The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Çiğdemim Derneği ile geziyorum baskı için-renkli

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by ffaksoy, 2021-08-08 15:10:46

Çiğdemim Derneği ile geziyorum baskı için-renkli

Çiğdemim Derneği ile geziyorum baskı için-renkli

Murphy olduğunu öğrendik. Cenk ve Ozan ‘Solo Türk’ün tişört
ve şapkalarından alarak mutluluklarını katladılar. 2019’daki
gösterileri şimdiden gezi programına dahil ederek oradan
ayrıldık.

Sivrihisar'dan 16 km sonra, Antik Kral Yolu üzerindeki
Pessinus kentine ulaşıyoruz. Pessinus, Ballıhisar köyü yerleşimi
altında. Önemli bir Frig ve Galat yerleşimi olan kent, ticaretin
yanı sıra Kybele ve Attis için yapılan ayinleriyle de ün salmış.
Baharı karşılama ayinlerinde, tapınak etrafına toplanıp kolları
açık bir şekilde bekleyen halk, Arayıt Dağı'nın arkasından
doğan güneşin ilk ışınlarını yüzlerine sürme hareketi
yaparlarmış. Günümüzde dua eden insanların duadan sonra
ellerini yüzlerine sürmeleri adeti buradan geliyormuş. Ayrıca,
tapınakta rahip olmak isteyen erkeklerin, kendilerini ana
tanrıçaya adama göstergesi olarak erkeklik organlarını kestikleri
de biliniyormuş. Pessinus, çok eski çağlardan beri Kybele
kültünün en önemli merkezi olmuş. Ana Tanrıça Kybele'nin
başında; kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni
sayıldığının simgesi olarak kuleye benzer yüksek bir taç varmış.
Bu taç aynı zamanda genç kızların da koruyucusu olmuş.
Rehberimizin donanımlı anlatışıyla bilgilendik.

  151 

Sivrihisar anlatılır da Nasettin Hoca‘dan bahsetmemek olmaz.
Türk-İslam kültürünün büyük bilgesi ve gülmece ustası
Nasreddin Hoca; 1208 yılında, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine
bağlı, adı sonradan ‘Nasreddin Hoca Beldesi’ olarak değiştirilen
Hortu köyünde doğdu. Asıl görevi hocalık olmasına rağmen,
katiplik, müderrislik, kadılık, mahkemelerde bilirkişilik de
yaptı. Kimi zaman geçimini çiftçilikle, bahçıvanlıkla,
pazarcılıkla kazandı. Durumun böyle olmasında Hoca’nın bir
halk adamı olarak yaşamak istemesi etken olmuş. ‘Eşeğin
sözüne inanıyorsun da benim sözüme inanmıyorsun’, ‘Yorgan
gitti, kavga bitti’ gibi birçok sözü de atasözü olmuş.
Ve bir gezinin daha sonuna geliyoruz. Cenk’in kafasında yeni
rotalar yeni planlarla günü tamamlıyoruz. Sonraki maceramız
Mardin’de görüşmek üzere sağlıcakla kalın.

  152 

İÇİNDEN DEMİRYOLU GEÇEN ŞEHİR: KARAELMAS

M.Demet Yücelgen

Siyah Akar Zonguldak'ın Deresi,
Yüz Karası Değil, Kömür Karası,
Böyle Kazanılır Ekmek Parası…
Orhan Veli

Merhaba tekrar birlikteyiz; sanırım gezmek kadar bunları
sizlerle paylaşmaktan da keyif almaya başlıyorum. Oysa ilk
denememde yazabileceğime dair hiç umudum yoktu. Keyifli
okumalar öyleyse… 21 Mayıs sabahı dostlarımızla birlikte yeni
yerler keşfedecek olmanın heyecanıyla yola çıktık. Bu kez daha
eğlenceli bir gezinin bizi beklediğini biliyorum. Çünkü Dina,
Cansu, Ozan ve Cenk hayata farklı bakan, çok özel fotoğrafçılar
da bizlerle.

3 saatlik, keyifli ve yeşilin tonlarının süslediği yoldan sonra ilk
durağımız Gökgöl Mağarası. Emekli Mak. Müh. Ekrem Murat
Zaman bize gün boyu ev sahipliği yapacak. Alçak tavanlar

  153 

olması sebebiyle hepimiz baret takıyoruz. Kollarıyla birlikte
toplam uzunluğu 3350 metre olan mağara doğu, güneydoğu–
batı, kuzeybatı yönünde gelişen ana galeriyle iki büyük yan
koldan meydana gelmiş. Dar ve sulu bir sifonla sona eren ana
galeriden sonra, yan kollardan gelen suların birleşerek
oluşturduğu büyük çöküntü salonunda yeraltı deresi
görülmekte. Yürüyüş yolu üzerinde bulunan ve köprülerle
geçilen bu dere mağaranın aktif ağzından Üzülmez deresine
dökülüyormuş. Mağara içi damlataş birikimi yönünden son
derece zengin. Traverten, sarkıt, dikit sütunlar ve akma
damlataşlarla süslü. Aktif ve yarı aktif katlarda duvar damla
taşları, makarna sarkıtlar, mağara gölleri, iğneleri ve içi su dolu
damlataş havuzları bulunmakta. Gelişim halinde olan bu
damlataşların mağaradaki oluşumun hala devam ettiğinin
belirtileri olduğunu öğreniyoruz. Mağara, turizme yönelik
olarak gayet güzel hazırlanmış. İlk 875 metrelik bölüm, turizm
amaçlı kullanılıyor. Girişten, Büyük Çöküntü Salonu’na kadar
uzanan bu bölümün genişliği 2-15 ve yüksekliği 1-18 metre.
Mağarada Fosil Giriş, Damlataşlar Galerisi, Çöküntü Salonu,
Muhteşem Salon, Büyük Çöküntü Salonu ve Harikalar Salonu
gibi bölümler hazırlanmış. Bu uzun parkurda, yürüyüş yolu
yapılmış, aydınlatılmış ve köprüler, seyir teraslarıyla gezinin
daha güzel olması sağlanmış. Mutlaka uğrayın. Bolca fotoğraf
çektik ve çok eğlendik.

Zonguldak Valiliği koordinasyonunda Batı Karadeniz Kalkınma
Ajansı (BAKKA) tarafından hazırlanan “Kelebeğin Rüyasına
Yolculuk” isimli tanıtım çalışması sevgili rehberimiz Gökhan
Coşkun tarafından anlatılıyor. Bizler de bu yolculuğun ilk
yolcularıymışız meğer. Üzülmez müessesine ait kuyuları yol
boyunca gördük. Eğitim ocağını gezdik, madencilik sektörünün
tarihini heyecanlı bir anlatımla dinledik. Şehrin altında, 150
metre derinlikte kömür oluşumunun varlığını ama topuk olduğu
için alınmasının imkansız olduğunu, aksi takdirde şehrin

  154 

göçebileceğini öğrendik. Kömür, taşkömürü havzasında
oluşmaktadır. Bu oluşumun çeşitli bitkilerin, milyonlarca yıl,
kumların altında kalarak yavaş yavaş taşlaşması,
tabakalaşması, çürümesi ve kömürleşmesi şeklinde geliştiğini
keyifli anlatımla dinledik. İlk yüksek okul 1924 yılında Maden
Mektebi adıyla Zonguldak’ta açılmış ve 1960’lara kadar da
madenciler burada yetişmiş. Rehberimizin “Limanda eskiden
Rusya’ya bile kömür taşıyan gemilerimiz varken şimdi
dışarıdan kömür alan şehir olduk” sitemiyle içimizden bir
şeylerin koptuğunu hissettik. Baştarla Mahallesi'ndeki Türkiye
Taşkömürü Kurumu'na ait Eğitim Ocağı'nın yanında inşa edilen
Zonguldak Maden Müzesi binası 2011'de tamamlanarak 9
Temmuz 2012'de Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim edilmiş.
Kentin en önemli ekonomik kaynağı olan taşkömürü
madenciliğinin, hayatın her alanında izleri görülen kültürünü
kalıcılaştırması amaçlanan müze üç kattan oluşuyor. Binanın
zemin ve üst katlarında dijital simülasyonlar, harita, resim,
canlandırma film gibi araçlarla madencilik tarihi anlatılırken,
ara katta ise kömür üretiminde kullanılan fener, kazma, baret
gibi madencilik objeleri sergileniyor. Ekrem Bey’in “kazma-
kürek-yürek-bilek” çalıştık sözü gözlerimizin dolmasına sebep
oluyor.

Müze’de kömür üretimiyle ilgili geçmişten bugüne yaşanan
sürece şahit olma şansı bulduk. Sanki yaşayan bir müze, içine
kattı bizi adeta. Maden işçisinin çalışma koşullarını gördük.
Yeraltından kömürün yerüstüne çıkarılıp lavuarda yıkanması
gösteriliyor. 750 kg. ağırlığındaki Berlin denilen vagonu
gördük. Emekçilerin isimlerinin olduğu hatıra defterinde Celal
Bayar’ın notunu okuduk. 1920’de Ameleler Birliği kurulmuş.
Daha Sakarya’dan top sesleri gelirken sosyal güvenlik
sistemiyle tanışan Zonguldak 20 Nisan 1924 tarihinde vilayet
olmuş. O dönemlerde çocuğunu babasız bırakan emekçiler;
kömürünü bırakmamış. Rüştü Onur’un dediği gibi:

  155 

Sen aziz şehrim,
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin.
Bütün işçilerin
Saçak altında uyuduğu bir saatte,
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.
Sen aziz şehrim,
Ellerim gözlerim kadar benimsin.

Ve aziz şehrim,
Şu anda seni terk etmem için
Her şey tamam.
Gemi hazır, yelken fora.
Fakat neden,
Ölülerim bırakmıyor yakamdan.

