small-pox 200
small-pox /ˈsmɔːlˌpɒks/ n [U] çiçek snake /sneɪk/ n [C] yılan
hastalığı snake in the grass güvenilmez kişi,
kötü insan
smart /smɑː(r)t/ adj 1.zeki, akıllı [clever]
2.şık, zarif [chic, stylish] 3.çabuk, çevik, snap /snæp/ v [I,T] 1.kopmak, yırtılmak
hızlı [brisk, lively, quick] [rupture, tear, crack] 2.kızgın bir şekilde
konuşmak, bağırmak [snarl, shout]
smash /smæʃ/ n [C] 1.şangırtı, çatırtı
[clash, crash] 2.çarpışma, kaza [collision, snatch /snætʃ/ v [T] 1.kapmak, kavramak
accident] 3.(tenis) sert vuruş, güçlü darbe [grab, grasp] 2.kaçırmak, kaçırılmak [take,
[overhead shot] 4.büyük kaza [crash] grab]
smell1 /smel/ n [C] 1.koku alma duyusu snatch at elde etmek için elinden geleni
2.koku [odour, scent] yapmak, yakalamaya çalışmak
have a smell of koklamak sneaker AmE /ˈsniːkə(r)/ n [C] (bez) spor
ayakkabı [trainer, sports shoe]
smell2 /smel/ v [I] pt, pp smelled or sneeze /sniːz/ v [I] hapşırmak, aksırmak
smelt BrE 1.koklamak [sniff] 2.kokmak
3.kokuşmak, pis kokmak [stink]
smell sneeze
smelt bkz smell sniff /snɪf/ v [I] 1.burnunu çekmek [sniffle]
smile1 /smaɪl/ v [I] gülümsemek [beam, grin] 2.koklamak [smell]
smile2 /smaɪl/ n [C] gülümseme [grin]
smoke1 /sməʊk/ n [C,U] 1.duman 2.(sigara) snooze /snuːz/ v [I] informal kestirmek,
şekerleme yapmak [doze, nap]
içme [cigarette] 3.spoken sigara, puro
[cigarette] snore1 /snɔː(r)/ v [I] horlamak
go up in smoke suya düşmek, duman snore
olmak, yanıp gitmek, uçup gitmek
smoke2 /sməʊk/ v 1.(sigara, pipo, esrar, vb.) snore2 /snɔː(r)/ n [C] horlama, horultu
içmek 2.tütmek 3.(balık, et, vb.) tütsülemek snorkel /ˈsnɔː(r)k(ə)l/ n [C] snorkel
[preserve, cure] snow1 /snəʊ/ n [C,U] 1.kar 2.kokain [cocaine]
smoker /ˈsməʊkə(r)/ n [C] sigara içen snow2 /snəʊ/ v [T] 1.kar yağmak, karla
kimse
smoking /ˈsməʊkɪŋ/ n [U] sigara içme kaplamak 2.AmE gözünü boyamak,
smooth /smuːð/ adj 1.düz, düzgün, gözüne girmek, inandırmak [hoodwink,
pürüzsüz [even, flat, sleek] 2.sorunsuz persuade]
[problem free] 3.hoş, yumuşak [soft] 4.akıcı, snowed under başını kaşıyacak vakti
hoş, yumuşak [flowing, graceful] 5.nazik, olmamak, çok meşgul olmak
kibar [polite] snowball /ˈsnəʊˌbɔːl/ n [C] kartopu
snack1 /snæk/ n [C] hafif yemek, atıştırma snowfall /ˈsnəʊˌfɔːl/ n [C,U] kar yağışı, bir
[small meal, bite] defada yağan miktar [snow]
snack2 /snæk/ v [I] atıştırmak, hafif yemek snowflake /ˈsnəʊˌfleɪk/ n [C,U] kar tanesi
yemek, abur cubur yemek snowstorm /ˈsnəʊˌstɔː(r)m/ n [C,U] kar
snail /sneɪl/ n [C] salyangoz fırtınası
at a snail’s pace kaplumbağa hızı,
yavaşça
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
201 solo
so1 /səʊ/ adv 1.o kadar, öyle [very] 2.bu sock /sɒk/ n [C] kısa çorap
kadar çok [that much] 3.o derece, o kadar pull one’s socks up aklını başına
toplamak, işe koyulmak
da [that] 4.de, da [as, too] 5.öyle, böyle soda /ˈsəʊdə/ n [C,U] 1.karbonat, sodyum
[like that] 6.demek, demek ki
or so yaklaşık, civarında bikarbonat [baking soda, baking powder]
and so on/forth ve saire, ve benzeri 2.AmE gazoz [pop]
şeyler sofa /ˈsəʊfə/ n [C] kanepe, sedir [couch]
soft /sɒft/ adj 1.yumuşak, hafif [cushiony,
just/quite so evet, aynen öyle
velvety] 2.(zemin) yumuşak [spongy, swampy]
so long güle güle, hoşça kal 3.(ses) yumuşak, hafif, tatlı [gentle] 4.(ışık)
so2 /səʊ/ conj 1.bu yüzden, bu nedenle,
düşük, dinlendirici, yumuşak, parlak
onun için [therefore] 2.-mesi için, -sin diye, olmayan [subdued, pale] 5.(rüzgâr)
... amacıyla [in order that] yumuşak, hafif [gentle, mild]
so what bana ne, ne yani, ne olmuş soft pillow yumuşak yastık
so as to -mek için, -çek biçimde, -mek soft ground yumuşak zemin
amacıyla softly /sɒftli/ adv yumuşakça, nazikçe
so-called /ˈsəʊ kɔːld/ adj sözde, olacak [quietly, gently]
software /ˈsɒf(t)ˌweə(r)/ n [U] bilgisayar
[alleged, supposed]
soccer AmE /ˈsɒkə(r)/ n [C] futbol programları, yazılım [computer programmes]
soil /sɔɪl/ n [C,U] 1.toprak [earth] 2.formal
[football] arazi, toprak, ülke, yurt [territory, land]
sociable /ˈsəʊʃəb(ə)l/ adj girgin, sosyal, fertile soil verimli toprak
solar /ˈsəʊlə(r)/ adj güneşle ilgili
sokulgan [friendly, affable]
social /ˈsəʊʃ(ə)l/ adj 1.toplumsal, sosyal solar system güneş sistemi
sold bkz sell
[communal, collective] 2.toplum içinde soldier /ˈsəʊldʒə(r)/ n [C] er, asker
yaşayan, toplumcul, sosyal hayat 3.girgin, [serviceman, trooper]
sokulgan, arkadaş canlısı [friendly]
social democracy sosyal demokrasi
social science/studies sosyal bilimler,
toplum bilimleri soldier
social services polis sağlık kurumu, vb.
kamu hizmetleri, sosyal hizmet
socialism /ˈsəʊʃəˌlɪz(ə)m/ n [U]
toplumculuk, sosyalizm [social democracy, sole1 /səʊl/ adj yalnız, tek [only, lone]
sole2 /səʊl/ n [C] 1.taban, pençe 2.dilbalığı
collectivism] solid1 /ˈsɒlɪd/ adj 1.katı, sert [firm, hard]
socialist /ˈsəʊʃəˌlɪst/ n [C] toplumcu,
sosyalist 2.sıkı, sağlam, ağırlığa dayanıklı [sound, S
society /səˈsaɪəti/ n [C,U] 1.toplum, insanlar well made]
[community, mankind] 2.topluluk, dernek, solid2 /ˈsɒlɪd/ n [C] 1.katı madde 2.katı
kurum, cemiyet [club, association, organization] yiyecek [solid food]
3.formal dostluk, arkadaşlık, birliktelik solidarity /ˌsɒlɪˈdærəti/ n [U] dayanışma,
[company, companionship] birlik [unity, loyalty]
solitary /ˈsɒlət(ə)ri/ adj 1.yalnız yaşayan,
high society sosyete
münzevi [isolated, cloistered] 2.yalnız, tek,
sociology /ˌsəʊʃiˈɒlədʒi/ n [U] toplumbilim, arkadaşsız [single, alone]
solo /ˈsəʊləʊ/ adj solo [alone]
sosyoloji
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
solution 202
solution /səˈluːʃ(ə)n/ n [C] 1.eriyik, çözelti sophomore AmE /ˈsɒfəˌmɔː(r)/ n [C]
[mixture, compound] 2.çözüm, çare,
çözüm yolu [answer, explanation] lise ya da üniversitede ikinci sınıf
solve /sɒlv/ v [T] çözmek, halletmek öğrencisi [second year student]
[answer, figure out] sore /sɔː(r)/ adj 1.acıyan, ağrıyan [painful,
some1 /sʌm/ adv, pron 1.biraz [a bit] aching] 2.kırgın, küskün, gücenmiş
2.birkaç, biraz [number] 3.bazı, belli
[certain] 4.(herhangi) bir [approximate] [annoyed, bitter]
some ... or an (other) (herhangi) bir sorrow /ˈsɒrəʊ/ v [I] literary kederlenmek,
some2 /sʌm/ det biraz, birkaç [a bit] üzülmek [grieve, mourn]
somebody /ˈsʌmbədi/ pron 1.biri, birisi sorry1 /ˈsɒri/ adj üzgün, maalesef,
[someone] 2.önemli birisi affedersiniz, özür [regretful, apologetic]
somehow /ˈsʌmhaʊ/ adv 1.her nasılsa, ne sorry2 /ˈsɒri/ interj özür dilerim
sort1 /sɔː(r)t/ n [C] 1.tür, çeşit [kind, type]
yapıp edip, bir şekilde 2.nasıl olduysa
3.her nedense, nedense 2.tip, karakter [character, kind]
someone /ˈsʌmwʌn/ pron biri [somebody] sort2 /sɔː(r)t/ v [T] 1.düzenlemek, dizmek
something /ˈsʌmθɪŋ/ pron 1.bir şey
2.(hiç yoktan iyi) bir şey [order, categorize, classify] 2.spoken
sometime1 /ˈsʌmtaɪm/ adv bir ara [one day]
sometime2 /ˈsʌmtaɪm/ adj formal yakın ilgilenmek, uğraşmak [deal with, fix]
geçmiş zamanda, önceki, evvelce [once] so-so /ˈsəʊsəʊ/ adj, adv informal şöyle
sometimes /ˈsʌmtaɪmz/ adv bazen, ara sıra,
zaman zaman [occasionally, at times] böyle [average]
somewhat /ˈsʌmwɒt/ adv biraz, azıcık soul /soul/ n [C] ruh, tin, can [spirit]
[slightly, a bit]
somewhere /ˈsʌmweə(r)/ adv 1.bir yere, not a soul bir Allah’ın kulu, hiç kimse
bir yerde, bir yer [someplace] 2.somewhere sound1 /saʊnd/ n [U] ses [noise]
between/around yaklaşık olarak sound2 /saʊnd/ v [I] ses çıkarmak [voice,
[approximately, about] resonate, chime]
son /sʌn/ n [C] oğul [child] sound3 /saʊnd/ adj sağlam, kusursuz
son-in-law kızının kocası, damat [healthy, strong]
song /sɒŋ/ n [C] 1.şarkı, türkü [chant] soundtrack /ˈsaʊn(d)ˌtræk/ n [C] film müziği
soup /suːp/ n [C,U] 1.çorba
2.şakıma, ötme, ötüş [call, chirp]
soon /suːn/ adv kısa bir süre içinde, in the soup belâda, zor durumda
yakında, birazdan [before long, in the near vegetable soup sebze çorbası
sour /ˈsaʊə(r)/ adj 1.ekşi 2.arkadaş canlısı
future]
olmayan, düşmanca, huysuz [annoyed,
not a moment too soon bir dakika
geçmeden, hemen, çok geç olmadan unfriendly]
source /sɔː(r)s/ n [C] 1.kaynak, memba
as soon as mümkün olduğunca çabuk,
olur olmaz [origin] 2.kaynak, bilgi veren [informant]
sophisticated /səˈfɪstɪˌkeɪtɪd/ adj south1 /saʊθ/ n [U] güney
1.karmaşık, gelişmiş [complex, advanced] south2 /saʊθ/ adj güney
2.bilgiç, görmüş geçirmiş, kültürlü olgun,
görgülü [cultured, cosmopolitan] South Africa Güney Afrika
south2 /saʊθ/ adv güney
towards the south güneye doğru
south-east /ˌsaʊθˈiːst/ adj/adv güneydoğu
south-eastern /ˌsaʊθˈiːstə(r)n/ adj
güneydoğudan, güneydoğuyla ilgili
southern /ˈiːstə(r)n/ adj güneye ait, güney
[south]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
203 spectacle
south-west /ˌsaʊθˈwest/ adj güneybatı sparrow /ˈspærəʊ/ n [C] serçe
south-western /ˌsaʊθˈwestə(r)n/ adj sparse /spɑː(r)s/ adj az ve seyrek [scattered,
güneybatıyla ilgili scarce]
souvenir /ˌsuːvəˈnɪə(r)/ n [C] hatıra spat bkz spit
spatula /ˈspætjʊlə/ n [C] spatula [slice]
[keepsake, memento] speak /spi:k/ v [I,T] pt spoke, pp spoken
sow /səʊ/ v [T] pt sowed, pp sown or
sowed (tohum) ekmek [scatte plant] 1.konuşmak [talk] 2.göstermek, ifade
soya bean, soy-bean AmE /ˈsɔɪəbiːn/ n [U] etmek [show, express]
soya fasulyesi speaker /ˈspiːkə(r)/ n [C] 1.konuşmacı,
spa /spɑː/ n [C] kaplıca [hot springs, health sözcü [lecturer, spokesman] 2.hoparlör,
club, baths] kolon [speakers] 3.anons [loudspeaker]
space1 /speɪs/ n [C,U] 1.yer, alan [room,
capacity] 2.uzay [beyond earth] special1 /ˈspeʃ(ə)l/ adj 1.özel, sıradan
olmayan, olağandışı [exceptional,
space rocket uzay roketi
space2 /speɪs/ v [T] aralıklı dizmek, aralık extraordinary, important] 2.ekstra, ek, özel
[distinct, particular]
bırakmak, aralıklara bölmek [arrange set special2 /ˈspeʃ(ə)l/ n [C] özel program, sıra
dışı, istisna [feature]
apart] specialise, specialize AmE /ˈspeʃəlaɪz/ v [I]
spacecraft /ˈspeɪsˌkrɑːft/ n [C] uzay aracı uzmanlık alanı olmak, uzmanlaşmak, özel
[spaceship] ilgi alanı olmak [concentrate on]
spaceman /ˈspeɪsˌmæn/ n [C] astronot specialist /ˈspeʃəlɪst/ n [C] uzman [expert,
authority]
[astronaut] speciality, specialty AmE /ˌspeʃiˈæləti/ n
spaceship /ˈspeɪsˌʃɪp/ n [C] uzay gemisi
[C] 1.özellik, -e özgü şey [feature]
[spacecraft] 2.uzmanlık [profession, field]
spade /speɪd/ n [C] 1.bahçıvan beli, kürek species /ˈspiːʃiːz/ n [C] tür, cins [group,
breed]
[shovel] 2.(iskambil) maça specific /spəˈsɪfɪk/ adj 1.formal özgül, bir
garden spade bahçe küreği türe özgü, kendine özgü [particular,
spaghetti /spəˈɡeti/ n [U] çubuk makarna,
spagetti [pasta] distinct, characteristic] 2.özel, belirli
spam /spæm/ n [U] bilgisayardaki [particular, specified] 3.kesin, bariz, açık
istenmeyen iletiler [junk mail] [explicit, clear-cut]
span /spæn/ n [C] süre, müddet [period,
length of time] specific gravity özgül ağırlık
Spanish /ˈspænɪʃ/ n [U] 1.İspanyol, specifically /spəˈsɪfɪkli/ adv 1.özellikle
İspanyolca 2.İspanyol dili
spanner /ˈspænə(r)/ n [C] somun anahtarı [particularly] 2.tamamıyla, net bir şekilde,
[wrench]
spare1 /speə(r)/ adj 1.yedek, fazla, ekstra ayrıntılarıyla [exactly]
[extra, additional] 2.uzun ince [thin, gaunt] specify /ˈspesɪfaɪ/ v [T] açıkça belirtmek S
spare2 /speə(r)/ v [T] kurtarmak, yok [state, define]
etmemek, kıymamak, canını bağışlamak specimen /ˈspesəmɪn/ n [C] 1.örnek,
[release, free] örneklik, model [sample, example] 2.acayip
spare sb details sakınmak, gizlemek, kimse, ilginç tip [case, type]
saklamak spectacle /ˈspektək(ə)l/ n [C] 1.görülecek
spark1 /spɑː(r)k/ n [C] kıvılcım [flicker]
spark2 /spɑː(r)k/ v [T] kıvılcım saçmak, şey [sight, curiosity] 2.görünüm, manzara
[view, scene] 3.gösteri, temsil, oyun
ateşlemek, kışkırtmak [flicker, fire, kindle] [show, display]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
spectacular 204
spectacular /spekˈtækjʊlə(r)/ adj spicy /ˈspaɪsi/ adj baharlı, baharatlı [hot,
olağanüstü, muhteşem [impressive, amazing] aromatic]
spectator /spekˈteɪtə(r)/ n [C] izleyici, spider /ˈspaɪdə(r)/ n [C] örümcek
seyirci [onlooker, bystander]
sped bkz speed
speech /spiːtʃ/ n [C] 1.konuşma yeteneği,
söyleme yetisi [communication, conversation] spider
2.konuşma tarzı, dil [language, articulation]
3.söylev, demeç, konuşma [talk, address]
speed1 /spiːd/ n [C,U] 1.hız, ivinti, sürat,
çabukluk [velocity] 2.vites [gear] spill /spıl/ v [I,T] pt, pp spilled or spilt(BrE)
at speed çok hızlı, hızla dökmek [pour]
speed2 /spiːd/ v [I,T] pt, pp sped or
speeded çabuk gitmek, hızla gitmek, spilt bkz spill
hızlanmak, hız yapmak [race, career] spin /spin/ v [I,T] pt, pp spun 1.eğirmek,
speedboat /ˈspiːdˌbəʊt/ n [C] sürat teknesi,
sürat motoru [motorboat] örmek 2.fırıl fırıl döndürmek [turn, twist]
spinach /ˈspɪnɪdʒ/ n [U] ıspanak
spine /spaɪn/ n [C] 1.omurga, belkemiği
[backbone, spinal column] 2.diken [needle]
spiral1 /ˈspaɪrəl/ n [C] helezon, spiral,
speedboat sarmal [coil]
spiral2 /ˈspaɪrəl/ adj spiral, sarmal [coiled,
twisting]
spirit /ˈspɪrɪt/ n [U] 1.cin, peri, ruh [ghost]
speedy /ˈspiːdi/ adj hızlı, çabuk, seri [quick, 2.ruh,his, manen, gönül [sense, mind]
hasty] team spirit heyecan, canlılık, heves
spell /spel/ v [I,T] pt, pp spelled or spiritual /ˈspɪrɪtʃuəl/ adj tinsel, ruhsal,
spelt(BrE) 1.harf harf söylemek/yazmak, manevi [religious, incorporeal]
hecelemek 2.(bir sözcüğün harflerini) düzgün spit1 /spıt/ v [I] pt, pp spat or spit(AmE)
bir sıraya yerleştirmek, kelimeleri doğru tükürmek [hawk]
spit2 /spıt/ n [C,U] 1.informal tükürük [saliva]
bilmek ve yazmak [write] 3.ayrıntılarıyla 2.şiş, kebap şişi [skewer, stick]
açıklamak [explain, clarify] splash1 /splæʃ/ v [I,T] 1.(su, çamur, vb.)
