ha 100 hairdryer, hairdrier /ˈheə(r)ˌdraɪə(r)/ n [C]
saç kurutma makinesi
Hh
hairdryer
H, h /eɪtʃ/ İngiliz alfabenin 8. harfi
ha /hɑː/ interj ha [hah] hairpin /ˈheə(r)ˌpɪn/ n [C] firkete, saç tokası
habit /ˈhæbɪt/ n [C,U] 1.alışkanlık [regular
[hairgrip]
practice] 2.bağımlılık [addictic dependence] hair spray /ˈheə(r) spreɪ/ n [U] saç spreyi
get into/out of the habit of bir alışkanlığa hairstyle /ˈheə(r)ˌstaɪl/ n [C] saç stili
başlamak, bırakmak
[haircut, hairdo]
kick/break the habit bir alışkanlığı
bırakmak hajj /hædʒ/ n [C] hac [pilgrimage]
half1 /hɑːf/ predet yarısı, yarım [50% of]
in the habit of ... gibi bir alışkanlığım yok half2 /hɑːf/ det yarım yaş, buçuk [50% of]
habitat /ˈhæbɪtæt/ n [C,U] habitat, doğal half3 /hɑːf/ pron (birşeyin) yarısı [50% of]
yaşama alanı [natural environment]
hacker /ˈhækə(r)/ n [C] informal bilgisayar half4 /hɑːf/ adj yarım [part of, split]
half5 /hɑːf/ n [C] pl halves 1.yarı, buçuk
korsanı [cyber-criminal]
had bkz have
hail /heɪl/ n [U] dolu [hailstones] [fifty per cent] 2.(masrafı) paylaşmak
hailstone /ˈheɪlˌstəʊn/ n [C] dolu tanesi [hail] [share]
hair /heə(r)/ n [C,U] 1.kıl, tüy 2.saç [locks]
half6 /hɑːf/ adv kısmen, yarı [partly]
let one’s hair down rahat hareket etmek, hall /hɔːl/ n [C] 1.koridor, giriş [entrance,
resmiyeti bırakmak, sakin olmak
passage, corridor] 2.toplantı salonu
make sb’s hair stand on end ödünü
koparmak, çok korkutmak, tüylerini [meeting room, assembly room]
Halloween /ˌhæləʊˈiːn/ n [U] cadılar
ürpertmek bayramı [All Hallow’s Eve]
not turn a hair kılını kıpırdatmamak, halve /hɑːv/ v [T] 1.yarıya bölmek [cut, divide
tınmamak into two equal pieces] 2.yarıya indirmek
hairbrush /ˈheə(r)ˌbrʌʃ/ n [C] saç fırçası [reduce by half]
haircut /ˈheə(r)ˌkʌt/ n [C] 1.saç tıraşı ham /hæm/ n [C,U] jambon [gammon]
2.saç kesilme biçimi, saç kesimi [hair style, hamburger /ˈhæmˌbɜː(r)ɡə(r)/ n [C]
hairdo]
hairdresser /ˈheə(r)ˌdresə(r)/ n [C] kuaför hamburger [burger, beefburger]
hammer /ˈhæmə(r)/ n [C] çekiç
[hairstylist, barber] hammock /ˈhæmək/ n [C] hamak [hanging bed]
hamster /ˈhæmstə(r)/ n [C] kemirgen ve
hairdresser evde de beslenen bir hayvan, hemster
hand1 /hænd/ n [C] 1.el 2.ibre [pointer]
3.elle, elden [manually]
on the one/other hand bir diğer yanda
keep one’s hand in (işe) pratiğini
kaybetmemek
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
101 hard
give sb a free hand arzusuna bırakmak, hang /hæŋ/ v [I,T] pt, pp hung 1.asmak,
istediği gibi yapmasına izin vermek asılı olmak, sarkmak, sallanmak [hang up,
have a hand in -de katkısı bulunmak fasten, attach] 2.asmak, asarak idam etmek
give sb a hand yardım etmek, el uzatmak [execute]
hand2 /hænd/ v [T] uzatmak, vermek [give, hangar /ˈhæŋə(r)/ n [C] hangar [barn]
pass] hanger /ˈhæŋə(r)/ n [C] askı, elbise askısı
handbag /ˈhæn(d)ˌbæɡ/ n [C] el çantası
[coat hanger]
[small bag]
handbag hanger
hang-glider /hæŋˈɡlaɪdə(r)/ n [C] motorsuz,
handbook /ˈhæn(d)ˌbʊk/ n [C] el kitabı, çok hafif hava aracı, yelken kanat H
rehber [instruction book] hang-gliding /hæŋˈɡlaɪdɪŋ/ n [U] askılı
handbrake /ˈhæn(d)ˌbreɪk/ n [C] el freni planör uçuşu, yelken kanat, delta kanat
[emergency brake]
sporu
handcuffs /ˈhæn(d)ˌkʌfs/ n pl kelepçe [cuffs] hanging /ˈhæŋɪŋ/ n [C,U] idam, asma
[execution]
hangman /ˈhæŋmən/ n [C] cellât [executioner]
happen /ˈhæpən/ v [I] 1.olmak, meydana
handcuffs gelmek [take place, come about] 2.başına
gelmek, olmak [occur, become of]
happen to do sth tesadüf etmek
happening /ˈhæp(ə)nɪŋ/ n [C] olay [event,
handkerchief /ˈhæŋkə(r)ˌtʃɪf/ n [C] mendil incident]
[tissue] happily /ˈhæpɪli/ adv 1.mutlulukla, neşeyle
handle1 /ˈhænd(ə)l/ v [T] kullanmak, tutmak, [joyfully] 2.Allahtan, bereket versin ki, çok
çözmek, halletmek [treat, operate, deal with] şükür [fortunately, luckily]
handle2 /ˈhænd(ə)l/ n [C] sap, kulp, happiness /ˈhæpinəs/ n [U] mutluluk [joy, bliss]
tutamaç, kabza, kol [knob] happy /ˈhæpi/ adj 1.mutlu [content, cheerful]
handmade /ˌhæn(d)ˈmeɪd/ adj el yapımı 2.sevinçli, memnun [satisfied, delighted]
[handcrafted] harbour, harbor AmE /ˈhɑː(r)bə(r)/ n [C]
handout /ˈhændaʊt/ n [C] 1.(özellikle 1.liman [port] 2.sığınak, barınak [haven,
yoksullara bedava dağıtılan) yiyecek, giyecek, shelter]
vb. yardım [charity] 2.bildiri [leaflet] hard1 /hɑː(r)d/ adj 1.sert, katı [firm, solid]
handsome /ˈhæns(ə)m/ adj 1.yakışıklı 2.güç, zor [difficult, complicated] 3.kuvvet
[good-looking, attractive] 2.çok, bol, cömert isteyen, kuvvetli [strenuous, arduous] 4.katı,
[generous] hoşgörüsüz, merhametsiz, zalim
handwriting /ˈhændˌraɪtɪŋ/ n [U] el yazısı [cruel, merciless, harsh] 5.(su) sert, kireçli
[writing, script] [limy] 6.sıkı [arduous]
handy /ˈhændi/ adj 1.kullanışlı, pratik hard physical work sıkı bedensel
[useful, convenient] 2.el becerisi olan, eli işe çalışma
yatkın, yetenekli [skilful, adept] 3.el altında, hard2 /hɑː(r)d/ adv 1.çok fazla, sıkı
hazır, yakın [nearby, near, accessible, onvenient] [strenuously] 2.çok, şiddetle [heavily]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
hardback 102
hardback /ˈhɑː(r)dˌbæk/ n [C] ciltli kitap hate1 /heɪt/ v [T] nefret etmek [detest, dislike]
[book] I’d hate sb or sth to do sth ...nin olmasını
hardly /ˈhɑː(r)dli/ adv 1.hemen hemen istemem
hiç [scarcely, barely] 2.ancak, yeni yeni hate to think düşünmek bile istemem
[only just] I hate to say It, but .../I hate to tell you
hardship /ˈhɑː(r)dʃɪp/ n [C,U] sıkıntı, this, but söylemek istemezdim ama/
güçlük, zorluk [difficulty] söylemekten utanıyorum ama
hardware /ˈhɑːd(r)ˌweə(r)/ n [U] 1.madeni I hate to ask/interrupt yapmak
eşya, hırdavat [household goods] 2.(bilgisayar) istemezdim ama
donanım [computer equipment] hate2 /heɪt/ n [U] nefret [abhorrence, hatred]
hardworking /hɑː(r)dˈwɜː(r)kɪŋ/ adj çalışkan have1 /hæv/ aux v pt, pp had, third person
[industrious, studious] singular has yardımcı fiil
have2 /hæv/ v [T] 1.sahip olmak [own, possess,
have got] 2.yapmak, geçirmek [do, enjoy,
hardworking experience] 3.yaptırmak, ettirmek [get]
4.(birşeyi) yapmak zorunda olmak [must]
have (got) to - meli, -malı, -mek zorunda
olmak
harm /hɑː(r)m/ n [U] zarar, ziyan, hasar, had better/best -meli, - malı, -se iyi olur
kayıp [hurt, injure] have sth done (bir şeyi birine) yaptırmak
have got flu/fever grip olmak /ateşi olmak
harmful /ˈhɑː(r)mf(ə)l/ adj zararlı [hurtful,
dangerous, damaging] have lunch/a shower/a drink öğle
harmless /ˈhɑː(r)mləs/ adj zararsız [safe, yemeği yemek/duş almak /içecek içmek
innocuous, nontoxic] hawk /hɔːk/ n [C] doğan, atmaca [bird of prey]
harmonica /hɑː(r)ˈmɒnɪkə/ n [C] mızıka hawker /ˈhɔːkə(r)/ n [C] işportacı [street
[mouth organ] vendor, pedlar]
harmony /ˈhɑː(r)məni/ n [C,U] 1.armoni,
hay /heɪ/ n [U] 1.kuru ot, saman [dry grass]
uyum [melodiousness, tunefulness] 2.uyum,
2.saman nezlesi [pollen allergy]
ahenk, uygunluk [agreement, peace] haystack /ˈheɪˌstæk/ n [C] kuru ot yığını,
harsh /hɑː(r)ʃ/ adj 1.duyulan yıpratıcı, sert otluk [pile of hay, dried grass]
[unkind, strict] 2.kaba, zalim, haşin hazard /ˈhæzə(r)d/ n [C] tehlike, riziko
[severe] 3.göz alıcı renk/ışık [glaring, bright] [danger, risk]
harvest /ˈhɑː(r)vɪst/ n [C,U] 1.hasat, ekin hazardous /ˈhæzə(r)dəs/ adj tehlikeli
toplama [yeild] 2.hasat zamanı [harvest time, [dangerous, risky]
reaping] 3.toplanan ekin, mahsul, ürün [crop] haze /heɪz/ n [U] ince sis, duman, pus
haste /heɪst/ n [U] written or formal acele,
telaş [rush, hurry] [mist, fog]
hat /hæt/ n [C] şapka hazelnut /ˈheɪz(ə)lˌnʌt/ n [C] fındık
he /hi:/ pron (erkek) o
hat
hatch /hætʃ/ v [I,T] 1.(civciv) yumurtadan he
çıkmak, yumurtasını kırmak 2.kuluçkaya
yatmak [incubate] 3.(plan, vb.) kurmak,
tasarlamak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
103 heartbreaking
head1 /hed/ n [C] 1.baş, kafa 2.lider, headmaster, headmistress /ˌhedˈmɑːstə(r)/
başkan, baş [leader, boss] 3.üst kısım, ön n [C] okul müdürü [head, headteacher,
taraf, baş [top, end] 4.akıl, beyin, kafa [mind] principal AmE]
a/per head kişi başı, adam başı
above/over sb’s head anlama headphones /ˈhedˌfəʊnz/ n pl (ikili) kulaklık
kapasitesinin üstünde, çok zor
go to sb’s head başını döndürmek, [earphones]
coşturmak, aklını başından almak headquarters /hedˈkwɔː(r)tə(r)z/ n [C]
keep one’s head sakin kalmak,
serinkanlılığını korumak merkez büro [head office, HQ]
lose one’s head sapıtmak, pusulayı headway /ˈhedˌweɪ/ n sng (güçlükler karşısında)
şaşırmak, kendini kaybetmek
make head or tail of anlamak ilerleme, gelişme, ilerleme kaydetme
off one’s head kaçık, üşütük
put ones’ heads together kafa kafaya [advance, progress]
vermek heal /hiːl/ v [I] 1.(yara, vb.) iyileşmek
head [recover, mend] 2.iyileştirmek [cure]
health /helθ/ n [U] sağlık [healthiness, wellbeing]
head2 /hed/ v [I,T] 1.(bir yere doğru) gitmek/ healthy /ˈhelθi/ adj 1.sağlıklı [well, fit, strong]
yol almak/yönelmek [move towards] H
2.önderlik etmek, başı çekmek, başı 2.sağlığa yararlı [nutritious]
olmak [lead, be in charge of] 3.başlık vermek hear /hɪə(r)/ v [I,T] pt, pp heard 1.işitmek,
[give a title] 4.(topa) kafa vurmak [hit a ball with
your head] duymak [listen to, catch] 2.haber almak,
headache /ˈhedeɪk/ n [C] 1.baş ağrısı duymak, öğrenmek [find out, learn]
[migraine, hangover] 2.dert, baş belâsı
[problem, nuisance] 3.(resmî olarak) dikkatle dinlemek [try]
headache hear from mektup, vb. haber almak
heading /ˈhedɪŋ/ n [C] (yazılarda) başlık [title] hear of (adını) duymak, bilmek, hakkında
headlight /ˈhedˌlaɪt/ n [C] far [headlamp]
headline /ˈhedˌlaɪn/ n [C] 1.başlık, manşet bilgisi olmak
[newspaper title] 2. özet haber [news summary] hear sb out (birisini konuşması bitene kadar)
dinlemek
hearing /ˈhɪərɪŋ/ n [U] 1.işitme duyusu,
işitme [ability to hear] 2.duruşma, oturum
[trial, review, inquest]
fair hearing (eşit) söz hakkı vermek
heart /hɑː(r)t/ n [C] 1.kalp, yürek [ticker]
2.kalp, gönül, yürek [essence, spirit, soul]
3.merkez [centre]
break sb’s heart kalbini kırmak
set one’s heart on -e gönlünü vermek,
çok istemek
have a heart of gold altın kalpli olmak
from the bottom of one’s heart içinden
gelerek, içtenlikle
to one’s heart’s content gönlünce,
dilediğince
be close near to sb’s heart önemli olmak
take sth to heart üzülmek, içerlemek
heartbreaking /hɑː(r)tˌbreɪkɪŋ/ adj kalp
kırıcı, çok üzücü, acı [terribly sad]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
heartburn 104
heartburn /ˈhɑː(r)tˌbɜː(r)n/ n [U] mide helmet /ˈhelmɪt/ n [C] miğfer, kask [crash
ekşimesi [indegestion] helmet]
heat1 /hiːt/ n [C,U] 1.sıcaklık, ısı [warmth]
2.öfke, kızgınlık [in anger/excitement]
3.sıcak [hot weather] helmet
heat2 /hiːt/ v [I,T] heat up ısıtmak, ısınmak
[warm up, make hot]
heater /ˈhiːtə(r)/ n [C] ısıtıcı, soba [stove,
radiator, fan] help1 /help/ v [I,T] 1.yardım etmek [aid, assist]
heating /ˈhiːtɪŋ/ n [C] ısıtma sistemi, ısıtma
2.kolaylaştırmak [facilitate, ease] 3.işe
[central heating]
heaven /ˈhev(ə)n/ n sng 1.cennet [paradise] yaramak, faydası olmak [work] 4.elinde
2.spoken Allah aşkına [for goodness sake]
olmamak, -dan, -den edememek [refrain
3.spoken Allah korusun [I hope not]
heavily /ˈhevɪli/ adv 1.çok, fazlasıyla from, avoid]
help2 /help/ n [U] 1.yardım; yardımcı
[considerably] 2.güçlükle, zorlukla, ağır
şekilde [with difficulty, slowly, tiredly, sadly] [assistance, advice, aid]
heavy /ˈhevi/ adj 1.ağır [weighty, bulky] helper /ˈhelpə(r)/ n [C] yardımcı, muavin
2.şiddetli, kuvvetli [considerable, abundant]
3.zor [serious, difficult] [assistant]
a heavy day/programme yoğun bir helpful /ˈhelpf(ə)l/ adj 1.faydalı, kullanışlı,
gün/program
heavy weight /ˈheviweit/ n [C] ağır sıklet işe yarar [useful] 2.yardımcı, yardımsever
Hebrew1 /ˈhiːbruː/ n [C,U] ibrani, İbranice
Hebrew2 /ˈhiːbruː/ adj Yahudi [Jew] [accommodating]
hectare /ˈhekteə(r)/ abbr hektar [hectare] hem /hem/ n [C] (giysi) kenar, baskı [edge,
hedgehog /ˈhedʒˌhɒɡ/ n [C] kirpi
order]
hemisphere /ˈhemɪˌsfɪə(r)/ n [C] yarıküre,
lob
hen /hen/ n [C] tavuk [female chicken/bird]
hepatitis /ˌhepəˈtaɪtɪs/ n [U] hepatit,
hedgehog karaciğer iltihabı
her /hɜː(r)/ pron (dişil) onu, ona, ondan
herb /hɜː(r)b/ n [C] (nane, vb.) ot, bitki
herbal /ˈhɜː(r)b(ə)l/ adj otlarla ilgili, bitkisel
herbalist /ˈhɜː(r)bəlɪst/ n [C] şifalı otlar
heel /hiːl/ n [C] ökçe, topuk satan kimse
height /haɪt/ n [C,U] 1.yükseklik 2.doruk, here /hɪə(r)/ adv 1.buraya, burada [in this
tepe [peak, top] place] 2.orda burada [hereabouts] 3. işte,
held bkz hold
helicopter /ˈhelɪˌkɒptə(r)/ n [C] helikopter buyurun
heliport /ˈheliˌpɔː(r)t/ n [C] helikopter heredity /həˈredəti/ n [U] kalıtım,
soyaçekim, irsiyet [genetics, inheritance]
heritage /ˈherɪtɪdʒ/ n [U] kalıt, miras
sahası [helipad] [inheritance, tradition]
hell1 /hel/ n sng cehennem [Hades, underworld] hero /ˈhɪərəʊ/ n [C,U] kahraman [idol,
hell2 /hel/ interj not polite Kahrolasıca!
champion]
Kahretsin! [Damn!] heroic /hɪˈrəʊɪk/ adj kahramanca, cesur
hello /həˈləʊ/ interj merhaba [hi]
[brave, courageous]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
105 hit
heroine /ˈherəʊɪn/ n [C] kahraman (kadın) highly /ˈhaɪli/ adv 1.son derece, aşırı, çok
[idol, champion] [extremely, exceptionally] 2.çok iyi, çok olumlu
heroism /ˈherəʊˌɪz(ə)m/ n [U] kahramanlık [with admiration]
high-speed /ˈhaɪspiːd/ adj hızlı
[bravery, gallantry, valour] highway /ˈhaıweı/ n [C] karayolu [main road]
hers /hɜː(r)z/ pron (dişil) onunki, onun hijack /ˈhaɪdʒæk/ v [T] (uçak, gemi, vb.)
herself /hə(r)ˈself/ pron (dişil) kendisi, kendi,
kaçırmak [seize, skyjack]
bizzat hike1 /haɪk/ n [C] (kırda) uzun yürüyüş
hesitant /ˈhezɪtənt/ adj tereddütlü, kararsız
[ramble, walk]
[uncertain, irresolute] hike2 /haɪk/ v [I,T] 1.uzun yürüyüşe çıkmak
hesitate /ˈhezɪteɪt/ v [I] tereddüt etmek,
2.aniden hızla yükseltmek [ease] 3.(yukarı)
çekinmek [waver, falter]
hey /heɪ/ exc hey! çekmek [pull up] H
hi /haı/ exc bkz hello selam!, merhaba! hill /hɪl/ n [C] tepe [hilltop, rise]
hiccup1 /ˈhɪkʌp/ n [C] hıçkırık [hiccough] hillside /ˈhɪlˌsaɪd/ n [C] yamaç
hiccup2 /ˈhɪkʌp/ v [I] hıçkırmak, hıçkırık hilltop /ˈhɪlˌtɒp/ n [C] doruk
him /hɪm/ pron (eril, erkek) onu, ona
tutmak [hiccough] himself /hɪmˈself/ pron (eril, erkek) kendisi
Hindu /ˌhɪnˈduː/ n [C] Hinduizm dininden
hiccup olan kimse, Hindu
Hinduism /ˈhɪnduˌɪz(ə)m/ n [U] Hinduizm
hip /hɪp/ n [C] kalça
hip hop /hɪphɒp/ n [U] hiphop
hippopotamus /ˌhɪpəˈpɒtəməs/ n [C]
hid, hidden bkz hide suaygırı
hidden /ˈhɪd(ə)n/ adj saklı, gizli [concealed] hire1 /ˈhaɪə(r)/ v [T]1.kiralamak, tutmak
hide /haɪd/ v [T] pt hid, pp hidden or hid
[rent, charter] 2.(adam) tutmak, iş vermek
saklamak, saklanmak, gizlemek [conceal, [employ, take on]
hire2 /ˈhaɪə(r)/ n [U] kira, kiralama [rental]
conceal oneself] hire purchase taksit planı, taksit
hide-and-seek /haɪdændsiːk/ n [U] his1 /hɪz/ possessive onun, onunki
his2 /hɪz/ adj onun, kendi
saklambaç Hispanic /hɪˈspænɪk/ adj İspanya’ya ait,
hide-and-seek İspanyol ırkından [Spanish American]
historian /hɪˈstɔːriən/ n [C] tarihçi
[antiquarian, archivist]
historic /hɪˈstɒrɪk/ adj 1.(olay, yer) tarihi,
tarihsel [notable, outstanding] 2.önemli,
tarihi [significant]
historical /hɪˈstɒrɪk(ə)l/ adj tarihsel,
hierarchy /ˈhaɪəˌrɑː(r)ki/ n [C,U] hiyerarşi tarihi, tarihle ilgili [ancient, authentic]
[social order, class system] history /ˈhɪst(ə)ri/ n [C,U] 1.tarih [the past,
high /haɪ/ adj 1.yüksek [tall] 2.yüce, ulu, antiquity] 2.geçmiş [record, account]
önemli [elevated, important] 3.(ses) tiz [shrill] hit1 /hɪt/ v [T] pt, pp hit 1.vurmak, çarpmak
4.(zaman) tam [about]
[strike] 2.varmak, ulaşmak [reach, attain]
highlight1 /ˈhaɪˌlaɪt/ v [T] vurgulamak, altını 3.karşılaşmak [experience, run into, met]
çizmek [emphasize, underline]
highlight2 /ˈhaɪˌlaɪt/ n [C] 1.en önemli hit it off (with) (ile) iyi geçinmek, iyi
ilişkiler içinde olmak
bölüm [climax] 2.renkli şerit hit the roof celling tepesi atmak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
hit 106
hit2 /hɪt/ n [C] 1.tokat, yumruk, vuruş, be/feel at home kendini evindeymiş gibi
vurma, darbe [blow, stroke] 2.(şarkı, vb.) hissetmek, rahat olmak
sevilen tutulan şey, başarı [popular success] the home of sth (bir şeyin) anavatanı
hitchhike /ˈhɪtʃˌhaɪk/ v [I] otostop çekmek home2 /həʊm/ adv 1.evde 2.eve
home3 /həʊm/ adj 1.eve ilişkin, yuvayla
[thumb a lift, hitch]
ilgili, eve özgü, kökene ilişkin [domestic]
hitchhike 2. evde yapılmış, evde hazırlanmış
[homemade] 3.(maç) kendi sahasında
homeland /ˈhəʊmˌlænd/ n [C] anavatan,
yurt, memleket [native land, country of origin]
home-made /həʊm meɪd/ adj ev yapımı
[handmade]
hobby /ˈhɒbi/ n [C] hobi, düşkü, özel zevk homesick /ˈhəʊmˌsɪk/ adj sıla hasreti çeken
homework /ˈhəʊmˌwɜː(r)k/ n [U] ev ödevi
[pastime, interest]
hocuspocus /ˌhəʊkəs ˈpəʊkəs/ n [U] hokus [home study, assignment]
honest /ˈɒnɪst/ adj dürüst, namuslu,
pokus, aldatmaca, hile [nonsense,
güvenilir [trustworthy]
mumbojumbo]
hold1 /həʊld/ v [T] pt, pp held 1.tutmak, honestly /ˈɒnɪs(t)li/ adv dürüstçe [truthfully]
honesty /ˈɒnɪsti/ n [U] dürüstlük, namus
taşımak [grip, carry] 2.içine almak, almak
[contain] 3.sahip olmak, elinde tutmak [truthfulness]
[have] 4.belli bir durumda tutmak, belli bir honey /ˈhʌni/ n [U] 1.bal 2.spoken tatlım,
pozisyonda tutmak [keep, retain] 5.yapmak,
düzenlemek [organize] canım, sevgilim, şekerim [darling, sweetheart]
honeycomb /ˈhʌniˌkəʊm/ n [C] petek, bal
Hold it! Öyle kal! Bekle!
have a hold over elinde kozu olmak, peteği
hakimiyeti olmak, söz sahibi olmak honeymoon /ˈhʌniˌmuːn/ n [C] balayı
hold2 /həʊld/ n [C] 1.tutma, tutuş [grasp, grip] honk /hɒŋk/ n [C] korna sesi [barp, beep]
honorary /ˈɒnərəri/ adj 1.(unvan rütbe, vb.)
