The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by Sargın Yayıncılık, 2021-08-30 03:42:46

Teens Dictionary (İngilizce Sözlük)

Teens Dictionary (Ortaokul Sözlük)

Keywords: dictionary

competence 50

competence /ˈkɒmpɪtəns/ n [C,U] compliment /ˈkɒmplɪmənt/ n [C] 1.övgü,

1.yetenek, beceri, ustalık [ability, capability] iltifat, kompliman [praise] 2.selamlar,

2.yetki, yeterlilik, liyakat [capability, competency] saygılar, tebrik etme, iyi dilekler, övme
competition /ˌkɒmpəˈtɪʃ(ə)n/ n [C,U] [best wishes, regards]
1.yarışma, müsabaka [contest, championship] comply /kəmˈplaɪ/ v [I] ... uymak; -e razı

2.rekabet, çekişme [rivalry, opposition] olmak [observe, obey]
a swimming competition bir yüzme component /kəmˈpəʊnənt/ n [C] (makine,
müsabakası sistem, vb.) parça, bileşen, unsur [part,
competitive /kəmˈpetətɪv/ adj 1.rekabete constituent]
dayanan [involving competition] 2.rekabetçi,
television components televizyon
hırslı [ambitious, competing] parçaları
compose /kəmˈpəʊz/ v [I,T] 1.birleştirmek,
a competitive footballer hırslı bir
oluşturmak, meydana getirmek [put
futbolcu
compilation /ˌkɒmpəˈleɪʃ(ə)n/ n [C,U] together, build, comprise] 2.yazmak [write]
3.bestelemek [create, produce]
composer /kəmˈpəʊzə(r)/ n [C] besteci
derleme, bir araya toplama [collection

cumulation] [musician, songwriter]

complain /kəmˈpleɪn/ v [I,T] şikâyet etmek,

yakınmak [find fault, moan] composer
complaint /kəmˈpleɪnt/ n [C,U] 1.şikâyet

2.hastalık, rahatsızlık [illness, affliction]

heart complaint kalp rahatsızlığı
complete1 /kəmˈpliːt/ adj 1.tam, eksiksiz.

bütün [total, absolute, perfect] 2.tamam, composition /ˌkɒmpəˈzɪʃ(ə)n/ n [C,U]
bitmiş [finished] 1.bileşimi oluşturan parçalar, kısımlar
[formation, make-up, structure] 2.beste
*completely [creation, work] 3.bestecilik [writing music]
complete2 /kəmˈpliːt/ v [T] 1.tamamlamak 4.kompozisyon [essay]

[make perfect or whole] 2.bitirmek, comprehension /ˌkɒmprɪˈhenʃ(ə)n/ n [C,U]
tamamlamak [conclude, finish] 1.anlama, kavrama [understanding, grasp]
complex1 /ˈkɒmpleks/ adj technical birçok

parçadan oluşmuş, çok parçalı [composite] 2.(okulda) kavrama/anlama testi [test]

2.karmaşık, karışık, kompleks [complicated] a listening comprehension dinlediğini
complex2 /ˈkɒmpleks/ n [C] 1.yapı, bina
[building] 2.saplantı, kompleks, takıntı anlama testi
comprehensive /ˌkɒmprɪˈhensɪv/ adj

[obsession, fixation] 1.etraflı, geniş, ayrıntılı, detaylı [broad,

inferiority complex aşağılık kompleksi detailed] 2.(eğitim) çok yönlü [inclusive]

a large apartment complex geniş bir site a comprehensive education çok yönlü
omplicated /ˈkɒmplɪˌkeɪtɪd/ adj 1.karışık, bir eğitim

karmaşık, komplike, zor [composite] comprehensive school devlet okulu
2.karışık, karmaşık [involved, complex, elaborate] a comprehensive report detaylı bir rapor
compress /komˈpres/ v [I,T] 1.basmak,
a complicated device karmaşık bir alet sıkıştırmak, bastırmak [squeeze] 2.bir kaç
complicated rules karmaşık kurallar
complication /ˌkɒmplɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C,U] sözcükle anlatmak, özetlemek, kısaltmak
[abbreviate, shorten]
1.karışıklık [obstacle, confusion] 2.sorun, comprise /kəmˈpraɪz/ v [T] 1.-den oluşmak

durumu güçleştiren şey, problem [problem, [be composed of, consist of] 2.oluşturmak

difficulty] [make up, constitute]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

51 confess

compromise /ˈkɒmprəmaɪz/ v [I,T] condense /kənˈdens/ v [I,T] sıvılaşmak

1.uzlaşmak, anlaşmak [agree, meet halfway] [liquefy]
condition /kənˈdɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.durum,
2.şerefine gölge düşürmek [dishonour,

discredit] şart, hâl, vaziyet [state, circumstances] C
compulsory /kəmˈpʌlsəri/ adj zorunlu 2.koşul, şart [requirement] 3.genel sağlık
durumu, kondisyon, form [health, fitness]
mecburi [obligatory, binding, mandatory] the condition of the economy
compulsory education zorunlu eğitim ekonominin durumu
computer /kəmˈpjuːtə(r)/ n [C] bilgisayar on condition that eğer, şartıyla
[data processor] conditional /kənˈdɪʃ(ə)nəl/ adj şartlı,

computer program bilgisayar programı

koşullara bağlı, şarta bağlı [provisory]
conduct1 /kənˈdʌkt/ v [I,T] 1.yönetmek,

computer idare etmek [manage] 2.orkestra
yönetmek [direct] 3.formal davranmak,

hareket etmek [behave, move] 4.(elektrik, ısı, vb.)
iletmek, geçirmek [transmit] 5.formal

conceited /kənˈsiːtɪd/ adj kendini beğenmiş, götürmek, kılavuzluk etmek, rehberlik
etmek [guide]
burnu büyük, kibirli [self-important, arrogant] conduct2 /kənˈdʌkt/ n [U] formal 1.davranış
concentrate /ˈkɒns(ə)nˌtreɪt/ v [I,T]
[behaviour, attitude] 2.yönetme, idare
1.konsantre olmak [focus] 2.(bir yerde)
[supervision, administration]
toplamak, deriştirmek [gather, accumulate] the conduct of the elections seçimlerin
concentration /ˌkɒns(ə)nˈtreɪʃ(ə)n/ n [C,U]

1.konsantrasyon, dikkat [focus, attention] yönetilmesi

2.toplama, toplanma [accumulation, collection, barbaric conduct kabaca davranış
conductor /kənˈdʌktə(r)/ n [C] 1.orkestra
intensification]
concept /ˈkɒnsept/ n [C] genel kavram,
şefi [orchestral director] 2.biletçi, kondüktör
genel düşünce [idea, theory]
concern /kənˈsɜː(r)n/ n [C,U] 1.mesele, [booking-clerk, ticket-collector] 3.iletken
[transmitter]
sorun, iş [business, affair] 2.ilgi, alaka

[interest, attention]
concerned /kənˈsɜː(r)nd/ adj 1.ilgili, alâkalı

[involved] 2.endişeli, kaygılı [worried, anxious] conductor
concerning /kənˈsɜː(r)nɪŋ/ prep -e dair, ile

ilgili [regarding, about]
concert /ˈkɒnsə(r)t/ n [C] dinleti, konser

[musical performance]
conclude /kənˈkluːd/ v [I,T] 1.bitirmek, sona
erdirmek [finish, close] 2.formal çözmek, cone /kəʊn/ n [C] 1.koni, külah [ice cream cone]
halletmek, anlaşmak, karara varmak [infer, 2.kozalak [pine cone]

deduce] confection /kənˈfekʃ(ə)n/ n [C,U] formal

conclusion /kənˈkluːʒ(ə)n/ n [C,U] 1.son, şekerleme [sweet food]
bitim 2.sonuç [outcome, consequence] 3.karar, confederation /kənˌfedəˈreɪʃ(ə)n/ n [C]

yargı [decision, conviction] 4.sonuçta, sonuç konfederasyon [association, union]
conference /ˈkɒnf(ə)rəns/ n [C] (fikir alışverişi
olarak [finally]
concrete /ˈkɒŋkriːt/ adj 1.somut, kesin, belli için düzenlenen) toplantı, görüşme, müzakere

[definite] 2.betonla kaplanmış, betondan [meeting, convention]
yapılmış confess /kənˈfes/ v [I,T] itiraf etmek [admit]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

confidence 52

confidence /ˈkɒnfɪd(ə)ns/ n [C,U] 1.kendine conqueror /ˈkɒŋkərə(r)/ n [C] fetih eden,

güven [trust in oneself, belief] 2.sır, gizli şey fatih [winner, champion]
conquest /ˈkɒŋkwest/ n [C,U] fetih,
[secret, trust]
confident /ˈkɒnfɪd(ə)nt/ adj kendinden emin fethetme, ele geçirme [invation, annexation]
conscience /ˈkɒnʃ(ə)ns/ n [C,U] vicdan
[self-confident, self-assured, assured]
confidential /ˌkɒnfɪˈdenʃ(ə)l/ adj gizli
[scruples, ethics, moral sense]
conscious /ˈkɒnʃəs/ adj 1.farkında,
[secret, classified] bilincinde [aware, alert] 2.kasıtlı, kasti
confirm /kənˈfɜː(r)m/ v [T] 1.doğrulamak

[prove, authenticate] 2.pekiştirmek [strengthen] [deliberate, calculated] 3.bilinci yerinde,
3.onaylamak [verify, endorse] 4.(kiliseye) kabul bilinçli, kendinde [awake, responsive]
etmek, üye etmek [accept, make a member of] consensus /kənˈsensəs/ n [U] ortak karar,
conflict /ˈkɒnflɪkt/ n [C,U] uyuşmazlık, oybirliği, anlaşma [agreement, common

anlaşmazlık, çatışma [disagreement, dispute] consent]
conform /kənˈfɔː(r)m/ v [I] uymak [accord, consent1 /kənˈsent/ n [U] izin, rıza [agreement]

adapt] the consent of all members bütün
confrontation /ˌkɒnfrʌnˈteɪʃ(ə)n/ n [C,U] üyelerin rızası

karşılama, karşı karşıya gelme [conflict, age of consent reşit, erginlik

clash] consent2 /kənˈsent/ v [I] izin vermek, razı
confuse /kənˈfjuːz/ v [T] şaşırtmak, kafasını olmak [acquiesce, allow]

karıştırmak, birbirine karıştırmak, consequence /ˈkɒnsɪkwəns/ n [C,U]
karıştırmak [perplex, confound] 1.sonuç [outcome, effect] 2.formal bir
confusion /kənˈfjuːʒ(ə)n/ n [C,U] 1.kargaşa, şeyin sonucunda [result]
karışıklık, karıştırma [complication,
bewilderment] 2.düzensizlik [disorder, chaos] consequent /ˈkɒnsɪkwənt/ adj sonucunda,
congratulate /kənˈɡrætʃʊleɪt/ v [T] tebrik sonucu olan [following]
etmek [compliment, pat on the back, applaud]
congratulation /kənˌɡrætʃʊˈleɪʃ(ə)n/ n [U] conservation /ˌkɒnsə(r)ˈveɪʃ(ə)n/ n [U]
kutlama, tebrik [good wishes] 1.koruma, muhafaza (özellikle doğal kaynakları)
[environmental management] 2.koruma,

congress /ˈkɒŋɡres/ n [C,U] kongre, muhafaza (bakım yapma) [protection]

kurultay [meeting, assembly] 3.koruma (para, su vs) [saving]
conjunction /kənˈdʒʌŋkʃ(ə)n/ n [C,U] conservative /kənˈsɜː(r)vətɪv/ adj 1.tutucu,

1.birlikte [affiliation, alliance] 2.bağlaç muhafazakâr [right-wing] 2.gösterişsiz,

connect /kəˈnekt/ v [T] 1.bağlamak, sade, yalın, alçakgönüllü [severe, modest]

birleştirmek [join] 2.(telefonla) bağlamak 3.geleneksel, tutucu [conventional, traditional]

3.(tren, vb.) birleşmek, aktarmalı olmak the Conservative Party Muhafazakâr

connected /kəˈnektɪd/ adj 1.ilgili, alakası Parti

olan, bağlantılı [related] 2.bağlı, conservative dress sade elbise
birleşik [joined] conservatory /kənˈsɜː(r)vət(ə)ri/ n [C]

connection /kəˈnekʃ(ə)n/ n [C,U] 1.bağlantı konservatuar [academy, music/drama school]
conserve /kənˈsɜː(r)v/ v [T] korumak
[link, union] 2.ilişki, bağlantı [correlation]

3.aktarma, aktarmalı taşıt 4.ilgili olarak [in [protect, keep, preserve]
relationship to, in association with] consider /kənˈsɪdə(r)/ v [I,T] düşünüp
conquer /ˈkɒŋkə(r)/ v [I,T] 1.almak,
taşınmak, hesaba katmak [think about]

fethetmek, zapt etmek, yenmek [defeat, 2.olduğunu düşünmek, saymak, gözü ile

capture] 2.üstesinden gelmek, alt etmek bakmak [suppose] 3.göz önünde tutmak,

[overcome, suppress] dikkate almak [calculate]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

53 contestant

considerable /kənˈsɪd(ə)rəb(ə)l/ adj büyük, consume /kənˈsjuːm/ v [T] 1.(yemek, içmek

önemli, hatırı sayılır, ciddi [a lot of, appreciable] yoluyla) tüketmek [eat, devour] 2.yok etmek,
*considerably yakmak, kül etmek 3.literary tüketmek,
considerate /kənˈsɪd(ə)rət/ adj düşünceli, tükenmek [feel strongly]

saygılı [thoughtful, attentive] consumer /kənˈsjuːmə(r)/ n [C] tüketici C
consideration /kənˌsɪdəˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] [customer, purchaser]

1.formal dikkat verme, göz önünde tutma consumer rights tüketici hakları
[study, examination] 2.düşünce, saygı [respect] contact1 /ˈkɒntækt/ n [C,U] 1.bağlantı, bağ,
take into consideration göz önünde
bulundurmak irtibat [communication, connection] 2.dokunma,
consist /kənˈsɪst/ v [T] 1.oluşmak [be
composed of, constitute] 2.formal bağlı olmak, temas, değme [touch] 3.kontak
dayanmak, ibaret olmak [rely on, be only
electricity contact elektrik kontağı
composed of] contact2 /ˈkɒntækt/ v [T] bağlantı kurmak
consistent /kənˈsɪstənt/ adj birbirini tutar,
[get in touch with, call, write to]
istikrarlı, tutarlı, sabit [constant, reliable] contagious /kənˈteɪdʒəs/ adj 1.(hastalık)

temasla geçen, bulaşıcı [infectious, catching]

console /kənˈsəʊl/ v [T] destek olmak, 2.(insan) bulaşıcı (hastalığı) olan (used of

avutmak, teselli etmek [comfort, calm] feelings) [catching, spreading quickly]
consonant /ˈkɒnsənənt/ n [C] ünsüz harf, contain /kənˈteɪn/ v [T] 1.içermek,

ünsüz kapsamak [include] 2.tutmak, zapt etmek,

constant /ˈkɒnstənt/ adj 1.değişmez, sabit bastırmak [hold, restrain]
[unchanging, continuous] 2.vefalı, sadık [faithful, container /kənˈteɪn/ n [C] (kutu, şişe, vb.) kap

devoted] [holder, receptacle]
constellation /ˌkɒnstəˈleɪʃ(ə)n/ n takım a plastic drinks container plastik bir

yıldızı [group of stars] içecek kabı
constitute /ˈkɒnstɪˌtjuːt/ v [T] 1.oluşturmak contamination /kənˌtæmɪnˈneɪʃ(ə)n/ n [U]
[make up, compose] 2.kurmak [construct]
construct /kənˈstrʌkt/ v [T] inşa etmek, kirlenme [pollution, contagion]
contemporary /kənˈtemp(ə)r(ə)ri/ adj
yapmak [build, assemble]
construction /kənˈstrʌkʃ(ə)n/ n [C,U] 1.aynı zamana/döneme ait [coexisting,
concurrent] 2.çağdaş, modern [modern]
1.yapılış, yapım, inşa, bina, yapı, inşaat
contemporary art çağdaş sanat
[building, composition, creation] 2.yapı endüstrisi content /ˈkɒntent/ n [C,U] 1.bir şeyin içinde
[building industry] 3.anlam, yorum [creation, bulunan madde miktarı, oran [amount]
design]
2.içerik: bir kitabın, yazının vb. ana
under construction yapım aşamasında konusu [meaning, subject matter]
the construction industry yapı contest1 /ˈkɒntest/ n [C] 1.mücadele
endüstrisi
consul /ˈkɒns(ə)l/ n [C] konsolos [diplomat, [struggle, battle] 2.yarışma [competition,
game, championship]
ambassador] contest2 /ˈkɒntest/ v [T] 1.yarışmak,
consulate /ˈkɒnsjʊlət/ n [C] konsolosluk
binası [administrative headquarters and home of çekişmek, rekabet etmek [compete, contend

the consul] for] 2.doğruluğu hakkında/üzerine

consult /kənˈsʌlt/ v [I,T] danışmak, tartışmak [dispute, argue]

başvurmak, görüşmek, görüş alışverişinde contestant /kənˈtestənt/ n [C] yarışmacı

bulunmak [competitor, candidate]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

continent 54

continent /ˈkɒntɪnənt/ n [C] 1.kıta, anakara convention /kənˈvenʃ(ə)n/ n [C] toplama,
[large area of land, territory] 2.old-fashioned
toplantı [conference]
Britanya dışındaki Avrupa ülkeleri, kıta conversation /ˌkɒnvə(r)ˈseɪʃ(ə)n/ n [C,U]

Avrupası konuşma, sohbet, muhabbet [talk, chat]
convict /kənˈvɪkt/ n [C] suçlu, mahkûm

continent [criminal, prisoner]
conviction /kənˈvɪkʃ(ə)n/ n [C,U]

1.mahkûmiyet [sentence, judgement]

2.sağlam ve içten inanç, kanı, kanaat

[belief, opinion]
convince /kənˈvɪns/ v [T] inandırmak, ikna
continue /kənˈtɪnjuː/ v [I,T] 1.devam etmek, etmek [persuade, assure]
sürmek [resume, carry on] 2.devam ettirmek, cook1 /kʊk/ v [I,T] yemek pişirmek [prepare,

sürdürmek [keep on, carry on] bake, grill, fry]
contract1 /ˈkɒntrækt/ n [C] sözleşme cook2 /kʊk/ n [C] aşçı [chef]

[agreement, deal]
contract2 /ˈkɒntrækt/ v 1.küçülmek,

büzülmek [shorten, shrink] 2.formal

(hastalık, vb.) kapmak [catch, acquire] cook
contradict /ˌkɒntrəˈdɪkt/ v [T] 1.inkâr etmek,

yadsımak [deny, disagree with] 2.birbirini

tutmamak, çelişmek, yalanlamak [confuse,

refuse]
contrary /ˈkɒntrəri/ n sng karşıt, aksi, zıt, cooker /ˈkʊkə(r)/ n [C] fırın, ocak [oven]
cookery book, cookbook AmE /ˈkʊk(ə)ri
tersi [opposite, reverse] bʊk/ n [C] yemek kitabı

on the contrary bilakis, aksine, tam cookie /ˈkʊki/ n [C] kurabiye, çörek [biscuit]

tersine
contrast1 /ˈkɒntrɑːst/ n [C,U] karşıtlık, tezat, cooking /ˈkʊkɪŋ/ n [U] 1.pişirme, yemek

fark, farklılık [difference, in comparison with] hazırlama [food preparation] 2.mutfak,
contrast2 /ˈkɒntrɑːst/ v [I,T] çelişmek, tezat yemek pişirme usulü [cuisine]
cool1 /kuːl/ adj 1.soğuk, serin [cold, chilly]
oluşturmak [differ from] 2.(farkı görmek için)

karşılaştırmak, mukayese etmek [compare] 2.soğuk, arkadaşça olmayan [unfrienly,
contribute /kənˈtrɪbjuːt/ v [I,T] 1.katkıda
aloof] 4.son moda, klas [trendy, hip, stylish]

bulunmak, katılmak, yardım yapmak 5.(çekicilik açısından) müthiş [attractive]

[give, add] 2.rol oynamak [play a part] keep one’s cool soğukkanlılığını korumak
contribution /ˌkɒntrɪˈbjuːʃ(ə)n/ n [C,U] cool2 /kuːl/ v [I] soğutmak [get colder, chill]

1.katılım, katkı [help, addition] 2.katkı, yardım, 2.azalmak, eksilmek, azaltmak [diminish]
bağış [payment, aid] 3.yazı, makale [article] coop /kuːp/ n [C] kümes [cage for poultry]
control1 /kənˈtrəʊl/ n [C,U] 1.kumanda, cooperate /kəʊˈɒpəreɪt/ v [I] işbirliği

kontrol, hakimiyet [power, authority, jurisdiction] yapmak, birlikte çalışmak [work together]
cooperation /kəʊˌɒpəˈreɪʃ(ə)n/ n [U]
2.öz denetim, kontrol [self-control]

3.karargâh, merkez [headquarters] 1.birlikte çalışma, işbirliği, elbirliği [help,

mission control görev merkezi assistance] 2.yardım, destek [aid, support]
control2 /kənˈtrəʊl/ v [T] hâkim olmak coordinate /kəʊˈɔː(r)dɪneɪt/ v [I,T] 1.etkinliği

[have power over, manage, direct] artırmak için birlikte çalışmak, işbirliği
controversy /kənˈtrɒvə(r)si/ n [C,U] yapmak, organize etmek [arrange, organize]

tartışma, anlaşmazlık [argument] 2.düzenlemek, ayarlamak [bring together,
*controversial adj cooperate] 3.uyumlu olmak [harmonize, match]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

55 couch

cop /kɒp/ n [C] informal polis, aynasız correspond /ˌkɒrɪˈspɒnd/ v [l] 1.uymak,

[policeman/woman] uyuşmak, uygun olmak [match, be consistent,

accord] 2.-in karşılığı olmak, uyuşmak,

birbirini karşılamak [be very similar or the same]

3.(düzenli olarak) yazışmak, mektuplaşmak C
cop [communicate, exchange letters]
correspondence /ˌkɒrɪˈspɒndəns/ n [U]

1.uygunluk, birbirini tutma, benzerlik,

uyuşma [relation, agreement] 2.mektuplaşma,

yazışma [letters, communication]
cope /kəʊp/ v [l] başa çıkmak, üstesinden corridor /ˈkɒrɪdɔː(r)/ n [C] 1.koridor, aralık,

gelmek [manage, carry on, handle, deal with] geçit [aisle, passage, hall] 2.iki ülke
copper /ˈkɒpə(r)/ n [U] bakır arasındaki dar arazi, sınır hattı [border zone]
copy1 /ˈkɒpi/ n [C,U] 1.kopya, suret corrupt /kəˈrʌpt/ v [T] 1.(insanı) bozmak,

[reproduction, counterfeit] 2.gazete,vb. nin bir baştan çıkarmak, kötüleştirmek,

tek sayısı, sayı, nüsha [issue] yozlaştırmak [spoil, decay, debase] 2.rüşvet

good copy ilginç haber vermek [bribe]
copy2 /ˈkɒpi/ v [I,T] 1.kopyasını yapmak, corruption /kəˈrʌpʃ(ə)n/ n [U] 1.kötüleştirme,

kopyasını çıkarmak, kopya etmek yozlaştırma, bozma, namussuzluk,

[reproduce, counterfeit] 2.örnek almak, taklit ahlaksızlık [dishonesty, deception] 2.rüşvet

etmek [imitate] yiyicilik, rüşvetçilik [briery]
copyright /ˈkɒpiˌraɪt/ n [C,U] telif hakkı cosmetics /kɒzˈmetɪks/ n pl makyaj
coral /ˈkɒrəl/ n [U] mercan
core /kɔː(r)/ n [C] 1.(meyve) göbek, koçan malzemesi, kozmetik [make-up]

[centre, kernel] 2.bir şeyin en önemli yeri

ya da merkezi, öz, çekirdek [centre, heart]

3.sapına kadar, tamamen, tam [throughout, cosmetics
absolutely] cosmic /ˈkɒzmɪk/ adj uzaya dair, uzaysal
corn /kɔː(r)n/ n [C,U] 1.buğday [wheat, barley
BrE] 2.mısır [corn on the cob, sweetcorn BrE,
maize AmE] 3.ekin, tahıl, tane [grain, cereal]
an ear of corn buğday başağı

a field of corn tahıl tarlası [universal, stellar]
corn flour mısır unu cost1 /kɒst/ n [C,U] pt, pp cost 1.fiyat, bedel
cornea /ˈkɔː(r)niə/ n [C] kornea [transparent
[price, amount] 2.ne pahasına olursa

layer on eye] olsun 3.geçim gideri
corner /ˈkɔː(r)nə(r)/ n [C] 1.köşe [angle, bend] cost2 /kɒst/ v [I] pt, pp cost 1.mal olmak

2.(futbol) köşe vuruşu, korner [sell for, retail] 2.değerinde olmak, etmek,
corporation /ˌkɔː(r)pəˈreɪʃ(ə)n/ n [C] yapmak [be priced at, be worth]
costume /ˈkɒstjuːm/ n [C,U] giysi, kostüm
dernek, kurum [society, foundation]

2.kuruluş, şirket [business, company, [outfit, dress, clothing, apparel]

association] costume ball kıyafet balosu
corpse /kɔː(r)ps/ n [C] ceset, ölü [body, daver] cottage /ˈkɒtɪdʒ/ n [C] küçük ev, kulübe, kır
correct /kəˈrekt/ adj 1.doğru, yanlışsız [true, evi [lodge, cabin, chalet]
accurate] 2.kurala uygun, kabuledilebilir, cotton /ˈkɒt(ə)n/ n [U] 1.pamuk 2.pamuk

doğru [proper, acceptable] ipliği 3.pamuklu kumaş
correction /kəˈrekʃ(ə)n/ n [C,U] düzeltme couch /kaʊtʃ/ n [C] divan, sedir, kanepe