spelling /ˈspelɪŋ/ n [U] imla, yazım, yazılış sıçramak, damlamak, çarpmak [spray,
[writing] spatter] 2.informal bir şeyi belirgin olarak
spelt bkz spell göstermek [flash, blaze, display]
spend /spend/ v [I,T] pt, pp spent 1.(para) splash2 /splæʃ/ n [C] 1.sıçramış sıvı, damla,
harcamak [pay out, expend] 2.geçirmek leke [mark, splatter] 2.şapırtı, su sesi [splosh]
[pass, devote] 3.tüketmek, bitirmek, spoilt bkz spoil
kaybetmek [use up, consume] spoke, spoken bkz speak
spent bkz spend spoken /ˈspəʊkən/ adj 1.güzel konuşan,
sphere /sfɪə(r)/ n [C] 1.yuvar, küre [ball,
konuşması düzgün [eloquent, articulate]
circle] 2.saha, alan, çevre [field, capacity] 2.spoken for satılık birşeyin biri için
3.çevre, sınıf, tabaka [class, level]
sphere of influence etki/ilgi alanı ayrılmış olması [reserved, taken]
spice /spaɪs/ n [C,U] 1.baharat [seasoning] spokesperson /ˈspə(r)ʊksˌpɜːs(ə)n/ n [C]
2.tat veren veya katan şey, heyecan veren sözcü [spokeswoman, spokesman]
sponge /spʌndʒ/ n [C,U] sünger
ya da ilgi çeken şey [interest, excitement]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
205 stain
sponsor1 /ˈspɒnsə(r)/ n [C] sponsor spy /spaɪ/ n [C] casus [secret agent, agent]
[backer, patron] square1 /skweə(r)/ adj 1.kare 2.eşit, düz,
sponsor2 /ˈspɒnsə(r)/ v [T] sponsor olmak, aynı seviyede/hizada olan [level]
desteklemek [back, finance] 3.informal sıkıcı, modası geçmiş [boring,
old-fashioned]
spoon1 /spuːn/ n [C] kaşık [ladle] square2 /skweə(r)/ n [C] 1.kare 2.informal
soup spoon çorba kaşığı
sıkıcı insan [boring, old-fashioned]
squeeze1 /skwiːz/ v [T] 1.sıkmak [press]
spoon 2.sıkışmak [crowd, pack]
squeeze2 /skwiːz/ n [C] sıkma, çimdik
spoon2 /spuːn/ v [T] kaşıkla almak, [clasp, grasp, hug]
squid /skwɪd/ n [C] mürekkepbalığı [calamari]
squirrel /ˈskwiral/ n [C] sincap
kaşıklamak [feed, ladle] squirrel
sport /spɔː(r)t/ n [C,U] 1.spor [exercise,
games] 2.old fashioned iyi bir kimse, şaka
kaldıran kimse
sportsman /ˈspɔː(r)tsmən/ n [C] sporcu
[player, athlete] St /semt/ abbr 1.Saint aziz 2.sokak,Street
sportswoman /ˈspɔː(r)tsˌwʊmən/ n [C]
[road]
bayan sporcu stab /seınt/ v [T]1.batırmak, dürtmek [poke,
spot1 /spɒt/ n [C] 1.benek, nokta, leke
jab] 2.bıçaklamak [knife, wound]
[patch, dot] 2.sivilce [pimple] 3.informal
damla [drop] stab sb in the back sırtından bıçaklamak,
spot2 /spɒt/ v [T] görmek, fark etmek [see,
notice] ihanet etmek
spotlight /ˈspɒtˌlaɪt/ n [C] 1.projektör ışığı stable /ˈsteɪb(ə)l/ n [C] ahır [barn]
2.halkın ilgisi, gündem [public eye] stadium /ˈsteɪdiəm/ n [C] stadyum [pitch,
spouse /spaʊs/ n [C,U] formal eş, karı ya
da koca [partner, husband, wife] arena]
spray1 /spreɪ/ v [T] toz halinde serpmek, staff /stæf/ n [C] 1.değnek, çomak, asa
püskürtmek [squirt, shower]
spray2 /spreɪ/ n [C,U] püskürtülen ilaç, [stick, cane] 2.çalışanlar, memur kadrosu,
püskürtülen sıvı, serpinti [mist, shower]
spread1 /spred/ v [I,T] pt, pp spread personel [workforce, employees, personnel]
yayılmak, dağılmak [unfold, radiate] stag /stæɡ/ n [C] erkek geyik [buck]
spread2 /spred/ n [C,U] yayılma, dağılma stage1 /steɪdʒ/ n [C] 1.sahne, arena
[extent, dispersion, increase]
spring /sprɪŋ/ n [C,U] 1.bahar [springtime] [platform] 2.tiyatro sahnesi [the boards]
2.yay [coil, spiral] 3.kaynak, kaplıca
springtime /ˈsprɪŋˌtaɪm/ n [U] bahar 3.aşama, evre, safha [phase, point]
4.ayak, bölüm [leg, part]
go on the stage tiyatrocu olmak, S
oyuncu olmak
stage2 /steɪdʒ/ v [T] 1.sahneye koymak,
sahnelemek [present] 2.planlamak,
dönemi, ilkbaharda [spring] düzenlemek [organize, arrange]
sprinkle /ˈsprɪŋk(ə)l/ v [T] serpmek [scatter, stain1 /steɪn/ v [I,T] 1.lekelemek,
spray] lekelenmek [soil, mark] 2.boyamak,
sprint1 /sprɪnt/ v [I] tabana kuvvet koşmak verniklemek [dye, paint]
stain2 /steɪn/ n [C] 1.leke [mark, spot]
[run, dash]
sprint2 /sprɪnt/ n [C] sürat koşusu [race, dash] 2.boya, vernik [dye]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
stair 206
stair /ster/ n [C] merdiven basamağı [step] stand-up /stændʌp/ n [U] stand-up, komedi
stamp1 /stæmp/ n [C] 1.pul, posta pulu gösterisi
[postage stamp] 2.damga, mühür [seal] stand-up
stamp2 /stæmp/ v [I,T] 1.damgalamak
staple1 /ˈsteɪp(ə)l/ n [C] zımba teli
[mark] 2.ayağını hızla yere vurmak, staple2 /ˈsteɪp(ə)l/ v [T] zımbalamak,
tepinmek [stomp]
stand1 /stænd/ v pt, pp stood 1.ayakta tutturmak [attach]
durmak, dikilmek [be erect] 2.(ayağa) staple3 /ˈsteɪp(ə)l/ adj 1.en önemli, başlıca
kalkmak [rise] 3.dikmek, dayamak
[place upright, lean] 4.durmak, kalmak [principal, basic, main] 2.her zamanki, aynı
[remain, stay] [usual]
stapler /ˈsteɪplər/ n [C] tel zımba [staple gun]
stand firm aynı kalmak, değişmeden star1 /stɑr/ n [C] 1.yıldız 2.star, yıldız
kalmak [successful performer] 3.yıldız şekli [star shape]
stand in line kuyrukta beklemek, kuyruk the stars yıldız falı
olmak, kuyruğa girmek shooting star göktaşı, akan yıldız
stand alone yardımsız yapmak, yalnız star2 /stɑr/ v [I] 1.başrolde oynamak, filmde
yapmak oynamak 2.yıldızla işaretlemek [mark]
stand accused of davalı olmak, stare1 /ster/ v [I] dik dik bakmak, gözünü
suçlanmak dikip bakmak [gape, gaze]
stand tall başını dik tutmak, kendinden stare2 /ster/ n [C] gözünü dikip bakma,
emin olmak sabit bakış [look]
stand or fall by başarısı bağlı olmak, starfish /ˈstɑrˌfɪʃ/ n [C] denizyıldızı
dayanmak starlight /ˈstɑrˌlaɪt/ n [U] yıldız ışığı
stand a chance şansı olmak start1 /stɑrt/ v [I,T] 1.başlamak [begin]
standing on one’s head çok kolay bir 2.başlatmak [initiate, establish]
şekilde, çocuk oyuncağı, kolaylıkla 3.çalışmak [start up] 4.çalıştırmak [start up]
stand on one’s own (two) feet/legs start back geri dönmek için yola çıkmak
kendi yağıyla kavrulmak, kendi gücüyle start out yola çıkmak, ayrılmak
ayakta durmak, yardım görmeden to start with her şeyden önce, bir kere,
geçinmek birincisi, başlangıçta
stand sth on its head altüst etmek start2 /stɑrt/ n [C] 1.başlangıç, başlama
stand2 /stænd/ n [C] 1.durma, duruş, mola [beginning] 2.kalkış, hareket [outset]
[stop] 2.raf [shelf, rack] 3.çıkış, start [starting line]
take a stand direnme, direniş, starter /ˈstɑrtər/ n [C] 1.meze türünden ilk
standard1 /ˈstændərd/ n [C,U] 1.standart yemek, başlangıç yemeği [appetizer, first
2.prensip, ahlaki değer [principles, ethics] course] 2.yarışa başlayan (kişi/at), yarışmacı
3.bayrak, sancak [flag, banner] [contestant]
standard2 /ˈstændərd/ adj 1.genel, normal starvation /stɑrˈveɪʃ(ə)n/ n [U] şiddetli açlık,
[usual, normal] 2.kabul edilen, standart açlıktan ölme [famine]
[accepted, approved] starve /stɑrv/ v [I,T] 1.aç kalmak, çok aç
standing /ˈstændɪŋ/ adj 1.ayakta duran, olmak [be hungry/ravenous] 2.açlıktan
ayakta [erect, vertical] 2.sürekli, daimi, ölmek [die of hunger]
devamlı, otomatik [permanent, regular]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
207 step
state1 /steɪt/ n [C] 1.devlet, ülke [nation, steady1 /ˈstedi/ adj 1.düzgün, düzenli,
country] 2.eyalet [province, region] 3.durum, muntazam, değişmez, sürekli, daimi,
hâl, vaziyet [condition, circumstances] devamlı [continuous, ceaseless, regular]
be in a state heyecanlı, stresli, gergin 2.sallanmaz, oynamaz, sağlam, sabit
state2 /steɪt/ v [T] 1.ifade etmek, açıklamak, [firm, stable, still] 3.akıllı uslu, aklı
söylemek [say, affirm] 2.belirtmek, yazılı
başında, mazbut, ciddi [sensible, reliable]
olmak [announce, specify] steady2 /ˈstedi/ v [T] 1.sallanmaz hale
State school /steɪt skul/ n [C] devlet okulu getirmek, sabit kılmak/ durmak [stabilize,
statement /ˈsteɪtmənt/ n [C] 1.söz, ifade
brace] 2.yatıştırmak, teskin etmek [calm]
[testimony] 2.demeç, açıklama [declaration, steak /steɪk/ n [C,U] biftek [beef steak]
announcement] 3.hesap durumu, hesap steal1 /stil/ v [I,T] pt stole, pp stolen
raporu [account, report]
statesman /ˈsteɪtsmən/ n [C] devlet 1.çalmak, aşırmak, hırsızlık yapmak
adamı [national leader] [take, pinch] 2.gizilce hareket etmek,
station1 /ˈsteɪʃ(ə)n/ n [C] 1.istasyon [railway/ süzülmek [sneak, creep]
train station, bus station] 2.radyo istasyonu
[radio station] 3.formal yer, mevki [location] steal sb’’s heart birinin gönlünü çalmak
steal the show (başkasının yerine) bütün
4.karakol, polis merkezi [police station] dikkatleri üzerine çekmek, herkesin
station2 /ˈsteɪʃ(ə)n/ v [T] formal yerleştirmek, hayranlığını kazanmak
dikmek, görevlendirmek, atanmak [assign, steal2 /stil/ n [C] kelepir, ucuz [snip, bargain]
steam1 /stim/ n [U] 1.buhar [vapour]
place]
stationer /ˈsteɪʃ(ə)nər/ n [C] kırtasiyeci
2.güç, kuvvet, enerji [power, energy]
stationery /ˈsteɪʃ(ə)nˌeri/ n [U] kırtasiye steam2 /stim/ v [I] 1.istimle hareket etmek,
[writing materials] gitmek 2.buğuda buharda pişirmek
statistic /stəˈtɪstɪk/ n [U,pl] istatistik [figures, give off steam buhar salıvermek, dumanı
data] çıkmak, buğusu çıkmak
statue /ˈstætʃu/ n [C] heykel [sculpture, bronze, steamboat /ˈstimˌboʊt/ n [C] buharlı gemi
carving]
[steamship]
steamship /ˈstimˌʃɪp/ n [C] buharlı gemi,
vapur [steamboat]
steel /stil/ n [U] çelik
statue nerves of steel çelik gibi sinirler
steer /stɪr/ v [I,T] 1.direksiyon ya da
dümenle yönetmek, sürmek, (istenilen yöne)
döndürmek, çevirmek [direct] 2.yönetmek
status /ˈsteɪtəs/ n [C,U] 1.toplumsal ya da [control, manage] 3.yönlendirmek, yol
mesleki durum, konum, mevki, statü
göstermek [guide, lead] S
[rank, position] 2.durum, hâl [situation, state] stem1 /stem/ n [C] sap [stalk]
3.saygı, ehemmiyet, prestij [prestige]
stay1 /steɪ/ v [I] 1.kalmak [stay put, rest] plant stem bitki sapı
2.olarak kalmak, değişmemek [remain] stem2 /stem/ v [T] çıkmak, gelmek,
3.yaşamak, kalmak 4.sürdürüp
tamamlamak, dayanmak [endure] doğmak, kaynaklanmak [originate, come]
step1 /step/ n [C] 1.adım [pace] 2.adım,
stay put kıpırdamadan durmak, bir yerde
girişim, önlem [measure] 3.adım, aşama,
seviye [stage, phase] 4.basamak, merdiven
kalmak [stair] 5.adım, mesafe [pace, stride]
stay the course yarışı tamamlamak watch your step adımınına dikkat et,
stay2 /steɪ/ n [C] kalış, kalma [visit] dikkatli ol
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
step 208
step2 /step/ v [I] 1.adım atmak, yürümek sticker /ˈstɪkər/ n [C] çıkartma, etiket
[move] 2.basmak [tread] 3.ezmek, kullanmak [label, badge]
step- /step/ prefix üvey sticky /ˈstɪki/ adj 1.yapış yapış, yapışkan
stepchild üvey evlat [tacky, adhesive] 2.güç, zor [difficult,
stepbrother /ˈstepˌbrʌðər/ n [C] üvey erkek awkward] 3.nemli, rutubetli [humid, muggy]
still1 /stɪl/ adv 1.yine de, buna rağmen
kardeş [however, nevertheless] 2. hâlâ, daha,
step-by-step /stepbaɪstep/ adj adım adım, şimdiye kadar [remain]
still2 /stɪl/ adj 1.hareketsiz, durgun,
yavaş yavaş [bit-by-bit, gradually] kıpırdamayan [motionless, calm] 2.sessiz,
stepchild /ˈstepˌtʃaɪld/ n [C] üvey çocuk durgun, rüzgârsız [silent, serene, windless]
[stepdaughter, stepson] 3.dalgasız, durgun [calm, smooth]
stepdaughter /ˈstepˌdɔtər/ n [C] üvey kızı sting1 /stɪŋ/ v [I,T] pt, pp stung 1.sokmak
[stepchild] 2.acıtmak, sızlatmak, yakmak [burn]
stepfather /ˈstepˌfɑðər/ n [C] üvey baba 3.acımak, acıtmak, sızlamak, yanmak,
batmak [hurt, itch] 4.kazıklamak,
[step-parent] dolandırmak [cheat, swindle]
stepmother /ˈstepˌmʌðər/ n [C] üvey anne sting2 /stɪŋ/ n [C] 1.batma [pain, soreness]
stepparent /ˈstepˌperənt/ n [C] üvey 2.acı, sızı [heartache, pain] 3.(arı, akrep, vb.)
iğne
ebeveyn [stepmother, stepfather] stingy /ˈstɪndʒi/ adj informal cimri, pinti
stepsister /ˈstepˌsɪstər/ n [C] üvey kız [mean, miserly]
stir /stɜr/ v [T] 1.karıştırmak, çırpmak [mix,
kardeş whisk] 2.kıpırdamak, kımıldamak [move, shift]
stepson /ˈstepˌsʌn/ n [C] üvey oğul
stereo /ˈsterioʊ/ n [C] müzik seti [music
system]
sterile /ˈsterəl/ adj 1.kısır [unfertile, fertile]
2.verimsiz [barren] 3.mikropsuz, steril 3.kıpırdatmak, kımıldatmak, sallanmak
[germ-free, spotless] [rustle, shake] 4.harekete geçirmek,
sterling /ˈstɜrlɪŋ/ n [U] Sterlin, İngiliz Sterlini canlandırmak, teşvik etmek [spur, provoke]
stethoscope /ˈsteθəˌskoʊp/ n [C] stetoskop stomach1 /ˈstʌmək/ n [C] 1.mide [belly,
steward /ˈstuərd/ n [C] 1.erkek hostes, host abdomen] 2.karın, göbek [paunch, pot, gut]
3.iştah, heves [appetite, desire]
[flight attendant] 2.kamarot, gemi garsonu
stomach ache mide ağrısı
[cabin attendant] 3.yarış organizatörü,
yarış hakemi [organizer, judge] 4.kâhya
[land agent]
stewardess /ˈstuərdəs/ n [C] hostes
[air hostess, flight attendant] stomach ache
stick1 /stɪk/ v [I,T] pt, pp stuck
1.yapıştırmak, yapışmak [attach, fix]
2.sokmak, tıkamak [put] 3.koymak,
bırakmak [put, place, shove] 4.çıkarmak,
dışarı çıkmak, uzatmak [push] 5.takılmak, stomach2 /ˈstʌmək/ v [T] katlanmak,
sıkışmak dayanmak, kaldırmak [bear, accept]
stick around kalmak, takılmak
stick2 /stɪk/ n [C] 1.çubuk, dal parçası [twig, stone /stoʊn/ n [C] 1.taş [rock] 2.anıt
branch] 2.sopa, baston [cane] 3.kol, [monument, headstone] 3.yol taşı [slab]
kumanda kolu [control stick, joystick] 4.mücevher [gem] 5.çekirdek
get the wrong end of the stick yanlış
stood bkz stand
stool /stul/ n [C] 1.tabure 2.medical dışkı,
anlamak büyük abdest [excrement]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
209 street
stop1 /stɑp/ v [I,T] 1.durmak [halt] straight1 /streɪt/ adv 1.doğruca, direkt
2.önlemek, engellemek, durdurmak, mâni [directly] 2.hemen, derhal, arka arkaya
olmak, alıkoymak [prevent, hinder] [successively, running, immediately] 3.mantıklı
3.bırakmak, devam etmemek [cease, bir biçimde [logically, rationally]
discontinue] 4.tıkamak [block] straight away/off hemen, bir an önce
stop short of tereddüt etmek, çekinmek straight2 /streɪt/ adj 1.düz (yol) [uncurving]
stop2 /stɑp/ n [C] 1.mola, ara [break, visit, rest] 2.düz, paralel [level, flat] 3.düzenli, toplu
come to a stop durmak, bitmek [in order, tidy, neat] 4.dürüst, kaçamak
full stop nokta olmayan, doğru [honest, direct, frank] 5.farklı
bus stop otobüs durağı olmayan geleneksel [traditional, conventional]
stoplight AmE /ˈstɑpˌlaɪt/ n [C] trafik
keep a straight face ciddi /gülmeden
ışıkları [traffic light BrE] durmak
storage /ˈstɔrɪdʒ/ n [U] 1.depolama, straightforward /ˌstreɪtˈfɔrwərd/ adj
1.dürüst, açık sözlü [honest, candid]
depo etme, depoya koyma [storing] 2.basit [uncomplicated, easy]
strait /streɪt/ n [C] boğaz [channel, narrows]
2.ambar, depo
store1 /stɔr/ n [C] 1.stok [stock] 2.dükkân, in dire straits sıkıntı, darlık, güç durum
strange /streɪndʒ/ adj 1.tuhaf, garip, acayip
mağaza [shop, outlet] 3.ambar, depo
[storeroom, warehouse, depot]
grain store tahıl ambarı
store2 /stɔr/ v [T] 1.depolamak, depo [odd, abnormal] 2.yabancı, alışıldık
etmek, ambara koymak [keep, put aside] olmayan [unfamiliar, alien, foreign]
2.saklamak, biriktirmek [keep, save] stranger /ˈstreɪndʒər/ n [C] yabancı insan
storekeeper AmE /ˈstɔrˌkipər/ n [C]
[foreigner, visitor]
strap /stræp/ n [C] kayış [belt, tie]
dükkâncı [shopkeeper]
storey /ˈstɔri/ n [C] ... katlı (bina) [floor] strategic /strəˈtidʒɪk/ adj 1.stratejik [tactical,
stork /stɔrk/ n [C] leylek
calculated] 2.elverişli, önemli [crucial, important]
strategy /ˈstrætədʒi/ n [U] strateji [plan,
stork approach]
straw /strɔ/ n [C,U] 1.saman 2.kamış,
kamış çubuk, pipet [drinking straw]
the last straw bardağı taşıran son damla
strawberry /ˈstrɔˌberi/ n [C] çilek
storm1 /stɔrm/ n [C] 1.fırtına [blizzard] 2.öfke, strawberry S
kıyamet, heyecan [uproar, controversy] 3.ani
duygu patlaması, boşalma [outburst] stream1 /strim/ n [C] 1.akarsu, çay, dere
[brook, rivulet] 2.sel; sürekli akan, hareket
storm2 /stɔrm/ v [I,T] 1.literary çok eden şey, akın [succession, series]
öfkelenmek, bağırıp çağırmak [rant, shout]
stream2 /strim/ v [I,T] 1.akmak [flow, pour]
2.öfkeyle terk etmek [leave, stride, rush] 2.(rüzgârda) dalgalanmak [flutter, float]
3.hücum etmek, saldırmak [charge, attack] 3.yeteneklere ya da zekâ düzeyine göre
story /ˈstɔri/ n [C] 1.öykü, hikâye [tale, sınıflara ayırmak [group, class]
account, anecdote] 2.masal, yalan, martaval
[fib, white lie] 3.masal [fairy tale] 4.olay street /strit/ n [C] sokak, cadde [road]
örgüsü, hikâye [plot] 5.dedikodu [rumour]
storyteller /ˈstɔriˌtelər/ n [C] hikaye anlatan
kimse, öykücü [narrator, raconteur]
stove /stoʊv/ n [C] 1.soba [heater] 2.fırın,
ocak [range, oven]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
streetcar 210
streetcar /ˈstritˌkɑr/ n [C] tramvay [tram] strike2 /straɪk/ n [C] 1.çalışmama, grevde
strength /streŋθ/ n [U] 1.güç, kuvvet olma [industrial action, walk-out] 2.askeri
hareket, saldırı [attack, raid]
[power, vigour] 2.güçlü nokta, güç sağlayan
şey [strong point, advantage] striking /ˈstraɪkɪŋ/ adj dikkat çekici, çarpıcı,
strengthen /ˈstreŋθən/ v [I,T] göz alıcı [impressive, conspicuous]
1.güçlendirmek, sağlamlaştırmak,
desteklemek, kuvvet vermek [toughen, strip1 /strɪp/ v [I,T] 1.soymak, soyunmak,
üstündekini çıkarmak [undress, strip down]
fortify] 2.güç kazanmak, güçlenmek
[increase, harden] 2.(tamir veya temizlemek için) çıkarmak,
stress1 /stres/ n [C,U] 1.stres, sıkıntı parçalarına ayırmak [dismantle] 3.soymak,
[strain, essure] 2.vurgu [emphasis] soyup soğana çevirmek [clean out, clear]
stress2 /stres/ v [T] 1.önem vermek,
4.almak, çıkarmak [remove]
strip2 /strɪp/ n [C] 1.(kâğıt, giysi vb) uzun ve
dar parça, şerit [piece, belt] 2.(toprak, bölge)
üzerinde durmak, belirtmek, vurgulamak şerit, ince uzun toprak [band, ribbon]
[highlight, underline] 2.üzerine basmak, 3.forma [uniform]
vurgu koymak [emphasize, accent] stripe /straɪp/ n [C] şerit çizgi, çubuk [band]
stressful /ˈstresfəl/ adj stresli, gergin [tense] of all stripes farklı biçim, tip, tür
stretch1 /stretʃ/ v [I,T] 1.elastik olmak, stroke /stroʊk/ n [C] 1.inme, felç [apoplexy,
heart attack] 2.yüzme tarzı, kulaç [movement]
gerilmek [extend] 2.uzatmak, germek
3.(zaman) uzatmak, uzamak [prolong, continue] 3.vuruş, çarpma, darbe [blow, knock]
4.(para, bütçe) yeterli olmak, yeterli gelmek 4.kalem darbesi, hat, çizgi [lines]
5.okşama, okşayış [caress, rub]
[reach, extend] 5.uzatmak, doğrultmak [reach strong /strɔŋ/ adj 1. güçlü, kuvvetli [powerful,
out, outstretch]
stretch2 /stretʃ/ n [C,U] 1.düzlük, uzantı athletic, brawny] 2.sağlam [solid, sound]
3.metin, dayanıklı [firm] 4.sert, keskin
[expanse, extent] 2.zaman dilimi [time, spell] [intense, harsh] 5.etkileyici, ikna edici
3.hapiste geçen zaman, kodes süresi, [persuasive] 6.parlak, aydınlık, rahat
...lık kodes zamanı [sentence] görülebilir [bright]
stretcher /ˈstretʃər/ n [C] sedye
strict /strɪkt/ adj 1.sıkı, otoriter [severe, strong language küfür
authoritarian] 2.tam, doğru [exact, precise, struck bkz strike
accurate] 3.katı, değişmez [stringent, rigorous] struggle1 /ˈstrʌɡ(ə)l/ v [I] 1.çabalamak,
strict definition tam bir tanım
strictly /ˈstrɪk(t)li/ adv kesin surette, tam uğraşmak [strive, try] 2.mücadele etmek,
anlamıyla [specifically, only] savaşmak, boğuşmak [fight, battle]
strike1 /straɪk/ v pt, pp struck 1.formal struggle2 /ˈstrʌɡ(ə)l/ n [C] 1.savaşım,
