The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by saffetalp, 2022-12-01 10:17:44

Türk Kültürü Dergisi 2022/2 Tam Metin Dosyası

Türk Kültürü Dergisi Tam Metin Dosyası

Keywords: Türk Kültürü

BUGUT YAZITI HAKKINDA

Osman Fikri SERTKAYA*

Özet: Bugut Yazıtı 1956 yılında Moğol arkeolog Ts. Dorjsüren tarafından
Bugut (Geyikler) dağının 10 km uzağında bir mezar külliyesinde
bulunmuştur. Yazıt bir tarafı Soğd alfabesiyle, diğer tarafı Brahmi
alfabesiyle yazılmıştır. 24 satırdan oluşan Brahmi harfli yüzü aşınmaya
uğradığı için tam olarak okunamamış, kimi araştırmacılar tarafından
Brahmi alfabesiyle yazılmasından dolayı metnin Sanskritçe olduğunu
iddia etmişlerdir. Bu yazıda, Brahmi alfabesi ile yazılmış metnin l ~ r
Türkçesi olduğu ele alınan sözcükler ile gösterilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Köktürkçe, Bugut Yazıtı, Brahmi Alfabesi, Ogur, l ~ r
Türkçesi

On Bugut Inscription
Abstract: The Bugut Inscription was found in 1956 by the Mongolian
archaeologist Ts Dorjsüren in a burial complex which is 10 km away from
the Bugut (Geyikler) Mountain. One side of the inscription is written in the
Sogdian script and the other side of the inscription is written in the
Brahmian script. The Brahmi lettered face, consisting of 24 lines, could
not be read completely because it was eroded, and some researchers
claimed that the text was in Sanskrit because it was written in Brahmi
alphabet. In this article, it will be tried to show that the text written in the
Brahmi alphabet is l ~ r Turkic, with the words discussed.
Key Words: Köktürk Turkic, Bugut Inscription, Brahmi Alphabet, Ogur, l
~ r Turkic

Göktürk Kağanlığı’nın Birinci Hanedanı Devresinin “R” Türkçesi
Metinleri Üzerine Yorumlar
Bugut “Geyikler” Yazıtı:

1956 yılında Moğol arkeologlarından Ts. Dorjsüren (1958) Arhangay aymağının
Kutsal Beyaz Göl (Bayn Çagan Gol) civarındaki Bugut (Geyikler) dağının 10
km kadar doğusundaki / batısındaki bir mezar külliyesinde iki dilli bir yazıt
buldu. Bu külliyede zamanımızdan 1435 yıl önce ahşap ve mermerden inşa
edilen bir barkın kalıntıları bulunmuş, ayrıca külliyede toprağın 3 metre altında
kalan kaplumbağa bir kaidenin üzerinde yer alan ve sadece üst kısmı açıkta olan
kahverengi kum taşından bir yazıt da bulunmuş. Dikdörtgen biçimindeki anıtın

* Prof. Dr.; İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected],
ORCİD: 000-0003-4637-7308

Türk Kültürü: YIL / YEAR 2022, CİLT / VOLUME 15, SAYI / ISSUE 2, S / P. 43 – 54.
Araştırma Makaleleri / Research Articles

Makale Geliş Tarihi: 30. 07. 2022 - Makale Kabul Tarihi: 15. 09. 2022

Osman Fikri SERTKAYA

yüksekliği 2,45 cm, yazıtın yüksekliği ise 198 cm, eni 72 cm, kalınlığı 20 cm,
yazıtın kaplumbağa kaidesinin yüksekliği ise 47 cm imiş. Üç bölümden oluşan
yazıtın üstte bulunan ilk bölümündeki başlık kabartmasının sol tarafında elleri
sakat bir çocuk figürü görülüyor. Ancak başlık figürü ortadan kırılmıştır.
Sonraları Soğdça uzmanı Vladimir Arohin Livşiç tarafından bir parçası külliyede
bulunup levhaya yapıştırılmıştır.

Yazıtın ikinci bölümünde Orta İran dillerinden olan Soğdça ile bir yazıt yer
almaktadır. B1 denilen sol dar yüzde beş satır, B2 denilen geniş yüzde 19 satır,
B3 denilen sağ dar yüzde 5 satır olmak üzere 29 satırlık yazıt satırlarının orijinal
uzunluğu 120 cm’dir. Metinde birinci Göktürk Kağanlığı’nda 552-587 yıllarında
hüküm süren ilk beş kağanının hikâyesi anlatılmaktadır. 270’ten fazla balbalın
yer aldığı külliyenin Soğdça yazıtında Birinci Göktürk hanedanında 552 yılında
hüküm süren Bumın Kağan, 553 yılında hüküm süren İssik Kağan = K’o-lo
k’o-han, 553-571 yılları arasında hüküm süren Mukan Kağan, 581-587 yılları
arasında hüküm süren Işbara Kagan = Nivar Kagan, 572-581 yılları arasında
hüküm süren Tadpar Kağan, 582-587 yılları arasında hüküm süren Tadpar
Kağan’ın oğlu Umna Kağan devreleri anlatılmaktadır. Birinci Göktürk
hanedanının ilk kağanının Türkçe adını bilmiyoruz. Ancak Çin kaynaklarında
adı ve unvanı i-li k’o-han şeklinde geçiyor. Bu Çince ad ve unvan kaydının
Türkçe il-lig kagan’dan geldiği açıktır.