[alteration, adjustment] [sofa, settee]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

cough 56

cough1 /kɒf/ v [I] öksürmek couple /ˈkʌp(ə)l/ n [C] çocuksuz karı koca,

çift [two people who are together]

couple of birkaç, iki-üç
courage /ˈkʌrɪdʒ/ n [U] yüreklilik, cesaret,

cough mertlik [bravery, daring]
courier /ˈkʊriə(r)/ n [C] 1.haberci, kurye

[messenger, bearer] 2.turist rehberi [guide]
course /kɔː(r)s/ n [C,U] 1.yön. rota [route,

direction] 2.akış, cereyan, gidişat [run, flow]
3.saha, alan, pist 4.kurs [class AmE]
cough2 /kɒf/ n [C,U] öksürük
could /kʊd/ modal v 1.(‛can’ eyleminin geçmiş 5.dizi, seri 6.davranış biçimi, eylem biçimi,
yöntem, yol [kind of behaviour] 7.yemeğin
biçimi olarak) -ebilirdi, -abilirdi [be able]
bölümlerinden biri, tabak, yemek [dish]
2.(dolaylı anlatımda ‛can’in yerine) -ebilir, -
ebileceği [be allowed] 3.(olasılık belirtir) -ebilir. a golf course golf pisti
a course of treatment bir dizi tedavi
-abilir [would be able, would like] 4.(rica belirtir) court /kɔː(r)t/ n [C,U] 1.mahkeme [law court]
-ebilir, -abilir [would be able, would like]
council /ˈkaʊns(ə)l/ n [C] belediye, konsey, 2.oturum [trial, case] 3.saray, saray halkı
[castle, palace, royal household] 4.kort, saha
danışma kurulu, meclis [town/city/county
[enclosure, arena, ground, pitch]
council]
councillor, councilor AmE /ˈkaʊns(ə)lə(r)/ tennis court tenis kortu
n [C] memur, üye, encümen üyesi [elected courtyard /ˈkɔː(r)tˌjɑː(r)d/ n [C] avlu

official] [quadrangle, cloister, enclosure]
counsel /ˈkaʊns(ə)l/ n [U] 1.avukat [solicitor, cousin /ˈkʌz(ə)n/ n [C] kuzen
cover1 /ˈkʌvə(r)/ v [T] 1.örtmek, tıkamak,
lawyer] 2.öneri, tavsiye [advice, direction]
counsellor, counselor AmE /ˈkaʊns(ə)lə(r)/ kapatmak [hide, cloak, envelop, protect, shelter]

n [C] 1.danışman [consultant] 2.avukat 2.kaplamak [wrap, enclose] 3.(yol) kat etmek
[cross, travel over] 4.haber yapmak, bildirmek
[lawyer, attorney] [report on] 5.yetmek, karşılamak [pay]
count1 /kaʊnt/ v [I,T] 1.sayma, sayım [add 6.içermek, kapsamak[include]

up, calculate] 2.önemsemek, umursamak cover2 /ˈkʌvə(r)/ n [C] kapak, örtü,

[matter] 3.içermek, saymak, kapsamak, koruyucu [wrapping]

içine almak [include] cow /kaʊ/ n [C] inek [cattle]

lose count sayısını unutmak

count for nothing/little çok önemsiz

olmak, beş para etmemek
count2 /kaʊnt/ n [C] sayı, toplam, sayım

[tally, reckoning] cow
counter /ˈkaʊntə(r)/ n [C] tezgâh [table,

checkout, worktop]
counterclockwise AmE /ˌkaʊntə(r)ˈklɒkwaɪz/
adv saat yönünün tersi [anticlockwise BrE]
country /ˈkʌntri/ n [C] 1.ülke, yurt, vatan coward /ˈkaʊə(r)d/ n [C] korkak
cowboy /ˈkaʊˌbɔɪ/ n [C] kovboy, sığırtmaç,
2.kır, taşra, kırsal kesim [countryside]
countryside /ˈkʌntriˌsaɪd/ n [U] kırsal bölge, sığır çobanı [cowhand, cattleman]
cowgirl /ˈkaʊˌɡɜː(r)l/ n [C] bayan kovboy
şehir dışı [country, farmland]
county /ˈkaʊnti/ n [C] ilçe [division, shire, region] [cowhand]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

57 critic

crab /kræb/ n [C] yengeç [type of shellfish] crawl /krɔːl/ v [I] 1.emeklemek, sürünmek
crab [move on hands and knees] 2.informal

yaltaklanmak, dalkavukluk etmek, yağ

çekmek C
crayon /ˈkreɪɒn/ n [C] pastel boya [pastel,
wax crayon]

crack /kræk/ n [C] çatlak [chink, cleft] crayon
cracker /ˈkrækə(r)/ n [C] kraker [biscuit]

spicy cracker baharatlı kraker
cradle /ˈkreɪd(ə)l/ n [C] 1.beşik [crib, cot,

bassinet] 2.köken [source, origin, birthplace] crazy /ˈkreɪzi/ adj 1.deli, çılgın [insane, mad]
3.(inşaat, vb.) tahta, tezgâh, kızak [support, 2.hayran, tutkun [fanatical]
sling, basket]
cream /kriːm/ n [U] kaymak, krema

cradle cream cake kremalı kek
create /kriˈeɪt/ v [T] yaratmak [design, make]
creation /kriˈeɪʃ(ə)n/ n [C,U] yaratma,

kuruluş [invention]
creative /kriˈeɪtɪv/ adj yaratıcı [imaginativ,

craft /krɑːft/ n [C,U] 1.sanat, ustalık [skill, artistic]
creature /ˈkriːtʃə(r)/ n [C] yaratık [animal,

ability] 2.gemi, uçak [ship, boat] sea creature]
the craft of making statues heykel yapma créche /kreʃ/ n [C] kreş, bebek evi, yuva

sanatı [nursery, kindergarten]
crane /kreɪn/ n [C] 1.turna [type of bird] credible /ˈkredəb(ə)l/ adj inanılır, güvenilir

2.vinç [winch] [believable, reliable]
credit1 /ˈkredɪt/ n [C,U] 1.güven, sadakat

[acknowledgement] 2.saygınlık, itibar [respect,

crane praise] 3.kredi kartı
credit2 /ˈkredɪt/ v [T] inanmak, güvenmek,

crash1 /kræʃ/ v [I,T] 1.(araba, vb.) gürültüyle itimat etmek [believe, accept]
çarpmak [collide, skid] 2.iflas etmek, hasara creek /kriːk/ n [C] çay, ırmak kolu [inlet, sound]
uğramak, işleri bozulmak, birden düşmek crew /kruː/ n [C] tayfa, mürettebat [team, band]
3.bozulmak [breakdown, fail] crime /kraɪm/ n [C,U] suç [misdeed, offence]
criminal /ˈkrɪmɪn(ə)l/ n [C] suçlu [lawbreaker,
crash2 /kræʃ/ n [C] 1.çatırtı, gürültü [bang, villain]
boom] 2.(uçak, otomobil, vb.) kaza [accident]
crater /ˈkreɪtə(r)/ n [C] 1.krater, yanardağ a dangerous criminal tehlikeli suçlu
crisis /ˈkraɪsɪs/ n [C,U] pl crises bunalım,

kriz [critical point, emergency]
criterion /kraɪˈtɪəriən/ n [C] pl criteria ölçüt,

kriter [standard, measure]
critic /ˈkrɪtɪk/ n [C] eleştirmen [reviewer,

ağzı 2.çukur [hole, pit] analyst]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

critical 58

critical /ˈkrɪtɪk(ə)l/ adj tehlikeli, ciddi, kritik cruise /kruːz/ v [I,T] 1.gemi turuna çıkmak,

[crucial, analytical] deniz gezisi yapmak [sail, voyage, journey]

criticise, criticize AmE /ˈkrɪtɪsaɪz/ v 2.(otomobil, uçak, vb.) ortalama bir hızla

eleştirmek [denounce, find fault with] gitmek [travel along]
criticism /ˈkrɪtɪˌsɪz(ə)m/ n [C,U] eleştiri, crumb /krʌm/ n [C] 1.ekmek kırıntısı

kritik [fault-finding, analysis] 2.kırıntı, çok az miktar [morsel, fragment]
crocodile /ˈkrɒkədaɪl/ n [C] timsah [reptile crush /krʌʃ/ v [T] ezmek, sıkıştırarak

that lives in hot places such as Africa] ezmek [squash, squeeze]
crop /krɒp/ n [C] ekin, ürün, mahsul [yield, crust /krʌst/ n [C,U] 1.kabuk, ekmek

produce] kabuğu/kenarı [shell, caking] 2.tabaka,
cross1 /krɒs/ v [l,T] 1.geçmek, karşıya kabuk [layer, coating]
cry1 /kraɪ/ v [I,T] 1.ağlamak [burst into tears
geçmek [traverse] 2.birleşmek, çakışmak weep] 2.written bağırmak, haykırmak

[meet] 3.çiftleştirmek (hayvan veya çiçekleri) [shout, yell, scream] 3.bağırarak istemek/

[mix, interbreed] 4.karşı gelmek, karşı çıkmak çağırmak, feryat etmek [bawl, howl]

[against] cry one’s eyes/heart out hüngür hüngür
cross2 /krɒs/ n [C] 1.çarpı/artı işareti 2.haç ağlamak, iki gözü iki çeşme ağlamak
crossing, cross-walk AmE /ˈkrɒsɪŋ/ n [C]

yaya veya diğer taşıtlar için işaretlenmiş

geçit alanı [area marked for crossing a road] a crying baby
crossword (puzzle) /ˈkrɒsˌwɜː(r)d (ˈpʌz(ə)l/
n [C] çapraz bulmaca

crossword cry2 /kraɪ/ n çığlık, feryat [scream, yell]
puzzle 2.haykırma, bağırma, yüksek ses,
seslenme [call, appeal] 3.ağlama, içini
crow /krəʊ/ n [C] karga dökme [sob] 4.hayvan sesi [call]

crow crystal /ˈkrɪst(ə)l/ n [C,U] kristal, billur
[transparent glass/ice]
crowded /ˈkraʊdɪd/ adj kalabalık, tıkış tıkış,
dopdolu [packed] cub /kʌb/ n [C,U] 1.ayı/aslan/kaplan/tilki
yavrusu [off spring, pup] 2.yavru kurt, izci
crown /kraʊn/ n [C] taç [coronet] [scout]
crucial /ˈkruːʃ(ə)l/ adj çok önemli, kesin,
cube /kjuːb/ n [C,U] küp [block]
son [vital, essential, critical,central] cucumber /ˈkjuːˌkʌmbə(r)/ n [C,U] salatalık,
cruel /ˈkruːəl/ adj acımasız, zalim, gaddar
hıyar [type of vegetable]
[barbarous, brutal, pitiless, merciless] cuisine /kwɪˈziːn/ n [U] 1.yemek pişirme

yöntemi, yemek, aşçılık [fare, food]

2.(Çin,Türk, Fransız vb.) mutfağı [cooking]
cultivate /ˈkʌltɪveɪt/ v [T] 1.toprağı işlemek,

ekip biçmek [farm, plant] 2.yetiştirmek,
ilerletmek [develop, foster]
cultural /ˈkʌltʃ(ə)rəl/ adj kültürel, toplumsal
[artistic, civilized]
culture /ˈkʌltʃə(r)/ n [C,U] 1.kültür, ekin
[production, cultivation] 2.yetiştirme, gelenek,
kültür [civilization, society] 3.kültür [refinement,
education]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

59 cylinder

cup /kʌp/ n [C] fincan [mug, beaker] curve1 /kɜː(r)v/ n [C] eğri, kavis, dönemeç
cupboard /ˈkʌbə(r)d/ n [C] dolap [cabinet,
closet, wardrobe] [arc, bow, bend]
cure1 /kjʊə(r)/ n [C] tedavi, çare, şifa curve2 /kɜː(r)v/ v eğmek, kıvrılmak [bend, arc]
cushion /ˈkʊʃ(ə)n/ n [C] 1.minder, yastık
[remedy, treatment, medication]
cure2 /kjʊə(r)/ v [T] 1.(hastayı) iyileştirmek, [pillow, bolster] 2.tabaka, taban [layer] C

tedavi etmek [make better, heal] 2.(kötü

bir durumu) iyileştirmek, iyi duruma cushion
getirmek, düzeltmek [solve, remedy]
curiosity /ˌkjʊəriˈɒsəti/ n [C,U] 1.merak

[concern, inquisitiveness, interest] 2.tuhaflık,

merak odağı [oddity, interesting because it is custom /ˈkʌstəm/ n [C,U] 1.gelenek,
unusual] görenek, töre [tradition, convention] 2.formal

a curious boy alışkanlık, davranış biçimleri [habit, practice]
3.formal alışveriş [trade, business]
customer /ˈkʌstəmə(r)/ n [C] alıcı, müşteri

[client, buyer]
customs /ˈkʌstəmz/ n pl 1.gümrük vergisi

[duty] 2.gümrük
cut1 /kʌt/ v pt, pp cut 1.dilimlemek [slice]
curious /ˈkjʊəriəs/ adj 1.meraklı, bilmek

isteyen, her şeye burnunu sokan, herkesin 2.kesmek, doğramak [chop, cut up]

işine karışan [interested, inquiring] 3.kesmek [slash, pierce, wound] 4.kısmak,

2.garip, acayip, tuhaf [unusual, bizarre] kısıtlamak, azaltmak, seyrekleştirmek
curl /kɜː(r)l/ n [C] büklüm, kıvrım, bukle, [reduce, decrease] 5.incitmek, kırmak,

helezon [ringlet, spiral, corkscrew] yaralamak, yarmak [split, crack]
curly /kɜː(r)l/ adj kıvırcık, kıvrımlı [curling, cut short kısaltmak
wavy, crinkly] cut corners kestirmeden gitmek, kısa

yoldan gitmek

cut it fine zor yetişmek

curly hair cut one’s losses zararı/masrafı azaltmak
cut2 /kʌt/ n [C] 1.kesik, yarık, yara [graze,

injury] 2.dilim, parça [slice, piece]

job/tax/price/wage cuts azaltma, indirim

currency /ˈkʌrənsi/ n [C,U] geçerlilik, revaç, cut above -den daha iyi, daha üstün
para birimi [money, coinage] cute /kjuːt/ adj şirin, hoş, sevimli [appealing,

current /ˈkʌrənt/ adj geçerli, hali hazırdaki, attractive]
mevcut, şimdiki, şu andaki [existing, cutlery /ˈkʌtləri/ n [C] çatal bıçak takımı

present] [utensils]
currently /ˈkʌrəntli/ adv bu anda, bu cycle1 /ˈsaɪk(ə)l/ n [C] 1.devir, tur, dönüş,

günlerde [at the moment, nowadays] evre [circle, succession] 2.bisiklet [bicycle, bike]
curriculum /kəˈrɪkjʊləm/ n [C] müfredat cycle2 /ˈsaɪk(ə)l/ v [I] bisiklet sürmek [ride a

programı [syllabus] bicycle]
cyclone /ˈsaɪˌkləʊn/ n [C] kasırga, siklon
curse /kɜː(r)s/ n [C] lanet, lanet etme
curtain /ˈkɜː(r)t(ə)n/ n [C] perde [covering,
[storm, hurricane, tornado, whirlwind]
blind, hanging, drape] 2.tiyatro perdesi [screen] cylinder /ˈsɪlɪndə(r)/ n [C] silindir

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

dad 60

Dd daring2 /ˈdeərɪŋ/ n [U] yiğitlik, cüret, cesaret
[bravery, audacity]

dark1 /dɑː(r)k/ adj 1.karanlık [dim, dingy, unlit]
2.karanlık, esmer, koyu, siyaha yakın

[deep] 3.gizli, karanlık [terrible] 4.hakkında

çok şey bilinmeyen ve başarılı olan kimse,

kapalı kutu [mysterious, enigmatic]
dark2 /dɑː(r)k/ n [U] bilgisiz, habersiz [not

knowing]
darken /ˈdɑː(r)kən/ v [I,T] 1.kararmak [grow
D, d /diː/ n İngiliz alfabesinin 4. harfi dim] 2.karartmak [shade, overshadow]
dad /dæd/ n [C] baba, babacığım [daddy, darling /ˈdɑː(r)lɪŋ/ n [C,U] spoken sevgili,

father] sevgilim; tatlım, canım, hayatım; sevimli,
daily1 /ˈdeɪli/ adj her gün, günlük, gündelik tatlı [beloved, dear]

[every day] data /ˈdeɪtə/ n [U.pl] veriler, bilgiler,
daily2 /ˈdeɪli/ n [C] günlük gazete, (pazar karakteristik, olaylar, veriler [information,

hariç) her gün çıkan gazete [newspaper] details]
dairy /ˈdeəri/ n [C] 1.mandıra, süthane [milk database /ˈdeɪtəˌbeɪs/ n [C] veri tabanı
production] 2.süt ürünü [from milk]
dam /dæm/ n [C] baraj, set, su bendi [information stored in a computer]
date1 /deɪt/ n [C] 1.tarih 2.tarihi geçmiş [old,
[barricade]
damage1 /ˈdæmɪdʒ/ n [U] zarar, ziyan, expired] 3.randevulaşmak [appointment]
What’s today’s date? Bugünün tarihi ne?
hasar [harm, destruction] date2 /deɪt/ v [T] -den gelmek, -den kalma
damage2 /ˈdæmɪdʒ/ v [T] hasar yapmak, [start from, come from]

bozmak, zarar vermek [wreck, harm] daughter /ˈdɔːtə(r)/ n [C] kız çocuk, kız
damp /dæmp/ adj nemli, rutubetli [moist, evlat [girl]

clammy] dawn1 /dɔːn/ n [C,U] şafak, günün ilk
dance1 /dɑːns/ n [C] 1.dans etme 2.dans ışıkları, tan [daybreak, sunrise]

3.eğlence, danslı toplantı, dans [ball, disco] dawn2 /dɔːn/ v [I] (gün) ağarmak,
dance2 /dɑːns/ v [I] dans etmek [whirl, jig, sway] aydınlanmak [grow light]
day /deɪ/ n [C,U] 1.gün [twenty-four hours]

2.gündüz 3.zaman, çağ, dönem, gün

day after day day in day out sürekli,

They are devamlı

dancing from day to day/day by day günden

güne, günbegün, her geçen gün

make one’s day birini çok mutlu etmek,

birini sevindirmek
dancer /ˈdɑːnsə(r)/ n [C] dans eden kimse, daybreak /ˈdeɪˌbreɪk/ n [U] tan, şafak,

dansör, dansöz, dansçı [ballerina, hoofer] seher vakti [dawn, break of day]
danger /ˈdeɪndʒə(r)/ n [U] tehlike [peril, hazard] daydream1 /ˈdeɪˌdriːm/ v [I] hayal kurmak,
dangerous /ˈdeɪndʒərəs/ adj tehlikeli daybreak /ˈdeɪˌbreɪk/ n [U] tan, şafak,

[perilous] seher vakti [dawn, break of day]
Danish /ˈdeɪnɪʃ/ n [U] Danimarka’ya ait, daydream1 /ˈdeɪˌdriːm/ v [I] hayal kurmak,

Danimarka dili hayale dalmak [fantasize, dream]
daring1 /ˈdeərɪŋ/ adj çok yürekli, gözü pek, daydream2 /ˈdeɪˌdriːm/ n [C] hayal, düş

cüretkâr, cesur [brave, adventurous] [fantasy, dream]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

61 decorate

daylight /ˈdeɪˌlaɪt/ n [U] gün ışığı, gündüz death /deθ/ n [C,U] 1.ölüm [decease, passing]
[sunlight, light of day, daytime]
daytime /ˈdeɪˌtaɪm/ n [U] gündüz, gündüz 2.informal çok, ölene kadar, ölesiye [a lot]
vakti [daylight hours]
day-to-day /ˈdeɪtuːˈdeɪ/ adj günlük, her 3.idam hükmü
günkü [regular, routine]
dead /ded/ adj 1.ölü, ölmüş, işi bitmiş; death duty/tax veraset vergisi
geçersiz [deceased, defunct] 2.bozuk [broken, debate /dɪˈbeɪt/ n [C,U] tartışma, müzakere,
not working, inactive] 3.cansız, renksiz, sıkıcı,
ölü [boring, dull, silent] 4.spoken bitkin, görüşme [discussion, argument] D
yorgunluktan ölmüş, leşi çıkmış [tired, debt /det/ n [C] 1.alacak, borç [due, liability]
exhausted]
deadly /ˈdedli/ adj 1.ölümcül, öldürücü, in debt to sb borçlu olma, borçlanma
tehlikeli [lethal, dangerous] 2.sıkıcı, bayıcı run into debt borca girmek/batmak
[very boring, dull] decade /ˈdekeɪd/ n [C] on yıl [10 years]
deaf /def/ adj 1.sağır [hard of hearing, hearing] decay /dɪˈkeɪ/ v 1.bozmak, çürütmek
2.kulak asmamak, duymazlıktan gelmek
[turn a blind eye on, ignore] [decompose, rot] 2.bozulmak, çürümek

They are [decline, collapse]
deaf. December /dɪˈsembə(r)/ n [C,U] aralık (ayı)
deception /dɪˈsepʃ(ə)n/ n [C,U] 1.aldatma,
deal1 /diːl/ n [C] 1.anlaşma [agreement]
2.iyi bir pazarlık yapmak, fiyat almak aldatmaca, aldanma [trickery, cunning]
a great/good deal of çok, oldukça fazla
2.hile [deceit, fraud]
deal2 /diːl/ v pt, pp dealt 1.dağıtmak, decide /dɪˈsaɪd/ v [I,T] 1.karar vermek,
vermek 2.uğraşmak, ilgilenmek, bakmak
[take care of] 3.ele almak, bakmak [handle, kararlaştırmak [make up one’s mind] 2.seçim
cover, look at] 5.başa çıkmak, idare etmek,
üstesinden gelmek [cope with] yapmak, hüküm vermek [pick, choose]
deal in alıp satmak, ticaretini yapmak decision /dɪˈsɪʒ(ə)n/ n [C] 1.karar [resolution,

dealer /ˈdiːlə(r)/ n [C] alım satım yapan judgement] 2.kararlılık [determination]
kimse, tüccar decision-making /dɪˈsɪʒ(ə)nˈmeɪkɪŋ/ n [U]
a drug dealer uyuşturucu tüccarı
karar verme [be decisive]
dealt bkz deal declaration /ˌdekləˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.bildiri,
dean /diːn/ n [C] dekan
dear1 /dɪə(r)/ interj hayır olamaz!, deklarasyon [statement, acknowledgment,

inanamıyorum! affirmation] 2.demeç [announcement, edict]
dear2 /dɪə(r)/ n [C] canım, tatlım [sweetheart] declare /dɪˈkleə(r)/ v [T] 1.ilan etmek [state,
dear3 /dɪə(r)/ adj 1.(mektup başında) sevgili,
affirm] 2.iddia etmek 3.bildirmek, haber
sayın 2.formal sevgili, değerli, aziz
[beloved, adored] vermek [proclaim]
Dear Mother, Sevgili Anneciğim. decline /dɪˈklaɪn/ n [U] iniş, azalma,

gerileme, düşme, kötüye gidiş, çöküş

[downturn, deterioration, decay]

decline

decode /diːˈkəʊd/ v [T] şifresini çözmek
[decipher, crack]

decoder /diːˈkəʊdə(r)/ n [C] şifre kırıcı,
dekoder [unscrambler]

decorate /ˈdekəreɪt/ v [I,T] 1.süslemek,
donatmak, dekore etmek [adorn, beautify]

2.badanalamak, badana yapmak,
boyamak [paint]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

decoration 62

decoration /ˌdekəˈreɪʃ(ə)n/ n [C] 1.süs defenceless, defenseless AmE /dɪˈfensləs/
[ornament, bauble] 2.nişan, madalya [medal, adj savunmasız, korumasız [helpless,

award] exposed]
decrease1 /diːˈkriːs/ v [I,T] 1.azalmak defend /dɪˈfend/ v [T] savunmak, korumak,

[lessen, cut down] 2.azaltmak [lessen, reduce] müdafaa etmek [protect, resist]
decrease2 /diːˈkriːs/ n [C] azalma, azalış, deficient /dɪˈfɪʃ(ə)nt/ adj 1.yetersiz [lacking,

düşüş [reduction] inadequate] 2.eksik [unsatisfactory]
dedicate /ˈdedɪkeɪt/ v [T] 1.adamak [devote, *deficiency n [C,U]
commit] 2.ithaf etmek [inscribe, address] deficit /ˈdefəsɪt/ n [C] (bütçe, hesap) açık
dedication /dedıˈkeıjan/ n [C,U] 1.adama
[devotion, adherence] 2.ithaf [inscription, address] [shortfall, arrears]
deep1 /diːp/ adj 1.derine, dibe, derinden, define /dɪˈfaɪn/ v [T] 1.tanımlamak [outline,

derin [bottomless, yawning] 2.(renk) koyu specify] 2.belirtmek, açıklamak [explain,

[intense, dark] 3.(uyku) derin [sound] 4.(ses) clarify]

boğuk, derin [low, bass] 5.(duygu) derin, içten definite /ˈdef(ə)nət/ adj belirli, açık, kesin
[intense] 6.(düşünce) yoğun, ciddi, derin
[clear]
[absorbed, engrossed] 7.anlaşılmaz, karmaşık,
derin [profound, serious] 8.ciddi, kötü, derin definitely /ˈdef(ə)nətli/ adv kesinlikle
[serious] 9.derine inen, yüzeyde kalmayan
[extensive, bottomless] [certainly, absolutely]
definition /ˌdefəˈnɪʃ(ə)n/ n [C] 1.tanım

go off the deep end tepesi atmak [explanation, meaning] 2.açıklık, berraklık,

in deep water başı dertte netlik [sharpness, clarity]
still waters run deep durgun sular deforestation /diːˌfɒrɪˈsteɪʃ(ə)n/ n [U]

derinden akar ormanndan yoksun bırakma, ormanı yok
deep2 /diːp/ n [C] dipfriz, derin dondurucu
etme [removal of trees]
[freezer] degree /dɪˈɡriː/ n [C] 1.derece [unit for
deeply /ˈdiːpli/ adv 1.çok, fazla, derinden
measuring temperature] 2.düzey, derece,
[very, intensely] 2.derince, çokça [strongly]
3.ileriye derine [a long way] kademe [measure, amount] 3.öğrenim
deer /dɪə(r)/ n [C] geyik, karaca
derecesi, lisans [university qualification]
delay1 /dɪˈleɪ/ n [C] 1.gecikme [postponement,

wait, pause] 2.gecikmeksizin [as soon as

deer possible]
delay2 /dɪˈleɪ/ v [T] 1.geciktirmek, ertelemek

[put off, postpone] 2.ertelemek, gecikmek

[obstruct, stop, detain]
delegate /ˈdeləɡət/ n [C] temsilci, delege

defeat1 /dɪˈfiːt/ n [U] yıkım, tahribat [conquer [representative, ambassador, commissioner]
overthrow, beating] delegation /ˌdeləˈɡeɪʃ(ə)n/ n [C] delegasyon
defeat2 /dɪˈfiːt/ v [T] 1.yenmek, bozguna
uğratmak [beat, conquer] 2.boşa çıkarmak, [deputation, commission]
suya düşürmek, mahvetmek, yıkmak delete /dɪˈliːt/ v [T] silmek, çıkarmak

