge2 v [T] 1.meydan okuma,
düelloya davet etmek [dare] 2.karşı çıkmak 3.suçlamak [accuse] 4.şarj etmek,
[dispute, question] doldurmak [fill, load]
charisma /kəˈrɪzmə/ n [U] karizma, çekicilik
challenging /ˈtʃælɪndʒɪŋ/ adj 1.meydan [charm, allure]
okuma, zorlayıcı [difficult, hard] charity /ˈtʃærɪtɪ/ n [C,U] 1.hayır kurumu
2.büyüleyici, ilgi çekici [taxing, stimulating] [trust, foundation] 2.sadaka, bağış [bounty,
selflessness] 3.formal hayırseverlik, iyi
champion /ˈtʃæmpɪən/ n [C] şampiyon niyetlilik [kindness, altruism]
[title holder, victor] charm /tʃaːm/ n [C,U] 1.çekicilik, alım,
championship /ˈtʃæmpɪənˌʃɪp/ n [C,U] cazibe [attraction, charisma] 2.nazarlık,
1.şampiyona [competition] 2.şampiyonluk muska [talisman, amulet] 3.büyü, sihir
[competition] [appeal, attractiveness]
chance /tʃɑːns/ n [C,U] 1.şans, talih charming /ˈtʃɑːmɪŋ/ adj çekici, büyüleyici,
[odds, prospect] 2.ihtimal, olasılık [possibility] hoş [attractive, appealing]
3.fırsat, olanak [opportunity] 4.risk [risk] chart /tʃɑːt/ n [C,U] 1.harita [diagram]
5.rastlantı sonucu oluşmak, şans eseri 2.grafik, çizim [table, graph]
olmak, tesadüfen olmak [luck, fortune] chase /tʃeis/ v [I,T] 1.peşine düşmek,
change1 /tʃeɪndʒ/ v [I,T] 1.değişmek [alter, kovalamak [pursue, follow, hunt] 2.koşturmak
develop] 2.değiştirmek [alter, modify] 3.üstünü [hurry]
chat1 /tʃӕt/ n [C] sohbet [talk, natter]
değiştirmek [dress, get changed] 4.(döviz)
bozmak, çevirmek [exchange] chat2 /tʃӕt/ v [I] sohbet etmek, laklak
5.-e dönüşmek [transform, turn into, become] etmek,muhabbet etmek [talk, chatter]
change2 n [C,U] 1.değişim, değişiklik chatter /ˈtʃætə/ v [I] 1.çene çalmak, sohbet
[alteration, difference] 2.bozuk para, bozukluk etmek, gevezelik etmek [gossip, prattle, babble]
[small change, cash, coins] 3.para üstü 2.(diş, vb.) takırdamak [rattle, clatter]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
43 chill
chatterbox /ˈtʃætəˌbɒks/ n [C] informal chef /ʃɛf/ n [C] şef, aşçıbaşı [cook]
geveze kimse, boşboğaz [loquacious, chatty] chemical1 /ˈkɛmɪkəl/ n [C] kimyasal madde
chemical2 /ˈkɛmɪkəl/ adj kimyasal
cheap /tʃiːp/ adj 1.ucuza, ucuz olarak chemist /ˈkɛmɪst/ n [C] 1.kimyager, kimyacı
[inexpensive] 2.adi, seviyesiz [vulgar]
3.değersiz, kalitesiz, adi [poor, common] [chemistry scientist] 2.eczacı [pharmacist, C
4.eli sıkı, cimri [miser] 5.informal kelepir, apothecary]
sudan ucuz [bargain] chemistry /ˈkɛmɪstrɪ/ n [U] kimya
cheque, check AmE /tʃɛk/ n [C] çek
feel cheap utanmak [be ashamed] cherry /ˈtʃɛrɪ/ n [C] kiraz
cheat /tʃiːt/ v 1.hile yapmak, dolandırmak chess /tʃes/ n [U] satranç
[swindle] 2.kopya çekmek [copy]
3.atlatılmak, aldatılmak [feel wrongly treated]
chess
cheat
chest /tʃɛst/ n [C] 1.göğüs, bağır, sine