2.(uçağın/geminin) kargo bölümü [storage area şeref payesi olarak verilmiş, fahri
2.(makam, görev, vb) onursal, fahri [unpaid]
in a ship-plane] honour, honor AmE /ˈɒnə(r)/ n [U] 1.formal
holder /ˈhəʊldə(r)/ n [C] 1.sap, kulp, tutacak
onur, şeref [recognition, homage, tribute]
[stand, container] 2.sahip [owner, bearer]
hole /həʊl/ n [C] delik, oyuk, çukur [cavity, 2.saygı, saygıdeğerlik, itibar [glory, esteem]
hollow] on one’s honour şerefi üzerine
honourable, honorable AmE /ˈɒn(ə)rəb(ə)l/
pick a hole in sth kusur bulmak, ince adj namuslu, onurlu, saygıdeğer, saygın
eleyip sık dokumak
holiday /ˈhɒlɪdeɪ/ n sng tatil [vacation] [respected, creditable]
holidaymaker /ˈhɒlɪdeɪˌmeɪkə(r)/ n [C] tatil hook /hʊk/ n [C] 1.çengel, kanca [peg]
2.olta iğnesi [fishhook] 3.kopça [clasp,
yapan kimse, tatile çıkmış kimse, tatilci
[tourist] fastener]
holy /ˈhəʊli/ adj kutsal [sacred, blessed] be/get off the hook sıkıntıyı belâyı
holy book kutsal kitap atlatmak
home1 /həʊm/ n [C,U] 1.ev, yuva, aile ocağı hooray /hʊˈreɪ/ bkz hurray
Hoover /ˈhuːvə(r)/ n [C] elektrikli süpürge
[dwelling, residence, house] 2.yurt, vatan
[birthplace, roots, homeland] [vacuum cleaner]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
107 hotel
hop1 /hɒp/ v [I] 1.tek bacak üstünde horse /hɔː(r)s/ n [C,U] at, beygir
zıplamak, sekmek [jump on one leg, limp] horse race at yarışı
2.sıçramak, hoplamak [spring, leap] dark horse yetenekleri bilinmeyen kimse,
be hopping mad çok sinirlenmek, sürpriz kişi
kudurmak, deliye dönmek Don’t look a gift horse in the mouth
hop2 /hɒp/ n [C] 1.sıçrama, zıplama, sekme Hediye atın dişine bakılmaz.
[jump] 2.kısa uçak yolculuğu [journey] put the cart before the horse yemeğe
hope1 /houp/ v [I,T] umut etmek, ummak tatlıdan başlamak
[want, wish]
hope for the best hakkımızda iyi/hayırlısı
olması ümidiyle
hope so/not inşaalah [hopefully] horse
hope2 /houp/ n [U] umut, ümit [hopefulness,
anticipation, confidence]
have high hopes çok ümitli olmak
have not got a hope in hell hiç şansı yok H
cling to the hope that ümidini beslemek horseback /ˈhɔː(r)sˌbæk/ adv at sırtında
raise sb’s hopes ümitlendirmek [horse riding]
shatter/dash sb’s hopes ümidini yitirmek hose /həʊz/ n [C,U] su hortumu, hortum
hopeful /ˈhəʊpf(ə)l/ adj 1.umut verici,
[hosepipe]
umutlandırıcı [promising] 2.umutlu [optimistic] hospitable /hɒˈspɪtəb(ə)l/ adj konuksever,
hopefully /ˈhəʊpf(ə)li/ adv 1.umut verici bir misafirperver [accommodating, welcoming,
biçimde [with luck, if all goes well] 2.umarım, friendly, kind]
inşallah [probably] hospital /ˈhɒspɪt(ə)l/ n [C,U] hastane
hopeless /ˈhəʊpləs/ adj 1.umutsuz, ümitsiz [infirmary]
[desperate] 2.yararsız, boşuna, işe hospitality /ˌhɒspɪˈtæləti/ n [U]
yaramaz [useless] 3.yeteneksiz, beceriksiz, konukseverlik [friendliness, generosity]
host1 /həʊst/ n [C] 1.ev sahibi, mihmandar,
kötü [bad, unskilled, useless]
hopscotch /ˈhɒpˌskɒtʃ/ n [U] seksek
konukçu [hostess] 2.takdimci, sunucu
[presenter, anchor]
hopscotch a host of sth çok sayıda konuk
host2 /həʊst/ v [T] ev sahipliği yapmak,
konuk ağırlamak [hold, present]
hostel /ˈhɒst(ə)l/ n [C] 1.yurt, öğrenci
yurdu [house, student accommodation]
horizon /həˈraɪz(ə)n/ n sng ufuk, çevren 2.düşkünler yurdu [temporary accommodation]
[skyline] hostess /ˈhəʊstɪs/ n [C] 1.ev sahibesi [host]
hormone /ˈhɔː(r)məʊn/ n [C] hormon 2.hostes [flight attendant, stewardess]
horn /hɔː(r)n/ n [C,U] 1.boynuz 2.korna, hostile /ˈhɒstaɪl/ adj düşmanca, düşman
[unfriendly]
hot /hɒt/ adj 1.sıcak [scorching] 2.biberli,
klakson [hooter] 3.boru [French horn] acı [spicy] 3.(haber) sıcak, taze [important,
horoscope /ˈhɒrəˌskəʊp/ n [C] yıldız falı, exciting, popular] 4.boş laf, anlamsız
burç [star sign] konuşma, hava cıva [nonsense]
horrible /ˈhɒrəb(ə)l/ adj 1.korkunç [terrifying] hot dog sıcak sosisli sandviç
2.berbat, rezil, iğrenç, kötü [unpleasant, awful] (in) the hot seat zor durum
horror /ˈhɒrə(r)/ n [U] korku, dehşet [fear] hotel /həʊˈtel/ n [C] otel [guest house, boarding
horror film korku filmi house]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
hour 108
hour /ˈaʊə(r)/ n [C] saat [60 minutes] hum /hʌm/ v [I,T] 1.vızıldamak [buzz]
the early hours gece yarısından sonraki 2.(şarkı) mırıldanmak [sing]
human1 /ˈhjuːmən/ adj insana ait, insancıl,
üç dört saat, sabahın ilk ışıkları
visiting hours ziyaret saatleri insanca, insan gibi [mortal]
human2 /ˈhjuːmən/ n [C] insan, birey [person]
working hours çalışma saatleri
at all hours gece gündüz, sürekli her saat humanity /hjuːˈmænəti/ n [U] insanlık
[human race]
at the eleventh hour son anda
hourly /ˈaʊə(r)li/ adj (olaylar, vb.) her saat ya humble /ˈhʌmb(ə)l/ adj 1.alçakgönüllü,
mütevazı, gösterişsiz [modest] 2.önemsiz,
da saatte bir [every hour, for one hour]
house /haʊs/ n [C] 1.ev [home] 2.ev halkı, sıradan [simple, ordinary] 3.fakir [poor]
aile [family] 3.meclis, kamara [parliament] 4.(rütbe, vb.) düşük, alt [low]
bring the house down herkesi gülmekten eat humble pie utanıp özür dilemek
kırıp geçirmek humid /ˈhjuːmɪd/ adj (hava) nemli, yaş
get on like a house on fire hemen [damp, muggy, sultry, heavy]
arkadaş olmak humidity /hjuːˈmɪdəti/ n [U] nemlilik
household /ˈhaʊsˌhəʊld/ n [C] ev halkı, [mugginess, sultriness damp]
aile [family] humorous /ˈhjuːmərəs/ adj komik, gülünç,
housekeeper /ˈhaʊsˌkiːpə(r)/ n [C] evi güldürücü [funny, amusing]
yöneten kimse, kahya [domestic, maid] humour, humor AmE /ˈhjuːmə(r)/ n [U]
housewife /ˈhaʊsˌwaɪf/ n [C] ev kadını 1.gülünçlük, komiklik [comedy, funny side,
[homemaker] absurdity] 2. mizaç, huy [temper, mood]
sense of humour mizah/espri anlayışı
hump /hʌmp/ n [C] 1.kambur [hunch]
housewife 2.hörgüç [lump] 3.tümsek [bump]
hundred /ˈhʌndrəd/ num pl 1.yüz [100]
hundreds çok miktarda, yüzlerce
hung bkz hang
hunger /ˈhʌŋɡə(r)/ n [U] 1.açlık [famine,
housework /ˈhaʊsˌwɜː(r)k/ n [U] ev işi starvation] 2.istek, arzu [appetite, desire]
[domestic work] hunger strike /ˈhʌŋɡə(r)straɪk/ n [C] açlık
housing /ˈhaʊzɪŋ/ n [U] barınak, barınacak grevi
yer, iskân [accommodation] hungry /ˈhʌŋɡri/ adj 1.aç [peckish, ravenous]
hove bkz heave 2.acıktırıcı
hovercraft /ˈhɒvə(r)ˌkrɑːft/ n [C] hoverkraft go hungry aç kalmak
how /haʊ/ adv 1.nasıl 2.ne kadar, nasıl da
How come nasıl olur, neden, nasıl olur da hungry
How do you do? Nasılsınız?
How long ne kadar zamandır
How many kaç tane, kaç
How much ne kadar, kaç para hunt /hʌnt/ v [I,T] 1.avlamak [chase, pursue]
however /haʊˈevə(r)/ adv 1.bununla birlikte, 2.araştırmak, aramak [look for, seek]
her ne kadar [regardless] 2.ama yine de
[nevertheless]
hug /hʌɡ/ v [T] 1.sevgiyle sarılmak, sıkıca
kucaklamak, bağrına basmak [embrace] hunt
2.yakınından geçmek [keep close to grip]
huge /hjuːdʒ/ adj iri, çok büyük, kocaman,
büyük [large, enormous]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
109 hypothetical
hunter /ˈhʌntə(r)/ n [C] avcı [huntsman] hyphen /ˈhaɪf(ə)n/ n [C] kısa çizgi, tire [-]
hyphenate /ˈhaɪfəneɪt/ v [T] tire çekmek,
hunter tireyle yazmak
hypnosis /hɪpˈnəʊsɪs/ n [U] hipnoz
hypnotic /hɪpˈnɒtɪk/ adj hipnotize edici,
hipnoz etkisiyle olan [mesmeric, mesmerizing]
hypnotise, hypnotize AmE /ˈhɪpnətaɪz/ v
[T] hipnotize etmek [mesmerise]
hypothesis /haɪˈpɒθəsɪs/ n [C] hipotez,
hurrah /hʊˈrɑː/ interj yaşasın [hooray, hurray] varsayım [theory]
hurray /hʊˈreɪ/ interj yaşa!, hurra! [hooray, hypothetical /ˌhaɪpəˈθetɪk(ə)l/ adj
hurrah] varsayımsal [theoretical, academic]
hurricane /ˈhʌrɪkeɪn/ n [C] kasırga [storm, gale]
hurry1 /ˈhʌri/ v [I,T] 1.acele etmek [be quick,
rush] 2.acele ettirmek [push] H
hurry2 /ˈhʌri/ n [U] telaş [rush]
hurt1 /hɜː(r)t/ v [I,T] pt, pp hurt acımak,
acıtmak, incitmek, canı yanmak
hurt2 /hɜː(r)t/ adj 1.sakatlanmış [injured]
2.üzgün [upset]
husband /ˈhʌzbənd/ n [C] koca, eş [partner,
spouse]
hut /hʌt/ n [C] kulübe [shed, cabin]
hut
hyacinth /ˈhaɪəsɪnθ/ n [C] sümbül
hybrid /ˈhaɪbrɪd/ n [C] melez, iki şeyin
karışımıyla üretilen [crossbreed]
hydroelectric /ˌhaɪdrəʊˈɪlektrɪk/ adj
hidroelektrik
hydroelectric power station hidroelektrik
güç istasyonu
hydrogen /ˈhaɪdrədʒən/ n [U] hidrojen
hygiene /ˈhaɪdʒiːn/ n [U] temizlik
[cleanliness, sanitation]
hygienic /haɪˈdʒiːnɪk/ adj sağlıklı, hijyenik
[clean, sanitary]
hyper- /ˈhaɪpə(r)/ prefix çok fazla [more]
hyper-ambitious çok fazla hırslı
hypermarket /ˈhaɪpə(r)ˌmɑː(r)kɪt/ n [C]
içinde her türlü eşya satılan büyük
alışveriş merkezi [supermarket]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
I 110
Ii idea /aɪˈdɪə/ n [C] 1.düşünce, fikir [thought,
concept] 2. inanç, kanaat [belief, conviction]
3.tasarı, plan [plan, aim]
ideal /aɪˈdɪəl/ adj 1.ideal, mükemmel,
kusursuz [perfect] 2.örnek, model [model]
idealist /aɪˈdɪəlɪst/ n [C] idealist, hayalci
[dreamer]
ideally /aɪˈdɪəli/ adv normalde, teorikte,
I, i /aı/ İngiliz alfabesinin 9. harfi ideal olarak [perfectly, theoretically]
I /aı/ pron ben identical /aɪˈdentɪk(ə)l/ adj ... ile benzer,
ice /aɪs/ n [U] buz [frozen water]
hemen hemen aynı [alike, duplicate]
ice cube küp buz, buz parçası identification /aɪˌdentɪfɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [U]
1.tanıma, kimlik saptaması, teşhis
[recognition, detection] 2.kimlik, hüviyet [ID]
identify /aɪˈdentɪfaɪ/ v [T] 1.tanımak,
ice cube kimliğini saptamak, teşhis etmek
[recognize, place, distinguish]
identify with (birisinin) ... ile bir ilişkisi/
bağı olduğunu düşünmek, -e bağlamak
iceberg /ˈaɪsˌbɜː(r)ɡ/ n [C] buzdağı identity /aɪˈdentɪti/ n [C,U] 1.kimlik [name,
icebreaker /ˈaɪsˌbreɪkə(r)/ n [C] buz kıracağı
ice-cap /aɪs kæp/ n [C] özellikle kutup character] 2.benlik, kişilik, özgünlük
bölgelerindeki kalıcı buz tabakası [individuality]
ideology /ˌaɪdiˈɒlədʒi/ n [C,U] ideoloji
ice cream /ˈaɪsˌkri:m/ n [U] dondurma [belief, idea]
idiom /ˈɪdiəm/ n [C] deyim [phrase, expression]
idiomatic /ˌɪdiəˈmætɪk/ adj 1.deyimsel
ice cream 2.deyimlerle dolu
idiot /ˈɪdiət/ n [C] aptal, ahmak [fool, twit]
i.e. /ˌaı ˈi:/ abbr örneğin, yani [that is, for
example]
if /ɪf/ conj 1. eğer, ise, -e rağmen, -sa bile
iced /aɪst/ adj buzlu [on the condition that] 2. acaba, -mı, olup
iced tea buzlu çay olmadığı [whether]
if I were you senin yerinde olsam
ice hockey /ˈaɪsˌˈhɒki/ n [U] buz hokeyi
[hockey] if only keşke, bir...
ice skate /ˈaɪsˌskeɪt/ n [C] buz pateni as if sanki, -mış gibi
icing /ˈaɪsɪŋ/ n [U] şekerli krema igloo /ˈɪɡluː/ n [C] Eskimo evi
icon /ˈaɪkɒn/ n [C] sembol, idol [idol] ignorance /ˈɪɡnərəns/ n [U] bilgisizlik,
icy /ˈaɪsi/ adj 1.buz gibi soğuk [cold, biting] cahillik, cehalet [unawareness, illiteracy,
2.kaygan [slippery, glassy] 3.soğuk, inexperience]
mesafeli [unfriendly] ignore /ɪɡˈnɔː(r)/ v [T] aldırmamak, önem
I’d /aid/ short form of I would isterdim
I’d /aid/ short form of I had vermemek, bilmezlikten gelmek,
ID /ˌaɪˈdi:/ n [C,U] kimlik [identity card]
görmezlikten gelmek [neglect, disregard]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
111 impressive
iguana /ɪˈɡwɑːnə/ n [C] büyük bir kertenkele immigration /ˌɪmɪˈɡreɪʃ(ə)n/ n [U] göç [moving]
immortal /ɪˈmɔː(r)t(ə)l/ adj ölümsüz [eternal,
türü, iguana [lizard]
I’ll /aıl/ short form of I will -eceğim everlasting]
ill /ɪl/ adj hasta immune /ɪˈmjuːn/ adj 1.bağışık, muaf
[resistant] 2.dokunulmaz [exempt, clear]
impact /ˈɪmpækt/ n [C] 1.çarpma, çarpışma,
ill çarpma şiddeti [collision, blow, bump] 2.güçlü
etki, etkileme [effect, influence]
impatient /ɪmˈpeɪʃ(ə)nt/ adj sabırsız [eager]
imperative /ɪmˈperətɪv/ adj zorunlu, gerekli,
illegal /ɪˈliːɡ(ə)l/ adj yasa dışı, yolsuz şart [essential]
[unlawful, criminal] imply /ɪmˈplaɪ/ v [T] 1.demek olmak,
illness /ˈɪlnəs/ n [C,U] hastalık [disease,
anlamına gelmek [mean] 2.dolayısıyla
sickness]
illustrate /ˈɪləstreɪt/ v [T] 1.(kitap, sözlük, vb.) anlatmak, sezindirmek, ima etmek
[suggest, indicate] 3.içermek, kapsamak
resimlemek, resimler koymak [decorate,
[denote, entail]
illuminate] 2.örneklerle açıklamak göstermek
[exemplify, demonstrate] impolite /ˌɪmpəˈlaɪt/ adj kaba, terbiyesiz I
illustration /ˌɪləˈstreɪʃ(ə)n/ n [C,U]
kitaplardaki ve dergilerdeki resimler [badmannered, rude]
import1 /ˈɪmpɔː(r)t/ n [C] ithal, ithalat
[picture, figure, sketch] import2 /ˈɪmpɔː(r)t/ v [T] ithal etmek,
I’m /aim/ short form of I am ben getirtmek [bring in, introduce]
image /ˈɪmɪdʒ/ n [C] 1.görüntü [likeness, importance /ɪmˈpɔː(r)t(ə)ns/ n [U] önem
lection] 2.benzer, aynı [replica, counterpart] [significance]
3.düşünce, kavram [concept, idea] important /ɪmˈpɔː(r)t(ə)nt/ adj önemli
imaginary /ɪˈmædʒɪnəri/ adj düşsel, hayali,
gerçek olmayan [fictional, fictitious] [significant]
imagination /ɪˌmædʒɪˈneɪʃ(ə)n/ n [C,U] impose /ɪmˈpəʊz/ v [T] 1.(vergi) koymak,
1.imgelem, düş gücü, hayal gücü [vision,
inventiveness] 2.üretkenlik [creativity] 3.düş, yüklemek [enforce] 2.zorla kabul ettirmek
hayal ürünü, kuruntu [illusion]
imagine /ɪˈmædʒɪn/ v [T] 1.imgelemek, [force, inflict]
hayal etmek [dream, fancy] 2.sanmak, impossible /ɪmˈpɒsəb(ə)l/ adj 1.imkânsız,
düşünmek [conceive]
imbalance /ɪmˈbæləns/ n [C,U] dengesizlik, olanaksız [unattainable, impractical]
2.çekilmez, güç, dayanılmaz [absurd,
ludicrous]
impress /ɪmˈpres/ v [T] 1.hayran bırakmak,
oransızlık [instability] etkilemek [amaze, inspire] 2.basmak
imitate /ˈɪmɪteɪt/ v [T] 1.taklit etmek, örnek
[imprint] 3.(önemini) vurgulamak [emphasize,
almak [mimic, copy] 2.benzetmek, ürün
kopyalamak [copy] stress]
immature /ˌɪməˈtjʊə(r)/ adj olgunlaşmamış, impression /ɪmˈpreʃ(ə)n/ n [C] 1.etki,
çocukça [childish, inexperienced]
immediate /ɪˈmiːdiət/ adj 1.acele, acilen, izlenim, kanı, fikir [feeling, image, sensation]
çabuk [instantaneous] 2.doğrudan [direct]
immediately /ɪˈmiːdiətli/ adv derhal [now, 2.etki, izlenim, kanı, fikir [effect, impact]
at once]
immigrate /ˈɪmɪˌɡreɪt/ v [T] göçmek [move, 3.baskı [imprint] 4.taklit [impersonation]
under the impression zannetmek, öyle
olduğunu düşünmek
impressive /ɪmˈpresɪv/ adj etkileyici [grand,
migrate] awesome]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
imprison 112
imprison /ɪmˈprɪz(ə)n/ v [T] hapsetmek incoming /ˈɪnˌkʌmɪŋ/ adj gelmekte olan,
[confine] gelen [approaching, arriving]
improbable /ɪmˈprɒbəb(ə)l/ adj olmayacak, incomparable /ɪnˈkɒmp(ə)rəb(ə)l/ adj
şüpheli [doubtful, dubious] 1.eşsiz, benzersiz [supreme] 2.kıyaslanamaz,
improve /ɪmˈpruːv/ v [T] 1.geliştirmek,
karşılaştırılamaz [unrivalled]
ilerletmek, arttırmak [advance, enhance] incorrect /ˌɪnkəˈrekt/ adj yanlış [false, wrong]
increase1 /ɪnˈkriːs/ v [I,T] 1.artmak,
2.gelişmek, iyiye gitmek [get better]
improvement /ɪmˈpruːvmənt/ n [C,U] çoğalmak, yükselmek [grow, rise]
ilerleme, gelişme [enhancement, increase] 2.artırmak, çoğaltmak [extend, widen]
in1 /ɪn/ adv 1.informal moda [in fashion] increase2 /ɪnˈkriːs/ n [C,U] artış, büyüme,
2.içinde
in2 /ɪn/ adj 1.(yiyecek) elde edilebilecek zam [grow, rise]
increasingly /ɪnˈkriːsɪŋli/ adv gittikçe
mevsimde, mevsimi gelmiş, olmuş
[obtainable] 2.içeride, moda, evde, yerinde, artarak [more and more]
iç, gelmiş olan, tutulan, iktidarda olan incredible /ɪnˈkredəb(ə)l/ adj 1.inanılmaz,
in3 /ɪn/ prep de, da, içinde, içine, halinde,
akıl almaz [unbelievable] 2.harika, müthiş,
olarak, içeriye, içeri şaşırtıcı [amazing, astonishing, surprising]
in4 /ɪn/ n the ins and outs of içi dışı [every incredibly /ɪnˈkredəbli/ adv informal aşırı
detail]
inability /ˌɪnəˈbɪləti/ n [U] yeteneksizlik, derecede, oldukça [extremely]
indeed /ɪnˈdiːd/ adv gerçekten, cidden,
yetersizlik, bir eylemi yapamama
[incapability, disability] hakikaten [really, actually]
inaccurate /ɪnˈækjʊrət/ adj yanlış, hatalı independence /ˌɪndɪˈpendəns/ n [U]
[incorrect, defective, wrong]
inactive /ɪnˈæktɪv/ adj hareketsiz [motionless, özgürlük, özerklik [autonomy, freedom]
independent /ˌɪndɪˈpendənt/ adj bağımsız
static] [free, liberated, autonomous]
inappropriate /ˌɪnəˈprəʊpriət/ adj uygunsuz, indestructible /ˌɪndɪˈstrʌktəb(ə)l/ adj zarar
görmez, yok edilemez [durable, unbreakable]
yakışıksız [unsuitable, imprope]
inborn /ˌɪnˈbɔː(r)n/ adj doğuştan [natural, index /ˈɪndeks/ n [C] 1.dizin, fihrist, indeks
innate] [key, guide] 2.gösterge [sign, indicator]
inch /ɪntʃ/ n [C] 2.54 santimlik uzunluk Indian /ˈɪndiən/ n [C] 1.Hintli 2.Kızılderili,
ölçüsü, inç Amerikan yerlisi [Native Americans]
incidence /ˈɪnsɪd(ə)ns/ n sng formal (suç, indicate /ˈɪndɪkeɪt/ v [I,T] 1.göstermek
kaza, vb.) olma oranı, vaka [frequency, extent] [show, display] 2.belirtisi olmak, göstergesi
incident /ˈɪnsɪd(ə)nt/ n [C] olay, hadise olmak, belirtmek [illustrate, signify, mark]
[event, currence] 3.işaret etmek, sinyal vermek [show,
incidental /ˌɪnsɪˈdent(ə)l/ adj 1.tesadüfi [by announce]
chance, accidental] 2.küçük ve önemsiz indication /ˌɪndɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C,U] belirti, iz,
[secondary, unimportant] işaret [sign, clue]
include /ɪnˈkluːd/ v [T] katmak, dâhil etmek, indict /ɪnˈdaɪt/ v [T] law (bir şey ile) suçlamak
içine almak, kapsamak, içermek [contain,
[charge]
comprise]
income /ˈɪnkʌm/ n [C,U] gelir, kazanç indifferent /ɪnˈdɪfrənt/ adj 1.ilgisiz,
[earnings] aldırışsız, kayıtsız [uninterested, unconcerned]
income tax gelir vergisi 2.şöyle böyle, orta, vasat [mediocre, average]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
113 ingredient
indigestion /ˌɪndɪˈdʒestʃ(ə)n/ n [U] sindirim infectious /ɪnˈfekʃəs/ adj bulaşıcı [catching,
güçlüğü, hazımsızlık [dyspepsia] contagious]
infer /ɪnˈfɜː(r)/ v [T] sonucunu çıkarmak,
indigestion anlamak [deduce, conclude]
inferior /ɪnˈfɪəriə(r)/ adj aşağı derecede,
aşağıda, ikinci derecede, alt, ast [lower,
lesser, junior]
infertile /ɪnˈfɜː(r)taɪl/ adj 1.kısır [childless,
indirect /ˌɪndaɪˈrekt/ adj 1.direkt/doğrudan barren] 2.verimsiz, çorak [unfruitful, arid]
olmayan, dolaylı, dolambaçlı [roundabout] infest /ɪnˈfest/ v [T] istila etmek, etrafı
2.dolaylı [incidental, secondary] 3.imalı
[oblique, implicit, allusive] sarmak [overrun, swarm]
inflate /ɪnˈfleɪt/ v [I,T] şişirmek [blow up,
indirect criticism imalı eleştiri
indirect speech dolaylı anlatım expand]
indisputable /ˌɪndɪˈspjuːtəb(ə)l/ adj kesin, inflation /ɪnˈfleɪʃ(ə)n/ n [U] enflasyon,
tartışılmaz [undeniable, beyond doubt]
individual1 /ˌɪndɪˈvɪdʒuəl/ adj ayrı ayrı şişme, kabarma
[separate, distinct] inflexible /ɪnˈfleksəb(ə)l/ adj 1.katı, eğilmez,
individual2 /ˌɪndɪˈvɪdʒuəl/ n [C] kişi, birey
bükülmez [rigid, hard] 2.değişmez, inatçı, I
kararlı, katı [obstinate, implacable]
influence1 /ˈɪnfluəns/ n [C,U] 1.etki, nüfuz,
sözü geçerlik [effect] 2.etkili/nüfuzlu
[person] kimse, sözü geçen kimse, torpili olan
indoor /ˈɪndɔː(r)/ adj ev içinde ya da kapalı kimse [authority, power]
alanda olan/yapılan [inside, enclosed] under the influence of -in etkisi altında
industrial /ɪnˈdʌstriəl/ adj endüstriyel
influence2 /ˈɪnfluəns/ v [T] etkilemek [affect]
influential /ˌɪnfluˈenʃ(ə)l/ adj güçlü, etkili
[manufacturing] [persuasive, authoritative]