1920 yılında Zonguldak-Devrek'te doğmuş ve o dönem
Türkiye'nin başına dert olan tüberküloz salgını yüzünden 22
yaşında hayata gözlerini yummuş. Hayatın ilmine çocuk yaşta
vakıf olmuş, sızısını yüreğinde 22 yaşına kadar taşıyabilmiş
incecik ruhlu yazar. Dünya zalim ve karanlık bir yer demeye
varmayan dili yerine kalemini kullanmıştır hayatın kara
tahtasında. Açık açık dememiştir, hayat umutlarımıza
kavuştuğumuz bir yer değil de umutlarımızı beklediğimiz
bekleme salonudur diye. Ancak şifrelerini vermiştir acının,
karanlığın, çirkinliğin ve anlamsızlığın dal gibi ince iki mısrada.
Hem de hepsine ayrı bir güzellik çekicilik katarak, kaleminden
içimize damlayan üç beş damla kan ile. Ölümü, kaldırabileceği
kadar yaşamış ve karışmış gitmiştir, kalemindeki kadar ağır
olmayan yokluğa.

Zonguldak kollarıyla Sayın Bülent Ecevit’i de sarmış, gönül
bağı oluşturmuş. Yıl 1957, Cumhuriyet Halk Partisi
Milletvekili. İşçilerle ve çiftçilerle her zaman yakın bağı olan
Ecevit’in siyasal hayatında lakabı olan ‘Kara Oğlan’

  156 

Zonguldak’ta takılır, yaşlı bir teyzenin “Karaoğlan nirede ha
evlatlar, Karaoğlan’ı görmek istiyom” demesiyle...

EL ELE BÜYÜTTÜK SEVGİYİ

Birlikte öğrendik seninle
avcumuzda yüreği çarpan
kuşa sevgiyi

elele duyduk kumsalda denizin
milyon yılda yonttuğu
taşa sevgiyi

tırtılları tanıdık seninle baharda
tırtılken daha sevmeyi öğrendik
sevgiden üreyen kelebeği

toprağı evimiz gibi sevdik seninle
birlikte sevdik kuru toprakta
ev küren köstebeği

köstebeğinden toprağına taşına
tırtılından kelebeğine kuşuna
elele sevdik bu dünyayı

acısıyla sevinciyle sevdik
yazıyla kışıyla sevdik
köy-köy ülke-ülke

gökler gibi sardı dünyayı
yağmur gibi sızdı dünyaya
dünya kadar oldu sevgimiz

elele büyütüp elele derdik
elele derip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi

Bülent Ecevit, dürüstlüğüyle tanınan bir siyasetçi olmasının
dışında aynı zamanda bir şair ve yazardı.

  157 

Fener’de harika bir manzara eşliğinde öğlen yemeğini yedikten
sonra Fener Mahallesi’nde harika bir yürüyüşe başlıyoruz. Yani
Fransız Mahallesi, Zonguldak’ta kömürün bulunmasıyla
başlayan süreçte yabancı sermayenin etkilerini görmüş
bulunmaktayız. İlk kömür rıhtımı inşası için gelen Fransızlar
(1890), Fransız-Ereğli şirketini kurup kömür üretimini ele
geçirmişlerdir. Yayla’dan Fenere kadar olan mahalle 1896’dan
sonra Fransızlarca kurulmuş. Eski Zonguldak’ta bu bölgenin adı
Fransız Mahallesi’dir. O zamanlar bu bölgede Fener Mahallesi
diye bir isimlendirme yoktur, Fransız Mahallesi diye tabir
edilen bölge Yayla Mahallesi’dir. Bu bölgeye izinsiz kimse
alınmaz, bölgeyi çoğunluğu Arap kökenli olan siyahi Fransızlar
korur, elektrik olmayan o yıllarda demir direklere asılı yağlı
fenerlerin yanmasından, bakımından ve güvenliğinden bu
görevliler sorumludur. Bugün Yayla Mahallesi Müdürlük
Durağı olarak adlandırılan yerde Fransız Hastanesi varmış.
Hastane çevresinde hiçbir yapılaşma yokmuş o dönemde,
Hastane’de hemşireler değil, rahibeler görev yaparlarmış.
Limana en yakın yer olduğu için, yöneticilerin ve çalışanların
yerleşim amacıyla bu bölgeyi seçmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Zamanla mahalle büyümeye devam etmiş ve bununla paralel
olarak ihtiyaca dönük yapılaşma da artmıştır. Geçmişte Fransız
Mahallesi sınırları içinde; günümüzdeki Zonguldak Ticaret ve
Sanayi Odası yapılmadan kısa bir süre önce yıkılan iç içe
geçmiş EKİ lojmanlarının (‘Teneke Mahallesi’ olarak biliniyor)
ve liman inşası sırasında kullanılan hizmet atlarına ait barınağın
bulunduğunu rehberimizin harika anlatımıyla öğreniyoruz.

Zonguldak Limanı ve bağlantı yollarının inşaatı yapılırken,
Üzülmez Ocağı ile 1 ve 2 numaralı lavuarın atıklarına çözüm
olarak Liman’ın arkasından Karadeniz dökülmesi planlanmış.
Proje kapsamında Liman rıhtımının bittiği yerden Fener
Mahallesi istikametine doğru (Liman arkası diye isimlendirilen
bölgeye) iki tünel açılmış ve yine, Fener Mahallesi Kır Kahvesi

  158 

diye adlandırılan, liman arkasının kayalıklarının tepe
noktasındaki Fener semtine denk gelen alana vinç binası inşa
edilmiştir. Bu tesisler, tamamen yok olmuş olsalar bile yerleri
belirginliğini korumaktadır.
1956’da bitirilen yeni Zonguldak Limanı’nın kuzey mendireği
arkasında oluşan kumsallık alan da, dökülen atıkları deniz
akıntılarının taşımasıyla oluşmuştur, denize atık dökülmesinin
sonlandırılmasından sonra bu kumsal kaybolmuştur.

Fenerler, denizciler için umudun ve kavuşmanın simgesidir.
İlkel şartlarla yapılan denizcilikte, kaptanlar için bir mutluluktur
deniz fenerleri, hoş geldin mesajını önce deniz fenerleri verir,
kaptanlara ve yolcularına. 1908'de inşa edilen Zonguldak Feneri
de diğer fenerlerle aynı kaderi paylaşarak 1985 yılından itibaren
elektrikle çalışmaya başlamıştır. Denizden yüksekliği 53 metre
olan fenerin ışığı 20 deniz milini aydınlatarak Karadeniz'den
geçiş yapan gemilere kılavuzluk etmeye devam ediyor.
1908’den beri umuda ışık saçan Zonguldak deniz fenerini ilk
çalıştıran iki kız kardeşmiş; bakımı, temizliği ve kesintisiz
çalışması onların sorumluluğu altında kalmış. Tarihi fener
günümüzde 107 yaşında olup 2012'de restorana dönüştürülerek

  159 

halka ve turizme açılmıştır... Bence her şehrin bir feneri olmalı
ışığı hiç sönmeyecek şekilde.
Yol boyu sağlı sollu yemyeşil ve oldukça da yaşlı ağaçlar eşlik
ediyor yürüyüşümüze.
Keyifli ve tekrar gelmeyi isteyeceğiniz şirin bir şehir
Zonguldak.
Ulu Önderimizin bir sözüyle satırlarımı sonlandırmak
istiyorum. Bir sonraki gezimizde buluşuncaya dek sevgiyle
kalın…
"Zonguldak’ın derin toprakları altındaki maden serveti ne
kadar kıymetli ise, bizim gözümüzde Zonguldak da o kadar çok
değerli bir ilimizdir."
Mustafa Kemal ATATÜRK

  160 

ADANA – OSMANİYE – KADİRLİ
(Kastabala-Hierapolis, Karatepe-Aslantaş, Anavarza)

Turhan Demirbaş

Çiğdemim Derneği ile bir gece konaklamalı olarak çıktığımız
gezimizde Silifke, Mersin ve Tarsus’un ardından, Adana’daki
otelimize yerleşiyoruz ve Bayram Restoran’da akşam
yemeğimizi yiyoruz. Adana’da olduğumuz için Adana kebap
menüsü tercihimiz. Çay faslından sonra otele gidip
dinleniyoruz.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası doğuya doğru yola çıkıyoruz.
Yolda Adana manzarası eşliğinde bilgiler alırken Sabancı
Camii’ni görüp Seyhan nehri üzerinden geçerek Osmaniye
yoluna giriyoruz. Yolculuk esnasında gördüğümüz kalelerin
fazlalığından buraya boşuna ‘Kaleler Şehri’ denmediğini
anlıyoruz. Osmaniye’de yerfıstığı alıp kuzeyde kalan antik
kentlere doğru hareket ediyoruz.

  161 

Kastabala, Anadolu’nun güneydoğusunda, Çukurova (Kilikya)
olarak bilinen bölgede, Osmaniye ilinin 12 km kuzeybatısında,
Karatepe yolu üzerinde, Ceyhan nehri yakınında, küçük bir
ovaya hâkim bir kaya üzerinde yükselen bir Ortaçağ kalesi
çevresinde gelişen antik kenttir.

Hierapolis anlam olarak, kutsal şehir anlamına geldiğinden
burası da Roma zamanında ve daha sonraları önemli yerleşim
merkezi olmuştur. Kazılar devam etmektedir. Roma yolu, kilise,
hamam ve tiyatro kazıları yapılmakta olup bir kısmı görünür
durumdadır. Kastabala antik şehrinin ilk kuruluşunun MS 4.
yüzyılda olduğu sanılmaktadır. Batı yönünde Kırmıtlı Kuş
Cenneti olması bu kalenin önemi daha artmıştır. Hâkim tepede
Bodrum Kale kuruludur. Arkeolojik buluntular kentin Orta ve
Geç Bizans dönemlerinden itibaren önemini kaybettiğini, Haçlı
seferlerinin tahribatının ardından toparlanamadığını ve bundan
kısa bir süre sonra da terk edildiği belgelenmiştir.