[breast, thorax] 2.sandık, kutu [box, case]
chestnut /ˈtʃɛsˌnʌt/ n [C,U] 1.kestane
check1 /tʃɛk/ v 1.kontrol etmek, gözden 2.kestane rengi 3.kestane ağacı
geçirmek, denetlemek, bakmak [control, chew /tʃuː/ v [I,T] çiğnemek [masticate]
chewing gum n [U] çiklet, sakız [gum]
look] 2.doğruluğunu araştırmak, incelemek chick /tʃɪk/ n [C] civciv
[examine] 3.ziyaret etmek [monitor] 4.sormak, chicken /ˈtʃɪkɪn/ n [C,U] 1.piliç, tavuk [hen,
kontrol ettirmek [confirm] cock, fowl] 2.(yemek için kullanılan et) piliç, tavuk
check2 n [C,U] 1.AmE doğru işareti [tick BrE]
2.AmE (lokanta, vb. ‚de) hesap, fiş [bill BrE]
3.AmE çek [cheque BrE] 4.(satranç) şah
çekmek chicken
checkpoint /ˈtʃɛkˌpɔɪnt/ n [C] kontrol
noktası [control point] chief1 /tʃiːf/ adj baş, en önemli, ana [first,
check-up /ˈtʃɛkˌʌp/ n [C] çekap, sağlık
kontrolü [examination, medical] important, main]
cheek /tʃiːk/ n [C,U] 1.yanak 2.yüzsüzlük, chief2 n [C] başkan, baş, amir, şef, müdür
arsızlık, küstahlık [impudence, audacity] [head, boss]
cheer /tʃɪə/ n [C,U] alkış, bağırış [shout, cry] child /[tʃaɪld]/ n [C] 1.çocuk [youngster, kid]
cheerful /ˈtʃɪəfʊl/ adj neşeli, şen, keyifli
2.deneyimsiz, toy, çaylak [young person]
[happy, delighted] (pl children)
cheese /tʃiːz/ n [C,U] peynir childbirth /ˈtʃaɪldˌbɜːθ/ n [U] çocuk
doğurma, doğum [birth, delivery]
childhood /ˈtʃaɪldhʊd/ n [C,U] çocukluk,
cheese çocukluk dönemi [youth, boyhood, girlhood]
chili, chilli /ˈtjili/ n [C,U] 1.kırmızı biber
2.Meksika yahnisi (pl chiles or chillies)
chill /tʃɪl/ v [I,T] 1.donmak, soğumak [cool
cheetah /ˈtʃiːtə/ n [C] çita down, freeze] 2.titretmek, korkutmak
[scare, frighten]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
chimney 44
chimney /tʃɪl/ n [C] baca [flue] chronological /ˌkrɒnəˈlɒdʒɪkəl ˌkrəʊ-/ adj
chimp /tʃɪmp/ n [C] bkz. chimpanzee zamandizinsel, kronolojilik [consecutive,
chimpanzee /ˌtʃɪmpænˈziː/ n [C] şempanze
sequential, progressive]
[chimp, ape, monkey] chunk /tʃʌŋk/ n [C] iri parça, büyük miktar
chin /tʃɪn/ n [C] çene [chop, jaw]
[piece, block]
chin church /tʃɜːtʃ/ n [C] kilise [Christian place of
worship]
cigar /sɪˈgɑː/ n [C] puro [cheroot]
cigarette /ˌsɪgəˈrɛt/ n [C] sigara
cinema /ˈsɪnɪmə/ n [C] sinema [movie theater,
movie house, flicks, movies]
china /ˈtʃaɪnə/ n [U] 1.Çini, porselen cinema
[pottery, ceramics] 2.Çin
chip /tʃɪp/ n [C] 1.patates kızartması
2.mikroçip 3.çatlak, çentik, çizik, yarık
[scratch]
chocolate /ˈtʃɒkəlɪt/ n [C,U] çikolata
circle1 /ˈsɜːkəl/ n [C] 1.çember, daire, halka
choice /tʃɔɪs/ n [C,U] seçim, seçenek, tercih [ring, disc] 2.(tiyatro, vb.) balkon [balcony BrE]
[option, variety, preference]
cholera /ˈkɒlərə/ n [U] kolera come/go full circle dönüp dolaşıp aynı