[frustrate thwart] [remove, cancel]
defence, defense AmE /dɪˈfens/ n [U] deliberate /dɪˈlɪb(ə)rət/ adj 1.kasıtlı

1.savunma [protection, asistance] 2.koruma, [intentional, on purpose] 2.temkinli, ağır,

dikkatli [careful, measured]

savunma, kalkan [shield, guard] *deliberately

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

63 depressed

delicate /ˈdelɪkət/ adj 1.zayıf, hassas [frail, dentist /ˈdentɪst/ n [C] dişçi, diş hekimi

sickly, fragile] 2.dikkat isteyen, ince, kolay

kırılabilen [breakable, fragile, fine]

3.hassas, zor dentist
delicious /dɪˈlɪʃəs/ adj nefis, leziz [delectable,

appetizing] D
delight /dɪˈlaɪt/ n [U] 1.zevk, haz [pleasure,
enjoyment] 2.sevinç/mutluluk kaynağı

[something that brings happiness] 3.lokum dentistry /ˈdentɪstri/ n [U] dişçilik
delighted /dɪˈlaɪtɪd/ adj zevkli, sevinçli, deny /dɪˈnaɪ/ v [T] 1.inkâr etmek, yadsımak

memnun [pleased, ecstatic] [dispute, refuse] 2.yalanlamak, tanımamak,
deliver /dɪˈlɪvə(r)/ v [I,T] 1.(alıcının evine/
reddetmek [disagree with, oppose]
işyerine) teslim etmek, götürmek, dağıtmak deodorant /diˈəʊd(ə)rənt/ n [C,U]
[carry, bring] 2.literary kurtarmak, korumak
[free, save] 3.doğurtmak [help give birth] deodorant, koku gideren [antiperspirant]
4.vermek, teslim etmek [hand over, give to depart /dɪˈpɑː(r)t/ v [I,T] ayrılmak, gitmek,
sb else] 5.(konuşma, vb.) okumak, yapmak
[give, present] hareket etmek, kalkmak [leave, go, start]
delivery /dɪˈlɪv(ə)ri/ n [C,U] 1.teslim, department /dɪˈpɑː(r)tmənt/ n [C] kısım,
dağıtım, servis [dispatch, distribution]
bölüm, reyon; şube, daire, kol [section,
2.doğum [childbirth, confinement]
demand1 /dɪˈmɑːnd/ n [C] istek, talep branch]
departmental /ˌdiːpɑː(r)tˈment(ə)l/ adj
[request, claim]
demand2 /dɪˈmɑːnd/ v [T] 1.istemek, talep kısımlara ait, bölüme ait, daireye ait

etmek [request, order] 2.gerektirmek [branch, group]
[need, call for, require] departure /dɪˈpɑː(r)tʃə(r)/ n [C,U] hareket,
demo /ˈdeməʊ/ n [C] informal abbr gösteri
[march, rally, protest, demonstration] gidiş, kalkış, çıkış [leaving, exit]
democracy /dɪˈmɒkrəsi/ n [U] demokrasi depend /dɪˈpend/ v [I] 1.bağlı olmak [be
democratic /ˌdeməˈkrætɪk/ adj demokratik dependent on, hinge on] 2.güvenmek; bel
demonstrate /ˈdemənˌstreɪt/ v [T]
1.(örneklerle) kanıtlamak, göstermek [prove, bağlamak [rely on]
dependence /dɪˈpendəns/ n [U] 1.bağlılık

[reliance] 2.güven, güvenme [trust, confidence]
3.(uyuşturucu, vb. ne) bağımlılık [addiction]
dependent /dɪˈpendənt/ adj 1.bağımlı,
muhtaç [reliant, counting] 2.bağlı [determined
how] 2.kullanılışını göstermek [show, explain, by, subject to]
display] 3.gösteri yapmak/düzenlemek deplete /dɪˈpliːt/ v [T] tüketmek, bitirmek,

[march, protest] boşaltmak [use up, empty]
demonstration /ˌdemənˈstreɪʃ(ə)n/ n [C] deposit /dɪˈpɒzɪt/ n [C] 1.kapora [down

1.gösteri [demo, protest, mass lobby] payment] 2.tortu [sediment]

2.kullanılışını gösterme, gösterim, tanıtım, depot /ˈdepəʊ/ n [C] 1.depo, ambar
[explanation, display]
dense /dens/ adj 1.(orman) sık [compacted, [storehouse, depository] 2.cephanelik,
depo [arsenal, cache] 3.küçük istasyon

close] 2.(sis, duman, vb.) yoğun, koyu [bus station, garage]
[impenetrable, thick] 3.informal aptal, kalın depress /dɪˈpres/ v [T] üzmek, keyfini

kafalı [stupid] kaçırmak [sadden]
density /ˈdensəti/ n [U] 1.yoğunluk [intensity] depressed /dɪˈprest/ adj keyifsiz, morali
2.sıklık [closeness] 3.technical yoğunluk
bozuk, üzgün [low-spirited]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

depression 64

depression /dɪˈpreʃ(ə)n/ n [C,U] dessert /dɪˈzɜː(r)t/ n [C,U] (yemeğin sonunda

1.depresyon, çöküntü, bunalım [low spirits, yenen) tatlı [sweet, pudding]
dessert spoon /dɪˈzɜː(r)t spuːn/ n [C] tatlı
despair] 2.ekonomik daralma, bunalım,

depresyon [recession, slump] kaşığı
depth /depθ/ n [C,U] derinlik [deepness, drop] destination /ˌdestɪˈneɪʃ(ə)n/ n [C] gidilecek/
deputy /ˈdepjʊti/ n [C] 1.vekil [substitute,
delegate, representative, assistant] 2.milletvekili gönderilen yer [journey’s end, goal]
destined /ˈdestɪnd/ adj yazılmış, mahkûm

[member of parliament] olmuş, yönlendirilmiş, alnına yazılmış

dermatology /ˌdɜː(r)məˈtɒlədʒi/ n [U] cildiye [fated, bound]
describe /dɪˈskraɪb/ v [T] tanımlamak, destiny /ˈdestəni/ n [C] alınyazısı, yazgı,

betimlemek, anlatmak [tell, define] kader [fate, doom]
describe as (gibi) görmek, saymak, destroy /dɪˈstrɔɪ/ v [T] 1.yok etmek,

gözüyle bakmak mahvetmek, yıkmak [ruin, annihilate]

description /dɪˈskrɪpʃ(ə)n/ n [C,U] 2.itlaf etmek [kill an animal because it is ill or

tanımlama, betimleme, tasvir, tarif, dangerous]
açıklama [depiction, account] destroyer /dɪˈstrɔɪə(r)/ n [C] yıkıcı, yok edici

beyond description tarif edilemez, tarifin [destructive person or thing]
ötesinde destruction /dɪˈstrʌkʃ(ə)n/ n [U] harap

desert1 /ˈdezə(r)t/ n [C,U] çöl, sahra etme,yok etme, tahrip [ruin, annihilation]
desert2 /ˈdezə(r)t/ v [I,T] terk etmek, destructive /dɪˈstrʌktɪv/ adj yıkıcı, tahrip

bırakıp gitmek [abandon, leave] edici, zararlı [damaging, deadly]
deserve /dɪˈzɜː(r)v/ v [T] hak etmek, detach /dɪˈtætʃ/ v [T] ayırmak, sökmek,

layık olmak [merit, be entitled to] çözmek [disconnect, cut off, disassemble]
design1 /dɪˈzaɪn/ n [C,U] 1.tasarım, tasarı, detached /dɪˈtætʃt/ adj 1.ayrı, bağlantısız,

çizim, dizayn [blueprint, plan, draft, project] müstakil [separate, unconnected] 2.yansız,
tarafsız [uninvolved, disinterested, objective]
2.desen, taslak [motif, pattern] detail /ˈdiːteɪl/ n [C,U] ayrıntı, tafsilat,
design2 /dɪˈzaɪn/ v [I,T] plan çizmek, dizayn teferruat [minor point, fine point]
detailed /ˈdiːteɪld/ adj ayrıntılı, detaylı
etmek [plan, create, conceive] [comprehensive]
designer /dɪˈzaɪnə(r)/ n [C] tasarımcı,

dizayncı [creator] detect /dɪˈtekt/ v [T] bulmak, ortaya
desirable /dɪˈzaɪrəb(ə)l/ adj formal istenilir, çıkarmak, keşfetmek, sezmek [notice,

arzu edilir, hoş [sought-after, advantageous] ascertain, discover, find]
desire1 /dɪˈzaɪə(r)/ n [C,U] arzu, emel, detective /dɪˈtektɪv/ n [C] dedektif, hafiye,

istek, dilek [wish, yearning] meydana çıkarıcı, polis hafiyesi
desire2 /dɪˈzaɪə(r)/ v [T] formal arzu etmek, [investigator, police]

istemek, arzulamak [want, crave]
desk /desk/ n [C] 1.sıra 2.yazı masası

[writing desk, bureau] 3.resepsiyon [reception] detective

school desk okul sırası

desk detector /dɪˈtektə(r)/ n [C] dedektör, bulucu,
algılayıcı
despite /dɪˈspaɪt/ prep -e rağmen, -e karşın
[in spite of, notwithstanding] detergent /dɪˈtɜː(r)dʒ(ə)nt/ n [C,U] deterjan,
temizleyici madde, arıtıcı [soap powder,

cleaner, cleanser]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

65 difference

determination /dɪˌtɜː(r)mɪˈneɪʃ(ə)n/ n [U] diagram /ˈdaɪəɡræm/ n [C] diyagram, tablo,

1.azim, kararlılık [conviction, resolution, solve] şema [drawing, plan, figure]
2.formal saptama, kararlaştırma, belirleme dial1 /ˈdaɪəl/ n [C] (radyo/kombi, vb.) düğme,
kontrol, kumanda [knob, switch]
[decision, settlement] 3.formal karar verme, dial2 /ˈdaɪəl/ v [I,T] (telefon) numaraları
seçme, belirleme [ruling, judgement]
determine /dɪˈtɜː(r)mɪn/ v [T] 1.karar çevirmek [press the buttons on a telephone]
vermek [decide, choose, resolve] 2.belirlemek, dialect /ˈdaɪəlekt/ n [C,U] lehçe, diyalekt, D

saptamak [establish, define, set] ağız, bölgesel dil [language, vernacular]
determined /dɪˈtɜː(r)mɪnd/ adj kararlı, azimli dialogue, dialog AmE /ˈdaɪəlɒɡ/ n [C,U]

[resolute, dogged, single-minded] formal diyalog, söyleşme [conversation,
develop /dɪˈveləp/ v [I,T] 1.gelişmek,
discussion, communication]
büyümek, artmak [advance, mature, grow] diamond /ˈdaɪəmənd/ n [C,U] 1.elmas

2.geliştirmek, büyütmek, artırmak [expand, 2.baklava biçimi
advance] diaper AmE /ˈdaɪəpə(r)/ n [C] çocuk bezi,
developed /dɪˈveləpt/ adj gelişmiş,
geliştirilmiş, kalkınmış [fully grown, advanced] bebek bezi [nappy BrE]
developing /dɪˈveləpɪŋ/ adj gelişmekte olan diary /ˈdaɪəri/ n [C] günlük, anı defteri

[advancing, growing] [journal, appointment book]
dice /daɪs/ n [C] zar, oyun zarları

development /dɪˈveləpmənt/ n [U] gelişme,

gelişim [growth, maturity, advance] dice
device /dɪˈvaɪs/ n [C] 1.aygıt, alet, cihaz

[gadget, apparatus] 2.hile, numara, plan,

yöntem [ploy, method] dictate /dɪkˈteɪt/ v [I,T] 1.dikte etmek,
devil /ˈdev(ə)l/ n sng informal 1.şeytan

[Satan, demon] 2.şeytan gibi, yaramaz

[rascle, scamp, monkey] yazdırmak [speak, read out] 2.zorla kabul

ettirmek, hükmetmek [order, command, decree]
dictator /dɪkˈteɪtə(r)/ n [C] diktatör [absolute

devil ruler, autocrat]
dictionary /ˈdɪkʃən(ə)ri/ n [C] sözlük

[wordbook, lexicon]
did bkz do
die /daɪ/ v [I] 1.ölmek, vefat etmek [pass

devote /dɪˈvəʊt/ v [T] -e adamak, vermek, away, perish, stop living] 2.durmak, bitmek
harcamak [dedicate, give, commit] [cease, stop]
diet /ˈdaɪət/ n [C,U] 1.yiyecek, günlük besin
devoted /dɪˈvəʊtɪd/ adj sadık, bağlı, düşkün [nourishment, food] 2.beslenme, yeme
[dedicated, ardent] alışkanlığı [eating habits, nutrition] 3.perhiz
yapma, rejim yapma, rejim [count the
diabetes /ˌdaɪəˈbiːtiːz/ n [U] şeker hastalığı,

diyabet calories, restrict your food intake]
diagnose /ˈdaɪəɡnəʊz/ v [T] teşhis etmek/ differ /ˈdɪfə(r)/ v [I] 1.farklı olmak [be net, be

koymak, tanılamak [identify, analyse] unlike] 2.farklı görüşte olmak, anlaşamamak
diagnosis /ˌdaɪəɡˈnəʊsɪs/ n [C,U] teşhis, [contradict, disagree, clash]

diyagnoz, tanı [examination, analysis, opinion, difference /ˈdɪfrəns/ n [C] 1.fark, ayrım
conclusion]
diagonal /daɪˈæɡən(ə)l/ adj köşegen, [distinction] 2.farklılık [dissimilarity, disparity]

3.anlaşmazlık, uyuşmazlık [disagreement,

çapraz [slanting, angled] argument]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

different 66

different /ˈdɪfrənt/ adj 1.farklı [unique, new] dinosaur /ˈdaɪnəˌsɔː(r)/ n [C] dinozor

2.başka, değişik [changed, not like before]

3.çeşitli [various, assorted]
difficult /ˈdɪfɪk(ə)lt/ adj 1.zor, güç [hard]

2.müşkülpesent, güç beğenir, zor [awkward, dinosaur
not easy to work with, demanding]
difficulty /ˈdɪfɪk(ə)lti/ n [C,U] 1.zorluk,

güçlük [complexity, strain] 2.sorun, problem,

zorluk [complication, dilemma] 3.zorluk, sıkıntı dip /dɪp/ v [I,T] 1.daldırmak, batırmak,
dig /dɪɡ/ v [I,T] pt, pp dug kazmak [excavate, sokmak [duck, dunk] 2.azalmak, düşmek,

scoop, quarry] inmek [decrease, fall]

diphtheria /dɪfˈθɪəriə/ n [U] difteri, kuşpalazı
diploma /dɪˈpləʊmə/ n [C] diploma

He is diging [certificate]
a hole diplomacy /dɪˈpləʊməsi/ n [U] 1.diplomasi,

diplomatlık [international negotiation

statesmanship] 2.insanlarla ilişkide incelik,

digest /daɪˈdʒest/ v [T] 1.sindirmek, başarı, ikna yeteneği, ustalık [tact, skill]
hazmetmek [ingest, absorb] 2.kafada diplomat /ˈdɪpləmæt/ n [C] diplomat
şekillendirmek, kavramak [consider,
[negotiator, conciliator]
comprehend] diplomatic /ˌdɪpləˈmætɪk/ adj 1.diplomatik
digicam /ˈdɪdʒɪˌkæm/ n [C] dijital kamera
[political] 2.nazik, ince, dikkatli, usta
[camcorder] [tactful, sensitive, prudent, adept]
digit /ˈdɪdʒɪt/ n [C] rakam [number] direct1 /daɪˈrekt/ adj 1.doğru, düz, direkt
digital /ˈdɪdʒɪt(ə)l/ adj sayısal, elektronik [straight, non-stop] 2.dolaysız, açık, net
[clear, honest, unambiguous] 3.dosdoğru,
[electronic] doğrudan, tereddütsüz [immediate]
dim /dɪm/ adj 1.loş, sönük, bulanık, belirsiz direct2 /daɪˈrekt/ v [T] 1.yolu tarif etmek
[guide, indicate] 2.yönetmek [control, manage]
[unclear, gloomy, grey, shadowy] 2.informal 3.formal emretmek [order, instruct]
ahmak, budala, salak [stupid, slow] direction /daɪˈrekʃ(ə)n/ n [C] 1.yön, amaç
dime /daɪm/ n [C] (ABD ve Kanada’da) 10 sent [purpose, aim] 2.yönerge talimat
değerindeki madeni para [10 cents] 3.yönünde, istikametinde, -e doğru [towards]
dimension /daɪˈmenʃ(ə)n/ n [C] boyutlar, under sb’s direction kontrol, idare,
ebat [range, extension, size, asurement] yönetim
dimensional /ˌθriː daɪˈmenʃ(ə)nəl/ adj directly /daɪˈrek(t)li/ adv 1.doğrudan
boyutlu, boyutsal doğruya, dosdoğru, direkt olarak [straight
dine /daɪn/ v [I] formal akşam yemeği
yemek [eat, feast] away, immediately] 2.hemen, derhal, -er
diner /ˈdaɪnə(r)/ n [C] 1.yemek yiyen kimse -mez [at once, as soon as possible]
[eater, consumer] 2.vagon restoran [dining car] director /daɪˈrektə(r)/ n [C] 1.müdür, yönetici
3.(yol kenarında) küçük lokanta [small [administrator, manager] 2.yönetmen
restaurant, café AmE] directory /daɪˈrekt(ə)ri/ n [C] (adres, telefon)
dining room /ˈdaɪnɪŋ ruːm/ n [C] yemek
rehberi [guide, almanac]
odası dirt /dɜː(r)t/ n [U] 1.çamur, toz, toprak [soil,
dinner /ˈdɪnə(r)/ n [C,U] 1.akşam yemeği

[evening meal] 2.(bazen) öğle yemeği mud] 2.kir, pislik [muck, poo]

3.yemek, iş yemeği, akşam ziyafeti [dinner treat sb like dirt hiçe saymak, hor

party, feast] görmek, adam yerine koymamak

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

67 disgust

dirty /ˈdɜː(r)ti/ adj 1.pis, kirli [grubby, mucky] disapprove /ˌdɪsəˈpruːv/ v [I] uygun

2.terbiyesiz, pis, çirkin, iğrenç [obscene] görmemek, uygun bulmamak, onamamak,

3.adilik, pislik, kalleşlik [dishonest, mean, tasvip etmemek [condemn, deplore]
unfair] disaster /dɪˈzɑːstə(r)/ n [C,U] 1.felâket,

yıkım, facia [catastrophe] 2.korkunç kaza/
dirty olay, trajedi [bad accident, tragedy]
disc, disk AmE /dɪsk/ n [C] 1.yuvarlak
yüzey [circle, ring] 2.yuvarlak şey [circular D

shape] 3.disk, plak [record, CD]
discharge /dɪsˈtʃɑː(r)dʒ/ v [I,T] 1.formal

disability /ˌdɪsəˈbɪləti/ n [C,U] sakatlık yerine getirmek, yapmak [carry out, accomplish]
[handicap, disablement, affliction] 2.tahliye etmek [release, dismiss] 3.formal

disability pension sakatlık maaşı, ateş etmek; atmak [fire, shoot] 4.akıtmak;

maluliyet maaşı boşaltmak [release]
disable /dɪsˈeɪb(ə)l/ v [T] sakatlamak, sakat discipline /ˈdɪsəplɪn/ n [U] 1.disiplin [control,

bırakmak [cripple, debilitate, handicap] instruction] 2.ceza [punishment, castigation]
disabled /dɪsˈeɪb(ə)ld/ adj sakat [handicapped, 3.bilim dalı [field of study, area]
paralysed] discomfort /dɪsˈkʌmfə(r)t/ n [U] gerginlik ve

acı duyuyor olma durumu, rahatsızlık

disabled [uneasiness, pain]
disconnect /ˌdɪskəˈnekt/ v [T] bağlantısını

kesmek; ayırmak [cut off, detach]
discount /ˈdɪsˌkaʊnt/ n [C] indirim [deduction,

disadvantage /ˌdɪsədˈvɑːntɪdʒ/ n [C,U] price reduction]
dezavantaj, zarar, kayıp [drawback, fault, flaw] discourage /dɪsˈkʌrɪdʒ/ v [T] 1.cesaretini

disagree /ˌdɪsəˈɡriː/ v [I] aynı düşüncede kırmak, gözünü korkutmak, yıldırmak

olmamak, hemfikir olmamak [differ (in [dishearten, dampen] 2.vazgeçirmek,

opinion), argue, conflict] caydırmak [put off, deter]
discover /dɪˈskʌvə(r)/ v [T] keşfetmek,
disagreement /ˌdɪsəˈɡriːmənt/ n [C,U]

anlaşmazlık, uyuşmazlık [argument, quarrel, bulmak [come across, find]
discovery /dɪˈskʌv(ə)ri/ n [C] keşif, buluş
difference of opinion]
disappear /ˌdɪsəˈpɪə(r)/ v [I] 1.gözden [finding, find, research, breakthrough]
discredit /dɪsˈkredɪt/ v [T] 1.gözden
kaybolmak [vanish] 2.ortadan kalkmak,
yok olmak [cease, die out] düşürmek [disgrace, dishonour] 2.inanmamak,
disappearance /ˌdɪsəˈpɪərəns/ n [C,U] kuşkuyla bakmak [doubt, dispute, question]
kayboluş, kaybolma, gözden kayboluş discrimination /dɪˌskrɪmɪˈneɪʃ(ə)n/ n [U]
ayrımcılık, önyargı [prejudice, bias, favouritism]
[vanishing, departure] discuss /dɪˈskʌs/ v [T] ele almak, tartışmak,
disappointed /ˌdɪsəˈpɔɪntɪd/ adj düş/hayal görüşmek [debate, talk about]
discussion /dɪˈskʌʃ(ə)n/ n [C,U] tartışma,
kırıklığına uğramış, üzgün [let down, görüşme [discourse, debate, talk]
disease /dɪˈziːz/ n [C,U] hastalık [illness,
depressed, upset] sickness]
disappointing /ˌdɪsəˈpɔɪntɪŋ/ adj düş disgust /dɪsˈɡʌst/ n [U] iğrenme, tiksinme,

kırıklığına uğratıcı [unsatisfactory, depressing

frustrating]
disapproval /ˌdɪsəˈpruːv(ə)l/ n [U] uygun

görmeme, onaylamama; hoşnutsuzluk

[displeasure, censure] tiksinti [loathing, abhorrence, displease]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

disgusting 68

disgusting /dɪsˈɡʌstɪŋ/ adj iğrenç [shocking, disposal /dɪˈspəʊz(ə)l/ n [U] 1.atık, yok

unacceptable, outrageous] etme, imha etme [throwing away] 2.idare,

kontrol, yönetim; kullanım, hizmet [for your

disgusting use]
disqualify /dɪsˈkwɒlɪfaɪ/ v [T] diskalifiye

etmek, ehliyetini almak, yetkisini elinden

almak [ban, exclude]
disrupt /dɪsˈrʌpt/ v [T] 1.dağıtmak, bozmak,

bölmek [disturb, break up] 2.kesmek, bozmak,
dish /dɪʃ/ n [C] 1.tabak [bowl, plate] 2.yemek kırmak, engellemek, bölünmek [interrupt,

[food, recipe] impede]
dishonest /dɪsˈɒnɪst/ adj namussuz, distance /ˈdɪstəns/ n [C,U] 1.mesafe,

sahtekâr [deceitful, false] uzaklık [space, gap] 2.ilişkilerde soğukluk,
dishwasher /ˈdɪʃˌwɒʃə(r)/ n [C] 1.bulaşıkçı mesafe [coolness, aloofness]
keep one’s distance from uzak durmak
2.bulaşık makinesi distant /ˈdɪstənt/ adj 1.uzak, uzakta [faraway]
disk AmE /dɪsk/ n [C] disk bkz disc
diskette /dɪˈsket/ n [C] disket, disk [floppy, disc]
dislike /dɪsˈlaɪk/ v [T] sevmemek, 2.(akraba) uzaktan, uzak [far apart (in

hoşlanmamak, nefret etmek [hate, detest] relationship)] 3.soğuk, mesafeli, ilgisiz
dismiss /dɪsˈmɪs/ v [T] 1.(işten) çıkarmak,
[disinterested, frosty]
yol vermek, kovmak [sack, fire] 2.gitmesine distinct /dɪˈstɪŋkt/ adj 1.farklı, ayrı [different,
izin vermek, göndermek, atmak [send away,
let go] seperate] 2.açık, belirgin [clear, obvious]
distinction /dɪˈstɪŋkʃ(ə)n/ n [C] 1.fark,

ayırım 2.ün, şan, saygınlık, nişan, şeref

dismiss [repute, credit] 3.ödül [high grade, honour]
distress /dɪˈstres/ n [U] 1.tehlike [danger,

risk] 2.altüst etmek, rahatsız etmek [upset,

suffering, pain]

disobedient /ˌdɪsəˈbiːdiənt/ adj söz distribute /dɪˈstrɪbjuːt/ v [T] 1.dağıtmak,
vermek [hand out, circulate] 2.pay etmek,
dinlemez, asi, itaatsiz [defiant, contrary,
bölüştürmek [share] 3.yaymak, saçmak,
disorderly]
disobey /ˌdɪsəˈbeɪ/ v [I,T] dinlememek, itaat vermek [supply]
distribution /ˌdɪstrɪˈbjuːʃ(ə)n/ n [C,U]
etmemek [defy, refuse to obey, flout, disregard,
1.dağıtma, dağıtım [delivery] 2.yayılma,
ignore]
disorder /dɪsˈɔː(r)də(r)/ n [C,U] 1.medical
yaygın olma, yaygınlaşma [diffusion, spread]

hastalık, rahatsızlık, bozukluk [illness, 3.sınıflandırma, düzenleme [sharing out]
district /ˈdɪstrɪkt/ n [C] bölge, mahalle,
affliction] 2.kargaşa, patırtı [disturbance,
commotion, riot] 3.karışıklık, düzensizlik mıntıka [area, region, quarter]
[untidiness, chaos] distrust /dɪsˈtrʌst/ n [U] güvenmeme,
display1 /dɪˈspleɪ/ n [C,U] 1.teşhir, sergi
[show, exhibit] 2.gösteri [performance] güvensizlik, itimatsızlık [suspicion, disbelief]
display2 /dɪˈspleɪ/ v [T] göstermek, disturb /dɪˈstɜː(r)b/ v [T] 1.rahatsız etmek
sergilemek [show, exhibit]
disposable /dɪˈspəʊzəb(ə)l/ adj kullandıktan [interrupt] 2.üzmek, kaygılandırmak [upset,
sonra atılan [throwaway, biodegradable]
worry] 3.bozmak [break, spoil] 4.karıştırmak