industrious /ɪnˈdʌstriəs/ adj çalışkan
[hardworking, busy] influenza /ˌɪnfluˈenzə/ n [U] grip [flu]
industry /ˈɪndəstri/ n [C,U] endüstri, sanayi inform /ɪnˈfɔː(r)m/ v [T] formal haberdar
[business, commerce] etmek, bildirmek, bilgi vermek,
inevitable /ɪnˈevɪtəb(ə)l/ adj kaçınılmaz, bilgilendirmek [tell, impart]
eksik olmaz, kaçmaz [unavoidable] against on upon ihbar etmek
inexpensive /ˌɪnɪkˈspensɪv/ adj ucuz [cheap, informal /ɪnˈfɔː(r)m(ə)l/ adj 1.resmî
economical]
inexperience /ˌɪnɪkˈspɪəriəns/ n [U] olmayan, gayri resmî [casual, unceremonious]
2.samimi, teklifsiz [easygoing, relaxed, simple]
uygunsuz, tecrübesizlik, deneyimsizlik 3.gündelik [everyday, ordinary, natural]
information /ˌɪnfə(r)ˈmeɪʃ(ə)n/ n [U] 1.bilgi,
[ignorance, immaturity]
infancy /ˈɪnfənsi/ n [U] 1.bebeklik, çocukluk haber [facts, news, data] 2.danışma, bilgi
[early childhood, babyhood] 2.başlangıç [intelligence, advice]
infrared /ˌɪnfrəˈred/ adj kızılötesi
[beginning] infrastructure /ˈɪnfrəˌstrʌktʃə(r)/ n [C]
infant /ˈɪnfənt/ n [C] formal küçük çocuk,
bebek [baby]
infect /ɪnˈfekt/ v [T] (hastalık) bulaştırmak,
geçirmek [contaminate, pollute] altyapı, altyapı sistemi [services, workings]
ingredient /ɪnˈɡriːdiənt/ n [C] karışımı
infection /ɪnˈfekʃ(ə)n/ n [C,U] hastalık, oluşturan madde, malzemeler [content,
enfeksiyon [contamination, disease] component]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
inhabit 114
inhabit /ɪnˈhæbɪt/ v [T] İkamet etmek, innocent /ˈɪnəs(ə)nt/ adj 1.masum, suçsuz
oturmak, İçinde oturmak, yaşamak [live in, [not guilty, blameless] 2.zararsız [harmless]
occupy] 3.saf, temiz kalpli, iyi niyetli [naive, inoffensive]
inhabitant /ɪnˈhæbɪtənt/ n [C] ikamet eden innovation /ˌɪnəʊˈveɪʃ(ə)n/ n [C] yenilik,
kimse, sakin [resident, occupant] buluş [change, alteration]
inherit /ɪnˈherɪt/ v [I,T] miras olarak almak/ innovative /ˈɪnəveɪtɪv/ adj yenilikçi, orjinal,
kalmak [be left] yaratıcı [original, creative]
inheritance /ɪnˈherɪt(ə)ns/ n [C,U] miras inorganic /ˌɪnɔː(r)ˈɡænɪk/ adj canlı olmayan,
[heritage, legacy] doğal olmayan [inanimate, chemical]
inhospitable /ˌɪnhɒˈspɪtəb(ə)l/ adj 1. konuk/ input /ˈɪnpʊt/ n [C,U] tavsiye, fikir [advice,
misafir sevmez, soğuk [unwelcoming, cool] ideas]
2.barınılamaz, yaşanmaz (yer) [bleak, barren] inquire, enquire /ɪnˈkwaɪə(r)/ v [I,T] formal
initial /ɪˈnɪʃ(ə)l/ adj ilk, önceki, başlangıç
1.sormak [ask, demand] 2.bilgi almak,
[first, beginning] sorup öğrenmek, araştırmak, inceleme
initially /ɪˈnɪʃ(ə)li/ adv ilk olarak, en başında yapmak [investigate, examine, explore]
inquiry, enquiry /ɪnˈkwaɪəri/ n [C]
[originally]
inject /ɪnˈdʒekt/ v [T] 1.iğne yapmak,
1.soruşturma, araştırma [investigation]
enjekte etmek [administer] 2.getirmek, 2.soruşturma, araştırma [question]
başlatmak [introduce, instil] insect /ˈɪnsekt/ n [C] böcek [bug]
injection insect
injection /ɪnˈdʒekʃ(ə)n/ n [C,U] iğne inseparable /ɪnˈsep(ə)rəb(ə)l/ adj ayrılmaz,
yaptırma, enjeksiyon [vaccination, inoculation] bağlı, yapışık [indivisible, indissoluble, devoted]
injure /ˈɪndʒə(r)/ v [T] incitmek, yaralamak, insert /ɪnˈsɜː(r)t/ v [T] sokmak, içine
zarar vermek [hurt, damage] koymak, ilave etmek [put in, drag in, enter]
injury /ˈɪndʒəri/ n [C] hasar, zarar, ziyan, inside1 /ˈɪnˌsaɪd/ adv 1.içeriye [indoors]
sakatlanma [hurt, damage] 2.vicdanen [internally]
inside2 /ˈɪnˌsaɪd/ n sng pl 1.iç taraf, içi
add insult to injury yaraya tuz basmak, [interior] 2.mide, bağırsak [stomach, bowels]
üstüne tuz biber ekmek inside3 /ˈɪnˌsaɪd/ adj 1.iç [inner] 2.gizli
injustice /ɪnˈdʒʌstɪs/ n [C,U] haksızlık,
[confidential]
adaletsizlik [unfairness, inequality] inside pocket iç cebi
do sb an injustice yanlış değerlendirmek, inside information gizli bilgi
insight /ˈɪnsaɪt/ n [C,U] kavrama, kavrayış,
haksız davranmak
ink /ɪŋk/ n [C,U] mürekkep
anlayış [understanding, awareness]
inner /ˈɪnə(r)/ adj 1.iç, içerdeki, içten gelen insist /ɪnˈsɪst/ v [I] ısrar etmek, dayatmak
[interior, internal] 2.formal merkeze en yakın, [demand, assert]
insomnia /ɪnˈsɒmniə/ n [U] uykusuzluk,
iç [central]
innocence /ˈɪnəs(ə)ns/ n [U] 1.suçsuzluk,
uyuyamama [sleeplessness, wakefulness]
inspect /ɪnˈspekt/ v [T] denetlemek,
masumiyet [guiltlessness, blamelessness]
2.saflık, arılık [purity, virtue] 3.cahillik, cehalet incelemek gözden geçirmek, yoklamak
[inexperience, ignorance] [examine, check]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
115 intensive
inspection /ɪnˈspekʃ(ə)n/ n [C,U] araştırma, instrument /ˈɪnstrʊmənt/ n [C] 1.alet, çalgı,
inceleme [look, enquire] enstrüman [tool, apparatus] 2.araç, vesile
inspector /ɪnˈspektə(r)/ n [C] müfettiş, [means, agency]
instrumental /ˌɪnstrʊˈment(ə)l/ adj
muayeneci, kontrol memuru, denetçi
[examiner, censor] 1.yardımcı, aracı olan [active, contributory]
inspiration /ˌɪnspəˈreɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.esin,
2.enstrümantal
ilham, ilham kaynağı [motivation, insufficient /ˌɪnsəˈfɪʃ(ə)nt/ adj formal
encouragement] 2.parlak fikir [revelation, idea] yetersiz, eksik [inadequate, deficient]
inspire /ɪnˈspaɪə(r)/ v [T] esinlemek, ilham insult1 /ˈɪnsʌlt/ v [T] aşağılamak, hakaret
vermek [stimulate, motivate, encourage] etmek [affront, offend]
insult2 /ˈɪnsʌlt/ n [C] aşağılama, hakaret
inspire with/in -de ... uyandırmak, ile
[gibe, slur]
doldurmak insurance /ɪnˈʃʊərəns/ n [U] 1.sigorta,
install /ɪnˈstɔːl/ v [T] (aygıt) döşemek,
sigortacılık [guarantee, assurance]
hazırlamak, düzenlemek, kurmak [set up,
2.sigorta ücreti/parası [assurance cost]
put in, fix] insure /ɪnˈʃʊə(r)/ v [I,T] 1.sigorta ettirmek,
installation /ˌɪnstəˈleɪʃ(ə)n/ n [C,U] 1.tesis,
sigortalattırmak [cover] 2.sigortalamak, I
teçhizat [fitting, fixture, equipment, machinery] sağlama almak [guarantee, protect]
integrate /ˈɪntɪˌɡreɪt/ v [I,T] 1. ... ile/-e
2.yerleştirme, kurma, donanım, montaj
birleşmek/kaynaşmak [unite, combine]
[setting up, establishment]
instalment, installment AmE /ɪnˈstɔːlmənt/ 2.uyum sağlamak, tamamlamak [intermix]
integration /ˌɪntɪˈɡreɪʃ(ə)n/ n [U] bütünleşme,
n [C] taksit, kısmi ödeme, bölüm [payment,
hire purchase] birleşme, entegrasyon [assimilation,
instance /ˈɪnstəns/ n [C] örnek, vaka, amalgamation]
intellect /ˈɪntəlekt/ n [C,U] akıl, zihin
durum [example, case]
for instance meselâ, örneğin, sözgelimi [intelligence, brain]
in the first instance ilk önce, başlangıç intellectual1 /ˌɪntəˈlektʃuəl/ adj akli, zihinsel
[cerebral, mental]
olarak intellectual2 /ˌɪntəˈlektʃuəl/ n [C] entelektüel,
instant /ˈɪnstənt/ adj hemen olan, hemen
aydın [scholar, academic]
hazırlanan [pre-prepared, ready-made] intelligence /ɪnˈtelɪdʒ(ə)ns/ n [U] 1.zekâ,
instead /ɪnˈsted/ adv onun yerine [rather,
akıl [mind, brains intellect] 2.istihbarat,
alternatively]
haber alma [espionage, spying]
instead of -in yerine intelligent /ɪnˈtelɪdʒ(ə)nt/ adj zeki, akıllı
instinct /ˈɪnstɪŋkt/ n [C,U] içgüdü [intuition,
[clever, brainy]
foreknowledge] intend /ɪnˈtend/ v [T] 1.kastetmek,
institute /ˈɪnstɪˌtjuːt/ n [C] enstitü, müessese
amaçlamak, belirlemek, niyet etmek [aim,
[society, academy]
institution /ˌɪnstɪˈtjuːʃ(ə)n/ n [C] kuruluş, mean] 2.tasarlamak, planlamak [plan, design]
intense /ɪnˈtens/ adj şiddetli, güçlü [extreme,
dernek [association, academy]
instruct /ɪnˈstrʌkt/ v [T] formal öğretmek, forceful]
intense cold şiddetli soğuk
talimat vermek [train, teach] intensify /ɪnˈtensɪfaɪ/ v [I,T] arttırmak,
instruction /ɪnˈstrʌkʃ(ə)n/ n [C,U] 1.formal yoğunlaşmak, perçinlemek [increase, add to]
intensive /ɪnˈtensɪv/ adj yoğun [concentrated,
eğitim [training] 2.talimat, yönerge,
instructor /ɪnˈstrʌktə(r)/ n [C] eğitmen,
thorough, exhaustive]
öğretmen [teacher, adviser, trainer] intensive care yoğun bakım
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
intent 116
intent /ɪnˈtent/ n [U] formal amaç, niyet interruption /ˌɪntəˈrʌpʃən/ n [C] kesilme,
[aim, object] kesinti, ara, durdurma [disruption, break]
intention /ɪnˈtenʃ(ə)n/ n [C,U] niyet, maksat intersection /ˈɪntə(r)ˌsekʃ(ə)n/ n [C]
[purpose, aim]
intentional /ɪnˈtenʃ(ə)nəl/ adj kasıtlı [on 1.kesişme [crossing] 2.kavşak, kesişme
noktası [junction]
purpose]
inter- /ɪnˈtɜː(r)/ prefix (belirtilenlerin) arasında, busy intersection yoğun kavşak
interval /ˈɪntə(r)v(ə)l/ n [C] 1.ara, aralık
arası, orta kararda [among, between]
[gap, break] 2.perde arası, ara [intermission,
intercontinental kıtalararası
interact /ˌɪntərˈækt/ v [I] birbirini etkilemek, interlude]
intervene /ˌɪntə(r)ˈviːn/ v [l] 1.araya girmek,
etkileşim kurmak [react, communicate]
interaction /ˌɪntərˈækʃ(ə)n/ n [C,U] etkileşim karışmak, müdahale etmek [intercede,
step in] 2.olaylar arasında kalmak, arada
[reaction, communication]
interactive /ˌɪntərˈæktɪv/ adj etkileşimli olmak, geçmek [intrude, interfere]
interchange /ˈɪntə(r)ˌtʃeɪndʒ/ n [C,U] değiş interview1 /ˈɪntə(r)ˌvjuː/ n [C,U] mülakat,
tokuş etme [trade, exchange] görüşme [meeting, discussion]
intercom /ˈɪntə(r)ˌkɒm/ n [C] iç telefon job interview iş görüşmesi
sistemi interview2 /ˈɪntə(r)ˌvjuː/ v [T] röportaj
interest /ˈɪntrəst/ n [C,U] 1.ilgi [curiosity] yapmak [question]
2.hobi, faaliyet [hobby, activity] 3.yararına,
faydasına [for the sake of]
interested /ˈɪntrəstɪd/ adj ilgili [fascinated,
drawn] interview
interesting /ˈɪntrəstɪŋ/ adj ilginç [fascinating,
entertaining, exciting]
interfere /ˌɪntə(r)ˈfɪə(r)/ v [I] 1.yoluna
çıkmak, engellemek, karışmak [intrude, intimate /ˈɪntɪmət/ adj kişisel, samimi
meddle] 2.engel olmak, engellemek [friendly, private]
[hinder, obstruct] into /ˈɪntuː/ prep 1.içine [inside] 2.hakkında,
interior /ɪnˈtɪəriə(r)/ adj iç [internal, inside]
intermediate /ˌɪntə(r)ˈmiːdiət/ adj arada içeren [about] 3.(bir şey) -e
bulunan, ara, orta [middle, halfway] intra- /ɪntrə/ prefix formal or technical
internal /ɪnˈtɜː(r)n(ə)l/ adj dâhili, iç [inner,
içinde, arasında [within, into]
inside] intrafamily disputes Aile içi tartışmalar
international /ˌɪntə(r)ˈnæʃ(ə)nəl/ adj introduce /ˌɪntrəˈdjuːs/ v [T] 1.tanıştırmak,
uluslararası [global, cosmopolitan] tanıtmak [present, acquaint, familiarize]
Internet /ˈɪntə(r)ˌnet/ n internet [Net] 2.ilk kez getirmek, ilk ortaya atmak [put
interpret /ɪnˈtɜː(r)prɪt/ v [T] 1.(konuşarak) forward, propose] 3.yürürlüğe koymak
[bring in, establish]
çevirmenlik yapmak, tercümanlık yapmak,
tercüme etmek [translate, explain]
2.yorumlamak, yorum yapmak [understand,
construe]
interpretation /ɪnˌtɜː(r)prɪˈteɪʃ(ə)n/ n [C,U]
yorum, tefsir, açıklama [explanatic analysis] introduce
interrupt /ˌɪntəˈrʌpt/ v [I,T] 1.sözünü
kesmek, akışını durdurmak [butt in, intrude]
2.kesmek, yarıda kesmek [suspend, break off]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
117 island
introduction /ˌɪntrəˈdʌkʃ(ə)n/ n [C,U] involvement /ɪnˈvɒlvmənt/ n [U] ilgi, ilişki I
1.başlangıç [opening, beginning, preface, [participation, interest, association]
foreword] 2.tanıştırma [presentation]
inward /ˈɪnwə(r)d/ adj 1.içeride olan, iç
intuition /ˌɪntjuˈɪʃ(ə)n/ n [U] sezgi, önsezi [internal, inner] 2.ruhsal, içe doğru, iç
[instinct, perception] [private, confidential]
invade /ɪnˈveɪd/ v [I,T] 1.istila etmek [attack, IQ /ˌaɪ ˈkjuː/ abbr zekâ bölümü, zekâ
assault] 2.akın etmek, doldurup taşırmak ölçümü [Intelligent Quotient]
[infest, overrun] IQ test zekâ ölçüm testi
invasion /ɪnˈveɪʒ(ə)n/ n [C] istila, baskın,
saldırı [intrusion, conquest] iron1 /ˈaɪə(r)n/ n [C,U] demir
invaluable /ɪnˈvæljuəb(ə)l/ adj çok değerli, iron2 /ˈaɪə(r)n/ v [T]ütülemek, ütü yapmak
paha biçilemez [precious, priceless]
invent /ɪnˈvent/ v [T]1.icat etmek, bulmak [press]
[create, coin] 2.uydurmak, düzmek, irony /ˈaɪrəni/ n [U] istihza, ince alay
kıvırmak [make up, concoct]
invention /ɪnˈvenʃ(ə)n/ n [C] icat, buluş [sarcasm, mockery]
[creation, design] ironing /ˈaɪə(r)nɪŋ/ n [U] ütü yapmak
[pressing]
ironing
invention irregular /ɪˈreɡjʊlə(r)/ adj 1.(biçim) çarpık,
eğri, yamuk [uneven, rough, crooked] 2.(zaman)
inventory /ˈɪnvəntəri/ n [C] demirbaş, düzensiz, eşit olmayan [random, variable]
envanter [list, account] irrelevant /ɪˈreləvənt/ adj konu dışı, ilgisiz,
invest /ɪnˈvest/ v [I,T] para yatırmak, alâkasız, önemsiz [immaterial, beside the point]
yatırım yapmak [spend, fund] is /ɪz/ v bkz Be
-ise, -ize AmE /aız/ suffix sıfattan fiil yapar
investigate /ɪnˈvestɪɡeɪt/ v [I,T] araştırmak,
soruşturmak [examine, explore] modern<modernize modern<
modernleştirmek
investigation /ɪnˌvestɪˈɡeɪʃ(ə)n/ n [C,U] -ish /ɪʃ/ adj 1.bir milleten olmaya ya da bir
millete aitlik bildirir
araştırma, inceleme [search, examination] Spanish İspanyol
investment /ɪnˈves(t)mənt/ n [C,U] Turkish Türk
1.yatırım [venture, speculation] 2.kazanç, 2.anlamında, -ca, gibi
sağlanan gelir [asset, acquisition] foolish aptalca
invitation /ˌɪnvɪˈteɪʃ(ə)n/ n [C] 1.davet, çağrı 3.benzerlik, -msı, -mtırak
reddish kırmızımsı/kırmızımtırak
[invite, request, call] 2.davetiye [card] Islam /ˈɪzlɑːm/ n [U] islam, islamiyet
invite /ɪnˈvaɪt/ v [T] davet etmek, çağırmak island /ˈaɪlənd/ n [C] ada [isle]
[ask for, welcome]
invoice /ˈɪnvɔɪs/ n [C] fatura [bill, statement]
involve /ɪnˈvɒlv/ v [T] 1.karış(tır)mak,
bulaş(tır)mak [associate, effect] 2.içermek, island
kapsamak, gerektirmek [include]
involved /ɪnˈvɒlvd/ adj 1.karmaşık,
anlaşılmaz [complicated, complex] 2.(kişisel
olarak) yakın, ilgili [concerned, caught up with]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
islander 118
islander /ˈaɪləndə(r)/ n [C] adalı Jj
isle /aɪl/ n [C] ada [island]
the British Isles Britanya Adaları
-ism /ızm/ suffix 1.inanç, izm 2. benzer
hareket, söz, ifade
isn’t /ızənt/ short form of is not
isolate /ˈaɪsəleɪt/ v [T] ayırmak, izole etmek,
yalıtmak, tecrit etmek [separate, quarantine]
isolated /ˈaɪsəˌleɪtɪd/ adj dışlanmış, yalnız,
terkedilmiş [alone] J, j /dʒeɪ/ n İngiliz alfabesinin 10. harfi
isolation /ˌaɪsəˈleɪʃ(ə)n/ n [U] izolasyon, jackal /ˈdʒækɔːl/ n [C] çakal [wild dog]
jacket /ˈdʒækɔːl/ n [C] 1.ceket, mont [short
yalıtım, yalnızlık, soyutlanmışlık coat] 2.patates kabuğu [potato skin] 3.ciltli
[separation, detachment] kitabın üzerine geçirilen kâğıt kap [paper
issue1 /ˈɪʃuː/ n [C] 1.konu, sorun [subject,
cover] 4.plak kabı [covering, case, sleeve]
problem] 2.(kitap, magazin) yayın, sayı Jacuzzi /dʒəˈkuːzi/ n [C] trademark jakuzi
[edition, copy, version] [hot tub, spa]
issue2 /ˈɪʃuː/ v [T] piyasaya çıkarma, jaguar /ˈdʒæɡjuə(r)/ n [C] jaguar [big cat]
jail1 /dʒeɪl/ n [C,U] hapishane, cezaevi
yayımlama [publish, distribute, release]
-ist /ıst/ suffix (sıfattan isim yapar) bir şeye [prison, gaol]
inanan kişi
a feminist bir feminist
it /ıt/ pron o, onu, ona [she, he]
it’d /ˈıtəd/ adj spoken, short form of it had,
it would jail
it’ll /ıtl/ spoken, short form of it will
it’s /ıts/ short form of it is, it has
italic /ɪˈtælɪk/ adj eğik, yatık
Italic type italik/yatık tip jail2 /dʒeɪl/ v [T] hapse koyulmak, hapiste
italicise, italicize AmE /ɪˈtælɪsaɪz/ v [T]
olmak [imprison, confine]
eğik/yatık yazmak jailbreak /ˈdʒeɪlˌbreɪk/ n [C] hapisten kaçma
itchy /ˈɪtʃi/ adj kaşındıran, kaşınan [itching, [prisonbreak, breakout]
prickly] jam1 /dʒæm/ n [C,U] reçel [marmalade, jelly]
item /ˈaɪtəm/ n [C] 1.konu [story, report] traffic jam trafik sıkışıklığı
2.parça, liste maddesi [thing] jam2 /dʒæm/ v [T] sıkışmak, tıkanmak
its /ıts/ der onun (aitlik bildirir) [belonging to it]
[squeeze, block]
itself /ɪtˈself/ pron kendi, kendisi [relating to it] get into be in a jam başı derde girmek,
ity, -ty /ıti/ suffix sıfattan isim yapar
başı dertte olmak
brutal<brutality vahşi<vahşet janitor AmE /ˈdʒænɪtə(r)/ n [C] kapıcı,
I’ve /aıv/ short form of l have -mıştım
-ive /ıv/ suffix fiilden sıfat yapar hademe [doorman, caretaker, concierge]
January /ˈdʒænjuəri/ n [C,U] Ocak ayı [Jan]
imagine<imaginative hayal etmek<hayali Japan /ˌdʒæpəˈn/ n sng Japonya
ivory /ˈaɪvəri/ n [C,U] fildişi Japanese /ˌdʒæpəˈniːz/ adj Japon
ivy /ˈaɪvi/ n [C,U] sarmaşık jar /dʒɑː(r)/ n [C] kavanoz [container]
jaw1 /dʒɔː/ n [C] çene
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
119 joy
jaw2 /dʒɔː/ v [I] informal gevezelik etmek, job /dʒɒb/ n [C] 1.iş, görev, meslek
boş konuşmak [talk, natter] [occupation, profession] 2.iş, sorumluluk,
jazz /dʒæz/ n [U] caz vazife [responsibility, place] 3.güç, zor olan
jealous /ˈdʒeləs/ adj kıskanç, haset aktivite ya da problem [difficulty, problem]
4.örnek, benzer [thing, sample] 5.informal iş,
[envious, covetous] soygun [crime]
jobless /ˈdʒɒbləs/ adj işsiz [unemployed]
jog /dʒɒɡ/ v [I,T] yavaş yavaş koşmak,
jealous tempolu koşmak
join /dʒɔɪn/ v [T] 1.birleştirmek, bağlamak
[connect, touch, link up, unite] 2.katılmak
jeans /dʒiːnz/ n pl blucin, kot pantolon 3.üye olmak, katılmak [become a member of,
[denims] subscribe]
joint1 /dʒɔɪnt/ adj ortak, müşterek [shared,
jeep /dʒiːp/ n [C] trademark cip common]
jelly /ˈdʒeli/ n [C,U] jöle, pelte [jello AmE] joint2 /dʒɔɪnt/ n [C] 1.eklem [junction,
turn to jelly (dizlerinin) bağı çözülmek connection] 2.büyük et parçası [roast]
jellyfish /ˈdʒeliˌfɪʃ/ n [C] denizanası [sea 3.informal restoran [diner, restaurant]
animal] knee joint diz eklemi I
joke1 /dʒəʊk/ n [C] şaka [gag, jest] J
play a joke on/with sb başına iş açmak,
şaka yapmak, dalga geçmek
jellyfish be no joke kolay olmamak, şakası
olmamak
joke2 /dʒəʊk/ v [I] şaka yapmak,
jest1 /dʒest/ n [C] 1.şaka [fun, play] şakalaşmak [jest, tease]
jest2 /dʒest/ v [I] şaka yapmak [joke] joker /ˈdʒəʊkə(r)/ n [C] şakacı kimse [jester
jet1 /dʒet/ n [C] 1.jet uçağı [plane] 2.fıskiye, comedian]
journal /ˈdʒɜː(r)n(ə)l/ n [C] 1.gazete, dergi
fıskiye ağızlığı [spurt] 3.kehribar
jet2 /dʒet/ v [I] fışkırtma [spurt] [newspaper, lagazine] 2.günlük [diary, chronicle]
jet lag /dʒet læɡ/ n [C] uçak mahmurluğu journalism /ˈdʒɜː(r)nəˌlɪz(ə)m/ n [U]
jetty /ˈdʒeti/ n [C] dalgakıran, mendirek
gazetecilik [news, reporting, broadcasting]
journalist /ˈdʒɜː(r)nəlɪst/ n [C] gazeteci
[broadcaster, reporter]
[breakwater, pier]
Jew /dʒuː/ n [C] Yahudi [Hebrew, Israelite]
jewel /ˈdʒuːəl/ n [C] 1.değerli taş, mücevher
[gemstone, precious stone] 2.değerli şey, journalist
pırlanta [gem]
jewellery, jewelry AmE /ˈdʒuːəlri/ n [U]
mücevherat [jewels, treasure, trinkets] journey1 /ˈdʒɜː(r)ni/ n [C] seyahat, yolculuk
Jewish /ˈdʒuːɪʃ/ adj Yahudi [trip, excursion, voyage, expedition]
jigsaw /ˈdʒɪɡsɔː/ n [C] 1.makineli oyma
journey2 /ˈdʒɜː(r)ni/ v [I] literary seyahat
testeresi 2.jigsaw puzzle yapboz [picture etmek [travel, go]
puzzle]
jingle /ˈdʒɪŋɡ(ə)l/ n [C] reklam müziği joy /dʒɔɪ/ n [U] sevinç, mutluluk, neşe, zevk
[song, music] [delight, bliss]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
joyful, 120
joyful, joyous /ˈdʒɔɪf(ə)l/ adj neşeli, jumper /ˈdʒʌmpə(r)/ n [C] 1.kazak, süveter
sevinçli, sevindirici [delightful, wonderful]
[sweater, jersey, pullover] 2.zıplayan hayvan
joystick /ˈdʒɔɪˌstɪk/ n [C] (uçak, bilgisayar, vb.)