Daha sonra Aslantaş-Karatepe Müzesi’ne gidiyoruz.
Osmaniye’ye 30 km mesafedeki Karatepe Milli Parkı içinde yer
alan Müze; geç Hitit dönemine ait kalıntıların sergilendiği
kapalı ve açık hava bölümlerinden oluşmaktadır. 1957’de,
Karatepe kazıları devam ederken Türkiye’nin ilk açık hava
müzesi oluşturulmuş, 1958’de de 8 bin hektara yakın alan, milli
park ilan edilmiştir. Milli Park’ta birçok yabancı bilim
adamından başka yakın zamanda kaybettiğimiz Halet Çambel
unutulmamış, kapalı müzenin karşısına büstü yapılmış. Milli
Park içerisindeki üstü kapalı bir alanda çifte boğa kaidesi
üstünde Fırtına Tanrısı’nın heykeli görülebilir. Kapı binalarının
iç duvarlarında bazalt bloklara işlenmiş aslanlar, sfenksler,
yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını betimleyen kabartmalar
bulunmaktadır. Karatepe kazılarında bulunan kutsal bir heykel
üzerine işlenmiş yazıtlar; MÖ 2. bin yıllarındaki hiyerogliflerin
okunmasını sağlayan ipuçları olmuştur.

  162 

Bir Anı; Halet Çambel, Nail Çakırhan ile evlidir. Karatepe
kazıları devam ederken müze binası yapımı devam
etmektedir. Müze inşaatını firma yarım bırakır kaçar. Bunun
üzerine Nail Bey inşaat kitapları alır ve inceler. Birkaç usta
bulur inşaata devam eder. Projede yaptığı değişiklikler
beğenilir. Bu yere güzel bina kazandırır. Daha sonra birçok
projeyi yapar. Biz de ilk gördüğümüzde o yıllara göre çok
modern bir bina ile karşılaştık. (Bir Yudum İnsan - Nebil
Özgentürk)

Buradan ayrılıp öğlen yemeği için Kadirli ilçesine gidiyoruz.
Kadirli, çok eski çağlardan beri çeşitli uygarlıkların yaşamış
olduğu Çukurova'da yer almaktadır. Kadirli’deki Karatepe
Otel’de yine Adana kebap menüsü yiyip, terasta çay içerek
Kadirli manzarasını fotoğraflıyoruz. Bu arada turp
yetiştiriciliğinin başkentinin Kadirli olduğunu ‘Turp Heykeli’ni
görünce anlıyoruz. Türkiye’nin turp ihtiyacının yüzde 75 ini
karşılayan Kadirli’de her yıl Turp Festivali yapılır.

Hükümdar Asativatas MÖ 800 yıllarında ilçeye bağlı Karatepe-
Aslantaş'ta bir uç kale kurmuştur. Romalılar döneminde
Flaviopolis adıyla görkemli bir kent olan Kadirli'de, bu dönemi
belgeleyen eserler bulunmuştur. Bunlar İmparator Hadrianus'un
(MS 117-138) anıtsal tunç heykeli, halen şehrin altında kalmış
bulunan 6-7 dönümlük alana yerleşik Roma Hamamı, MS 5.
yüzyıla ait bir Roma bazilikası olan Ala Cami ve yakın çevrede
yer alan diğer birçok eser ve anıtlardır.

Bölgeye 7. yüzyılda ilk Müslüman orduları, Abbasiler ve
Selçuklular dönemlerinde de Türkler girmişlerdir. 1515 yılında
Osmanlı Padişahı Yavuz Selim, Kadirliyi Osmanlı topraklarına
katmıştır. Osmanlı döneminde Maraş Beylerbeyliği’ne bağlı bir
sancak (Kars-ı Maraş, Kars-ı Zül Kadriyye) olan Kadirli 1865
yılına kadar müteselsillikle idare edilmiş, 1865 yılında ilçe
haline getirilmiş ve 1872 yılında da merkezde belediye
kurulmuştur. Şehre Osmanlı döneminde ‘Kars-ak-eli’,

  163 

‘Pazaryeri’ ve ‘Kars Pazarı’ gibi değişik adlar verilmiş, İlçe
1928 yılında Kadirli adını almıştır. Kadirli 1.Dünya Savaşı
sonunda Ermeni ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş; 7 Mart
1920’de ise düşman işgalinden kurtarılmıştır.
Kadirli’den ayrıldıktan sonra Adana yönünde devam edip
Anavarza antik kentine gidiyoruz. Anavarza bir Roma dönemi
kenti. Kozan ilçesine bağlı Dilekkaya köyündedir. Köyde bir
evin bahçesinde yapılan kazılarda mozaikler ortaya
çıkarılmıştır. Öylece olduğu gibi bırakılan mozaikleri portakal
bahçesinde görüp fotoğraflıyoruz. Antik kentte gidip giriş
kısmını ve Roma yolunu görüyoruz. Zaman Anavarza Kalesi’ne
çıkmamıza müsaade etmiyor. Köye tekrar dönüp, birer çay
içtikten sonra rehberimizi Adana’ya bırakıp Ankara’ya doğru
dönüşe geçiyoruz.

  164 

KAMAN – MUCUR – HACIBEKTAŞ – KIRŞEHİR

Turhan Demirbaş

Günübirlik gezimizde ilk durağımız Bala üzerinden ulaştığımız
Kaman. İlçe merkezindeki ceviz heykeli önünde kısa bir mola
verdikten sonra Kalehöyük kazılarından elde edilen eserlerin
sergilendiği Müze’ye giderek rehber eşliğinde geziyoruz.
Kalehöyük kazı alanının yedi kat olduğunu öğrenip maket
üzerinden bilgi alıyoruz. 80’li yıllarda bir Japon kazı ekibi
tarafından yapılan Kalehöyük kazılarının hamisi Japon Prensi
Mikaaso’dur. Prensin kazı alanını ziyareti öncesi, bu alanın
hemen yanında oluşturulan ve çeşitli Japon bitkilerinin
yetiştirildiği park ‘Japon Bahçesi’ olarak adlandırılmaktadır.

Kaman-Japon Bahçesi’nden sonra 50 km. kadar uzaklıktaki
Çuhun Gölü kıyısında öğle yemeği molası veriyoruz. Yemek
hazırlanana kadar göl etrafında balık tutanlarla konuşarak vakit
geçirip yürüyüş yapıyoruz.

  165 

Yemek sonrası Mucur ilçesine gidiyoruz. Mucur yakınlarındaki
ünlü kuş cenneti Seyfe Gölü uzaktan dikkatli bakılınca
görünmektedir. Kuzey Anadolu fay hattına uzak olmasına
rağmen jeotermal yatakları bu çevrede bulunmaktadır.

Mucur Yeraltı Şehri, Roma döneminde savaş veya baskınlarda
halkın korunmak amaçlı kullanılabilmesi için yapılmış.
Yumuşak kayaların oyulmasıyla yapılmış olan yeraltı şehrinin
derinliği yaklaşık olarak 7-8 metre. 42 odası, her odaya
geçilmek için açılmış dehlizleri, küçükbaş hayvanlar için
yapılmış ahırları, ibadet yerleri, kapak taşları ve havalandırma
bacaları yeraltı şehrinin oldukça kapsamlı olduğunu
göstermektedir. Farklı bir dünyaya tanık olmak istiyorsanız
Mucur Yeraltı Şehri sizi değişik bir zaman dilimine götürmeye
hazır.

Sırada Bektaşi hoşgörüsünün merkezi Hacıbektaş var. İlçeye
geldiğimizde ilk önce Müze’yi geziyoruz. Eşitlikçi ve insancıl
bir düşünceye sahip mutasavvıf ve düşünür Hacı Bektaş
Veli'nin 1248–1337 tarihleri arasında yaşadığı sanılıyor.
Nişaburlu olan Hacı Bektaş Veli, Horasan'da, Hoca Ahmet
Yesevi ocağında felsefe, sosyal ve pozitif bilimler öğrenimi
gördü. Daha sonra Anadolu'ya geldi. XIII. yüzyılda, bugünkü
Hacıbektaş ilçesinde bir dergâh kurarak felsefesini yaymaya
başladı. Dergâh’ın içinde yer aldığı külliye 1964 yılından bu
yana müze statüsünde. Müze’yi ziyaret edenler, 1963'te aslına
uygun olarak yeniden inşa edilen Taç Kapı, Sadrazam Halil
Paşa'nın eşi Fatma Fikriye Hanım tarafından yaptırılan Üçler
Çeşmesi, Aş Evi, Kızılca Halvet olarak anılan Çilehane, Pir Evi
olarak anılan Hacı Bektaşi Veli Türbesi'ni görebilirler. Müzede
ayrıca Bektaşi Dergâh’ına ait günlük kullanım eşyaları, el
yazmaları, hat örnekleri sergileniyor.

Bu gezideki son durağımız Kırşehir. İl merkezinde bulunan
Cacabey Gökbilim Medresesi, Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç
Arslan oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde, Kırşehir

  166 

Valisi Nureddin Cibril Bin Cacabey tarafından yaptırılmış.
Zamanında rasathane olarak kullanılan Medrese’nin kuzey
cephesinde, Selçuklu dönemi özelliklerini yansıtan taç kapı
bulunmaktadır. Yapının kuzeydoğusunda, medreseye bitişik
olarak yapılmış, Cacabey'in kümbeti ve güneybatısında ise
minare yer almaktadır. Cacabey Gökbilim Medresesi’nin
karakteristik özelliği, cephe ve köşelerde bulunan sütuncelerdir.
Toplam üç adet olan bu sütunceler, roketin, ateşleme ve fırlatma
halini göstermektedir. XIII. yüzyılda roket çiziminin bu yapıda
kullanılması, işlev ve mimari arasındaki uyumun dikkate değer
bir göstergesidir

  167 

KAYSERİ

Turhan Demirbaş

Çiğdem Derneğinin düzenlediği bir gece konaklamalı gezimiz,
Cuma gecesi 01’de başladı. Kayseri’ye sabah vardık. Kaşıkla
lokantasındaki kahvaltı sonrası, adı Kayseri’yle özleşmiş olan
Erciyes’teki kayak merkezine çıkıyoruz. Kayak Merkezi’nin
bulunduğu yer 2150 metre yükseklikte. Kayak takımı veya
isteyenlere kızak kiralama hizmeti verilmektedir. Kabinli
teleferikle zirveye bir adım yaklaşıyoruz.