[mix up, touch, move]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

69 dominant

disturbance /dɪˈstɜː(r)bəns/ n [C,U] DJ /ˈdiːˌdʒeɪ/ abbr disk jockey [disk jockey]
1.rahatsız eden şeyler, kargaşa/gürültü DNA /ˌdiː en ˈeɪ/ n [U] DNA [deoxyribonucleic
[commotion, noise] 2.formal karışıklık, acid]
bozulma, kesilme [disruption] 3.karışıklık, do1 /duː/ aux v pt did, pp done, third
huzursuzluk [fight, brawl]
person singular does başka bir fiil ile
divan /dɪˈvæn/ n [C] divan, sedir [sofa]
dive /daɪv/ v [I] pt, pp dived or dove(AmE) birlikle kullanılarak soru ve olumsuz cümle

1.(suya) balıklama atlamak [jump, plunge] kurmakta kullanılan şeklidir
2.dalmak [descend] 3.(aşağı doğru) hızla
hareket etmek [duck, descend quickly] do2 /duː/ v [T] pt did, pp done 1.yapmak, D

4.atlamak, zıplamak, atılmak [dart, jump] etmek 2.tamamlamak [complete, accomplish]
do good iyi gelmek
do-it-yourself (kendi işini) kendin yap

How do you do? (tanıştırılınca) Memnun

diving into oldum.
the water dock /dɒk/ n [C] 1.rıhtım, gemi havuzu,

dok [quay, wharf, harbour] 2.(mahkemede)
sanık yeri [stand]
doctor /ˈdɒktə(r)/ n [C] 1.doktor, hekim

diver /ˈdaɪvə(r)/ n [C] dalgıç [frogman] [medical practitioner] 2.doktora yapmış
diverse /daɪˈvɜː(r)s/ adj 1.çeşitli [varied, kişi, doktor [title of sb with a doctorate/highest
assorted] 2.farklı, değişik [different, dissimilar,
unlike] university qualification]
diversity /daɪˈvɜː(r)səti/ n [U] farklılık, doctrine /ˈdɒktrɪn/ n [C] öğreti, doktrin
[school of thought]
başkalık, çeşitlilik [variety, assortment] document /ˈdɒkjʊmənt/ n [C] belge [paper,
divide /dɪˈvaɪd/ v [T] 1.bölmek [share, allocate] certificate]
documentary /ˌdɒkjʊˈment(ə)ri/ n [C]
2.ayırmak [separate, split] 3.ayrılmak
[sever, break up] 4.bölmek [come between, belgesel [film/programme about real life]
disunite] 5.bölünmek [alienate, disunite, break dog /dɒɡ/ n [C] köpek [hound, canine]
up, split] doll /dɒl/ n [C] oyuncak bebek, taş bebek
divider /dɪˈvaɪdə(r)/ n [C] separator, ayıraç [dolly, puppet]
[separator] dollar /ˈdɒlə(r)/ n [C] dolar [money, buck]
divine /dɪˈvaɪn/ adj 1.ilahî, ulu [sacred] dolphin /ˈdɒlfɪn/ n [C] yunus balığı

2.kutsal, tanrısal [heavenly, godlike]
3.old-fashioned süper, harika, çok iyi

[wonderful, beautiful] dolphin
divisible /dɪˈvɪzəb(ə)l/ adj bölünebilir

[dividable, separable]
division /dɪˈvɪʒ(ə)n/ n [C,U] 1.paylaştırma,

pay etme, bölme [share, sharing, allotment]

2.kısım, bölüm, parça [part, branch] 3.fikir dome /dəʊm/ n [C] kubbe [rotunda, vault]
ayrılığı, uzlaşmazlık [disagreement, difference domestic /dəˈmestɪk/ adj 1.ev/aile ile ilgili

of opinion] 4.bölme, bölünme [separation, [family] 2.evcimen [home-loving, domesticated]
3.yerli [home-grown, native] 4.yurt içi, yerli
partition] 5.tümen [section, regiment] dominant /ˈdɒmɪnənt/ adj 1.egemen, üstün
divorce1 /dɪˈvɔː(r)s/ n [C,U] boşanma, [controlling, assertive] 2.esas, başlıca

ayrılma [separation, break up]
divorce2 /dɪˈvɔː(r)s/ v [I,T] 1.boşamak

[separate, break up, split up with] 2.formal [main, chief] 3.daha iyi, üstün [superior]

ayırmak [separate, disconnect] 4.hükmedici [authoritative, commanding]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

dominate 70

dominate /ˈdɒmɪneɪt/ v [I,T] 1.egemen dormitory /ˈdɔː(r)mɪtri/ n [C] 1.yatakhane,
olmak, hâkim olmak, hükmetmek [control, koğuş [dorm] 2.öğrenci yurdu [hall of
direct] 2.-de etkin olmak, en önemli yeri residence BrE]
tutmak, fazla yer kaplamak [overshadowed]
3.-den daha yüksekte olmak, en önemli dot /dɒt/ n [C] 1.nokta [spot, fleck] 2.benek
olmak [be the most important, override] [spot]

donate /dəʊˈneɪt/ v [I,T] (para, vb.) double1 /ˈdʌb(ə)l/ adj 1.çift, ikili [large, twice
bağışlamak, bağışta bulunmak [give, the size] 2.iki kişilik [dual] 3.iki misli [twice]
contribute] double2 /ˈdʌb(ə)l/ v 1.iki katına çıkartmak,
iki misli yapmak [increase] 2.iki misli
donation /dəʊˈneɪʃ(ə)n/ n [C] bağış olmak [enlarge]
[contribution, gift] doubt1 /daʊt/ n [C,U] 1.şüphe, kuşku
[uncertainty] 2.kuşkusuz [for certain]
done bkz do doubt2 /daʊt/ v [T] 1.-den kuşkulanmak
done /dʌn/ adj 1.bitmiş, sona ermiş, [disbelieve, question, query] 2.güvenmemek
[suspect, distrust] 3.zannetmemek, emin
yapılmış [accomplished, completed, finished] olmamak, kuşkusu olmak [feel sceptical,
2.bu işi bitir [finish or settle an argument or
difficult situation] 3.informal çok yorgun [tired, unsure]
worn out] 4.pişmiş [cooked] dough /dəʊ/ n [U] 1.hamur 2.informal
donkey /ˈdɒŋki/ n [C] eşek
para [money]
donkey doughnut /ˈdəʊˌnʌt/ n [C] lokma benzeri

bir tür tatlı, donat

donor /ˈdəʊnə(r)/ n [C] 1.bağışta bulunan doughnut
kimse [benefactor, contributor, donator] 2.(organ
vb) bağışlayan kimse [giver, benefactor] dove bkz dive
dove /dʌv/ n [C] güvercin, kumru [pigeon]
door /dɔː(r)/ n [C] 1.kapı [doorway, entrance] down1 /daʊn/ adv aşağıya [downwards]
2.giriş [entrance] down2 /daʊn/ adj 1.düşüş, iniş [lower than]
out of doors dışarıda
2.bezgin, bitkin [depressed]
door downhill /ˌdaʊnˈhɪl/ adv yokuş aşağı

doorbell /ˈdɔː(r)ˌbel/ n [C] kapı zili [buzzer, [downwards, down]
bell] download /ˌdaʊnˈləʊd/ v [T] yüklemek
doorman /ˈdɔː(r)mən/ n [C] kapıcı, kapı [transfer]
görevlisi [concierge, caretaker, bouncer] downstairs /ˌdaʊnˈsteə(r)z/ adv aşağıda,
doorstep /ˈdɔː(r)ˌstep/ n [C] kapı eşiği
[step, threshold] aşağı katta, aşağıda olan [on a lower floor,
doorway /ˈdɔː(r)ˌweɪ/ n [C] kapı aralığı, below]
giriş [threshold] downtown /ˌdaʊnˈtaʊn/ adv şehrin merkezi,
dorm /dɔː(r)m/ n [C] yatakhane [dormitory, çarşının bulunduğu taraf [city centre]
shared bedroom] downward /ˈdaʊnwə(r)d/ adv aşağı inen,
aşağıya doğru, yokuş aşağı [descending,
downhill]
dozen /ˈdʌz(ə)n/ num düzine [twelve]
draft /drɑːft/ n [C] 1.tasarı [preliminary version]
2.kroki, plan [plan]
the draft of a building bir binanın planı

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

71 drive

drag /dræɡ/ v [T] sürüklemek, sürümek, dream1 /driːm/ v [I,T] pt, pp dreamed or

çekmek [pull, haul, heave] dreamt 1.rüya görmek [imagine]

drag along sürüklemek, sürünmek 2.rüyasında görmek [fantasize about]

drag on çekme, sürükleme 3.düşlemek, düş kurmak, hayal kurmak

dragon /ˈdræɡən/ n [C] 1.ejder, ejderha [be in a daze/reverie] 4.düşünü kurmak, hayal

2.geçimsiz, huysuz kadın, kocakarı etmek [desire, crazy for] D
dreamt bkz dream
[battleaxe, crone, she-devil] dress1 /dres/ n [C] 1.giysi, elbise
drain /dreɪn/ n [C,U] 1.pis su borusu; kanal,
lağım [pipe, channel] 2.sürekli zaman, para, [frock, gown, robe] 2.kıyafet, giyim [gown]
a wedding dress düğün kıyafeti
vb. harcatan şey, yük olan şey, masraf

[strain, expense]
drama /ˈdrɑːmə/ n [C,U] 1.(radyo, televizyon ya

da tiyatroda oynanan) oyun [dramatization, show, dress
play] 2.drama, tiyatro sanatı [theatre studies]

make a drama out of sth abartmak,

büyütmek
dramatic /drəˈmætɪk/ adj 1.tiyatroyla ilgili,

dramatik [theatrical, histrionic] dress2 /dres/ v [I] 1.giydirmek [wear, put on]

2.heyecanlandıran, heyecan verici [exciting, 2.giyinmek [put on] 3.yaraya pansuman
powerful]
yapmak, sarmak [bandage, treat] 4.(yemeği)
draw1 /drɔː/ v [I,T] 1.(resim) çizmek, yapmak hazırlamak, süslemek, sosunu eklemek

[sketch, paint] 2.çekmek [pull] 3.ilgisini [put dressing on, prepare]
çekmek, cezbetmek, çekmek [interest, attract] drew bkz draw
4.(oyun, savaş, vb.) berabere bitirmek/bitmek dried /draɪd/ adj kurutulmuş, kuru [dessicated]
/kalmak [equal, tie] 5.(nefes) çekmek [take a drier bkz dryer
drag, inhale] 6.çizgiyi çekmek, sınırı koymak, drift /drɪft/ v [I] sürüklemek [float, move
aimlessly]
yanlış olduğundan yapmamak [refuse]
draw2 /drɔː/ n [C] 1.kura, çekiliş [raffle, lottery] drill1 /drɪl/ n [C] 1.matkap [boring tool]
2.alıştırma [exercise, practice]
2.(maç, vb.) beraberlik [tie] 3.ilgi çeken/ drill2 /drɪl/ v 1.(matkapla delik) açmak, delmek
toplayan şey/kimse [sb or sth that attracts
[bore] 2.alıştırma yaptırmak, eğitmek,
interest]
öğretmek, talim yaptırmak [instruct, coach]
drawer /ˈdrɔːə(r)/ n [C] çekmece, göz [part 3.talim yapmak [train, discipline]
drink1 /drɪŋk/ v pt drank, pp drunk içmek
of a cupboard, chest of drawers] drink2 /drɪŋk/ n [C] içilecek şey, içecek
drawing /ˈdrɔːɪŋ/ n [C] 1.resim çizme sanatı [beverage, liquid refreshment]

[painting, sketching] 2.resim, plan, tasarı

[picture, plan, design] 3.raptiye [pin, thumb tack] drip /drɪp/ n [U] 1.damlama [dribble, trickle]
4.salon, misafir odası [lounge]
drawn bkz draw 2.damlayan su, damla [drop]
dread /dred/ n [U] korku, dehşet [fear, horror] drive1 /draɪv/ v pt drove, pp driven
dream1 /driːm/ n [C] 1.düş, rüya [vision,
1.götürmek, yürütmek, sürmek [handle/

operate/control a vehicle] 2.(taşıt) sürmek
hallucination, illusion] 2.düş, hayal, olmayacak [direct, handle/operate/control a vehicle] 3.-e

şey [ambition, hope, wish] 3.çok güzel şey, zorlamak, -e sokmak, sevk etmek,

rüya gibi güzel şey [marvel, beauty] 4.çok yönlendirmek, durumuna getirmek,

istenen şey, arzu [fantasy] ... etmek [lead]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

drive 72

drive2 /draɪv/ n [C] 1.taşıtta yolculuk [spin, dry2 /draɪ/ v [I,T] kurumak [dehydrate]
ride, tour] 2.(park yerine) giriş yolu, garaj/park dryer /ˈdraɪə(r)/ n [C] (saç, çamaşır vb.)
girişi [park entrance] 3.girişim [campaign, effort]
4.(araba, vb.) çekiş 5.doğal güdü, itici güç, kurutma makinesi [spin dryer, hair dryer]
enerji [energy, get-up-and-go]
driver /ˈdraɪvə(r)/ n [C] sürücü, şoför hair dryer saç kurutma makinesi
[motorist, chauffeur] dual /ˈdjuːəl/ adj ikili, çift, iki eş parçalı,
driving licence/driver’s license AmE
sürücü belgesi, ehliyet dual [twofold, binary]
dub /dʌb/ v [T] seslendirmek, dublaj yapmak
duck /dʌk/ n [C,U] 1.ördek 2.işe yaramaz

kimse, başarısız [unsuccessful, failed]

driver 3.etkisiz, faydasız [ineffective]
dude /duːd/ AmE n [C] informal kişi, erkek,

delikanlı [man, bloke BrE]
due /djuː/ adj 1.beklenen, günü gelen,

süresi dolan, son tarih [expected, scheduled]

2.(para için) vakti gelmiş, ödenmesi
gereken, gerekli [owing, required] 3.formal

drop1 /drɒp/ v 1.(yere) düşürmek [fall, sink] tam, uygun, yeterince [proper, correct]

2.düşmek [decrease, go down, fall] 4.yüzünden, -den dolayı [because of]

3.bırakmak, durdurmak, kesmek [stop 5.gelecekte uygun zamanda, zamanında

talking about sth] 4.çıkagelmek, damlamak [at some time in the future]
[pop in, visit] 5.(arabadan) indirmek, bırakmak duel /ˈdjuːəl/ n [C] düello [single combat]
[deliver, set down] duet /djuːˈet/ n [C] düet
drop2 /drɒp/ n [C] düşüş, geri kalma [fall, dug bkz dig
decrease, reduction] dull1 /dʌl/ adj 1.(renk, hava, vb.) sönük, donuk,
drought /draʊt/ n [C,U] kuraklık, susuzluk
kapalı [gloomy, cloudy, overcast] 2.açık ve
[dry, spell, aridity]
drown /draʊn/ v (suda) boğulmak [die in water] kesin olmayan, boğuk [boring, indistinct]
drug /drʌɡ/ n [C] 1.ilaç [medicine]
3.sıkıcı, renksiz, tekdüze, monoton [boring]
2.uyuşturucu madde [narcotic] dull2 /dʌl/ v [T] sönükleştirmek,

drug dealer uyuşturucu satıcısı donuklaştırmak, köreltmek, dindirmek
drugstore AmE /ˈdrʌɡˌstɔː(r)/ n [C] eczane
[alleviate, reduce, lessen]
[pharmacy, chemist, chemist’s] dumb /dʌm/ adj informal aptal, saçma [stupid]
drum /drʌm/ n [C] 1.davul, bateri, dümbelek dump1 /dʌmp/ v [T] 1.yığın halinde dökmek,

[timpani, drum kit] 2.davul şeklinde şey, atmak, boşaltmak, boca etmek [drop]

konteyner [container]
drunk /drʌŋk/ adj alkollü, sarhoş [inebriated] 2.indirim yapmak, fiyatta damping

yapmak, ucuza satmak [get rid of, dispose of]
dump2 /dʌmp/ n [C] çöplük/artık yığma yeri

drunk [rubbish tip]
duo /ˈdjuːəʊ/ n [C] düo, ikili [duet]
duplex AmE /ˈdjuːpleks/ n [C] dubleks

dry1 /draɪ/ adj 1.kuru 2.susuz, kupkuru [arid, [an apartment on two levels]
waterless] 3.kurumuş, susamış [thirsty] durable /ˈdjʊərəb(ə)l/ adj dayanıklı, uzun
4.yavan, sevimsiz, kuru [insipid, boring]
ömürlü, uzun süren [long-lasting, dependable,

hard-wearing]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

73 earthquake

duration /djʊˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] süre, Ee
süresince, devam süresi [length, extent]
D
during /ˈdjʊərɪŋ/ prep ... sırasında,
esnasında [throughout]

dusk /dʌsk/ n akşam karanlığı [twilight, sunset]
dust1 /dʌst/ n [U] toz [powder]
dust2 /dʌst/ v [I,T] toz almak, tozunu almak

[clean]

She is E, e /iː/ n İngiliz alfabesinin 5. harfi E
dusting. each1 /iːtʃ/ adj her [every]
each2 /iːtʃ/ adv adam başına [apiece]
each other /iːtʃˈʌðə(r)/ pron birbirini,

birbirine [one another]
eager /ˈiːɡə(r)/ adj 1.istekli, hevesli, can

Dutch /dʌtʃ/ adj Hollanda’ya/Hollanda atan [keen] 2.sabırsız [impatient, anxious]
diline ilişkin; Hollanda’lı eagle /ˈiːɡ(ə)l/ n [C] kartal

go Dutch/Dutch treat Alman usulü

ödemek, masrafları paylaşmak
duty /ˈdjuːti/ n [C,U] 1.görev, vazife,

sorumluluk, ödev [task, job] 2.vergi [tax] eagle

on duty/night duty nöbetçi [on call]
dwarf /dwɔː(r)f/ n [C] pl dwarves cüce

[midget] ear /ɪə(r)/ n [C] 1.kulak 2.başak [head]

up to one’s ears in ... ile çok meşgul,

dwarf kendini kaptırmış
earache /ˈɪəreɪk/ n [U] kulak ağrısı
eardrum /ˈɪə(r)drʌm/ n [C] kulak zarı

[membrane inside the ear]
early1 /ˈɜː(r)li/ adj 1.önceki, ilk [primative, first]

2.-in başlarında, ilk zamanlarında [at the

dwell /dwel/ v [I] formal pt, pp dwelt or beginning of] 3.zamanından önce [too soon,
dwelled oturmak, ikamet etmek [live] ahead of time]
early2 /ˈɜː(r)li/ adv 1.erken [ahead of schedule,
dye /daɪ/ v [T] 1.boyamak [colour] in advance, too soon] 2.erkenden, vaktinden
2.boyanmak, boyanabilmek, boya tutmak önce 3.çok geç kalmadan [not too late]
[colour] earn /ɜː(r)n/ v [I,T] 1.kazanmak [make, bring
in, get] 2.hak etmek [deserve, win, acquire]
dynamic /daɪˈnæmɪk/ adj dinamik, enerjik, ear-phones /ɪə(r) fəʊns/ n pl kulaklık
hareketli, aktif [energetic, forceful] [headphones]
earring /ˈɪərɪŋ/ n [C] küpe [jewellery for the ear]
dynamite1 /ˈdaɪnəmaɪt/ n [U] 1.dinamit earth /ɜː(r)θ/ n [C,U] 1.yerküre, dünya
[TNT] 2.şaşırtıcı, hayranlık uyandırıcı, [globe, world] 2.toprak, yer [soil, ground]
patlamaya hazır bomba [excitement, shock]

dynamite2 /ˈdaɪnəmaɪt/ v [T] dinamitlemek;

dinamitle havaya uçurmak [bomb, explode] 3.toprak [ground]
dynamo /ˈdaɪnəməʊ/ n [C] dinamo [alternator, earthquake /ˈɜː(r)θˌkweɪk/ n deprem [quake,

generator] tremor]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

earthworm 74

earthworm /ˈɜː(r)θˌwɜː(r)m/ n [C] solucan edit /ˈedɪt/ v [I,T] (kitap, film, vb.) yayına

[thin long creature that lives in soil] hazırlamak [revise, correct]
edition /ɪˈdɪʃ(ə)n/ n [C] baskı, yayın [version,

earthworm copy]
editor /ˈedɪtə(r)/ n [C] yayımcı, editör
educate /ˈedjʊkeɪt/ v [T] eğitmek, öğretmek,

okutmak [teach, instruct]
education /ˌedjʊˈkeɪʃ(ə)n/ n öğrenim, tahsil,

easily /ˈiːzɪli/ adv 1.kolaylıkla, rahatlıkla eğitim [teaching, development]
educational /ˌedjʊˈkeɪʃ(ə)nəl/ adj eğitimsel,

[effortlessly] 2.kesinlikle, bariz [definitely] eğitimle ilgili, eğitsel [instructive, cultural]
3.genellikle, çoğunlukla [readily, usually] effect /ɪˈfekt/ n [C,U] 1.sonuç [result,
east /iːst/ n [U] doğu conclusion] 2.etki [impact, influence]
Easter /ˈiːstə(r)/ n [C,U] Paskalya yortusu effective /ɪˈfektɪv/ adj 1.sonuç verici,
eastern /ˈiːstə(r)n/ adj doğusal, doğuda
sonuçlandırıcı [productive, efficient] 2.etkileyici,

olan [in/from the east] etkili [impressive, striking] 3.gerçek, fiili [in effect]
easy /ˈiːzi/ adj 1.basit, kolay [simple, not effectively /ɪˈfektɪv(ə)li/ adj 1.gerçekten

difficult] 2.sakin, rahat, sorunsuz [really, in fact, virtually] 2.iyi, güzel bir şekilde

[comfortable, gentle] [well, efficiently]
eat /iːt/ v pp ate, pt eaten 1.yemek [consume, efficiency /ɪˈfɪʃ(ə)nsi/ n [U] etkinlik,

devour] 2.yemek yemek [consume] verimlilik [competence, adeptness]
eat away/into çürütmek, aşındırmak efficient /ɪˈfɪʃ(ə)nt/ adj iyi çalışan, hızlı ve

eat one’s words tükürdüğünü yalamak verimli [competent, businesslike]
eaten bkz eat *efficiently adv
ecology /ɪˈkɒlədʒi/ n [U] çevrebilim, ekoloji effort /ˈefə(r)t/ n [C] gayret, çaba
economic /ˌekəˈnɒmɪk/ adj 1.ekonomik,
[endeavour, exertion]
iktisadi [financial, commercial] 2.kârlı [profitable, e.g. /ˌiː ˈdʒiː/ abbr örneğin [exemple gratia, for

money-making] 3.hesaplı, ucuz [inexpensive, example, for instance]
cheap] egg /eɡ/ n [C] yumurta
economical /ˌekəˈnɒmɪk(ə)l/ adj 1.az

masraflı, keseye uygun [inexpensive, efficient]

2.tutumlu [thrifty, prudent] egg
economics /ˌekəˈnɒmɪks/ n ekonomi, iktisat

bilimi
economist /ɪˈkɒnəmɪst/ n [C] ekonomist,

iktisatçı
economy /ɪˈkɒnəmi/ n [C] 1.ekonomi, iktisat eggplant AmE /ˈeɡˌplɑːnt/ n [C] patlıcan
[aubergine BrE]
[financial state] 2.tutum, tasarruf [saving,
cutback] 3.ekonomik sistem [financial system] eggshell /ˈeɡˌʃel/ n [C,U] yumurta kabuğu
ecosystem /ˈiːkəʊˌsɪstəm/ n [C] ekosistem ego /ˈiːɡəʊ/ n [C] benlik, ego [identity, self-

[habitat] imagine]
edge /edʒ/ n [C] 1.kenar, kenar çizgisi, uç egoism /ˈiːɡəʊˌɪz(ə)m/ n bencillik [egotism,

[side] 2.ağız, keskin kenar [brink] 3.-den selfishness, self-centredness, self-importance]
üstün olmak, avantajlı olmak [advantage, eight /eɪt/ num sekiz [8]
eighteen /ˌeɪˈtiːn/ num on sekiz [18]
dominance] 4.stresli, çok sinirli [nervous, eighteenth /ˌeɪˈtiːnθ/ adj on sekizinci [18th]
anxious] 5.bir şeyin kenarında [rim, top]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