manevra kolu [controller] ya da insan [bounder, leaper]
jubilee /ˈdʒuːbɪliː/ n [C] jübile, yıldönümü June /dʒuːn/ n [C,U] Haziran
[anniversary, celebration] jungle /ˈdʒʌŋɡ(ə)l/ n [C,U] balta girmemiş
Judaism /ˈdʒuːdeɪˌɪz(ə)m/ n [U] Musevilik
judge1 /dʒʌdʒ/ n [C] yargıç, hakem orman, sık orman [tropical forest]
[magistrate justice] junior /ˈdʒuːniə(r)/ adj yaşça küçük, daha
judge genç [younger, lower, inferior]
junk /dʒʌŋk/ n [U] işe yaramaz şey, çöp
judge2 /dʒʌdʒ/ v [I,T] yargılamak [evaluate,
appraise] [rubbish, clutter]
judgement, judgment AmE /ˈdʒʌdʒmənt/ n junk food /dʒʌŋk fu:d/ n [U] informal abur
[C,U] karar, yargı, kanaat [decision, verdict]
judgement day, judgment day AmE cubur yemek [unhealthy food]
/ˈdʒʌdʒmənt deı/ n [C] hesap günü junk mail /dʒʌŋk meɪl/ n [C] istenmeyen ıvır
[doomsday]
judo /ˈdʒuːdəʊ/ n [U] judo zıvır mektuplar, bilgisayardaki lüzumsuz
jug /dʒʌɡ/ n [C] testi, sürahi [pitcher, carafe]
glass jug cam sürahi ileti [unwanted letters, brochures, e-mails]
juror /ˈdʒʊərə(r)/ n [C] jüri üyesi [juryman,
jug
jurywoman]
juice /dʒuːs/ n [C,U] meyve/sebze/et suyu jury /ˈdʒʊəri/ n [C] jüri
[liquid, extract] just1 /dʒʌst/ adv 1.şimdi, hemen, az önce
juicy /ˈdʒuːsi/ adj 1.sulu [lush, succulent] [now, right now] 2.aynı, tıpkı, tam olarak
2.ilginç, merak uyandırıcı [interesting,
colourful] [exactly] 3.sadece, yalnızca [simply, only]
July /dʒʊˈlaɪ/ n [C,U] Temmuz 4.çok, tamamen [completely]
Jumbo /ˈdʒʌmbəʊ/ adj informal normalden just2 /dʒʌst/ adj adil [fair]
justice /ˈdʒʌstɪs/ n [U] 1.adalet, doğruluk,
büyük, kocaman, battal [big, large]
jump /dʒʌmp/ v [I,T] 1.atlamak, zıplamak dürüstlük [fairness, equity] 2.yasama, adalet
[leap, bound] 2.aniden yükselmek [rise, [law] 3.yargıç [judge]
increase] 3.çok istekli olmak, balıklama justify /ˈdʒʌstɪfaɪ/ v [T] haklı çıkarmak, haklı
atlamak [accept eagerly]
göstermek, doğruluğunu kanıtlamak
[excuse, explain]
juvenile /ˈdʒuːvənaɪl/ adj 1.genç, gençliğe
özgü, çocuk, çocuksu [young, minor,
adolescent] 2.çocuk, çocuksu [childish]
juvenile court çocuk mahkemesi
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
Kk 121 kilogram
ketchup /ˈketʃəp/ n [U] ketçap [tomato sauce]
kettle /ˈket(ə)l/ n [C] çaydanlık
kettle
K, k /keı/ n İngiliz alfabesinin 11.harfi key1 /kiː/ adj ana, esas, başlıca [essential,
kangaroo /ˌkæŋɡəˈruː/ n [C] kanguru main]
key2 /kiː/ n [C] anahtar [latchkey, master key]
kangaroo
key
karaoke /ˌkæriˈəʊki/ n [U] karaoke, teypten keyboard /ˈkiːˌbɔː(r)d/ n [C] klavye [keypad] J
sadece müzik çalınarak parçanın keyhole /ˈkiːˌhəʊl/ n [C] anahtar deliği
keyword /ˈkiːˌwɜː(r)d/ n [C] anahtar kelime K
sözlerinin söylenmesi şeklinde yapılan
kick /kɪk/ v [I,T] tekmelemek, tekme atmak,
eğlence
karate /kəˈrɑːti/ n [U] karate vurmak [boot]
kayak /ˈkaɪæk/ n [C] kanoya benzer tek kid /kɪd/ n [C] 1.informal çocuk, delikanlı
kişilik küçük kayık, bot [boat] [child] 2.oğlak, keçi yavrusu [young goat]
kebab /kɪˈbæb/ n [C] kebap, şiş kebap kidnap /ˈkɪdnæp/ v [T] (adam/çocuk) kaçırmak
keen /kiːn/ adj 1.canlı, hararetli, hevesli
[abduct, seize]
[eager, ardent] 2.sivri, keskin, zeki [sharp, kidney /ˈkɪdni/ n [C] böbrek
strong, vivid] 3.spoken arzulu, istekli kill1 /kɪl/ v [I,T] 1.öldürmek [slaughter,
[eager to, enthusiastic to]
keep /kiːp/ v [I,T] pt, pp kept 1.almak, exterminate] 2.bir şeyin yok olmasına/
saklamak, bulundurmak [put, store]
bitmesine neden olmak [destroy]
2.korumak, elde tutmak [hold on to]
3.(belli bir durumda) tutmak, alıkoymak would kill for ... için her şeyi yapmak
[detain] 4.devam etmek, sürdürmek,
kalmak [go on, continue, stay] 5.yerine sth is killing sb (acıdan) mahvetmek
getirmek, tutmak [hold, fulfil]
kill time/an hour zaman/ vakit geçirmek/
keep one’s head sakin olmak, kendine
hakim olmak öldürmek
keeper /ˈkiːpə(r)/ n [C] bekçi, bakıcı
[guardian, attendant] kill two birds with one stone bir taşta iki
zoo keeper hayvanat bahçesi bakıcısı kuş vurmak
kennel /ˈken(ə)l/ n [C] köpek kulübesi kill2 /kɪl/ n [C] leş [prey]
killer /ˈkɪlə(r)/ n [C] katil [assassin, murderer]
[doghouse] killing /ˈkɪlɪŋ/ n [C] adam öldürme, cinayet
kept bkz keep
[slaughter, bloodshed, carnage]
kilobyte /ˈkɪləʊˌbaɪt/ n [C] kilobayt
kilogram, kilogramme BrE /ˈkɪləˌɡræm/ n
[C] kilogram [kilo, kg]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
kilometre 122
kilometre, kilometer AmE /ˈkɪləˌmiːtə(r)/ n knee /niː/ n [C] diz [kneecap, lap]
[C] kilometre [km] bring sb/sth to their knees yola
kin /kɪn/ n pl informal akraba, hısım [family, getirmek, diz çöktürmek, boyun eğdirmek
kindred] kneel /niːl/ v [I] pt, pp knelt or kneeled
kind1 /kaɪnd/ n [C] tür [sort, type] (AmE) diz çökmek [genuflect, stoop]
kind2 /kaɪnd/ adj nazik, kibar, iyi kalpli, knelt bkz kneel
knew bkz know
sevecen, ince, candan [polite, courteous] knife /naɪf/ n [C] pl knives bıçak [blade]
kindergarten /ˈkɪndə(r)ˌɡɑː(r)t(ə)n/ n [C]
anaokulu [nursery school, pre-school]
kind-hearted /ˌkaɪnd ˈhɑː(r)tɪd/ adj iyi
kalpli, sevecen [warm hearted, generous]
kindly /ˈkaɪndli/ adj gönülden, içten [sincere,
friendly] knife
kindness /ˈkaɪn(d)nəs/ n [U] incelik,
nezaket, şefkat [goodwill, affection]
king /kɪŋ/ n [C] 1.kral [ruler, emperor, male
monarch] 2.(satranç) şah knight /naɪt/ n [C] şövalye
kingdom /ˈkɪŋdəm/ n [C] 1.krallık [monarchy, knit /nit/ v pt, pt knitted or knit 1.örgü
realm] 2.(biyolojide) âlem [domain]
örmek [plait, braid] 2.birleştirmek,
the animal kingdom hayvanlar alemi bağlamak [unify, bind]
king-size, king-sized /ˈkɪŋˌsaɪz/ adj büyük
boy [huge] knit one’s brows kaşlarını çatmak
kiosk /ˈkiːɒsk/ n [C] 1.satıcı kulübesi, knock /nɒk/ v [I] 1.kapıya vurmak, kapıyı
kiosk [booth, stall, cubicle] 2.old-fashioned çalmak [tap, rap, hammer] 2.vurmak, çarpmak
telefon kulübesi [telephone box] knockout /ˈnɒkaʊt/ v [C] şaşırtıcı darbe,
kiss1 /kɪs/ v [I,T] öpmek [caress]
kiss2 /kɪs/ n [C] öpücük [peck] nakavt [stunning blow]
give sb the kiss of life suni teneffüs know /nəʊ/ v pt knew, pp known 1.bilmek
yapmak
[be aware of, understand] 2.tanımak
the kiss of death planları altüst etmek [recognize, be familiar]
kit /kıt/ n [C] teçhizat, donatı [equipment,
apparatus] you know yani, demek istiyorum ki,
kitchen /ˈkɪtʃən/ n [C] mutfak biliyorsun
kite /kaıt/ n [C,U] uçurtma know-how /nəʊ haʊ/ n [U] informal ustalık,
beceri, teknik [skill, art, ability]
knowledge /ˈnɒlɪdʒ/ n [U] bilgi [cognition,
understanding]
knowledgeable /ˈnɒlɪdʒəb(ə)l/ adj bilgili
[well-informed, educated]
kite known bkz know
known /nəʊn/ adj 1.ünlü, tanınmış [famous]
2.bilinen, hatırlanan [understood, recalled]
koala bear /kəʊˈɑːlə beə(r)/ n [C] koala,
kitten /ˈkɪt(ə)n/ n [C] kedi yavrusu, yavru Avustralya’da yaşayan küçük bir ayıya
kedi [kitty, pussy] benzeyen hayvan
kitty /ˈkɪti/ n [C] kedicik, pisi pisi, yavru kedi Koran, Qur’an /kɔːˈrɑːn/ n sng Kuran-ı
[pussy, kitten] Kerim
kiwi /ˈkiːwiː/ n [C] kivi
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
123 latest
Ll land2 /lænd/ v [I,T] karaya çıkmak/inmek
[arrive]
land yourself sth elde etmek, kazanmak
landfill /ˈlæn(d)ˌfɪl/ n [C] atık gömme, çöp
toplama alanı [dump, tip]
landlady /ˈlæn(d)ˌleɪdi/ n [C] (bayanlar için)
mal/emlak/ev sahibesi [owner]
landlord /ˈlæn(d)ˌlɔː(r)d/ n [C] (baylar için)
mal/emlak/ev sahibi [owner]
L, I /el/ İngiliz alfabesinin 12. harfi landscape /ˈlæn(d)ˌskeɪp/ n [C,U]
label1 /ˈleɪb(ə)l/ n [C] etiket, yafta [tag, marker] 1.manzara [scene, view, panorama] 2.peyzaj
label2 /ˈleɪb(ə)l/ v [T]1.etiket yapıştırmak
[countryside]
2.fişlemek, etiketlemek [describe, call] lane /leɪn/ n [C] özellikle kırsal kesimlerdeki
laboratory /ləˈbɒrət(ə)ri/ n [C] laboratuvar dar yol veya dar geçitlere verilen isim,
labour, labor AmE /ˈleɪbə(r)/ n [U] iş, emek patika [road, alley]
[work, endeavour] language /ˈlæŋɡwɪdʒ/ n [C] dil, lisan [tongue]
be in labour doğum sancısı lap /læp/ n [C] 1.kucak, oturan kimsenin
lace /leɪs/ n [C,U] 1.bağcık, bağ [shoelace,
kalçasından dizine kadar olan ön bölümü
bootlace] 2.dantel [netting, filigree]
lack1 /læk/ n [U] yoksunluk, eksiklik, [knee] 2.(yarışta) tur [tour, circuit]
yetersizlik [absence] laptop /ˈlæpˌtɒp/ n [C] adj dizüstü K
lack2 /læk/ v [T] -sizlik çekmek, -den bilgisayar [computer]
yoksun olmak, eksikliği olmak [miss, be large /lɑː(r)dʒ/ adj 1.büyük, iri, geniş L
without] 2.bol, çok
ladder /ˈlædə(r)/ n [C] 1.merdiven, el as large as life gerçek, hakiki, orijinal
merdiveni [steps] 2.çorap kaçığı 3.makam, ölçüde, yaşam kadar gerçek
mevki basamakları [scale, hierarchy]
lady /ˈleɪdi/ n [C] 1.hanımefendi 2.kadın, at large başıboş, serbest
bayan [woman] largely /ˈlɑː(r)dʒli/ adv çoğunlukla,
lag /læɡ/ v [I] yavaş ilerlemek, arkadan
gelmek [hang back, dawdle] ekseriyetle, ziyadesiyle [mainly, mostly]
laid bkz lay laser /ˈleɪzə(r)/ n [C] lazer (aygıtı)
last1 /lɑːst/ det, pron son, en son, sonuncu,
lain bkz lie geçen [previous]
lake /leɪk/ n [C] göl [pond] at (long) last nihayet, en sonunda
lamb /læm/ n [C,U] 1.kuzu [baby sheep]
to the last sonuna kadar
last2 /lɑːst/ adv son olarak, en son
2.kuzu eti [lamb/sheep’s meat]
[previously, ultimately]
last3 /lɑːst/ v [I] sürmek, dayanmak, devam
lamb etmek [continue, go on]
late1 /leɪt/ adj 1.geç, gecikmiş (saat, zaman)
[delayed, tardy, unpunctual, behind time] 2.sabık,
eski, yakın zamanda ölen, rahmetli [dead,
lamp /læmp/ n [C] lâmba deceased]
land1 /lænd/ n [C,U] 1.toprak, kara parçası of late son zamanlarda, geçenlerde
late2 /leɪt/ adv geç [tardily, behind time]
[ground, dry land] 2.literary anavatan latest /ˈleɪtɪst/ n sng en geç
[country] 3.toprak [soil, ground]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
lately 124
lately /ˈleɪtli/ adv son günlerde, son lay bkz lie
zamanlarda, yakınlarda [recently, of late] lay /leı/ v pt, pp laid 1.yaymak, sermek
later /ˈleɪtə(r)/ adv sonra, sonrasında [put down, place] 2.koymak, dizmek,
[afterwards] yerleştirmek, hazırlamak [set, arrange]
latest /ˈleɪtɪst/ adj en son (haber moda, vb.) 3.döşemek [spread] 4.yumurtlamak
[newest, current] [produce, give]
Latin /ˈlætɪn/ n [C] Latin, Latince lay the blame on suçu birine yüklemek
latitude /ˈlætɪˌtjuːd/ n [C,U] enlem lay money a bet on yatırmak, üstüne
latter1 /ˈlætə(r)/ n sng formal ikincisi, iki oynamak
layer /ˈleɪə(r)/ n [C] tabaka, kat [coat,
şeyden sonuncusu, son söylenilen [last- covering, level]
mentioned] a thick layer of clay kalın bir çamur
latter2 /ˈlætə(r)/ adj formal sonraki, son tabakası
lazy /ˈleɪzi/ adj 1.tembel, ağır, uyuşuk,
[closing, concluding] yavaş hareket eden [idle, inactive] 2.tembellik
laugh1 /lɑːf/ v [l] (kahkahayla) gülmek [giggle, uyuşukluk veren [lethargic, drowsy]
chuckle]
laugh
lazy
laugh2 /lɑːf/ n [C] gülüş, kahkaha [giggle,
chuckle] lead1 /liːd/ v [I,T] pt, pp led 1.yol göstermek,
laughter /ˈlɑːftə(r)/ n [U] kahkaha, gülüş
[merriment, glee] önderlik etmek, götürmek [guide]
launch /lɔːntʃ/ v [T] 1.(gemiyi) denize
2.rehberlik etmek, önde gitmek
indirmek [set afloat] 2.(roket) fırlatmak lead2 /liːd/ n [U] önde olma, liderlik [ahead]
[send, throw] 3.(plan. hareket, yeni bir yaşam, vb.) leader /ˈliːdə(r)/ n [C] 1.önde gelen, çığır
başlatmak [start, begin, commence]
açan [pioneer] 2.lider, önder, başkan
launch at fırlatmak, hızla atmak
laundry /ˈlɔːndri/ n [C] 1.çamaşırhane [principal, boss] 3.başyazı, başmakale
[editorial]
[laundrette] 2.çamaşır yıkama [wash, washing] leading /ˈliːdɪŋ/ adj lider, önde giden,
lava /ˈlɑːvə/ n [U] lav başrol, başı çeken [main, chief]
lavatory /ˈlævətri/ n [C] formal hela, tuvalet, leaf /liːf/ n [C] pl leaves 1.(bitki) yaprak
[foliage] 2.formal sayfa, yaprak 3.(özellikle
yüznumara [toilet, bathroom, loo] altın ve gümüş) ince tabaka, yaprak
law /lɔː/ n [C,U] 1.kanun, yasa [regulation,
act, statute] 2.kural [rule, convention, on] gold leaf altın tabaka
3.her zaman doğru olan, değişmez autumn leaves sonbahar yaprakları
kural, kanun [principle] turn over a new leaf yeni bir sayfa
laws of nature doğanın kanunla açmak, yeni bir yaşama başlamak
lawful /ˈlɔːf(ə)l/ adj formal or law 1.yasalara league /liːɡ/ n [C] 1.dernek [association]
uygun, yasal [legitimate] 2.kanuni, meşru
2.birlik [federation, coalition, alliance] 3.lig
[true, rightful] 4.sınıf, kategori [category]
lawn /lɔːn/ n [C] çim, çimenlik [grass] leak /liːk/ v [I,T] 1.sızmak [drip] 2.(haber, bilgi)
lawyer /ˈlɔːjə(r)/ n [C] avukat [legal adviser,
solicitor, barrister, advocate] sızdırmak [reveal, make public, disclose]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
125 legend
lean /liːn/ v pt, pp leaned or leant 1.yana leave1 /liːv/ v pt, pp left 1.ayrılmak, gitmek
yatmak, (öne doğru) eğilmek [incline, bend]
2.dayanmak, yaslanmak [resting] [go away, depart] 2.bırakmak, terk etmek
3.bağlanmak, güvenmek [depend on, rely on]
4.üzerine düşmek, zorlamak, tehdit etmek [stop, finish] 3.bakımına bırakmak,
[threaten, force, persuade]
sorumluluğuna bırakmak [give responsibility,
leap1 /liːp/ v [I] pt, pp leaped or leapt
1.sıçramak, atlamak [jump, bound] give] 4.bir yere gitmek için ayrılmak
2.(üstünden) atlamak, sıçramak [jump up,
spring] 4.büyümek, serpilmek [grow] [depart]
leave2 /liːv/ n [U] formal izin [permission]
leap2 /liːp/ n [C] atılım, atlayış [jump, bound] lecture1 /ˈlektʃə(r)/ n [C] 1.konferans [talk,
a leap in the dark sonunun ne olacağını
bilmeden yapılan iş speech] 2.(üniversitede) ders [lesson]
by/in leaps and bounds büyük ölçüde
3.azarlama, paylama, sert bir şekilde
leap year /liːp jɪə(r)/ n [C] artık yıl
leapfrog /ˈliːpˌfrɒɡ/ n [U] birdirbir oyunu uyarma [sermon, reprimand]
leapfrog a lecture on art sanat üzerine bir
learn /lɜː(r)n/ v [I,T] pt, pp learned or konferans
learnt 1.öğrenmek, (derste konu) işlemek
[master, grasp, study] 2.ezberlemek, bilmek, physics lectures fizik dersleri
öğrenmek [memorize, commit to memory] lecture2 /ˈlektʃə(r)/ v [T] 1.ders vermek
3.formal fark etmek, farkına varmak
[discover, understand, find out about] [tutor, teach] 2.konferans vermek [speak, talk]
learn one’s lesson dersini almak, ağzı
yanmak 3.azarlamak, paylamak [rebuke, tell off] L
led bkz lead
learner /ˈlɜː(r)nə(r)/ n [C] formal öğrenci, leek /liːk/ n [C] pırasa
bir şeyi öğrenmekte olan kimse [apprentice, left bkz leave
student] left1 /left/ adj 1.sol 2.sol (politika)
left2 /left/ adv sola
learning /ˈlɜː(r)nɪŋ/ n [U] 1.bilgi [knowledge, left3 /left/ n 1.sol 2.sol görüşten, solcu
culture] 2.öğrenme
learnt bkz learn [socialist]
lease /liːs/ n [C] kira kontratı [contract] left-handed /ˌleft ˈhændɪd/ adj solak, sol
least1 /li:st/ det, pron en az, en küçük
[smallest, fewest] elini kullanan
least2 /li:st/ adv en az, küçük [especially not] leftover /ˈleftˌəʊvə(r)/ n [sng.pl] arta kalan
least of all özellikle
leather /ˈleðə(r)/ n [U] deri, kösele, meşin [surplus, unused]
[skin, suede, hide] leg /leg/ n [C] 1.(hayvanlarda) but, bacak
[limb] 2.bacak 3.(giysi) bacağı örten bölüm,
bacak, paça 4.(eşya) ayak, bacak bölümü
[bar, pole, support] 5. bölüm, etap [stage, lap]
a table leg masa ayağı
first leg of the race yarışın ilk etabı
pull sb’s leg şaka yoluyla kandırmaya
çalışmak
legal /ˈliːɡ(ə)l/ adj 1.yasal, yasaya uygun
[legitimate, allowed] 2.yasayla ilgili [judicial,
forensic]
legal rights yasal haklar
legend /ˈledʒ(ə)nd/ n [C] 1.efsane,
söylence [myth, tale] 2.büyük, ünlü kimse,
efsane [celebrity] 3.technical (harita, vb.’de)
açıklayıcı bilgiler [inscription, caption]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
legendary 126
legendary /ˈledʒ(ə)nd(ə)ri/ adj 1.efsanevi lethal /ˈliːθl/ adj öldürücü [deadly, dangerous]
[mythical, apocryphal] 2.ünlü, meşhur [famous, letter /ˈletə(r)/ n [C] 1.mektup [message, note]
celebrated]
2.harf [character, symbol]
leisure /ˈleʒə(r)/ n [U] boş vakit [spare time, lettuce /ˈletɪs/ n [C,U] marul
free time] level1 /ˈlev(ə)l/ n [C] rütbe, seviye, düzey
at leisure boş, serbest; acele etmeden,
acelesiz, istediğin zaman [rank, position]
lemon /ˈlemən/ n [C] limon discussion at management level
yönetim düzeyinde tartışma
lemon on the level dürüst