Yine bu kağanın Soğdça unvanının Bugut yazıtında Bumın Kagan şeklinde
geçtiğini görüyoruz. İranca bumi- “Earth [yer]”, Orta Farsça’da bum, Soğdçada
ise bumi (ßwmh) şeklindeki kelime Türkçe kağan kelimesi ile birlikte bumın
kağan şeklinde kullanıldığında anlamı “the Lord of the Earth, İl’in efendisi”
anlamına geliyor. Yani Soğdça bumın kelimesi Türkçe il-lig “ülkeli”
kelimesinin çevirisidir veya karşılığıdır. Köl Tigin ile Bilge Kağan yazıtlarında
da Türkçe il-lig yerine Soğdça bumın unvanı kullanılmıştır. Soğdça’da bumın
şeklinde geçen kağan unvanının Çince transkripsiyonu ise t’u-mên şeklindedir.
İlk hece olan t’u M. 6532 (32+0) “Earth; Land [yer; toprak; ülke]”
demektir. İkinci hece olan ve Türkçede mın şeklinde okunan
Çince mên kelimesini çözmek biraz daha zordur. M. 4418 (169+0) “A door,
[kapı(g)]; a gateway [geçit]; an opening [açılış]” anlamlarına geliyor.

Özetleyecek olursak;

1. Birinci hanedanın ilk kağanının adı Çincede İ-li K’o-han şeklinde geçiyor.
Çincedeki şeklin Türkçe karşılığının İllig Kagan olduğu muhakkaktır. Ancak
İllig Kagan adı Türk kaynaklarında geçmez.

2. Birinci hanedanın ilk kağanının Soğdça adı Bumın Kagan’dır. Anlamı
“Ülkenin Kaganı” demektir. Köl Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında da bu Soğdça
isim geçer.

44

BUGUT YAZITI HAKKINDA

3. Birinci hanedanın ilk kağanının Soğdçada Bumın şeklinde geçen adının Çince
Transkripsiyonu ise T’u-mên K’o-han şeklinde geçer. Kısacası İllig Kagan,
Bumın Kagan, T’u-mên Kagan aynı kişinin Türkçe, Soğdça ve Çince
isimleridir.

1. Kağan (542 - 552) : İllig Kagan = Bumın Kagan = T’u-mên Kagan

Ocak 552’de Cücen’leri yenerek Türk Kağanlığını kurdu. Devletin Doğu
Bölümünde Kağan olarak bulundu. Batı kısmının yönetimini de küçük kardeşi
istemi = iştemi (Çince: şe-tie-mi) Yabgu (552-576)’ya verdi. Köl Tigin
yazıtının Doğu yüzünün ilk satırında “… kişi oglında öze eçüm apam Bumın
Kagan imtsi İstemi Kagan olurmış …” ifadesi geçer.

2. Kağan (552 - 553) : İssik Kağan (Çince: K’o-lo k’o-han)

Babasının ölümünden sonra bir yıl kağan olarak yaşadı.

3. Kağan (553 - 572) : Yerine kardeşi Mukan Kagan geçti.

4. Kağan (572 - 581) : Yerine kardeşi Vaga Tadpar Kağan geçti.

5. Kağan (581 - 587) : Yerine 2. Kağan olan İssik Kağan’ın oğlu Işbara Kagan
= Nıvar Kağan geçti.

6. Kağan (587 - 588) : Yerine 4. Kağan olan Vaga Tadpar Kağan’ın oğlu Vaga
Umna Kagan geçti. Metnin devamı 6. Kağanda bitmektedir.

B-4 olarak numaralandırılan arka geniş yüzde ise Brahmi harfleri ile yukarıdan
aşağıya yazılan ve soldan sağa doğru sıralanan 24 satırlık bir metin
bulunmaktadır. Metnin aksaraları (harfleri) derin kazılmadığı için yıpranmış bu
yüzden de uzun yıllar okunamamıştır. Metin Brahmi harfleri ile yazıldığı için
hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Louis Bazin, Klyaştornıy-Livşiç’e
dayanarak Brahmi harfli metni Sanskritçe kabul edip Jinagupta’ya ait olduğunu
söylemiştir. M. Ölmez, metnin Sanskrit/Brahmi dillerinde yazıldığını (2012: 61),
“içeriği büyük bir ihtimalle Sanskritçe Budist metinlerindendir” görüşüne
varmıştır (2012: 71). Yutaka Yoshida (2019) ise Brahmi harfli metinde Budizm
öğütlerinin özetlendiğini, tahminen “On iki nidāna Sūtrası” olduğunu ileri
sürmüştür. Ancak metin bulunuşundan 65 yıl sonra Dieter Maue ve Alexander
Vovin tarafından okunmuş ve yayımlanmış, ancak yukarıda zikredilen
görüşlerin hiçbirisinin de doğru tahmin olmadığı anlaşılmıştır. Bu arada Dieter
Maue ve Alexander Vovin’in okumasının da ilk okuma olduğunu söylemek
gerekiyor. Alexander Vovin’e göre (2019) metnin dili Moğolcadır. Ancak ben
metnin dil hakkında müteveffa Vovin gibi düşünmüyorum. Şöyle ki: Çincenin
klâsik metinlerinde dört yönlerindeki yabancılardan Doğuda bulunanlara Yİ,