75 emotion

eighth /eɪtθ/ adj sekizinci [8th] elevator AmE /ˈeləveɪtə(r)/ n [C] asansör
eighty /ˈeɪti/ num seksen [80] [lift BrE]
either1 /ˈaɪðə(r)/ conj either ... or
eleven /ɪˈlev(ə)n/ num on bir [11]
a ... ya da ... elf /elf/ n [C] cin, peri [pixie, imp]
either2 /ˈaɪðə(r)/ pron ya o ya bu, ikisinden eliminate /ɪˈlɪmɪneɪt/ v [T] 1.elemek, atmak

biri [one or other] [dismiss, reject] 2.-den kurtarmak, çıkarmak
either3 /ˈaɪðə(r)/ det her, herbir [each] [get rid of, dispose of]
either4 /ˈaɪðə(r)/ adv de, da (ben de, sen elite /ɪˈliːt/ n [C] seçkin, elit [best]
de vs. in negative sentences) [too] ellipse /ɪˈlɪps/ n [C] elips [regular oval]
elastic /ɪˈlæstɪk/ adj 1.elastik, esnek
else /els/ adv 1.başka, daha [other, different] E
[stretchy, plastic] 2.değişken [adaptable,
accommodating] 2.yoksa, aksi takdirde [besides]
elbow /ˈelbəʊ/ n [C] dirsek elsewhere /elsˈweə(r)/ adv başka yer
elder /ˈeldə(r)/ adj 1.yaşça büyük olan
[older person] 2.önce doğan, büyük [older] [somewhere else, away]
elderly /ˈeldə(r)li/ adj yaşlı, ihtiyar [old, aged] e-mail1 /ˈiːmeɪl/ n [U] elektronik posta
elect /ıˈlekt/ v [T] 1.oylayarak seçmek [vote, e-mail2 /ˈiːmeɪl/ v [T] elektronik posta [send
choose] 2.formal (önemli bir) karar vermek information electronically]
[choose, decide] embarrass /ɪmˈbærəs/ v [T] utandırmak,
election /ɪˈlekʃ(ə)n/ n [C] 1.seçim [poll, vote,
ballot] 2.ara seçim 3.genel seçim mahcup etmek [humiliate, discomfit]
electric /ɪˈlektrɪk/ adj 1.elektrikli 2.elektrikli embarrassed /ɪmˈbærəst/ adj utangaç,

mahcup [ashamed, humiliated]
embassy /ˈembəsi/ n [C] elçilik [consulate,
legation]
emblem /ˈembləm/ n [C] amblem, sembol

sandalye 3.elektrik şoku tedavisi [electric [symbol, badge]
embrace1 /ɪmˈbreɪs/ v [I,T] kucaklamak,
shock treatment]
electrician /ɪˌlekˈtrɪʃ(ə)n/ n [C] elektrikçi
sarılmak [hug, clasp]
embrace2 /ɪmˈbreɪs/ n [C] kucaklama,
electricity /ɪˌlekˈtrɪsəti/ n [U] elektrik
electronic /ˌelekˈtrɒnɪk/ adj elektronik bağrına basma, sarılma [hug]

elegant /ˈelɪɡənt/ adj 1.zarif, ince, nezih, şık

[stylish, tasteful, chic] 2.zekice ve basit

[clever and simple] embrace
element /ˈelɪmənt/ n [C] 1.öge, unsur

[trace, hint] 2.bütünün gerekli parçası

[component, part, section] 3.küçük bir miktar,

bir parça [strand, ingredient] emerge /ɪˈmɜː(r)dʒ/ v [I] 1.ortaya çıkmak
[come out, become known] 2.görünmek,
in one’s element havasında, işinden gözükmek [appear, come into view]
memnun, keyfi yerinde
elementary /ˌelɪˈment(ə)ri/ adj basit, temel emergency /ɪˈmɜː(r)dʒ(ə)nsi/ n [C] acil
[simple, basic, fundamental] vaka, olağanüstü hal [crisis, disaster]
elephant /ˈelɪfənt/ n [C] fil
emigrate /ˈemɪɡreɪt/ v [I] (başka bir ülkeye) göç

etmek [move abroad, migrate]
emission /ɪˈmɪʃ(ə)n/ n [C] yayma, yayılma

elephant [release, discharge]
emit /ɪˈmɪt/ v [T] göndermek, yaymak [give,

discharge]
emotion /ɪˈməʊʃ(ə)n/ n [C,U] güçlü duygu

[feeling, sentiment]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

emotional 76

emotional /ɪˈməʊʃ(ə)nəl/ adj duygusal, encyeclopaedia, encyclopedia AmE
duygulu [sensitive, demonstrative] /ɪnˌsaɪkləˈpiːdiə/ n [C] ansiklopedi

empathy /ˈempəθi/ n [U] başkasının end1 /end/ n [C] 1.son, bitim [finish, conclusion]

duygularını anlayabilme [understanding] 2.bitiş noktası, son nokta, uç nokta, bitim
emperor /ˈemp(ə)rə(r)/ n [C] imparator [extremity, edge] 3.son, son kısım [boundary,

[ruler, king] limit] 4.sonunda, nihayet [finally, eventually]
emphasis /ˈemfəsɪs/ n [C,U] vurgu, önem end2 /end/ v [I,T] 1.bitirmek [finish, terminate]

[stress, importance, significance] 2.sona ermek [come to an end]
emphasise, emphasize AmE /ˈemfəsaɪz/ v endanger /ɪnˈdeɪndʒə(r)/ v [T] tehlike
yaratmak, tehlikeye sokmak, tehlikeye
[T] üzerinde durmak, belirtmek,
atmak [put at risk, compromise]
vurgulamak [stress, accentuate, highlight, mark] endangered /ɪnˌdeɪndʒə(r)d/ adj tehlikede
emphatic /ɪmˈfætɪk/ adj vurgulu, önemli,
[at hazard, at risk]
ısrarcı [forceful, categorical, definite] enemy /ˈenəmi/ n [C] düşman [foe, adversary]
empire /ˈempaɪə(r)/ n [C] imparatorluk energy /ˈenə(r)dʒi/ n [C,U] enerji, güç

[kingdom] [vigour, power]
employ /ɪmˈplɔɪ/ v [T] 1.iş vermek, engage /ɪnˈɡeɪdʒ/ v [T] formal 1.ücretle
çalıştırmak [hire, engage] 2.kullanmak
[use, apply] 3.formal görevlendirmek, tutmak, çalıştırmak, işe almak [employ,
memur etmek, kullanmak [occupy, take up]
employee /ˌemplɔɪˈiː/ n [C] işçi [worker] appoint] 2.birbirine geçirmek, takmak
employer /ɪmˈplɔɪə(r)/ n [C] işveren [activate, interlock, apply] 3.saldırmak, hücum
[manager, boss] etmek [fight, attack] 4.uğraştırmak, oyalamak
employment /ɪmˈplɔɪmənt/ n [U] iş [job, work] [keep busy] 5.katılmak [draw, attract] 6.ilgisini
empty /ˈempti/ adj 1.boş [devoid, deserted, çekmek [grip, hold]
bare] 2.boş, saçma, abuk sabuk engaged /ɪnˈɡeɪdʒd/ adj 1.(telefon hattı/kişi)
[meaningless, futile, worthless] 3.aç [hungry] meşgul [occupied, busy] 2.nişanlı [betrothed,
affianced]
engagement /ɪnˈɡeɪdʒmənt/ n [C,U] 1.nişan,

nişanlanma [betrothal, pledge] 2.söz, randevu

empty [appointment, arrangement]
engine /ˈendʒɪn/ n [C] 1.motor [motor, machine]

2.lokomotif [locomotive, generator]

jet engine jet motoru
engineer /ˌendʒɪˈnɪə(r)/ n [C] mühendis

enable /ɪnˈeɪb(ə)l/ v [T] olanaklı kılmak,

imkân tanımak [empower, equip, assist] engineer
enchant /ɪnˈtʃɑːnt/ v [T] formal büyülemek,

hayran bırakmak, çok sevmek [captivate]
encounter /ɪnˈkaʊntə(r)/ v [T] 1.(bir sorun veya

olayla) karşılaşmak, karşı karşıya kalmak
[experince] 2.formal tanışmak, karşılaşmak

[meet, bump into] engineering /ˌendʒɪˈnɪərɪŋ/ n [U]
encourage /ɪnˈkʌrɪdʒ/ v [T] mühendislik, makinistlik

1.yüreklendirmek, cesaretlendirmek [urge, English1 /ˈɪŋɡlɪʃ/ n [U] İngilizce

persuade] 2.desteklemek [support, help, inspire] English-German dictionary İngilizce-
encouragement /ɪnˈkʌrɪdʒmənt/ n [C,U]
Almanca sözlük
English2 /ˈɪŋɡlɪʃ/ adj İngiliz
cesaret [influence, motivation]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

77 eradicate

enhance /ɪnˈhɑːns/ v [T] (değer, güç, güzellik, entrance /ˈentrəns/ n [C] 1.giriş [way in]

vb.) artırmak, çoğaltmak [improve, add to] 2.(sahneye) giriş yapmak
enigma /ɪˈnɪɡmə/ n [C] bilmece, muamma, entry /ˈentri/ n [C] 1.giriş [entrance]

gizem [mystery, puzzle] 2.yarışmacı [competitor]
enjoy /ɪnˈdʒɔɪ/ v [T] 1.zevk almak, envelope /ˈenvələʊp/ n [C] mektup zarfı,

hoşlanmak, beğenmek, sevmek [take zarf

pleasure in, appreciate]

enjoy oneself iyi vakit geçirmek,

eğlenmek envelope E
enjoyable /ɪnˈdʒɔɪəb(ə)l/ adj hoş, zevkli,

eğlenceli [pleasant]
enlarge /ɪnˈlɑː(r)dʒ/ v [I,T] büyütmek,
genişletmek [expand, extend] environment /ɪnˈvaɪrənmənt/ n [C,U]
enlarge on daha fazla açıklama yapmak 1.çevre, ortam [surroundings, atmosphere]
2.doğa
enormous /ɪˈnɔː(r)məs/ adj çok geniş, çok
büyük, koskoca, kocaman, devasa [huge] environmental /ɪnˌvaɪrənˈment(ə)l/ adj
çevresel, doğa ile ilgili [natural, ecological]
enough1 /ɪˈnʌf/ adv yeterince [tolerably, fairly]
enough2 /ɪˈnʌf/ adj det yeterli, yeter envy /ˈenvi/ v [T] gıpta etmek, kıskanmak,
imrenmek [be jealous of, covet, resent]
[sufficient, equate] epic /ˈepɪk/ n [C] epik, destansı [heroic,
enquiry /ɪnˈkwaɪri/ n [C,U] soruşturma, impressive]

araştırma [inquiry, study] epidemic /ˌepɪˈdemɪk/ n [C] (hastalık) salgın
enrol, enroll AmE /ɪnˈrəʊl/ v [I,T] üye olmak, [plague, outbreak]
epilepsy /ˈepɪˌlepsi/ n [U] sara, epilepsi
kaydolmak [enlist, join] episode /ˈepɪsəʊd/ n [C] 1.olay, serüven
ensure, insure AmE /ɪnˈʃɔː(r)/ v [T]

(olmasını) kesinleştirmek, sağlama almak, [event, experience] 2.(roman, vb.) bölüm [part,

garantiye almak [make certain, certify] chapter]
enter /ˈentə(r)/ v [I,T] 1.girmek [go in] equal1 /ˈiːkwəl/ adj eşit, eş, denk [identical,
the same]
2.yazmak, kaydetmek, üyesi olmak [enrol, equal2 /ˈiːkwəl/ v [T] eşit olmak [amount to]
take, part in] equal3 /ˈiːkwəl/ n [C] aynı, birbirine denk
entertain /ˌentə(r)ˈteɪn/ v [I,T] 1.(misafir)
kirlamak [welcome, host] 2.eğlendirmek, [peer, partner]
hoşça vakit geçirtmek [amuse] 3.formal equality /ɪˈkwɒləti/ n [U] eşitlik [impartiality,
(bir öneriyi, vb.) düşünmek, aklına getirmek fairness]
equally /ˈiːkwəli/ adv eşitçe, eşit bir şekilde
[consider]
entertainment /ˌentə(r)ˈteɪnmənt/ n [C,U] [fairly]
equator /ɪˈkweɪtə(r)/ n [U] ekvator
eğlence [recreation, amusement] equip /ɪˈkwɪp/ v [T] donatmak, teçhiz etmek
enthusiasm /ɪnˈθjuːziˌæzəm/ n [U] büyük
[supply, furnish, fit out]
ilgi, isteklilik, heves [keenness, eagerness, equipment /ɪˈkwɪpmənt/ n donatma,

passion] donatım, donatı, teçhizat, gereç [gear, tools]
enthusiastic /ɪnˌθjuːziˈæstɪk/ adj gayretli, equivalent /ɪˈkwɪvələnt/ adj eşdeğer, denk,

hevesli [keen, earnest] karşılık, eşit [equal]
entire /ɪnˈtaɪə(r)/ adj bütün, tüm, tam era /ˈɪərə/ n [C] devir, çağ, zaman, dönem
[whole, complete]
entirely /ɪnˈtaɪə(r)li/ adv tamamen, [age, period]
eradicate /ɪˈrædɪkeɪt/ v [T] yok etmek,

bütünüyle [completely] kökünü kurutmak [wipe out, annihilate]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

erase 78

erase /ɪˈreɪz/ v [T] (yazı, kara tahta vb.) silmek essential /ɪˈsenʃ(ə)l/ adj 1.gerekli, şart [vital,

[rub out] crucial] 2.başlıca, esaslı, öz, temel
eraser /ɪˈreɪzə(r)/ n [C] silgi [rubber BrE, duster] [fundamental, basic]
essentially /ɪˈsenʃ(ə)li/ adv esasen, aslında

eraser [basically]
establish /ɪˈstæblɪʃ/ v [T] 1.kurmak, tesis

etmek [set up, start] 2.yerleştirmek [place,

erode /ɪˈrəʊd/ v [I,T] 1.aşındırmak, settle, put] 4.kanıtlamak, doğruluğunu

ortaya koymak [prove, authenticate]
yıpratmak [wear down, wear away] 2.azalmak, established /ɪˈstæblɪʃt/ adj yerleşik, kurulu

yıpranmak [reduce, destroy] [settled, fixed]
erosion /ɪˈrəʊʒ(ə)n/ n [U] erozyon, aşınma, establishment /ɪˈstæblɪʃmənt/ n [C] 1.formal

aşındırma [deterioration, abrasion] kuruluş, kurum, tesis [organization, business]

coastal erosion kıyı erozyonu 2.kurma, tesis etme [creation, formation]
err /ɜː(r)/ v [I] formal yanılmak, hata etmek, estate /ɪˈsteɪt/ n [C] mülk, malikâne
[property] 2.BrE toplu konut [a group of
yanlış yapmak [make a mistake, be wrong]
errand /ˈerənd/ n [C] ayak işi [task, job]
houses/apartments built together and alike] 3.ölen
error /ˈerə(r)/ n [C,U] yanlışlık, yanlış, hata kimseden kalan mal varlığı, miras [assets]
estate agent /ɪˈsteɪtˈeɪdʒ(ə)nt/ n [C] emlak
[mistake]
erupt /ɪˈrʌpt/ v [I] 1.(yanardağ) patlamak,
komisyoncusu [sb who sells property]

püskürmek [explode] 2.patlak vermek,

çıkmak, oluşmak [break out]
eruption /ɪˈrʌpʃ(ə)n/ n [C,U] 1.patlama,

püskürme [explosion, discharge] 2.döküntü, estate agent

isilik

volcanic eruption volkan patlaması esteem /ɪˈstiːm/ n saygı, itibar [respect,
escalator /ˈeskəˌleɪtə(r)/ n [C] yürüyen

merdiven

admiration]
estimate /ˈestɪmeɪt/ n [C] 1.hesap, tahmin

[rough calculation, approximation] 2.değer

escalator [written statement, value]
estimate /ˈestɪmeɪt/ v [T] değer biçmek,

tahmin etmek [guess, calculate roughly]
ethic /ˈeθɪk/ n [C] 1.törebilim, etik, ahlak
escape1 /ɪˈskeɪp/ v [I,T] 1.kaçmak [get away, bilimi [moral, ideal, belief] 2.ethics ahlak,

break free] 2.atlatmak, yakayı kurtarmak, ahlak kuralları [moral code, conscience]
-den kurtulmak, kaçmak [avoid, dodge, duck] ethical /ˈeθɪk(ə)l/ adj 1.ahlaki, töre [moral,
escape2 /ɪˈskeɪp/ n [C,U] 1.kaçış [avoidance] right, just] 2.ahlaklı [morally correct, fair,

2.rahatlama, dinlenme [relaxation, distraction] conscientious]
Eskimo /ˈeskɪməʊ/ n [C] eskimo [Inuit] ethnic /ˈeθnɪk/ adj etnik, ulusal [racial]
especial /ɪˈspeʃ(ə)l/ adj özel [special, optional, etiquette /ˈetɪket/ n [U] görgü kuralları [good

noteworthy] or proper behaviour, civility]
especially /ɪˈspeʃ(ə)li/ adv özellikle Europe /ˈjʊərəp/ n sng Avrupa [continent

[particularly] next to Asia in the east]
essay /ˈeseɪ/ n [C] deneme [composition, article] European1 /ˌjʊərəˈpiːən/ n [C] Avrupalı

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

79 exchange

European2 /ˌjʊərəˈpiːən/ adj Avrupa ile ilgili everywhere /ˈevriˌweə(r)/ adv spoken

[related to Europe] her yerde, her yere [all around]
evidence /ˈevɪd(ə)ns/ n [U] 1.kanıt, delil
European languages Avrupa dilleri
evacuate /ɪˈvækjueɪt/ v [T] (bir yerden insanları) [proof, conformation] 2.tanıklık, ifade
boşalt(tır)mak, tahliye etmek [leave, move out] [testimony] 3.formal göz önünde, ortada,
evaluate /ɪˈvæljueɪt/ v [T] değer biçmek,
değerlendirmek [assess, appraise] meydanda [clear to see]
evident /ˈevɪd(ə)nt/ adj besbelli, açık,

evaluation /ɪˌvæljuˈeɪʃ(ə)n/ n [C,U] ortada, aşikâr [obvious, apparent]
değerlendirme, paha biçme [judgement] evil /ˈiːv(ə)l/ adj fena, kötü, kem [wicked, bad]
evolution /ˌiːvəˈluːʃ(ə)n/ n [U] 1.evrim E
evaporate /ɪˈvæpəreɪt/ v [I,T]
1.buharlaşmak, buharlaştırmak [vaporize] [evolvement] 2.değişim, gelişme, gelişim
[development, expansion]
2.uçup gitmek, yok olmak [disappear] evolve /ɪˈvɒlv/ v [I,T] gelişmek, değişmek,
eve /iːv/ n [C] 1.arife [night before, day before]
evrim geçirmek [develop]
2.önemli bir olayın hemen öncesindeki ewe /juː/ n [C] dişi koyun [female sheep]
zaman [brink, verge] ex- /eks/ prefix informal önceki, eski [former]
even1 /ˈiːv(ə)n/ adv hatta, bile, exact /ɪɡˈzækt/ adj kesin, kati, tam
umulduğundan daha çok [as well]
even2 /ˈiːv(ə)n/ n adj 1.düz, düzgün, [accurate, correct]
engebesiz, yatay, pürüzsüz [level, flat] exactly /ɪɡˈzæk(t)li/ adv tam, tamamen, tam

2.eşit, aynı [equal, comparable] 3.(sayı) çift anlamıyla, tam olarak [precisely, accurately]
even3 /ˈiːv(ə)n/ conj even if ... se bile [even exaggerate /ɪɡˈzædʒəreɪt/ v [I,T] abartmak,
though, no matter that]
evening /ˈiːvnɪŋ/ n [C,U] akşam [eve, dusk, şişirmek [overstate, embellish]
nightfall] *exaggeration n [C,U]
exam /ɪɡˈzæm/ n [C] sınav, test [test]
Good evening, Tom! İyi akşamlar Tom! examination /ɪɡˌzæmɪˈneɪʃ(ə)n/ n [C] 1.sınav
event /ɪˈvent/ n [C,U] 1.olay [incident, [exam, test] 2.yoklama, muayene [analysis,
occurence] 2.sonuç [happening, occurrence, inspection]
incident] 3.karşılaşma [competition, meeting] examine /ɪɡˈzæmɪn/ v [T] incelemek,
gözden geçirmek, yoklamak, muayene
in the event of durumunda, takdirde
eventually /ɪˈventʃuəli/ adv sonunda [in the etmek [inspect, analyse]
end, at last, finally] example /ɪɡˈzɑːmp(ə)l/ n [C] 1.örnek [sample,
ever /ˈevə(r)/ adv 1.şimdiye kadar, instance] 2.meselâ, örneğin [for instance]
excel /ɪkˈsel/ v [I] çok iyi olmak, üstün
herhangi bir zamanda [at any time] 2.hiç,
olmak, geçmek [be good at, be proficient in,
hayatında, şu ana kadar [up to now] 3.şu
adept at]
ana kadar olmuş olduğundan, daha excellence /ˈeksələns/ n [U] yetkinlik,

öncekinden, eskisinden [before, until now] mükemmellik [high quality, superiority]

ever so/such çok [really, very] exception /ɪkˈsepʃ(ə)n/ n [C,U] 1.istisna,
every /ˈevri/ adj her, her bir [each, all]
ayrıcalık, hariç [special case, anomaly] 2.dışta
everybody /ˈevriˌbɒdi/ pron herkes [everyone] bırakma, hariç tutma [exclusion, omission]
everyday /ˈevriˌdeɪ/ adj her günkü, günlük excess /ɪkˈses/ n [U] aşırılık, fazlalık, ek

[common, normal] [remainder, residue]
everyone /ˈevriˌwʌn/ pron herkes [everybody, exchange1 /ɪksˈtʃeɪndʒ/ n [C,U] 1.değişme

all and sundry] [trading] 2.bir şey karşılığında
everything /ˈevriˌθɪŋ/ pron her şey [the whole exchange2 /ɪksˈtʃeɪndʒ/ v [T] karşılıklı

lot, each thing] değişmek, değiş tokuş etmek [swap, barter]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

excited 80

excited /ɪkˈsaɪtɪd/ adj heyecanlı, exhausted /ɪɡˈzɔːstɪd/ adj çok yorgun, bitkin

heyecanlanmış [very happy, looking forward to] [worn out, extremely tired]

excited exhausted

excitement /ɪkˈsaɪtmənt/ n [U] 1.heyecan

[enthusiasm, thrill] 2.heyecan verici olay exhibit /ɪɡˈzɪbɪt/ v [I,T] 1.sergilemek [display]
[exhilaration, thrill] 2.formal göstermek, ortaya koymak [show]
exciting /ɪkˈsaɪtɪŋ/ adj heyecanlandırın,
heyecan verici, heyecanlı [thrilling, stimulating, exhibition /ˌeksɪˈbɪʃ(ə)n/ n [C] 1.sergi

dramatic] [display] 2.sergileme, gösteri, ortaya koyma
exclude /ɪkˈskluːd/ v [T] 1.kabul etmemek, [display, demonstration]
içeri sokmamak, uzak tutmak [keep out, ban] exist /ɪɡˈzɪst/ v [I] 1.var olmak, bulunmak,

2.saymamak, istisna etmek, dışlamak, yaşamak [be, be real, have being] 2.yaşamak,

hesaba katmamak, kapsamamak, yaşamını (güç koşullar altında) sürdürmek,

çıkarmak [leave out, omit] hayatta kalmak [survive]
exclusive /ɪkˈskluːsɪv/ adj 1.herkese açık existence /ɪɡˈzɪst(ə)ns/ n [U] 1.varlık, var

olmayan; lüks; pahalı; seçkin [posh, luxurious, oluş, mevcudiyet [being, presence] 2.yaşam
select, chic, smart] 2.paylaşılmayan, özel,
biçimi, yaşayış biçimi, ömür [way of life]
kişiye ait [sole, unshared, total] existing /ɪɡˈzɪstɪŋ/ adj şu anki, yürürlükte
olan [present]
3.paylaşılmayan, özel, kişiye ait [sole, single,
unique] 4.hariç, -in dışında [not including] exit1 /ˈeksɪt/ n [C] 1.çıkma, çıkış [way out,
excursion /ɪkˈskɜː(r)ʃ(ə)n/ n [C] kısa gezi, door] 2.çıkış yeri, çıkış [departure]
gezinti exit2 /ˈeksɪt/ v [I] formal ayrılma [depart, leave]
excuse1 /ɪkˈskjuːs/ v [T] 1.bağışlamak, exotic /ɪɡˈzɒtɪk/ adj 1.egzotik, yabancı
affetmek, kusuruna bakmamak [forgive]
2.mazur göstermek [justify] 3.izin vermek, [foreign, extraordinary] 2.sıra dışı, renkli
muaf tutmak [free, empt] 4.spoken [unusual, colourful]
Affedersiniz! [Pardon me, I’m sorry] expect /ɪkˈspekt/ v [T] 1.(olmasını/gelmesini)
excuse2 /ɪkˈskjuːs/ n [C] bahane [justification, beklemek [await] 2.ummak, beklemek

apology, defence] [look forward to, anticipate] 3.sanmak [think,
exercise1 /ˈeksə(r)saɪz/ n [C] 1.talim, assume]
expectation /ekspekˈteıjsn/ n [C,U] 1.
tatbikat [training, drills] 2.egzersiz yapmak beklenti, umut [anticipation, hope] 2.beklenti,
[activity, keep fit] düşünce, tahmin [prediction, assumption]
exercise2 /ˈeksə(r)saɪz/ v [I,T] 1.antrenman, expedition /ˌekspəˈdɪʃ(ə)n/ n [C] yolculuk,
idman, egzersiz yapmak [train, work out] sefer [journey, excursion, trip]
expense /ɪkˈspens/ n [C,U] 1.harcama,
2.kullanmak [use]

gider, masraf [cost, price] 2. -i yitirerek,

exercise pahasına [sacrifice, loss]

at sb’s expense -in hesabından/parasıyla
expensive /ɪkˈspensɪv/ adj pahalı, masraflı

[costly, dear, high priced]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

81 eyewitness

experience1 /ɪkˈspɪəriəns/ n [C,U] expressway AmE /ɪkˈspresˌweɪ/ n [C]
1.deneyim, tecrübe [knowledge, understanding] karayolu, otoyol [motorway BrE]
2.başa gelen şey, serüven, olay, yaşantı exterior /ɪkˈstɪəriə(r)/ adj 1.dış, dış taraf,

[adventure, encounter, ordeal] hariç [outer, outside] 2.görünüş, dış görünüş
experience2 /ɪkˈspɪəriəns/ v [T] yaşamak,
tecrübe etmek, hissetmek [know, feel] [facade, outward aspect]
external /ɪkˈstɜː(r)n(ə)l/ adj dış, harici,

experienced /ɪkˈspɪəriənst/ adj deneyimli, dışa ait, dıştan gelen [outer, exterior, outside]
tecrübeli [knowledgeable, accomplished] extinct /ɪkˈstɪŋkt/ adj (hayvan, vb.) nesli

experiment /ɪkˈsperɪmənt/ n [C,U] deney tükenmiş, soyu tükenmiş [dead, defunct] E
[test, trial] extinction /ɪkˈstɪŋkʃ(ə)n/ n [U] soyun

experimental /ɪkˌsperɪˈment(ə)l/ adj tükenmesi [dying out]
deneysel, deneme aşamasında olan extinguish /ɪkˈstɪŋɡwɪʃ/ v [T] formal