level2 /ˈlev(ə)l/ adj 1.düz, düzgün bir
lemonade /ˌleməˈneɪd/ n [U] limonata biçimde [flat, horizontal] 2.orantılı, aynı
lend /lend/ v [T] pt, pp lent ödünç vermek, oranda [even, consistent with]
lever /ˈliːvə(r)/ n [C] manivela, manivela
borç vermek [loan, advance] kolu, kaldıraç [handle, crowbar]
lend sb a hand birisine yardım etmek liar /ˈlaɪə(r)/ n [C] yalancı [fibber]
length /leŋθ/ n [C,U] 1.uzunluk, boy [size] liberal /ˈlɪb(ə)rəl/ adj 1.anlayışlı, tarafsız
2.süre, müddet [duration] [understanding, unbiased] 2.bol, bolca,
at length uzun bir süre sonra, sonunda pek çok [abundant, ample]
lens /lenz/ n [C] 1.mercek [glass] 2.göz liberty /ˈlɪbə(r)ti/ n [C,U] 1.özgürlük
merceği 3.objektif [viewfinder] 4.gözlük [freedom, autonomy] 2.küstahlık, cüret
camı [impertinence, impropriety]
lent bkz lend at liberty özgür
lentil /ˈlentɪl/ n mercimek Libra /ˈliːbrə/ n sng Terazi burcu
leopard /ˈlepə(r)d/ n [C] leopar, pars librarian /laɪˈbreəriən/ n [C] kütüphaneci
a leopard can’t change its spots insan library /ˈlaɪbrəri/ n [C] kütüphane
yedisinde neyse yetmişinde de odur
less1 /les/ adv daha az [not so much] library
less2 /les/ det, pron daha az [not as much,
a smaller amount of] licence, license AmE /ˈlaɪs(ə)ns/ n [C,U]
less3 /les/ prep formal eksi, hariç, çıkarınca 1.ruhsat, izin, ehliyet [certificate, permit]
[minus] 2.aşırı serbestlik [unrestraint, unruliness]
lessen /ˈles(ə)n/ v [I,T] azaltmak [decrease] 4.yetki [independence, liberty, freedom]
lesson /ˈles(ə)n/ n [C] 1.ders [class, tutorial] driving licence sürücü belgesi, ehliyet
2.ders, ibret [example, warning]
maths lesson matematik dersi lick /lɪk/ v [T] 1.yalamak, yalayıp yutmak
teach sb a lesson (cezalandırmak amaçlı) [taste, lap] 2.literary alev gibi yalayıp
ders vermek, dünyanın kaç bucak geçmek [flicker] 3.kafasını karıştırmak,
olduğunu göstermek, burnunu sürtmek şaşırtmak [defeated, beaten]
let /let/ v [T] pt, pp let izin vermek, lick sb’s boots yağ çekmek,
bırakmak, -mell, -malı, -ecek, -sin [allow, dalkavukluk etmek
permit]
let to/out kiraya vermek, kiralamak lid /lɪd/ n [C] 1.kapak [cover, cap]
let alone ... bırak, şöyle dursun 2.gözkapağı [eyelid]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
127 lip
lie1 /laı/ v [I] pt lay, pp lain 1.yatmak, like3 /laɪk/ adv mesela, örneğin [for example]
uzanmak, durmak [recline, loll] 2.yer almak, like4 /laɪk/ conj sanki, gibi [as if]
bulunmak [be situated] 3.yatmak, durmak like5 /laɪk/ adj formal gibi, benzer [similar]
[stay] likelihood /ˈlaɪklihʊd/ n [U] ihtimal, olasılık
lie down yatmak, uzanmak [probability, chance]
lie2 /laı/ v [I] yalan söylemek, aldatmak likely /ˈlaɪkli/ adj 1.olası, muhtemel
[fib, tell an untruth] [probable, anticipated] 2.uygun, mantıklı
lie3 /laı/ n [C] yalan, aldatma [falsehood, deceit] [plausible, believable] 3.-ceğe benzer, -cek
life /laɪf/ n [C,U] pl lives 1.hayat, yaşam gibi [inclined, expected]
[lifetime, existance] 2.kişi, can, yaşam, liken /ˈlaɪkən/ v [T] formal benzemek,
hareket, canlılık, hayat [being]
life and soul can katan kimse ya da şey benzetmek [compare, equate]
come to life tepki göstermek, canlanmak, likewise /ˈlaɪkwaɪz/ adv formal aynı şekilde,
hareketlenmek
de, da, ayrıca, bir de [similarly, too manner]
not on your life kesinlikle hayır lily /ˈlɪli/ n [C] zambak
life jacket, lifevest AmE /laɪfˈdʒækɪt/ n [C] limb /lɪm/ n [C] 1.kol, bacak, kanat gibi
canyeleği [life preserver inflatable jacket] gövdeye bağlı organ [part, appendage, arm/leg]
lifesaving /ˈlaɪfˌseɪvɪŋ/ n [U] can kurtarma 2. geniş ağaç dalı
lifespan /ˈlaɪfˌspæn/ n [C] yaşam süresi, limit1 /ˈlɪmɪt/ n [C] 1.limit, sınır [restriction]
2.uç, had 3.spoken sınır, tavan [capabilities,
capacity]
limit2 /ˈlɪmɪt/ v [T] sınırlamak [restricted to]
ömür uzunluğu [length of life]
lifestyle /ˈlaɪfˌstaɪl/ n [C] yaşam tarzı [way of limitation /ˌlɪmɪˈteɪʃ(ə)n/ n [C] sınırlama
life] [restriction]
lifetime /ˈlaɪfˌtaɪm/ n [C] ömür, yaşam
limited /ˈlɪmɪtɪd/ adj sınırlı, kısıtlı [restricted, L
[existence, life] controlled, rationed]
lift1 /lıft/ v [I,T] 1.yukarı kaldırmak, line /laɪn/ n [C] 1.çizgi, yol, hat [mark] 2.ip,
kaldırmak [raise, move] 2.iptal etmek sicim [string, cable] 3.sıra, dizi [row, column]
4.kırışıklık [wrinkle] 5.iş kolu, iş [job, area]
[revoke, annul] 3.(sis, duman) dağılmaya 6.replik
link1 /lınk/ v [T] 1.birbirine bağlamak,
başlamak [disappear, dispelled] birleştirmek [fasten, connect, join] 2.bağlamak
lift2 /lıft/ n [C] asansör [elevator] [associate] 3.bağlantılı olmak [relate]
light1 /laıt/ n [U] ışık [gleam, beam] link2 /lınk/ n [C] 1. bağlantı, bağ [connection]
light2 /laıt/ adj 1.hafif [weightless] 2. hafif, 2.zincir halkası [component, piece]
lion /ˈlaɪən/ n [C] aslan
yumuşak [soft] 3.(uyku) hafif 4.göz önünde the lion’s share aslan payı
bulundurarak [because of, due to]
light2 /laıt/ v [T] yakmak, açmak,
aydınlatmak [illuminate]
lighter /ˈlaɪtə(r)/ n [C] yakıcı aygıt, çakmak lion
lighthouse /ˈlaɪtˌhaʊs/ n [C] fener
lighting /ˈlaɪtɪŋ/ n [U] aydınlatma,
ışıklandırma, yakma [illumination]
lightning /ˈlaɪtnɪŋ/ n [U] şimşek [lightning bolt]
like1 /laɪk/ prep benzer, gibi [similar to]
like2 /laɪk/ v [T] 1.beğenmek, sevmek,
lip /lɪp/ n [C] 1.dudak 2.kenar, ağız [edge]
hoşlanmak [appreciate, admire] 2.istemek, pay lip service to sadece söz ile
dilemek [want, wish] 3.hazzetmek [approve] desteklemek
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
liquid 128
liquid1 /ˈlɪkwɪd/ n [C,U] sıvı, likit [fluid] live2 /lɪv/ adj 1.canlı (yayın) [happening now]
liquid2 /ˈlɪkwɪd/ adj 1.akıcı, akışkan [fluid, 2.yaşayan, diri [living] 3.dolu, patlamaya
aqueous] 2.technical likit, kolayca paraya hazır [primed, explosive] 4.elektrik yüklü/
dolu [charged]
çevrilebilen [easily exchanged for money]
lira /ˈlɪərə/ n [C] lira [currency] lively /ˈlaɪvli/ adj canlı, hareketli, hayat
list1 /lɪst/ n [C] liste, dizelge [catalogue, table, dolu, neşeli [dynamic, happy, cheerful]
index]
list2 /lɪst/ v [T] listelemek [record] liver /ˈlɪvə(r)/ n [C] karaciğer
listen /ˈlɪs(ə)n/ v [I] 1.dinlemek [hear, livestock /ˈlaɪvˌstɒk/ n [U] çiftlik hayvanları,
concentrate on] 2.spoken kulak vermek,
mal
dikkat etmek, dinlemek [pay attention] living1 /ˈlɪvɪŋ/ adj 1.canlı, yaşayan, sağ
listen [alive, active] 2.yaşayan, kullanılan, geçerli
[current, active] 3.yaşama, geçinme,
yaşam [existence, life, lifestyle]
living2 /ˈlɪvɪŋ/ n [C] hayatını kazanmak,
geçinmek [income, livelihood]
lizard /ˈlɪzə(r)d/ n [C] kertenkele
listener /ˈlɪs(ə)nə(r)/ n [C] dinleyici lizard
literacy /ˈlɪt(ə)rəsi/ n [U] 1.okur yazarlık
2.bilgi
literary /ˈlɪt(ə)rəri/ adj 1.edebiyat sever
[well-read, bookish, learned, intellectual] 2.edebi load1 /ləʊd/ n [C] 1.yük [burden] 2.taşınan
[erudite] miktar [cargo, weight] 3.(makine, vb.nin yaptığı)
literate /ˈlɪt(ə)rət/ adj 1.okur yazar [able to iş [responsibility, consignment]
read and write] 2.iyi eğitim görmüş, bilgili,
okumuş [educated, schooled] 3.belli bir a load/loads of bir sürü, dolu
alanda bilgili olan [competent] load2 /ləʊd/ v [T] yüklemek, yük doldurmak
literature /ˈlɪtrətʃə(r)/ n [U] 1.edebiyat
[books, novels] 2.tanıtım kitapçığı, broşür [fill up]
[brochures, leaflets] loaf /ləʊf/ n [C] somun ekmek [bread]
loan1 /ləʊn/ n [C] ödünç verilen şey, borç;
litre, liter AmE /ˈliːtə(r)/ n [C] litre [It] ödünç verme [advance, credit]
litter /ˈlɪtə(r)/ n [C,U] 1.çöp [rubbish, trash] loan2 /ləʊn/ v [T] ödünç vermek [lend,
2.technical (hayvan) bir batında aynı anda advance]
doğan yavrular [brood, family, young] lobby /ˈlɒbi/ n [C] 1.lobi, hol [corridor, entrance,
little1 /ˈlɪt(ə)l/ adj 1.küçük, ufak [small] hall] 2.kulis faaliyeti [pressure group]
2.genç [young, babyish] lobster /ˈlɒbstə(r)/ n [C] ıstakoz
local1 /ˈləʊk(ə)l/ adj 1.yerel, yöresel
little2 /ˈlɪt(ə)l/ det az, çok olmayan [not much]
little3 /ˈlɪt(ə)l/ pron az miktarda, birazcık [regional, provincial] 2.dar, sınırlı [restricted,
[small amount] confined]
little4 /ˈlɪt(ə)l/ adv az miktarda, az, biraz [a bit] local2 /ˈləʊk(ə)l/ n [C] (bir bölgenin) yerlisi
little5 /ˈlɪt(ə)l/ quan çok az, hemen hemen [resident, inhabitant]
local government yerel yönetim
hiç [not much]
live1 /lɪv/ v [I] 1.yaşamak oturmak, yaşamak locate /ləʊˈkeɪt/ v [T] 1.yerini öğrenmek,
[dwell, stay] 2.gereksinimlerini karşılamak, tespit etmek [find, come across]
geçinmek [exist, survive] 2.yerleştirmek, kurmak [AmE place, establish]
live and let live hoşgörülü olmak be located bulunmak, yer almak
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
129 lot
location /ləʊˈkeɪʃ(ə)n/ n [C] yer [place, look1 /lʊk/ v [I] 1.bakmak [stare]
position, locale] 2.görünmek [appear]
lock1 /lɒk/ v [I,T] kilitlemek [bolt, imprison] look after bakmak, gözetmek
lock2 /lɒk/ n [C] kilit look down on so (birini) hor görmek,
küçümsemek
look for aramak
look forward to dört gözle beklemek, iple
lock çekmek
look into araştırmak, incelemek
look over göz gezdirmek, kısaca
incelemek
look through gözden geçirmek, incelemek
locker /ˈlɒkə(r)/ n [C] kilitli dolap ya da look up iyiye gitmek
çekmece [cupboard, safe, cabinet] look up to -e saygı duymak
locomotive /ˌləʊkəˈməʊtɪv/ n [C] lokomotif look to -e güvenmek
[engine, train] look2 /lʊk/ n [C] 1.bakış, göz atma [peek,
locust /ˈləʊkəst/ n [C] çekirge glance] 2. yüz ifadesi [manner, expression]
lodging /ˈlɒdʒɪŋ/ n [U] kiralık oda veya ev loose /luːs/ adj bağsız, serbest, başıboş
[accommodation] [hanging, detached] 2.gevşek, sıkı olmayan
log /lɒɡ/ n [C] 1.kütük 2.(gemi, uçak, vb.) seyir [insecure, wobbly] 3.dağınık [untied, floating] L
defteri [record, account] 4.hafifmeşrep [promiscuous]
let loose serbest bırakmak
logger /ˈlɒɡə(r)/ n [C] oduncu, ormanda lord /lɔː(r)d/ n sng efendi, sahip [master,
ağaç kesen kimse [lumberjack] commander]
lorry /ˈlɒri/ n [C] kamyon [truck]
logic /ˈlɒdʒɪk/ n [U] 1.mantık [reason, good lose /luːz/ v [T] pt, pp lost 1.kaybetmek
sense] 2.mantık (bilimi) [mislay] 2.kaybetmek, bırakmak zorunda
the study of logic mantık eğitimi kalmak [forfeit] 3.yenilmek, mağlup olmak
logical /ˈlɒdʒɪk(ə)l/ adj mantıklı [rational,
sensible] [be defeated, come to grief, fail]
logo /ˈləʊɡəʊ/ n [C] amblem, logo [emblem] loss /lɒs/ n [C,U] 1.kaybetme, kayıp
lone /ləʊn/ adj kimsesiz, yalnız, tek [solitary,
[damage to, harm to] 2.kaybetme, yenilgi,
sole]
loneliness /ˈloʊnlinəs/ n [U] yalnızlık dezavantaj [defeat, failure] 3.zarar, ziyan
[deficit, debit]
[solitude, desolation, isolation]
lonely /ˈləʊnli/ adj 1.yalnız ve mutsuz at a loss şaşkın, afallamış
lost bkz lose
[forlorn, lonesome] 2.kimsesiz [solitary, alone] lost /lɒst/ adj 1.kayıp; yitirilmiş [missing,
long1 /lɒŋ/ adj uzun [extensive, lengthy] mislaid] 2.ne yapacağını bilemez durumda
long distance uzun mesafe olmak [confused, adrift]
long2 /lɒŋ/ advuzun zamandır [for ages] lost property kayıp eşyalar
as so long as eğer, şartıyla get lost kaybolmak
long ago uzun süre önce lot1 /lɒt/ pron informal çok, fazla [much]
longevity /lɒnˈdʒevəti/ n [U] uzun ömürlülük lot2 /lɒt/ adv informal daha (iyi, güzel vs.) [much]
lot3 /lɒt/ n [C] 1.informal bol miktar [large
[long-life]
longitude /ˈlɒndʒɪˌtjuːd/ n [C,U] boylam
long-term /lɒŋ tɜː(r)m/ adj uzun vadeli, amount] 2.hepsi, tümü [everything]
a lot, lots pek çok, epey
uzun süren [continuing, enduring] lots of money çok para
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
lottery 130
lottery /ˈlɒtəri/ n [C] 1.piyango [raffle] loyal /ˈlɔɪəl/ adj vefalı, sadık, bağlı [faithful,
2.şans [gamble, chance] constant]
lottery tickets piyango biletleri loyalty /ˈlɔɪəlti/ n [U] bağlılık, sadakat
lotus /ˈləʊtəs/ n [C] nilüfer, lotus [water lily]
loud /laʊd/ adj 1.yüksek sesli, gürültülü [faithfulness, allegiance]
luck /lʌk/ n [U] 1.şans, talih, uğur [chance,
[noisy] 2.cırlak, çiğ, cafcaflı [garish, brash] fortune] 2.başarı [success]
loudspeaker /ˌlaʊdˈspiːkə(r)/ n [C] hoparlör be in luck şanslı olmak
be out of luck şanssız olmak
[megaphone]
love1 /lʌv/ v [T] 1.birini sevmek, âşık olmak for luck şans getirsin diye
worse luck ne yazık ki, maalesef
[admire, adore] 2.bir şeyi sevmek, bir luckily /ˈlʌkɪli/ adv bereket versin ki, çok
şeyden zevk almak [like]
şükür [fortunately, happily]
would love rica etmek, istemek lucky /ˈlʌki/ adj 1.şanslı, talihli [fortunate]
2.avantaj, yararlı [advantageous]
luggage /ˈlʌɡɪdʒ/ n [U] bagaj [baggage, jags]
lullaby /ˈlʌləbaɪ/ n [C] ninni [song]
love lunar /ˈluːnə(r)/ adj ayla ilgili, aya ait [moon]
the lunar surface ay yüzeyi
love2 /lʌv/ n [C,U] 1.aşk, sevgi [attraction, lunar month kameri ay, 28 günlük ay
affection] 2.sevgili [beloved] 3.canım lunch /lʌntʃ/ n [C,U] öğle yemeği [luncheon,
[darling] 4.(tenis) sıfır [zero] dinner]
not for love or/nor money hiçbir şekilde, lung /lʌŋ/ n [C] akciğer
olanaksız luxurious /lʌɡˈzjʊəriəs/ adj konforlu, lüks
lovely /ˈlʌvli/ adj 1.güzel, hoş [attractive,
adorable, beautiful] 2.spoken nefis, harika [sumptuous, comfortable]
[enjoyable, agreeable] Iuxury /ˈlʌkʃəri/ n [U] 1.konfor, lüks
low /ləʊ/ adj 1.alçak, yüksek olmayan
2.alçak, düşük, az [little, small] 3.zayıf, [opulence, affluence] 2.gereksiz /pahalı şey,
cansız, neşesiz, halsiz [sad, unhappy] lüks [extravagance, sumptuousness]
lyric /ˈlɪrɪk/ adj lirik, içli [poetic, passionate]
lyrics /ˈlɪrɪks/ n pl şarkı sözü [words, text,
lines (of a song)]
4.(ses) az, yumuşak, alçak [quiet, soft]
5.rezil, aşağılık, saygısız [dishonest, unfair]
6.adi, bayağı, sıradan [common]
a low status job sıradan bir iş
a low ceiling alçak bir tavan
lower1 /ˈləʊə(r)/ adj 1.alt [bottom] 2.alt,
düşük [minor, inferior]
lower class işçi sınıfı, alt tabaka, aşağı
tabaka
lower2 /ˈləʊə(r)/ v [I,T] 1.aşağı indirmek
[let down] 2.azaltmak, düşürmek [reduce,
curtail]
lower case /ˈləʊə(r) keɪs/ n [U] küçük
harfler [small letters]
low-tech /ˌləʊ ˈtek/ adj teknolojik yönden
sade, düşük teknoloji [unsophisticated]
low-tech industry düşük teknolojili bir
endüstri
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
131 major
Mm magnetic /mæɡˈnetɪk/ adj 1.mıknatıslı,
manyetik [magnetised] 2.çekici [attractive,
captivating, charismatic]
magnificent /mæɡˈnɪfɪs(ə)nt/ adj 1.görkemli,
ihtişamlı, olağanüstü [splendid, glorious]
2.muhteşem, harika [excellent, brilliant]
magnify /ˈmæɡnɪfaɪ/ v [T] 1.büyütmek,
büyük göstermek [enlarge, amplify]
2.abartmak, büyütmek [overstate, exaggerate]
maid /meɪd/ n [C] bayan hizmetçi [servant,
M, m /em/ n İngiliz alfabesinin 13. harfi housemaid]
macaroni /ˌmækəˈrəʊni/ n [U] makarna maiden1 /ˈmeɪd(ə)n/ n [C] evlenmemiş kız,
bakire [girl, damsel]
[pasta] maiden2 /ˈmeɪd(ə)n/ adj 1.evlenmemiş
machine /məˈʃiːn/ n [C] 1.makine [device, kimse, bekar [unmarried, unwed] 2.ilk, birinci
engine] 2.sistem, mekanizma [system,
mechanism] [first, inaugural]
machinery /məˈʃiːnəri/ n [U] 1.makineler, mail1 AmE /meɪl/ n [U] posta, mektup [post,
ağır makine [apparatus] 2.mekanizma,
correspondence]
çark, işlemler [workings, organization] mail2 /meɪl/ v [T] postalamak, göndermek
machinist /məˈʃiːnɪst/ n [C] makinist,
[post, dispatch]
operatör [operator]
mad /mæd/ adj 1.deli, çılgın [insane, mentally mailbox AmE /ˈmeɪlˌbɒks/ n [C] posta
ill] 2.kaçık, çatlak, delirmiş [crazy] 3.informal kutusu [letter box]
kızgın, kudurmuş [angry] mailbox L
drive sb mad kızdırmak, deli etmek, M
çıldırtmak
like mad deli gibi
be mad about tutkun, hasta
madam /ˈmædəm/ n sng formal bayan,
hanımefendi [miss]
made bkz make
madman /ˈmædmən/ n [C] deli, çılgın [lunatic] main1 /meɪn/ adj 1.ana [major] 2.ana, temel
magazine /ˌmæɡəˈziːn/ n [C] 1.dergi, [key, chief]
magazin [mag, periodical] 2.depo, ambar, the main thing asıl önemli olan
cephane [storehouse, arsenal] 3.şarjör main2 /meɪn/ n pl ana boru [pipe, channel]
[cartridge, clip] mainly /ˈmeɪnli/ adv çoğunlukla, genelde
magic /ˈmædʒɪk/ n [U] büyücülük,
sihirbazlık [sorcery, conjuring] [mostly]
maintain /meɪnˈteɪn/ v [T] 1.sürdürmek,
magical /ˈmædʒɪk(ə)l/ adj sihirli, büyülü devam ettirmek [keep up, retain] 2.bakmak,
[occult, supernatural] ilgilenmek [support, care for] 3.tartışmak,