yere gelmek [return]
choose /tʃuːz/ v [I,T] pt chose, pp chosen circle2 v [T] 1.çember içine almak, daire
1.seçmek [select] 2.uygun görmek, içine almak [encircle] 2.çevresini dolaşmak
yeğlemek [pick, adopt] [go round]
chop /tʃop/ v [T] 1.kıymak, doğramak circuit /ˈsɜːkɪt/ n [C] 1.dolaşma, devir, tur
2.(balta, vb.) kesmek, yarmak [cut, split] [round, lap, tour] 2.devre, çevrim 3.elektrik/
chopstick /ˈtʃɒpˌstɪk/ n [C] (Çinlilerin kullandığı) elektronik devresi
circuit breaker şalter [trip switch]
yemek çubuğu [stick] circulate /ˈsɜːkjʊˌleɪt/ v [I,T] 1.yayılmak,
chore /tʃɔː/ n [C] angarya, gündelik işler
yaymak [spread, broadcast] 2.dolaşmak
[job, task]
choreography /ˌkɒrɪˈɒgrəfɪ/ n [U] koreografi [flow, move round]
[dance moves/design] circulation /ˌsɜːkjʊˈleɪʃən/ n [C,U]
chorus /ˈkɔːrəs/ n [C] 1.nakarat [refrain] 1.dolaşım, kan dolaşımı [blood flow]
2.koro [refrain, song] 2.dolaşım, yayılma [flow, rotation] 3.tiraj,
baskı sayısı [distribution]
chose bkz choose circus /ˈsɜːkəs/ n [C] 1.sirk [big top] 2.alan,
chosen bkz choose meydan [roundabout, junction]
Christ /kraɪst/ n sng 1.İsa 2. Hay Allah!, Vay citizen /ˈsɜːkəs/ n [C] vatandaş, yurttaş
canına!. Amanın!, Eyvah! [inhabitant, resident]
Christmas /ˈkrɪsməs/ n [C,U] Noel [Yuletide] city /ˈsɪtɪ/ n [C] kent, şehir [town, metropolis]
chromosome /ˈkrəʊməˌsəʊm/ n [C] civil /ˈsɪv.əl/ adj 1.sivil [domestic, public]
kromozom 2.uygar, medeni [civilian] 3.medeni
chronic /ˈkrɒnɪk/ adj süreğen, müzmin, hukukla ilgili [national] 5.kibar, nazik
kronik [serious, recurring] [polite, affable]
chronicle /ˈkrɒnɪkəl/ n [C] tarih, geçmiş civil rights vatandaşlık hakları
[journal, record, history] civil law medeni hukuk
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
45 client
civilian /sɪˈvɪljən/ n [C] sivil [resident] clause /klɔːz/ n [C] 1.cümlecik, yan tümce
civilization /ˌsɪvɪlaɪˈzeɪʃən/ n [C,U] [auxiliary sentence] 2.madde, fıkra [section,
article]
medeniyet [literate society]
claim1 /kleɪm/ v 1.hak talep etmek [demand, claw /klɔː/ n [C] pençe [clutch, talon]
ask, take] 2.almak, sahip çıkmak [assert, C
profess, declare] 3.iddia etmek [insist, affirm]
claim2 n [C,U] 1.istek, talep [demand, claw
application] 2.iddia [allegation, statement]
claim on/to hak [right, entitlement]
clan /klæn/ n [C] büyük aile, boy, klan [family]
clap1 /klӕp/ v [I,T] 1.(el) çırpmak, alkışlamak
[acclaim, applaud] 2.dostça vurmak [hit] clay /kleɪ/ n [U] kil, çamur [mud]
clean1 /kliːn/ adj 1.temiz [hygienic] 2.adil,
clap2 n [C] 1.alkış, alkışlama [applause]
2.gürleme [roar, explosion] kurallara uygun [fair, legal] 3.yok, (herhangi bir
şeyden) temiz [empty]
clarify /ˈklærɪˌfaɪ/ v [I] 1.açıklamak, açıklık clean2 v [I,T] 1.temizlemek, temizlenmek