[preliminary, exploratory] 1.(ışık, ateş) söndürmek [put out] 2.kurtulmak
expert /ˈekspɜː(r)t/ n [C] uzman, bilirkişi,
[erase]
eksper [master, authority] extra /ˈekstrə/ adj 1.ek, ilave, ekstra
explain /ɪkˈspleɪn/ v [I,T] 1 açıklamak [make
clear or plain, clarify] 2.anlaşılma, açıklama [additional] 2.gereğinden fazla, ilaveten,

[account for] fazladan [more]
explanation /ˌekspləˈneɪʃ(ə)n/ n [C,U] extract /ıkˈstraekt/ v [T] 1.formal çekmek,

1.açıklama [description, clarification] 2.sebep çekip çıkarmak, sökmek [pull out, draw]
[reason, account]
explode /ɪkˈspləʊd/ v [l,T] 1.patlamak [blow 2.elde etmek, çıkarmak [squeeze, press]
up, burst] 2.patlatmak [detonate, set off]
3.çürütmek [disprove, debunk] 3.parça, vb. seçmek, seçip çıkarmak,
exploit /ɪkˈsplɔɪt/ v [T] 1.en iyi şekilde
kullanmak, yararlanmak [make use of, use] almak, aktarmak [cite, quote]
extract /ɪkˈstrækt/ n [C,U] alıntı [excerpt,
2.sömürmek, kötüye kullanmak [take
advantage of, abuse] passage, section]
exploration /ˌekspləˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] keşif extracurricular /ˌekstrəkəˈrɪkjʊlə(r)/ adj
[tour, expedition]
explore /ɪkˈsplɔː(r)/ v [I,T] 1.keşfe çıkmak, ders programının dışında, müfredat dışı
inceleme gezisi yapmak [travel, search]
[outside the regular course]
2.dikkatle incelemek, araştırmak extraordinary /ɪkˈstrɔː(r)d(ə)n(ə)ri/ adj
[investigate, examine]
explorer /ɪkˈsplɔːrə(r)/ n [C] kâşif [discoverer, 1.görülmemiş, alışılmamış, garip, acayip,
traveller, adventurer]
explosion /ɪkˈspləʊʒ(ə)n/ n [C] 1.patlama olağandışı [unusual] 2.olağanüstü,
[bang, blast] 2.(öfkeyle) patlama [outburst,
eruption] fevkalade, harikulade [remarkable, mazing]
export /ˈekspɔː(r)t/ v [I,T] ihracat yapmak, extreme /ɪkˈstriːm/ adj 1.çok büyük, son

derece, çok [great] 2.(düşünce, vb.) aşırı,

müfrit [excessive, fanatical]
extremely /ɪkˈstriːmli/ adv son derece, çok,

aşırı [very, awfully]
eye /aɪ/ n [C] 1.göz [organ of sight] 2. -in

gözünde [from one’s point of view] 3.göz

kulak olmak [watch] 4.göründüğünden

fazla [more than it looks]

under/before one’s very eyes -in gözü
dışsatım yapmak [sell overseas, ship abroad] önünde
express /ɪkˈspres/ v [T] 1.göstermek [show, eyeball /ˈaɪˌbɔːl/ n [C] göz küresi, göz
convey] 2.fikrini söylemek [air, declare]
expression /ɪkˈspreʃ(ə)n/ n [C,U] 1.anlatım, yuvarlağı
eyebrow /ˈaɪˌbraʊ/ n [C] kaş
ifade [statement, announcement] 2.duygularını eyelash /ˈaɪˌlæʃ/ n [C] kirpik
katma, ruh; yüz ifadesi, eda, ton [look, air] eyewitness /ˈaɪˌwɪtnəs/ n [C] görgü şahiti,

3.deyim, deyiş [phrase, idiom] olayı gören [observer]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

fable 82

Ff Fahrenheit /ˈfærənhaɪt/ adj Fahrenayt
fail /feɪl/ v [I] başarısız olmak,

becerememek, tamamlayamamak [be

unsuccessful]
failure /ˈfeɪljə(r)/ n [C,U] 1.başarısızlık,

fiyasko [disaster] 2.yetersizlik, eksiklik,

güçsüzlük [useless] 3.başarısız kimse

4.bozukluk, problem [breakdown]
faint /feɪnt/ adj zayıf, güçsüz, bilincini

F, f /ef/ n İngiliz alfabesinin 6. harfi yitirmek üzere, bayılmak üzere [dizzy,
fable /ˈfeɪb(ə)l/ n [C,U] hayvan masalı, fabl exhausted]
fair1 /feə(r)/ adj adilane, hakça, dürüstçe,
[story, allegory]
fabric /ˈfaebrık/ n [C,U] 1.dokuma, kumaş, doğru, kurallara uygun [right, reasonable]
bez [cloth, material] 2.(bina) yapı, çatı, iskelet, fair2 /feə(r)/ adv 1.fair and square dürüst
bünye [framework, constitution]
face1 /feɪs/ n [C] 1.yüz, surat, çehre bir şekilde [honestly] 2.doğrudan, direkt

[countenance] 2.görünüş, şekil [form, shape] [directly]
face to face yüz yüze fairly /ˈfeə(r)li/ adv 1.oldukça, çok [quite]

2.eşit bir şekilde, adilce [equally]
fairy /ˈfeəri/ n [C] peri [elf, nymph]
faith /feɪθ/ n [U] 1.güven, güvenç, güçlü
face inanç [confidence, assurance] 2.inanç, iman,

itikat, din [religion, belief] 3.bağlılık, sadakat

face2 /feɪs/ v [T] yüz yüze gelmek, [trust]
yüzleşmek, karşılaşmak [encounter, come up faithful /ˈfeɪθf(ə)l/ adj 1.bağlı, sadık [loyal,

against, cope with] constant, steadfast, staunch] 2.inançlı, imanlı,
Facebook /ˈfɛɪsˌbʊk/ n [U] popular bir
dinine bağlı [dedicated] 3.aslına uygun,
internet sitesi, Facebook [popular website]
facial /ˈfeɪʃ(ə)l/ adj yüz ile ilgili, yüze ait doğru, yanlışsız [accurate, close]
fake /feɪk/ adj sahte, yapma [artificial,
[of the face]
facility /fəˈsɪləti/ n [C] 1.yetenek, beceri counterfeit]
falcon /ˈfɔːlkən/ n [C] şahin, doğan [bird of
[skill, ability] 2.avantaj, kolaylık [equipment,
prey]
fall1 /fɔːl/ v [I] pt fell, pp fallen 1.düşmek

advantage] [trip, fall down] 2.azalmak, düşüş göstermek,
fact /fækt/ n [C] 1.olay, gerçek olay [truth, düşmek, inmek [decline, decrease] 3.yağmak
reality] 2.aslında [really] [drop] 4.yıkılmak, çökmek [collapse]
5.yaralanmak, ölmek, vurulmak [be killed]
as a matter of fact/in (actual) fact/in 6.yenilmek, işgal edilmek, düşmek [lose, be
point of fact gerçekten, hakikatte, işin defeated] 7.sarkmak, aşağı sallanmak [hang
doğrusu, hatta down] 8.olmak, bir olayın belli bir zaman
factor /ˈfæktə(r)/ n [C] 1.etken, faktör dilimine denk gelmesi [occur, happen]
[element] 2.unsur [element] fall flat beklenen sonucu vermemek,
factory /ˈfæktri/ n [C] fabrika, imalathane havada kalmak
[plant, assembly line] fail short suya düşmek, beklenen sonucu
faculty /ˈfæk(ə)lti/ n [C] 1.fakülte [department]
2.yetenek, beceri [ability, aptitude] 3.formal

yeti [knack, talent] vermemek

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

83 fashion

fall2 /fɔːl/ n [C,U] 1.düşme, düşüş [decline, fantasy /ˈfæntəsi/ n [C,U] düş, hayal, fantezi,

drop] 2.çağlayan, şelale [cascade, waterfall] düşlem [daydream, dream]
3.AmE sonbahar [autumn BrE] live in a fantasy world hayal/düş
fallen bkz fall dünyasında yaşamak
false /fɔːls/ adj 1.yanlış [incorrect, misleading] far1 /fɑː(r)/ adv 1.uzakta; uzağa [a long way]

2.takma [untrue, inaccurate] 3.yapma, taklit 2.çok, pek çok, bir hayli [a lot, much] 3.-den
ziyade; -in yerine; kesinlikle ... değil
[artificial] 4.sadık olmayan, yanlış, boş
[deceptive, deceitful] 5.takma dişler [dentures] [certainly not, a long way from] 4.şimdiye dek
fame /feɪm/ n [U] ün, şöhret [renown, celebrity] [until now] 6.belli bir noktaya kadar, bir
familiar /fəˈmɪliə(r)/ adj 1.bildik, tanıdık, yere kadar, kadarıyla [to the extent/degree that]

aşinalık [well-known, accustomed] 2.bilen, 7.bir şeyden daha iyi veya kötü, kat kat
anlayan, aşina, alışık [known, recognizable]
daha fazla veya az, açık farkla, açık ara, F
familiarise, familiarize AmE /fəˈmɪliəraɪz/ bir hayli [easily, definitely]
v [T] alıştırmak, tanıtmak [acquaint]
how far ne kadar uzaklıkta/mesafede
familiarity /fəˌmɪlɪˈærəti/ n [U] 1.aşinalık, far2 /fɑː(r)/ adj uzak [distant]
iyice tanıma [acquaintance, awareness, fare /feə(r)/ n [C] 1.yol parası, bilet ücreti

experience] 2.yakınlık, içtenlik [friendliness, [charge, price] 2.written yiyecek, yemek
ease] [food, provision]
family /ˈfæm(ə)li/ n [C,U] 1.aile [kin, folk, farewell /ˌfeə(r)ˈwel/ n [C,U] old-fashioned
reatives, relations] 2.technical soy, familya Allaha ısmarladık, elveda, veda [goodbye,
[ancestors]
famine /ˈfæmɪn/ n [C,U] kıtlık, açlık [hunger, bye bye]
starvation] farm /fɑː(r)m/ n [C] 1.çiftlik [farmstead,
famous /ˈfeɪməs/ adj ünlü, meşhur, tanınan farmland, croft, homestead, ranch] 2.hayvan
[well-known, acclaimed]
fan /fæn/ n [C] 1.taraftar [enthusiast, supporter] çiftliği
farmer /ˈfɑː(r)mə(r)/ n [C] çiftçi [agriculturalist,
crofter, rancher]

2.pervane, vantilatör [ventilator, air propeller]
fanatic /fəˈnætɪk/ n [C] 1.bağnaz, fanatik

[bigot, extremist] 2.aşırı meraklı, düşkün farmer
[enthusiast, fan]
fancy1 /ˈfænsi/ v [T] 1.informal istemek,

aklında canlandırmak, düşlemek, hayal

etmek [want, wish for, desire] 2.sanmak,

görmek [suppose, believe] 3.etkilenmek, farther1 /ˈfɑː(r)ðə(r)/ adv uzak, uzaklıkta

etkileyici buİmak [be attracted to] [further, longer]

fancy oneself kendini ... sanmak farther2 /ˈfɑː(r)ðə(r)/ adj daha uzaktaki,
fancy2 /ˈfænsi/ n [C] hayal, düş, image ötedeki [far, distant, further]

[dream, idea] farthest /ˈfɑː(r)ðɪst/ adj en uzak, en ileri, en
fancy3 /ˈfænsi/ adj dekoratif, süslü, fantezi uzağa [farthermost, furthest]
fascinate /ˈfæsɪneɪt/ v [T] etkilemek,
[elaborate, decorative] büyülemek [intrigue, absorb]
fantastic /fænˈtæstɪk/ adj 1.düşsel,

inanılmaz, hayal ürünü, fantastik [unrealistic, fascinating /ˈfæsɪneɪtɪŋ/ adj ilginç,

extravagant] 2.mükemmel, harika [wonderful, büyüleyici, muhteşem [interesting]
amazing] 3.spoken harika, müthiş, çok iyi, fascism /ˈfæʃɪz(ə)m/ n faşizm
süper [excellent, awesome] 4.inanılması güç fashion /ˈfæʃ(ə)n/ n [U] 1.moda [vogue, cult,

[implausible, absurd] trend] 2.biçim, tarz, üslup, şekil [method, way]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

fashionable 84

fashionable /ˈfæʃ(ə)nəb(ə)l/ adj modaya fault /fɔːlt/ n [C] 1.suç [mistake, blunder]
uygun, moda, popüler [popular, stylish] 2.kusur, arıza, bozukluk, eksiklik [flaw,
fashionable restaurant popüler bir defect] 3.fay, çatlak [crack] 4.hatalı, kusurlu
lokanta [to blame, responsible]
fault line fay hattı
fast1 /fɑːst/ adv 1.hızlı, çabuk [quickly]
2.sıkıca, sıkı sıkı, sağlamca [strongly] fauna /ˈfɔːnə/ n [U] technical fauna, direy,
belli bir bölgede yerde yaşayan
fast2 /fɑːst/ adj 1.hızlı, süratli, seri, çabuk hayvanların tümü [animals]
[quick] 2.sıkı, sağlam, sabit [secure, fixed]
3.(saat) ileri [ahead] favour, favor AmE /ˈfeɪvə(r)/ n [C,U] 1.
fast cars hızlı arabalar onaylama, onay, destek [approval,
a fast grip sıkı bir kavrayış approbation] 2.iyilik, yardım, lütuf [good turn,
service, kindness]
fast3 /fɑːst/ v [I] oruç tutmak [give up food for in favour of -in yanında, tarafında,
a time] lehinde
fasten /ˈfɑːs(ə)n/ v [I,T] 1.bağlamak [secure]
2.iliştirmek, tutturmak [stick, affix] 3.(giysi) favourable, favorable AmE /ˈfeɪv(ə)rəb(ə)l/
iliklemek [do up, button] adj 1.olumlu, lehte [advantageous, auspicious]
fat1 /fæt/ adj 1.şişman [plump, stout] 2.kalın, 2.uygun, elverişli [positive, affirmative]
şişkin, dolgun, yüklü, büyük [big, huge]
3.spoken hiç [very little, no] favourite, favorite AmE /ˈfeɪv(ə)rət/ adj
favori, en çok sevilen [preferred]
fat boy
favourite, favorite AmE /ˈfeɪv(ə)rət/ n [C]
a fat man şişman bir adam 1.tercih olunan, istenen, en çok sevilen,
fat2 /fæt/ n [C,U] 1.(et) yağ [grease, fatty favori [preferred, best-loved] 2.kazanması
tissue] 2.şişman, tombul, şişko [plump, heavy, beklenen yarışçı [likely winner]
overweight]
fatal /ˈfeɪt(ə)l/ adj 1.ölümcül, öldürücü fax1 /fæks/ n [C] faks [facsimile]
fax2 /fæks/ v [T] fakslamak, faks çekmek
[deadly, lethal] 2.tehlikeli, zararlı, felâket,
kötü [disastrous] [send by fax]
fate /feɪt/ n [C,U] 1.yazgı, alınyazısı, kader fear1 /fɪə(r)/ n [C,U] korku, dehşet [fright, dread]
[destiny, chance] 2.gelecek kötü olay [destiny, fear2 /fɪə(r)/ v [T] 1.korkmak, ürkmek,
ruin]
father /ˈfɑːðə(r)/ n [C] 1.baba [daddy, dad] çekinmek [be afraid, dread] 2.endişe etmek,
2.peder, papaz [priest, padre] 3.vücuda telaşlanmak [worry about] 3.formal korkarım,
getiren, oluşturan kimse, kurucu [founder, korkarım ki [be afraid, worry about]
architect] 4.ata, cet [forefather, ancestor] fearful /ˈfɪə(r)f(ə)l/ adj 1.formal endişeli,
fatty1 /ˈfæti/ adj yağlı [greasy] kaygılı, korkulu [afraid] 2.korkunç, müthiş,
fatty meat yağlı et dehşetli [frightful, awful]
fatty2 /ˈfæti/ n [C] informal şişman insan [fat a fearful temper korkunç bir asabiyet
person]
faucet AmE /ˈfɔːsɪt/ n [C] musluk [tap] fearful

feast1 /fiːst/ n [C] 1.şölen, ziyafet [dinner,
banquet] 2.zevk, keyif, haz [treat, delight]
feast2 /fiːst/ v [T] oburca yemek [eat one’s fill,
gorge]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

85 fibre

feather /ˈfeðə(r)/ n [C] 1.kuştüyü, tüy [plume] fell bkz fall
2.informal aynı karakterde insanlar, aynı fell /fel/ v [T] ağaç kesmek [cut down]
fellow1 /ˈfeləʊ/ n [C] 1.old-fashioned adam,
yolun yolcuları [the same]

a feather in one’s cap iftihar edilecek herif, ahbap [man, chap] 2.üye, akademisyen,

başarı çalışan, görevli [academician]
fellow2 /ˈfeləʊ/ adj arkadaş, akran [associate]
feather fellowship /ˈfeləʊʃɪp/ n [C,U] 1.dernek,

grup, topluluk [association, group] 2.üniversite

bursu, burs [bursary, grant, finance]
felt bkz feel
felt /felt/ n [U] keçe [a thick soft material made
F
feature1 /ˈfiːtʃə(r)/ n [C] 1.yüzün herhangi of wool]
female1 /ˈfiːmeɪl/ adj dişi
bir tarafı, yüz hatları [face, countenance] female2 /ˈfiːmeɪl/ n [C] bayan, kadın [woman,

2.bir şeyin göze çarpan tarafı, özellik, girl]

belirleyici nitelik [characteristic, attribute] fence /fens/ n [C] çit, parmaklık [railing, barrier]

3.uzun metrajlı film [full-length film] 4.makale fencing /ˈfensɪŋ/ n [U] 1.eskrim [swordplay]
[article]
feature2 /ˈfiːtʃə(r)/ v [T] sergilemek, 2.çit ya da duvar, tel örgü [hedge, fence]
ferry /ˈferi/ n [C] feribot, arabalı vapur
göstermek [star, promote]
February /ˈfebruəri/ n [C,U] Şubat [Feb] [ferryboat]

fed bkz feed
fed up /fed ʌp/ adj informal bıkkın, usanmış
[dissatisfied, bored] ferry

federal /ˈfed(ə)rəl/ adj federal, birleşik [central]
federation /ˌfedəˈreɪʃ(ə)n/ n [C] federasyon,

birlik [union, alliance, confederacy] fertile /ˈfɜː(r)taɪl/ adj 1.verimli, bereketli,
fee /fiː/ n [C] 1.ücret, vizite [payment, price] üretken [rich, abundant] 2.doğurgan [able to
have babies, fruitful]
2.giriş ücreti [charge, bill]
feed1 /fiːd/ v [I,T] pt, pp fed 1.doyurmak, fertilizer /ˈfɜː(r)təlaɪzə(r)/ n [C,U] gübre
[manure, feed]
beslemek [nourish] 2.beslenmek [provide for]
3.yetmek, yeterli olmak [sustain, suffice] festival /ˈfestɪv(ə)l/ n [C] şenlik, festival
4.gübre vermek [fertilise] [celebration, carnival]
feed2 /fiːd/ n [U] yem [fodder] fetch /fetʃ/ v [T] gidip getirmek, gidip almak
feedback /ˈfiːdbæk/ n [U] yorum, eleştiri [bring, carry]
[comment, advice, criticism] fever /ˈfiːvə(r)/ n [C,U] 1.ateş [temperature]
feel1 /fiːl/ v [I,T] pt, pp felt 1.duymak, 2.heyecan, telaş [excitement, agitation]
hissetmek [know, suffer] 2.dokunmak, few /fjuː/ det, pron, adj 1.az [not many, a small
dokunarak hissetmek [touch, stroke] number of] 2.birkaç [some] 3.birçok [many]
4.arada sırada olan, sık sık olmayan [rare]
3.kanısında olmak, inanmak, sanmak, 5.en az, en azından, hiç yoksa [at least]
hissetmek [think, believe] 4.spoken gibi fiancé /fiˈɒnseɪ/ n [C] nişanlı erkek [engaged
hissetmek 5.üzülmek 6.ihtiyaç hissetmek
feel2 /fiːl/ n sng informal doğal kabiliyet, man]

yetenek [ability, gift]
feeling /ˈfiːlɪŋ/ n [C,U] 1.duygu, his [emotion, fiancée /fiˈɒnseɪ/ n [C] nişanlı kadın

intuition] 2.dokunma, dokunma hissi, his [engaged woman]
[texture, finish] fibre, fiber AmE /ˈfaɪbə(r)/ n [C] lif, tel,

a feeling of softness yumuşaklık hissi elyaf, iplik [thread, filament]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

fiction 86

fiction /ˈfɪkʃ(ə)n/ n [C,U] 1.düş ürünü yapıt, film /fɪlm/ n [C,U] 1.ince tabaka, ince örtü,

kurgu [tale, fantasy] 2.uydurma, düş, icat ince deri, zar [layer, coating] 2.film [movie, flick]

[lie, cock and bull story] 3.fotoğraf filmi
fictitious /fɪkˈtɪʃəs/ adj gerçek olmayan, filter /ˈfɪltə(r)/ n [C] filtre [purifier, clarifier]
final /ˈfaɪn(ə)l/ adj 1.sonda gelen, sonuncu,
uydurma [false, fake]
field /fiːld/ n [C] 1.tarla [meadow] 2.alan, son [last, closing] 2.kesin, kati, nihai [definitive,

saha, açık alan [pitch, ground] 3.kır, kırlık, irrevocable]
otlak, çayır, mera [meadow, pasture] finally /ˈfaɪn(ə)li/ adv 1.sonunda, nihayet

4.çalışma/iş/etkinlik alanı [area, subject] [eventually] 2.(karar vs) son olarak, nihai
fifteen /ˌfɪfˈtiːn/ num on beş [15] [ultimately, absolutely]
fifth /fɪfθ/ adj beşinci [5th] finance /ˈfaɪnæns/ n [U] 1.maliye [economics,
fifty /ˈfɪfti/ num elli [50] accounts] 2.finans, iş kurmada gereken
fig /fɪɡ/ n [C] incir para [fund, capital]
fight1 /faɪt/ v [I,T] pt, pp fought financial /faɪˈnænʃ(ə)l/ adj mali [economic]
find /faɪnd/ v [T] pt, pp found 1.bulmak
1.savaşmak, çarpışmak [battle, combat] [discover, locate] 2.gözlemlemek, (farkına
2.kavga etmek, dövüşmek [scuffle, quarrel] varma anlamında) görmek, bulmak [realize,
3.tartışmak, didişmek [quarrel, argue]
fight2 /faɪt/ n [C] kavga [brawl] observe] 3.istemeden tesadüfen bulmak
[stumble on/across, come across] 4.(bir konu

hakkında fakir beyan ederken) bulmak [have a

The boys are particular opinion, feel] 5.(yaşamak, yetişmek

fighting. anlamında) bulunmak, yetişmek [exist]

find sb guilty/not guilty suçlu ya da

suçsuz bulunmak

fighter /ˈfaɪtə(r)/ n [C] asker, savaşçı, yiğit find your way (doğru) yol bulmak
[survivor, determined person] find one’s feet işe ısınmak, rahatlamak
find out öğrenmek, fark etmek
figure1 /ˈfɪɡə(r)/ n [C] 1.sayı, şekil [outline, be/get found out yakalanmak, yaptığın
silhouette, form] 2.miktar, fiyat [amount] 3.dış yanlışın ortaya çıkması
görünüm, fizik [shape, body, physique] 4.biçim, finder /ˈfaɪndə(r)/ n [C] bulan (kişi), bulucu
şekil [diagram, design] [discoverer]
figure2 /ˈfɪɡə(r)/ v [T] 1.düşünmek [guess, finding /ˈfaɪndɪŋ/ n pl sonuçlar, buluşlar
think] 2.hesaplamak [calculate] [results]
file1 /faɪl/ n [C] 1.dosya, klasör [folder, dossier] fine1 /faɪn/ adj para cezası [penalty]
2.eğe [hand tool] fine2 /faɪn/ adj [C] iyi, hoş [good, well]
file2 /faɪl/ v [l,T] 1.dosyalamak, dosyaya finger /ˈfɪŋɡə(r)/ n [C] parmak
kaldırmak [put away] 2.sıra halinde (have) a finger in every pie her işte
yürümek [walk in line] parmağı olmak
fill /fɪl/ v [I,T] 1.doldurmak [put in, load]
keep one’s fingers crossed şans
2.doldurmak [cram, stuff, pack, fill up with]
dilemek
3.iş/kadro olarak doldurmak [occupy]
not lift a finger kılını kıpırdatmamak,
5.(form vs.) doldurmak [complete, write out]
tınmamak
fill sb in on bilgilendirmek
pull one’s finger out sıkı çalışmaya
fill a gap/niche in boşluğu/ihtiyacı
başlamak, işe girişmek
doldurmak

fill in for sb birisi yokken yerine bakma finger
filling /ˈfɪlɪŋ/ n [C] doldurma [stuffing, contents]

filling station AmE benzinci, benzin

istasyonu

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

87 flash-light,

fingerprint /ˈfɪŋɡə(r)ˌprɪnt/ n [C] parmak izi first3 /fɜː(r)st/ n [C] 1.birinci kat [floor above

fingerprint ground level] 2.ilk başta [initially]
first4 /fɜː(r)st/ pron ilk, birinci [initial]
first-aid /fɜː(r)steɪd/ n [U] ilk yardım [basic
medical treatment]
first-class /fɜː(r)stklɑːs/ adv birinci sınıf, çok

finish1 /ˈfɪnɪʃ/ v [I,T] 1.bitirmek, iyi, mükemmel [best quality, highest price]
firstly /ˈfɜː(r)s(t)li/ adv ilk olarak,

tamamlamak, sona erdirmek [complete] başlangıçta [to begin with]
2.bitmek, sona ermek [end] 3.(yiyecek, içecek) fish /fɪʃ/ n [C] balık

bitirmek [eat up, consume] 4.bir şey ile işin

bitmesi [conclude, end] F
finish2 /ˈfɪnɪʃ/ n [C] 1.son, bitiş, netice [end]
fish
2.yüzey [surface]
finite /ˈfaɪnaɪt/ adj sonu olan, sonlu, sınırlı