magician /məˈdʒɪʃ(ə)n/ n [C] büyücü, ısrar etmek [assert, avow]
sihirbaz [sorcerer, conjuror] maintenance /ˈmeɪntənəns/ n [U] 1.bakım,
koruma [upkeep, care] 2.sürdürme
magician [continuation] 3.nafaka [allowance, alimony]
maize /meɪz/ n [U] mısır [corn]
major /ˈmeɪdʒə(r)/ adj 1.daha büyük, daha
önemli [important, significant] 2.önemli, asıl
[special, main]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
majority 132
majority /məˈdʒɒrəti/ n [C] 1.çoğunluk management /ˈmænɪdʒmənt/ n [U]
[most, greater part] 2.sayı farkı, fark 1.yönetim, idare [administraron] 2.yönetim
[(winning) margin, gap, difference] kurulu [board]
make /meɪk/ v [T] pt, pp made 1.yapmak, manager /ˈmænɪdʒə(r)/ n [C] 1.müdür
etmek [fabricate, manufacture, produce] 2.inşa [director] 2.yönetici [supervisor, administrator]
etmek, yapmak [create, build, design] 3.menajer [boss]
3.yemek yapmak, pişirmek [cook, prepare] the production manager üretim müdürü
4.sebep olmak, sağlamak [turn into, bring mandolin, mandoline /ˌmændəˈlɪn/ n [C]
about] 5.zorlamak, zorla yaptırmak [force, mandolin
oblige] 6. başarmak, elde etmek [survive, mango /ˈmæŋɡəʊ/ n [C] hintkirazi, mango
succeed] 7.(zamanında) varmak, ulaşmak mankind /mænˈkaɪnd/ n [U] insanlık,
[reach, arrive] 8.(para) kazanmak, elde etmek insanoğlu [humankind, man]
man-made /mænmeɪd/ adj insan yapımı,
[earn, get]
make up with sb uzlaşmak, barışmak yapay [synthetic, artificial]
make it up to sb -in karşılığını vermek, manner /ˈmænə(r)/ n sng 1.formal tarz,
altında kalmamak biçim, yol [style, way] 2.davranış, davranış
made of ...den yapılmak şekli [behaviour]
made up of ...den oluşmak all manner of her tür
maker /ˈmeɪkə(r)/ n [C] üretici, yapımcı many /ˈmeni/ adj 1.çok, birçok [numerous]
[manufacturer, producer] 2.fazla [a lot of]
make-up /ˈmeɪkəʌp/ n [U] makyaj [cosmetic] how many kaç tane
malaria /məˈleəriə/ n [U] sıtma many a man/time birçok insan/kere
male1 /meɪl/ adj erkek, erkekle ilgili [manly, too many çok fazla
masculine] map /mæp/ n [C] harita [chart, diagram]
male2 /meɪl/ n [C] 1.adam, çocuk [man, boy] marathon /ˈmærəθ(ə)n/ n [C] maraton
2.erkek
mall /mɔːl/ n [C] alışveriş merkezi, kapalı
çarşı [shopping centre] marathon
malnutrition /ˌmælnjʊˈtrɪʃ(ə)n/ n [U]
yetersiz/kötü beslenme [undernourishment,
poor diet, hunger] marble /ˈmɑː(r)b(ə)l/ n [U] 1.mermer
mammal /ˈmæm(ə)l/ n [C] memeli 2.bilye, zıpzıp, misket
mammoth /ˈmæməθ/ n [C] mamut
man /mæn/ n [C] pl men 1.adam, erkek March /mɑː(r)tʃ/ n sng man ayı [Mar]
march1 /mɑː(r)tʃ/ v [I,T] düzenli adımlarla
[male person] 2.insan, kişi [human, human
being] 3.insanlık, insanoğlu [mankind, Homo
sapiens] yürümek [walk, stride]
a polite young man kibar genç bir adam march2 /mɑː(r)tʃ/ n [C] yürüyüş [parade]
the man in the street sıradan bir kimse, margarine /ˌmɑː(r)dʒəˈriːn/ n [U] margarin
marine /məˈriːn/ adj deniz ile ilgili [aquatic]
sokaktaki adam, vatandaş
man of the world görmüş geçirmiş kimse marital /ˈmærɪt(ə)l/ adj evlilikle ilgili
manage /ˈmænɪdʒ/ v [I,T] 1.yönetmek,
[conjugal, connubial]
idare etmek [administer, deal with] 2.kontrol marital status evlilik durumu, medeni hal
altına almak, dizginlemek, dize getirmek mark1 /mɑː(r)k/ n [C] 1.işaret, çizgi [sign]
[handle, control] 3.başarmak, becermek, 2.çizik, leke [spot, stain] 3.belirti, iz, alâmet
yapmak, üstesinden gelmek [succeed, [symbol, indication] 4.iz, yara izi [scar, blemish]
accomplish] 4.becermek, sürdürmek, 6.iz bırakmak, yer etmek [influence,
devam ettirmek, yapabilmek [cope, carry on] impression]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
133 maze
mark2 /mɑː(r)k/ v [I,T] 1.düzeltmek, not match2 /mætʃ/ [T] uymak, yakışmak
vermek [correct, score] 2.işaretlemek, mate /meɪt/ n [C] 1.informal arkadaş, dost
belirtmek [label] 3.çizmek, karalamak, [companion] 2.ikinci kaptan [executive officer]
bozmak, oyulmak [scar, scratch] 3.(hayvan) eş [partner]
market /ˈmɑː(r)kɪt/ n [C] 1.çarşı, pazar material1 /məˈtɪəriəl/ n [C,U] 1.bilgi
2.piyasa, istek, talep [trade, commerce] [information, data] 2.kumaş, dokuma [cloth,
3.borsa [stock exchange] fabric]
market price piyasa fiyatı material2 /məˈtɪəriəl/ adjmaddi, madde
marketing /ˈmɑː(r)kɪtɪŋ/ n [U] pazarlama, [physical, concrete]
satış [advertising] materialism /məˈtɪəriəˌlɪz(ə)m/ n [U]
marriage /ˈmærɪdʒ/ n [C] 1.evlenme, materyalizm
evlenme töreni [wedding] 2.evlilik [matrimony, mathematician /ˌmæθ(ə)məˈtɪʃ(ə)n/ n [C]
wedlock] matematikçi
mathematics /ˌmæθəˈmætɪks/ n [U]
marriage matematik [maths]
maths, math AmE /mæθs/ n [U] informal
matematik [mathematics]
matter1 /ˈmætə(r)/ n [C] 1.özdek, madde,
married /ˈmærid/ adj evli cisim [substance] 2.iş, sorun, konu, mesele,
marry /ˈmæri/ v [I,T] 1.evlendirmek, nikah
aksilik, dert [problem] 3.konu, içerik [contents]
yapmak [wed, join, unite] 2.(ile) evlenmek [wed]
Mars /marz/ n sng Mars 4.konu [subject, issue]
marvel /ˈmɑː(r)v(ə)l/ n [C] şaşılacak şey,
a matter of course olağan bir şey,
mucize [miracle]
marvellous, marvelous AmE /ˈmɑː(r)vələs/ sıradan olay
adj harika, muhteşem [wonderful, excellent] a matter of life and/or death ölüm kalım
meselesi M
as a matter of fact aslında, işin doğrusu
mask /mɑːsk/ n [C] 1.maske 2.örtü, maske a matter of taste/opinion zevk, fikir
[disguise, camouflage] 3.(yüz) maskesi matter2 /ˈmætə(r)/ v [I] önemli olmak, fark
mass1 /mæs/ n [C] kütle, küme, yığın [heap, etmek [mean, be important]
pile] mature /məˈtʃʊə(r)/ adj 1.olgun, mantıklı
mass2 /mæs/ adj geniş çapta, büyük [huge] [sensible] 2.olmuş, olgun [fully grown]
massage /ˈmæsɑːʒ/ n [C,U] masaj 3.yetişkin [grown-up, adult]
massive /ˈmæsɪv/ adj büyük, iri, kocaman a mature tree olgun bir ağaç
[enormous] maximise, maximize AmE /ˈmæksɪmaɪz/ v
master /ˈmɑːstə(r)/ n [C] 1.üstat, usta [expert] [T] azami hadde çıkarmak [increase, build up]
2.asıl suret [original] 3.master derecesi, maximum /ˈmæksɪməm/ adj en yüksek
yüksek lisans [post-graduate] derece, maksimum [greatest, highest]
mastery /ˈmɑːstəri/ n [C,U] hakimiyet, May /meı/ n [C,U] Mayıs (ay)
may /meı/ modal v muhtemel olmak, olası
üstünlük
mat /mæt/ n [C] hasır, paspas [rug]
olmak, -ebilmek [might]
maybe /ˈmeɪbi/ adv belki [perhaps]
matador /ˈmætədɔː(r)/ n [U] matador mayonnaise /ˌmeɪəˈneɪz/ n [U] mayonez
match1 /mætʃ/ n [C] 1.maç, karşılaşma
mayor /meə(r)/ n [C] belediye başkanı
[game] 2.kibrit 3.birbirine uygun olma
[partnership pair] [governor]
a match for sb denk, akran maze /meɪz/ n [C] labirent [labyrinth]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
me 134
me /mi:/ pron 1.beni 2.bana 3.ben medicinal /məˈdɪs(ə)nəl/ adj iyileştirici,
meal /miːl/ n [C,U] yemek tedavi edici olan, tıbbi [therapeutic, curative]
mean1 /miːn/ v [T] pt, pp meant
medicine /ˈmed(ə)s(ə)n/ n [C,U] 1.ilaç
1. ... anlamına gelmek, demek [signify] [drug, remedy] 2.tıp, hekimlik [medical, scince]
2.amaçlamak, niyet etmek, istemek [intend] medieval, mediaeval /ˌmediˈiːv(ə)l/ adj
mean2 /miːn/ adj 1.pinti, cimri [miserly] ortaçağa özgü, ortaçağa ait
2.kaba, çirkin [rude, unkind] 3.huysuz, medium1 /ˈmiːdiəm/ adj orta [middle, average]
haşin [bad tempered, cruel] a medium-sized book orta boy
meaning /ˈmiːnɪŋ/ n [C,U] 1.anlam [essence, büyüklükte bir kitap
sense] 2.önem, değer, anlam [purpose, medium2 /ˈmiːdiəm/ n [C] pl media
significance] 1.vasıta, araç [means, method] 2.medyum
meaningful /ˈmiːnɪŋf(ə)l/ adj 1.anlamlı [psychic, fortune-teller]
meet /miːt/ v [I,T] pt, pp met 1.rastlamak,
[significant, important] 2.manalı [expressive, rast gelmek, karşılaşmak [encounter, bump
suggestive]
means /miːnz/ n pl 1.araç, çare, vasıta, yol into] 2.tanışmak [be introduced to]
[method, way] 2.spoken tabii ki, elbette [of 3.karşılamak [collect] 4.buluşmak, görüşmek
course]
leant bkz mean [come together, be acquainted] 5.toplanmak,
meanwhile /ˈmiːnˌwaɪl/ adv bu arada [at the bir araya gelmek [gather, assemble]
6.değmek, dokunmak, buluşmak
same time, in the meantime]
measles /ˈmiːz(ə)lz/ n [U] kızamık
[converge, touch, come together] 7.karşılamak,
measure1 /ˈmeʒə(r)/ v [I,T] ölçmek, hesap yerine getirmek, tatmin etmek, doyurmak,
etmek [calculate, assess] uygun [satisfy] 8.ödemek, karşılamak
measure2 /ˈmeʒə(r)/ n [C] 1.ölçü, ölçü birimi more than meets the eye göründüğü gibi
[scales] 2.önlem [precaution, step] 3.ölçü [size, meeting /ˈmiːtɪŋ/ n [C] 1.karşılaşma
amount] [encounter] 2.buluşma [appointment] 3.toplantı,
measurement /ˈmeʒə(r)mənt/ n [C,U] miting [conference, assembly]
1.ölçüm [calculation, assessment] 2.ölçü [size] mega /ˈmeɡə/ adj 1.super, büyük,muazzam
meat /miːt/ n [U] et [very large, jumbo, mammoth] 2.milyon katı
meatball /ˈmiːtˌbɔːl/ n [C] köfte [units of measurements of one million]
mechanic /mɪˈkænɪk/ n [C] tamirci [technician]
medal /ˈmed(ə)l/ n [C] madalya [award] a mega store büyük bir mağaza
megabyte /ˈmeɡəˌbaɪt/ n [C] megabayt,
bilgisayar birimi
melody /ˈmelədi/ n [C,U] melodi, ezgi [tune]
melon /ˈmelən/ n [C,U] kavun [honeydew,
medal watermelon]
melt /melt/ v [I,T] 1.erimek, eritmek [thaw]
3.yumuşamak, yumuşatmak [soften]
media /ˈmiːdiə/ n pl medium kitle iletişim melt away kaybolmak, eriyip gitmek
araçları, medya [television, radio, newspaper] member /ˈmembə(r)/ n [C] üye, aza
membership /ˈmembə(r)ʃɪp/ n [U] 1.üyelik
medical /ˈmedɪk(ə)l/ adj tıbbi, iyileştirici
[medicinal] [subscription] 2.üyeler [associates]
memorial /məˈmɔːriəl/ n [C] anıt, abide
medical advice tıbbi tavsiye [monument, cenotaph]
medication /ˌmedɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C,U] ilaçla memorise, memorize AmE /ˈmeməraɪz/ v
tedavi, ilaç [medicine] [T] ezberlemek [remember, learn by heart]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
135 microwave
memory /ˈmem(ə)ri/ n [C,U] 1.bellek, hafıza meteor /ˈmiːtiə(r)/ n [C] akanyıldız, göktaşı,
[recall] 2.anı, hatıra [recollection] 3. ... anısına meteor [shooting star, meteorite]
meteorology /ˌmiːtiəˈrɒlədʒi/ n [U]
[commemoration, remembrance]
mend /mend/ v [I,T] 1.onarmak, tamir
meteoroloji, havabilgisi
etmek [repair, fix] 2.düzeltmek [improve, restore] method /ˈmeθəd/ n [C] 1.yöntem, yol [way,
3.(yırtık, sökük, vb.) dikmek, yamamak [patch system, means] 2.formal düzen, tertip, sistem
up] 4.informal iyileşmek [recover, heal]
[technique]
metre, meter AmE /ˈmiːtə(r)/ n [C,U]
mend one’s ways davranış şeklini
düzeltmek 1.metre 2.sayaç, saat [gauge]
meningitis /ˌmenɪnˈdʒaɪtɪs/ n [U] menenjit metric /ˈmetrɪk/ adj metrik, metre ile ilgili
metropolis /məˈtrɒpəlɪs/ n [C] büyük kent,
hastalığı
mental /ˈment(ə)l/ adj 1.zihinsel, akılsal anakent, metropol [city]
metropolitan /ˌmetrəˈpɒlɪt(ə)n/ adj ana
[psychiatric] 2.akli, akıl, zekâ [cerebral]
3.çatlak, kaçık, deli [insane] kente ait [city, urban]
mental hospital akıl hastanesi Mexican /ˈmeksɪkən/ adj Meksikalı
mention1 /ˈmenʃ(ə)n/ v [T] anmak, miaow /mjaʊ/ v [I] miyavlamak [meow]
bahsetmek, ima etmek, sözünü etmek micro /maɪkrəʊ/ prefix küçük, çok ufak [small]
[state, talk about] micro organism küçük organizma
mention2 /ˈmenʃ(ə)n/ n [C,U] ima, anma, microbe /ˈmaɪkrəʊb/ n [C] mikrop
microchip /ˈmaɪkrəʊˌtʃɪp/ n [C] mikroçip, bir
bahsetme, söz etme, söylem [reference]
menu /ˈmenjuː/ n [C] yemek listesi, menü entegre devreyi taşıyan yarı iletken [chip]
microphone /ˈmaɪkrəˌfəʊn/ n [C] mikrofon
[list]
merchant /ˈmɜː(r)tʃ(ə)nt/ n [C] tüccar, tacir [mike]
[trader, dealer] M
merciful /ˈmɜː(r)sɪf(ə)l/ adj sevecen,
bağışlayıcı, merhametli, şefkatli [kind,
forgiving] microphone
mercy /ˈmɜː(r)si/ n [U] merhamet, acıma,
insaf [compassion, clemency] microscope /ˈmaɪkrəˌskəʊp/ n [C]
meridian /məˈrɪdiən/ n [C] meridyen
mess /mes/ n [U] 1.karışıklık, düzensizlik
[chaos, confusion] 2.kirlilik, pislik [dirtiness,
untidiness] 3.kötü durum, zor durum, dert, mikroskop
belâ [problem, difficulty]
make a mess of yüzüne gözüne microscope
bulaştırmak, berbat etmek
message /ˈmesɪdʒ/ n [C] 1.haber, mesaj,
ileti [note, memo] 2.ana fikir, düşünce,
mesaj [meaning, moral]
messenger /ˈmes(ə)ndʒə(r)/ n [C] haberci, microscopic /ˌmaɪkrəˈskɒpɪk/ adj
ulak [courier, carrier] mikroskopik, çok küçük [tiny]
met bkz meet microwave /ˈmaɪkrəˌweɪv/ n [C] mikrodalga,
metal /ˈmet(ə)l/ n [C,U] metal, maden
metallic /mɪˈtælɪk/ adj 1.metalik, madeni, radyo mesajı göndermek, yemek pişirmek
amacıyla kullanılan kısa elektrik dalgası
sert [tinny] 2.metalik, parlak [shiny] [microwave oven]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
mid- 136
mid- /mid/ prefix orta, ortasında [middle] millilitre, milliliter AmE /ˈmɪlɪˌliːtə(r)/ n [C]
midday /ˌmɪdˈdeɪ/ n [U] öğle vakti, öğle [noon] mililitre, litrenin binde biri [ml]
middle1 /ˈmɪd(ə)l/ n orta [centre] millimetre, millimeter AmE /ˈmɪlɪˌmiːtə(r)/
middle2 /ˈmɪd(ə)l/ adj ortadaki, orta [centre] n [C] milimetre, metrenin binde biri [mm]
million /ˈmɪljən/ num [C,U] milyon [1.000,000]
Middle Ages ortaçağ
middle class orta sınıf millionaire /ˌmɪljəˈneə(r)/ n [C] milyoner
the Middle East Ortadoğu [rich person]
midnight /ˈmɪdˌnaɪt/ n [U] gece yarısı [twelve millionth /ˈmɪljənθ/ adj milyon defa,
o’clock]
milyonuncu [1.000,000th]
midst /mɪdst/ n sng orta, orta kesim [in the mimic /ˈmɪmɪk/ v [T] birisinin konuşma
middle]
might /maɪt/ modal v muhtemel olmak, şeklini veya davranışlarını taklit etmek
[imitate, copy]
olası olmak, e bilmek [may] minaret /ˌmɪnəˈret/ n [C] minare
migraine /ˈmaɪɡreɪn/ n [C] migren, çok acı mind1 /maɪnd/ n [C,U] 1.us, akıl, anlak
veren bir çeşit baş ağrısı [severe headache] [attention, thoughts] 2.bellek, anımsama,
migrate /maɪˈɡreɪt/ v [I] göç etmek, göçmek hafıza, akıl [memory, recollection]
[move, travel, journey] change one’s mind düşünce ya da fikir
migration /maɪˈɡreɪʃ(ə)n/ n [C] göç etme, değiştirmek
göç [wandering, emigration] mind2 /maɪnd/ v [I,T] 1.hoş görmek, -e
migratory /ˈmaɪɡrət(ə)ri/ adj göçücü, bilmek, mahsuru yoksa [be willing, tolerate]
2.ilgilenmek, bakmak [look after]
göçmen [itinerant, migrant]
mild /maɪld/ adj 1.yumuşak huylu, ağır başlı, mindful /ˈmaɪn(d)f(ə)l/ adj formal dikkat
eden, önem veren, bilincinde olan
nazik, kibar [gentle, calm] 2.yumuşak, [aware, alert]
ılımlı, ılıman, mutedil [slight, moderate]
mine1 /maɪn/ pron benimki [belongs to me]
3.hafif (tat) [bland (taste)] mine2 /maɪn/ n [C] maden [pit, excavation]
military /ˈmɪlɪt(ə)ri/ adj askerler, askeri
coal mine kömür madeni
[armed forces, army] miner /ˈmaɪnə(r)/ n [C] madenci, maden
military targets askeri hedefler işçisi [collier]
milk /mɪlk/ n [U] süt
milkshake /ˈmɪlkˌʃeɪk/ n [C] süt ve
coal miner kömür madeni işçisi
dondurma karışımı bir içecek, milkşeyk
mill /mɪl/ n [C] değirmen [factory]
miner
mill
millennium /mɪˈleniəm/ n [C] binyıl, bin mineral /ˈmɪn(ə)rəl/ n [C] mineral, maden,
yıllık dönem [a thousand years] toprağın altından çıkarılan herhangi bir
madde
miller /ˈmɪlə(r)/ n [C] değirmenci,
değirmenin sahibi mini- /ˈmɪni/ prefix küçük, ufak [tiny]
miniature /ˈmɪnətʃə(r)/ n [C] minyatür, ufak
milligramme, milligram AmE /ˈmɪlɪˌɡræm/
n [C] miligram, bir gramın binde biri [mg] ölçülerde kopyası yapılmış [small, diminutive]
minibus /ˈmɪniˌbʌs/ n [C] minibüs [small bus]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
137 model
minimal /ˈmɪnɪm(ə)l/ adj en az, asgari, mission /ˈmɪʃ(ə)n/ n [C] görev [task,
küçücük [very little] assignment]
minimum /ˈmɪnɪməm/ adj en az miktar, en missionary /ˈmɪʃ(ə)n(ə)ri/ n [C] misyoner
ufak derece, asgari [smallest, lowest] [evangelist, preacher]
mining /ˈmaɪnɪŋ/ n [U] madencilik misspelling /mɪsˈspelɪŋ/ n [C,U] yazım
coal mining kömür madenciliği hatası [spelling mistake]
minister /ˈmɪnɪstə(r)/ n [C] bakan, vekil mist /mɪst/ n [C,U] sis, duman [haze, light fog]
mistake1 /mɪˈsteɪk/ n [C] yanlış, hata [error]
[politician] mistake2 /mɪˈsteɪk/ v [T] pt, mistook pp,
the Foreign Minister dışişleri bakanı mistaken -e benzetmek [confuse, mix up]
ministry /ˈmɪnɪstri/ n [C] bakanlık mister /ˈmɪstə(r)/ n sng Bay [Mr]
mistook bkz mistake
[government department] misty /ˈmɪsti/ adj sisli, puslu [foggy, blurred]