getirmek, aydınlatmak [explain, clear up] [cleanse, tidy, vacuum, dust] 2.(hayvan) iç
2.arıtmak [refine] organlarını çıkartmak, içini temizlemek
clarinet /ˌklærɪˈnɛt/ n [C] klarnet
[remove innards]
clash /klæʃ/ v [I] 1.çarpışmak, savaşmak cleaner /ˈkliːnə/ n [C] temizlik işçisi,
temizlikçi [maid, charwoman]
[battle] 2.çatışmak, tartışmak [conflict, cleanse /klɛnz/ v [T] (yara, vb.) temizlemek
disagree] 3.birbirine çarpan madeni şeylerin [clean, wash]
clear1 /klɪə/ adj 1.açık, ortada [obvious, sure]
çıkardığı ses, şıngırdamak [clang, bang]
class /klɑːs/ n [C,U] 1.toplumsal sınıf, sınıf, 2.karmaşık olmayan, açık, anlaşılır
zümre, tabaka [status, genre] 2.ders [lesson] [comprehensible] 3.açık, herkesin
class struggle sınıf mücadelesi
classic1 /ˈklæsɪk/ adj klasik [ideal, model, anlayabileceği şekilde [distinct, coherent]
clear2 v [T] 1.(istenmeyen bir şeyi ya da kişiyi)
traditional] uzaklaştırmak [remove, empty] 2.(sis, duman vb.)
classic2 n [C] klasik yapıt, klasik [language, kaybolmak [disappear] 3.açıklamak, açık
hale getirmek [explain, clarify]
literature and culture of ancient Greece and Rome] clerk /klɑːk/ n [C] 1.yazman, kâtip
classical /ˈklæsɪkəl/ adj klasik [of ancient [office worker] 2.AmE tezgâhtar, satıcı
[salesperson]
Greece and Rome, a type of music] clever /ˈklɛvə/ adj 1.akıllı, zeki [intelligent,
bright] 2.usta, becerikli, maharetli [talented]
classical music klasik müzik 3.parlak (fikir vb.) [brilliant] 4.akıllı geçinen,
classify /ˈklæsɪˌfaɪ/ v [T] sınıflandırmak bilgiçlik taslayan [pedantic]
click /klɪk/ v [I,T] 1.şıklatmak, şaklatmak
[categorize, arrange] (parmak) [snap] 2.(düğme, buton vs.) basmak
classroom /ˈklɑːsˌruːm -ˌrʊm/ n [C] sınıf,
derslik [class]
[press the mouse] 3.anlaşmak, birbiriyle
classroom uyum sağlamak [get on] 4.bir mana ifade
etmek, anlamlı olmak,anlaşılmak [make
sense]
client /ˈklaɪənt/ n [C] 1.müşteri, alıcı
[customer, consumer] 2.müvekkil [someone
receiving a service]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
cliff 46
cliff /klɪf/ n [C] uçurum [rock face, precipice] closely /ˈkləʊsliː/ adv yakın bir şekilde, sıkı
climate /ˈklaɪmɪt/ n [C,U] 1.iklim [weather,
fıkı
temperature] 2.ortam, hava [feeling, atmosphere] closet /ˈklɒzɪt/ n [C] gömme dolap [cupboard]
climb /klaɪm/ v [I,T] 1.tırmanmak, çıkmak a storage closet depolama dolabı
[go up, ascend] 2.yükselmek [ascend, rise] closet v [T] kapamak, kapanmak [shut away,
confined]
cloth /klɒθ/ n [C,U] kumaş [material, rag]
clothe /kləʊð/ v [T] formal giydirmek [dress]
clothes /kləʊðz/ npl elbise [garments]
climb a tree clothing /ˈkləʊðɪŋ/ n [U] giyecek, giyim,
kıyafet [garments, apparel, uniform]