45

Osman Fikri SERTKAYA

Güneyde bulunanlara Dİ, Batıda bulunanlara RONG ve Kuzeyde bulunanlara
HU barbarları olmak üzere değişik isimler vermişlerdir (bkz. Kırilen 2021).
Kuzey barbarları olan HU Kelimesinin eski telâffuzu Analitic Dictionary of
Chinese and Sino-Japanese adlı sözlüğün yazarı Bernhard Karlgren’e göre
(1973) guo idi. Bilindiği üzere Çincede r sesi yazıda ifade edilemediği için bu
kelimeyi gu(r) olarak okuyabiliriz. Yani gur veya ogur’lar l ~ r Türkçesi
konuşan halklardandır. Onların dillerinde ş ~ z sesleri yoktur. Meselâ Bilge
Kağan ve Köl Tigin yazıtlarında geçen üç korıkan kabilesinin adı r Türkçesi
iledir. Kabile adının etimolojik yapısı ko kökünden gelir. Baba olursa ko-ç, anne
olursa ko-ny “koyun”, yavru olursa ko-zı “kuzu”. R Türkçesinde ise kelime korı
şeklinde geçer ve -kan ekini alarak Moğolcalaşır. Üç korıkan “üç kuzu” kabilesi
demektir. Ecdatları Bumın Kagan’ın yog törenine katılan kabile adı son neşri
yapan Ahmet Bican Ercilasun (2021: 74) tarafından “üç kurıkan” olarak
okunmuştur. Bir örnek daha verelim. Eski Türkçedeki Sıgıtçı ve sıgtamak
kelimeleri. ş ~ z Türkçesinde yıgıtçı > ağıtçı ve yıglamak > ağlamak şeklinde
geçer. Özetlersek Brahmi harfleri ile yazılmış metin “Ogur Türkçesi” veya
“Öntürkçe” veya “Ön Moğolca” diye isimlendirilebilir. Çünkü eski Türkçe gibi
ş ~ z Türkçesi: ile değil l ~ r Türkçesi özellikleri gösteriyor.

Şimdi Alexsander Vovin’ın okuduğu metne dönelim ve metindeki kelimeleri
inceleyelim:

03 qan ş ~ z Türkçesi: kan > han “Han”.

03 qad ş ~ z Türkçesi: han-lar (Sonu -n ünsüzü ile biten unvanlar -d ile
çokluk halini alırlar. tigin > tigid, tarkan > tarkad gibi.)

11, 18 kagan ş ~ z Türkçesi: kağan.

1 çag: Çağ, zaman

06 ordu ş ~ z Türkçesi: Askeri karargah, ordugah

Hayvan isimleri: Altay Türkçesinde ses gelişmelerine örnek: Altay p- > Tunguz
f- > Türkçe -Ø. Buna göre *pahta > p-ahta > aht > (a)t “binek hayvanı”.

9. Pükerner p-üker-ner : P ön ses, üker hayvan adı, ner “ler çokluk eki”.
Anlamı: “öküzler”. Alt. püker > Moğ. üker (> ükür ~ ökür. Yazı dili. Halha
Moğolcası: uhır) >Türk öküz (EDPT 120a).

10. botugnas Bo[tug]-nas. “Yavru deve-ler, botuk-lar”. Mog. boto-gan (EDPT
299a-b). Oğuzca boto ~ botu > Çağ. bota ”deve”. Yavrusu: potuk ~ botuk.
(EDPT 302a).

46

BUGUT YAZITI HAKKINDA

10. xonyıg Koyunlar. *ko kökünden -ç eki ile ko-ç “erke-ği”. *ko kökünden -ny
eki ile ko-ny “dişisi”). Kony kelimesi -ny sesinin ikiye ayrılması ile Mani
metinlerinde kon, Budist metinlerde koy. Moğ. hon. *ko kökünden -zı eki ile
ko-zı “yavrusu”. Karahanlı Türkçesi kozı > Türkiye Türkçesi kuzu.

17. Teme Mog. temeyen ~ teme’en. Moğ. -m- > Türk. -b- ile: ş ~ z Türkçesi:
tebe (Tonyukuk), tebey (DLT). (EDPT 447b-448a). Ttü. deve.

17. ingi-n[n]er Dişi deve-ler. İng(e)n “dişi deve” (EDPT 184a) kelimesi E 28
ing(e)n ve Kalbaktaş 20’de geçer (Sertkaya 2014).

Kan, kağan, çağ, ordu, kony, ingen gibi kelimeler l ~ r Türkçesinde de ş ~ z
Türkçesinde de aynıdır.

Şimdi biraz da Ogur Türklerinden bahsetmek istiyorum. Ogur Türkleri de
Moğollar gibi l ~ r dili kullanmışlardır. Dolayısıyla Ogurca Moğolcaya çok
yakındır. Bu yüzden Eski Batı Türkçesine Ogur Türkçesi veya Ogurca, Eski
Doğu Türkçesine ise Oguz Türkçesi veya Oguzca adı verilmiştir. Ogur
Türkçesi’nde sadece l ~ r ünsüzleri geçerken Oguz Türkçesi’nde l ~ r ünsüzleri
yanında ş ~ z ünsüzleri de kullanılmıştır.