vurmak [hit, beat] 2.çarpmak [crash into, savaş, mücadele [battle, fight] 2.çabalama,
collide] 3.çakmak, yakmak [ignite, light] çaba, uğraş, gayret [effort, endeavour]
4.(kazarak, vb.) bulmak [discover, find] stubborn /ˈstʌbərn/ adj inatçı, direngen
5.etkilemek, düşündürmek, bir izlenim [obstinate, mulish]
stuck bkz stick
student /ˈstud(ə)nt/ n [C] 1.öğrenci [pupil]
2.uzman, araştırmacı [scholar]
bırakmak, gelmek [seem to, appear to]
6.saldırmak [attack, assault] 7.(saat) çalmak,
göstermek [chime]
strike a balance dengeyi bulmak, denge student
sağlamak, eşit davranmak
Strike while the iron is hot. Demir
tavında dövülür
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
211 successful
studio /ˈstudiˌoʊ/ n [C] stüdyo subject /ˈsʌbˌdʒekt/ n [C] 1.konu, mevzu
studious /ˈstudiəs/ adj çalışkan, gayretli, [topic, theme] 2.ders [discipline, field] 3.denek
okumayı seven [scholarly, academic, bookish] [object of study, guinea pig] 4.özne
study1 /ˈstʌdi/ n [C] 1.çalışma, okuma submarine /ˈsʌbməˌrin/ n [C] 1.denizaltı
[academic] 2.inceleme, araştırma [sub] 2.denizaltında olan, sualtı, denizaltı
[survey, report] 3.taslak [sketch] 4.dal, [undersea, underwater]
disiplin, alan, bilim [branch, field, discipline]
study2 /ˈstʌdi/ v [I,T] 1.okumak, çalışmak
[learn revise] 2.öğrenimi görmek [train]
3.incelemek, araştırmak [analyse, examine] submarine
stuff1 /stʌf/ n [U] 1.bir çeşit, gibi, bir tür submit /səbˈmɪt/ v [I,T] 1.formal boyun
[material, substance] 2.informal şey,
nesne, zımbırtı, ızır zıvır [things, belongings]
do one’s stuff kendini göstermek, en eğmek, itaat etmek, iradesine teslim
olmak [surrender, give in] 2.formal ileri
iyi şekilde yapmak
stuff2 /stʌf/ v [T] 1.doldurmak, tıkmak sürmek, önermek, sunmak [put forward,
[shove, fill] 2.tıkamak [fill] 3.(tavuk, vb. yiyecek) hand in]
subscribe /səbˈskraɪb/ v [I,T] 1.abone olmak
içini doldurmak [fill, pack] 4.(ölü hayvan)
doldurmak [preserve] [pay, pledge] 2.bağışta bulunmak [donate,
stuff yourself with tıka basa yemek contribute] 3.kabul etmek, onaylamak,
stuffing /ˈstʌfɪŋ/ n [U] dolgu, dolgu
desteklemek [support, advocate]
malzemesi [filling] subscription /səbˈskrɪpʃ(ə)n/ n [C]
stun /stʌn/ v [T] 1.sersemletmek,
1.abonelik ücreti, üyelik aidatı [membership
şaşırtmak, afallatmak [shock, surprise, fee, annual payment] 2.bağış, katkı, yardım
astonish] 2.bayıltmak [make unconscious] [donation, contribution]
stung bkz sting substance /ˈsʌbstəns/ n [C,U] 1.madde,
stunk bkz stink
materyal, cisim, özdek [material, matter, body]
stunning /ˈstʌnɪŋ/ adj çok çekici, hoş, güzel 2.formal ciddiyet, önemli, asıl anlam, öz
[wonderful, beautiful] [validity, foundation]
stupid /ˈstupɪd/ adj 1.aptal, salak, ahmak subtitle /ˈsʌbˌtaɪt(ə)l/ n [C] (film) altyazı
[unintelligent, brainless] 2.saçma, aptalca [translation, transcript]
subtract /səbˈtrækt/ v [T] çıkarmak,
[foolish, daft]
stutter /ˈstʌtər/ v kekelemek [stammer, falter] eksiltmek [take away, deduct]
style1 /staɪl/ n [C] 1.tarz, üslup [method, suburb /ˈsʌˌbɜrb/ n [C] banliyö, yörekent,
technique] 2.biçim, stil, tarz, şıklık [mode] şehrin dış kısımları [commuter belt, suburbia]
3.moda, trend [fashion, trend] 4.çeşit, tip, subway /ˈsʌbˌweɪ/ n [C] 1.yeraltı geçidi, S
alt geçit [underpass] 2.metro [underground]
model [type, category] 5.tavır, yaklaşım
succeed /səkˈsid/ v [I,T] 1.başarmak,
[way, approach, mode]
style2 /staɪl/ v [T] biçimlendirmek, şekil başarıya ulaşmak [achieve, accomplish]
vermek, yaptırmak [design, shape] 2.yerini almak, -den sonra gelmek,
style yourself as sth kendine isim yolunda ilerlemek [follow, take over]
success /səkˈses/ n başarı [achievement]
vermek, isim olarak seçmek, ad takmak successful /səkˈsesfəl/ adj başarılı [fruitful,
sub- /sʌb/ prefix 1.altında [below, beneath]
2.ast, düşük mevki, düşük rütbe 3.alt triumphant]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
such 212
such1 /sʌtʃ/ predet, det 1.o kadar çok, öyle summarise, summarize AmE /ˈsʌməˌraɪz/
v [I,T] özetlemek [sum up, outline, abridge]
[so] 2.belirli bir türde, gibi [for example, like]
such2 /sʌtʃ/ n [C,U] spoken as such tam summary /ˈsʌməri/ n [C] 1.özet [synopsis,
outline, abridgment] 2.özet olarak [to summarize,
olarak, tam anlamıyla [exactly] in conclusion]
such3 /sʌtʃ/ adj spoken such and such summer /ˈsʌmər/ n [C,U] yaz [summertime]
summit /ˈsʌmɪt/ n [C] 1.zirve, doruk, uç
falan, falanca [particular] [peak, top] 2.zirve toplantısı [important meeting]
suck /sʌk/ v [T] emmek sun /sʌn/ n [C,U] güneş
sudden1 /ˈsʌd(ə)n/ adj ani, ansızın,
beklenmedik [abupt, quick]
sudden2 /ˈsʌd(ə)n/ phr all of a sudden
ansızın, birdenbire [suddenly, unexpectedly,
abruptly] sun
suddenly /ˈsʌd(ə)nli/ adv birdenbire, aniden
[abruptly, all of a sudden] sunburn /ˈsʌnˌbɜrn/ n [U] güneş yanığı
suffer /ˈsʌfər/ v [I,T] 1.ıstırap çekmek, acı Sunday /ˈsʌnˌdeɪ/ n [C,U] pazar (günü)
sunflower /ˈsʌnˌflaʊr/ n [C] ayçiçeği,
çekmek [hurt, feel pain] 2.yaşamak,
günebakan [helianthus]
katlanmak, tecrübe etmek [undergo, sung bkz sing
sunglasses /ˈsʌnˌɡlæsəz/ n pl güneş
experience, endure, bear]
suffering /ˈsʌfərɪŋ/ n [C,U] acı, güçlük gözlüğü [dark glasses, shades]
sunk bkz sink
[pain, agony] sunlight /ˈsʌnˌlaɪt/ adj güneş ışığı [sunshine]
sufficient /səˈfɪʃ(ə)nt/ adj formal yeterli sunny /ˈsʌni/ adj 1.güneşli [bright, clear]
[adequate, enough] 2.informal neşeli [cheerful, genial]
suffix /ˈsʌfɪks/ n [C] son ek sunrise /ˈsʌnˌraɪz/ n [U] gün doğumu,
sugar1 /ˈʃʊɡər/ n [C,U] 1.şeker 2.tane
güneş doğması [dawn, daybreak, sun-up AmE]
şeker, kesme şeker [lump] 3.kan vb şekeri sunset /ˈsʌnˌset/ n [C,U] günbatımı, güneş
sugar2 /ˈʃʊɡər/ v [T] şeker atmak [sweeten]
suggest /səɡˈdʒest/ v [T] 1.önermek batması [nightfall, sunset]
sunshine /ˈsʌnˌʃaɪn/ n [U] 1.güneş ışığı
[recommend, propose] 2.belirtmek,
[sunlight] 2.informal mutluluk, aydınlık
göstermek, işaret etmek [imply, hint] [cheer, happiness]
suggestion /səɡˈdʒestʃ(ə)n/ n [C] öneri sunstroke /ˈsʌnˌstroʊk/ n [U] güneş
[recommendation, proposal]
suicide /ˈsuɪˌsaɪd/ n [C,U] intihar, kendini
öldürme [self-destruction, self-murder] çarpması [heatstroke]
suit1 /sut/ n [C] 1.(elbise) takım [outfit, super /ˈsupər/ adj informal süper, müthiş
ensemble] 2.dava [lawsuit, action] [excellent, wonderful]
suit2 /sut/ v [T] uygun [be convenient, superb /suˈpɜrb/ adj mükemmel, harika,
accommodate] süper [splendid, excellent]
suitable /ˈsuıtabal/ adj uygun, yerinde, superlative1 /sʊˈpɜrlətɪv/ adj en iyi, en
elverişli [appropriate, right] üstün, eşsiz, süper [outstanding, excellent]
suitcase /ˈsutˌkeɪs/ n [C] valiz [luggage, case] superlative2 /sʊˈpɜrlətɪv/ n [C] en üstünlük
suite /swit/ n [C] (otel, vb.) süit oda [set of
derecesi [most]
rooms] supermarket /ˈsupərˌmɑrkət/ n [C]
sum /sʌm/ n [C] 1.meblağ, tutar [amount]
supermarket [hypermarket]
superstition /ˌsupərˈstɪʃ(ə)n/ n [C,U]
2.toplam tutar [total] batıl inanç [myth, fiction]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
213 survey
superstitious /ˌsupərˈstɪʃəs/ adj batıl inançlı sure /ʃʊr/ adj emin, şüphesiz, kesin [certain]
supervise /ˈsupərˌvaɪz/ v [I,T] nezaret
make sure of/that -den emin olmak,
etmek, denetlemek [oversee, monitor] garantiye almak, sağlama almak
supervisor /ˈsupərˌvaɪzər/ n [C] 1.müfettiş, surely /ˈʃʊrli/ adj 1.formal kesinlikle, kesin
denetçi [superintendent, manager] olarak [definitely, certainly] 2.mutlaka,
2.(üniversitede) danışman [advisor, professor] sanırım, umarım, eminim 3.elbette, tabi
supper /ˈsʌpər/ n [C,U] akşam yemeği, [undoubtedly, certainly]
yemekli gece toplantısı [dinner] surf1 /sɜrf/ v [I] sörf yapmak
surf2 /sɜrf/ n [U] kıyıda kırılan köpüklü
supplement /ˈsʌpləˌment/ n [C] ilave, ek
dalgalar [waves]
[pull-out, insert, addition] surface1 /ˈsɜrfəs/ n [C] yüzey [exterior, covering]
supplementary /ˌsʌpləˈment(ə)ri/ adj ek,
the surface zemin
ilave, katma, bütünleyici [additional, extra]
supply1 /səˈplaɪ/ n [C] 1.tedarik, sağlama, on the surface görünüşte, dıştan
sunma, arz [production] 2.miktar, stok surface2 /ˈsɜrfəs/ v [I] su yüzüne çıkmak
[store, stock] 3.erzak, malzeme, gereçler [come up, arise]
[provisions, equipment] surfing /ˈsɜrfɪŋ/ n [U] sörf yapma, dalgalar
supply2 /səˈplaɪ/ v [T] sağlamak, vermek, üstünde tahta ile kıyıya doğru kaymak
tedarik etmek, temin etmek [provide, give] surgeon /ˈsɜrdʒən/ n [C] cerrah
surgery /ˈsɜrdʒəri/ n [U] 1.cerrahlık,
support1 /səˈpɔrt/ v [T] 1.(ağırlığını) çekmek,
kaldırmak, dayanmak [bear, hold] 2.bakmak, ameliyat [operation] 2.muayenehane
geçindirmek [take care of, look after] [clinic, health center]
3.desteklemek, savunmak [back up, validate] open-heart surgery açık kalp ameliyatı
4.(takım vb.) tutmak [follow, patronize]
5.destek olmak, mali destekte bulunmak
[maintain, sustain] surgery
support2 /səˈpɔrt/ n [C,U] 1.destek, dayanak
[prop, brace] 2.destek amacıyla [encouraging,
backing]
supporter /səˈpɔrtər/ n [C] taraftar,
savunucu [follower] surname /ˈsɜrˌneɪm/ n [C] soyadı [family
name]
suppose /səˈpoʊz/ v [T] 1.zannetmek, surprise /sərˈpraɪz/ n [C,U] 1.sürpriz,
sanmak, varsaymak [presume, assume] ansızın [shock, revelation] 2.şaşkınlık
2.inanmak, doğru olduğunu düşünmek [amazement, astonishment]
[believe, assume] surprised /sərˈpraɪzd/ adj şaşmak, şaşkın
be supposed to be sth -meli, -malı, [amazed, astonished]
-mesi gerek surprising /sərˈpraɪzɪŋ/ adj şaşırtıcı [amazing,
suppress /səˈpres/ v [T] 1.(bir hareket ya da astonishing]
durumu) bastırmak, sindirmek [quash, subdue] surrender /səˈrendər/ v [I,T] 1.teslim olmak S
2.gizlemek, saklı tutmak, zapt etmek [give in, stop fighting] 2.hakkından
[restrain, conceal] vazgeçmek, feragat etmek [give up, forgo]
supreme /sʊˈprim/ adj 1.üstün, yüce, ulu, 3.yenilmek [give in, yield]
en yüksek [highest ranking, chief, principal] surround /səˈraʊnd/ v [T] kuşatmak,
2.inanılmaz, mükemmel [extraordinary, çevirmek, etrafını sarmak [enclose]
remarkable, incredible] 3.azami, üstün [big, survey1 /ˈsɜrˌveɪ/ n [C] 1.anket, kamuoyu
huge, great] araştırması [study, poll] 2.inceleme,
Supreme Court Yüce Divan, Anayasa araştırma [review, investigation] 3.yüzölçümü,
Mahkemesi ölçüm [assessment, inspection]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
survey 214
survey2 /ˈsɜrˌveɪ/ v [T] 1.bakmak, sweep1 /swip/ v pt, pp swept 1.süpürmek,
süpürerek temizlemek [clean, brush] 2.hızla
incelemek, dikkatle göz gezdirmek [study, ilerlemek, şiddetle ilerlemek [dash, rush]
view] 2.(bir yapıyı) yoklamak, muayene 3.hız ve gururla ilerlemek [race, hurtle] 4.(bir
alanı) çevrelemek, çevirmek [curve, bend]
etmek, durumunu sınamak, teftiş etmek
sweep sb off his/her feet kendine âşık
[inspect] etmek, ikna etmek, kandırmak, aklını
survival /sərˈvaɪv(ə)l/ n [U] hayatta kalma
survive /sərˈvaɪv/ v 1.hayatta kalmak, çelmek
yaşamayı sürdürmek [live] 2.sağ salim
çıkmak, -den sağ kurtulmak [hold out,
endure] sweep
suspect1 /səˈspekt/ v [T] şüphelenmek
suspect2 /səˈspekt/ n [C] şüpheli şahıs
suspicion /səˈspɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.şüphe,
kuşku, zan [doubt, distrust] 2.itimatsızlık,
kuşku [notion, idea, feeling] sweep2 /swip/ n [C] 1.süpürme [brush]
2.geniş alan [expanse, vastness] 3.baca
swallow1 /ˈswɑloʊ/ v [T] 1.yutmak [eat, temizleyicisi [chimney sweep]
consume] 2.yutkunmak [gulp] 3.informal
inanmak, yemek, yutmak [believe, accept] clean sweep tam temizlik, köklü değişim
sweet1 /swit/ adj 1.tatlı [sugary] 2.tatlı,
swallow2 /ˈswɑloʊ/ n [C] kırlangıç
swan /swɑn/ n [C] kuğu sevimli, hoş, şirin [charming, pretty] 3.tatlı,
hoş ses [melodious, dulcet] 4.hoş (kokulu)
[fragrant, aromatic]
sweet2 /swit/ n [C] 1.şekerleme [confectionery,
swan candy, sweetie] 2.tatlı [dessert, pudding]
sweetheart /ˈswitˌhɑrt/ n [C] spoken canım,
tatlım, sevgili [lover, dear, darling]
sweetness /ˈswitnəs/ n [U] hoşluk, tatlılık,
sevimlilik, güllük gülistanlık [pleasant, fine
swear /swer/ v [I,T] pt swore, pp sworn and dandy]
swept bkz sweep
swift /swɪft/ adj çabuk, atik, tez, hızlı [quick,
1.küfretmek, sövmek [curse, be foul-mouthed] fast]
swim1 /swim/ v [I,T] pt swam, pp swum
2.informal yemin etmek, and içmek
1.yüzmek [bathe, float] 2.yüzerek geçmek
[promise, declare, affirm] 3.bir şeyin etkinliğine, 3.(baş) dönmek [turn, spin]
swim with/in dolu kaplı olmak
yararına inanmak [believe in, trust in]
sweat1 /swet/ v [I] 1.terlemek [perspire]
2.informal alın teri dökmek, çok çalışmak
[agonize, work hard] 3.informal sıkı
çalışmak [work hard] swim
sweat2 /swet/ n [U] 1.ter [perspiration]
2.endişe, telaş [worry, agitation] 3.informal
zor iş [chore, effort]
sweater /ˈswetər/ n [C] kazak [pullover, jumper]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
215 systematic
swim2 /swim/ n [C] yüzme [dip] symptom /ˈsɪmptəm/ n [C] 1.araz, bulgu,
swimmer /ˈswɪmər/ n [C] yüzücü semptom, belirti [sign, characteristic]
swimming /ˈswɪmɪŋ/ n [U] yüzme [bathing] 2.bulgu, belirti, işaret [indication, evidence]
swing1 /swɪŋ/ v [I,T] pt, pp swung
synagogue /ˈsɪnəˌɡɑɡ/ n [C] sinegog,
1.sallanmak [sway] 2.sallamak [wave] yahudi ibadethanesi [Jewish temple]
3.aniden (geriye) dönmek, ani dönüş syndrome /ˈsɪnˌdroʊm/ n [C] hastalık
yapmak [turn]
belirtileri, tüm semptomlar, sendrom
[symptoms]
syringe /sɪˈrɪndʒ/ n [C] şırınga [hypodermic
needle]
syrup /ˈsɪrəp/ n [U] (şekerli) şurup, sos,
swing komposto [sugary juice]
system /ˈsɪstəm/ n [C] 1.sistem [structure,
arrangement] 2.sistem, metot, yöntem
[method, procedure]
systematic /ˌsɪstəˈmætɪk/ adj sistemli,
swing2 /swɪŋ/ n [C] 1.salıncak 2.dikkat sistematik [methodical, regular]
çeken değişiklik, göze batan değişiklik
in full swing en hareketli anında
switch1 /swɪtʃ/ v [I,T] 1.dönmek [change, shift]
2.değiştirmek, değiş tokuş etmek
[exchange, swap] 3.düğmeye basıp
açmak kapatmak değiştirmek [turn on off]
switch2 /swɪtʃ/ n [C] 1.şalter, devre
anahtarı, elektrik düğmesi [button]
2.(beklenmedik) değişiklik, değişim [substitute]
switchboard /ˈswɪtʃˌbɔrd/ n [C] telefon
santralı S
swollen bkz swell
sword /sɔrd/ n [C] kılıç [blade, rapier]
swore, sworn bkz swear
swum bkz swim
swung bkz swing
symbol /ˈsɪmb(ə)l/ n [C] sembol, simge [sign]
sympathetic /ˌsɪmpəˈθetɪk/ adj
karşısındakinin duygularına katılan,
anlayışlı [compassionate, agreeable]
sympathy /ˈsɪmpəθi/ n [U] 1.acıma,
şefkat, halden anlama [compassion,
commiseration] 2.destek, onay [support,
affinity, approval]
symphony /ˈsɪmfəni/ n [C] senfoni
symposium /sɪmˈpoʊziəm/ n [C]
sempozyum, oturum, seminer [seminar]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
table 216
Tt tailor /ˈteɪlər/ n [C] terzi [outfitter, dressmaker]
tailor
T, t /ti:/ n İngiliz alfabesinin 20. harfi take /teɪk/ v [T] pt took, pp taken 1.almak
2.götürmek [carry, lead] 3.tutmak [go in, go by]
table /ˈteɪb(ə)l/ n [C] 1.masa 2.yemek, sofra 4.kazanmak; almak [receive] 5.(sınav)
[food, meal] 3.tablo, çizelge [chart, diagram]
girmek [sit] 6.(fotoğrafını) çekmek [photograph]
at the table sofrada, masada
take it from me inan bana, inan ki...
table tennis masa tenisi
take one’s time (over) acele etmemek,
turn the tables (on sb) kendi kazdığı
gerektiği kadar zaman harcamak; fazla
kuyuya düşürmek, durumu aleyhine vaktini almak
çevirmek take place olmak, meydana gelmek
tablet /ˈtæblət/ n [C] 1.tablet, hap [pill, takeaway /ˈteɪkəˌweɪ/ n [C] hazır yemek
lozenge] 2.kitabe, yazıt, tablet, levha
[takeout AmE]
[stone, slab] takeover /ˈteɪkˌoʊvər/ n [C] devralma, ele
taboo /təˈbu/ adj tabu, yasak [forbidden]
tack /tæk/ n [C] 1.ufak çivi, raptiye, pünez geçirme, yönetimi alma, darbe [buyout]
tale /teɪl/ n [C] 1.hikâye, masal [story,
[pin, nail] 2.gidiş, yol, rota [route, course] anecdote] 2.palavra, yalan, masal [fib]
3.teyel [loose stitching] talent /ˈtælənt/ n [C,U] yetenek, kabiliyet
tact /tækt/ n [U] ortama göre davranma,
nabza göre şerbet verme, düşüncelilik [gift, aptitude]
talk1 /tɔk/ v [I] 1.konuşmak [speak] 2.bir
[sensitivity, propriety, diplomacy, consideration] konu hakkında konuşmak, tartışmak
tactful /ˈtæk(t)fəl/ n [U] ortama göre [discuss] 3.biriyle sohbet etmek [converse,
davranan, nabza göre şerbet veren, chat to]
düşünceli, ince, nazik [sensitive, diplomatic] talk rubbish/nonsense saçma sapan
tactic /ˈtæktɪk/ n [C] taktik [policy, approach, konuşmak, saçmalamak
strategy] talk sense into sb birisine mantıklı
tactless /ˈtæk(t)ləs/ adj patavatsız, olmasını söylemek, doğruyu göstermek
düşüncesiz, densiz, nezaketsiz talk to oneself kendi kendine konuşmak
[insensitive, impolite] know what one is talking about ne
tag /tæɡ/ n [C] 1.etiket, fiş [label] 2.çok sık söylediğimi biliyorum
kullanılan laf, beylik söz [cliche] be like talking to a brick wall sanki
tail /teɪl/ n [C] 1.kuyruk 2.(gemicilikte) kıç, duvara konuşmak
geminin arka tarafı [stern] 3.bozuk paranın now you’re talking iyi bir fikir
resimsiz tarafı, yazı talk shop iş hakkında konuşmak
turn tail kaçmak talk out of the back of one’s head
saçmalamak
tail talk back saygısızca karşılık vermek
talk sb into/out of sth ikna etmek
talk down to üstünlük taslamak
talk of little except ...dışında hemen
hemen hiçbir şey konuşmamak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
217 tear
talk2 /tɔk/ n [C] 1.konuşma, görüşme target /ˈtɑrɡət/ n [C] 1.hedef, hedef tahtası
[speech] 2.sohbet, konuşma, muhabbet [mark] 2.amaç, erek, hedef [goal, aim]
[conversation]
tart /tɑrt/ n [C,U] turta [pie]
talkative /ˈtɔkətɪv/ adj konuşkan, çenesi tartar /ˈtɑrtər/ n [U] diş taşı [plaque]
düşük, geveze [loquacious, chatty] task /tæsk/ n [C] vazife, görev, iş [mission]
taste1 /teɪst/ n [C,U] 1.tat [flavour] 2.beğeni,
tall /tɔl/ adj 1.uzun boylu [lanky, big]
2.yüksek [high, towering] zevk [style, choice] 3.sevmeye başlama
a tall basketball player uzun boylu bir [liking, fondness]
basketbol oyuncusu taste2 /teɪst/ v [I,T] 1.tatmak, tadına
bakmak [try, sample] 2.tat almak, tadını
a very tall skyscraper çok yüksek bir almak [distinguish]
gökdelen tattoo /tæˈtu/ n [C] dövme
taught bkz teach
tall order yapılması hemen hemen tax1 /tæks/ n [C,U] vergi [duty, taxation]
olanaksız iş tax2 /tæks/ v [T] vergilendirmek, vergi
koymak
tall tale inanılması güç hikâye, palavra taxi /ˈtæksi/ n [C] taksi [cab]
talon /ˈtælən/ n [C] pençe [claw] tea /ti/ n [C,U] 1.çay 2.öğleden sonraları
tame /teɪm/ adj 1.evcil [domesticated] yenen hafif yemek, çay [afternoon tea]
2.yumuşak başlı, uysal [submissive, mild] high tea erken yenen akşam yemeği
3.informal sıkıcı, yavan, tatsız [dull, boring] one’s cup of tea -in sevdiği şey
tan1 /tæn/ n [U] güneş yanığı [suntan] tea caddy çay kavanozu/kutusu
tan2 /tæn/ adj sarımsı kahve rengi, taba tea cosy çaydanlık örtüsü
rengi [light brown, tawny] tea towel bulaşık kurulama bezi
tangerine /ˌtændʒəˈrin/ n [C] mandalina teach /titʃ/ v [I,T] pt, pp taught 1.öğretmek
[mandarin orange, satsuma] [instruct, educate] 2.ders vermek [tutor, coach]
tank /tæŋk/ n [C] 1.tank [armoured combat teacher /ˈtitʃər/ n [C] öğretmen [instructor, tutor]
vehicle] 2.(gaz, sıvı, vb.) depo, tank, sarnıç
[storage tank] teacher