Buradaki seyir terasından hem Kayseri’yi hem de Erciyes
Kayak Merkezi’ni seyrediyoruz. Kayak için zirveye çıkmak
isteyenlere telesiyej hizmeti bulunmakta. Bu arada Merkez’de
kar azalmış durumda. 3-4 Mart tarihinde Dünya Snowboard
yarışmalarının yapılacağını öğreniyoruz.

  168 

Erciyes gezimizin öğle kısmında sucuk ekmek yiyip, sonrasında
yürüyüşe çıkıyoruz. Bol bol Grup fotoğrafı çektiriyoruz. Hafta
sonu Erciyes’e gelen guruplara müzik ve eğlence hizmeti de
sunulmaktadır.
Bu eğlencelere Ankara-Çiğdemim Derneği olarak kendimizi
anons ettirerek katılıyoruz. Hava güneşli ve ılık. Bu arada
farkında olmadan karla yansıyan güneş ışınlarının yüzümüzü
yaktığını fark ediyoruz. Yüz kremi sürmemenin acısını
sonradan hissedeceğiz.
Akşamüzeri otele dönmek üzere Kayseri’ye hareket ediyoruz.
Oteldeki akşam yemeği sonrası Grup olarak otel yakınındaki
İnönü Parkı’na gidip yürüyüş yapıyoruz.

Ertesi sabah Kayseri’nin tarihi mekanlarını gezmeye başlıyoruz.
İlk durağımız, Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından
Erciyes Üniversitesi’ne düzenletilen Selçuklu Uygarlığı Müzesi
oluyor. Buranın eski adı Gevher Nesibe Külliyesi’ymiş,
bulunduğu caddenin ismi de aynı. Gevher’in padişah kızı

  169 

demek olduğunu öğreniyoruz. Gezimiz külliyenin şifahane
kısmıyla devam ediyor.

Gevher Nesibe Sultan. II.Kılıçaslan’ın kızı. Külliye vasiyeti
üzerine, kardeşi I.Gıyasettin Keyhüsrev tarafından 1205-1206
yıllarında yaptırılmış. Osmanlı tarafından da kullanılmış, halen
Erciyes Üniversitesi tarafından Tıp Tarihi Müzesi olarak
değerlendiriliyor. İlk bölümde Selçuklu döneminin gündelik
yaşamı ve kültürü anlatılmaktadır. Taş işçiliği, avlusu ve kapısı
Selçuklu Uygarlığı’nı yansıtmakta. Daha sonra Mimar Sinan
heykelinin bulunduğu alana geçip Kayseri maketi etrafında bilgi
alıyoruz.

Gezimizin ilerleyen saatlerinde yürüyerek Saat Kulesi ve
Kayseri Kalesi ile Kapalı Çarşı’nın bulunduğu meydana
geliyoruz. Bu meydanın altına çarşı ve alt geçit yapılmış.
Burada kısa bilgiler alıp, bol bol fotoğraf çekiyoruz.

1906 yılında II.Abdülhamit tarafından yaptırılmış olan Saat
Kulesi’nin yanında yüksek bir kaide üzerinde, meydana hâkim,
bir Atatürk heykeli bulunmaktadır. Kayseri Kalesi ilk olarak
Roma devrinde yapılmaya başlanmış.

Kapalı Çarşı gezisi, alış veriş ve öğle yemeği sonrası Hunat
Hatun Külliyesi’ne gidiyoruz. Medrese, cami ve hamam olmak
üzere üç bölümden oluşan bu Külliye’yi yaptıran Hunat Hatun;
III.Gıyasettin Keyhüsrev’in ikinci eşi ve Alanya Kalesi’nin
Rum komutanın kızıdır.

Selçuklu, Alanya Kalesi’ni kuşatınca, komutan bu kuşatmadan
kurtulmak amacıyla Selçuklu ile akraba olmak için kızını
III.Gıyasettin Keyhüsrev’le evlendirir. Bazı kaynaklar Hunat
Hatun’un III.Gıyasettin Keyhüsrev’i zehirlettiğini yazmaktadır.

  170 

Gıyasettin ölünceye kadar Hıristiyan olarak kalan Hunat Hatun,
daha sonra Müslüman olur ve hayır amacıyla bu külliyeyi inşa
ettirir.
Kayseri’den sonra kentin yakınında, Erciyes eteklerinde yer
alan Talas ilçesine gidiyoruz. Burada restorasyon çalışması
devam eden bir cadde boyunca geziyoruz. Bu caddede
bulunduğumuz bir saat içersinde, eski taş evler arasında hatıra
fotoğrafları çektirmekte olan en az üç gelin ve damat görüyoruz.
Kayseri gezimizde son olarak Ali Dağı eteğindeki, Kayseri’nin
en güzel görünümünün olduğu seyir terasına hareket ediyoruz.
Ali Dağı’ndan yamaç paraşütü yapıldığını görüyoruz.
Seyir terasının güzel manzarasıyla Kayseri’ye veda ederek,
Ankara’ya doğru yola çıkıyoruz.

  171 

KEMALİYE/EĞİN

Turhan Demirbaş

Eski adı Eğin olan Kemaliye’ye iki günlük bir gezi için
gidiyoruz. Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas Kongresi’nde
Kurtuluş Savaşı için karar aldıklarında Eğinlilerin 350 altın, 650
at, 300 gönüllü asker sözüyle savaşa hazır olduklarını bildirme-
lerinden dolayı, Atatürk’ün benim adım bir yere verilecekse bu
Eğin olmalıdır dediği söylenir... 21 Ekim 1922 tarihinde
TBMM’de bir kanun teklifiyle Eğin’in adı Kemaliye olarak
değiştirilmiştir.

Erzincan’ın bir ilçesi olan Kemaliye, Malazgirt Savaşı sonrası
Kafkaslardan aşağı inen Orta Asya Türklerinin yerleştiği bir
yerdir. Roma, Pers, Sasani ve Bizans yönetiminde kalmış, Arap
saldırılarına uğramıştır. Timur istilası sonrası Çelebi Mehmet
döneminde Osmanlıya katılmış ‘Eğin’ adını almış ve canlı bir
ticaret yeri olmuştur. Osmanlı Padişahı IV.Murat zamanında

  172 

Eğin’e et kethüdalığı, zaman içinde de odun ve kömür
kethüdalığı verilmiştir.

Eğin, uzun yıllar Diyarbakır ve Sivas’a bağlı bir liva olan
Arapkir’e, daha sonra Cumhuriyet öncesi Elazığ sancağına bağlı
bir kaza olmuştur. Zamanla Malatya’ya, 1938 yılında ise
Erzincan’a bağlanmıştır.

İslam Ansiklopedisi’nde Eğin adının Ermenice su kaynağı
anlamındaki ‘Akn’dan geldiği yazmaktadır. Evliya Çelebi,
Aşağı Şehir’de bin kadar mamur ev bulunduğunu ve 300 kadar
vergiden muaf Hıristiyan vatandaşının yaşadığını bildirmiştir.
Alman Seyyah Moltke, 1839 Nisan ayında ziyaret ettiği Eğin
için Ermenilerin merkezi diye yazmıştır. 19. yüzyıl sonlarında
gelen Yazar Yorke, Eğin’in nüfusunu 15 bin olarak belirtirken
Fransız Seyyah Cuinet ise 12 bin Müslüman ve 7 bin
Ermeni’nin yaşadığını yazmıştır.

Tarihi Kentler Birliği üyesi olan Kemaliye’ye yaptığımız gezi,
ilçeye 40 km. uzaklıktaki Arapkir ilçesine bağlı Ocak köyünden
başladı. Hacı Bektaşi Veli müritlerinin Hıdır Abdal’ın hayatının
sürdürdüğü ve mezarının da bulunduğu Ocak bir Alevi köyü.
Nüfusu genelde büyük şehirlerde yaşayan köyde yaz aylarında
nüfus patlaması yaşanmakta. Köyün kütüphanesi, tiyatro
salonu, helikopter pisti, cem evi, aş evi bulunuyor. Her yer
tertemiz, bir de Etnografya Müzesi var. Çiğdem Derneği’nden
getirdiğimiz bir koli kitabı köyün muhtarı Ali Bey’e teslim
ediyoruz. Etnografya Müzesi’ni yöneten Hüseyin Ataibiş ile
tanışıp, Ocak köyünün geçmişini anlatan kitabını alıyoruz.
Köyün meydanında çay içip köyden ayrılıyoruz.

Kemaliye’ye döndüğümüzde bizi Recep Yazıcıoğlu Köprüsü
civarında bekleyen küçük araçlarla, Kırkgöz adlı mesire yerine
gidip Kemaliye fotoğrafları çektik. Dağdan inen suların kırk
ayrı oluktan aktığı Kırkgöz’de yanımızdaki peynir ve

  173 

gözlemelerle kısa bir mola verdikten sonra öğle yemeği için
Kemaliye merkezine gittik.

Daha sonra Sırakonaklar (Peğir) köyüne gittik. Burada köy
evleri arasında yürüyerek patika yoldan Apçağa köyüne geçtik.
Apçağa’da Ahmet Kutsi Tecer Müze-evi’ni gezdik. Ahmet
Kutsi Tecer “Bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür”
diyen ünlü şairimizdir.

Günün sonunda yorgun olarak geldiğimiz otelde yer olmadığı
için otel yakınındaki, kışın İstanbul’da yaşayan ve yazın burada
pansiyon işleten Hafize-Mehmet çiftine konuk oluyoruz. Sabah
harika bir köy ürünleri kahvaltısıyla güne başlıyoruz.