cloud /klaʊd/ n [C,U] 1.bulut 2.kütle [mass]
climber /ˈklaɪmə/ n [C] tırmanıcı [mountaineer] cloud
clinic /ˈklɪnɪk/ n [C] klinik [health/medical centre]
clinical /ˈklɪnɪkəl/ adj 1.klinik [relating to
illness] 2.soğuk, ilgisiz, umursamaz
[unemotional, cold] cloudy /ˈklaʊdɪ/ adj 1.bulutlu [dull, overcast]
clip1 /klip/ n [C] 1.ataş [pin, fastener] 2.toka 2.bulanık
cloudy water bulanık su
[hair clip] 3.klip, bölüm [section] 4.şarjör
clown /klaʊn/ n [C] palyaço, soytarı,
[magazine] şaklaban, maskara [comedian, buffoon]
clip2 v [I,T] 1. ataşla, vb. tutturmak [fasten]
2.kesmek, kırpmak 3.vurmak [hit]
clock /klok/ n [C] 1.masa/duvar saati
[timepiece] 2.mil kayıt göstergesi
around/round the clock gece gündüz [all
day and all night]
watch the clock dört gözle beklemek clown
clockwise /ˈklɒkwaɪz/ adv saat yelkovanı
yönünde
clockwork /ˈklɒkˌwɜːk/ adj 1.saat
mekanizması, saatin kurma düzeni club /klʌb/ n [C] 1.kulüp, dernek [society,
[mechanical]
go like clockwork saat gibi çalışan, group, association] 2.sopa [truncheon, cudgel]
tıkırında giden, yolunda giden hand-made golf club el yapımı golf
clone1 /kləʊn/ n [C] kopya, örnek [copy, similar] sopası
clone2 v [T] kopyalamak, klonlamak [copy] clue /kluː/ n [C] 1.ipucu [tip, lead, sign,evidence]
close1 /kləus/ v [I,T] 1.kapatmak [shut]
not have a clue hiçbir şey bilmemek,
2.(kitap) kapatmak 3.sonlandırmak, hiçbir fikri olmamak
kapatmak [terminate, end] cluster /ˈklʌstə/ n [C] 1.salkım, demet
close2 /kləus/ adj 1.yakın [near] 2.neredeyse, 2.küme, grup [small crowd]
ray cluster ışın demeti
hemen hemen coach /kəʊtʃ/ n [C] 1.at arabası, [carriage,
close3 /kləus/ adv yakında, yakınında [near] chariot] 2.yolcu otobüsü (bus) 3.özel
closed /kləʊzd/ adj 1.kapalı [no longer open
öğretmen [instructor, tutor] 4.antrenör, koç,
to discussion] 2.birinin anlamadığı/bilmediği çalıştırıcı [trainer]
coal /kəʊl/ n [C,U] kömür
şey [incomprehensible, abstruse]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
47 collide
coalition /ˌkəʊəˈlɪʃən/ n [C] koalisyon, coincidence /kəʊˈɪnsɪdəns/ n [C,U] rastlantı,
birleşme [alliance, association] tesadüf [chance, accident]
coast /kəʊst/ n [C] kıyı, sahil [beach, shore] cold1 /kəʊld/ adj 1.soğuk [chilly, not hot, cool]
coat /kəʊt/ n [C] 1.ceket, palto, mont 2.üşümüş [coldness, chilly] 3.soğuk, itici
[indifferent, unfeeling]
[jacket, gabardine, overcoat] 2.tabaka, kat,
kaplama [layer, coating] give sb the cold shoulder sırt çevirme, C
coat soğuk davranma
cold war soğuk savaş
cold food soğuk yemek
cold
cobra /ˈkəʊbrə/ n [C] kobra yılanı, kobra
[snake] cold2 n [C] soğuk algınlığı, nezle [chill]
cock /kok/ n [C] horoz [rooster, cockerel] collapse /kəˈlæps/ v 1.çökmek, yıkılmak
cockpit /ˈkɒkˌpɪt/ n [C] pilot kabini, yarış