tanker /ˈtæŋkər/ n [C] tanker, petrol taşıyan
gemi [oil tanker] teaching /ˈtitʃɪŋ/ n [U] 1.öğretim 2.ders,
tap1 /tæp/ n [C] 1.musluk [faucet] 2.tapa,
tıkaç, kapak [stopper] öğreti [ideas, bejiefs]
tap2 /tæp/ v [I,T] 1.tapa ya da musluğu team /tim/ n [C] 1.takım [group, squad]
açmak [open, turn on] 2.(telefon konuşmalarını)
gizli bağlantı kurarak dinlemek [bug] 2.grup, ekip [crew, group]
3.delip ya da kesip içindeki sıvıyı team spirit takım ruhu
çekmek [pierce, drain]
tape1 /teɪp/ n [C,U] 1.bant, şerit [strip] volleyball team voleybol takımı T
2.bant, kayıt bandı [magnetic tape, cassette] teamwork /ˈtimˌwɜrk/ n [U] ekip çalışması
tape recorder teyp, ses kayıt cihazı,
kasetçalar [cooperation, collaboration]
teapot /ˈtiˌpɑt/ n [C] demlik [pot]
adhesive tape yapışkan bant tear1 /ter/ n [C] 1.yaş 2.sökük, delik [hole,
tape2 /teɪp/ v [I,T] 1.banda kaydetmek,
split, rent]
banda çekmek [record] 2.iliştirmek, tear2 /ter/ v [I,T] pt tore, pp torn sökmek,
bantlamak, yapıştırmak [attach, stick]
tarantula /təˈræntʃələ/ n [C] tarantula, yırtmak [rip, rend, pull apart]
büyük zehirli bir örümcek
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
tearful 218
tearful /ˈtɪrf(ə)l/ adj informal ağlayan, telephone /ˈteləˌfoʊn/ n [C] telefon [phone]
ağlamaklı, gözü yaşlı [weepy, crying] telephone booth telefon kulübesi
teaspoon /ˈtiˌspun/ n [C] çay kaşığı [spoon]
tech /tek/ n [C] old-fashioned, informal telephone directory telefon rehberi
telescope /ˈteləˌskoʊp/ n [C] teleskop
sanat okulu [technical college] teletext /ˈteləˌtekst/ n [U] trademark
technical /ˈteknɪk(ə)l/ adj teknik [mechanical,
teletekst, yazı görüntüleme
scientific] television /ˈteləˌvɪʒ(ə)n/ n [C] televizyon,
technical college teknik okul TV [telly, TV]
technician /tekˈnɪʃ(ə)n/ n [C] teknisyen tell /tel/ v pt, pp told 1.söylemek [say, inform]
[teehie] 2.anlatmak [explain, narrate, describe]
laboratory technician laboratuvar 3.tembihlemek, tembih etmek [warn]
teknisyeni 4.emretmek, istemek [order] 5.bildirmek,
technique /tekˈniːk/ n [C] teknik, metot
duyurmak, ilan etmek [inform]
yöntem [method, approach] teller /ˈtelər/ n [C] banka veznedarı [bank clerk]
technological /ˌteknəˈlɑdʒɪk(ə)l/ adj telly /ˈteli/ n [C,U] informal televizyon [TV,
teknolojik [technical, scientific] television]
technology /tekˈnɑlədʒi/ n [C,U] teknoloji temper /ˈtempə(r)/ n [C,U]1.ruh hali, hâl,
teddy, teddy bear /ˈtedi/ n [C] oyuncak ayı keyif [state, mood] 2.huy, tabiat, mizaç
[bear] [irritability, surliness] 3.kızgınlık, öfke [anger]
teenage, teenaged /ˈtinˌeɪdʒ/ adj 13-19 control one’s temper sakinliğini korumak
yaş arası gençlerle ilgili, gençlere ait lose one’s temper tepesi atmak, kızmak
temperature /ˈtemprɪtʃə(r)/ n sng sıcaklık
[adolescent, teen, young]
teenager /ˈtinˌeɪdʒ/ n [C] informal 13-19 derecesi
yaş arası, genç [youth, adolescent] have/run a temperature ateşlenmek,
a teenage girl/boy bir genç kız/oğlan ateşi olmak
teens /tinz/ n pl informal 13-19 arasındaki take sb’s temperature ateşini ölçmek
temple /ˈtemp(ə)l/ n [C] 1.tapınak [place of
yaş, gençlik dönemi
teeth /ti:θ/ n pl dişler worship, shrine] 2.şakak [side of head]
armed to the teeth tepeden tırnağa silahlı tempo /ˈtempəʊ/ n [C] tempo [rhythm, beat, pace]
temporarily /ˌtempəˈreərəli/ adv geçici
olarak [briefly, for now]
temporary /ˈtemp(ə)rəri/ adj geçici
[provisional, brief]
teeth ten /ten/ num on [10]
tenant /ˈtenənt/ n [C] kiracı [lodger, occupier]
tend /tend/ v [I,T] 1.(to ile) meyilli olmak,
meyletmek, eğilmek, niyeti olmak [usually]
2.old-fashioned bakmak, ilgilenmek
telecommunications /ˌtelɪkəˌmjunɪˈkeɪʃ(ə)nz/ [look after, nurse, keep an eye on]
pl telekomünikasyon, iletişim tender1 /ˈtendə(r)/ adj 1.yumuşak, yenilmesi
telegram /ˈteləˌɡræm/ n [C] telgraf, telyazı kolay [soft, succulent] 2.hassas, kolayca
[wire, telegraph] incinen, acıya duyarlı [sore, painful, sensitive]
telegraph /ˈteləˌɡræf/ n [C,U] telgraf, telgraf 3.sevecen, nazik, kibar [kind, gentle] 4.taze,
sistemi; telgraf çekmek [wire, telegram] körpe, genç [young]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
219 thanks
tender2 /ˈtendə(r)/ n [C] fiyat teklifi [offer, terrify /ˈterəfaɪ/ v [T] çok korkutmak, ödünü
bid, quote] patlatmak [frighten, scare]
tennis /ˈtenɪs/ n [U] 1.tenis territory /ˈterət(ə)ri/ n [C,U] 1.bölge [region]
tennis court tenis sahası 2.toprak, ülke [land, soil]
tense /tens/ adj gergin, sıkı, gerilmiş, gerili terror /ˈterə(r)/ n [C,U] 1.tedhiş, terör
[stressful] [horror, violence] 2.dehşet, korku [fear, panic]
tension /ˈtenʃ(ə)n/ n [C,U] 1.(ip, tel, vb.) 3.informal baş belâsı [nuisance]
terrorism /ˈterəˌrɪz(ə)m/ n [U] terörizm
gerilim, gerginlik derecesi [tautness, tightnes, terrorist /ˈterərɪst/ n [C] terörist
test1 /test/ n [C] test, sınav [examination]
rigidity] 2.stres, baskı [stress, anxiety, pressure] test2 /test/ v [T] 1.muayene etmek, kontrol
3.gerginlik, tansiyon [strained relations, bad etmek [check, analyse] 2.denemek,
feeling, enmity]
tent /tent/ n [C] çadır [marquee]
sınamak [trial]
testify /ˈtestɪfaɪ/ v [I,T] 1.tanıklık etmek
tent [give evidence] 2.written kanıtlamak,
doğrulamak [swore, affirm]
testing /ˈtestɪŋ/ adj güç, zor, müşkül
tenth /tenθ/ n [C], adj onuncu [10th] [difficult, arduous, troublesome]
term /tɜː(r)m/ n [C] 1.terim, deyim, tabir text /tekst/ n [C,U] 1.metin, tekst, parça
[word, expression] 2.ifade, üslup [language] [article, extract, piece] 2.ders kitabı [textbook]
3.şart, koşul [conditions] 4.oranlar [rates] textbook /ˈteks(t)ˌbʊk/ n [C] ders kitabı [set
5.dönem [period] 6.devre, dönem [session] text, school book]
in the long/short/medium term uzun/ textile /ˈtekstaɪl/ n [C] dokuma, kumaş,
kısa/orta vadede
terminal1 /ˈtɜː(r)mɪn(ə)l/ adj 1.ölümcül, mensucat [fabric, cloth, material]
öldürücü [incurable, untreatable, deadly, fatal] texture /ˈtekstʃə(r)/ n [C,U] doku [feeling,
appearance]
2.dönem sonuyla ilgili, dönem sonuna ait than /ðæn/ conj -den, -dan [compared to]
[final, last, concluding, end]
terminal2 /ˈtɜː(r)mɪn(ə)l/ n [C] 1.terminal, more often than not çoğunlukla,
genellikle
son durak [last stop, station, end of the line] nothing more or less than -den başka
2.kutup [pole] bir şey değil, sırf, sadece
terminate /ˈtɜː(r)mɪneɪt/ v [I,T] 1.formal thank /θæŋk/ v [T] teşekkür etmek
bitirmek, son vermek [close, finish] 2.bitmek, thank God/goodness/heaven Allah’a
sona ermek [end]
terminology /ˌtɜː(r)mɪˈnɒlədʒi/ n [C,U] şükür, çok şükür
terminoloji, terimler dizgesi [language,
thank you teşekkür ederim, sağ olun
term, jargon] thankful /ˈθæŋkf(ə)l/ adj 1.müteşekkir,
terrace /ˈterəs/ n [C] 1.sıra evler [row]
minnettar [grateful] 2.şükreden, memnun,
2.teras, taraça [patio, veranda] mutlu, teşekkür ifade eden [pleased, glad]
terrible /ˈterəb(ə)l/ adj 1.korkunç [dreadful]
thankless /ˈθæŋkləs/ adj 1.literary nankör, T
2.informal rezil, berbat [awful]
terribly /ˈterəbli/ adv 1.korkunç bir şekilde, iyilikbilmez [ungrateful, unappreclative]
2.(emeğinin) karşılığını vermeyen, takdire
çok kötü [awfully, badly] 2.çok, son derece, layık görülmeyen [unrewarding, fruitless]
thanks1 /θæŋks/ interj teşekkürler [thank you]
müthiş [extremely, very]
terrified /ˈterıfaıd/ adj dehşete düşmüş, çok thanks2 /θæŋks/ n pl şükran, teşekkür
korkmuş [frightened, alarmed] [gratitude, acknowledgment]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
thanksgiving 220
thanksgiving /ˈθæŋksˌɡɪvɪŋ/ n [C,U] theory /ˈθɪəri/ n [C] teori, kuram, nazariye
1.şükür, şükran, minnet [thanks] [hypothesis, conjecture]
2.Şükran Günü in theory teoride, teorik olarak
that1 /ðæt/ deter şu the theory of evolution evrim teorisi
that2 /ðæt/ pron pl those şu, o therapist /ˈθerəpɪst/ n [C]terapist,
that’s that (işte) o kadar sağaltımcı [healer, physician]
that3 /ðæt/ conj -iğine, -den dolayı therapy /ˈθerəpi/ n [C,U] tedavi, sağaltım,
that4 /ðæt/ adv o kadar, bu derece
the /ðiː/ det belgili tanımlık (tekil ya da çoğul terapi [remedy, cure]
adlardan önce gelerek onlara belirlilik kavramı verir) there1 /ðeə(r)/ pron 1.orada, oraya, orayı
theatre, theater AmE /ˈθɪətə(r)/ n [C] tiyatro
[that place] 2.işte [in that location]
[playhouse, amphitheatre] there2 /ðeə(r)/ adv ora, orası [that place]
there3 /ðeə(r)/ interj spoken bak, işte [see]
thereby /ðeə(r)ˈbaɪ/ adv böylelikle, bu
yüzden [because of that]
therefore /ˈðeə(r)fɔː(r)/ adv formal bu
theatre yüzden, bu sebeple
thermometer /θə(r)ˈmɒmɪtə(r)/ n [C]
theatrical /θiˈætrɪk(ə)l/ adj 1.tiyatroya ait,
tiyatral [dramatic] 2.informal yapmacık, termometre, sıcaklıkölçer
abartmalı [exaggerated, dramatic, artificial] these1 /ðiːz/ pron bunlar, bu .., o .. (çoğul)
these2 /ðiːz/ adj bunlar, bu [plural of this]
theft /θeft/ n [C,U] hırsızlık, soygun [robbery, these3 /ðiːz/ pron bunlar [plural of this]
burglary, embezzlement, stealing] they /ðeɪ/ pron onlar
their /ðeə(r)/ det onların, kendilerinin thick /θɪk/ adj 1.kalın [wide, broad] 2.(sıvı)
theirs /ðeə(r)z/ pron onlarınki
them /ðem/ pron onları, onlara, onlar koyu, katı [heavy, dense, rich] 3.sık [big,
theme /θiːm/ n [C] konu, anakonu, tema substantial] 4.yoğun [compact]
[subject, main idea, topic] thick with ile dolu, kaplı
as thick as thieves sıkı fıkı, çok samimi
thick-skinned vurdumduymaz, geniş
a thick plank kalın bir tahta
thick yoghurt koyu bir yoğurt
thick eyebrows sık kaşlar
thief /θiːf/ n [C] pl thieves hırsız [robber,
theme song/tune film müziği burglar]
theme park /θiːmpɑː(r)k/ n [C] lunapark
[amusement park]
themselves /ðəmˈselvz/ pron kendileri,
kendilerini, kendilerine thief
then /ðen/ adv 1.o zaman, o zamanlar, o
süre içinde [at that time] 2.sonra, ondan
sonra, daha sonra [next, after that] thin /θɪn/ adj 1.ince [narrow, fine] 2.zayıf,
3.bu durumda, öyleyse, madem öyle cılız [slim, skinny] 3.sulu, cıvık [watery, weak]
but then (again) yine de, bununla birlikte, 4.seyrek [wide apart, sparse]
öte yandan; o zamanki
theology /θiˈɒlədʒi/ n [U] teoloji, tanrıbilim, thin on the ground nadir, ender, seyrek
thin notebook ince defter
ilahiyat [theology]
theoretical /ˌθɪəˈretɪk(ə)l/ adj teorik, thin boy cılız bir oğlan
thin yoghurt cıvık yoğurt
kuramsal thin bushes seyrek çalılar
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
221 thunderstorm
thing /θɪŋ/ n [C] şey, nesne [object, article] thoughtful /ˈθɔːtf(ə)l/ adj 1.derin derin
think /θɪŋk/ v pt, pp thought 1.düşünmek düşünen, düşünceye dalmış,düşünceli
[consider, contemplate] 2.sanmak [suppose] [pensive, contemplative] 2.düşünceli,
3.beklemek, ummak, tahmin etmek nazik, iyi düşünülmüş [considerate, astute]
[intend, expect] thoughtless /ˈθɔːtləs/ adj 1.düşüncesiz
think aloud düşündüğünü söylemek, [considerate, careless] 2.bencil [selfish, egoistic]
düşüncelerini olduğu gibi söylemek 3.dikkatsiz [careless, inattentive]
think twice iyi düşünmek, düşünüp thousand /ˈθaʊz(ə)nd/ num bin [1000]
taşınmak threat /θret/ n [C,U] 1.tehdit, gözdağı
third1 /θɜː(r)d/ num üçüncü [3rd] [warning, intimidation] 2.tehlike işareti,
the third choice üçüncü seçenek tehlike [danger, hazard]
third2 /θɜː(r)d/ n [C] 1.law third party threaten /ˈθret(ə)n/ v [T] tehdit etmek
üçüncü şahıs [another person] 2.Third [intimidate, terrorize, warn]
World üçüncü dünya three /θriː/ num üç [3]
thirst /θɜː(r)st/ n sng 1.susuzluk, susamışlık threw bkz throw
[thirstiness] 2.güçlü arzu, ihtiras, susamışlık thrifty /ˈθrɪfti/ adj tutumlu, hesaplı, idareli
[craving, appetite]
thirsty /ˈθɜː(r)sti/ adj 1.susamış [parched] [frugal, economical]
thrill /θrɪl/ n [C] heyecan [pleasure, excitement]
2.susatıcı thriller /ˈθrɪlə(r)/ n [C] gerilim filmi
throat /θrəʊt/ n [C] 1.boğaz 2.boğaz, gırtlak
thirsty [oesophagus, windpipe, gullet]
throne /θrəʊn/ n [C] taht
through /θruː/ prep 1.-den geçerek, içinden,
arasından [between] 2.yoluyla, sayesinde,
aracılığıyla 3.başından sonuna dek,
thirteen /ˌθɜː(r)ˈtiːn/ num on üç [13] içinden çıkmak 4.içeriye
thirteenth /ˌθɜː(r)ˈtiːnθ/ adj on üçüncü [13th]
thirtieth /ˈθɜː(r)tiəθ/ adj otuzuncu [30th] through and through tamamen, tümüyle,
thirty /ˈθɜː(r)ti/ num otuz [30]
this /ðɪs/ pron pl these bu her yönden
throughout /θruːˈaʊt/ prep baştanbaşa,
like this böyle, bu şekilde, bunun gibi
dört bir yanında [everywhere]
throw /θrəʊ/ v [I,T] pt threw, pp thrown
those /ðəʊz/ pron onlar, şunlar 1.atmak, fırlatmak [toss, hurl] 2.(parti, yemek,
şu .., o .. (çoğul) vb.) vermek, düzenlemek [arrange] 3.şok
though1 /ðəʊ/ conj -se bile, -e rağmen etmek, afallatmak, şaşkına dönmek/
[although, despite] çevirmek [stun, confuse, astound]
as though gibi throw a fit tepesi atmak T
though2 /ðəʊ/ adv spoken yine de, gerçi, thumb /θʌm/ n [C] başparmak
-de, -da under sb’s thumb dizginleri elinde
thunder1 /ˈθʌndə(r)/ n [U] gök gürültüsü
thought bkz think
thought /θɔːt/ n [C,U] 1.düşünüş, düşünme, [thunderclap]
thunder2 /ˈθʌndə(r)/ v [I] gürlemek [rumble,
düşünce [consideration] 2.görüş, kanı
[idea, concept, opinion] boom]
on second thoughts sonradan thunderstorm /ˈθʌndə(r)ˌstɔː(r)m/ n [C]
düşününce, tekrar düşününce yıldırımlı fırtına [electrical storm, lightning storm]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
Thursday 222
Thursday /ˈθɜː(r)zdeɪ/ n [C,U] Perşembe timetable /ˈtaɪmˌteɪb(ə)l/ n [C] 1.(tren, otobüs,
thus /ðʌs/ adv formal 1.böylece [therefore, vb.) zaman tablosu, tarife [schedule] 2.ders
accordingly, consequently] 2.bu sonuçla, programı [schedule, programme]
dolayısıyla [therefore, so] tin /tın/ n [C,U] 1.kalay 2.teneke 3.teneke
tic /tɪk/ n [C] tik [twitch]
tick /tık/ n [C] 1.tıkırtı, tik tak [tock] 2.‘doğru’ kutu [can, canister]
işareti, ‛tik’ işareti 3.kene tiny /ˈtaɪni/ adj küçücük, minicik [small]
ticket /ˈtɪkɪt/ n [C] 1.bilet [entry pass] 2.etiket tip1 /tıp/ n [C] 1.(burun, parmak, vb.) uç [end]
[label, tag, sticker] 3.(trafik) para cezası 2.bahşiş [gratuity] 3.tavsiye, öğüt, ipucu [hint]
makbuzu [fine, docket]
tidy1 /ˈtaɪdi/ adj derli toplu, temiz [neat, clean] on the tip of one’s tongue dilinin ucunda
a tidy room temiz bir oda olmak
tidy2 /ˈtaɪdi/ v [I,T] tidy up derleyip tip2 /tıp/ v [T] 1.eğmek, yana yatırmak
toplamak, çekidüzen vermek [neaten, clean] [tilt, turn over] 2.devirmek [upend, overturn]
tie1 /taɪ/ v [I,T] 1.bağlamak [fasten, fix] 3.boşaltmak, dökmek [empty, pour]
2.bağlanmak [connected] 3.berabere tiptoe /ˈtɪpˌtəʊ/ v [I] ayaklarının ucuna
kalmak, eşit olmak basarak yürümek
tie2 /taɪ/ n [C] 1.kravat [necktie] 2.bağ [cord, tire1 /ˈtaɪə(r)/ v [I,T] yormak [fatigue, drain]
lace, band] 3.beraberlik, sonuç eşitliği [draw] tire2 /ˈtaɪə(r)/ n [C] AmE otomobil lastiği
tiger /ˈtaɪɡə(r)/ n [C] kaplan [BrE tyre]
tight /taɪt/ adj 1.sıkı sıkı, sıkıca [small, tired /ˈtaɪə(r)d/ adj yorgun [exhausted, drained,
constricting] 2.az, kıt, dar, sınırlı [scarce, low] fatigued]
tired of -den bıkmış, bezmiş
3.sıkışık, tümü ile dolu [strict, tough, busy]
tights /taɪts/ n pl külotlu çorap [pantyhose,
nylons] tired
tiII /tıl/ prep spoken -e kadar
time /taɪm/ n [C,U] 1.zaman, vakit 2.müddet,
süre [moment, hour, season] 3.devir, çağ [era,
period] 4.kere, defa [occasion, instance]
all the time durmadan, sürekli, boyuna
at the same time aynı anda, yine de, tiring /ˈtaɪərɪŋ/ adj yorucu [exhausting]
bununla birlikte title /ˈtaɪt(ə)l/ n [C] 1.başlık, ad [name, heading]
for a time kısa bir süre için 2.ünvan [status, position] 3.şampiyonluk
for the time being şimdilik [championship]
from time to time ara sıra, bazen
in sb’s own good time hazır olduğunda, to1 /tuː/ (before a verb) için
uygun bir zamanda to2 /tuː/ prep 1.-e doğru [towards] 2.-e kadar,
in no time (at all) çok çabuk, çabucak -e [until] 3.(saat) kala, var 4.-e göre [in my
in time vaktinde opinion] 5.-mek için [in order to]
keep time tempo tutmak toast1 /təʊst/ n [C,U] kızarmış ekmek
kill time zaman öldürmek, vakit geçirmek toast2 /təʊst/ v [T] (ekmek) kızartmak
many a time sık sık toaster /ˈtəʊstə(r)/ n [C] ekmek kızartma
on time vaktinde, tam vaktinde makinesi, tost makinesi
once upon a time bir zamanlar; bir tobacco /təˈbækəʊ/ n [U] tütün, tütün
varmış bir yokmuş yaprağı
today /təˈdeɪ/ adv bugün
pass the time vakit geçirmek toe /təʊ/ n [C] ayak parmağı [digit]
play for time (süreli oyunlarda) zamana
oynamak, vakit geçirmek on one’s toes harekete hazır, tetikte
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
223 totally
together /təˈɡeðə(r)/ adv 1.birlikte, beraber tonight /təˈnaɪt/ adv bu gece [this evening]
[collectively, jointly, side by side] 2.aynı anda, too /tuː/ adv 1.spoken çok fazla, gereğinden
hep birden, üst üste [simultaneously] fazla 2.de, da [also, as well]
toilet /ˈtɔɪlət/ n [C] hela, tuvalet [lavatory, took bkz take
bathroom, loo] tool /tuːl/ n [C] 1.alet [implement, utensil]
toilet paper tuvalet kâğıdı 2.kukla, oyuncak, birinin istediği her şeyi
toilet roll bir top tuvalet kâğıdı yapan kimse [puppet]
toilet water parfüm, hoş koku tooth /tuːθ/ n [C] pl teeth diş
token /ˈtəʊkən/ n [C] 1.belirti, iz, gösterge
[symbol, sign] 2.jeton [counter] 3.formal long in the tooth yaşlanmak
sweet tooth tatlı yiyeceklere düşkünlük
hatıra, yadigar [memento, souvenir, keepsake] tooth and nail dişe diş kana kan
told bkz teli toothpick /ˈtuːθˌpɪk/ n [C] kürdan [tooth
tolerable /ˈtɒl(ə)rəb(ə)l/ adj 1.şöyle böyle, cleaner]
idare eder, katlanılabilir [bearable, acceptable] top1 /tɒp/ n [C] 1.zirve, doruk, tepe [summit,
2.dayanılablllr, çekilir [endurable, bearable] peak, head] 2.üst kısım, üst yüzey, üst
tolerance /ˈtɒlərəns/ n [C,U] 1.hoşgörü, [upper part, upper surface] 3.bitkilerin,
tolerans [toleration, understanding] ağaçların tepesi, uç kısmı [leaves, shoots]
2.tahammül, dayanma, dayanıklılık 4.kapak [lid, cap]
[endurance, fortitude] top2 /tɒp/ adj 1.en yüksek, en üst [highest,
tolerant /ˈtɒlərənt/ adj 1.hoşgörülü, uppermost] 2.en başta gelen, lider [foremost,
toleranslı [broad-minded, understanding] leading] 3.baş, ana, üst [chief, main] 4.spoken
2.dayanıklı [able to endure] en iyi, mükemmel [prime, excellent]
tolerate /ˈtɒləreɪt/ v [T] 1.müsamaha etmek, 5.maksimum, en büyük [maximum]
topic /ˈtɒpɪk/ n [C] konu, mesele [subject,
hoş görmek [permit, allow, indulge]
2.tahammül etmek, katlanmak [endure, bear] issue]
toll1 /təʊl/ n [C] 1.(yol, köprü, vb.) geçiş ücreti torch /tɔː(r)tʃ/ n [C] 1.lâmba, el feneri
[charge, fee] 2.(yaralı, ölü) sayısı [number, total] [flashlight] 2.meşale [flame]
toll2 /təʊl/ v [I,T] (zil vb.) çalmak [ring, chime] a burning torch yanan bir meşale
tomato /təˈmɑːtəʊ/ n [C] domates tore bkz tear
torn bkz tear
tomato puree/sauce/soup domates tornado /tɔː(r)ˈneɪdəʊ/ n [C] hortum,
püresi/sosu/çorbası kasırga [whirlwind, cyclone]
tomb /tuːm/ n [C] mezar, kabir, gömüt torpedo /tɔː(r)ˈpiːdəʊ/ n [C] torpil
[grave, vault, burial chamber] tortoise /ˈtɔː(r)təs/ n [C] tosbağa
tomorrow /təˈmɒrəʊ/ adv yarın
ton /tʌn/ n [C] 1.ton [BrE 1016kg] 2.ton
[AmE 907kg] 3.informal bir sürü, çok [a lot]
tone /təʊn/ n [C,U] 1.ses [timbre, sound]
2.vurgulama biçimi, anlatırken/konuşurken tortoise