Ben, 546 yılında kurulan Ogur Türk Devletinin 630 yılında sona erdiğini,
Ogurların Kafkasya, Balkanlar ve Batı Avrupa’ya göçtüklerini düşünüyorum.
Ogur kabileleri dağılınca gruplaşmalar olmuş ve bir araya gelen Ogur
kabilelerinin değişik isimler aldığı görülmüştür. Bittigur “Beş Ogur”; Utrugur
“Altı Ogur”; Tukurgur (metatez ile Kuturgur, Kutrigur vs.) “Dokuz Ogur”;
Onogur “On Ogur”. Orta Avrupa’da “Hungar”; Oturgur “Otuz Ogur”; Sarogur
“Sarı Ogur = merkezi Ogur”lar vs.

Batıya göçen Ogur toplulukları yanında l ~ r Türkçesini kullanan başka Türk
toplulukları da vardı:

Ogurlar

Avarlar Bulgarlar Sabarlar Hazarlar

Tuna Bulgarları İdil Volga Bulgarları
Bugün l ~ r Türkçesi konuşan tek Türk topluluğu Çuvaş Türkleridir. l ~ r
Türkçesi konuşan diğer Türk topluluklarından herhangi bir örnek kalmamıştır.

47

Osman Fikri SERTKAYA

Ben Bugut yazıtının Brahmi harfli metninin Moğolca değil Ogur Türkçesi metni
olduğu görüşündeyim.

Son sözüm: 630’da sona eren Birinci Göktürk Devleti Ogur Türklerinin kurduğu
ilk Türk devleti idi. 50 yıllık fetret devrinden sonra 580’li yıllarda Kutlug Kağan
tarafından kurulan İkinci Göktürk Devleti ise Oğuz Türkleri tarafından kurulan
ikinci Türk devleti idi.

Göktürk Kağanlığı’nın ilk devresinden kalan üç metin biliyoruz. İlk bulunan
1956 yılında Bugut yazıtı idi. 20 yıl kadar sonra 1975’te Moğolistan’ın Bulgan
aymağında, Mogod ilçesinde, Huis Tolgoy adlı mekânda D. Navaan tarafından
Brahmi harfleri ile yazılmış 11 satırlık yeni bir metin bulundu. Huis Tolgoy
“Göbekli tepe” de bulunan bu yazıtı II. Huis Tolgoy yazıtı takip etti.

Huis Tolgoy yazıtının 11 satırlık ilk taşının dili hakkında Brahmi harfli metni
okuyan Dieter Maue metnin dilinin Ruanruan dili (ön Moğol dili) olduğu
görüşündedir. Buna karşılık Aleksander Vovin metnin dilinin Güney Kitan
dilinden ziyade arkaik Moğolca (orta Moğolca) ya benzediğini söylüyor. Türk
araştırıcı Mehmet Tütüncü ise “metnin gramerinden yola çıkıldığında HT-I’in
dilinin eski Moğolca bir diyalekt olduğu sonucuna varıldığını, ancak yazıt
Moğolca eklerden ayrıldığında kelimelerin çoğunun Türkçe olduğu ortaya
çıkmaktadır» diyor. Huis Tolgoy yazıtının ikinci taşı üzerinde okuma çalışmaları
ise halen devam etmektedir.

KISALTMALAR VE KAYNAKLAR
Bkz. Bakınız
DORJSUREN, Ts. (1958). Arhangay Aymagt Arheologiyn Şinjilgee Hiysen

Tuhay, Ulaanbaatar.
EDPT → CLAUSON, Gerard (1972). An Etymological Dictionary of Pre-

Thirteenth-Century Turkish. Oxford: Oxford University Press.
ERCİLASUN, Ahmet Bican (2021). Bengü İl Tuta Olurtaçı Sen. Köl Tigin-

Bilge Kağan-Tunyukuk Anıtları, İstanbul: Dergâh Yayınları.
KARLGREN, Bernhard (1973). Analitic Dictionary of Chinese and Sino-

Japanese, Paris 1023, no.421.
KIRİLEN, Gürkan (2021). Çin Klâsik Metinlerinde Yabancılar: Yi, Di, Rong

ve Hu Terimleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri
ve Edebiyatları (Sinoloji) Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ankara.
ÖLMEZ, Mehmet (2012). Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistan’daki
Eski Türk Yazıtları, Ankara: BilgeSu.
SERTKAYA, Osman Fikri (2014). “Altay, Yenisey ve Moğolistan Yazıtları
Üzerine Notlar”, TEKE, 3/3: 1-13.
VOVIN, Alexander (2019). “Groping in the Dark: The First Attemt to Interpret
the Bugut, Brahmi Inscription”, Journal Asiatique, 307/1: 121-134.

48

BUGUT YAZITI HAKKINDA

YOSHİDA, Yutaka (2019). “Sogdian Version of the Inscription Bugut
Revisited”, Journal Asiatique, 307/1: 121-134.