[limited, measurable] fit1 /fɪt/ v [I,T] yakışmak, uymak [be the right
fire1 /ˈfaɪə(r)/ n [U] ateş, alev, yanma,

yangın [flame, blaze] 2.ateşe vermek [set size]
on fire, set alight] 4.yangın alarmı [fire bell] fit2 /fɪt/ adj sağlıklı, sağlam, formda [healthy,
5.itfaiye [fire department AmE] 6.itfaiye strong]
arabası [fire truck AmE] 7.yangın merdiveni fitness /ˈfɪtnəs/ n [U] 1.zindelik, form, sağlık

[emergency exit] 8.itfaiye merkezi [fire [health, good shape] 2.uygunluk [suitability]
department AmE] five /faɪv/ num beş [5]
catch fire alev almak, tutuşmak fix /fɪks/ v [T] 1.sabitlemek [fasten] 2.tamir
fire2 /ˈfaɪə(r)/ v [I,T] ateş etmek, ateş
etmek [mend, repair] 3.belirlemek,

[discharge] kararlaştırmak [agree, arrange]
be/get fired işten kovulmak fixed /fɪkst/ adj sabit, oynamaz [attached]
fire truck /ˈfaɪə(r)trʌk/ n [C] itfaiye aracı flag /flæɡ/ n [C] 1.bayrak, sancak [banner,

[vehicle for extinguishing fires] standard, ensign, pennant] 2.bandıra, flama

[banner, ensign]

fire truck flag

firework /ˈfaɪə(r)ˌwɜː(r)k/ n havai fişek flame /fleɪm/ n [C,U] 1.alev [spark, blaze]
firm1 /fɜː(r)m/ n [C] firma, şirket [company] 2.alev almak [burn, blaze]
firm2 /fɜː(r)m/ adj 1.sert, katı, sağlam [fixed,
strong] 2.sabit, değişmez [inflexible, definite] flammable /ˈflæməb(ə)l/ adj çabuk yanar,
firm3 /fɜː(r)m/ v [T] güçlendirmek, kolay tutuşur [combustible, inflammable]

kuvvetlendirmek [strengthen] flash /flæʃ/ v [I,T] 1.(ışık) birden parlamak,
first1 /fɜː(r)st/ adj 1.birinci, ilk [foremost, top] (şimşek gibi) çakmak [flare] 2.parlamak,
ışıldamak, parıldamak [shine, gleam, glow]
baş, başta, önce [earliest, initial]
first2 /fɜː(r)st/ adv 1.ilk önce [at first] 2.en 3.(telgraf ya da radyo mesajı) yollamak,
belirmek, göndermek, duyurmak [appear
önemlisi, ilk önce, her şeyden önce [most
quickly]
importantly, before anything else] 3.en önce, flash-light, torch BrE /flæʃ laɪt/ n [C] el
ilkin [prior to]
feneri [handheld lighting device]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

flat 88

flat1 /flæt/ adj 1.düz [smooth, level, horizontal] flora /ˈflɔːrə/ n bitki örtüsü [vegetation]
florist /ˈflɒrɪst/ n [C] çiçekçi [flower seller]
2.yassı, topuksuz, yayvan [shallow, low]
3.(içki) gazı gitmiş, gazsız [not fizzy] 4.sıkıcı, flour /flaʊə(r)/ n [U] un
a packet of flour bir paket un
tekdüze [dull] 5.mat, donuk [dull, bland] flow1 /fləʊ/ n [U] akım, akış [movement]
flow2 /fləʊ/ v [I] 1.(sıvı) akmak [pour, cascade]
6.(lastik) havasız [deflated] 7.(pil) bitik [dead]
flat shoes topuksuz ayakkabılar 2.(kan, vb.) dolaşmak, devretmek [run,

flat tyre patlak lastik circulate] 3.akın akın gitmek, akıp gitmek

flat battery bitmiş pil [run, glide, move]
flat2 /flæt/ n [C] apartman katı, daire flower /ˈflaʊə(r)/ n [C,U] çiçek [bloom, blossom]
[apartment] flown bkz fly
flu /fluː/ n [C,U] grip [influenza]
flavour, flavor AmE /ˈfleɪvə(r)/ n [C,U] 1.tat,
lezzet [taste, aroma] 2.özellik, yapı, doğa

[style] 3.çeşit, özellik [type] 4.çeşni, baharat

[seasoning]
fled bkz flee I’ve got the
flee /fliː/ v [I,T] pt, pp fled kaçmak [run flu.

away, bolt]
fleet /fliːt/ n [C] filo [navy, armada]
flesh /fleʃ/ n [U] 1.et [tissue, body, meat] fluctuate /ˈflʌktʃueɪt/ v [I] inip çıkmak, bir
2.kendi kanı canı, akrabalar, aile [offspring, yükselip bir azalmak [change, alternate]
family, blood] 3.gerçek yaşamda [in real life]
flew bkz fly fluent /ˈfluːənt/ adj akıcı [smooth, articulate]
flex /fleks/ v [T] bükmek, germek [bend, fluid /ˈfluːɪd/ adj 1.akıcı, akışkan, sıvı [liquid]
stretch]
flexible /ˈfleksəb(ə)l/ adj 1.bükülgen, esnek 2.değişken, istikrarsız [flexible, changeable]
flute /fluːt/ n [C] flüt
fly1 /flaɪ/ v [I,T] pt flew, pp flown 1.uçmak

[pliable, elastic] 2.değişken, esnek [pilot, aviate] 2.hava yolculuğu yapmak

[adaptable, adjustable] [travel by air] 3.uçurmak [operate, control]

flight /flaɪt/ n [C,U] 1.uçuş [journey by air] 4.hızlı hareket etmek [dash, dart]
2.(kuş, uçak, vb.) sürü uçuşu [flying] 3.bir kat fly2 /flaɪ/ n [C] 1.sinek [insect] 2.informal

merdiven [stairs] 4.kaçış, firar [escape] küçük ama mide bulandıran bir durum,

flight attendant /flaɪtəˈtendənt/ n [C] hostes pürüz [nuisance, inconvenience]
black fly siyah sinek
[steward, stewardess, air hostess] foam /fəʊm/ v [I] köpük/baloncuk oluşmak
flock /flɒk/ n [C] 1.(hayvan) sürü [herd, group]
[bubble, froth]
2.(insan) sürü, kalabalık [crowd] focus1 /ˈfəʊkəs/ v [I,T] odaklanmak,
flood1 /flʌd/ v [I,T] 1.su basmak [drown,
swamp, engulf] 2.dolmak, taşmak [fill, flow, pour] üzerinde yoğunlaşmak [concentrate, aim]
flood2 /flʌd/ n [C,U] 1.su basması, sel focus2 /ˈfəʊkəs/ n sng 1.odak, fokus, merkez
[focal point] 2.merkez nokta, ilgi merkezi, ilgi
[deluge, downpour] 2.sel (bolluk, çokluk)
odağı [centre]
[abundance, flow, deluge]
the focus of their attention onların
a flood of applications başvuru seli
floor /flɔː(r)/ n [C] 1.döşeme, zemin, ilgi odağı
be in focus/out of focus odaklanmış/
taban, yer [flooring, ground] 2.(bina) kat
odaklanmamış
[level, storey] 3.açık alan, bir gösterinin foggy /ˈfɒɡi/ adj 1.sisli, dumanlı [misty,

yapıldığı alan [dance floor, space] 4.(okyanus, cloudy] 2.spoken en ufak bir fikri olmamak

deniz) taban [bottom] [faintest idea, a clue]

ocean floor okyanus tabanı foggy weather sisli hava

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

89 forewarn

fold /fəʊld/ v [I,T] 1.katlamak [bend] football /ˈfʊtˌbɔːl/ n [C,U] 1.ayaktopu, futbol
2.sarmak, dolamak [wrap] 3.batmak, iflas [footie, soccer AmE] 2.futbol topu [ball]
etmek [go bankrupt, collapse] footprint /ˈfʊtˌprɪnt/ n [C] ayak izi [track, trace]
folder /ˈfəʊldə(r)/ n [C] dosya [file, binder] for1 /fɔː(r)/ prep 1.için 2.amacı için 3.-den

a document folder belge dosyası dolayı [because of] 4.(zaman, yer için) -dır,
folk /fəʊk/ n [C] 1.halk [community] -dir [in] 5.belirli bir zaman için [on the occasion

2.insanlar, ahali [people] 3.halk oyunu of] 6.göre [to do] 7.lehine [in support of]
[traditional dance] 4.halk müziği [ethnic/
traditional music] 8.hakkında, ilgili [in relation to] 9.(para, miktar
folklore /ˈfəʊkˌlɔː(r)/ n [U] halkbilimi, folklor,
halk hikâyeleri [legends, myths, fables] belirtmede) için [to buy]
follow /ˈfɒləʊ/ v [I,T] 1.izlemek, peşinden for2 /fɔː(r)/ conj formal çünkü, zira [because, as]
gitmek, takip etmek [pursue, chase] forbade bkz forbid
forbid /fə(r)ˈbɪd/ v [T] pt forbade(e), pp F

2.arkasından gelmek, hemen ardından forbidden 1.yasaklamak [prohibit, ban]

yer almak [accompany, go with] 3.anlamak 2.engellemek [prevent]
[understand] 4.izlemek, İlgilenmek [keep forbidden bkz forbid
up with, be interested in] 5.uymak [obey, observe] forbidden /fə(r)ˈbɪd(ə)n/ adj yasak

follow in sb’s footsteps izinden yürümek [prohibited, banned]
follower /ˈfɒləʊə(r)/ n [C] yandaş, taraftar, force1 /fɔː(r)s/ n [C,U] 1.güç, kuvvet [power,
destekçi, hayran [supporter]
following /ˈfɒləʊɪŋ/ adj 1.belirtilen, sözü energy] 2.zor, baskı, şiddet [using violence]
3.etki, hüküm [power, influence] 4.birlik,
edilen, aşağıdaki [stated, declared] 2.ertesi, kuvvet [army, unit] 5.çokluk [volume, quantity]
bir sonraki [next] 6.çok sayıda [in great numbers] 7.yürürlükte,
geçerli [valid, binding]
the following lesson bir sonraki ders force2 /fɔː(r)s/ v [T] zorlamak [make, oblige]
the following examples aşağıdaki forced /fɔː(r)st/ adj 1.zorunlu, zoraki,
örnekler mecburi [compulsory] 2.zoraki, gerçek
fond /fɒnd/ adj 1.sever, düşkün [partial to, olmayan [false, affected]
keen on] 2.aşırı seven, fazla üstüne düşen
[enamoured of, keen on] 3.saf, umutlu [loving, a forced smile zoraki bir gülüş
tender] forecast1 /ˈfɔː(r)kɑːst/ n [C] tahmin
food /fuːd/ n [C,U] yiyecek, besin, gıda,
yemek [nourishment] [prediction, conjecture]
fool /fuːl/ n [C] 1.aptal, ahmak, budala, forecast2 /ˈfɔː(r)kɑːst/ v [T] pt forecast or
enayi [stupid person, simpleton, blockhead]
forecasted, pp forecast tahmin etmek

2.aptal yerine koymak [embarass, humiliate, [predict, anticipate]
trick] 3.aptalca davranmak [clown around] forehead /ˈfɔː(r)ˌhed/ n [C] alın
foolish /ˈfuːlɪʃ/ adj 1.saçma, budalaca, foreign /ˈfɒrɪn/ adj 1.yabancı [overseas]
aptalca, saçma sapan [stupid] 2.aptalca,
akılsız [unwise, absurd] 2.dışişleri [overseas, international]
foot /fʊt/ n [C] pl feet 1.ayak 2.bir şeyin foreigner /ˈfɒrɪnə(r)/ n [C] yabancı [alien,
aşağı kısmı, ayak ucu, alt, dip, etek immigrant]
foremost /ˈfɔː(r)məʊst/ adj en başta gelen,
[bottom of] 3.ayak, 30.48 cm. lik uzunluk
ölçüsü en önemli olan, en başta ele alınması

get/have cold feet cesaretini yitirmek, gereken [leading, chief]
korkmak forest /ˈfɒrɪst/ n [C,U] orman [wood]
forever /fərˈevə(r)/ adv daima, sonsuza

foot kadar [always]
forewarn /fɔː(r)ˈwɔː(r)n/ v [T] uyarmak,

tavsiye etmek [alert, advise]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

foreword 90

foreword /ˈfɔː(r)ˌwɜː(r)d/ n [C] önsöz formal /ˈfɔː(r)m(ə)l/ adj 1.resmî [official,

[introduction] ceremonial] 2.normal [conventional] 3.biçimsel
forgave bkz forgive [structural, physical]
forget /fə(r)ˈɡet/ v [I,T] pt forgot, pp formal schooling normal eğitim

forgotten 1.unutmak [fail to remember, formal procedures resmî prosedürler
overlook] 2.bir şeyi yapmayı unutmak [fail] format /ˈfɔː(r)mæt/ n [C] 1.boyut, format

3.getirmemek, yanında olmamak [not bring] [size, form] 2.genel düzen, biçim, şekil

4.düşünmemek, unutmak, aklında [style, appearance]
olmamak [disregard, ignore] formation /fɔː(r)ˈmeɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.oluşum,

forget oneself kendini kaybetmek, tepesi meydana gelme [composition] 2.kuruluş

atmak [establishment] 3.düzen, şekil [pattern,
forgive /fə(r)ˈɡɪv/ v [I,T] pt forgave, pp arrangement]
former /ˈfɔː(r)mə(r)/ adj ilk, önceki
forgiven bağışlamak, affetmek [excuse,

absolve] şey/kimse [previous, earlier]
forgiven bkz forgive formerly /ˈfɔː(r)mə(r)li/ adv daha önceleri,
forgiveness /fə(r)ˈɡɪvnəs/ n [U] 1.af
önceden, eskiden [previously, at one time]
[exoneration, clemency] 2.affetme, bağışlama formula /ˈfɔː(r)mjələ/ n [C,U] reçete, formül

[mercy] 3.bağışlanma [pardon, absolution] [method, blueprint]
forgot, forgotten bkz forget fortieth /ˈfɔː(r)tiəθ/ n [C] kırkta bir [40th]
fork1 /fɔː(r)k/ n [C] 1.çatal [implement] fortnight /ˈfɔː(r)tnaɪt/ n [C] iki hafta [two

2.çatallı bel, yaba [tool] weeks]
garden fork bahçe yabası fortunate /ˈfɔː(r)tʃənət/ adj 1.şanslı, talihli

[lucky, happy] 2.uğurlu, hayırlı [favourable,

advantageous]
fork fortune /ˈfɔː(r)tʃən/ n [C,U] 1.şans, talih

[luck, chance] 2.kısmet, kader [destiny]

fork2 /fɔː(r)k/ v 1.bahçe bellemek, kazmak 3.gelecek [future] 4.servet [wealth, affluence]
[dig, work with a fork] 2.ikiye ayrılmak [divide] forty /ˈfɔː(r)ti/ num kırk [two score, 40]
forum /ˈfɔːrəm/ n [C] forum [assembly]
forward1 /ˈfɔː(r)wə(r)d/ adv öne doğru, -e

3.iki yönden /yoldan birini seçmek, doğru [ahead]
forward2 /ˈfɔː(r)wə(r)d/ adj 1.ön, öndeki
sapmak [turn]
forklift /ˌfɔː(r)klɪft/ n [C] yük kaldırma aracı, [front] 2.ileri, ileriye doğru [advancing,

forklift [machine for lifting] progressive] 3.gelişmiş, ileri [well developed,
form1 /fɔː(r)m/ n [C,U] 1.biçim, görünüş, advanced] 4.cüretkâr, küstah, şımarık

şekil [shape] 2.çeşit, tür, biçim [type, kind] [presumptuous, bold]
3.basılı kâğıt, form [document, application] forward3 /ˈfɔː(r)wə(r)d/ v [T] 1.(mektubu) yeni
4.form, kondisyon [condition, shape] 5.ruh
adrese göndermek [send, dispatch] 2.formal

hali, form [spirits, state of mind] 6.metot, ilerlemek, ilerletmek [promote, advance]
yapılış tarzı [procedure, method] fossil /ˈfɒs(ə)l/ n [C] fosil, taşıl [petrified
form2 /fɔː(r)m/ v [I,T] 1.oluşmak, belirmek remains]
[appear] 2.yapmak, oluşturmak, ortaya fought bkz fight
çıkarmak [make, build] 3.oluşturmak found bkz find
[constitute] 4.edinmek, geliştirmek [develop, found /faʊnd/ v [T] 1.kurmak, yapmak, inşa

acquire] 5.düzenlemek, oluşturmak, kurmak etmek [start, build] 2.kurmak, desteklemek,

[organize, arrange] yaptırmak, temelini atmak [establish, set up]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

91 friend

foundation /faʊnˈdeɪʃ(ə)n/ n [C] 1.temel freedom /ˈfriːdəm/ n [C,U] 1.özgürlük,

[groundwork, base] 2.kuruluş, tesis, vakıf kurtulma [liberty, right, release] 2.bağımsızlık

[establishment, organization] [independence]
founder /ˈfaʊndə(r)/ n [C] kurucu [builder, freely /ˈfriːli/ adv 1.seve seve, isteyerek

creator] [willingly, readily] 2.dobra dobra, açıkça
fountain /ˈfaʊntɪn/ n [C] 1.fıskiye [water
feature] 2.kaynak, köken, asıl [jet, spray] [openly, candidly]
fountain pen /ˈfaʊntɪn pen/ n [C] tükenmez freeze /friːz/ v pt froze, pp frozen

kalem 1.donmak [chill, harden] 2.dondurmak
four /fɔː(r)/ num dört [4]
fourteen /ˌfɔː(r)ˈtiːn/ num on dört [14] [refrigerate] 3.(hava) çok soğuk olmak, buz
fourteenth /ˌfɔː(r)ˈtiːnθ/ adj on dördüncü
gibi olmak [be very cold, be icy] 4.çok
[14th]
fourth /fɔː(r)θ/ adj dördüncü [4th] üşümek, donmak [feel cold] 5.donakalmak
fox /fɒks/ n [C] tilki
[stop dead, stand still] 6.(fiyat, ücret, vb.) F
dondurmak, narh koymak [fix, block]
French /frentʃ/ adj Fransız [Frenchman]

French fries patates kızartması

French windows/doors bir bahçeye

ya da balkona açılan büyük pencereli

kapı, fransız kapı/pencere
fox frequency /ˈfriːkwənsi/ n [U] sıklık, sık sık

olma [incidence, prevalence]
frequent /ˈfriːkwənt/ adj yaygın, sık sık

olan, olağan, alışılmış, sık görülen, sık

fracture /ˈfræktʃə(r)/ n [C] kırık, çatlak geçen [recurrent, repeated]
[break, crack] frequently /ˈfriːkwəntli/ adv sık sık [often,

fragile /ˈfrædʒaɪl/ adj narin, kırılgan [delicate, commonly]
breakable] fresh /freʃ/ adj 1.taze, körpe [natural,
fragment /ˈfræɡmənt/ n [C] parça, kırıntı unprocessed] 2.yeni [new, novel] 3.temiz [clean]
[tiny piece, bit] 4.temiz, kullanılmamış [unused] 5.(yemek)
frame /freɪm/ n [C] 1.iskelet, çatı, çerçeve
[structure, casing] 2.beden, gövde [physique, yeni, taze pişmiş [recent] 6.(su, vb.) tatlı
build] [containing no salt] 7.yorulmamış, dinç, taze
[lively, alert]
frame of mind durum, ruh hali freshman /ˈfreʃmən/ n [C] birinci sınıf
framework /ˈfreɪmwɜː(r)k/ n [C] çatı, iskelet, öğrencisi, çömez [in one’s first year at

kafes [structure, foundation] university]
frank /fræŋk/ adj açık sözlü, samimi Friday /ˈfraɪdeɪ/ n [C,U] cuma [Fri]
fridge /frɪdʒ/ n [C] buzdolabı [refrigerator]
[honest, blunt] friend /frend/ n [C] arkadaş, dost [companion,
frankly /ˈfræŋkli/ adv 1.açıkça, dobra dobra buddy AmE]

[honestly, candidly] 2.açıkçası, açık sözlü make friends (with) arkadaşlık kurmak,

bir şekilde [to be honest] arkadaş olmak
free1 /friː/ adj 1.özgür, hür [at liberty]

2.bağımsız [independent] 3.boş, serbest

[unoccupied, available] 4.ücretsiz, bedava

[complimentary] 5.eli açık, cömert [generous, She is
lavish] 6.sabit olmayan, serbest, bağsız, my friend.
gevşek [loose]

free from/of -sız, -den uzak
free2 /friː/ v [T] serbest bırakmak,

salıvermek [release]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

friendly 92

friendly /ˈfren(d)li/ adj 1.dost, dostça, fruitcake /ˈfruːtkeɪk/ n [C,U] meyveli kek
fruitful /ˈfruːtf(ə)l/ adj sonuç veren, verimli
arkadaşça [kind] 2.dostane, kibar,

sıcakkanlı [sociable, amicable] [productive, profitable]
friendship /ˈfren(d)ʃɪp/ n [C] dostluk, frustrate /frʌˈstreɪt/ v [T] 1.boşa çıkarmak,

arkadaşlık [attachment, affection] engel olmak, bozmak, engellemek [prevent]
frighten /ˈfraɪt(ə)n/ v [T] korkutmak, 2.düş kırıklığına uğratmak, hüsrana
uğratmak, sinirlerini bozmak [annoy]
ürkütmek [scare, alarm] *frustration n [C,U]
frightened /ˈfraɪt(ə)nd/ adj korkmuş, ürkmüş frustrated /frʌˈstreɪtɪd/ adj boşuna didinen,

[afraid, alarmed] hedefine ulaşamamış, sıkılmış, hüsrana
frightening /ˈfraɪt(ə)nɪŋ/ adj ürkünç,

korkutucu, korkulu [terrifying, alarming]
frightful /ˈfraɪtf(ə)l/ adj 1.korkunç, korku uğramış, hayal kırıklığı uğramış [irritated,

verici, ürkütücü, müthiş [horrifying, horrible] annoyed]
fry /fraı/ v [I,T] 1.(yağda) kızartmak
2.berbat, korkunç [alarming, awful] 2.kızarmak, güneşte yanmak [burn]
frog /frɒɡ/ n [C] kurbağa

fuel /ˈfjuːəl/ n [C,U] 1.yakıt [combustible

substance] 2.yakacak [electricity, oil, gas]

3.benzin [gasoline AmE, diesel, petrol BrE]
frog fugitive /ˈfjuːdʒətɪv/ adj kaçak [runaway,

deserter]
fulfill, fulfill AmE /fʊlˈfɪl/ v [T] 1.yerine

from /frɒm/ prep 1.(bir yer) -den, -dan [of] getirmek, yapmak [achieve, accomplish]
2.itibaren, -den beri, -den bu yana [since] 2. gereksinimlerini gidermek, tatmin etmek
3.nedeniyle, yüzünden, -den ötürü [by] [carry out, satisfy] 3.gerçekleştirmek,
yapmak [complete]
front1 /frʌnt/ n sng 1.ön, ön taraf [fore] full /fʊl/ adj 1.dolu [brimming] 2.bol, tüm,
2.yüz, cephe [face, frontage] 3.en ön mevki, komple, dolu [filled with] 3.gevşek, bol
konum [the lead] 4.cephe [front line] 5.yaygın [loose, baggy] 4.tıklım tıklım dolu [crowded,
ve etkin politik hareket, parti [movement] crammed]

6.paravana, maske [mask, disguise] a full shirt bol gömlek
7.davranış, tavır, hareket [appearance, full moon /fʊl muːn/ n sng dolunay
manner] 8.önde, önden [ahead] full stop /fʊl stɒp/ n [C] nokta [period AmE]
front2 /frʌnt/ adj ön, ana [main, lead, head] full time1 /fʊl taɪm/ adj tüm zaman [busy]
frontier /frʌnˈtɪə(r)/ n [C] sınır, hudut full time2 /fʊl taɪm/ adv daimi, her zaman
[boundary, border]
frost /frɒst/ n [U] 1.ayaz, don [freeze, ice] [constantly, 9 to 5]
2.kırağı [white powdery ice] fully /ˈfʊli/ adv tamamen, tam olarak,
froze, frozen bkz freeze
frozen /ˈfroızan/ adj 1.donmuş 2.üşümüş tümüyle [totally, completely]
[very cold] fun1 /fʌn/ n [U] zevk, eğlence [enjoyment,
fruit /fruːt/ n [C,U] 1.meyve 2.sonuç, ürün, amusement]
meyve [product]
make fun of sb/sth alay etmek

fruit(s) have fun eğlenmek
fun2 /fʌn/ adj zevk veren, eğlenceli [enjoyable]
function /ˈfʌŋkʃ(ə)n/ n [C] 1.görev, iş, işlev,

fonksiyon [task, role] 2.amaç, işlev [purpose,

business]

brain function beynin fonksiyonu

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

93 garbage

functional /ˈfʌŋkʃ(ə)nəl/ adj 1.işlevsel, Gg
fonksiyonel, işleyen [working] 2.görevini
yapar, iş görür, pratik [practical, hard-wearing]
fund1 /fʌnd/ n [C] 1.sermaye, para, fon