verilen hava [intonation] 3.renk tonu, ton
[shade, hue] 4.yazım dili [style] T
tongue /tʌŋ/ n [C,U] 1.dil, ağız içindeki tat
almaya yarayan organ 2.dil, lisan [language, total1 /ˈtəʊt(ə)l/ adj 1.tüm, toplam [entire,
dialect] 3.dil, üslup [speech, talk] whole] 2.tam, mutlak [complete, utter]
bite one’s tongue dilini tutmak a total disaster tam bir felâket
set tongues wagging dillere destan total2 /ˈtəʊt(ə)l/ n [C,U] toplam [sum, whole]
olmak, dedikoduya neden olmak totally /ˈtəʊt(ə)li/ adv tamamen, büsbütün
tongue twister tekerleme [completely]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
touch 224
touch1 /tʌtʃ/ v [I,T] 1.değmek, dokunmak town /taʊn/ n [C,U] 1.şehir, kent [city]
[feel, handle] 2.okşamak [stroke] 3.varmak, 2.kasaba 3.şehrin iş/alışveriş merkezi,
dayanmak [meet, rise to] 4.benzemek, çarşı [city centre, downtown, centre] 4.şehir
karşılaştırılmak [equal, match] 5.oynamak, halkı [community, people]
dokunmak, ellemek [fiddle with, disturb]
touch2 /tʌtʃ/ n [C,U]1.sıvazlama, okşama go to town kafasına göre takılmak, yiyip
[tap, pat, stroke] 2.yetenek, beceri [skill, içmek, bol para harcamak
dexterity] 3.üslup, stil [trace, bit, hint]
get keep in touch with temasa geçmek/ town council belediye meclisi
devam etmek, ulaşmak town hall belediye binası
industrial town endüstri şehri
lose touch with ile teması kaybetmek, seaside town deniz kenarı kasabası
bağlantıyı koparmak, haber almamak tow truck /təʊ trʌk/ n [C] arıza arabası
[breakdown truck AmE]
touch down (uçak) yere inmek toxic /ˈtɒksɪk/ adj zehirli, toksik [poisonous,
tough /tʌf/ adj 1.sağlam, dayanıklı, deadly]
kırılmaz, bozulmaz vs. [durable, strong] toxic chemicals zehirli kimyasal
maddeler
2.çiğnenmesi, kesilmesi zor; kayış gibi, toy /tɔɪ/ n [C] oyuncak [plaything, game]
sert (et vb.) [chewy, stringy] wooden toy tahta oyuncak
tour1 /tʊə(r)/ n [C] 1.tur, gezi [trip, excursion] trace /treɪs/ n [C,U] 1.iz [evidence] 2.az
2.turne miktar, zerre [bit, drop] 3.kalıntı [remains]
tour2 /tʊə(r)/ v [I,T] gezmek, dolaşmak track1 /træk/ n [C,U] 1.iz [trail, mark]
[travel around, explore] 2.patika, keçiyolu [path] 3.ray [rail, railway]
tourist /ˈtʊərɪst/ n [C] turist, ziyaretçi 4.pist, yarış pisti 5.parça, şarkı, müzik
[holidaymaker, visitor] [piece, song]
running track koşu pisti
in one’s tracks olduğu yerde; aniden
keep track (of) -den haberdar olmak,
tourist haber almak
on the right track doğru yolda, iyi
düşünen/çalışan
a one-track mind sabit fikirlilik, bir şeyi
kafasına takma
track2 /træk/ v [T] izini takip etmek, izini
tournament /ˈtʊə(r)nəmənt/ n [C] turnuva, sürmek [trace, follow, trail]
yarışma [competition] tractor /ˈtræktə(r)/ n [C] traktör
toward(s) /təˈwɔː(r)dz/ prep 1.-e doğru, trade1 /treɪd/ n [C,U] 1.ticaret, alışveriş
yönünde [in the direction of] 2.-e doğru, [commerce, sales] 2.meslek, sanat, iş
sularında [near] 3.ile ilgili, -e karşı [for] [job, profession] 3.iş, satış [business, sales]
towel1 /ˈtaʊəl/ n [C] havlu trade name ad, marka
towel2 /ˈtaʊəl/ v [T] ( havluyla) kurulamak [dry] trade union sendika, işçi sendikası
tower1 /ˈtaʊə(r)/ n [C] kule, burç [column, trade2 /treɪd/ v [I,T] 1.ticaret yapmak [deal,
minaret, spire] do business] 2.almak, satmak [buy, sell]
the Eiffel Tower Eyfel Kulesi 3.değiş tokuş etmek, değişmek [exchange]
tower block yüksek bina/apartman tradition /trəˈdɪʃ(ə)n/ n [C,U] gelenek [custom]
tower2 /ˈtaʊə(r)/ v [I] yükselmek, çok
traditional /trəˈdɪʃ(ə)nəl/ adj geleneksel
yüksek/uzun olmak [rise above] [customary, conventional]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
225 travel
traffic /ˈtræfɪk/ n [U] 1.trafik 2.ticaret, transform /trænsˈfɔː(r)m/ v [T] dönüşmek,
alım-satım [illegal trade] değişmek [change, alter]
traffic jam trafik sıkışıklığı transformation /ˌtrænsfə(r)ˈmeɪʃ(ə)n/ n [U]
traffic lights trafik ışıkları değişim, transformasyon [change, alteration]
traffic signs trafik işaretleri transit /ˈtrænzɪt/ n [C,U] 1.taşıma, aktarma
tragedy /ˈtrædʒədi/ n [C,U] 1.facia, felâket
[catastrophe, misfortune, disaster] 2.trajedi, [transportation, transport] 2.geçiş, hareket
ağlatı [play, drama] [travel, transfer]
trail1 /treɪl/ v [I,T] 1.izini sürmek, takip transition /trænˈzɪʃ(ə)n/ n [C,U] formal
etmek [lag] 2.peşinden sürüklemek, geçiş, değişim [change]
sürüklenmek [drag, dangle, hang] translate /trænsˈleɪt/ v [I,T] tercüme etmek,
trail2 /treɪl/ n [C] 1.iz, koku [track, smell] çevirmek [interpret]
2.patika, keçiyolu [path, track] 3.(elbise vb.) translation /trænsˈleɪʃ(ə)n/ n [C,U] tercüme,
kuyruk, (arkada bırakılan) iz [stream, cloud] çeviri [interpretation, transcription]
train1 /treɪn/ n [C] 1.tren 2.kafile, kervan, translator /trænsˈleɪtə(r)/ n [C] tercüman,
sürü [caravan, convoy] 3.elbise kuyruğu çevirmen [interpreter, decoder]
camel train deve kervanı transmit /trænzˈmɪt/ v [I,T] 1.göndermek,
geçirmek, iletmek [communicate, on, send]
2.technical yayınlamak [broadcast]
3.(hastalık, vb.) geçirmek, bulaştırmak,
yaymak [spread, transfer]
train transplant /ˈtrænsˌplɑːnt/ v [T] 1.(bitki)
başka bir yere dikmek/aktarmak [replant]
train2 /treɪn/ v 1.yetiştirmek, eğitmek 2.(organ, saç, vb.) nakletmek [transfer]
[instruct, coach] 2.yetişmek, eğitim transport1 /ˈtrænspɔː(r)t/ n [C,U] 1.nakil,
görmek [study, orepare]
taşıma, taşımacılık [transportation] 2.araç,
trainer /ˈtremo $ -or/ n [C] antrenör, taşıt [carriage, vehicle]
çalıştırıcı [coach, Instructor] transport2 /ˈtrænspɔː(r)t/ v [T] 1.taşımak,
götürmek, nakletmek [convey, carry, transfer]
training /ˈtreɪnɪŋ/ n [U] talim, terbiye,
eğitim, antrenman [teaching, coaching] 2.sürgüne göndermek, sürmek [exile, deport]
transportation /ˌtrænspɔː(r)ˈteɪʃ(ə)n/ n [U]
trait /treɪt/ n [C] formal özellik, karakter
taşıma, nakliye [transport, travel]
[characteristic, attribute] trap /træp/ v [T] kapana kıstırmak, avlamak
tram /træm/ n [C] tramvay [streetcar]
trans- /træns/ prefix öte, uzak, trans [cut off, catch]
[across, beyond, over] trash AmE /træʃ/ n [U] 1.saçma, boş laf,
trans-Atlantic ships transatlantik gemileri zırva [nonsense, drivel] 2.çerçöp, süprüntü
transaction /trænˈzækʃ(ə)n/ n [C] formal [garbage, rubbish] 3.informal ayaktakımı,
iş, iş görme [proceeding, deal] avam [scum, riffraff]
transcript /ˈtrænˌskrɪpt/ n [C] kopya, suret, trashcan AmE /træʃkæn/ n [C] çöp tenekesi
T
not dökümü [written record] [dustbin, rubbish bin]
trauma /ˈtrɔːmə/ n [C,U] travma, sarsıntı
transfer1 /trænsˈfɜː(r)/ v [I,T] 1.transfer
etmek, nakletmek [move, transport] [shock, agony]
2.geçirmek, tayin etmek [relocate] travel1 /ˈtræv(ə)l/ v [I,T] 1.seyahat etmek,
transfer2 /trænsˈfɜː(r)/ n [C,U] 1.nakil,
gezmek [journey, voyage] 2.aşmak,
transfer [move] 2.çıkartma, yapıştırma, gezerek dolaşmak [journey, cross] 3.hareket
baskı [sticker, design] etmek [go, move]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
travel 226
travel2 /ˈtræv(ə)l/ n [U] seyahat, gezi tremor /ˈtremə(r)/ n [C] 1.titreme, sarsıntı
[journey, trip] [shake, spasm] 2.yer sarsıntısı, deprem
traveller, traveler AmE /ˈtræv(ə)lə(r)/ n [C] [earthquake, quake]
trend /trend/ n [C] 1.eğilim [tendency]
yolcu, seyyah, gezgin [voyager, adventurer] 2.akım, moda [fashion, vogue]
tray /treɪ/ n [C] 1.tepsi, sini 2.tabla set the trend moda başlatmak, yaymak,
treasure /ˈtreʒə(r)/ n [U] hazine [wealth, akım başlatmak
riches, valuables] trespass /ˈtrespəs/ n [C,U] izinsiz girme
treasury /ˈtreʒəri/ n [C] 1.hazine [exchequer] [intrusion, encroachment]
2.hazine dairesi [repository, storehouse, bank] trial /ˈtraɪəl/ n [C,U] 1.duruşma, yargılama
[hearing, litigation] 2.deneme, test [test]
treasury 3.felâket, keder, zorluk, dert [tribulation,
difficulty]
stand trial mahkemede yargılanmak
by/through trial and error deneme
yanılma yoluyla
triangle /ˈtraɪæŋɡ(ə)l/ n [C] 1.(matematik)
treat1 /triːt/ v [T] 1.muamele etmek, üçgen 2.(şekil) üçgen 3.AmE gönye [set
davranmak [handle, deal with] 2.ele almak
square]
[regard, view] 3.düşünmek, saymak, tribe /traɪb/ n [C] kabile, boy, oymak [race,
görmek [consider, regard]
treat to ikram etmek, ısmarlamak, vermek clan]
treat2 /triːt/ n [C] 1.ikram, hediye [present] trick /trɪk/ n [C] hile, oyun [prank]
2.sng zevk, hoşnutluk veren şey [pleasure] trigger1 /ˈtrɪɡə(r)/ v [T] sebep olmak,
treatment /ˈtriːtmənt/ n [C,U] 1.muamele, başlatmak, tetiklemek [cause, start]
trigger2 /ˈtrɪɡə(r)/ n [C] tetik [switch]
davranış [handling, use] 2.tedavi [remedy] trip1 /trɪp/ n [C] gezi [excursion]
treaty /ˈtriːti/ n [C] antlaşma [agreement] trip2 /trɪp/ v [I,T] 1.tökezlemek,
tree /triː/ n [C] ağaç
sendelemek, takılmak [stumble, fall] 2.çelme
takmak, sendeletmek [wrongfoot, confuse]
3.harekete geçirmek, yanlışlıkla açmak/
dokunmuş olmak [activate, set off]
tree 4.literary sekmek, seke seke yürümek,
dans etmek [skip, dance]
tripod /ˈtraɪpɒd/ n [C] üçayaklı sehpa
triumph /ˈtraɪʌmf/ n [C] 1.zafer, utku,
yengi [victory, win] 2.başarı [success]
trolley /ˈtrɒli/ n [C] 1.el arabası [shopping
trek1 /trek/ n [C] uzun ve zor yolculuk cart] 2.yemek servis arabası, pazar
[journey, expedition] arabası [food cart]
troop1 /truːp/ n [C] 1.ordu, bölük [military
trek2 /trek/ v [I] 1.informal uzun ve zor unit] 2.askerler [soldiers] 3.izci grubu
yolculuk yapmak [trudge, tramp] 2.yürümek, [group] 4. grup, küme, sürü [group, family]
yürüyerek dolaşmak [hike, walk] troop2 /truːp/ v [I] yürüyüş yapmak, uygun
tremendous /trəˈmendəs/ adj 1.büyük,
çok büyük, çok fazla, kocaman [huge, great, adım yürümek [promenade, parade, march]
strong] 2.harika, şahane, nefis, olağanüstü tropic /ˈtrɒpɪk/ n [C] dönence
[excellent, amazing] the tropics tropikal kuşak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
227 tunnel
tropical /ˈtrɒpɪk(ə)l/ adj 1.tropikal 2.çok trust1 /trʌst/ n [C,U] 1.güven, itimat
sıcak [hot, humid, sweltering, steamy] [reliance, confidence] 2.inanç, inanma [belief]
trouble1 /ˈtrʌb(ə)l/ n [C,U] 1.sorun, problem, trust2 /trʌst/ v [T] 1.güvenmek, inanmak
dert [problem] 2. başı dertte olma [naughty, [believe, bank on, rely on] 2.gönderilmek,
told off] 3.zahmet, sıkıntı [nuisance, bother]
atamak [entrust, assign] 3.ummak, beklemek
4.zorluk, güçlük [concerns] 5.kavga, arbede, [hope, expect] 4.itimat etmek, (sır, gizli bilgi, vb)
kargaşa [disorder, agitation, fighting, disturbance]
trouble2 /ˈtrʌb(ə)l/ v [T] 1.rahatsız etmek, anlatmak [entrust, confide]
truth /truːθ/ n [C,U] 1.gerçek, hakikat,
rahatsız olmak [distress, upset] 2.formal
rahatsızlık vermek, rahatsız etmek doğru [fact, reality] 2.doğruluk, gerçeklik
[truthfulness, authenticity] 3.dürüstlük [honesty,
[disturb, bother] 3.endişelenmek, üzülmek
integrity] 4.içtenlik [sincerity, candour]
[perturb, worry] 4.acı çektirmek, acı
in truth gerçekte, aslında
vermek [pain, all, afflict] try1 /traɪ/ v [I,T] 1.denemek [test, experiment]
troubleshooting /ˈtrʌb(ə)lˌʃuːtɪŋ/ n [U]
2.uğraşmak, çalışmak [attempt, endeavour]
sorun giderme [problem solving] 3.yargılamak [judge]
trousers /ˈtraʊzə(r)z/ n pl pantolon [pants trying one’s patience kızdırmak, sabrını
taşırmak, sinirlerini bozmak
AmE]
truck /trʌk/ n [C] 1.kamyon [wagon, lorry]
2.yük vagonu [cart] try2 /traɪ/ n [C] deneme, teşebbüs [attempt,
have no truck with sb ilgisi yok, işi yok effort, endeavour]
T-shirt /ti ʃɜː(r)t/ n [C] tişört
tub /tʌb/ n [C] 1.tekne, leğen [bucket, vat,
trough] 2.AmE küvet 3.yuvarlak (plastik) kap,
truck kutu [carton]
true /truː/ adj 1.doğru, gerçek [right, correct] tube /tjuːb/ n [C] 1.tüp, kanal 2.boru
2.hakiki, gerçek [real] 3.içten, samimi, [tubing, pipe] 3.BrE metro, yeraltı treni
gerçek [unfeigned, genuine] 4.tam, eksiksiz [subway, underground] 4.AmE televizyon
[television, TV]
tuberculosis /tjuːˌbɜː(r)kjʊˈləʊsɪs/ n [U]
[accurate, exact, correct] 5.düzgün, doğru tüberküloz, verem
[straight, level] tuck /tʌk/ v [T] 1.içine sokmak, tıkıştırmak
come true gerçekleşmek [stuff, push] 2.tıkmak, yerleştirmek [put]
hold true hâlâ doğru olmak, hâlâ gerçek Tuesday /ˈtjuːzdeɪ/ n [C,U] Salı [Tues]
olmak tuition /tjuːˈɪʃ(ə)n/ n [U] okul harcı/taksiti/
truly /ˈtruːli/ adv 1.tamamen, tam olarak ücretl [school fee]
[correctly, accurately] 2.gerçekten [really, tulip /ˈtjuːlɪp/ n [C] lâle
genuinely] 3.içtenlikle [sincerely] 4.gerçekten, tummy /ˈtʌmi/ n [C] karın, mide [stomach] T
haklı olarak, çok [very] 5.gerçekte, tumour, tumor AmE /ˈtjuːmə(r)/ n [C]
hakikatte, aslında [in truth, really]
tümör, ur [growth, cancer]
yours truly (mektup sonlarında) saygılarımla tuna /ˈtjuːnə/ n [C] tonbalığı, orkinos [skip-
trumpet /ˈtrʌmpɪt/ n [C] 1.trompet, boru
jack tuna, yellow finned tuna]
[bugle, cornet] 2.borazan [horn] tune /tjuːn/ n [C] 1.nağme, beste [melody]
trunk /trʌŋk/ n [C] 1.ağaç gövdesi [tree trunk]
3.ayarlama, düzeltme, ayar [modification,
2.fil hortumu 3.(kolsuz, bacaksız ve kafasız)
insan vücudu [body] 4. araba bagajı [boot] adjustment]
trunk call şehirlerarası telefon konuşması tunnel1 /ˈtʌn(ə)l/ n [C] tünel [passageway,
trunk road anayol burrow]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
tunnel 228
tunnel2 /ˈtʌn(ə)l/ v [I,T] tünel açmak, tünel tweezers /ˈtwiːzə(r)z/ n pl cımbız
kazmak [burrow, dig] twelfth /twelfθ/ adj on ikinci [12th]
twelve /twelv/ num on iki [12]
turban /ˈtɜː(r)bən/ n [C] türban [headdress] twentieth /ˈtwentiəθ/ adj yirminci [20th]
turbine /ˈtɜː(r)baɪn/ n [C] türbin twenty /ˈtwenti/ num yirmi [20]
twice /twaɪs/ adv 1.iki kere [two times] 2.iki
steam turbine buhar türbini
Turk /tɜː(r)k/ n [C] Türk katı, iki kat [double]
turkey /ˈtɜː(r)ki/ n [C] hindi twin /twɪn/ n [C] 1.ikiz 2.tek yumurta ikizi
Turkey /ˈtɜː(r)ki/ n [C] Türkiye
Turkish1 /ˈtɜː(r)kɪʃ/ adj 1.Türklerle, [identical twin]
twist /twɪst/ v [I,T] 1.bükmek, kıvırmak
Türkçeyle, Türkiye ile ilgili
[bend] 2.kıvrıla kıvrıla gitmek [turn, curve]
Turkish people Türk halkı 3.saptırmak [convolute] 4.döndürmek,
Turkish bath hamam çevirmek [turn, wrench]
Turkish delight lokum twister /ˈtwɪstə(r)/ n [C] 1.informal kasırga
Turkish2 /ˈtɜː(r)kɪʃ/ n [U] Türkçe [tornado, whirlwind] 2.informal dolandırıcı
turn1 /tɜː(r)n/ v [I,T] 1.dönmek, döndürmek, [swindler, embezzler]
çevirmek [rotate, revolve] 2.dönmek two /tuː/ adj, num iki [2]
[twist, spin] 3.(yön) dönmek [go, veer] in twos ikişer ikişer
4.çevirmek [flip] one or two birkaç, bir iki
turn away içeri girmeye izin vermemek type1 /taɪp/ n [C,U] 1.tip, çeşit, tür [kind, sort]
turn sth off/on/down/up açmak, 2.(insan) tür, tip, karakter [character, arlety]
kapatmak, (ses) kısmak 3.matbaa harfi, hurufat [typeface, font]
type2 /taɪp/ v [I,T] 1.daktilo ile yazmak,
turn up varmak daktilo kullanmak [touch-type] 2.türlere,
turn over çevirmek çeşitlere ayırmak [identify, typecast, class]
turn to sb/sth yardım istemek typewriter /ˈtaɪpˌraɪtə(r)/ n [C] daktilo, yazı
turn away başını çevirmek makinesi
take turns sırayla yapmak typhoid /ˈtaɪfɔɪd/ n [U] tifo
turn2 /tɜː(r)n/ n [C] 1.dönüş [change in typhoon /taɪˈfuːn/ n [C] tayfun [storm]
direction, turning] 2.tur [twist, screw] 3.viraj typical /ˈtɪpɪk(ə)l/ adj tipik [characteristic]
[curve, bend] 4. sıra [go, move] typically /ˈtɪpɪkli/ adv tipik olarak
turn for the best/worst ani gelişme [characteristically, normally]
good turn iyilik tyre, tire AmE /ˈtaɪə(r)/ n [C] (araba) lastik,
the turn of the century year başlarında teker
turning /ˈtɜː(r)nɪŋ/ n [C] dönemeç, dönüş
[junction, bend, turn] car tyre araba lastiği
turnip /ˈtɜː(r)nɪp/ n [C,U] şalgam
turquoise /ˈtɜː(r)kwɔɪz/ adj yeşilimsi mavi,
turkuaz [greenish-blue]
turtle /ˈtɜː(r)t(ə)l/ n [C] su kaplumbağası
tusk /tʌsk/ n [C] fil dişi, hayvanlarda dışa
çıkık sivri diş
tutor /ˈtjuːtə(r)/ n [C] 1.özel öğretmen
[teacher, coach] 2.(üniversitede) danışman
öğretmen [advisor, coach]
TV /ˌtiː ˈviː/ n [C,U] 1.televizyon yayını,
televizyon [television, broadcast] 2.televizyon,
televizyon aleti [telly, TV set, television]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
229 unconscious
Uu unbalanced /ʌnˈbælənst/ adj 1.tutarsız
[biased, prejudiced] 2.kaçık, üşütük,
dengesiz [deranged, crazy]
unbelief /ˌʌnbɪˈliːf/ n [U] literary inançsızlık,
inanmama [nonbelief, disbelief]
unbelievable /ˌʌnbɪˈliːvəb(ə)l/ adj inanılmaz,
şaşırtıcı [incredible, astonishing]
unbeliever /ˌʌnbɪˈliːvə(r)/ n [C] inançsız,
imansız [atheist, nonbeliever]
unborn /ʌnˈbɔː(r)n/ adj henüz doğmamış
U, u /juː/ n İngiliz alfabesinin 21. harfi
UFO /ˌjuː ef ˈəʊ/ n [C] UFO [unidentified [expected, embryonic]
flying object] unbreakable /ʌnˈbreɪkəb(ə)l/ adj kırılmaz,
ugh /ux,ʌɡ/ interj (iğrenme belirtir) öö, böö [yuck] dayanıklı [indestructible, durable]
ugly /ˈʌɡli/ adj 1.çirkin [unattractive, disgusting] unbroken /ʌnˈbrəʊkən/ adj 1.kırılmamış,
2.ters, aksi [aggressive, violent, unpleasant] bütün, sağlam [intact, complete] 2.sürekli,
UK /ˌjuː ˈkeɪ/ n sng Birleşik Krallık [United aralıksız [continuous, constant]
Kingdom] unbutton /ʌnˈbʌt(ə)n/ v [T] düğmelerini
ulcer /ˈʌlsə(r)/ n [C] ülser, irinli yara [sore, çözmek/açmak [unfasten, undo]
abscess]
ultimate /ˈʌltɪmət/ adj 1.son, en son [final, uncertain /ʌnˈsɜː(r)t(ə)n/ adj 1.kuşkulu,
conclusive] 2.mükemmel, en büyük, en iyi şüpheli [doubtful, dubious] 2.kararsız, karar
veremeyen [unsure] 3.kararlaştırılmamış,
[supreme, basic, greatest] kesin olmayan [unsettled, unforseeable]
ultimately /ˈʌltɪmətli/ adv en sonunda,
4.değişebilir, kararsız [changeable, unpredictable]
sonuçta [finally, in the end] uncivilised, uncivilized AmE /ʌnˈsɪvəlaɪzd/
ultra /ʌltrə/ prefix aşırı, son derece
adj medeniyetsiz, vahşi [wild, uncouth]
[extremely, very] uncle /ˈʌŋk(ə)l/ n [C] amca, enişte, dayı
ultrasonic /ˌʌltrəˈsɒnɪk/ adj ultrasonik
ultraviolet /ˌʌltrəˈvaɪələt/ adj ultraviyole, Uncle Sam Amerika, Sam Amca
unclean /ʌnˈkliːn/ adj kiril, pis [dirty, filthy]
morötesi unclear /ʌnˈklɪə(r)/ adj zor anlaşılır, karışık,
umbrella /ʌmˈbrelə/ n [C] 1.şemsiye
2.himaye, koruyucu güç [protection] belirsiz [uncertain, ambiguous]
UN /ən/ n sng Birleşmiş Milletler [United uncomfortable /ʌnˈkʌmftəb(ə)l/ adj
Nations] 1.rahatsız, rahat olmayan, konforsuz
un- /ən/ prefix -sız, -siz [awkward, cramped] 2.rahatsız edici
unable /ʌnˈeɪb(ə)l/ adj yapamaz, elinden [uneasy, embarrassed]
gelmez, gücü yetmez, -amadı, -emedi uncommon /ʌnˈkɒmən/ adj 1.nadir, seyrek,
yaygın olmayan [rare, infrequent] 2.acayip,
[incapable, powerless] olağan dışı, nadir [unusual, extraordinary,
unacceptable /ˌʌnəkˈseptəb(ə)l/ adj kabul bizarre]
edilemez [intolerable, disagreeable] unconnected /ˌʌnkəˈnektɪd/ adj 1.birbirine T
unauthorised, unauthorized AmE
bağlı olmayan, ayrı [separate] 2.tutarsız,
/ʌnˈɔːθəraɪzd/ adj yetkisiz, izinsiz [unoffical,
illegal] ilgisiz [unrelated] U
unavoidable /ˌʌnəˈvɔɪdəb(ə)l/ adj kaçınılmaz, unconscious /ˈkɒnʃəs/ adj 1.baygın,
önüne geçilmez [inevitable, certain, fated]
unaware /ˌʌnəˈweə(r)/ adj habersiz, kendinde değil [senseless, insensible]
farkında olmayan [unsuspecting, ignorant, 2.bilmeden, kasıtsız, bilinçaltı [unintentional,
unknowing] accidental, subconscious]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