Kemaliye’deki ikinci günümüze Şırzı köprüsü yakınındaki bot
iskelesinden hareketle, Fırat nehrinin en büyük kolu olan
Karasu üzerindeki Karanlık Kanyon’da bir bot gezisi yaparak
başlıyoruz. Rafting, dağa tırmanma ve paraşütle atlama gibi
sporların yapıldığı Karanlık Kanyon’un dünyanın ikinci büyük
kanyonu olduğunu öğreniyoruz.

Daha sonra yerel araçlarla ‘Taş Yol’a yola gidiyoruz. 13 km.
uzunluğundaki Taş Yol, 130 yıl süren çalışmaya rağmen bir
türlü bitirilememiş. Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu’nun
gayretiyle bir süre daha çalışılmış fakat maliyet nedeniyle yine
de bitirilememiş. Çevrede madencilik faaliyeti yapan bir
Amerikan şirketi altın çıkarıp bu yolu yapacağını söz verdiği
halde vazgeçmiş. Son olarak yüzde 25 oranında Türk ortak
Çalık Holding’le ortak olup siyanürle altın çıkarmaya devam
etmiş. Toplumun yararına olmayan bu anlaşmayı yapanları
lanetliyorum.

  174 

Taş yolun bir kısmını yürüyerek gezdikten sonra şehir
merkezine geçiyoruz. Burada Prof. Ali Demirsoy tarafından
kurulmasına öncülük edilen Tabiat Tarihi Müzesi’ni gezdikten
sonra, öğle yemeği yiyip yerel araçlarla ‘Mani Yolu’ olarak
adlandırılan ve Kemaliye’ye başka bir yönden bakıp şahane
fotoğraflarını çekeceğimiz tepeye gidiyoruz. Buradaki parkta
kısa bir mola sonrası, yoldaki manileri okuyarak ve rehberimiz
Şevket Bey’den bilgiler alarak yürüyoruz. Türk dünyasında
maniler yedi heceliyken, Eğin manileri 11 heceliymiş. Peki, bu
maniler niye yazılmış derseniz; Osmanlı, İstanbul’da çalışmak
için yalnız erkekleri çağırdığından evde kalan kadınlar
yazmışlar. Öyle ki, Eğin manilerinin yüzde 95’i kadınlar
tarafından yazılmış...

Mani Yolu sonrası Eğin’e doğru, yokuş aşağı eski ve tarihi
evlerin arasından yürüyoruz. Yolumuzun üzerinde Lökhane var.
Burada dut pekmezi ve ceviz içinin dövülerek bir macun
kıvamına getirilmesiyle elde edilen yerel bir tatlı yapılıyor.
Lökhane’nin yanındaki su değirmenini de gezip yol boyunca
gördüğümüz eski Kemaliye evlerinin kapı tokmakları hakkında
bilgi alıyoruz. Her kapıda biri ince (kadınlar için) diğeri tok
(erkekler için) ses çıkaran iki tokmak bulunuyor. Tokmak
sesinden eve gelenin erkek mi, kadın mı olduğu böylece
anlaşılıyor ve kapı ona göre açılıyormuş.

  175 

Kemaliye gezimiz karların eridiği döneme denk geldiği için
ilçedeki dereler çok coşkulu akmaktalar. Temmuz ve Ağustos
aylarına bu su azalmaktaymış.
62 köyü bulunan Kemaliye’nin köylerinden 12’si Alevi
köyüymüş. Şırzı Köprüsü karşında, kuyumculuk yapan
Ermenilerin yaşadığı Venk köyü varmış, tabi şu anda o köyde
değiller. Köyün bir köprüyle Kemaliye’ye bağlantısı varmış. Bu
Venk Köprüsü’nde Osmanlı zamanında gümrük idaresi varmış
ve Fırat nehrine bırakılan kerestelerden vergi alınırmış.
Keresteler ancak bu yolla nakliye edilebilirmiş...
Eğin’e indikten sonra eski bir kilise olan Etnografya Müzesi ve
Kültür Merkezi’ni geziyoruz. Daha sonra Kemaliyeli bilim
adamı Ali Demirsoy’un doğduğu Yuva (Geruşla) köyüne
gidiyoruz. Buradaki ‘Dangalaklar Çeşmesi’ adı verilen üç gözlü
sudan içiyoruz. Şevket Bey’in burada olduğumuzu o esnada
Ankara’da olan Ali Demirsoy’a telefonla bildirmesi bize sürpriz
oluyor. Canlı olarak bu değerli hocamızla selamlaşıyoruz.
Yuva’dan sonra, otel yolundaki Toybelen (Gemurgap)
köyünden geçip pansiyonumuza geliyoruz. Akşam yemeği
sırasında yerel müzisyenlerin yaptığı fasılla Eğin gezimizi
tamamlıyoruz.

  176 

KÜTAHYA – ESKİŞEHİR

Turhan Demirbaş

Çiğdemim Derneği ve Kafka Tur ortak organizasyonuyla
düzenlenen bir gece konaklamalı Kütahya-Eskişehir gezimiz
cumayı cumartesiye bağlayan gece 01:00’de başladı. Sabah
6:30’da vardığımız Kütahya’da, Germiyan konağındaki kahvaltı
öncesi, bizi Hisarlı Ahmet ve Evliya Çelebi anıt-heykelleri
karşıladı.

Sabah saat 8:00’de yerel rehberimiz Hande Hanım’ın
katılımıyla başladığımız Kütahya gezimizde ilk olarak;
Belediye tarafından eski bir konakta yaptırılan ödüllü Kent
Tarihi Müzesi’ne gidiyoruz. Kütahya ile ilgili birçok ilkleri
öğreniyoruz. İlk Borsa Aisonai Roma şehrinde kurulmuş, yine
ilk toplu sözleşme Kütahya’da yapılmış.

Seramik kenti Kütahya gezimiz, Sıtkı Uçkar Müzesi ile devam
ediyor. Sıtkı Uçkar UNESCO ödüllü bir seramik ustası, kendisi
2013 yılında 63 yaşında iken hayata veda etmiş. Üç katlı eski
bir konaktaki müzeyi zevkle geziyoruz. Daha sonra Etnografya

  177 

Müzesi’ne geçiyoruz. Burada Seyitömer höyüğünde ve Aizonai
antik kentinde yapılan kazılarda çıkarılmış eserler
sergilenmekte.
Müze’den sonra hemen yanında bulunan Ulu Cami’yi ziyaret
ediyoruz. 1416 yılında yaptırılan caminin dört ana sütunu
Aizonai antik kentindeki Artemis Tapınağı’ndan getirilmiş.
Buradan Ulu Cami’nin arka kısmındaki Çini Müzesi’ne
geçiyoruz.

1429 yılında, Son Germiyan beyi II.Yakup tarafından yaptırılan
Külliye’nin imaret kısmında kurulan Çini Müzesi, dünyadaki
tek çini müzesi olma özelliğine sahip. Medrese’nin, taş vakfiye
kitabesi giriş kapısının güneyindeki niş içine yerleştirilmiş. 39
satırdan oluşan kitabe Osmanlı Türkçesiyle yazılmış. Çini
Müzesinde 14. yüzyıldan başlayarak, günümüze kadar üretilen
ve Kütahyalılar tarafından ‘Ateşte açan çiçekler’ olarak
tanımlanan nadir çini örnekleri sergilenmektedir.
Daha sonra ilk defa Frigler tarafından yaptırılan Kütahya
Kalesi’ne çıkıyoruz. Sıradaki duraklarımız; Kossuth Macar
Dostluk Evi ve eski bir hamamda bulunan Jeoloji Müzesi. Sevgi
Yolu Caddesi’ndeki yürüyüşümüz sonrası, Kütahya’daki yedi

  178 

jeotermal bölgesinden biri olan Harlek Kaplıcaları’na giderek
burada konaklıyoruz.
Ertesi gün pazar, kahvaltı sonrası 54 km. uzaklıktaki dünya
kenti Eskişehir’e geçiyoruz. Burada, önce Sazova Parkı’nda
bulunan; Hayvanat Bahçesi’ni, Su Dünyası’nı ve Türk Dünyası
Minyatür Eserler Açıkhava Müzesi’ni gezip Korsan Gemisi ve
Masal Şatosu’nu ise karşıdan fotoğraflıyoruz.
Eskişehir’de buralardan başka Odunpazarı, Kurşunlu Külliyesi,
Arasta Çarşısı, Deri İşleme Atölyesi, Kurtuluş Müzesi, Atlıhan
ve Haller Gençlik Merkezi’ni de gezdikten sonra saat 18:00
civarında Ankara’ya doğru yola çıkıyoruz.

  179 

SÖĞÜT – BİLECİK – İZNİK – MUDANYA – TİRİLYE –
CUMALIKIZIK
Turhan Demirbaş

2015 yılının son gezisi için Çiğdemim Derneği önünden hareket
ediyoruz. İlk durağımız; Bilecik iline bağlı bir ilçe olan Söğüt.
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yer olarak tarihe geçen
Söğüt’te; 1905 yılında Padişah II.Abdülhamit’in yaptırdığı
Hamidiye Camii ve Hamidiye İdadisi ile Sultan Reşat tarafında
yaptırılan yetimler yurdu ‘Dar’ul Eytam’ı geziyoruz. İdadi’nin
kapısı üzerinde büyük bir Osmanlı Arması dikkat çekiyor.
Söğüt’te küçük bir meydanda bulunan Kaymakamlar Çeşmesi,
1914 yılında Sait Bey tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra
Ertuğrul Gazi Türbesi ve Şehitliği’ni geziyoruz.

  180 

Hafta sonu gezimizin ikinci durağı Bilecik’te kısa bir mola
vererek Saat Kulesi civarındaki parkı gezip İznik’e gitmek
üzere şehirden ayrılıyoruz. Akşamı İznik Gölü kenarındaki iyi
bir otelde geçirdik.