49

Osman Fikri SERTKAYA

50

BUGUT YAZITI HAKKINDA

51

Osman Fikri SERTKAYA

52

BUGUT YAZITI HAKKINDA

53

Osman Fikri SERTKAYA

54

TARYAT G 3-4 VE ŞINE US K 11’DE GEÇEN yavlak sakın-
ÜZERİNE

Hatice ŞİRİN*

Özet: Taryat yazıtı güney yüzü 3-4. satırlar ve Şine Us yazıtı kuzey yüzü
11. satırda üç karluk yablak sakınıp teze bardı cümlesi geçer. Buradaki
yavlak sakın- ibaresi, daha önceki yayınlarda “kötülük düşünmek” olarak
yorumlanmıştır. Bu makalede mezkur ibare için farklı bir anlam önerildi.
Bu teklif, Uygur Kağanlığı döneminin tarihsel olayları çerçevesinde
yablak ve sakın- sözcüklerinin anlam katmanlarına dayanılarak yapıldı.
Anahtar sözcükler: Taryat yazıtı, Şine Us yazıtı, yablak (yavlak) sakın-
ibaresi

On the Phrase “yavlak sakın-” in Tariat and Shine Us Inscriptions
Abstract: The sentence “üç karluk yablak sakınıp teze bardı” is recorded
in the 3-4th line of the southern side of the Tariat inscription and 11th line
of the northern side of the Shine Us inscription. The phrase “yavlak sakın-
“ in this sentence has been interpreted as “contemplating evil” in previous
publications. This article introduces my new interpretation of this phrase.
This is suggested based on the semantic evolutions of the words yablak
and sakın-, within the framework of the historical events of the Uighur
Kaganate.
Key words: Tariat inscription, Shine Us inscription, the phrase yablak
(yavlak) sakın-

Giriş

Bu makalede Taryat G 3-4 ve Şine Us K 11’de kayıtlı üç karluk yablak sakınıp
teze bardı cümlesindeki yavlak sakın- ibaresine farklı bir anlamlandırma teklif
edildi. Bu teklif, dönemin tarihsel olayları çerçevesinde yablak ve sakın-
sözcüklerinin anlam katmanlarına dayanılarak yapıldı. Literatürde geniş bir yer
kapladığından dolayı bu yazıtların tavsifi, bulunması, yayımlanması,
tarihlendirilmesi meselelerine girilmedi. Makalenin ilk kısmında Karluk
etnonimiyle ve etimolojisiyle ilgili görüşler sunulduktan sonra kısa bir tarihi ve
coğrafi bilgi verildi. İkinci kısımda makalenin ana konusu olan Taryat G 3-4 ve
Şine Us K 11’deki cümlelerin önceki naşirlerce yapılan anlamlandırmaları
takdim edildi. Üçüncü bölümde Türk dili tarihi çerçevesinde yablak ve sakın-

* Prof. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, [email protected], ORCID: 0000-0003-3194-6176.

Türk Kültürü: YIL / YEAR 2022, CİLT / VOLUME 15, SAYI / ISSUE 2, S / P. 55 – 65.
Araştırma Makaleleri / Research Articles

Makale Geliş Tarihi: 20. 09. 2022 - Makale Kabul Tarihi: 19. 10. 2022

Hatice ŞİRİN

sözcüklerinin anlam alanları tanıklanarak mezkur cümle için yeni bir
anlamlandırma önerildi.

1. Karılok / Karıluk

Taryat ve Şine Us yazıtlarına göre Uygur Kağanlığı döneminde Üç Karluk adıyla
anılan topluluğun adı, Oğuz Kağan Destanı’na dayalı popüler bir etimoloji ile
açıklanmak istenmiştir. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği atını, kaybolduğu karlı Muz
Tag’dan getiren cesur bir beye verilen Kagarluk adından (özgün metin için bk.
Ağca 2016: 89-90) ilham alan bu etimoloji denemesinde Karluk etnonimi, “kar”
sözcüğüyle ilişkilendirilir1. Bu düşünceyi izleyen Németh, Karluk’u “hótömeg ,
jégtömeg (kar kütlesi, buz kütlesi)” olarak tercüme edip -luk ekinden türemiş
sayar (1930: 50). Doerfer, bu tezi morfoloji esaslı eleştirir ve sözcüğün en
muhtemel açıklamasının karıl- “karışmak” fiiliyle yapılabileceğini söyler
(TMEN III: 1388). Doerfer’in fikrini, aynı morfolojik sebeplerle Erdal da
benimser ve sözcüğü karıl- “karışmak” + -(O)k olarak açıklar. Erdal, erken Tang
dönemi Çince ve Sogdca kaynaklar temelinde ciddi argümanlar sunarak bu
etnonimin özgün biçiminin üç heceli Karıluk veya Karılok olduğunu, sonraki bir
dönemde orta hece ünlüsünün düşerek iki heceli hale geldiğini, Orhon
yazıtlarında Karılok (veya en azından Karıluk) okunması gerektiğini belirtir.
Karılok (Karıluk) ve Bulgar (< bulga- “karıştırmak”) etnonimlerini anlamları
bakımından karşılaştırıp her iki boyun da karışık topluluklardan oluştuğu için
adlarının exonym olduğunu ileri sürer (2016: 170-171, 177).