uncountable 230
uncountable /ʌnˈkaʊntəb(ə)l/ adj sayısız, understand /ˌʌndə(r)ˈstænd/ v pt, pp
sayılamayan [infinite] understood 1.anlamak [comprehend]
under /ˈʌndə(r)/ prep 1.altında, altına, 2.işitmek, öğrenmek, haberi olmak [hear,
altından [below, beneath] 2.-den az, -den assume]
aşağı, -in altında [less than] 3.-in
make oneself understood derdini
yönetiminde [governed by, subject to] anlatmak, amacını açıkça anlatmak/
under the cover (of) -e sığınmış/
belirtebilmek
understandable /ˌʌndə(r)ˈstændəb(ə)l/ adj
gizlenmiş anlaşılır, anlaşılması mümkün [reasonable,
underclothes /ˈʌndə(r)ˌkləʊðz/ n pl iç justifiable]
understanding /ˌʌndə(r)ˈstændɪŋ/ n [C,U]
çamaşırlar [underwear, lingerie]
undercover /ˌʌndə(r)ˈkʌvə(r)/ adj gizli, 1.anlayış, kavrama gücü [interpretation,
perception] 2.bilgi, kabiliyet [knowledge,
gizli çalışan [secret, concealed] comprehension, proficiency]
underdeveloped /ˌʌndə(r)dɪˈveləpt/ adj understood bkz understand
undervalue /ˌʌndə(r)ˈvæljuː/ v [T] az değer
az gelişmiş, gelişmemiş [developing,
vermek, küçümsemek [underestimate,
undeveloped]
underdone /ˌʌndə(r)ˈdʌn/ adj yeterince depreciate]
underwater /ˌʌndə(r)ˈwɔːtə(r)/ adj su altı,
pişmemiş, az pişmiş [half-cooked, rare]
undergarment /ˈʌndə(r)ˌɡɑː(r)mənt/ n [C] su altında [undersea, subaquatic]
underwear /ˈʌndə(r)ˌweə(r)/ n [U] iç
old-fashioned iç çamaşırı [underwear,
çamaşırı [underclothes, lingerie]
underclothes] underworld /ˈʌndə(r)ˌwɜː(r)ld/ n sng
underground1 /ˈʌndə(r)ˌɡraʊnd/ adj 1.yeraltı 1.ölüler diyarı [hell, Hades] 2.yeraltı
dünyası, suçlular dünyası [criminal, gangland]
[subterranean, buried] 2.gizli, yeraltı [secret, undress /ʌnˈdres/ v [I,T] soyunmak,
clandestine] soymak, giysilerini çıkarmak [disrobe, strip]
underground organization yeraltı örgütü unearned /ʌnˈɜː(r)nd/ adj çalışarak
underground2 /ˈʌndə(r)ˌɡraʊnd/ adv yeraltı kazanılmamış, hak edilmemiş
unemployed /ˌʌnɪmˈplɔɪd/ adj işsiz [jobless,
[below ground]
out of work, idle]
underground3 /ˈʌndə(r)ˌɡraʊnd/ n sng the unemployed işsizler
1.yönetime karşı olan yeraltı, yasa dışı
çete [resistance, opposition] 2.metro [tube, metro]
underline /ˌʌndə(r)ˈlaɪn/ v [T] 1.altını
çizmek [underscore, mark] 2.belirtmek, unemployed
parmak basmak [emphasize, accentuate]
underneath /ˌʌndə(r)ˈniːθ/ prep altına,
altında [under, below]
underpants /ˈʌndə(r)ˌpænts/ n pl don, külot unemployment /ˌʌnɪmˈplɔɪmənt/ n [U]
işsizlik [joblessness]
[underclothes, underwear]
underpass /ˈʌndə(r)ˌpɑːs/ n [C] alt geçit uneven /ʌnˈiːv(ə)n/ adj 1.düz olmayan,
[subway] yamuk, eğri, eğri büğrü, pürüzlü [rough]
undersea /ˌʌndə(r)ˈsiː/ adj denizaltı 2.eşit olmayan, eşitsiz, farklı, haksız
[subaqua, underwater] [unequal, unbalanced]
undershirt /ˈʌndə(r)ˌʃɜː(r)t/ n [C] atlet, fanila unfair /ʌnˈfeə(r)/ adj haksız, adaletsiz,
[vest] hileli [unjust, unreasonable, dishonest]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
231 unlike
unfamiliar /ˌʌnfəˈmɪljə(r)/ adj alışılmamış, uniform2 /ˈjuːnɪfɔː(r)m/ adj tek biçimli, aynı,
aşina olmayan, bilinmeyen [strange, unknown] birörnek [consistent, standardized]
unfavourable, unfavorable AmE unify /ˈjuːnɪfaɪ/ v [T] bütünleştirmek,
/ʌnˈfeɪv(ə)rəb(ə)l/ adj uygun olmayan, birleştirmek, bütün haline getirmek [unite,
elverişsiz, aksi, ters, kötü [adverse, bad, amalgamate]
detrimental] unimaginable /ˌʌnɪˈmædʒɪnəb(ə)l/ adj hayal
unfinished /ʌnˈfɪnɪʃt/ adj bitmemiş, edilemez, inanılmaz [unbelievable]
tamamlanmamış, bitirilmemiş [incomplete] union /ˈjuːnjən/ n [C,U] 1.birleşme,
unfit /ʌnˈfɪt/ adj 1.uygunsuz, yetersiz birleştirme [amalgamation, joining] 2.sendika
[incapable, inadequate, unsuitable] 2.formsuz, [league, guild] 3.evlilik, birleşme [marriage,
partnership]
formdan düşmüş, formda değil [out of
unique /juːˈniːk/ yegâne, tek, biricik, nadir,
shape, unhealthy]
az bulunur, eşsiz, tek, ayrı [single, lone,
unfold /ʌnˈfəʊld/ v [I,T] 1.(katlanmış bir şeyi)
incomparable]
açmak, kıvrımlarını açmak [spread, open, unisex /ˈjuːnɪˌseks/ adj her iki cinse uygun,
unfurl] 2.göz önüne sermek, açıklamak, üniseks
unit /ˈjuːnɪt/ n [C] 1.birim [measure,
ortaya çıkarmak [develop, evolve, take
measurement] 2.ünite [section, module]
place, happen]
unforgettable /ˌʌnfə(r)ˈɡetəb(ə)l/ adj 3.parça, bölüm [part, component] 4.birlik
unutulmaz [memorable, remarkable] [division, troop]
unfortunate1 /ʌnˈfɔː(r)tʃ(ə)nət/ adj talihsiz, unitary /ˈjuːnɪt(ə)ri/ adj formal üniter,
şanssız, bahtsız [unlucky, ill-fated, regrettable] bölünmez [individual]
unfortunate2 /ʌnˈfɔː(r)tʃ(ə)nət/ n [C] literary unite /juːˈnaɪt/ v [I,T] birleştirmek,
şanssız, bahtsız kimse, talihsiz kimse birleşmek, bağlamak [join, amalgamate]
unity /ˈjuːnəti/ n [U] birlik, ittifak, birleşme
[loser, victim]
unfortunately /ʌnˈfɔː(r)tʃ(ə)nətli/ adv ne [agreement, accord, union]
universal /ˌjuːnɪˈvɜː(r)s(ə)l/ adj evrensel,
yazık ki, maalesef [unluckily, sadly]
unhappy /ʌnˈhæpi/ adj 1.mutsuz, üzüntülü, dünya çapında, genel, yaygın [widespread,
kederli [sad, blue] 2.formal uygunsuz, common]
talihsiz [unlucky, cursed] universe /ˈjuːnɪˌvɜː(r)s/ n sng evren, kâinat,
unhealthy /ʌnˈhelθi/ adj 1.sağlıksız, sağlığa âlem [cosmos, creation]
zararlı [harmful, detrimental] 2.sağlıksız, university /ˌjuːnɪˈvɜː(r)səti/ n [C] üniversite
hastalıklı [sick, ailing] [college]
unheard /ʌnˈhɜː(r)d/ adj işitilmemiş, unknown1 /ʌnˈnəʊn/ adj bilinmeyen,
duyulmamış, duyulmadık [unprecedented, meçhul, tanınmayan [unidentified, anonymous,
unfamiliar] unfamiliar, indefinite]
uni- /ˈjuːni/ prefix bir tek, bir kere [single] unknown2 /ʌnˈnəʊn/ n [C] bilinmeyen
unidirectional tek yönlü kimse, tanınmayan kimse, ünlü olmayan
UNICEF /ˈjuːnɪsef/ n [U] Birleşmiş Milletler
kimse, yabancı [nobody, nonentity] U
Uluslarası Çocuk Fonu [United Nations
unless /ənˈles/ conj -medikçe, -madıkça,
international Children’s Fund] -mezse
uniform1 /ˈjuːnɪfɔː(r)m/ n [C] üniforma [outfit, unlike /ʌnˈlaɪk/ prep -den farklı, -in aksine
livery] [as opposed to]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
unlikely 232
unlikely /ʌnˈlaɪkli/ adj 1.muhtemel up and down /ʌpənd daʊn/ adv aşağı
olmayan, olası değil [improbable, doubtful] yukarı doğru [bounce]
2.anlamsız, saçma, inanılmaz, gerçeğe upbringing /ˈʌpˌbrɪŋɪŋ/ n sng çocuk bakım
aykırı [unbelievable, implausible] ve eğitimi, yetişme, yetişim [raising, education]
unlock /ʌnˈlɒk/ v [T] kilidi açmak, çözmek, upcoming /ˈʌpˌkʌmɪŋ/ adj yakında
açmak, meydana çıkarmak [undo, release] gerçekleşen, yaklaşan [future, forthcoming]
unlucky /ʌnˈlʌki/ adj şanssız, talihsiz,
update /ʌpˈdeɪt/ v [T] modernleştirmek,
uğursuz [unfortunate, luckless] çağdaşlaştırmak, güncellemek [revise,
unnecessary /ʌnˈnesəs(ə)ri/ adj gereksiz, amend, modernize]
lüzumsuz, faydasız [needless, excessive, upgrade1 /ʌpˈɡreɪd/ v [I,T] terfi ettirmek,
pointless] yükseltmek [improve, modernize]
unquestionable /ʌnˈkwestʃ(ə)nəb(ə)l/ adj upgrade2 /ʌpˈɡreɪd/ n [C] üst modele geçiş
tartışılmaz, kesin, şüphe götürmez [improvement]
[certain, absolute] uphill /ˈʌphɪl/ adj 1.yokuş yukarı [ascending,
unreal /ˌʌnˈrɪəl/ adj gerçek olmayan, hayali
climbing, upward] 2.çok zorlu [difficult]
[imaginary, dreamlike] upon /əˈpɒn/ prep formal üzerinde, üzerine
unselfish /ʌnˈselfɪʃ/ adj bencil olmayan,
[on]
cömert, fedakâr [generous, altruistic] upper1 /ˈʌpə(r)/ adj üst, üstteki [higher, top]
unskilled /ʌnˈskɪld/ adj vasıfsız, upper2 /ˈʌpə(r)/ n [C] ayakkabının üst
deneyimsiz, beceriksiz [untrained, kısmı/yüzeyi [top]
upper case /ˈʌpə(r)keɪs/ adj technical büyük
inexperienced]
unthinkable /ʌnˈθɪŋkəb(ə)l/ adj olanaksız, harf [capital]
upset /ʌpˈset/ adj (mide) bozukluk,
düşünülmez, inanılmaz [unimaginable,
rahatsızlık [bad, sick]
absurd] upset /ʌpˈset/ v [T] pt, pp upset
untidy /ʌnˈtaɪdi/ adj düzensiz, dağınık
1.devirmek, bozmak, altüst etmek [disrupt,
[messy, chaotic]
until /ənˈtɪl/ prep -e kadar, -e dek, inceye spoil] 2.üzmek, neşesini kaçırmak,
kadar telaşlandırmak [distress, sadden]
unusual /ʌnˈjuːʒʊəl/ adj olağan olmayan, upside /ˈʌpsaɪd/ n sng avantaj [advantage]
upside down /ˈʌpsaɪd daʊn/ adv alt üst, baş
alışılmamış, ender, görülmedik
aşağı [inverted, wrong way up]
[extraordinary, curious] upstairs1 /ʌpˈsteə(r)z/ adj, adv yukarıya, üst
unwanted /ʌnˈwɒntɪd/ adj istenmeyen
[undesired, rejected]
unzip /ʌnˈzɪp/ v [T] (fermuarını) açmak [undo, kata, yukarıda, üst katta [upper floor]
upstairs2 /ʌpˈsteə(r)z/ n sng üst kat [upper
open]
up1 /ʌp/ adv 1.yukarıya 2. daha yüksek bir storey]
up-to-date /ʌptʊdeɪt/ adj modern, güncel
seviyeye, daha da fazla [more]
up2 /ʌp/ prep yukarı, yukarı giden, yüksekte [modern, recent, latest]
up3 /ʌp/ adj 1.çalışır durumda [in operation] upward /ˈʌpwə(r)d/ adj artan, yükselen
2.bitik şekilde, sonunda [finished, over] [increased, popular]
3.tamirde, onarımda [apart, in pieces] upwards /ˈʌpwə(r)dz/ adv yukarıya doğru
up4 /ʌp/ v [C,U] kalkmak, zıplamak [stand
up, get up] [upward, up]
Uranus /ˈjʊɹənəs/ n sng Uranüs
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
233 U-turn
urban /ˈɜː(r)bən/ adj kent ile ilgili, şehirsel, useful /ˈjuːsf(ə)l/ adj yararlı, faydalı
kentsel [civic, municipal, city] [helpful, advantageous]
urge /ɜː(r)dʒ/ v [T] ikna etmek, önermek useless /ˈjuːsləs/ adj yararsız, faydasız,
[advise, suggest] işe yaramaz [worthless, hopeless]
urge sb on ileri sürmek, sevk etmek, user /ˈjuːzə(r)/ n [C] kullanıcı [operator, handler]
cesaretlendirmek usual /ˈjuːʒʊəl/ adj olağan, her zamanki,
urgent /ˈɜː(r)dʒ(ə)nt/ adj acil, ivedi, önemli alışılmış [normal, ordinary]
[crucial, pressing] usually /ˈjuːʒʊəli/ adv çoğunlukla, genellikle
us /ʌs/ pron bizi
US, USA /ˌjuː es ˈeɪ/ n sng Amerika Birleşik [normally, as a rule]
utilise, utilize AmE /ˈjuːtɪlaɪz/ v [T]formal
Devletleri [United States of America]
kullanmak, yararlanmak, değerlendirmek
usable /ˈjuːzəb(ə)l/ adj kullanılabilir
[use, employ]
[practicable, available]
usage /ˈjuːsɪdʒ/ n [C,U] kullanım, kullanış U-turn /tɜː(r)n/ n [C] U dönüşü
[use, method]
USB /ˌjuː es ˈbiː/ n [C,U] technical USB,
bilgisayara veri girişinde veya çıkışında
kullanılan bir bağlantı noktasıdır,
[universal serial bus]
use1 /juːz/ v [I,T] 1.kullanmak [utilize, employ]
2.kullanmak, suistimal etmek, çıkar
sağlamak [abuse, take advantage of] 3.yakmak,
harcamak, tüketmek [consume, burn up, spend]
use sth up bitirmek, sonuna kadar
kullanmak
make use of iyi değerlendirmek
use2 /juːz/ n [C,U] kullanım [utilization,
application]
find/have a use for fayda görmek, bir işe
yaramak
put sth to good use bir şeyi (yetenek, bilgi)
amacına uygun, değerlendirmek
have/lose the use of ... yeteneğini
kaybetmek
no use işe yaramamak, faydası olmamak
it’s/ there’s no use doing sth hiç faydası
yok
what’s the use of doing sth ne gereği var U
in use kullanımda, devrede
used /juːzd/ adj kullanılmış, eski [secondhand,
cast-off]
be used to sth sb alışık olmak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
vacancy 234
Vv vampire /ˈvæmpaɪə(r)/ n [C] vampir
vampire(s)
V, v /vi:/ n İngiliz alfabesinin 22. harfi van /væn/ n [C] 1.kamyonet [transit van, truck]
vacancy /ˈveɪkənsi/ n [C] 1.(otel, pansiyon, vb.) 2.eşya ya da yük vagonu [carriage]
vanilla /vəˈnɪlə/ n [U] vanilya
boş oda, boş yer [empty room] 2.boşluk vanish /ˈvænɪʃ/ v [I] 1.gözden kaybolmak,
[free time] 3.(iş) boş yer, kadro [unoccupied kayıplara karışmak, ortadan yok olmak
position] [disappear] 2.yok olmak, nesli tükenmek,
vacant /ˈveɪkənt/ adj 1.(ev, otel, vb.) boş tarihe karışmak [die out, cease, fade away]
vaporise, vaporize AmE /ˈveɪpəraɪz/ v [I,T]
[unoccupied, empty] 2.formal (iş) boş kadro, buharlaşmak, buharlaştırmak [evaporate]
işçi ihtiyacı [available] 3.written boş, dalgın
[vague, absent-minded] vaporiser, vaporizer AmE /ˈveɪpəraɪzə/
n [C] buharlaştırıcı [evaporator]
vacate /vəˈkeɪt/ v [T] formal boşaltmak, vapour, vapor AmE /ˈveɪpə(r)/ n [C,U]
tahliye etmek [leave, evacuate] buğu, buhar, duman [mist, gas]
variety /vəˈraɪəti/ n [C,U] değişiklik, farklılık,
vacation /vəˈkeɪʃ(ə)n/ n [C] 1.(üniversite)
başkalık [diversity, variation]
tatil [university holiday, break] 2.tatil [holiday] variety of tür, nevi, cins, çeşit
vacuum /ˈvækjʊəm/ n [C] 1.boşluk
[emptiness, space] 2.boşluk, vakum [void] variety show varyete, eğlence
valentine /ˈvæləntaɪn/ n [C] 1.sevgililer various /ˈveəriəs/ adj 1.çeşitli, değişik, türlü
gününde gönderilen kart, mektup, resim, türlü [different, assorted] 2.çok sayıda,
vb. [romantic] 2.sevgili [sweetheart] birçok [several, numerous]
valid /ˈvælɪd/ adj 1.sağlam temele vary /ˈveəri/ v [I] 1.çeşitli olmak, değişik
oturtulmuş, makul, mantıklı, geçerli olmak [change, differ] 2.değişmek, başka
[logical, reasonable] 2.yasal, meşru, hale dönmek 3.değiştirmek, değişiklik
geçerli [legal, authentic] 3.geçerli, yasal, yapmak [diversify, alternate]
vase /vɑːz/ n [C] vazo [jar, container]
kanuni [effective, legitimate]
a vase of roses bir vazo gül
valley /ˈvæli/ n [C] vadi [hollow, dale] Vaseline /ˈvæsəliːn/ n [U] trademark vazelin
valuable /ˈvæljʊb(ə)l/ adj 1.değerli, kıymetli vast /vɑːst/ adj 1.çok geniş, engin [wide,
[important] 2.değerli, pahalı [precious] broad] 2.çok, pek çok, hesapsız
valuables /ˈvæljʊb(ə)lz/ n [C,U] [excessive, extreme]
veg /vedʒ/ n [C,U] informal sebze [vegetables]
mücevherat, kıymetli eşya [jewellery] vegetable /ˈvedʒtəb(ə)l/ n [C,U] sebze [veg,
valuation /ˌvæljʊˈeɪʃ(ə)n/ n [C,U] değer veggie]
vegetarian /ˌvedʒəˈteəriən/ n [C]
biçme, kıymet takdiri [estimation]
value1 /ˈvæljuː/ n [C,U] 1.değer, kıymet, vejetaryen, etyemez [veggie]
vegetation /ˌvedʒəˈteɪʃ(ə)n/ n [U] formal
önem, itibar [worth, importance] 2.para
değeri, kıymet, değer [monetary cost] bitki örtüsü, bitkiler, yeşillik [foliage, flora]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
235 villa
vehicle /ˈviːɪk(ə)l/ n [C] formal 1.binek veterinary BrE /ˈvet(ə)rənəri/ adj
aracı, taşıt, nakil aracı [transport, car, bus]
2.araç, iletme aracı [means, insturment] veterinerlikle ilgili
veto1 /ˈviːtəʊ/ v [T] veto etmek [prohibit, refuse]
velvet /ˈvelvɪt/ n [U] kadife veto2 /ˈviːtəʊ/ n [C] veto [ban, prohibition]
vendor /ˈvendə(r)/ n [C] satıcı [seller] via /ˈviːə/ prep 1.yolu ile, -den geçerek
ventilator /ˈventɪleɪtə(r)/ n [C] vantilatör,
[through] 2.aracılığıyla, üzerinden [by, on]
havalandırma sistemi [fan, air-conditioner] viaduct /ˈvaɪəˌdʌkt/ n [C] viyadük [bridge]
Venus /ˈveːnʊs/ n sng Venüs vice /vaɪs/ n [C,U] 1.mengene 2.kötü
verbal /ˈvɜː(r)b(ə)l/ adj sözlü, ağızdan,
alışkanlık, kötü yaşam, ahlak bozukluğu
sözel [oral]
verbal abuse sözlü saldırı [wickedness, corruption] 3.ayıp, kusur,
verse /vɜː(r)s/ n [C] 1.şiir, nazım, koşuk
[poem] 2.mısra, dize 3.ayet leke [fault, blemish]
version /ˈvɜː(r)ʃ(ə)n/ n [C] 1.yorum [account, vice- /vaɪs/ prefix yardımcı, yerine hareket
interpretation] 2.çeviri, tercüme [translation]
3.versiyon, uyarlama [adaptation, design] eden, yerine geçen [assistant]
versus /ˈvɜː(r)səs/ prep -e karşı [against]
vertical /ˈvɜː(r)tɪk(ə)l/ adj dikey, düşey the vice-captain yardımcı kaptan
[upright, erect] vice versa /ˌvaɪs ˈvɜː(r)sə/ adv tersine,
very1 /ˈveri/ adv 1.çok [much, a lot] 2.en
üstünlük derecesinde sıfatlar veya ‛first’, karşılıklı olarak [conversely, inversely]
‛last’, ‛own’, ‛same’ gibi sıfatlardan önce victim /ˈvɪktɪm/ n [C] kurban [casualty, target]
vurguyu artırmak için kullanılır [absolute] victor /ˈvɪktə(r)/ n [C] formal kazanan, galip
very well tamam tamam, pekâlâ
very2 /ˈveri/ adj 1.ta kendisi, aynı, tam [winner, champion]
[exact, precise] 2.bile [actual, real] 3.en [exact, victorious /vɪkˈtɔːriəs/ adj muzaffer, galip
else]
vessel /ˈves(ə)l/ n [C] 1.gemi, tekne [ship, [winning, triumphant]
boat] 2.(kova, fıçı, şişe, vb.) kap [pot, bowl]
blood vessel damar a victorious army galip bir ordu
vest /vest/ n [C] 1.atlet, fanila [undershirt] victory /ˈvɪkt(ə)ri/ n [C,U] zafer, utku,
2.AmE yelek [waistcoat BrE]
vet /vet/ n [C] veteriner, baytar [veterinary galibiyet [win, conquest]
surgeon BrE] video /ˈvɪdiəʊ/ n [C] video
veteran /ˈvet(ə)rən/ n 1.kıdemli, eski, videotape /ˈvɪdiəʊˌteɪp/ n [C,U] videoteyp,
deneyimli [old hand, expert] 2.(eşya) eski,
emektar [master, past master] 3.gazi video bandı [video]
[battle-scarred soldier] view1 /vjuː/ n [C,U] 1.görüş, görünüş
veterinarian /ˌvet(ə)rɪˈneəriən/ n [C]
veteriner [veterinary surgeon BrE, vet] [opinion, attitude] 2.manzara [scene, landscape]
veterinarian 3.bakış, görüş, manzara [outlook, panorama]
4.görüş, düşünce, kanı [belief]
in view of -e bakarak, -i göz önünde
bulundurarak
take a dim poor view of küçük görmek,
olumsuz düşünmek
with a view to amacıyla, -mek için
view2 /vjuː/ v [T] 1.üzerinde düşünmek,
değerlendirmek [think, consider] 2.formal
bakmak, görmek, izlemek [watch, observe]
viewer /ˈvjuːə(r)/ n [C] televizyon izleyen
kimse, seyirci, izleyici [spectator, audience] VU
viewpoint /ˈvjuːˌpɔɪnt/ n [C] görüş açısı,
bakış açısı [standpoint, point of view]
villa /ˈvɪlə/ n [C] villa [country house,
holiday house]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
village 236
village /ˈvɪlɪdʒ/ n [C] köy [hamlet] visibility /ˌvɪzəˈbɪləti/ n [U] görünürlük,
villager /ˈvɪlɪdʒə(r)/ n [C] köylü [peasant]
vine /vaɪn/ n [C] 1.asma [grapevine] görüş mesafesi [clarity, discernibility]
visible /ˈvɪzəb(ə)l/ adj görülebilir, görünür
2.sarmaşık [climber, rambler]
vinegar /ˈvɪnɪɡə(r)/ n [U] sirke [apparent, noticeable, obvious]
vineyard /ˈvɪnjə(r)d/ n [C] üzüm bağı visibly /ˈvɪzəbli/ adv görülebilir şekilde
viola /viˈəʊlə/ n [C] viyola
violate /ˈvaɪəleɪt/ v [T] 1.bozmak, çiğnemek, [noticeably, obviously]
vision /ˈvɪʒ(ə)n/ n [C,U] 1.görme gücü,
uymamak [break, contravene] 2.saygısızlık görme [sight, eyesight] 2.ileriyi görme,
etmek, ihlal etmek [desecrate, abuse] yaratıcılık [foresight, discernment] 3.hayal,
3.tecavüz etmek, saldırmak [disrespect, düş, tasavvur [hallucination, apparition, image]
ignore] visionary /ˈvɪʒən(ə)ri/ adj ileri görüşlü,
violence /ˈvaɪələns/ n [U] 1.zorbalık,
yapıcı [creative, imaginary]
şiddet, kaba kuvvet [fighting, brutality] visit1 /ˈvɪzɪt/ v [I,T] 1.ziyaret etmek,
2.şiddet [aggression, intensity] görmeye gitmek [go to] 2.teftiş etmek,
violent /ˈvaɪələnt/ adj 1.sert, şiddetli, vahşi
resmî ziyarete gitmek [call in on, drop in on,
[brutal, aggressive] 2.güçlü, kuvvetli, stay with] 3.formal (doktor) muayeneye
etkili [powerful, sudden] 3.acı veren,
can yakan [painful, difficult] 4.şiddetle ilgili gitmek [see, have an appointment with]
olan [destructive, brutal, cruel] visit2 /ˈvɪzɪt/ n [C] 1.ziyaret [chat, stay]
violet /ˈvaɪələt/ n [C,U] 1.menekşe 2.teftiş, resmî ziyaret [inspection]
2.menekşe rengi [lilac, pale purple] 3.muayene, vizite [appointment]
violin /ˌvaɪəˈlɪn/ n [C] keman visitor /ˈvɪzɪtə(r)/ n [C] ziyaretçi [guest, caller]
visual /ˈvɪʒʊəl/ adj 1.görsel [optical, ocular]
2.görsel, görülebilir [observable]
violin the visual arts görsel sanatlar
visually /ˈvɪʒʊəli/ adv görsel olarak,
görsel açıdan
vitamin /ˈvɪtəmɪn/ n [C] vitamin [nutrient]