arabasında sürücü yeri
cockroach /ˈkɒkˌrəʊtʃ/ n [C] hamamböceği
[fell down] 2. çökertmek [fall in] 3.katlamak,
çökmek [come apart, give way] 4.başarısızlığa
uğramak, suya düşmek [fail, come to nothing]
cockroach 5.düşmek, yığılmak, bayılmak [faint, passed
out] 6.güçten düşmek, bayılmak [drop, keel
over]
collar /ˈkɒlə/ n [C] 1.yaka [neckline] 2.tasma
cocoa /ˈkəʊkəʊ/ n [U] kakao [cacao, hot [choker]
a fur collar kürk yaka
colleague /ˈkɒliːg/ n [C] meslektaş, iş
chocolate drink, cocoa powder]
coconut /ˈkəʊkəˌnʌt/ n [C,U] hindistancevizi arkadaşı [fellow worker]
code1 /kəʊd/ n [C,U] 1.şifre, kod [cipher, collect /kəˈlekt/ v [I] 1.toplamak, biriktirmek
cryptograph] 2.kural [system, principles, canon] [ask for money to help people] 2.toplanmak,
code2 v [T] şifrelemek, şifreyle yazmak birikmek [gather, accumulate] 3.toparlamak
kodlamak [encrypt] [pick up]
coexist /ˌkəʊɪgˈzɪst/ v [I] bir arada olmak, collection /kəˈlɛkʃən/ n [C,U] 1.toplama,
barış içerisinde olmak [live/exist/be together] toplanma, biriktirme, derleme [accumulation]
coffee /ˈkɒfɪ]/ n [C,U] kahve
coffin /ˈkɒfɪn/ n [C] tabut [casket AmE] 2.koleksiyon 3.iane, para toplama
coherent /kəʊˈhɪərənt/ adj mantıklı, [contribution, alms, donation] 4.yığın [assortment,
pile]
anlaşılabilir, tutarlı [consistent, intelligible] collective /kəˈlɛktɪv/ adj müşterek,
coin1 /kɔɪn/ n [C] madeni para, bozukluk ortaklaşa, ortak, toplu [joint, shared, united]
collector /kəˈlɛktə/ n [C] 1.vergi toplayan
[change, money, cash] kişi, tahsildar [hoarder] 2.koleksiyoncu
coin2 v [T] 1.para basmak [mint] 2.(sözcük, vb.) college /ˈkɒlɪdʒ/ n [C] 1.yüksekokul, fakülte,
kolej [school, faculty, academy, institution]
uydurmak, icat etmek [invent, create]
coincide /ˌkəʊɪnˈsaɪd/ v [I] 1.aynı zamana
rastlamak, çatışmak [occur simultaneously, be 2.heyet, birlik
concurrent] 2.(düşünce, vb.) uymak, uyuşmak collide /ˈkɒlɪdʒ/ v [I] 1.çarpışmak [crash,
[agree, accord] clash] 2.çatışmak, zıt görüşye olmak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
collocation 48
collocation /ˌkɒləˈkeɪʃən/ n [C] kelimelerin come /kʌm/ v [I] pt came, pp come
birlikte kullanımı [combination of words] 1.gelmek [join, attend, accompany]
2.yaklaşmak, varmak [approach, advance,
cologne /kəˈləʊn/ n [U] 1.Kolonya şehri, draw near] 3.akla gelmek [occur]
Köln 2.kolonya [eau de cologne, perfume] come across karşılaşmak, rastlamak,
bulmak
coIon /′kō·lən/ n [C] iki nokta üst üste
işareti, anat. kolon come back geri gelmek
come down aşağı inmek, yere devrilmek
colonel /ˈkɜːnəl/ n [C] albay come in içeri girmek
colony /ˈkɒl.əni/ n [C] 1. sömürge; koloni come to oneself ayılmak, kendine gelmek
come up ortaya çıkmak