T’ang dönemi kroniklerinde Ko-lo-lu imleriyle yazılan Karluk adı, Wade–
Giles’a göre ke-lo-lu, Pinyin’e göre Geluolu olarak okunur2 (Togan vd. 2006:
205, 488). Karluklar, Chiu T’ang-shu metninde “(Batı Türkleriyle) gelenekleri
hemen hemen aynı, dilleri (onlardan) çok az farklıdır.”; Hsin T’ang-shu kayıtları
özetinde “Türk / Türk boylarına mensup / Türklerle aynı kökenden” olarak
tanımlanırlar (Ecsedy 1980: 23, 26). Chiu T’ang-shu metinde pu ‘boy’ oldukları
ve üç soydan (tsu) oluştukları kayıtlıdır (Togan vd. 2006: 205). İkamet ettikleri
bölge, Hsin T’ang-shu kayıtları özetinde P’u-ku-chen (Urungu ? Kara İrtiş?)
ırmağının To-ta (Tarbagatay) dağ silsilesiyle birleştiği kısım boyunca, Pei-
t’ing’in kuzeybatısından Altay dağlarının batısına uzanan alandır (Ecsedy 1980:
26). Bu ana Karlukların dışında kalan bir bölük Karluk ise, daha önce Türk
Kağanlığı tebaası iken, 8. yüzyılın ilk yarısında Uygurlar ve Basmıllarla ittifak
kurarak II. Türk Kağanlığı’nı yıkmış; Ötüken’de yaşamaya başlamış ve kısa
zaman içinde Uygurların da tebaası olmuşlardır. Altaylar ve Pei-t’ing arasındaki
ana Karluklarsa yabgu unvanlı liderleriyle bağımsız olarak yaşamışlardır
(Mackerras 1972: 164, 201.dn.; Ecsedy 1980: 28).

1 Bu etimoloji denemesi için bk. TMEN III: 1388.
2 Ayrıntılar için bk. Ecsedy 1980: 24-25; Kasai 2014: 109–110; Erdal 2016: 170-0-171.

56

TARYAT G3-4 VE ŞINE US K11’DE GEÇEN yavlak sakın- ÜZERİNE

Uygur Kağanlığı’nın kuruluşundan (744) kısa süre sonra bozkırın en önemli
gücü ve otoritesi haline gelen Uygurlar, devletin kuruluşundaki
büyükdesteklerine rağmen, önce Basmılları ardından da Karlukları kontrol altına
alıp itaat ettirmişler; “Basmıllar ve Karlukları daima küçümsemişler, onları
önemsiz askerler olarak asıl tehlikeyi önlemek üzere savaşlarda hep öne
sürmüşlerdir” (Mackerras 1972: 8-9; Mackerras 2000: 430). Uygurların
Karluklara karşı yürüttüğü yıkıcı siyaset Uygur kağanlık yazıtlarına da
yansımıştır. Yazıtlarda Karluklar müttefik veya dost olarak değil, ihanet ve isyan
eden, sefer düzenlenen, savaşılan ve sonunda yok edilen bir boy olarak anılır3.
Taryat (MS 753) ve Şine Us (MS 759-60) yazıtlarında kayıtlı üç karluk yablak
sakınıp teze bardı cümlesi de bu bağlamdadır. Her iki yazıtta da 744 yılında son
Köktürk kağanlarından Ozmış’a karşı düzenlenen ve galibiyet sağlanan harekât
anıldıktan sonra, Üç Karlukların yablak sakınıp kaçıp gittikleri ve batıda On
Oklara girdikleri (sığındıkları) yazılıdır.

2. Taryat ve Şine Us yazıtları neşirlerinde üç karluk yablak sakınıp teze bardı
kurıya on okka kirdi cümlesinin tercümeleri:

Taryat G 3-4: “The Üč-Qarluq became infidel and they fled. They went to (the
country of) the Ten Arrows” (Klyashtorny 1982: 345); Üç Karluklar düşmanca
emeller besleyip kaçıp gittiler ve batıda On-Oklara dahil oldular. (Tekin 1982:
809); the Üč-Qarluq (“Three Qarluqs”) indulged in hostile thoughts and ran
away. In the west they entered the land of the On-Oq (“Ten Arrows”, i.e. Western
Turks)” (Katayama 1999: 171); “Üç Karluklar düşmanca düşünceler besleyip
kaçıp gitti ve batıda On-Oklara girdi.” (Mert 2009: 171); “Üç Karluk
[konfederasyonu] kötü niyetler besleyerek kaçtı. Batıda On-Ok
[konfederasyonuna] karşı (doğru ?)…(devlet sınırları içine) girdi.” (Berta 2010:
252-253); “Üç Karluklar kötülük düşünüp kaçıp gittiler (ve) batıda On Ok(lar)a
katıldılar.” (Aydın 2011: 46-47); “Üç Karluklar kötülük düşünüp kaçıp gitti.
Batıda On Okların arasına karıştı.” (Ölmez 2012: 256).

Şine Us K 11: “die Drei-Karluken, die von Schlechter Gesinnung waren,
flüchteten weg und kamen im Western zu den Zehn-Stämmen” (Ramstedt 1913:
16); “the Tree Karluk (tribes) had evil thoughts and deserted me”’ (Clauson
1972: 813); “Üç Karluklar kötülük tasarlayıp kaçıp gitti. (Onlar) batıda On
Oklara katıldılar / sığındılar.” (Mert 2009: 218); “Üç Karluk [konfederasyonu]
kötü düşünerek kaçtı (kk. kaçıp gitti). Batıda On-Ok [konfederasyonuna] katıldı
(kk. girdi)” (Berta 2010: 293); “Üç Karluk(lar) kötülük düşünüp kaçıp gitti.