vocabulary /vəʊˈkæbjʊləri/ n [C,U] 1.kelime
hazinesi, sözcük dağarcığı [lexicon]
VIP /ˌviː aɪ ˈpiː/ n [C] çok önemli şahıs, VIP 2.yeni sözcük, sözlük, kelime bilgisi [words]
[dignitary, very important person] vocal /ˈvəʊk(ə)l/ adj sesle ilgili [spoken, oral]
vocation /vəʊˈkeɪʃ(ə)n/ n [C] yetenek,
Virgo /ˈvɜː(r)ɡəʊ/ n [C,U] Başak burcu
virtual /ˈvɜː(r)tʃʊəl/ adj gerçek [practical, kabiliyet, misyon [calling, profession]
effective] vocational /vəʊˈkeɪʃ(ə)nəl/ adj mesleki
virtually /ˈvɜː(r)tʃʊəli/ adv hemen hemen,
[skilled]
neredeyse [practically, almost, as good as] voice /vɔɪs/ n [C,U] 1.ses [sound, articulation]
virtue /ˈvɜː(r)tʃuː/ n [C,U] 1.formal fazilet,
2.söylem, düşünce, fikir [say, view]
erdem [goodness, incorruptibility, integrity]
give voice to ifade etmek, açıklamak,
2.üstünlük, avantaj, artı [merit, advantage]
by virtue of -den dolayı, -in sayesinde dile getirmek, söylemek
virus /ˈvaɪrəs/ n [C] virüs voiced /vɔɪst/ adj vokal, sesli [sonant]
visa /ˈviːzə/ n [C] vize [permit] volcanic /vɒlˈkænɪk/ adj volkanik
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
237 vulture
volcano /vɒlˈkeɪnəʊ/ n [C] volkan, yanardağ
volcano
volleyball /ˈvɒliˌbɔːl/ n [U] voleybol
volt /vəʊlt/ n [C] volt
voltage /ˈvəʊltɪdʒ/ n [C,U] voltaj
volume /ˈvɒljuːm/ n [C,U] 1.(ses) güç, şiddet
[sound, noise] 2.hacim, oylum [capacity]
3.cilt, sayı [book, part]
voluntarily /ˌvɒlənˈteərɪli/ adv isteyerek,
bilerek [willingly, by choice]
voluntary /ˈvɒlənt(ə)ri/ adj 1.gönüllü, kişinin
kendisi tarafından seçilen [intended, d
eliberate] 2.gönüllü [free, gratuitous]
volunteer1 /ˌvɒlənˈtɪə(r)/ n [C] 1.denek
[contributor] 2.gönüllü [helper]
volunteer2 /ˌvɒlənˈtɪə(r)/ v [I,T] 1.ücret
istemeden hizmet sunmak [offer] 2.gönüllü
askere gitmek [step forward]
vomit /ˈvɒmɪt/ v [I,T] kusmak [be sick, throw up]
vote1 /vəʊt/ v [I,T] oy vermek [choose, elect]
vote on sth oya koymak, oylamak
vote sth down oylarla yenmek, alt etmek,
reddetmek
vote2 /vəʊt/ n [C] oy [election, poll]
voter /ˈvəʊtə(r)/ n [C] seçmen [elector, electorate]
vowel /ˈvaʊəl/ n [C] ünlü, sesli harf [a, e, i, o,]
voyage /ˈvɔɪɪdʒ/ n [C] seyahat, yolculuk,
gezi [journey, crossing]
vulture /ˈvʌltʃə(r)/ n [C] akbaba
vulture
VU
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
wage 238
Ww waIkie-talkie /ˌwɔːki ˈtɔːki/ n [C] portatif
alıcı-verici aygıt, telsiz [two-way radio]
walkman /ˈwɔːkmən/ n [C] trademark
taşınabilir/portatif kasetçalar, volkmen
wall /wɔːl/ n [C] 1.duvar [partition] 2.sur
[rampart]
wallet /ˈwɒlɪt/ n [C] cüzdan [holder, pocket
book, purse]
W, w /ˈdʌb(ə)ljuː/ n İngiliz alfabesinin 23. wallet
harfi
wallpaper /ˈwɔːlˌpeɪpə(r)/ n [C,U] duvar
wage /weɪdʒ/ n [C] ücret, maaş [salary] kâğıdı [covering, paper]
wagon /ˈwæɡən/ n [C] 1.dört tekerlekli yük
walnut /ˈwɔːlnʌt/ n [C] ceviz
arabası [cart] 2.tren vagonu [container, wand /wɒnd/ n [C] sihirbaz değneği [stick,
freight car, truck] magic wand]
waist /weɪst/ n [C] bel [waistline] wander /ˈwɒndə(r)/ v [I,T] 1.(belli bir amacı
waistband /ˈweɪs(t)ˌbænd/ n [C,U] kemer olmadan) dolaşmak, gezmek [saunter, roam,
waistline /ˈweɪs(t)ˌlaɪn/ n sng bel genişliği, drift] 2.konudan konuya gezinmek, bir
beden ölçüsü [waist]
wait1 /weɪt/ v [I] beklemek [stay, remain] konudan öbürüne atlamak [digress]
wait2 /weɪt/ n sng bekleme, bekleyiş [delay, wanderer /ˈwɒndərər/ n [C] seyyah, gezgin
pause]
waiter /ˈweɪtə(r)/ n [C] garson [attendant, [traveller, drifter]
steward] want /wɒnt/ v [T] 1.istemek [wish, would like]
waitress /ˈweɪtrəs/ n [C] bayan garson
[attendant, stewardess] 2. -e gereksinimi olmak, istemek, ihtiyacı
olmak, lazım [need, call for] 4.talep etmek,
waitress istemek [demand]
want in/out (bir şeye ya da bir yere) girmeyi/
wake /weɪk/ v [I,T] pt woke, waked, pp çıkmayı istemek
woken, waked 1.uyanmak [wake up] want for nothing hiçbir şeyden mahrum
2.uyandırmak [awake] veya yoksun olmamak, hiçbir şeye ihtiyacı
olmamak
walk1 /wɔːk/ v [I,T] 1.yürümek [step, trek, go] wanted /ˈwɒntɪd/ adj aranan
2.yürüyüşe çıkarmak, gezdirmek [escort, war /wɔː(r)/ n [C,U] savaş [fighting, hostilities]
company] ward /wɔː(r)d/ n [C] 1.semt, bölge [area,
region] 2. koğuş [hospital ward, room]
walk 3.law vesayet [dependant, charge]
-ward, -wards / wə(r)d , wə(r)dz/ suffix -e
walk2 /wɔːk/ n [C] yürüyüş, gezinti [stroll, doğru
ramble] wardrobe /ˈwɔː(r)drəʊb/ n [C] giysi dolabı,
gardırop [cupboard, closet]
-ware /weə(r)/ suffix aynı tür, aynı iş için
olan ürünler [items, goods]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
239 way
warehouse /ˈweə(r)ˌhaʊs/ n [C] depo, waste1 /weɪst/ n [C,U] 1.harcama, ziyan,
ambar [store, depot] kayıp [misuse] 2.çöp, artık [rubbish] 3.literary
warm1 /wɔː(r)m/ adj 1.sıcak, ılık [hot] ıssız yer, boş arazi [desert, wilderness]
2.arkadaşça, sevecen, sıcak [friendly,
affectionate] waste2 /weɪst/ v [T] 1.israf etmek, boş yere
warm2 /wɔː(r)m/ v [T] ısınmak [heat, reheat] harcamak, çarçur etmek [squander, fritter
warm-up /wɔː(r)mʌp/ n [C] idman yapma,
ısınma [exercise] away] 2.gittikçe zayıflatmak, eritmek,
warmth /wɔː(r)mθ/ n [U] 1.sıcaklık [heat] tüketmek [emaciate, weaken] 3.harap
2.içtenlik, sevecenlik [affection, friendliness] etmek [devastate]
warn /wɔː(r)n/ v [I,T] uyarmak, ikaz etmek
[notify, advise] waste away erimek, tükenmek
waste3 /weɪst/ adj kullanılmayan, işe
warn sb against uyarmak, ikaz etmek
warning /ˈwɔː(r)nɪŋ/ n [C,U] uyarı, ikaz, yaramayan, istenmeyen, boş [unwanted,
useless]
waste basket AmE /weɪstˈbɑːskɪt/ n [C] çöp
sepeti [bin, wastepaper basket]
ihtar, tembih [notice, threat, alarm]
without warning uyarı yapmadan waste basket
warranty /ˈwɒrənti/ n [C] garanti, garanti
belgesi [guarantee, assurance, bond]
warrior /ˈwɒriə(r)/ n [C] savaşçı, asker
[fighter, soldier] watch1 /wɒtʃ/ v [I,T] 1.seyretmek, izlemek
was /wɒz/ pp of be (for I, he, she, it); idi(m) [observe, regard] 2.bakmak, ilgilenmek
wash1 /wɒʃ/ v [I,T] 1.banyo yapmak, duş [look after, keep an eye] 3.bakmak,
göz kulak olmak [guard, protect] 4.dikkatli
almak [clean, shower, bathe] 2.yıkamak, olmak, dikkat etmek [be careful, be aware of]
temizlemek, silmek [clean, scrub, rinse]
Watch it! Dikkat et!
3. çıkarmak, temizlemek [remove, eradicate] Watch out! Dikkat et! [Look out!]
4.çamaşır (yıkamak) [launder, clean] way1 /weɪ/ n [C] 1.yöntem, yol [method,
wash over (bir duygu) içini doldurmak process] 2.tarz, stil [manner, fashion] 3.eda
wash2 /wɒʃ/ n [C,U] 1.banyo yapma, duş
alma, yıkanma [shower, bath] 2.yıkama,
yıkanacak ya da yıkanmış çamaşır [manner] 4.yön, yol [route, course] 5.yol, çıkış
[laundry, washing] 3.krem, losyon, sıvı [door, gate, entrance, exit]
[lotion, liquid] 4.ses, hareket, akış, (dalga) by way of yolu ile
çarpış [surge, flow] by the way sırası gelmişken, bu arada,
washbasin /ˈwɒʃˌbeɪs(ə)n/ n [C] lavabo [basin] aklıma gelmişken
get in the way of önlemek
get/have one’s own way kendi bildiğine
gitmek
give way yerini başka bir şeyin almasına
washbasin izin vermek, yerini bırakmak
have it both ways her iki durumdan da
yararlanmak
No way! Hayatta olmaz!, kesinlikle hayır!
washer AmE /ˈwɒʃə(r)/ n [C] çamaşır out of the way olağandışı, anormal
makinesi [washing machine BrE]
to my way of thinking bence, bana göre
wasp /wɒsp/ n [C] eşekarısı
on one’s way to somewhere bir yere WU
giderken, yolunda
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
watch 240
watch2 /wɒtʃ/ n [C] saat, kol saati [timepiece, way2 /weɪ/ adv oldukça çok, fazla [a great
wristwatch] amount]
WC /ˌdʌb(ə)ljuː ˈsiː/ n [C] tuvalet [toilet, loo,
keep a watch on sb bakmak, gözlemek,
göz kulak olmak bathroom]
water1 /ˈwɔːtə(r)/ n [U] 1.su [H2O] 2.deniz, we /wiː/ pron biz
okyanus, göl [sea, ocean, lake] weak /wiːk/ adj 1.güçsüz, zayıf, bağı
get in/into hot water başı derde/belâya çözülme [feeble, debilitated] 2.zayıf,
girmek, ayvayı yemek
yetersiz [defenceless, ineffectual, powerless]
head above water sıkıntıdan, dertten
uzak, rahat 3.ikna etmeyen [unconvincing, inconclusive]
weaken /ˈwiːkən/ v [I,T] 1.zayıflamak,
spend money like water su gibi para
harcamak güçsüzleşmek [enfeeble] 2.zayıflatmak,
water buffalo manda güçsüzleştirmek [undermine]
water polo su topu weakness /ˈwiːknəs/ n [C,U] 1.zayıf nokta
throw cold water (on) yıldırmak,
desteklememek [failing, flaw] 2.zaaf 3.leke, kusur
water2 /ˈwɔːtə(r)/ v [T] 1.sulamak, wealth /welθ/ n [U] 1.varlık, servet, para
nemlendirmek [sprinkle, wet] 2.sulandırmak,
ıslatmak, ıslanmak [drool, dribble] [riches, affluence] 2.bolluk,çokluk
watercloset /ˈwɔːtə(r)ˈklɒzɪt/ n [C] old-
fashioned tuvalet [WC, loo] [abundance]
watercolour, watercolor AmE wealthy /ˈwelOi/ adj zengin, varlıklı [rich,
/ˈwɔːtə(r)ˌkʌlə(r)/ n [C] 1.suluboya
affluent]
weapon /ˈwepən/ n [C] silah [arms]
wear1 /weə(r)/ v [I,T] pt wore, pp worn
2.suluboya resim 1.giymek [put on] 2.takmak [attach]
waterfall /ˈwɔːtə(r)ˌfɔːl/ n [C] çağlayan, 3.aşınmak, yıpranmak [deteriorate]
wear2 /weə(r)/ n [U] giysi, kıyafet [clothes]
şelale [cascade, fall]
children’s wear/evening wear/
sportswear çocuk kıyafeti/akşam kıyafeti/
waterfall spor kıyafeti
weather /ˈweðə(r)/ n [U] hava [climate]
make heavy weather gözünde büyütmek
weather station meteoroloji istasyonu
watermelon /ˈwɔːtə(r)ˌmelən/ n [C,U] karpuz weave /wiːv/ v [I,T] pt wove, pp woven
waterproof /ˈwɔːtə(r)ˌpruːf/ adj su geçirmez dokumak [twine, plait, knit]
web /web/ n [C] 1.ağ [spider’s web, cobweb]
[rainproof]
watt /wɒt/ n [C] vat, bir elektrik gücü ölçüsü 2.ağ gibi karışık şey [tangle, knot]
wave1 /weɪv/ n [C] 1.el sallama [beckon, webcam /ˈwebˌkæm/ n [C] web kamera
gesture, gesticulate] 2.dalga, deniz dalgası webmaster /ˈwebˌmɑːstə(r)/ n [C] internet
[breaker, roller] 3.akın, hücum [flow, rush,
stream] 4.denetlenemez bir duygunun site adresi yapımcısı veya idarecisi
yükselmesi, bir duygu dalgası [surge, rush] web page /ˈwebˌpeɪdʒ/ n [C] web sayfası
wave2 /weɪv/ v [I,T] 1.sallamak, ileri geri website /ˈwebˌsaɪt/ n [C] internet sitesi
hareket ettirmek [flourish, brandish]
[internet domain]
2.kıpırdamak, dalgalanmak [ripple, flutter] wed /wed/ v [I,T] pt, pp wedded or wed
3.el sallamak, işaret etmek [beckon, gesture, evlenmek [marry]
wedding /ˈwedɪŋ/ n [C] nikâh, düğün
gesticulate]
wavy /ˈweɪvi/ adj (özelikle saç) dalgalı [curly] [marriage, reception]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
241 wheelchair
Wednesday /ˈwenzdeɪ/ n [C,U] Çarşamba well-being /welˈbiːɪŋ/ n [U] 1.vücut sağlığı
[Wed] [health, welfare] 2.mutluluk, huzur [happiness]
week /wiːk/ n [C] hafta well-known /welˈnəʊn/ adj meşhur,
weekday /ˈwiːkdeɪ/ n [C] hafta içi, haftanın
tanınmış [famous]
iş günü [working day] went bkz go
weekend /ˌwiːkˈend/ n [C] hafta sonu wept bkz weep
west /west/ n [U] batı
[Saturday, Sunday]
weekly1 /ˈwiːkli/ adj haftalık gazete ya da the West (Batı) Avrupa ve amerika, Batı
ülkeleri, Batı
dergi, haftalık, haftada bir [every week]
to the west of güney tarafına
weekly meetings haftalık toplantılar western /ˈwestə(r)n/ adj batı, batı ile ilgili
weekly2 /ˈwiːkli/ n [C] haftalık dergi [weekly westward, westwards /ˈwestwə(r)d/ adj
magazine] batıya doğru
weigh /weɪ/ v [I,T] ağırlığında olmak [measure] wet1 /wet/ adj 1.yağmur, yağmurlu hava,
weigh on ölçülmek, düşünmek, tartmak yağışlı [ralny] 2.ıslak [damp, sodden]
wet through sırılsıklam
weigh up tartmak wet2 /wet/ v [T] pt, pp wetted or wet
weight /weɪt/ n [C,U] 1.ağırlık [heaviness]
ıslatmak [dampen, soak]
2.halter [barbell] 3.önem, değer [importance, whale /weɪl/ n [C] balina
value] 4.sıkıntı, yük [worry, responsibility]
put on/gain/lose weight kilo almak/vermek
overweight fazla kilolu whale
weird /wɪə(r)d/ adj informal 1.esrarlı, tuhaf
[strange, odd] 2.garip, acayip, tuhaf
[strange, bizarre] whaler /ˈweɪlə(r)/ n [C] balina avcısı
welcome1 /ˈwelkəm/ v [T] içtenlikle what /wɒt/ pron 1.ne 2.hangi [which]
karşılamak [greet] What for ne için, niçin
welcome2 /ˈwelkəm/ adj istenilen, What if ...se ne olacak
what like nasıl, nasıl bir şey
sevindirici [good] What’s more üstelik, dahası
What of it ne olmuş yani, ne çıkar, kime ne
You’re welcome. Rica ederim, bir şey What it takes başarı için gerekli nitelikler
whatever /wɒtˈevə(r)/ deter, pron 1.her
değil
welfare /ˈwelfeə(r)/ n [U] refah, rahat
[well-being]
well1 /wel/ adv 1.iyi, güzel [adequately,
competently] 2.iyice [completely, fully] türlü, her çeşit, her ne, ne tür olursa
3.oldukça, hayli [considerably, very much] [anything] 2.ne olursa olsun [no matter what]
as well de, da, ayrıca 3.-e rağmen, ne olursa, bile [despite what]
as well as -e ek olarak, ile birlikte, yanında whatever you do ne yap et
Well done Aferin! whatsoever /ˌwɒtsəʊˈevə(r)/ adv hiçbir
just as well iyi ki surette [at all]
well2 /wel/ inter 1.yine de, olsa da [although] wheat /wiːt/ n [U] buğday [grain, cereal]
wheel /wiːl/ n [C] 1.tekerlek [disc, caster]
2.öyleyse, pekala [so] 3.ne ise [anyway]
2.direksiyon [steering wheel]
4.harika, fevkalade [good] wheelbarrow /ˈwiːlˌbærəʊ/ n [C] el arabası
well3 /wel/ adj iyi, güzel [fine, healthy] [handcart]
well4 /wel/ n [C] memba, kuyu, kaynak
[spring] wheelchair /ˈwiːlˌtʃeə(r)/ n [C] tekerlekli WU
sandalye
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
when 242
when /wen/ adv, conj 1.ne zaman [what whistle2 /ˈwɪs(ə)l/ n [C] 1.ıslık, ıslık sesi
time/date/year] 2.-dığı zaman [at the time] 2.düdük, düdük sesi
3.iken, -ken [as, while] 4.eğer, -se, -diği
halde [since, although, even though] white1 /waɪt/ adj 1.beyaz, beyaz renkli,
whence /wens/ adv nereden, -diği yerden, solgun 2.(kahve) sütlü [with milk, with cream]
dan [where] 3.(yüzü) bembeyaz [pale, ashen]
whenever /wenˈevə(r)/ adv, conj 1.her
ne zaman, ne zamana [every time] 2.ne white2 /waɪt/ n [C,U] 1.beyaz renk, beyaz
zaman [when, as, any time] 2.yumurta akı
where /weə(r)/ adv, conj, pron 1.nereye
2.nerede [in which place] 3.nereden white-collar /waɪtˈkɒlə(r)/ adj büroda
4.-dığı yer, -dığı yerde [at that place] çalışan, beyaz yakalı memur [professional,
whereas /weərˈæz/ conj formal iken,
hâlbuki [but, however, while] office worker]
wherever /werˈevə(r)/ conj her nereye, who /huː/ pron 1.kim, kime, kimi 2.ki o, -en,
her nerede [anywhere]
whether /ˈweðə(r)/ conj -ip -mediğini, -an, kl onu/ona, -dığı, -diği [whom]
-mayıp madiğini, yapıp yapmadığını [if] whoever /huːˈevə(r)/ pron 1.her kim, her
whether ... or not -sa da -masa da kim ise, kim olursa olsun [whosoever,
(yapsada yapmasada gibi)
which /wɪtʃ/ pron 1. hangi 2.ki o, ki onu, ki whomsoever] 2.(şaşkınlık belirtir) kim [who]
ona, -dığı, -diği,-an, -en [that] whole1 /həʊl/ adj 1.tüm, bütün [complete, tire]
whichever /wɪtʃˈevə(r)/ pron 1.herhangi,
hangi [whatever] 2.hangi [either, any] 2.tam, bütün, tek parça [undamaged, one
while1 /waɪl/ conj 1. ... iken, -ken [as, when] piece, intact]
2.ama, fakat [but, whereas, however] whole2 /həʊl/ n [C,U] bütünü, tamamı
while2 /waɪl/ n [C] 1.süre, zaman [short [totality, tirety]
time, interval] 2.bir süre için [period, spell]
worth your while harcanacak zamana on the whole neticede, genelde
değer wholesale /ˈhəʊlˌseɪl/ adj toptan, toptan
whirl /wɜː(r)l/ v [I,T] 1.hızla/fırıl fırıl
döndürmek/dönmek [swirl, twirl] 2.başı olarak
dönmek, şaşırmak, heyecanlanmak [spin] wholesome /ˈhəʊls(ə)m/ adj sağlığa yararlı,
whirlpool /ˈwɜː(r)lˌpuːl/ n [C] girdap [vortex]
whirlwind /ˈwɜː(r)lˌwɪnd/ n [C] hortum, sağlıklı, yararlı [healthy, nutritious]
kasırga [tornado, hurricane, twister] whom /huːm/ pron 1.kim, kime, kimse,
whisker /ˈwɪskə(r)/ n [C] kedi bıyığı
whisper1 /ˈwɪspə(r)/ v [I,T] 1.fısıldamak, şahıs [who] 2.ki o/onu/ona, -dığı, -diği
fısıltı ile konuşmak, fısıldaşmak [murmur, [that, who]
whooping cough /ˈhuːpɪŋ ˌkɒf/ n [U]
mutter] 2.gizli konuşmak, fısıldamak boğmaca, boğmaca hastalığı
whisper2 /ˈwɪspə(r)/ n [C,U] 1.fısıltı, whose /huːz/ pron 1.kimin 2.ki onun, -en, -an
why /waɪ/ adv 1.niçin, neden, niye [how come]
fısıldaşma, alçak sel [murmur, undertone] the reason why (-in) nedeni
why not (öneri belirtir) neden olmasın
2.dedikodu, söylenti [rumour, gossip] wide1 /waɪd/ adj 1.geniş, enli [broad,
whistle1 /ˈwɪs(ə)l/ v [I,T] 1.ıslık çalmak expansive] 2.geniş bir alanı kaplayan,
geniş, geniş çaplı [extensive, wide-ranging]
2.düdük çalmak [blow the whistle] 3.ötmek wide2 /waɪd/ adv 1.iyice, tamamen [fully,
[screech, hum] completely] 2.(hedeften) uzağa [off target, astray]
widely /ˈwaɪdli/ adv geniş ölçüde, yaygın
olarak, genellikle [extensively, broadly]
widespread /ˈwaɪdˌspred/ adj yaygın,
geniş alana yayılmış, geniş çaplı [common,
broad, extensive]
widow /ˈwɪdəʊ/ n [C] dul kadın
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
243 wise
widower /ˈwɪdəʊə(r)/ n [C] dul erkek windpipe /ˈwɪn(d)ˌpaɪp/ n [C] nefes
width /wɪdθ/ n [C,U] genişlik, en, kalınlık borusu, soluk borusu [trachea]
[breadth, thickness] windscreen BrE /ˈwɪn(d)ˌskriːn/ n [C] ön
wife /waɪf/ n [C] pl wives karı, hanım, eş cam [windshield AmE]
[spouse, partner] windshield AmE /ˈwɪn(d)ˌʃiːld/ n [C] ön
wild /waɪld/ adj 1.vahşi, yabani [untamed, cam [windscreen BrE]
feral] 2.(toprak) yabani [uncultivated, free]
windstorm /ˈwɪndˌstɔː(r)m/ n [C] kasırga,
3.sert, kızgın, şiddetli, vahşi [undisciplined, fırtına [hurricane, twister]
rowdy] 4.çılgın, dell, hasta [crazy, outrageous]
wilderness /ˈwɪldə(r)nəs/ n [C] kır, sahra, windsurf /wɪndsɜː(r)f/ v [I] rüzgâr sörfü
el değmemiş yer [wilds, wasteland] yapmak
wildlife /ˈwaɪldˌlaɪf/ n [U] vahşi yaşam,
doğal yaşam [nature] windy /ˈwɪndi/ adj 1.rüzgârlı [breezy, blowy]
will1 /wɪl/ modal v -ecek, -acak 2.geveze, çok sözlü, bol sözlü [long-winded,
will2 /wɪl/ n [C] vasiyet [testament, bequest] tedious]
will3 /wɪl/ v [T] 1.vasiyet etmek, mirasla
bırakmak [leave, bequeath] 2. istemek, arzu windy
etmek
willing /ˈwɪlɪŋ/ adj gönüllü, razı, istekli wine /waɪn/ n [C,U] şarap [vino]
willingly /ˈwɪlɪŋli/ adv seve seve, gönüllü wing /wɪŋ/ n [C] 1.(uçak. kuş) kanat 2.(politik)
olarak, isteyerek [readily, freely, eagerly]
willingness /ˈwɪlɪŋnıs/ n isteklilik, kanat [faction, branch] 3.kanat oyuncusu
gönüllülük, isteyerek yapma [readiness,
[winger] 4.(bina) kol, kanat [arm, section]
enthusiasm] wink /wɪŋk/ v [I,T] göz kırpmak
win1 /wın/ v [I,T] pt, pp won 1.kazanmak winner /ˈwɪnə(r)/ n [C] kazanan, galip
[come first, triumph] 2.elde etmek, kazanmak [champion]
[gain, attain] winter /ˈwɪntə(r)/ n [C,U] kış [wintertime]
win2 /wın/ n [C] zafer, başarı [victory] wipe /waɪp/ v [T] 1.temizlemek, silmek
wind1 /wɪnd/ n [C,U] 1.rüzgâr, yel 2.nefes,
soluk [breath] 3.(midede) gaz [gas] 4.boş [clean] 2.(disket, kaset vb) silmek [erase, clear]
laf [idle words, hot air] 5.üflemeli çalgılar wire1 /ˈwaɪə(r)/ n [C,U] 1.tel [cable, line]
[woodwind, brass]
wind2 /wɪnd/ v pt, pp wound 1.döndürmek, 2.telgraf [telegram]
kurmak [wind up] 2.eğrilmek, bükülmek,
kıvrılmak [curve, snake] 3.(kaset) sarmak, barbed wire dikenli tel
geri sarmak [rewind]
windbreak /ˈwɪndˌbreɪk/ n [C] rüzgâr çiti, wire netting tel örgü
rüzgâr perdesi wire2 /ˈwaɪə(r)/ v [T] 1.elektrik teli, vb.