[dominion, territory] 2.bir ülkede bulunan comedy /ˈkɒmɪdɪ/ n [C,U] komedi, güldürü
küçük yabancı topluluğu, koloni [settlement, comet /ˈkɒmɪt/ n [C] kuyrukluyıldız [shooting
community] star]
colour, color1 AmE /ˈkʌlə/ n [C,U] 1.renk comfort /ˈkʌmfət/ n [C,U] 1.rahatlık, ferahlık
[dye, shade] 2.boya, renk [paint] 3.canlılık, [relief, ease] 2.refah, konfor [luxury]
hareketlilik, yaşam [life, action] comfortable /ˈkʌmftəbəl ˈkʌmfətəbəl/ adj
colour2 v [I,T] 1.boyamak, renklendirmek 1.rahat, konforlu [relaxing, agreeable] 2.mutlu,
[dye] 2. renklendirmek 3.yüzü kızarmak rahat [happy, at ease]
[flush, blush] comic /ˈkɒmɪk/ adj 1.komik, gülünç [funny,
colourful, colorful AmE /ˈkʌləfʊl]/ adj amusing, humourous] 2.komediyle ilgili, komedi
1.renkli, rengârenk [brillliant, multi coloured] 3.komedyen, komedi [comedian, buffoon]
2.canlı, parlak, renkli, hareketli [interesting, comma /ˈkɒmə/ n [C] virgül
distinctive] command1 /kəˈmɑːnd/ n [C,U] 1.buyruk,
colt /kəʊlt/ n tay [young horse] emir, komut [order] 2.komutasında,
column /ˈkɒləm/ n [C] 1.sütun [pillar, post, kumandasında, yönetiminde [under his
support] 2.(gazete) sütun [editorial]
columnist /ˈkɒləmɪst -əmnɪst/ n [C] sütun control] 3.kontrol, komuta, kumanda,
yazarı, köşe yazarı [writer, journalist] yönetim [power, control] 4.yetki [authority]
coma /ˈkəʊmə/ n [C,U] 1.koma command2 v [I,T] 1.buyurmak, emretmek
[unconcsiousness, blackout] [order, bid] 2.hâkim olmak [control, supervise]
go into a coma komaya girmek 3.hak etmek, layık olmak [deserve, require]
comb /kəʊm/ n [C] 1.tarak 2.horoz ibiği comment1 /ˈkɒmɛnt/ n [C,U] yorum [remark,
[cockscomb] observation]
comment2 v [I,T] yorum yapmak [remark,
comb mention]
commerce /ˈkɒmɜːs/ n [U] ticaret [trade,
combat /ˈkɒmbæt -bət ˈkʌm-/ v [T] business]
çarpışmak, savaşmak [fight] commercial /kəˈmɜːʃəl/ adj 1.ticari [business,
market] 2.kâr amaçlı, ticari [materialistic,
combination /ˌkɒmbɪˈneɪʃən/ n [C,U] mercenary]
1.birleştirme. birleşim [alliance, unification]
2.birleşim, karışım [mixture] 3.bileşim, commercial vehicle ticari araç
terkip [association] 4.kombinasyon commission /kəˈmɪʃən/ n [C,U] 1.iş, görev
combine /kəmˈbaɪn/ v 1.birleşmek [unite] [job, task] 2.(özel olarak verilmiş) yetki, iş [contract]
2.birleştirmek [put together] 3.kurul, heyet, komisyon 4.komisyon,
yüzde [cut, percentage]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
49 compete
commit /kəˈmɪt/ v [I,T] 1.yapmak, işlemek, compact disc /ˈkɒmpækt disk/ n [C,U]
kalkışmak [do, carry out] 2.teslim etmek kompakt disk
companion /kəmˈpænjən/ n [C] 1.arkadaş,
[put in custody, confine] 3.(kendini) adamak;
üstlenmek; vadetmek [pledge, promise, devote] yoldaş [friend, partner] 2.yardımcı [helper]