Yemek sırasında eğlence ve müzik vardı. Neşeli bir gece
geçirmiş olduk. Ankara’dan gelen bizler için Ankara havaları
çalmaları üzerine Mustafa Bulu arkadaşımızın aklına ‘Seymen’
oyunlarını niye öğrenmiyoruz diye bir fikir geldi. Bunun
üzerine Ertan Göksu ağabeyimizin seve seve öğreteceğini
söylemesi bizleri sevindirdi.

Sıradaki durağımız olan İznik’in merkezi, uzunluğu 4970
metreye ulaşan tarihi surlarla çevrilidir. Bizans döneminde
surların boyu artırılarak güçlendirilmiştir. İznik’in sembolü
tarihi surlardaki kapılardır. Bu kapılar imparator Hadrianus
döneminde yaptırılmıştır. Kentin ayakta kalan kapıları; İstanbul
Kapı, Lefke Kapı ve Yenişehir Kapı’dır. Göl Kapı ise yıkılmış
durumdadır.

Ayasofya (Orhan Camii) İznik’in en önemli yapılarındandır.
Anadolu topraklarında Ortodoks mezhebinden kalan dört
Ayasofya kilisesinden biridir. Diğerleri; İstanbul, Trabzon ve
Kırklareli’nin Vize ilçesindedir. Eski bir kilise kalıntısı üzerinde
6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafında yeniden inşa ettirilen
Kilise’nin taban mozaiği ile aziz ve havarileri betimleyen
freskleri oldukça ilgi çekicidir. Tarihi yapının bir bölümü Müze
olarak düzenlenmiş olup diğer bir bölümü cami olarak hizmet
vermektedir. 3. yüzyılda Hıristiyan dünyası için tarihi mahiyette
bir konferans burada yapılmış ve İncil sayısı dört olarak tespit
edilmiştir. Orhan Camii adının verilmesinin sebebi ise İznik’in,
Osmanlı’nın ikinci sultanı olan Orhan Bey zamanında alınmış
olmasıdır.

  181 

İznik’e veda edip Mudanya’ya geçiyoruz. Mütareke Müzesi
gezisi sonrası sahilde kısa bir gezinti yapıp, kahvelerimizi
yudumluyoruz.
Daha sonra, sondan bir önceki durağımız ve herkesin merak
ettiği Tirilye’deyiz. Kısa alış veriş molasında zeytin alıyoruz.
Küçük bir belde olan Tirilye’de bir tur atıyoruz. Eski Rum lider
Makarios’un okuduğu okulu görüp, öğle yemeği için sahile
geçiyoruz. Balık, salata menümüzü yiyerek, Bursa Cumalıkızık
için hareket ediyoruz.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Cumalıkızık’ın
tarihi evlerini de gezip gördükte sonra Ankara’ya doğru yola
çıkıyoruz.
Son bir not: Cumalıkızık Köyü, Bursa’nın Hanlar Bölgesi
(Orhan Gazi Külliyesi ve Çevresi) ve Sultan Külliyeleri
(Hüdavendigar, Yıldırım, Yeşil, Muradiye) ile birlikte
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer almaktadır.

  182 

Yeni Bir Eko Turizm Merkezi
YENİCE ORMANLARI

Turhan Demirbaş

Karabük ilimizin Yenice ilçesi, Türkiye’nin en büyük blok
ormanlarına ev sahipliği yapıyor. Çiğdemim Derneği ile birlikte
günübirlik olarak planladığımız bir gezi kapsamında gittiğimiz
Yenice Ormanları’na Ankara’dan üç saatlik bir yolculukla
varıyoruz. Karayolunun Karabük-Yenice arasındaki kısmı;
Filyos Çayı ve tren hattının yanında devam ederken yol
üzerinde tam 16 tünel geçiliyor.

Son yıllarda dünyada birçok örneği bulunan ve sayısız
doğaseveri kucaklayan tematik yürüyüş güzergâhları, ülkemiz
geneline de yayılmaktadır. Likya Yolu, Frig Yolu, St.Paul Yolu,
İstiklal Yolu gibi işaretlenmiş uzun yürüyüş rotalarına, yakın
zamanda Karabük Yenice Ormanları’nda oluşturulan doğa
yürüyüş parkurları da ilave edilmiştir.

Yaban hayatı ve bitki çeşitliliğiyle Dünya Doğayı Koruma
Vakfı tarafından acil korunması gereken 100 sıcak noktadan biri

  183 

seçilen Yenice ormanlarındaki yürüyüşümüze; parkurun
başındaki dere kenarında bulunan otelden başlıyoruz.

Orman içi yürüyüş yolumuza başlarken karşılaştığımız kalın sis
perdesi yürüyüşümüzü masalsı bir havaya büründürüyor.

Sonbaharın harika manzaraları eşliğindeki yürüyüşümüze
rehber eşliğinde başlıyoruz. Güneye bakan yamaçlardaki sandal
ve çam ağaçlarının güzel görüntüleriyle yürüyüşümüz devam
ederken kuzey tarafımızda yer alan sarı-beyaz ıhlamur ağaçları
yürüyüş rotamızı çok daha etkileyici bir hale getirmektedir.

Tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında
rastlanan anıtsal ağaçları, yemyeşil vadileri, yükseklikleri 2 bin
metrelere ulaşan dağları, derin kanyonları, her daim çağıltılı
dereleri, sürpriz şelaleleri, yaban hayatı ve değişik bitki
çeşitliliğiyle Yenice Ormanları, farklı outdoor aktiviteleri için
gerçek bir eko turizm merkezi aynı zamanda.

Günübirlik veya kamplı yürüyüş güzergâhları ile bisiklet
rotaları dışında; kanyoning, kaya tırmanışı, kuş gözlemi, foto
safari, botanik yürüyüşleri, rafting ve yamaç paraşütü gibi
etkinlikler de yapılabiliyor bu bakir alanda. Ormanın
derinliklerindeki tesisler ve yol boyunca rastlayacağınız
pınarlar, doğaseverlerin macera dolu aktivitelerini kolaylaştıran
diğer unsurlar olarak not edilebilir.

Öğlen molamızdan sonra yürüyüş yerimize yakın bir yerdeki
küçük bir köylü pazarından alış veriş yapıyoruz. Tırmanma
yerimizde bulunan ve eski bir orman evinden dönüştürülen
küçük otelin eski bir milli bisikletçi tarafından işletildiğini
öğreniyoruz. Yürüyüşümüz esnasında sık sık karşımıza çıkan
tablo gibi dağ ve yol manzaralarından bol fotoğraf alıyoruz.

Yenice Ormanlarındaki unutulmaz yürüyüşümüz sona erdiğinde
ruhen dinlenmiş ve bol oksijen almış olarak Ankara’ya
dönüyoruz.

  184 

DÜZCE’YE BİR YOLCULUK

Vecdi Seviğ 13

Bazı yöreler vardır, gezip görmek için herkes can atar. Kimi
yerler de vardır ki, adını söylediğinizde yakından hiç
görmeyenler bile, dudak bükerek “A! Orası mı biliyorum” der
geçer.

Yıllardır arkadaşlarım için geziler düzenleyen biri olarak çok
başıma gelmiştir. “Kula’ya gidelim, jeoparkı görelim, sizi eski

 

13  İstanbul’da, 1950 yılında doğdu, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Mülkiye’den mezun oldu. Maliye Bakanlığı’nda,
gazete, dergi, radyo ve televizyonlarda ekonomi muhabiri, programcı
olarak çalıştı. Yarım yüz yılı aşan mutfak merakını, radyo programları
ile dergi ve gazete yazıları aracılığıyla paylaştı. Çiğdem Mahallesi,
Gökkuşağı Sitesi’nde 30 yıldır oturmaktadır ve Çiğdemim
Derneği’nin kurucu başkanıdır. [email protected]

  185 

bir evde konaklatayım, Germiyanoğulları’nın yaşadığı yerleri
görelim” dediğimde pek meraklanmayan yüzlere çok rastladım.

Yeni kent merkezlerimizden sonuncusu Düzce de bu tür
yerlerdendir. Ankara – İstanbul arasında onlarca, belki de
yüzlerce kez gidip gelmiş bir kişi için Düzce, “Orada bir yer”
olmaktan öteye anlam taşımaz. Düzce merkezine 6 kilometre
uzaklıktaki Konuralp Antik kentini görmeye hevesli bulmakta
zorlanırsınız. Oysa bölgenin tarihi günümüzden 3 bin yıl
öncelerine dayanır. Konuralp’te bulunan müzenin bahçesindeki
eserler bile tek başına görülmeye değer ölçüdedir. Akçakoca ise
Ankaralıların gözdesidir. Bu iki merkeze Çiğdemim
Derneği’nin düzenlediği gezilere katılamadığımın pişmanlığını
hâlâ yaşarım.

Çiğdemim Derneği’nin kültürel etkinlikler dizisi içinde önemli
yer tutan gezilerine pek sık katılma olanağı bulamıyordum.
Bunun temel nedenlerinden biri benim ya da eşimin işlerinin
gezi dönemlerine denk gelmesiydi. Katılım fazla olunca ikinci
bir ekibin de geziye götürülme olanağı ortaya çıkmasaydı,
Güzeldere Şelalesi ve kent merkezinin karmaşık trafiğinden
fazlasını bilmeyen biz, bu geziyi de kaçırmış olacaktık.

Pazar sabahı Ankara’dan bir bölümüyle önceden tanışıklığımız
olan mahallelilerimizle yola çıktığımızda sabahın erken saati
olmasına karşın herkesin neşesi yerindeydi. Yoldaki küçük
soluklanmanın ardından TEM’den Abant kavşağında ayrıldık,
genç rehberimizi de alıp yola devam ettik.