3 [bo]lçu ögüz[d]e üç karlukug ant[a] tokıdım (ŞU G 1-2); karluk [tapa] er ı[d]mış (ŞU G 3-4); anta ötrü türgiş
karlukug tabarın alıp ebin yulıp barmış (ŞU G 5); basmılıg [...]nç ay bir otuzka karlukug [...] yogra ya[r]ışda
süsin anta sançdım (ŞU G 7); [kar]luk tapa tezip kirti (ŞU G 10); [karluk] basmıl [...] tirilip […] (ŞU G 12);
[kar]luk tirigi barı türgişke k[irti] (ŞU B 1); anta […]kgaru basmıl karluk yok boltı (ŞU B 2).

57

Hatice ŞİRİN

Batıda On Oklara katıldılar.” (Aydın 2011: 67); “Üç Karluk kötülük düşünüp
kaçıp gitti. Batıda On Oklara katıldı (yani Batı Türkleri.” (Ölmez 2012: 274).

3. Yablak ve sakın- sözcüklerinin anlam alanları:

Yablak4 (< yavlak)5, 8. yüzyıldan itibaren sık sık karşılaştığımız, ancak 16.
yüzyıldan sonra kaybolmuş bir sözcüktür. Sıfat olarak “kötü, fena; değersiz”
anlamlarının yanı sıra, çok erken bir dönemden itibaren “çok fazla, aşırı ölçüde,
ziyadesiyle” anlamlarında zarf göreviyle de kullanılır. Bu anlam öyküsü ańıg
“kötü” ile paralellik gösterir (Clauson 1972: 876; Doğan 2015: 545-553; Doğan
2017: 303-316). Son anlamlardan dolayı yablak ve ańıg, Azerbaycan
Türkçesindeki yaman (yaman güclü, yaman əyyar vb.) ve Türkiye Türkçesindeki
korkunç ve dehşet sözcükleriyle karşılaştırılabilir (korkunç zeki, dehşet güzel
vb.). Clauson bu anlamı kazanmasını oldukça gizemli (“rather mysteriously”)
bulur ve benzer bir anlam evrimi geçiren İngilizce terribly (< terrible “çok kötü,
korkunç”) ile mukayese eder (1974: 240).

Eski Türkçede her sıfat soyut kavram adı olarak da kullanılabildiği için (Erdal
1991: 126), yablak (< yavlak) “kötülük, fenalık, zarar, ziyan” anlamlarıyla da
karşımıza çıkar. Adları niteleyen sıfat görevli diğer tüm sözcükler gibi, bir
eylemi nitelediğinde zarf işlevi üstlenir. Yazıtlar dönemi ve Eski Uygurcada
daha çok sıfat tamlaması yapılarında “kötü, niteliksiz, yetersiz” anlamlarıyla
karşımıza çıkar: yablak agı; yablak kagan; yablak bodun; yablak kişi, yavlak
kılınç, yavlak yol, yavlak tınlıg, yavlak sakınç vd. Bu dönemde, birleşik eylem
yapılarında (yablak bol-, yavlak kıl-, yablak er-) ve edat gruplarında (yablakın /
yablakıŋın üçün) da görülür. Eski Uygur Türkçesinde iki qap yavlak bor “iki kap
sert şarap” ibaresinde “sert, güçlü, yoğun” anlamı saptanır (Zieme 1997: 437) ve
bu anlam ańıg (<ayıg)’daki “kötü” > “sert, şedit” > “aşırı, çok”6 gelişmesine
paralel olarak baskınlaşmaya başlar.

Yazıtlar döneminde kavram adı olarak kullanıldığı tek örneğe Kül Tigin ve Bilge
Kağan yazıtlarında kigür- eyleminin nesnesi olarak kayıtlı cümlede rastlarız:
igidmiş bilge kaganıŋın ermiş barmış edgü eliŋe kentü yaŋıltıg yablak kigürtüg
“(seni) beslemiş bilge kağanına, müreffeh ve iyi ülkene (karşı bizzat) kendin

4 Yavız ile köken ilişkisi ve etimolojisi için bk. Clauson 1972: 876; Erdal 1991: 323. Clauson ayrıca Çağatayca
Senglah’ta geçen yaw “düşman”dan türemiş olabileceğini düşünür (1972: 898b)
5 Sözcüğün ikinci ünsüzünün durumu literatürde tartışma konusudur. Clauson’un 1962’de ileri sürdüğü teze
göre, Runik yazıtlarda kelime içi ve sonunda b sesinin karşılığı olan harfler, hem b sesini hem de v sesini
karşılamaktadır (1962: 77). Eski Türkçenin Runik harfli belgelerindeki diyalekt ayrılıkları üzerinde az sayıda
çalışma yapıldığı için17, b, p, q, d, ń seslerinin söz konusu dönemdeki gelişmesine dair bilgiler de sınırlıdır.
Mezkur iddia, Uygur belgeleri dikkate alınarak öne sürülmüştür. Yazı ve imlanın geleneksel biçimleri
korumada tutucu duruş sergilemesi, bu seslerdeki gelişmeleri izlememiz noktasında elverişli şartları
sağlayamaz. Kağanlık dönemine ait belgelerdeki yazımlar, p > f; d > δ; k > ħ (x); g > ğ gelişmesinin
güvencesini vermediği gibi, bunun aksini ispata da yetmez.
6 Kutadgu Bilig’de ‘kötü’ anlamında ayıg sadace bir kez, ama ‘pek, çok’ anlamında ayı on kez geçer (Erdal
1991: 181).