windmill /ˈwɪn(d)ˌmɪl/ n [C] yel değirmeni
[mill] bağlamak [connect] 2.telgraf göndermek,
window /ˈwɪndəʊ/ n [C] pencere, cam
shop window vitrin telgraf çekmek [cable, telegraph]
window dressing vitrin dekorasyonu wireless /ˈwaɪə(r)ləs/ n [C,U] old-fashioned
window-shopping /ˈwɪndəʊˈʃɒpɪŋ/ n [U]
vitrin gezmesi, vitrinlere bakma radyo, telsiz [radio]
wiretapping /ˈwaɪə(r)ˌtæpɪŋ/ n [U] telefon
dinleme [telephone tapping, bugging]
wiping /waɪpɪŋ/ n sng elektrik tertibatı
[electric wires]
wisdom /ˈwɪzdəm/ n [U] 1.akıllılık, akıl,
mantık, hikmet [sense, soundness, judgement]
2.bilgelik, hikmet, mantık [insight,
understanding, learning, knowledge]
wise /waɪz/ adj akıllı, bilge, akıllıca [clever,
knowledgeable] WU
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
wish 244
wish1 /wɪʃ/ v [I,T] 1.(şu anda olanaksız bir şey) woke, woken bkz wake
istemek, dilemek [dream, desire] 2.formal wolf /wolf/ n [C] kurt
istemek, arzu etmek [would like to] 3.dilemek, a wolf in sheep’s clothing koyun
ummak, dilekte bulunmak [long for] postuna bürünmüş kurt
wish sb well iyilik / mutluluk dilemek cry wolf ortada hiçbir şey yokken tehlike
I wish! Keşke işareti vermek
wish2 /wɪʃ/ n [C] dilek, istek, arzu [desire, want] keep the wolf from the door kıt kanaat
geçinmek
last wish son arzu
make a wish dilekte bulunmak, dilek
tutmak wolf
witch /wɪtʃ/ n [C] 1.büyücü, cadı
[enchantress, sorceress] 2.informal cadı, kötü
kadın, cadaloz
with /wɪθ/ prep 1.ile, -le, -la [along with] 2.-Ii,
-lı [who has, who owns] 3.-e rağmen [in spite of]
4.-in lehinde, -den yana [not understand] woman /ˈwʊmən/ n [C] kadın [female, lady]
5.yanında, üzerinde [accompany, to go with] won bkz win
be with you anlamak, takip etmek wonder1 /ˈwʌndə(r)/ v [I,T] 1.merak etmek,
with that hemen sonra, ondan sonra
with it (a) şık, modaya uyan hayret etmek [speculate, question, relfect]
withdraw /wɪðˈdrɔː/ v [I,T] pt withdrew, pp
withdrawn 1.çekilmek, elini eteğini 2.düşünmek, tasarlamak [think, ponder]
çekmek [retire] 2.geri çekmek, geri almak 3.şaşkınlık, merak, hayret [ask oneself]
[take back, retract] 3.piyasadan çekmek, wonder2 /ˈwʌndə(r)/ n [U] 1.spoken no
satıştan toplatmak [recall, remove] wonder şaşırmama, doğal gelme [no
surprise] 2.yaramak, faydalı olmak [very good,
4.(asker vb) geri çekilmek [pull out, retreat] improve]
withdraw into/from sessizleşmek, wonderful /ˈwʌndə(r)f(ə)l/ adj 1.mükemmel,
dalmak, sessizliğe dalmak harika [excellent, brilliant] 2.şaşırtıcı,
withdrawal /wɪðˈdrɔːəl/ n [C,U] 1.çekme/ şaşırtacak kadar güzel, muhteşem,
alma [removal] 2.geri çekilme, ayrılma
[retreat, pulling back] fevkalade [remarkable, amazing]
withdrawn, withdrew bkz withdraw wood /wʊd/ n [C,U] odun, tahta [timber]
within /wɪðˈɪn/ prep 1.içinde [in] 2.-in dışına woodcutter /ˈwʊdˌkʌtə(r)/ n [C] old-
çıkmayacak şekilde, aşmadan, içeride,
fashioned oduncu [forester, lumberjack]
içeriye, uzaklıkta [in under] wooden /ˈwʊd(ə)n/ adj 1.tahta veya
without /wɪðˈaʊt/ prep 1.-sız, -siz [with no,
free from] 2.-meden, -meksizin, onsuz, (o) ağaçtan yapılmış [wood, timber] 2.anlamsız,
ifadesiz, donuk [expressionless, deadpan]
olmadan [lacking, short of]
witness1 /ˈwɪtnəs/ n [C] tanık, şahit [testifier] wooden desk tahta sıra
woodpecker /ˈwʊdˌpekə(r)/ n [C] ağaçkakan
witness to tanıklık woodworm /ˈwʊdˌwɜː(r)m/ n [C] ağaç kurdu
witness2 /ˈwɪtnəs/ v [T] tanıklık etmek [see, wool /wʊl/ n [U] yün, yapağı [fleece, down]
woollen, woolen AmE /ˈwʊlən/ adj yünlü
[woolly, fluffy]
attend] woollen blanket yün battaniye
wizard /ˈwɪzə(r)d/ n [C] 1.sihirbaz, büyücü woolly, wooly AmE /ˈwʊli/ adj 1.yünlü,
[sorcerer, warlock] 2.deha, usta; müthiş, tüylü, kıllı [fleecy, hairy] 2.bulanık [vague,
süper [expert, adept] confused]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
245 worship
word /wɜː(r)d/ n [C] 1.sözcük, kelime world /wɜː(r)ld/ n [C] 1.dünya [earth, globe]
2.emir, buyruk [command, biding] 3.söz, 2.insanlık, herkes [mankind, everybody]
not for the world hiçbir şekilde, asla
vaat [promise, assurance] out of this world süper, olağanüstü,
wording /ˈwɜː(r)dɪŋ/ n [U] yazılış tarzı, müthiş
üslup [phraseology, language] worlds apart tamamen farklı, ayrı
wore bkz wear dünyalara ait
work1 /wɜː(r)k/ v [I,T] 1.çalışmak, worldwide /ˌwɜː(r)ldˈwaɪd/ adj evrensel,
dünya çapında, bütün dünyaya yayılmış
çalıştırmak [study, make, do] 2.işletmek,
[global, international]
çalıştırmak [function] worm /wɜː(r)m/ n [C] 1.kurt, solucan
work2 /wɜː(r)k/ n [U] 1.emek, çalışma, iş
[business, things, jobs] 2.iş, güç [toil, slog, labour] 2.pislik, alçak, adi insan [creep]
3.işte, çalışmakta [working, at the office]
workaday /ˈwɜː(r)kəˌdeɪ/ adj sıradan,
gündelik, her zamanki [everyday, ordinary] worm
workaholic /ˌwɜː(r)kəˈhɒlɪk/ n [C] informal
işkolik
workbench /ˈwɜː(r)kˌbentʃ/ n [C] tezgâh
[bench] worn bkz wear
workbook /ˈwɜː(r)kˌbʊk/ n [C] alıştırma worried /ˈwʌrid/ adj endişeli, kaygılı, üzgün
kitabı [text book, exercise book] [anxious, afraid]
worker /ˈwɜː(r)kə(r)/ n [C] işçi, çalışan worry1 /ˈwʌri/ v [I,T] 1.üzülmek,
[employee, labourer, workman] kaygılanmak, merak etmek [be anxious,
workforce /ˈwɜː(r)kˌfɔː(r)s/ n sng işgücü
agonize] 2.canını sıkmak, kızdırmak,
[labour force] rahatsız etmek [trouble, annoy]
workman /ˈwɜː(r)kmən/ n [C] işçi, ırgat worry2 /ˈwʌri/ n [C] 1.kaygı, üzüntü, sıkıntı,
sıkıntı kaynağı [problem, bother] 2.merak,
[labourer, worker]
endişe, üzüntü [anxiety, apprehension]
worse1 /wɜː(r)s/ adj 1.daha kötü [not as
good as] 2.daha hasta
workmen none the worse (for) (-den) zarar
görmemiş
worse2 /wɜː(r)s/ n [C] daha (da) kötü şey
[more]
a change for the worse kötü bir
workout /ˈwɜː(r)kaʊt/ n [C] idman, değişiklik, kötüye gitme
worsen /ˈwɜː(r)s(ə)n/ v [I,T] 1.daha da
antrenman [training session, drill, exercise
kötüleşmek [deteriorate, decline] 2.daha
programme]
worksheet /ˈwɜː(r)kˌʃiːt/ n [C] çalışma da kötüleştirmek [aggravate, damage]
worship1 /ˈwɜː(r)ʃɪp/ v [I,T] 1.tapmak,
tablosu, taslak [exercise, form]
workstation /ˈwɜː(r)kˌsteɪʃ(ə)n/ n [C] iş ayaklarına kapanmak [love, adore] 2.ibadet
istasyonu, çalışma köşesi [work area] etmek [pray]
worktop /ˈwɜː(r)kˌtɒp/ n [C] mutfak tezgâhı worship2 /ˈwɜː(r)ʃɪp/ n [U] 1.ibadet, tapınma
[work surface] [praise, prayer] 2.hayranlık, tapma, saygı WU
[praise, adoration, respect]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
worst 246
worst1 /wɜː(r)st/ adj en kötü şey, en kötü wrestling /ˈres(ə)lɪŋ/ n [U] güreş [grappling]
[most undesirable] wrestling
worst2 /wɜː(r)st/ n sng do one’s worst
-wright /raıt/ suffix bir şey yapıcısı/ustası
elinden gelen kötülüğü yapmak, istediğini /işçisi
playwright/shipwright/wheelwright
yapmak oyun yazarı / tersane işçisi / tekerlek
ustası
fear the worst (endişeden) en kötü şeyleri
wrinkle /ˈrɪŋk(ə)l/ n [C] kırışık, buruşuk
düşünmek [crease, line]
if the worst comes to the worst en kötü wrist /rɪst/ n [C] bilek
wristwatch /ˈrɪs(t)ˌwɒtʃ/ n [C] kol saati
ihtimalle
[watch]
at (the) worst en kötü ihtimalle write1 /raɪt/ v [I,T] pt wrote, pp written
worth1 /wɜː(r)θ/ prep 1.değerinde, değerli,
yazmak [scribble, take down]
eder, -lik [cost, be valued at] 2.(-meye) değer write in/to mektup yazmak
be nothing to write home about sıradan,
[deserving of, meriting] banal
worth2 /wɜː(r)θ/ n [C,U] değer [value, have sth written all over your face
yüzünden belli
importance] write sth off boş vermek, unut gitsin
worthless /ˈwɜː(r)θləs/ adj 1.değersiz, işe write sth off BrE hurdaya çıkarmak
write sth up rapor yazmak
yaramaz [useless, valueless] 2.adi, write2 /raɪt/ n [C] write-off BrE hurda
[wreck, ruin]
karaktersiz, kötü [low, despicable] write-up özet
worthwhile /ˌwɜː(r)θˈwaɪl/ adj harcanan writer /ˈraɪtə(r)/ n [C] yazar [author, novellist]
writing /ˈraɪtɪŋ/ n [C,U] 1.yazı, yazılı [script,
emeğe değer, yapmaya değer [useful, calligraphy, print] 2.(yazılı) eser [document, book]
written bkz write
beneficial] wrong /rɒŋ/ adj 1.yanlış, hatalı [incorrect,
worthy /ˈwɜː(r)ði/ adj 1.layık, değer, hak erroneous] 2.uygunsuz, görgü kurallarına
aykırı [inappropriate] 3.bozuk [defective, amiss]
eden [deserving] 2.saygıdeğer [praiseworthy, What’s wrong with ... -in nesi var
go wrong kötü sonuçlanmak, ters gitmek
creditable] wrote bkz write
would /wʊd/ modal v 1.(ikram veya teklifte
bulunmak için nazikçe sorarken) -mısınız,
-misiniz 2.spoken (nazikçe isterken) alayım,
istiyorum 3.-ecekti, -acaktı [plan to]
4.(mümkün olmayan durumlardan konuşurken)
-ardı, -erdi 5.(geçmişte mümkün olmayan
durumlardan konuşurken) -ardı, -erdi [could,
might]
wound /wuːnd/ n yara [injury, harm]
wove, woven bkz weave
wrap1 /ræp/ v [T] (hediye paketine vb.) sarmak
wrap2 /ræp/ n [C] üste giyilen/örtülen atkı,
şal, vb. şey, örtü, giysi [shawl, scarf]
wrapping /ˈræpɪŋ/ n [C,U] sargı, paket
kâğıdı ambalaj [wrapper, cover, covering]
wreck /rek/ n [C] 1.enkaz [shipwreck, sunken
ship] 2.harabe [ruin]
wrestle /ˈres(ə)l/ v [I,T] 1.güreşmek, güreş
yapmak 2.güreşerek, boğuşarak belirtilen
duruma sokmak [fight, battle]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
247 yes
Xx Yy
X, x /eks/ n İngiliz alfabesinin 24. harfi Y, y /waɪ/ n İngiliz alfabesinin 25. harfi
Xenophobia /ˌzenəˈfəʊbiə/ n [U] yabancı yacht /jɒt/ n [C] yat [sailboat]
düşmanlığı [prejudice] yacht
Xerox /ˈzɪərɒks/ n [C] trademark fotokopi
Yankee /ˈjæŋki/ n [C] informal amerikalı
[photocopy]
X-mas /ˈeksməs, ˈkrɪsməs/ n [C,U] informal [Yank]
yard /jɑː(r)d/ n [C] avlu [backyard, garden]
Noel [Christmas, Noel] yard sale /jɑː(r)dseɪl/ n [C] (genellikle evin
X-ray /eksreɪ/ n [C] röntgen ışını, röntgen
bahçesinde) eşya satımı [garage sale]
filmi, röntgen muayenesi [radiograph] yashmak /ˈjæʃmæk/ n [C] yaşmak
yea /jeɪ/ adv old use evet, tamam [yes]
X-ray yeah /jeə/ adv spoken informal evet [yes]
year /jɪə(r)/ n [C] 1.yıl, sene 2.yıllarca,
senelerce [every year] 3.yıldan yıla [yearly]
year by year yıldan yıla
all the year round bütün yıl boyunca
yearbook /ˈjɪə(r)ˌbʊk/ n [C] yıllık [almanac,
annual]
yearly1 /ˈjɪə(r)li/ adj yılda bir kez olan [annual]
yearly2 /ˈjɪə(r)li/ adv yıllık, her yıl [annually,
every year]
year-round /ˈjɪə(r)ˌraʊnd/ adj sene/yıl
boyunca devam eden [all year]
yeast /jiːst/ n [U] maya
yell /jel/ v [I,T] bağırmak, haykırmak [shout,
scream]
yellow /ˈjeləʊ/ adj 1.sarı 2.korkak, ödlek
[cowardly] WU
Yellow Pages /ˈjeləʊpeɪdʒəs/ n pl XUY
trademark sarı sayfalar [phonebook]
yep /jep/ adv spoken informal evet [yes]
yes /jes/ inter spoken evet, tamam
[certainly, yeah, yep]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
yes man 248
yes man /jesmæn/ n [C] yağcı, yalaka
[sycophant, bootlicker]
yesterday /ˈjestə(r)deɪ/ adv dün
yet /jet/ adv 1.henüz, daha [up until now]
2.ama, yine de [still, nevertheless, however]
yoga /ˈjəʊɡə/ n [U] yoga
yoga
yoghurt, yogurt /ˈjɒɡə(r)t/ n [C,U] yoğurt
yoghurt
yolk /jəʊk/ n [C,U] yumurtanın sarısı
you /juː/ pron 1.sen, siz 2.seni, sizi, sana,
size
you’d /juːd/ short form of 1.you had
2.you would
you’ll /juːl/ short form of you will
you’re /jʊːr/ short form of you are
you’ve /jʊːv/ short form of you have
young1 /jʌŋ/ adj 1.genç [juvenile, immature,
youthful] 2.yeni, taze, körpe [new]
the young gençler, gençlik
young2 /jʌŋ/ n pl (hayvan) yavru [offspring,
babies]
youngster /ˈjʌŋstə(r)/ n [C] old-fashioned
genç, delikanlı [youth, child]
your /jɔː(r)/ deter senin, sizin
yours /jɔː(r)z/ pron seninki, sizinki
yourself /jə(r)ˈself/ pron kendin, kendiniz,
kendine, kendini
youth /juːθ/ n [C,U] 1.gençlik [childhood,
teenage years] 2.genç adam, genç [boy, kid]
the youth gençler, gençlik
yummy /ˈjʌmi/ adj informal lezzetli [delicious,
tasty]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
249 zoom
Zz zodiac /ˈzəʊdiˌæk/ n sng burçlar kuşağı,
Zodyak
Z, z /zed/ n İngiliz alfabesinin 26. harfi
zeal /ziːl/ n [U] istek, heves, çaba, gayret zombie /ˈzɒmbi/ n [C] informal zombi,
hayalete benzeyen kimse
[enthusiasm, interest]
zealot /ˈzelət/ n [C] fanatik [fanatic, enthusiast] zone /zəʊn/ n [C] kuşak, bölge, yöre [belt,
zebra /ˈzebrə/ n [C] zebra region, area]
zoo /zuː/ n [C] hayvanat bahçesi
zoo-keeper /ˈzuːˌkiːpə(r)/ n [C] hayvanat
bahçesi görevlisi [keeper]
zoologist /zuˈɒlədʒɪst/ n [C] hayvan bilimci,
zoolog
zoology /zuˈɒlədʒi/ n [U] hayvanbilim,
zooloji
zoom /zuːm/ v [I] informal hızla artmak/
yükselmek [increase quickly]
zoom in/on zumlamak, yakınlaşmak
zoom off/around hızla gitmek, vınlamak
zebra
zero1 /ˈzɪərəʊ/ num 1.sıfır [nought] 2.hiçlik,
hiçbir şey [nothing] 3.en düşük nokta/
seviye [bottom, no]
zero2 /ˈzɪərəʊ/ v 1.tüm dikkatini
yoğunlaştırmak [focus on] 2.nişan almak
[aim for]
zest /zest/ n [U] tat, lezzet, zevk [appetite,
enjoyment]
zigzag /ˈzɪɡzæɡ/ n [C] zikzak [crooked, twisting]
zip1 /zıp/ n [C] fermuar [fastener, zipper AmE]
zip2 /zıp/ v [T] fermuarla açmak veya
kapatmak [fasten]
zip code AmE /zıp kəʊd/ n [C] posta kodu
[postcode BrE]
zipper AmE /ˈzɪpə(r)/ n [C] fermuar [zip BrE]
zipper YU
ZU
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