Gezimizin Topuk Yaylası durağı Fenerbahçe taraftarları için
coşkulu dakikalar yaşattı. 1.300 metreye yaklaşan yükseklikte
sarıçam, köknar, kayın gürgen ağaçlarının yayıldığı alanın
ortasındaki gölet çevresinde dolaşırken sonbahar serinliğini
bedeniniz derinliklerinde duyumsamanın hazına varabiliyor-
dunuz. Gölet’te aynalı sazan, kadıncık ve Hollanda sarısı gibi
balık türlerinin yaşamakta olduğunu açık alana kurulmuş soba

  186 

üzerinde pişirilen çayı ikram eden genç arkadaştan öğrendik.
Düzce Üniversitesi Orman Fakültesi’nden bir grubun aynı bölge
için uygun kamp ve piknik alanı çalışması yürüttüklerini daha
sonra bir makalede öğrenecektim,

Önemli duraklardan biri de Türkiye’nin tescil edilen ilk tabiat
anıtı Samandıra Şelalesi idi. Masallarda okuduğumuz,
dinlediğimiz cadı kazanını o gün yakından görme olanağı
buldum. Dereyi çevreleyen anıt ağaçlar ve üç şelalenin
bulunduğu 500 metrelik alanın içinde düşenin kurtulma olanağı
bulamayacağı, derinliğini tahmin edemediğim bir yarığa verilen
genel ad cadı kazanı idi.

Yolun karşısındaki kır gazinosunun önünde güneşlik alanda
toplaşmış diğer gezi gruplarından bir kalabalık şelale çevresinde
dolaşırken üzerlerinde su taneciklerinin yarattığı nemi kurutma
çabasındaydılar. Bir süre onlarla sohbet ettik. Otobüse
dönerken, eşimle aynı an aklımıza geldi. Derneğimizin
düzenlediği son katıldığımız gezi de Nallıhan’ın Karacasu köyü
yakınlarındaki Uyuz Şelalesi’ne yapılmıştı. Şelalelerin
dayanılmaz çekiciliğinden olmalı diye gülüştük.

Daha önce gördüğüm Güzeldere Şelalesi’ni anlatmayı sona
bıraktım. Bıçkı Deresi üzerindeki şelale, kayın ve gürgen
ağaçları arasından 120 metrelik bir yolculukla Melen Gölü’ne
doğru ilerliyordu. Şelalenin seyir teraslarından birinden
baktığınızda Düzce ovasının verimli arazisi önünüzde uzanıp
gidiyordu. Bir önceki uğrayışımda olduğu gibi Düzce’de sanayi
bölgesinin otoyol civarındaki tepelerin arasına yerleştirilmiş
olmasının isabetini yeniden düşündüm. Bursa Çekirge’den
ovaya bakınca yeşili dürbünle aramam aklıma geldi.

Ankara’ya dönüş yolunda geride bıraktığımız, bir deprem
felaketinden sonra il yapılan kenti düşünüyordum. O gezinin
ardından Orhan Veli Düzce’yi şöyle anlatmıştı:

  187 

“Bolu dağını aştınız mı düz bir ovaya inersiniz. Gayrı Düzce
yolundasınız. Düzce’ye bu adın verilmiş olması da herhalde bu
düz ovada kurulmuş bir kasaba oluşundan. Düzce, bu ovanın en
güzel, en bakımlı kasabalarından biri. Öyle ki, insan birdenbire
bir vilayet merkezi filan sanıyor. Hatta hatırlamıyorsanız,
buraların üç beş sene evvel geçirdiği o büyük yer sarsıntısının
izlerini bile göremezsiniz.”
Orhan Veli’nin sözünü ettiği 1944 yılının şubat ayındaki
depremdir. Düzce, Bolu’nun bir ilçesidir, tıpkı 12 Kasım 1999
depremindeki gibi. 2 Şubat 1944 gününün gazeteleri, “Bolu ve
köylerinden haber yok” diye yazar. Düzce merkezinde beş
evden dördü yerle bir olmuştur.
Orhan Veli’nin yolu 1945 yılının sonbaharında Düzce’ye
düşmüş. Zamanın en önemli konaklama merkezi Yeşilyurt
Oteli’nde kalmış. Gece de Halit ve Haşim Şerbetçi kardeşlerin
yaptığı salebi yudumlayıp Yol Türküleri şiirindeki dizelerini
yazmış:
Düzce’deyim Yeşil Yurt otelinde,
Otelin önü çarşı,
Salepçiler satar otele karşı.
Şiire mi uykuya mı daldığımın ayrımında değildim.
Uyandığımda Çiğdemim Derneği’nin önünde otobüsümüz
durmuş, komşular evlerine doğru yürümeye başlamışlardı bile.

  188 

ANKARA
GEZİLERİMİZDEN

  189 

Çiğdemim Derneği Ankara Gezileri

1 21.04.2002 Beypazarı
2 18.05.2003 Ankara
3 07.06.2003 Beypazarı
4 06.05.2005 Beypazarı
5 01.02.04. 2006 Kızılcahamam-Patalya
6 13.05.2006 Ankara
7 04.06.2006 Kurtuluş Savaşı
8 20-21.01.2007 Haymana Termal
9 22-23.02.2007 Kızılcahamam-Patalya
10 10.06.2007 Nallıhan
11 08-09.01.2008 Kızılcahamam
12 2008 Nallıhan
13 2008 Nallıhan
14 2008 Kızılcahamam
15 10-11.01 2009 Haymana
16 22-23.02.2009 Kızılcahamam
17 22.03.2009 Beypazarı
18 05.04.2009 Beypazarı
19 27-28.02.2010 Kızılcahamam-Patalya
20 02.05.2010 Nallıhan
21 25-26.11.2010 Kızılcahamam-Patalya

  190 

22 22-23.02.2011 Kızılcahamam-Patalya
23 08-09.03.2011 Haymana
24 30.04.2011 Ankara
25 02.10.2011 Nallıhan
26 20-21.12.2011 Kızılcahamam-Patalya
27 11.02.2012 Elmadağ
28 31.3-01.4.2012 Kızılcahamam-Patalya
29 08.04.2012 Ankara
30 30.09.2012 Kalecik
31 29.09.2012 Kalecik
32 31.03.2013 Nallıhan
33 07.04.2013 Gordion
34 01.06.2013 Jeopark
35 12.04.2014 Nallıhan
36 2014 Kızılcahamam-Yayla
37 29.01.2015 Müze 1 (MTA, TRT)
38 05.02.2015 Müze 2 (PTT, SÖKÜM)
Müze 3 (AOÇ Atatürk Evi, Şarap
39 21.02.2015 Fabrikası, Devlet Mezarlığı)
40 19.03.2015 Müze 4 (Vakıf, VEKAM, Estergon)
41 21.03.2015 Müze 5 (AMM, 1.TBMM, 2.TBMM)
42 11.04.2015 Müze 6 (R.Koç, Erimtan, Ulucanlar)
43 03.05.2015 Polatlı, Gordion

  191 

44 09.05.2015 Müze 7 (TCDD-Gar Atatürk Evi, THK,
45 25.10.2015 Etnoğrafya, DRHM)
46 07.11.2015 Güdül-Beypazarı
Müze 8 (Hukuk, M.Ayaz, Pembe Köşk)
47 09.12.2015 Müze 9 (Harita, Abidinpaşa Köşkü,
48 13.01.2016 Çankaya Müze Köşk)
49 17.02.2016 Müze 10 (MKE, Meteoroloji)
50 16.04.2016 Müze 11 (ODTÜ Müzeleri)
51 05.10.2016 Müze 12 (M.A.Ersoy, Satranç, TBMM)
52 19.10.2016 Beypazarı
Müze 13 (Şerif Bursalı, TRT)
53 09.11.2016 Müze 14 (Telekomünikasyon, Ziraat,
54 13.11.2016 Roma Hamamı)
55 29.11.2016 Nallıhan
56 17-18.12.2016 Kazan
57 14.12.2016 Haymana
58 02.02.2017 Müze 15 (Ziraat, Olgunlaşma, Eğitim)
59 08.03.2017 Müze 16 (Oyuncak, Eczacılık, Sanayi)
60 16.09.2017 Anıtkabir
61 30.11.2017 Kalecik
62 28.12.2017 Müze 17 (Mobilya, Jandarma, Evliyagil)
63 17.01.2018 Müze 18 (Veteriner, Hacettepe Sanat)
64 24.01.2018 Haymana
Müze 19 (PTT, Feza Gürsey)

  192 

65 28.02.2018 Müze 20 (Erimtan, Ulucanlar)

66 25.03.2018 Nallıhan

Müze 21 (Olgunlaşma-100.Yıl, DRHM-
67 28.03.2018 Vakıf)

68 17.04.2018 Müze 22 (Altınköy, Telekomünikasyon)

69 06.05.2019 Gordion

70 23.05.2018 Müze 23 (Pembe Köşk, Atatürk Köşkü)

Müze 24 (1.TBMM, Cumhuriyet,
71 25.10.2018 Erimtan)

Müze 25 (Neşeliköy Tepetaklak,
72 17.11.2018 A.Tunçak Atatürk Evi.)