the Ministry of Defence Savunma a misty evening puslu bir akşam
Bakanlığı misunderstand /ˌmɪsʌndə(r)ˈstænd/ v [I,T]
mint /mɪnt/ n [C] 1.naneli [herb] 2.darphane
minus /ˈmaɪnəs/ prep 1.eksi [subtract] pt, pp misunderstood yanlış anlamak
2.informal eksilmiş, eksik [without, lacking]
minute /ˈmɪnɪt/ n [C] 1.dakika [min] 2.birkaç
dakika içinde [very quickly] [misinterpret, mistake]
miracle /ˈmɪrək(ə)l/ n [C] mucize [wonder, misunderstanding /ˌmɪsʌndə(r)ˈstændɪŋ/ n
marvel]
mirror /ˈmɪrə(r)/ n [C] ayna [looking-glass] [C,U] yanlış anlama [mix-up,
misinterpretation, mistake]
misunderstood bkz misunderstand
mix1 /mıks/ v [I,T] 1.birbirine karıştırmak
[mingle, blend] 2.karışmak, birleşmek
mirror [combine]
mix2 /mıks/ n sng 1.kombinasyon
M
[combination] 2.hazır karışım [mixture]
mixed /mɪkst/ adj 1.karışık, karma, çeşitli
mis- /mıs/ prefix kötü, yanlış [wrong] [varied, assorted] 2.karmaşık [diverse, motley]
miser /ˈmaɪzə(r)/ n [C,U] cimri, para canlısı mixer /ˈmɪksə(r)/ n [C] karıştırıcı, mikser
[scinflint] [blender]
miserable /ˈmɪz(ə)rəb(ə)l/ adj mutsuz,
cement mixer çimento karıştırıcısı
mixture /ˈmɪkstʃə(r)/ n [C] karışım [blend,
perişan, sefil [unhappy]
misery /ˈmɪzəri/ n [C,U] büyük mutsuzluk, variety]
sefalet, ıstırap [unhappiness, suffering]
mislead /mɪsˈliːd/ v [I,T] pt, pp misled mobile1 /ˈməʊbaɪl/ adj seyyar, gezici,
hareketli, yürüyebilen [movable, moving]
yanlış yola sevk etmek, yanıltmak, yanlış mobile2 /ˈməʊbaɪl/ n [C] (iplerle asılan portatif)
süsleme
yönlendirmek [misdirect, misinform]
misled bkz mislead mobile phone /ˈməʊbaɪl fəʊn/ n [C] cep
miss1 /mɪs/ v [I,T] 1.ıskalamak [fail to hit/catch] telefonu [mobile, cell phone]
2.(söyleneni) kaçırmak 3.(otobüs, tren) model1 /ˈmɒd(ə)l/ n [C] 1.örnek, model
yetişememek, kaçırmak [arrive late for, fall to
arrive in time for] 4.özlemek [want, need, pine for, [pattern, example] 2.model, maket [copy,
representation] 3.örnek (alınan) [ideal]
yearn for] 5.yokluğunu farketmek,
4.manken, model [mannequin]
kaybettiğini anlamak [mislay, misplace]
miss2 /mɪs/ n [C] 1.ıska [failure to hit/catch]
2.spoken Miss (bekar) bayan a model pupil örnek bir öğrenci
a fashion model moda mankeni
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
model 138
model2 /ˈmɒd(ə)l/ v [I,T] 1.modellik yapmak Monday /ˈmʌndeɪ/ n [C,U] pazartesi
[wear, show] 2.benzetmek [design, plan, base] monetary /ˈmʌnɪt(ə)ri/ adj parasal [financial,
modem /ˈməʊdem/ n [C] bilgisayardan
budgetary]
money /ˈmʌni/ n [U] para [cash, capital]
bilgisayara bilgi aktaran aygıt; modem monkey /ˈmʌŋki/ n [C] 1.maymun [primate]
[data transfer equipment]
moderate /ˈmɒd(ə)rət/ adj 1.ölçülü, mutedil, 2.informal yaramaz çocuk, afacan [rascal,
makul [average, reasonable] 2.ılımlı [mild, steady] scamp]
modern /ˈmɒdə(r)n/ adj çağdaş, modern monkey business dolap, hile, üçkâğıt
[contemporary] mono-, mon- /ˈmɒnəʊ/ prefix mono
monopoly /məˈnɒpəli/ n [C] tekel [control,
modernise, modernize AmE /ˈmɒdə(r)naɪz/
v [T] yenilemek, modernize etmek domination]
[renew, update] monotony /məˈnɒtəni/ n [U] tekdüzelik,
modernism /ˈmɒdə(r)ˌnɪz(ə)m/ n [U] monotonluk [tedium, boredom]
çağdaşlık, yenilik taraftarlığı [modernity] monster1 /ˈmɒnstə(r)/ n [C] 1.canavar
modernity /mɒˈdɜː(r)nəti/ n [U] formal [creature] 2.dev, azman [huge, colossal]
yenilik, çağdaşlık [the present day] 3.canavar ruhlu kimse, gaddar, zalim
[brute, beast]
modest /ˈmɒdɪst/ adj alçakgönüllü, monster2 /ˈmɒnstə(r)/ adj informal dev, iri,
mütevazı [ordinary, simple] kocaman [huge, colossal]
modification /ˌmɒdɪfɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [C] bir
şeyde yapılan değişiklik, modifikasyon
[change, adjustment]
modify /ˈmɒdɪfaɪ/ v [T] bir şeyde hafif bir
değişiklik yapmak [change, adapt] monster
module /ˈmɒdjuːl/ n [C] 1.ders, kurs
[course] 2.bölüm, kısım [section]
moist /mɔɪst/ adj rutubetli, nemli [damp, humid]
moisten /ˈmɔɪs(ə)n/ v [I,T] ıslatmak,
nemlenmek [dampen] month /mʌnθ/ n [C] ay
monthly /ˈmʌnθli/ adj ayda bir, aylık [every
moisture /ˈmɔɪstʃə(r)/ n [U] rutubet, nem month]
[damp, dew] monument /ˈmɒnjʊmənt/ n [C] 1.anıt
mole /məʊl/ n [C] köstebek [memorial, statue] 2.olağanüstü eser, dev
molecule /ˈmɒlɪˌkjuːl/ n [C] molekül, yapıt [building, site]
özdecik [particle] an ancient monument eski zamanlardan
kalma dev yapıt
protein molecule protein molekülü moo /muː/ n [C] inek sesi, mö [low]
mom AmE /mɒm/ n [C] informal anne
(short for momma) [mum, mummy] mood /muːd/ n [C] 1.ruhsal durum, ruh hali,
moment /ˈməʊmənt/ n [C] 1.kısa süre, an, hava [temper, disposition] 2.aksilik, huysuzluk
dakika [minute, second] 2.önemli an [point, [bad temper, bad mood]
time, stage] moon /muːn/ n [C] 1.ay 2.uydu
at the moment şu anda, şimdi full moon dolunay
mommy AmE /ˈmɒmi/ n [C] anne [mummy, new moon hilal
mum] once in a blue moon kırk yılda bir
monarchy /ˈmɒnə(r)ki/ n [U] 1.monarşi over the moon çok mutlu, sevinçten uçan
yönetimi, krallık [sovereignty] 2.monarşiyle promise sb the moon birisine
yönetilen devlet [kingdom, empire] yapamayacağı bir şeyi vaat etmek
modern monarchy modern monarşi moonlight /ˈmuːnˌlaɪt/ n [U] ay ışığı
European monarchies Avrupa monarşileri [moonbeam]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
139 moustache
moral1 /ˈmɒrəl/ adj 1.ahlaki [ethical] motion /ˈməʊʃ(ə)n/ n [C,U] 1.devinim,
2.temiz ahlaklı hareket [movement, flow] 2.önerge [proposal,
a moral woman ahlaklı bir kadın proposition, recommendation] 3.formal işleme,
moral2 /ˈmɒrəl/ n [C] ahlak dersi, öğüt çalışma [action, progress]
verme [lesson, meaning] motion picture sinema filmi
morals iyi davranış ölçüleri slow motion ağır çekim
morale /məˈrɑːl/ n [U] moral [mood, confidence] motivate /ˈməʊtɪveɪt/ v [T] motive etmek,
more1 /mɔː(r)/ pron daha fazlası [a greater
teşvik etmek [inspire, arouse]
motivation /ˌməʊtɪˈveɪʃ(ə)n/ n [U] 1.neden,
amount]
more2 /mɔː(r)/ adv
motive eden şey [incentive, inspiration, motive]
and what’s more üstelik 2.motivasyon [ambition, inducement]
more and more gittikçe, gitgide motive /ˈməʊtɪv/ n [C] neden, güdü, dürtü
more or less aşağı yukarı, yaklaşık [reason, grounds]
the more ... the more ... ne kadar ... o motor /ˈməʊtə(r)/ n [C] motor [engine]
kadar ... motorbike /ˈməʊtə(r)ˌbaɪk/ n [C] motosiklet
more3 /mɔː(r)/ det 1.daha fazla, daha çok
[a greater amount] 2.daha, daha çok [bike, motorcycle]
motorcycle /ˈməʊtə(r)ˌsaɪk(ə)l/ n [C]
[additional, extra] motosiklet [motorbike, bike]
moreover /mɔːrˈəʊvə(r)/ adv bundan başka,
üstelik, zaten [furthermore, additionally] motorbike/
morgue /mɔː(r)ɡ/ n [C] morg [mortuary] motorcycle
morning /ˈmɔː(r)nɪŋ/ n [C,U] sabah
mortal /ˈmɔː(r)t(ə)l/ adj 1.fani, ölümlü
[human, physical] 2.ölümcül [grave, sadly] motorway /ˈməʊtə(r)ˌweɪ/ n [C] otoyol M
mosaic /məʊˈzeɪɪk/ n [C,U] mozaik [highway]
Moslem /ˈmɒzləm/ n [C] Müslüman [Muslim]
mosque /mɒsk/ n [C] cami mount /maʊnt/ n [C] 1.dağ, tepe [mountain]
mosquito /mɒˈskiːtəʊ/ n [C] sivrisinek 2.formal binek hayvanı [horse] 3.zemin,
mosquito temel
mountain /ˈmaʊntɪn/ n [C] 1.dağ [mount,
peak] 2.çokluk, yığın [heap]
most1 /məʊst/ adv oldukça [very, extremely] a mountain of laundry bir yığın çamaşır
most2 /məʊst/ det 1.pek çok [nearly all]
2.en, en çok [greatest/highest mount] 3.en
the most beautiful en güzeli mountain
most3 /məʊst/ pron çoğunluğu [nearly all,
majority]
mostly /ˈməʊs(t)li/ adv çoğunlukla, çoğu,
çoğu kez [predominately, mainly] mourn /mɔː(r)n/ v [I,T] yas tutmak, matem
motel /məʊˈtel/ n [C] motel [hotel]
mother /ˈmʌðə(r)/ n [C] 1.ana, anne [mum,
mummy] 2.kaynak, köken [origin, source] tutmak, kederlenmek [grieve]
mother tongue anadil mouse /maʊs/ n [C] pl mice fare
motif /məʊˈtiːf/ n [C] 1.motif [design, moustache, mustache AmE /məˈstɑːʃ/ n
decoration] 2.konu, tema [theme, concept] [C] bıyık
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
mouth 140
mouth /maʊθ/ n [C] 1.ağız 2.giriş yeri, ağız much2 /mʌtʃ/ det çok fazla [a lot of]
[aperture, opening] much3 /mʌtʃ/ pron çok [a lot]
mud /mʌd/ n [U] çamur [soil, dirt, muck]
down in the mouth neşesiz
take the words out of sb’s mouth lafı mud
ağzından almak
by word of mouth ağızdan ağıza
mouth muezzin /muˈezɪn/ n [C] müezzin
mug /mʌɡ/ n [C] 1.kulplu bardak, maşrapa
move1 /muːv/ v [I,T] 1.hareket ettirmek,
kımıldatmak, oynatmak [wriggle, shift] [cup] 2.(argo) yüz, surat [face, appearance, look]
2.hareket etmek, kımıldamak [stir] 3.spoken informal enayi, avanak [fool]
3.ilerlemek, yürümek, gitmek, hareket
etmek [walk] 4.ilerlemek, gelişmek, sona mug
yaklaşmak [progress] 5.taşınmak [relocate,
migrate, leave, depart, go] 6.etkilemek, mule /mjuːl/ n [C] katır
duygulandırmak [touch, affect, excite] as stubborn as a mule katır gibi inatçı
7.önermek [propose]
multi- /mʌlti/ prefix çok [many]
move2 /muːv/ n [C] 1.hareket, kımıldama multimedia /ˌmʌltiˈmiːdiə/ adj multimedya
[action, gesture, movement] 2.hareket halinde, multiple /ˈmʌltɪp(ə)l/ adj birden fazla,
seyahat halinde [moving, in motion, travelling]
birçok, çeşitli [several, many]
movement /ˈmuːvmənt/ n [C] 1.yer multiplication /ˌmʌltɪplɪˈkeɪʃ(ə)n/ n [U]
değiştirme, hareket [motion, action]
2.hareket, eylem, faaliyet [group, campaign] 1.çarpım 2.artış, çoğalma [rise, increase]
multiplication table çarpım tablosu
movie /ˈmuːvi/ n [C] film [film] multiply /ˈmʌltɪplaɪ/ v 1.(by ile) çarpmak
moving /ˈmuːvɪŋ/ adj 1.dokunaklı, acıklı, [times] 2.çoğalmak, artırmak [increase]
3.üremek [breed]
duygulandırın [emotional] 2.hareket eden, mum /mʌm/ n [C] anne [mother, mom, mummy]
oynak [mobile, movable] mummy /ˈmʌmi/ n [C] 1.mumya [preserved
MP3 /ˌem piː ˈθriː/ n [C] az bir yere dead body] 2.anne [mother, mum]
yüksek kalitede sesi alabilen bilgisayar mumps /mʌmps/ n [U] kabakulak
dosyası ya da teknolojik bir alet municipality /mjuːˌnɪsɪˈpæləti/ n [C]
Mr, Mr. AmE /ˈmɪstə(r)/ abbr Bay [mister] belediye [city, borough]
Mrs, Mrs. AmE /ˈmɪsɪz/ abbr (evli) Bayan murder1 /ˈmɜː(r)də(r)/ n [C,U] adam
[missus, missis] öldürme, cinayet [kill, assassinate, execute]
Ms /mɪz/ abbr (evli ya da bekar) Bayan murder2 /ˈmɜː(r)də(r)/ v [T] 1.öldürmek,
much1 /mʌtʃ/ adv 1.çok, epey, hayli, pek katletmek [kill] 2.informal mahvetmek,
[a lot] 2.hemen hemen, birçok yönden, bozmak [ruin]
epey, hayli [more or less, a good deal] 3.pek
[very]
much as -e rağmen [although]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
141 mythology
muscle1 /ˈmʌs(ə)l/ n [C,U] 1.kas, adale my /maɪ/ det benim
2.güç, kuvvet [power, force] on my own kendi kendime, yalnız başıma
stomach muscles karın kasları
myself /maɪˈself/ pron ben, kendim,
muscle2 /ˈmʌs(ə)l/ v [I] zorlamak, kendimi, kendime
istenmeyen bir yere zorlayarak girmek by myself yalnız başıma, kendi kendime,
[force, interfere] yardımsız
museum /mjuːˈziːəm/ n [C] müze [gallery] mysterious /mɪˈstɪəriəs/ adj esrarengiz,
mushroom /ˈmʌʃruːm/ n [C] mantar [fungus] gizemli [strange, bizarre, enigmatic, furtive]
mushroom mystery /ˈmɪst(ə)ri/ n [C] 1.anlaşılmaz şey,
gizem, esrar [puzzle, conundrum] 2.(edebiyat,
music /ˈmjuːzɪk/ n [U] 1.müzik [melody, tune] sinema, vb.) sır, giz, gizem [secrecy]
2.müzik sanatı ya da eğitimi [musicology] 3.polisiye/cinayet öyküsü [murder mystery,
3.nota, sembol [note] detective novel]
musical /ˈmjuːzɪk(ə)l/ adj 1.müzikal, müzikle mystique /mɪˈstiːk/ n [U] mistik, gizem
ilgili, müzik 2.müziksever, müziğe [fascination, awe]
yetenekli [skilled, gifted] 3.müzikli, hoş
melodili [tuneful, melodious] myth /mɪθ/ n [C,U] 1.söylence, mit, efsane
[legend, allegory, fable] 2.uydurma şey, masal
musician /mjuˈzɪʃ(ə)n/ n [C] müzisyen [false idea, story]
[performer, virtuoso]
mythology /mɪˈθɒlədʒi/ n [C,U] mitoloji,
efsane [legend, folklore]
M
musician
Muslim /ˈmʊzləm/ n [C] Müslüman [Moslem]
must /mʌst/ modal v 1.(zorunluluk, gereklilik
belirtir) -meli, -malı [have to] 2.(tahmin belirtir)
-meli, -malı [surely] 3.önermek [ought to,
should]
mustn’t /ˈmʌs(ə)nt/ abbr -emez, -amaz
[can’t, shouldn’t]
mutant /ˈmjuːt(ə)nt/ adj mutasyona
uğramış, değişik [deviant]
mutation /mjuːˈteɪʃ(ə)n/ n [C,U] değişme,
dönüşme, mutasyon [change, alteration,
metamorphosis]
mute /mjuːt/ adj 1.written sessiz, suskun
[silent] 2.old-fashioned dilsiz [dumb]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
nail 142
Nn national anthem milli marş
national park milli park
national service askerlik hizmeti
nationalise, nationalize AmE /ˈnæʃ(ə)nəlaɪz/
v [T] millileştirmek, kamulaştırmak [put
under state control]
nationalism /ˈnæʃ(ə)nəˌlɪz(ə)m/ n [U]
milliyetçilik, ulusçuluk [patriotism, allegiance]
nationality /ˌnæʃəˈnæləti/ n [C,U] 1.milliyet,
N, n /en/ n İngiliz alfabesinin 14. harfi uyruk [ethnic group, race] 2.ulus, millet
nail /neɪl/ n [C] 1.tırnak [hard substance over
the tip of the finger] 2.çivi [nation, race]
native /ˈneɪtɪv/ adj 1.yerli, yerel [local,
hit the nail on the head tam üstüne domestic] 2.doğduğu yer [mother, by birth]
basmak, taşı gediğine koymak 3.doğumla gelen, ana [mother, local]
native language ana dil
native to -e özgü, -de yetişen
nail natural /ˈnætʃ(ə)rəl/ adj 1.doğaya özgü,
doğal [raw, unprocessed, unrefined] 2.olağan,
normal [to be expected, normal] 3.doğuştan
[innate]
naked /ˈneɪkɪd/ adj çıplak [nude, bare] natural history tabiat bilgisi, doğa tarihi
name1 /neɪm/ n [C] 1.ad, isim [title, first name, natural science doğa bilimleri
AmE] natural selection doğal ayıklanma,
doğaya uyum sağlayan canlıların yaşayıp,
make a name for ün, şöhret, nam yapmak diğerlerinin neslinin tükenmesi teorisi
by name ismen, adıyla
naturally /ˈnætʃ(ə)rəli/ adv 1.doğal olarak,
in the name of adına, hakkı için, namına doğallıkla [of course, certainly, obviously]
to one’s name kendi adına, kendisinin,
malı olarak 2.doğal, kendiliğinden [innately, normally]
name2 /neɪm/ v [T] 1.isim vermek [call, nature /ˈneɪtʃə(r)/ n [C,U] 1.tabiat, doğa
christen] 2.birinin ismini vermek [call, christen]
nanny /ˈnæni/ n [C] dadı [nursemaid] [creation, environment] 2.yaradılış, doğa,
nannygoat dişi keçi
nap /næp/ n [I] kestirmek, şekerleme mizaç, özellik [character] 3.tür, çeşit, tip
[type, kind]
naughty /ˈnɔːti/ adj 1.yaramaz, haylaz
yapmak [sleep, rest] [disobedient, bad] 2.edepsiz, ahlaksız
napkin /ˈnæpkɪn/ n [C] peçete [serviette] [obscene, improper]
narrate /nəˈreɪt/ v [T] formal anlatma, navy /ˈneɪvi/ n [C] 1.deniz kuvvetleri,
aktarma [tell, chronicle] bahriye [marines] 2.deniz filosu, donanma
narrow /ˈnærəʊ/ adj 1.dar [thin, slender] [fleet, armada]
2.sınırlı, az [limited, small] 3.sınırlı, dar near1 /nɪə(r)/ adv 1.yakın [close]
[restricted, tight] 2.neredeyse [border on] 3.yakın, yaklaşırken
nation /ˈneɪʃ(ə)n/ n [C] millet, ulus [country, [approaching]
land] near2 /nɪə(r)/ adj yakın [close by/to]
national /ˈnæʃ(ə)nəl/ adj ulusal, milli [state, nearby /ˌnɪə(r)ˈbaɪ/ adv yakın, yakında
nationwide] [close by, in the vacinity]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
143 net
nearly /ˈnɪə(r)li/ adv hemen hemen, neglect /nɪˈɡlekt/ v [T] 1.boşlamak,
azkalsın [almost] savsaklamak, ihmal etmek [disregarding,
neat /niːt/ adj 1.derli toplu, düzenli [tidy,
orderly] 2.formal akıllıca, zekice [clever AmE] ignore, abandon] 2.yapmamak, yapmayı
unutmak [overlook, shirk]
3.spoken zevkli, hoş [nice AmE] negligence /ˈneɡlɪdʒ(ə)ns/ n [U]
necessary /ˈnesəs(ə)ri/ adj gerekli, zorunlu savsaklama, boşlama, özensizlik,
[needed, mandatory] dikkatsizlik, ihmal, kayıtsızlık [carelessness]
neigh /neɪ/ v [I] kişnemek [whinny]
if necessary gerekliyse, gerekirse neighbour, neighbor AmE /ˈneɪbə(r)/ n [C]
necessary for şart
necessity /nəˈsesəti/ n [C,U] 1.zorunluluk komşu [next door neighbour]
[obligation, inevitability] 2.ihtiyaç, gereksinim neighbourhood, neighborhood AmE
[need, requirement] 3.yoksulluk, ihtiyacı
olmak [need, privation] /ˈneɪbə(r)ˌhʊd/ n [C] 1.mahalle, semt
neck /nek/ n [C] 1.boyun 2.giysi boynu, [community, district] 2.çevresinde, civarında
yaka [collar] 3.dil, boğaz, (şişe, gitar, vb) ince [vicinity]
uzun ucu neither1 /ˈnaɪðə(r)/ det, pron (ikisinden)
hiçbiri, hiçbir, ne... ne de...