3.kılavuz, el kitabı [guide, handbook] 4.eş,
commit to memory ezberlemek diğer parça [counterpart, match] C
committee /kəˈmiti/ n [C] komisyon, heyet, company /ˈkʌmp(ə)ni/ n [C,U] 1.şirket
komite [board, team] [business, association] 2.misafir [visitors, guests,
common /ˈkɒmən/ adj 1.ortak, genel,yaygın
callers] 3.arkadaşlar, arkadaş çevresi/
[customary, typical] 2.sık rastlanan [popular,
grubu [group, companions, friends] 4.birlik,
commonplace] 3.toplumsal, kamusal,
grup [group, organization] 5.tayfa 6.bölük
topluma ait, ortak [collective, shared]
[military unit]
common law yazısız hukuk, örf ve âdet a company of firefighters itfaiyeciler
hukuku
tayfası
Common Market Ortak Pazar infantry company piyade bölüğü
common noun cins ismi compare /kəmˈpeə(r)/ v [I,T]
common sense sağduyu [good judgement] 1.karşılaştırmak, mukayese etmek
commonly /ˈkɒmənlɪ/ adv 1.genellikle, [contrast, correlate to] 2.benzetmek [liken]
çoğunlukla [usually] 2.sıklıkla, yoğunlukla 3.kıyaslanmak, mukayese edilmek [match,
equal] 4.en az ... kadar iyi olmak [be as good
[frequently]
as]
commonplace /kɒmənˌpleɪs/ adj alelade, comparison /kəmˈpærɪs(ə)n/ n [U]
sıradan/ basit [ordinary, everyday, banal]
1.karşılaştırma, mukayese [contrast,
communicate /kəˈmjuːnɪkeɪt/ v [I,T] distinction] 2.benzerlik [similarity]
1.(haber, bilgi, görüş, düşünce, vb.) geçirmek, compartment /kəmˈpɑː(r)tmənt/ n [C]
nakletmek, iletmek, bildirmek, açıklamak 1.bölme, daire [division] 2.(trende)
kompartıman [carriage, car AmE]
[impart] 2.görüş alışverişi yapmak, iletişim
kurmak [talk] glove compartment torpido gözü
communication /kəˌmjuːnɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C,U] a first-class compartment birinci sınıf
1.iletişim, haberleşme [conversation, contact] kompartıman
compass /ˈkʌmpəs/ n [C,U] 1.pusula
2.haber, mesaj [message, announcement]
communism /ˈkɒmjʊˌnɪz(ə)m/ n [U]
[magnetic device] 2.pergel
komünizm [Bolshevism] compass
community /kəˈmjuːnəti/ n [C] 1.halk,
toplum [society, public, people] 2.topluluk
[group] 3.ortak iyelik, ortaklaşma
[brotherhood, fellowship]
commuter /kəˈmjuːtə(r)/ n [C] çalışmak
için her gün belli bir mesafede seyahat
eden kişi, işine gidip gelen kişi [traveller] compassion /kəmˈpæʃ(ə)n/ n [U] acıma,
compact /ˈkɒmpækt/ adj 1.sık, sıkı, yoğun merhamet, şefkat, sevecenlik [sympathy,
[dense, condensed, solid] 2.özlü, kısa [brief] condolence]
3.az yer kaplayan, küçük fakat fonksiyonel compatible /kəmˈpætəb(ə)l/ adj bir arada
olan [small]
olabilir, uyuşabilir, bağdaşabilir, uyum
a compact statement özlü bir ifade içinde [harmonious, adaptable]
compact sand yoğun kum compete /kəmˈpiːt/ v [I] yarışmak [contend]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