[account, budget] 2.stok, birikim [resources,

finances]
fund2 /fʌnd/ v [T] fon ayırmak [finance]
fundamental1 /ˌfʌndəˈment(ə)l/ adj 1.esas,

ana, belli başlı, temel, en gerekli, önemli

[essential, basic] G, g /dʒiː/ n ingiliz alfabesinin 7. harfi F
fundamental2 /ˌfʌndəˈment(ə)l/ n pl en g /dʒiː/ abbr gram [gram]
gadget /ˈɡædʒɪt/ n [C] alet, cihaz [device,
önemli kural, prensip. esas, temel [most

important ideas, rules] appliance] G
fundamentals of physics fiziğin temelleri gain1 /ɡeɪn/ v [T] 1.kazanmak, kâr etmek
funeral /ˈfjuːn(ə)rəl/ n [C] 1.cenaze töreni, 2.zamanla kazanmak [get gradually, win, earn]
3.hız, kilo, değer açısından artmak/almak
gömme [burial, cremation] 2.cenaze alayı [put on, increase]
[cortege]
funnel /ˈfʌn(ə)l/ n [C] 1.huni [cone-shaped gain access/entry/admittance bir yere
instrument] 2.baca [smokestack] girebilmek
funny /ˈfʌni/ adj 1.gülünç, komik [humorous,
amusing] 2.acayip, tuhaf, garip, ilginç gain an understanding/insight bilgi
sahibi olma
[peculiar, curious] gain2 /ɡeɪn/ n [C,U] çıkar, yarar [profit,

advantage]
funny ideas ilginç fikirler gala /ˈɡɑːlə/ n [C] gala, şenlik [festival, carnival]
galaxy /ˈɡæləksi/ n [C] galaksi [constellation,
funny jokes komik şakalar
fur /fɜː(r)/ n [U] kürk, post [the soft hair that
covers the body of some animals] solar system]
gallery /ˈɡæləri/ n [C] galeri [hall, centre,

furniture /ˈfɜː(r)nɪtʃə(r)/ n [U] mobilya museum]
gallon /ˈɡælən/ n [C] galon [8 pints, 4 quarts]
[household goods, appliances] game /ɡeɪm/ n [C] 1.oyun [pastime, amusement]
further1 /ˈfɜː(r)ðə(r)/ adv ileri, daha [longer,
2.av [prey]
more] gang /ɡæŋ/ n [C] 1.çalışanlar grubu, ekip
further2 /ˈfɜː(r)ðə(r)/ adj daha fazla, daha
[work party, crew] 2.çete [mob, pack, ring]
çok [more] gangster /ˈɡæŋstə(r)/ n [C] gangster
furthermore /ˈfɜː(r)ðə(r)ˌmɔː(r)/ adv bundan gap /ɡæp/ n [C] 1.boşluk, aralık, yarık

başka, ayrıca, üstelik, bunun yanında [space, break, interval] 2.(görüş) ayrılık

[besides, additionally] [difference, divide]
fuse, fuze AmE /fjuːz/ n [C] sigorta [electrical garage /ˈɡærɑːʒ/ n [C] garaj [car park]
fuse] garbage AmE /ˈɡɑː(r)bɪdʒ/ n [U] 1.süprüntü,
future1 /ˈfjuːtʃə(r)/ adj gelecek, yeni
çöp [rubbish, waste] 2.çöp tenekesi [dustbin,

[forthcoming, later] trash can, garbage can]

future2 /ˈfjuːtʃə(r)/ n sng 1.gelecek, istikbal

[destiny, fate] 2.gelecek zaman [yet to\be,

coming] garbage can
near future yakın gelecek

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

garden 94

garden /ˈɡɑː(r)d(ə)n/ n [C] bahçe [yard, park, generally /ˈdʒen(ə)rəli/ adv çoğunlukla,
grounds] genellikle [mostly, mainly, in general]
gardener /ˈɡɑː(r)d(ə)nə(r)/ n [C] bahçıvan
generate /ˈdʒenəreɪt/ v [T] 1.oluşturmak,
gardener yol açmak [create, make] 2.(ısı, elektrik, vb.)
üretmek [produce, develop]
gardening /ˈɡɑː(r)d(ə)nɪŋ/ n [U] bahçe ile
uğraşma, bahçecilik generation /ˌdʒenəˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.
gardening equipment bahçecilik araçları (elektrik, vb.) üretme, üretim [production,

garlic /ˈɡɑː(r)lɪk/ n [U] sarımsak creation] 2.kuşak, nesil [age group]
garment /ˈɡɑː(r)mənt/ n [C] formal giyim generator /ˈdʒenəˌreɪtə(r)/ n [C] jeneratör

eşyası, giysi [outfit, suit] [alternator, dynamo]
gas /ɡæs/ n [C,U] 1.(hava) gaz 2.benzin, generous /ˈdʒenərəs/ adj eli açık, cömert

yakıt [petrol, fuel, oil] 3.gaz maskesi [mask, [charitable, benevolent]
cover] genetic /dʒəˈnetɪk/ adj kalıtsal, kalıtımsal
gasoline, petrol BrE /ˈɡæsəliːn/ n [U]
benzin yakıt [fuel, oil] [hereditary, inherited]
gate /ɡeɪt/ n [C] kapı, geçit [gateway, door]
gateway /ˈɡeɪtweɪ/ n [C] kapı aralığı, giriş/ a genetic disease kalıtsal bir hastalık
çıkış, geçit [exit/entrance, passageway, door] genetics /dʒəˈnetɪks/ n pl kalıtsal,
gather /ˈɡæðə(r)/ v [I,T] 1.bir araya
getirmek/toplamak [assemble, accumulate] kalıtımsal
2.anlamak, inanmak [learn] genius /ˈdʒiːniəs/ n [C,U] üstün yetenek,
gauze /ɡɔːz/ n [U] gazlı bez [cotton]
gave bkz give deha [brainbox, virtuoso, egghead]
gaze /ɡeɪz/ v [I] sürekli bakmak, dik dik
bakmak [stare, gape] musical genius müzikal deha
gear /ɡɪə(r)/ n [C,U] 1.vites [speed, throttle] genocide /ˈdʒenəsaɪd/ n [U] soykırım
2.kıyafet, araç gereç [clothes, equipment]
camping gear kamp araç-gereci [slaughter, massacre]
gel /dʒel/ n [C,U] bkz. jell hair gel saç
jölesi victims of genocide soykırım kurbanları
gem /dʒem/ n [C] 1.değerli taş, mücevher gentle /ˈdʒent(ə)l/ adj 1.hoş, kibar, nazik
[precious stone, jewel] 2.değerli önemli
kişi/şey [jewel, treasure, marvel] [sweet-tempered, calm] 2.az meyilli
Gemini /ˈdʒemɪnaɪ/ n sng İkizler Burcu [not strong or extreme]
gender /ˈdʒendə(r)/ n [C,U] cins, cinsiyet
[sex] a gentle hill az meyilli tepe
gene /dʒiːn/ n [C] gen gentleman /ˈdʒent(ə)lmən/ n [C] centilmen
general1 /ˈdʒen(ə)rəl/ adj genel [common,
overall] [polite man]
general2 /ˈdʒen(ə)rəl/ n [C] 1.general, şef gently /ˈdʒentli/ adv dikkatlice, nazikçe
[commander, leader] 2.genelde, genel olarak
[on the whole, usually, generally] [carefully]
genuine /ˈdʒenjuɪn/ adj hakiki, gerçek

[original, authentic, actual]
geography /dʒiːˈɒɡrəfi/ n [U] coğrafya
geology /dʒiːˈɒlədʒi/ n [U] yerbilim, jeoloji

geology course yerbilim dersi
geometric /ˌdʒiːəˈmetrɪk/ adj geometrik

[regularly patterned]
geometry /dʒiːˈɒmətri/ n [U] geometri

[the discipline of shapes]
germ /dʒɜː(r)m/ n [C] 1.mikrop [microbe,
bacterium] 2. başlangıç, tohum [beginning,
embryo]
gerund /ˈdʒerənd/ n [C] gram fiilden türetilen

isim, isim-fiil
gesture /ˈdʒestʃə(r)/ n [C,U] jest, el kol

hareketi [signal, action]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

95 glue

get /get/ v [I,T] pt got, pp got (BrE), glad /ɡlæd/ adj mutlu, memnun, hoşnut
gotten(AmE) 1.sahip olmak, kazanmak [pleased]
[own, receive, earn] 2.(hastalığa) yakalanmak, gladiator /ˈɡlædiˌeɪtə(r)/ n [C] gladyatör

kapmak [catch, become sick] 3.sahip olmak [fighter, soldier]
[own, possess, use] 4.karışmak, bulaşmak glance /ɡlɑːns/ n [C] bakış [glimpse, peek]
[become, get involved] 5.yürümeye başlamak, glass /ɡlɑːs/ n [C,U] 1.cam 2.bardak
tekrardan yürümek [move, travel around]
[tumbler, beaker]
6.kendini anlatmak, ifade etmek [make clear,

explain] 7.(biri) ile iyi geçinmek [get on,

manage, see eye to eye] 8.yola çıkmak, glass
başlamak [set off, begin a trip] 9.(haber gibi)

yayılmak [circulate, spread]
ghost /ɡəʊst/ n [C] 1.hayalet, hortlak [spirit,

apparition] 2.ruhunu teslim etmek, ölmek glasses /ˈɡlɑːsɪz/ n pl gözlük [spectacles] G
[die, pass away] glaze /ɡleɪz/ v [T] 1.cam taktırmak

ghost 2.parlatmak [lacquer, varnish, ice, coat]
glide /ɡlaɪd/ v [I] 1.kaymak, akmak,

süzülmek [slide, slip, flow] 2.planörle uçmak

[fly without an engine, soar]
glimpse /ɡlɪmps/ n [C] çabuk bakış [glance,
giant /ˈdʒaɪənt/ n [C] dev [huge person] look]
gift /ɡɪft/ n [C] 1.armağan, hediye [donation, global /ˈɡləʊb(ə)l/ adj 1.geniş çaplı, ayrıntılı
present] 2.Allah vergisi, yetenek [talent, [comprehensive, complete] 2.tüm dünya ile
ability] ilgili, dünya çapında, evrensel [worldwide,
gifted /ˈɡɪftɪd/ adj yetenekli [talented, able]
giraffe /dʒəˈrɑːf/ n [C] zürafa international]
global warming /ˈɡləʊb(ə)l ˈwɔː(r)mɪŋ/ n

[U] küresel ısınma
globe /ɡləʊb/ n [C] 1.dünya [Earth, world]

giraffe 2.top, küre [sphere]
gloomy /ˈɡluːmi/ adj 1.karanlık [black, dismal]

2.üzüntülü, mahzun [depressed, sad]
glossary /ˈɡlɒsəri/ n [C] ek sözlük [appendix]
glove /ɡlʌv/ n [C] 1.eldiven 2.çok iyi uymak,
girl /ɡɜː(r)l/ n [C] kız [female child, daughter]
girlfriend /ˈɡɜː(r)lˌfrend/ n [C] sevgili, kız tam oturmak [fit perfectly]
arkadaş [female friend/lover] glow /ɡləʊ/ v [I] 1.sıcaklık/ışık vermek,

give /ɡɪv/ v [T] pt gave, pp given 1.vermek parlamak [glimmer, smoulder, radiate] 2.(yüz)
kızarmak, ateş basmak [redden, blush, flush]
[present, donate] 2.vermek, tanımak [provide, glucose /ˈɡluːkəʊz/ n [U] glikoz
permit] 3.genişlemek, açmak [stretch] glue /ɡluː/ n [C,U] tutkal, zamk [adhesive]
4.açmak, neden olmak [cause] 5.dağıtmak,

vermek [distribute, hand out] 6.koku yaymak,

dağıtmak [emit, release] 7.yorulmak, durmak,

çalışmamak [stop working, run out, become tired] glue

8.(alışkanlık gibi) bir şeyi yapmayı bırakmak

[stop]
given bkz give
glacier /ˈɡlæsiə(r)/ n [C] buzul

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

go 96

go /ɡəʊ/ v [I] pt went, pp gone 1.gitmek good /ɡʊd/ adj 1.iyi 2.uygun, yerinde
[depart] 2.ulaşmak, varmak [set off, leave]
3.belli bir yeri olmak, ait olmak, belli bir [suitable, convenient] 3.(insan) iyi, yardımsever,
yerde durmak [live, belong] 4.işlemek,
çalışmak [work, function] 5.olmak [become iyilik sever, sevecen [kind, helpful] 4.(özellikle
angry/crazy] 6.(belirli bir durumda) kalmak,
durumunu sürdürmek [become, grow] çocuk) uslu, iyi [wellbehaved] 5.tam, komple

be going to do sth -ecek, -acak [complete, thorough] 6.yetenekli, becerikli,
go for nothing boşa gitmek, ziyan olmak
go out dışarı çıkmak (bir konuda) çok iyi olmak [skilful, talented]
go on a journey yolculuğa çıkmak goodbye /ˌɡʊdˈbaɪ/ n [C] hoşça kal, güle
goal /goul/ n [C] 1.amaç, erek, hedef, gaye
[aim, purpose] 2.kale 3.gol güle [bye, bye-bye]
goalkeeper /ˈɡəʊlˌkiːpə(r)/ n [C] kaleci good night /ˌɡʊd naɪt/ interj iyi geceler
[goalie, keeper] goods /ɡʊdz/ n pl 1.eşya [property,
goat /ɡəʊt/ n [C] keçi, teke [small horned
animal] belongings] 2.mal [merchandise]
goodwill /ɡʊdˈwɪl/ n [U] iyi niyet [friendliness]
goose /ɡuːs/ n [C] kaz pl geese
gorgeous /ˈɡɔː(r)dʒəs/ adj çok güzel, tatlı,

hoş, harika [delightful, attractive]
gorilla /ɡəˈrɪlə/ n [C] goril [large ape]

goat
gorilla

God /ɡɒd/ n sng 1.Allah, Tanrı 2.spoken gossip /ˈɡɒsɪp/ n [C,U] 1.dedikodu [rumour]
Allah aşkına 3.spoken Allah göstermesin, 2.dedikoducu kimse [busybody,
Allah korusun [Heaven forbid] 4.spoken scandalmonger]
[Oh God/Oh my God/Good God] Aman Tanrım!
5.Allah’a şükür [praise be to God!]

goggles /ˈɡɒɡ(ə)lz/ n pl koruyucu gözlük

[protective glasses] gossip
go-kart /ˈgoukaıt/ n [C] gokart
gold1 /ɡəʊld/ n [U] altın [ingot, bullion, nugget]
gold2 /ɡəʊld/ adj altın rengi
golden /ˈɡəʊld(ə)n/ adj 1.altın 2.en iyi, en

güzel (gün, çağ vs.) [happy, joyful, blissful] 3.çok got, gotten bkz get
önemli, değerli altın gibi (fırsat, şans vs.) govern /ˈɡʌvə(r)n/ v [I,T] 1.yönetmek, idare
[favourable, excellent]
etmek [rule, administer] 2.yönlendirmek,
a golden bracelet altın bir bilezik
gold medal /ɡəʊldˈmed(ə)l/ n [C] altın etkilemek [restrain/control feelings]
madalya [first prize] government /ˈɡʌvə(r)nmənt/ n [C]

goldmine /ˈɡəʊldˌmaɪn/ n [C] 1.altın 1.hükümet [rule administration of a country]

madeni/ocağı 2.hazine [good source] 2.yönetme, idare etme, yönetim [activity or

golf /ɡɒlf/ n [U] golf method of controlling a country]

golf course golf sahası governor /ˈɡʌvə(r)nə(r)/ n [C] 1.vali
gone bkz go
2.yönetici [leader/ director of an official institution]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

97 grass

grab /ɡræb/ v [T] 1.kapmak, yakalamak grandad, granddad AmE /ˈɡræn(d)ˌdæd/
[snatch, capture] 2.tutmak, yakalamak [grasp, n [C] informal büyükbaba [grandfather,

grip, clutch] 3.atıştırmak [snatch, get some food/ grandpa]
sleep quickly] 4.informal fırsatını bulur
grandchild /ˈɡræn(d)ˌtʃaɪld/ n [C] torun

bulmaz atlamak [jump at the chance/opportunity, [descendant]

take an opportunity immediately] granddaughter /ˈɡræn(d)ˌdɔːtə(r)/ n [C] kız
grace /ɡreɪs/ n [U] 1.nezaket, zarafet torun [a female grandchild]

[elegance, beauty] 2.lütuf [kindness, mercy] grandfather /ˈɡræn(d)ˌfɑːðə(r)/ n [C]

3.şükran duası [prayer, benediction] büyükbaba, dede [grandad, grandpa]
graceful /ˈɡreɪsf(ə)l/ adj zarif, hoş, güzel, grandma /ˈɡræn(d)ˌmɑː/ n [C] informal

çekici [elegant, beautiful] büyükanne, nine [granny, grandmother]

grade1 /ɡreɪd/ n [C,U] 1.rütbe [level, category, grandmother /ˈɡræn(d)ˌmʌðə(r)/ n [C]
degree] 2.cins, tür [type] 3.not, puan [mark, G
büyükanne, nine [grandma, granny]
point]
grade2 /ɡreɪd/ v [T] 1.niteliğine veya grandpa /ˈɡræn(d)ˌpɑː/ n [C] informal
büyükbaba, dede [grandad, grandfather]
yeteneğine göre tasnif etmek,
grandparent /ˈɡræn(d)ˌpeərənt/ n [C] dede
sınıflandırmak, değerlendirmek [mark, score] veya nine [grandad or grandma, granny or
2.başarmak, işi götürmek [succeed]
gradual /ˈɡrædʒuəl/ adj derece derece grandpa, grandmother or grandfather]
grandson /ˈɡræn(d)ˌsʌn/ n [C] erkek torun
olan, aşamalı, yavaş yavaş [slow, steady]
[male grandchild]
*gradually
graduate1 /ˈɡrædʒuət/ n [C] 1.üniversite grand total /ˈɡræn(d)ˈtəʊt(ə)l/ n [C,U] genel

mezunu [someone who has completed a first toplam
degree, Bachelor] 2.herhangi bir kursu, okulu granite /ˈɡrænɪt/ n [U] granit
bitirmiş, mezun 3.AmE yüksek lisans/ granny /ˈɡræni/ n [C] büyükanne, nine
doktora yapan öğrenci [postgraduate] grant1 /ɡrɑːnt/ v [T] 1.informal vermek,

graduate2 /ˈɡrædʒuət/ v [I] mezun olmak bahşetmek [give, allocate, consent]

[qualify, finish university] 2.onaylamak, varsaymak, kabul etmek

graduation /ˌɡrædʒuˈeɪʃ(ə)n/ n [U] [admit, acknowledge]

1.(üniversiteden) mezun olma 2.mezuniyet take sth for granted bir şeyin olması
töreni, diploma vermek [certificate ceremony] kesin/kaçınılmaz olması, kesin gözüyle
bakmak
graffiti /ɡrəˈfiːti/ n [U] duvar yazısı [wall grant2 /ɡrɑːnt/ n [C] burs [bursary]
grape /ɡreɪp/ n [C] üzüm
drawing/writing]
grain /ɡreɪn/ n [C,U] 1.tahıl, hububat

[cereals, corn] 2.tane, zerre [particle]
gram, gramme BrE /ɡræm/ n [C] gram
grammar /ˈɡræmə(r)/ n [C,U] 1.dilbilgisi,

gramer [language rules] 2.gramer/dilbilgisi grape(s)

kitabı [grammar book]
grand /ɡrænd/ adj 1.ulu, yüce, görkemli,

büyük, heybetli [impressive, important] grape-fruit /ɡreɪp fruːt/ n [C] greyfurt
2.görkemli, parlak, debdebeli, muhteşem graph /ɡrɑːf/ n [C] grafik [diagram, chart]
[illustrious, distinguished] 3.informal güzel, grass /ɡrɑːs/ n [U] çimen, çim, ot
hoş, çok iyi, mükemmel [excellent, wonderful]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

grasshopper 98

grasshopper /ˈɡrɑːsˌhɒpə(r)/ n [C] çekirge greet /ɡriːt/ v [T] selamlamak, selam

[jumping insect] vermek [welcome, meet]
grate /ɡreɪt/ v [T] 1.rendelemek [shred] greet sb with karşılamak

2.sinirlendirmek, gıcık etmek
grateful /ˈɡreɪtf(ə)l/ adj minnettar,

müteşekkir [thankful, appreciative] greet
grave1 /ɡreɪv/ n [C] mezar [burial place, tomb]
grave2 /ɡreɪv/ adj ciddi, resmî [solemn,

serious]
graveyard /ˈɡreɪvˌjɑː(r)d/ n [C] mezarlık

[cemetery, burial ground]
gravity /ˈɡrævəti/ n [U] 1.technical
yerçekimi 2.formal ciddiyet, önem grew bkz grow
grey, gray AmE /ɡreɪ/ adj gri
[importance, solemnity] grill1 /ɡrɪl/ v [I,T] 1. ızgarada pişirmek [broiler
great /ɡreɪt/ adj 1.büyük [large, big] 2.önemli AmE, barbecue] 2.sorguya çekmek [interrogate]
grill2 /ɡrɪl/ n [C] ızgara [broiler AmE, barbecue]
[important] 3.çok [a lot of] 4.spoken iyi, hoş

vakit [wonderful, good] grind /ɡraɪnd/ v [T] pt, pp ground öğütmek

great-grandfather annesinin/ babasının [crush]
dedesi grocer /ˈɡrəʊsə(r)/ n [C] bakkal [general
store, corner shop]
great-grandson oğlunun/kızının erkek groceries /ˈɡrəʊsəriz/ n pl bakkaliye,
torunu bakkaldan alınan şeyler
greatly /ˈɡreɪtli/ adv formal çok fazla, çokça groom /ɡruːm/ n [C] 1.damat [bridegroom]
[very much] 2.seyis [stable hand]
greed /ɡriːd/ n [U] açgözlülük [gluttony, gross /ɡrəʊs/ adj 1.toplam, brüt [total]
greediness] 2.bağışlanamaz, arsız, ciddi [serious]
greedy /ˈɡriːdi/ adj hırslı, açgözlü [gluttonous, 3.spoken çirkin, kaba, nezaketsiz [rude,
voracious]

vulgar] 4.Informal şişman, iriyarı, hantal

[fat and ugly]

greedy a gross error bağışlanamaz bir hata
the gross amount toplam miktar
ground /ɡraʊnd/ n [C,U] 1.toprak 2.yer,

zemin [floor] 3.alan, saha [field, pitch]

green1 /ɡriːn/ adj 1.yeşil [emerald] 2.doğa 4.konu, temel, esas [topic]
dostu, yeşili seven [environmentally friendly] football ground futbol sahası
ground bkz grind
3.ham, olgunlaşmamış [unripe] ground floor /ɡraʊnd flɔː(r)/ n [C] zemin
green2 /ɡriːn/ n [C,U] 1.yeşil renk, yeşil kat [first floor AmE]
group1 /gru:p/ n [C] 1.topluluk, grup, küme
2.yeşil yapraklı sebzeler, yeşillik [vegetables] [party, gang, team] 2.müzik grubu 3.otel/şirket
3.yeşillik, çayır [lawn, common, meadow]
4.çevreciler, yeşiller [environmentalists]

5.kıskançlıktan çatlamak [jealous] zinciri [chain] 4.kan grubu
green pepper /ɡriːnˈpepə(r)/ n [C] taze blood group kan grubu
group2 /gru:p/ v [I,T] 1.toplamak, bir araya
biber, yeşil biber getirmek [huddle, assemble] 2.gruplandırmak,
greengrocer /ˈɡriːnˌɡrəʊsə(r)/ n [C] manav

[fruit and vegetable seller] tasnif etmek [classify, categorize, sort]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ

99 gypsy

grow /ɡrəʊ/ v [I,T] pt grew, pp grown guilty /ˈɡɪlti/ adj suçlu [ashamed, contrite, bad]

1.büyümek, gelişmek [develop] 2.(bitki, vb.) guilty of sth suçlu olmak

yetişmek [thrive] 3.yetiştirmek, hasıl etmek

[cultivate] 4.artmak, çoğalmak [increase] guilty
growing /ˈɡrəʊɪŋ/ adj artan [increasing]
grown bkz grow
grown-up /ɡrəʊn ʌp/ n [C] yetişkin, olgun

[adult]
growth /ɡrəʊθ/ n [U] 1.büyüme, gelişim

[development] 2.artış, yükseliş [increase]

3.kütle, şişkinlik [tumour] guitar /ɡɪˈtɑː(r)/ n [C] gitar
guarantee1 /ˌɡærənˈtiː/ v [T] kefil olmak,
G
garanti vermek [underwrite]
guarantee2 /ˌɡærənˈtiː/ n [C] 1.güvence,

teminat, garanti [assurance, promise]

2.garanti [warranty] guitar
guard1 /ɡɑː(r)d/ n [C] 1.nöbet, koruma

[watch, vigilance] 2.koruma görevlisi,

koruyucu, bekçi, nöbetçi [security officer]
guard2 /ɡɑː(r)d/ v [I] korumak [protect]
guardian /ˈɡɑː(r)diən/ n [C] koruyucu,
vasi, veli [legal protector] gulf /ɡʌlf/ n [C] 1.körfez [bay] 2.büyük

guerrilla /ɡəˈrɪlə/ n [C] gerilla [insurgent] görüş ayrılığı, uçurum [gap, difference]
guess1 /ɡes/ v [I,T] 1.tahmin etmek gull /ɡʌl/ n [C] martı, deniz kuşu
gum /ɡʌm/ n [C] dişeti
[estimate, surmise, predict] 2.doğru tahmin gun /ɡʌn/ n [C] silah [firearm, pistol]
etmek, doğru kestirmek [work out] gunpowder /ˈɡʌnˌpaʊdə(r)/ n [U] barut
3.spoken sanmak, zannetmek [suppose]
guess2 /ɡes/ n [C] 1.tahmin [conjecture, try, [explosive powder]
speculation] 2.zannedersem.... aşağı gunshot /ˈɡʌnˌʃɒt/ n [C] silah sesi [gunfire,

yukarı report]
guest /ɡest/ n [C] 1. misafir, konuk [visitor] guy /ɡaɪ/ n [C] informal adam, herif [bloke,

2.otel yada pansiyon müşterisi [person chap]
staying in a hotel] 3.spoken tabii, elbette, gym /dʒɪm/ n [C] 1.jimnastik salonu [sports

buyurun, hiç çekinmeyin [of course, absolutely] hall, fitness centre] 2.beden eğitimi, jimnastik
guidance /ˈɡaɪd(ə)ns/ n [U] yardım; öğüt,
[pumps]

akıl, yol gösterme [advice, help] gym shoes jimnastik ayakkabıları
guide1 /ɡaɪd/ n [C] 1.(kişi) kılavuz, rehber gymnasium /dʒɪmˈneɪziəm/ n [C] formal

[tour leader] 2.kullanım kılavuzu, rehber spor salonu [gym]
[instruction booklet, manual] gymnastics /dʒɪmˈnæstɪks/ n [U] beden
guide2 /ɡaɪd/ v [T] yönlendirmek, yardımcı
olmak, rehber olmak, yol göstermek eğitimi, jimnastik [physical exercises]
gypsy, gipsy /ˈdʒɪpsi/ n [C] çingene

[direct, help] [traveller]
guilt /ɡɪlt/ n [U] 1.suçluluk [culpability]

2.sorumluluk, kabahat [remorse, contrition]

3.suçluluk duygusu, utanç [shame, regret]

ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ


Click to View FlipBook Version