break one’s neck çok çalışmak, çok neither2 /ˈnaɪðə(r)/ adv hiçbirini, ne bunu
çaba sarfetmek, dişini tırnağına takmak nede diğerini [not one nor the other]
nephew /ˈnefjuː/ n [C] erkek yeğen
neck and neck (yarışta) kafa kafaya Neptune /ˈnɛptjuːn/ n sng güneş
up to one’s neck boğazına ka sistemimizde bir gezegen, Neptün
necklace /ˈnekləs/ n [C] kolye, gerdanlık nerve /nɜː(r)v/ n [C,U] 1.sinir 2.spoken
[chain, pendant, choker]
arsızlık, yüzsüzlük, küstahlık, cüret
necklace [boldness, insolence]
(take) a lot of nerve yürek ya da cesaret
istemek
necktie AmE /ˈnekˌtaɪ/ n [C] formal kravat get on one’s nerves asabını bozmak, N
[tie] sinirlendirmek
nectar /ˈnektə(r)/ n [U] nektar, çiçek özü nervous /ˈnɜː(r)vəs/ adj 1.sinirlere ilişkin,
need1 /niːd/ v [T] ihtiyacı olmak [require] sinirsel 2.endişeli, ürkek, gergin [worried
need sth done/doing ...ya ihtiyacı olmak, about]
gerekmek
nervous breakdown sinirsel çöküntü,
that’s all sb needs bir bu eksikti ağır sinir bozukluğu, sinir krizi
need I say more/need I go on? daha ne
söyleyeyim nervous system sinir sistemi
nest /nest/ n [C] yuva
need never do sth ... ya gerek yok
need2 /niːd/ n [C,U sng] lüzum, gerek, nest egg ilerde kullanmak için saklanan
para, birikim
ihtiyaç [requirement, necessity]
in need yoksulluk, zorluk bird nest
if need/needs be gerekirse
in need of ihtiyacı olmak
needle /ˈniːd(ə)l/ n [C] 1.dikiş iğnesi, iğne
2.şiş, tığ 3.şırınga iğnesi
negative /ˈneɡətɪv/ adj 1.negatif, olumsuz net1 /net/ n [C,U] ağ, tel [web, mesh]
[denial, refusal] 2.karamsar, alaycı [pessimistic, net2 /net/ v [T] kazanmak, kâr etmek [clear,
cynical] 3.zıt, çelişen [contradictory, opposing] gain]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
network 144
network /ˈnetˌwɜː(r)k/ n [C] ağ, şebeke night /naɪt/ n [C,U] 1.gece, akşam
[system, organisation] 2.(özel bir olayın olduğu) gece, akşam
all night bütün gece
neuron /ˈnjʊərɒn/ n [C] sinir hücresi, nöron make a night of it gecenin tadını çıkarmak
[nerve cell] night after night her gece
night and day, day and night hep,
neutral /ˈnjuːtrəl/ adj 1.yansız, tarafsız sürekli, gece gündüz demeden, her zaman
[impartial, unlnvolved] 2.belli belirsiz night school akşam okulu
[indeterminate] 3.(vites) boşta [not in gear] night watchman gece bekçisi
neutron /ˈnjuːtrɒn/ n [C] technical nötron nightfall /ˈnaɪtˌfɔːl/ n [U] akşam vakti,
never /ˈnevə(r)/ adv asla, hiç, hiçbir zaman akşam karanlığı [sunset, evening, dusk]
[at no time, not at all] nightgown /ˈnaɪtˌɡaʊn/ n [C] old-fashioned
never mind zararı yok, boş ver, aldırma, gecelik [nightie, nightdress]
sağlık olsun
nevertheless /ˌnevə(r)ðəˈles/ adv formal nightgown
bununla birlikte, yine de [nonetheless]
new /njuː/ adj 1.yeni, yenilerde satın nightmare /ˈnaɪtˌmeə(r)/ n [C] 1.kâbus,
alınmış [recent, latest] 2.yeni, daha önce karabasan [bad dream, hallucination] 2.kâbus
kullanılmamış [original, contemporary, modern] gibi berbat olay [ordeal, horror]
3.yeni, daha önce bilinmeyen [additional,
further, unknown] nightshift /ˈnaɪtˌʃɪft/ n [C] gece vardiyası
news /njuːz/ n [U] haber [report, information] [night work]
news bulletin /njuːzˈbʊlətɪn/ n [C] haber
bülteni [news report, news flash] nine /naɪn/ num dokuz [9]
newspaper /ˈnjuːzˌpeɪpə(r)/ n [C] gazete nineteen /ˌnaɪnˈtiːn/ num 1.on dokuz [19]
[paper, broadsheet, tabloid]
talk nineteen to the dozen hızlı ve
newspaper sürekli konuşmak, makina gibi konuşmak,
çene çalmak
newsstand /ˈnjuːzˌstænd/ n [C] gazete nineteenth /ˌnaɪnˈtiːnθ/ num on dokuzuncu
bayii [newsagent, kiosk] [19th]
ninetieth /ˈnaɪntiəθ/ num [C,U] doksanıncı
next /nekst/ det, adv 1.yan taraf, bitişik [90th]
[adjacent, adjoining] 2.bir sonraki, gelecek, ninety /ˈnaɪnti/ num doksan [90]
önümüzdeki [following, subsequent] ninth /naɪnθ/ num dokuzuncu [9th]
next of kin en yakın akraba no /nəʊ/ adv, det hayır, olmaz, yok, hiç [not
next to nothing neredeyse bedava, çok not any, not at all]
az noble /ˈnəʊb(ə)l/ adj 1.soylu kimse,
asilzade, soylu [aristocratic, blueblooded]
nice /naɪs/ adj 1.güzel, sevimli, tatlı, hoş 2.yüksek karakterli, asil [honourable, worthy]
[cute, pleasant, friendly] 2.iyi, güzel [fine, good] 3.ihtişamlı, büyük [great, grand, magnificent]
3.ince, düşünceli, kibar [kind, thoughtful] nobody1 /ˈnəʊbɒdi/ pron hiç kimse [no one]
nobody2 /ˈnəʊbɒdi/ n [C] hiçbir şey
nicely /ˈnaɪsli/ adv 1.iyi bir şekilde [well] olamamış kişi, önemsiz kişi [unimportant
2.nazikçe, kibarca [politely] person, nonentity]
niece /niːs/ n [C] kız yeğen
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
145 notice
nod /nɒd/ v [I,T] başını sallamak [bow, incline, Norway /ˈnɔː.weɪ/ n sng Norveç
dip] Norwegian /nɔːˈwiː.dʒən/ adj Norveçli
noise /nɔɪz/ n [C,U] gürültü, patırtı, ses nose /nəʊz/ n [C] 1.burun 2.koku alma
[sound, clamour] duyusu [sense of smell] 3.bir şeyin ön/uç
noisy /ˈnɔɪzi/ adj gürültülü, patırtılı, kısmı, burun [front, tip]
gürültücü [loud, boisterous] look down one’s nose at hor görmek,
nomad /ˈnəʊmæd/ n [C] göçebe, başıboş küçümsemek, tepeden bakmak
[wanderer, drifter] pay through the nose aşırı para ödemek
nominate /ˈnɒmɪneɪt/ v [T] 1.aday olarak put sb’s nose out of joint gözden
düşürmek, ayağını kaydırmak,
göstermek, adaylığını önermek [show as
kıskandırmak, bozmak
a candidate] 2.atamak, tayin etmek [name,
appoint] under sb’s (very) nose burnunun
none /nʌn/ pron 1.hiçbiri [not any, not one] dibinde, gözünün önünde
2.hiç [nothing] nostalgia /nɒˈstældʒə/ n [U] nostalji,
none but sadece, yalnız geçmişe özlem [yearning, longing]
non-profit /nɒnˈprɒfɪt/ adj kâr amacı not /nɒt/ adv değil, yok, olumsuzluk
gütmeyen anlamı katar
non-renewable /nɒnrɪˈnjuːəb(ə)l/ adj
1.yenilenemez 2.uzatılamaz not at all bir şey değil, rica ederim
nonsense /ˈnɒns(ə)ns/ n [U] 1.anlamsız notable /ˈnəʊtəb(ə)l/ n [C] meşhur, ünlü
söz, saçma, saçmalık, zırva, fasa fiso
[celebrity, star, famous]
[rubbish] 2.aptalca davranış [foolish notary /ˈnəʊtəri/ n [C] noter [government
official, lawyer]
note1 /nəʊt/ n [C] 1.not [memo, record,
behaviour] message] 2.nota [musical sound]
non-smoking /ˈnɒnˈsməʊkɪŋ/ adj sigara make a note hatırlama
note2 /nəʊt/ v [T] 1.not etmek, kaydetmek
içilmeyen [smoke-free, smokeless] [write down] 2.dikkat etmek, fark etmek
nonstop /ˌnɒnˈstɒp/ adj (yolculuk) hiçbir
[see, notice]
yerde durmadan, direkt [continuous, direct] notebook /ˈnəʊtˌbʊk/ n [C] defter [jotter, N
noon /nuːn/ n [U] öğle vakti, öğle [midday] notepad]
no one /nəʊ wʌn/ pron hiç kimse, hiçbiri
[nobody] notebook
nor /nɔː(r)/ conj ne de [or]
normal /ˈnɔː(r)m(ə)l/ adj 1.normal, olağan,
her zamanki [ordinary, usual] 2.orta, ortalama,
normal [common, average] noteworthy /ˈnəʊtˌwɜː(r)ði/ adj önemli,
fevkalade, sıra dışı [remarkable, exceptional]
back to normal normale dönmek, aklı
yerine gelmek nothing /ˈnʌθɪŋ/ pron hiçbir şey
north /nɔː(r)θ/ n [U] 1.kuzey [arctic] nothing to kolay, bir zorluğu yok, bir şey
2.kuzeye doğru [northwards] yok
north-east /ˌnɔː(r)θˈiːst/ n [U] kuzey doğu
northern /ˈnɔː(r)ðə(r)n/ adj kuzeyle ilgili, for nothing bedava, parasız; boşuna,
kuzeyde [north, northerly] boşa
northward /ˈnɔː(r)θwə(r)dz/ adv kuzeye
doğru [north, northerly] nothing but sadece
northwest /ˌnɔː(r)θˈwest/ n [U] kuzeybatı nothing for it (but) başka çare yok
north-western /ˌnɔː(r)θˈwestə(r)n/ adj have/be nothing to do with ile hiçbir
ilgisi yok
notice1 /ˈnəʊtɪs/ v [T] fark etmek [observe,
kuzeybatıda, kuzeybatıdan see, perceive]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
notice 146
notice2 /ˈnəʊtɪs/ n [C,U] 1.duyuru, uyarı nurse1 /nɜː(r)s/ n [C] hemşire [assistant,
yazısı 2.ilan, duyuru [instruction, attendant]
announcement] 3.haber, bildirme, uyarı
[warning, dismissal]
hand in/give your notice işten ayrılma nurse
haberini bildirme
take notice of dikkate almak, umursamak
at short notice kısa sürede, zamanda
noticeable /ˈnəʊtɪsəb(ə)l/ adj göze çarpan,
dikkate değer, önemli [obvious, appreciable] nurse2 /nɜː(r)s/ v [T] (hastaya) bakmak [care
noun /naʊn/ n [C] isim for, look after]
nourish /ˈnʌrɪʃ/ v [T] 1.beslemek [feed, nurse] nurture /ˈnɜː(r)tʃə(r)/ v [T] formal bakmak,
2.formal gelişmesine yardım etmek,
büyütmek, yetiştirmek [raise, develop, bring up]
beslemek, desteklemek [support, harbour, nut /nʌt/ n [C] 1.fındık, fıstık, ceviz,
cherish]
kuruyemiş 2.vida somunu
novel1 /ˈnɒv(ə)l/ n [C] roman [story] nuts çatlak, kaçık, deli
novel2 /ˈnɒv(ə)l/ adj orijinal, yeni [new, a hard/tough nut to crack çetin ceviz
nutrient /ˈnjuːtriənt/ adj besin, beslenme
fresh, orijinal] nutrition /njuːˈtrɪʃ(ə)n/ n [U] besin, gıda,
novelist /ˈnɒvəlɪst/ n [C] romancı, roman yiyecek, beslenme [food, nourishment,
sustenance]
yazarı [writer, author]
November /nəʊˈvembə(r)/ n [C,U] Kasım
[Nov] nutritious /njuːˈtrɪʃəs/ adj besleyici, yararlı
now1 /naʊ/ adv şimdi, şu anda [at the moment] [nourishing, wholesome]
(every) now and then ara sıra, bazen, nylon /ˈnaɪlɒn/ n [U] naylon [synthetic fibre]
arada bir
from now on bundan böyle, bundan
sonra
just now şu anda, hemen şimdi
now2 /naʊ/ conj şimdi, şu an [since]
nowadays /ˈnaʊəˌdeɪz/ adv bu günlerde,
şimdilerde [now, these days]
no way adv spoken 1.inamıyorum, olamaz
[I don’t believe it] 2.hayır, kesinlikle olamaz
nowhere /ˈnəʊweə(r)/ adv hiçbir yerde/yere
nuclear /ˈnjuːkliə(r)/ adj 1.nükleer,
çekirdeksel
nuclear disarmament nükleer
silahsızlanma
nucleus /ˈnjuːkliəs/ n [C] pl nuclei
1.çekirdek [centre] 2.öz, esas [core, heart]
nude /njuːd/ adj çıplak [naked, bare]
number /ˈnʌmbə(r)/ n [C] rakam, sayı
[numeral, quantity]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
147 occasionally
Oo oblige /əˈblaɪdʒ/ v [I,T] formal 1.zorunda
bırakmak, zorlamak [force, require] 2.lütufta
bulunmak, lütfetmek, iyilikte bulunmak,
minnettar bırakmak [indulge, accommodate,
do favour for]
observation /ˌɒbzə(r)ˈveɪʃ(ə)n/ n [C,U]
1.inceleme, gözlem [study, examination]
2.gözlem [perception] 3.gözleme,
gözetleme [comment, mark]
O, o /ə/ n İngiliz alfabesinin 15.harfi under observation bakımda
O!,Oh! /ou/ interj duygu yoğunluğunu observatory /əbˈzɜː(r)vətri/ n [C] gözlemevi,
belirtmek için kullanılan bir ünlem ifadesi rasathane
Oh my God! Aman Tanrım! observatory
oak /əʊk/ n [C,U] 1.meşe ağacı [oak tree]
2.meşe odunu [wood] observe /əbˈzɜː(r)v/ v [T]1.formal dikkat
oar /ɔː(r)/ n [C] kürek, sandal küreği [paddle]
oat /out/ n [C] yulaf [grain]
obese /əʊˈbiːs/ adj obez, aşırı şişman [fat,
corpulent] etmek, incelemek, gözlemek [study, watch]
obesity /əʊˈbiːsəti/ n [U] obezite, aşırı 2.gözlem yapmak, gözlemlemek [see, notice]
şişmanlık [the condition of being very overweight] 3.-e uymak, saygı göstermek, riayet
etmek [honour, abide by] 4.formal görüş
obey /əˈbeɪ/ v [I,T] 1.itaat etmek, uymak,
riayet etmek [abide by, comply with] 2.denileni belirtmek, söylemek, demek [remark,
yapmak, söz dinlemek [heed, follow, submit] comment]
obstinate /ˈɒbstɪnət/ adj inatçı, istikrarlı
object1 /ˈɒbdʒekt/ n [C] 1.nesne, şey,
[immovable]
madde, obje [item] 2.amaç [purpose, aim] obtain /əbˈteɪn/ v [T] 1.elde etmek, N
3.mevzu, konu, malzeme [target, focus, edinmek, sağlamak, çıkarmak [get] O
2.hüküm sürmek [exist, be in force]
victim, butt] 4.nesne [thing] obvious /ˈɒbviəs/ adj apaçık, belli, gün
be no object basit şey, iş değil, önemli gibi ortada, besbelli, aşikâr [evident,
değil apparent]
object2 /ˈɒbdʒekt/ v [I] -e karşı çıkmak, obviously /ˈɒbviəsli/ adv açıkça, kesinlikle
itiraz etmek [oppose, disapprove] [clearly]
objection /əbˈdʒekʃ(ə)n/ n [C,U] 1.sakınca, occasion /əˈkeɪʒ(ə)n/ n [C] 1.fırsat
engel [protest, doubt, argument] 2.itiraz [opportunity, chance] 2.formal sebep, vesile
[opposition, disapproval] [reason, call] 3.özel olay, önemli gün [event,
objective1 /əbˈdʒektɪv/ n [C] amaç [purpose,
affair] 4.uygun zaman, sıra [time, chance]
aim]
objective2 /əbˈdʒektɪv/ adj tarafsız, yansız 5.durum, hâl [condition, situation, state]
[unbiased, detached] on occasion ara sıra, arada bir
obligation /ˌɒblɪˈɡeɪʃ(ə)n/ n [C,U] occasional /əˈkeɪʒ(ə)nəl/ adj arada sırada
1.zorunluluk, mecburiyet [contract, agreement] olan [infrequent, sporadic, irregular, random]
occasionally /əˈkeɪʒ(ə)nəli/ adv arada
2.yükümlülük [responsibility, accountability]
3.ödev. görev [duty] 4.senet, borç senedi sırada, ara sıra, bazen [sometimes, at times,
[liability, debt] from time to time]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
occupation 148
occupation /ˌɒkjʊˈpeɪʃ(ə)n/ n [C] 1.meslek, off1 /ɒf/ adv 1.uzakta, uzağa, uzak [away]
iş [profession, business] 2.işgal [invasion, 2.tamamen [away] 3.kullanmamak, gerek
conquest] 3.sahiplenme, oturma [possession] duymamak [stop, not use]
occupied /ˈɒkjʊˌpaɪd/ adj 1.meşgul [busy, off2 /ɒf/ prep 1.-dan, -den [from]
employed] 2.meşgul, dolu [in use, engaged]
2.az, aşağı (fiyat)
3.içinde oturulan [inhabited, lived-in] 4.işgal
edilmiş/altında [invaded, controlled] go off sevgisini yitirmek, hoşlanmamak
occupy /ˈɒkjʊpaɪ/ v [T] 1.işgal etmek, zapt
run off kaçmak
etmek [invade, capture, overrun] 2.-de oturmak get off ayrılmak, yola çıkmak
[inhabit, live in, dwell in] 3.işgal etmek, see sb off yolcu etmek
doldurmak [take, cover] 4.meşgul etmek [in use] off3 /ɒf/ adj 1.gitmiş, ayrılmış [go to, leave for]
occur /əˈkɜː(r)/ v [I] formal 1.vuku bulmak, 2.izinli [not at work] 3.sönmüş, kapalı,
meydana gelmek, olmak [happen, take place]
çalışmayan 4.kötü, her zamanki gibi iyi
2.bulunmak, rastlanmak, yer almak, var değil [bad] 5.(yiyecek. içecek) bozulmuş,
olmak, ortaya çıkmak [exist, be found] bozuk [bad, sour, rotton] 6.kötü, kaba [rude]
off and on/on and off ara sıra, bazen,
3.akla gelmek [strike, come to] ikide birde, aralıklarla
occurrence /əˈkʌrəns/ n [C] 1.olay, hadise
off-season ölü sezon
[incident] 2.oluş, ortaya çıkış [existence,
appearance]
ocean /ˈəʊʃ(ə)n/ n [C] okyanus [sea] off day /ɒf deɪ/ n [C] izin günü, kişinin
o’clock /əˈklɒk/ adv saat
October /ɒkˈtəʊbə(r)/ n [C,U] ekim [Oct] formda olmadığı gün
octopus /ˈɒktəpəs/ n [C] ahtapot offence, offense AmE /əˈfens/ n [C,U]
1.suç, kusur, kabahat, yasaya aykırı
davranış [crime, violation] 2.gücendirme,
octopus kırma, hakaret [affront, anoyance, anger]
offend /əˈfend/ v [I,T] 1.gücendirmek,
kırmak [insult] 2.rahatsız etmek, hoş
gelmemek [disgust, repel, revolt] 3.suç
odd /ɒd/ adj 1.acayip, tuhaf, garip [unusual, işlemek [do wrong, break law, commit a crime]
bizarre] 2.çifti olmayan, tek, eşi yok [single, offensive /əˈfensɪv/ adj 1.pis, kötü,çirkin,
unmatched] 3.tek sayı 4.(sayı) küsur [or so,
or more] tiksindirici, iğrenç [disagreeable, disgusting]
odds /ɒdz/ n pl 1.olasılık, şans, ihtimaller
[possibility, chances, likelihood] 2.ihtimal, 2.saldırıyla ilgili [aggressive, attacking] 3.onur
olasılık [probability, chances]
kırıcı [insulting, abusive]
offensive /əˈfensɪv/ n [C] 1.saldırı
pozisyonu [make the first move] 2.saldırı
[attack, campaign]
at odds (with) ile anlaşmazlık içinde military offensive askeri saldırı
it makes no odds fark etmez, önemi yok offer1 /ˈɒfə(r)/ v [T] 1.ikram etmek, sunmak
odds and ends ufak tefek şeyler, ıvır zıvır [give, proffer] 2.sunmak, sağlamak [provide]
şeyler [bits, bits and pieces]
of /əv/ prep 1.-in, -in, -nin, -nın 2. ... sahibi 3.teklif etmek [present] 4.gönüllü olmak, öne
[with, having] 3. -den, -dan 4.-den, -dan, çıkmak, önermek [volunteer, come forward]
-yüzünden 8.hakkında, ilgili, üstüne [on, offer2 /ˈɒfə(r)/ n [C] öneri, teklif [bid, proposal]
about] office /ˈɒfɪs/ n [C] 1.yazıhane, büro, ofis
of course /əv kɔː(r)s/ adv tabii ki [certainly, [room, study] 2.devlet dairesi 3.iş, memuriyet,
definitely] bakanlık [position, job] 4.görev [power]
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ
149 only
officer /ˈɒfɪsə(r)/ n [C] 1.görevli, memur on1 /ɒn/ prep 1.üstünde, üzerinde, üstüne
[official] 2.polis memuru [police officer] 2.-de. -da 3.hakkında, üzerine [about]
3.subay 4.kenarında, yanında, kıyısında [along, by]
official1 /əˈfɪʃ(ə)l/ n [C] yetkili, görevli kimse 5.yönünde, -e doğru [toward]
on2 /ɒn/ adv giymek, takmak
[officer, agent] once1 /wʌns/ adv 1.bir kez, bir kere [one time]
official2 /əˈfɪʃ(ə)l/ adj resmî [authorized,
2.bir zamanlar, eskiden [at one time, formerly]
accredited]
often /ˈɒf(ə)n/ adv sık sık [frequently] all at once aniden, birdenbire, hemen
every so often bazen, ara sıra at once derhal, hemen, bir an önce
more often than not çoğu zaman, once and for all ilk ve son defa/kez
çoğunlukla, genellikle once in a blue moon kırk yılda bir
oh /əʊ/ exc ya, hay, ah (şaşma, şaşkınlık once in a while arada bir, bazen
bildiren bir ifade) [ah, hmm] once more bir kez daha, yine
oil /ɔɪl/ n [C,U] 1.(bitkisel) yağ 2.petrol, once or twice bir ya da iki kez
benzin [petroleum, petrol] once upon a time bir zamanlar
oily /ˈɔɪli/ adj yağlı, yağla ilgili [greasy] once2 /wʌns/ conj -dığında, -diğinde, -dığın
zaman [when]
oily skin yağlı cilt one1 /wʌn/ num bir
OK, okay1 /ˌəʊˈkeɪ/ interj tasdik etme, one2 /wʌn/ pron 1.tek 2.aynı 3.peşi sıra.
tamam [all right, fine, thanks] birbiri üstüne [one thing followed very quickly
OK, okay2 /ˌəʊˈkeɪ/ adj spoken 1.iyi, iyi by another]
durumda [all right, fine] 2.tamam, iyi, one3 /wʌn/ det bir, herhengi bir [a]
one another /wʌn əˈnʌðə(r)/ pron birbirini
güzel [alright]
OK, okay3 /ˌəʊˈkeɪ/ v informal [T] tasdik
[each other]
oneself /wʌnˈself/ pron formal kendisi,
etmek, onaylamak [confirm, permit]
old /əʊld/ adj 1.yaşlı, ihtiyar [aged] 2.eski,
modası geçmiş [ancient, wornout] bizzat, kendi [yourself]
one-time /wʌn taɪm/ adj bir zamanlar [once]
one-to-one /wʌntowʌn/ adj yüz yüze/
birebir [one-on-one]
one-way /wʌnweɪ/ adj 1.tek yönlü 2.tek
O
gidiş [single] adj devam eden,
ongoing /ˈɒnˌɡəʊɪŋ/ süren
old man [evolving, continuing]
onion /ˈʌnjən/ n [C,U] soğan
old-fashioned /ˌəʊld ˈfæʃ(ə)nd/ adj eski onion
moda, modası geçmiş [antique, outmoded]
online /ˈɒnlaɪn/ adj (internet) bağlantılı,
olive /ˈɒlɪv/ n [C] zeytin devrede, çevirim içi
Olympic /əˈlɪmpɪk/ adj olimpik
only1 /ˈəʊnli/ adv sadece, yalnız [merely,
Olympic Games Olimpiyat Oyunları barely]
an olympic pool olimpik bir havuz only2 /ˈəʊnli/ adj 1.tek, yalnız [sole]
omelette, omelet AmE /ˈɒmlət/ n [C] 2.biricik, tek [lone, exclusive, solitary]
omlet
ABCDEFGHIJKLMNOPQRSTUVWXYZ