73 24.01.2019 Haymana

Müze 26 (Çubuk Bekir Ağa, Hamamönü
74 07.02.2019 Şair ve Yazarlar Evi)

Müze 26 (Çubuk Bekir Ağa, Hamamönü
75 14.02.2019 Şair ve Yazarlar Evi)

Müze 26 (Çubuk Bekir Ağa, Hamamönü
76 15.02.2019 Şair ve Yazarlar Evi)

77 20.02.2019 Müze 27 (Hamamönü-Çiğdem Şenliği)

Müze 26 (Çubuk Bekir Ağa, Hamamönü
78 27.03.2019 Şair ve Yazarlar Evi)

Müze 26 (Çubuk Bekir Ağa, Hamamönü
79 28.03.2019 Şair ve Yazarlar Evi)

Müze 28 (İş Bankası, Anafartalar
80 16.05.2019 Çarşısı)

81 11.10.2019 Müze 29 (AMM, Erimtan, R.Koç)

  193 

82 15.11.2019 Müze 30 (Çamlıdere)
Müze 31 (Çubuk Bekir Ağa, AOÇ

83 24.12.2019 Atatürk Evi)
84 23.01.2020 Müze 32 (CerModern)
85 30.01.2020 Müze 33 (Cin Ali, PTT)
86 21.02.2020 Müze 34 (İş Bankası Müzesi, Ulucanlar)

Kalecik (2012)
  194 

ÇUBUK

Aytül Aksongur 14

Çubuk, Ankara'nın üç büyük ilçesinden biri. Arazisi verimli
topraklarla kaplı. Tarım ve hayvancılık, çalışkan Çubuk
Halkı'nın başlıca geçim kaynaklarını oluşturmakla birlikte,

 

14 1957 Ankara doğumlu. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
Resim Bölümü mezunu. A.Ü. Sosyal Bilimlerde yüksek lisans, Selçuk
Üniversitesinde doktora yaptı. Köy öğretmenliği, TED Ankara Koleji,
Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü, Ayşeabla Koleji’nde
görev yaptı. TAD Kadınları Kültür Derneği, Ankara Üniversitesi
Mezunlar Derneği, Down Sendromlu Çocukları Koruma Derneği ve
Çiğdemim Derneği üyesi. Çiğdem Mahallesi, Park Sitesi’nde ikamet
etmektedir. [email protected] 

  195 

şehre yakın oluşu ve elverişli karayolu bağlantısı merkezle olan
iletişimini kolaylaştırmış. Bu da ticareti yaygın ve kolay kılmış,
tabii eğitimi de. Okumaya ilgisi hep olmuş Çubuk halkının.
Yardımsever, çalışkan Çubuklular, Ankara'nın diğer ilçelerinde
de olduğu gibi misafirperverliği, ticari ahlakı, inançları ve
kültürel değerlere sahip çıkma özellikleriyle biliniyor.

Çubuk gezimiz, Karadeniz Yayla Restoran'da kahvaltıyla
başladı. Kahvaltıda Çubuk'ta yetişen doğal ürünlerden
hazırlanmış yiyeceklerin yanı sıra Karadeniz Mutfağı'nın
vazgeçilmezi kuymak ve milli kahvaltı listemizde yer alan
sucuklu yumurta, kiraz reçeli, bal vs. ikramlar arasındaydı.
Keyifle yapılan kahvaltıdan sonra komşularımızla Çubuk Bekir
Ağa Konağı'nı ziyaret ettik. Konak, sahibi tarafından İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü’ne müze yapılmak üzere bağışlanmış.
Etnografya Müzesi olarak kullanılan konağın alt ve çatı katları
yöre halkının nikah, kına, nişan, sünnet törenlerine de ev
sahipliği yapacak şekilde tefriş edilmiş. Dinlenme katında
Atatürk'ün Çubuk'a ilk kez gelişindeki (16.06.1935) karşılama
törenine ait fotoğraf büyütülerek sergileniyor. Müze’de yöre
halkının günlük yaşam biçimini yansıtan maketler, esnaf ve
yöre kadınlarının günlük uğraşını anlatan heykeller, kaftan ve
diğer tören giysisi örnekleri, el işlemeleri, mutfak bahçe
uygulamalarına ait birebir örnekler ve yöresel özlü sözler
izleyicisiyle buluşmakta. İşte bu sözlerden iki örnek:

"Sandıktaki sırtında ambardaki karnında."

"Bakır kabın kalayı var, her işin kolayı var."

  196 

ŞAİR VE YAZARLAR EVİ

Aytül Aksongur

Hamamönü, yaşam alanlarıyla başkentin geçmişinin tanıklığını
yapan en eski yerleşim yerlerinden biridir. Hamamönü’ndeki
etnografik hafıza oluşturma, kent kültürü yaşatma çabalarına;
Kültür Bakanlığı, yerel yönetimler, üniversiteler, özel
kuruluşlar ve en önemlisi yöre halkı ve esnafı destek veriyor.
Bu amaçla restore edilen konaklardan (Ankara evlerinden) biri
de Altındağ Belediyesi tarafından Şair ve Yazarlar Evi olarak
düzenlenmiş.

Şair ve Yazarlar Evi’nde Ahmet Muhip Dranas, Attila İlhan,
Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz, Ahmet Arif gibi ünlü yazar ve
şairlere ait eserlerle birlikte çeşitli yazınsal, görsel ve işitsel
objeler (şiir, edebi eser vb) sergileniyor. Müzedeki etkileyici
mektupların, belgelerin arasında Ahmet Arif'le Rıfat Ilgaz'ın
yazışmaları ilgi çekmekte. Gerek Ankaralıların gerekse
turistlerin keyifle gezeceği, belgesel ağırlıklı bir müze olan Şair
ve Yazarlar Evi görülmeye değer nitelik taşıyor.

  197 

ÇAMLIDERE

Elvan Akbay

Bizim birbirinden güzel, faydalı ve çok çeşitli etkinlikler yapan
mahalle derneğimiz ÇİĞDEMİM’in, kültür gezileri
kapsamında, Ankara’nın 110 km uzaklıktaki ilçesi
Çamlıdere’ye düzenlediği geziye komşularımızla birlikte
katılmanın keyfini bir kez daha yaşadım. Tadına doyamadığım
ve yine “eksik kaldım, keşke bu geziler her hafta olsa” dediğim
bu gezi için, öncelikle Çiğdemim Derneği yönetimine ve bize
araç ve şoför temin eden Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanımız Sayın Mansur Yavaş’a teşekkür ederek yazıma
başlamak istiyorum.

Derneğimizin ikramlarıyla başlayan neşeli yolculuğumuzun
bitiminde, bizi Çamlıdere Belediyesi, Basın Yayın ve Halkla
İlişkiler Müdürü, Sayın Sefa Tursun karşıladı ve gezimiz
süresince bizlere rehberlik ederek değerli bilgiler verdi.
Buradan kendisine de emekleri için teşekkür ederim.

  198 

İlk olarak ilçe meydanında toplandık ve burada bulunan Taziye
Evi, Kültür Evi, Kına Evi’ni gezdik ve birbirinden güzel âdetler
hakkında bilgi edindik. Kına Evi’ni ve Taziye Evi’ni ücretsiz
olarak kullanabiliyorsunuz. Ayrıca ramazan ayında toplu iftar
sofralarına katılabiliyorsunuz. Masraflar, gönüllü Çamlıdereliler
ve yine Çamlıdereli iş insanlarının aidatlarıyla faaliyet gösteren
‘Çamlıdere Derneği’ tarafından karşılanıyor. Bu dayanışma,
kimseyi incitmeden ve rencide etmeden gerçekleştiriliyor. Ben
hep “Büyüdük ve kirlendik” derdim. Hayır! Bizi kirleten
aslında büyük şehirler ve büyük şehirlerde verdiğimiz var olma
mücadelemizmiş. İşte o yüzden mahalle kültürünü, mahallede
birey olmayı, kısacası kendimi güvende, mutlu ve iyi
hissettiğim bu aidiyeti çok seviyorum.

Meydandaki bilgilendirme sonrasında Doğa ve Hayvan
Müzesi’ni gezdik. Doldurulmuş hayvanların önündeki
sensörleri harekete geçirdiğinizde, o hayvanın sesini
duyabiliyorsunuz. Hayvanların doğal ortamı olabildiğince güzel
ve gerçeğe yakın bir biçimde hazırlanmıştı. Hemen
belirtmeliyim ki, burada sergilenen hayvanların hiçbiri
avlanmamış. Civar ilçe ve illerdeki hayvanat bahçeleri ya da
çiftliklere başvuruda bulunulmuş ve hayvanlar doğal yollarla
hayatlarını kaybettiklerinde ilgili yerlerden toplanıp, içleri
doldurulmuş ve Müze’deki yerlerini almışlar.
Daha sonra sırasıyla Etnografya Müzesi, Tarım Müzesi ve
dünyadaki tek örneği Çamlıdere’de bulunan Terazi Müzesi’ni

  199 

gezdik. Türkiye’de de müzeciliğin olumlu yönde şekil
değiştirmesi ve yerleşim yerlerinin küçük küçük birçok müzeyle
donatılması beni çok mutlu etti. Nefis bir öğle yemeği yedikten
ve çay ve kahvelerimizi içtikten sonra Şeyh Ali Semerkandi
Müzesi’ni gezmeye başladık. Bu müzede eski Çamlıdere
yaşantısı; berberi, çaycısı, yoğurtçusu, nalbandı ve hocası,
gerçeğine çok yakın maketleriyle canlandırılmıştı.

Rehberimiz Sayın Tursun, daha sonra bizleri Hz.Ömer’in
dördüncü kuşak torunlarından olan Şeyh Ali Semerkandi’nin
türbesine, Şeyh’in öğrencilerine gölgesinde ders verdiği, bugün
600 yaşında olan meşe ağacına ve Şeyh’in kullandığı
malzemelerin bulunduğu Kutsal Emanetler Müzesi’ne götürdü.
Şeyh Ali Semerkandi ve Çamlıdere hakkında daha detaylı bilgi
sahibi olmak isteyenler Çamlıdere Belediye’sinin web sayfasını
inceleyebilirler.

Türbe ziyaretini takiben yeniden Şeyh Ali Semerkandi
Müzesi’ne gidip meşhur Çamlıdere çam kahvesinin de tadına
baktıktan sonra yaptığımız yerel ürün alışverişinin ardından
kerpiç Semerkandi Evi’ni ziyaret ettik ve son durağımız olan
Çuf Çuf Oyuncak Müzesi’ne gittik.

Sunay Akın’ın da oyuncak bağışladığı bu müzede 4500
oyuncak bulunuyormuş. Çocukluğumuzun oyuncaklarını
camekân ardından da olsa yeniden görmek çok güzeldi.

Anılarımıza rengârenk bir tat ekleyen bu geziyi, yüzümüzde ve
yüreklerimizde hoş tebessümlerle ve bir sonraki etkinlikte
buluşmak üzere birbirimize söz vererek tamamladık.

İyi ki Çiğdemim Derneği var, iyi ki birbirinden güzel gülüşlü,
aydınlık yüzlü komşularımız var.

  200 


Click to View FlipBook Version