58

TARYAT G3-4 VE ŞINE US K11’DE GEÇEN yavlak sakın- ÜZERİNE

yanıldın (hata yaptın), kötülük (nifak) soktun.” (KT D 23; v). Ongin yazıtında
kaydı7 (anta yablak bilmezke…(O D 8), cümlenin eksik olmasından ve farklı
okuma denemelerinin bulunmasından ötürü yorumlanamayacak halde olsa da,
“olağanüstü bilmeze (yani “çok cahil kişiye”)” olarak da yorumlanabilir.

Bu yazının konusu olan Şine Us ve Taryat yazıtlarında kayıtlı cümle ise şöyledir:
üç karluk yablak sakınıp teze bardı kurıya on okka kirti lagzın yılka t[okıdım]
(ŞU K 11); üç karluk yablak sakınıp teze bardı kurıya on okka kirti anta [içik]di
Ta G 3-4). Bu cümledeki yablak, Klyashtorny tarafından infidel, diğer tüm
naşirler tarafından, KT D 23’teki gibi nesne olduğu düşüncesiyle “kötülük”
olarak anlamlandırılır. Ancak Taryat ve Şine Us yazıtlarında bu sözcüğün
“haddinden fazla, aşırı ölçüde, ziyadesiyle” anlamıyla zarf görevinde kullanılmış
olması da ihtimal dahilindedir. Bu yöndeki önerime geçmeden evvel, tarihi
metinlerdeki yavlak (zarf) → asıl eylem kullanımlarından bazı örnekler sunmak
isterim:

Kutadgu Bilig’de “çok, çok fazla, ziyadesiyle, haddinden fazla” anlamında iki
beyitte yer aldığı ve bunların zarf görevinde olduğu E. Ağca (2020: 54-55)
tarafından tespit edilir: ayur ay kadaşım ne erki igiŋ / mini munça yavlak ederdi
begiŋ (3970); körü barsa yalŋuk bu erksizlikin / nelük munça yavlak kötürdi
egin. Bu iki beyit -Arat çevirisinden farklı olarak- sırasıyla “Ey kardeşim, senin
ne hastalığın var ki, beyin beni haddinden fazla takip ediyor, dedi.” ve “Dikkat
et, insan bu acziyetle, nasıl bu denli çok sırtını kabarttı (gururlandı).” (1534)
olarak anlaşılmaya müsaittir.

DLT’de yawlak “her şeyin en şiddetlisi” ve “(Oğuzca ve Kıpçakça) herşeyin kötü
olanı” anlamlarıyla kayıtlıdır (Ercilasun-Akkoyunlu 2014: 226, 367). DLT’deki
ol er ol yawlak tokuşgan cümlesi “o adam aşırı / yaman savaşçıldır”; yawlak
küdez tılıŋnı “Çokça / epeyce koru (tut) dilini.” olarak çevrilmelidir. Kısasü’l-
Enbiyâ’da …yawlak yıglayur (Ata 1997: 11v/12) “…çok ağlar”; Nehcül
Feradis’te …yawlaq düşvār turur (Ata 1995: 106/13) “…çok zordur.” şeklinde
anlaşılmalıdır.

Yavlak sözcüğünün “çok, çok fazla, ziyadesiyle, haddinden fazla” anlamı ile zarf
görevindeki kullanımları, Eski Anadolu Türkçesi döneminde sayısız örnekte
karşımıza çıkar: Yunus Emre Divanı’nda (Tatçı 1990) yavlak uzamış bir agaç
(19); yûnus yolı yavlak sezer (67); göŋlün yavlak uzatmagıl (126) vd.;
Mantıku’t-Tayr’da (Yavuz 2007) yavlak biline (20); (86); māla yavlak aldanur
(93); aŋladum yavlak (125) vd.; Garib-nâme’de (Yavuz 2000) yavlak armışlardı
key diŋlendiler (52); alp elinde süŋü yavlak yaraşur (432); Fütühu’ş-Şâm
Tercümesi’nde (Altun 1996) yavlak beğendiler (259-60); Işk-Nâme’de (Yüksel

7 Bu sözcüğün okunuşunda ihtilaflar bulunmaktadır. Farklı okumalar için bk. Clauson 1957; Dobrovits 2001;
Berta 2010: 214; Aydın 2008; Ölmez 2015. Buradaki yavlak bilmezke okuyuşu Erdal’ın önerisidir. Erdal bu
kısmı “Orada kötülük bilmeyene …” olarak açıklar.

59

Hatice ŞİRİN

1965) ulular ‘ādetin yavlak gözetdi (176); benüm ahvālümi yavlak bilürsin (201)
vd.; Hurşîd-nâme’de (Ayan 1979) bu işden pâdişâh yavlak buŋaldı (203);
Çengnâme’de (Tekin 1973) yavlak sevindi (377); Tezkeretü’l-Evliyâ
Tercümesi’nde (Hazai 2017) göŋlüm yavlak karardı (35); yavlak severidi (48);
anuŋ mertebesi ve kadrı yavlak yüceldi (95); yavlak korkdı ve ditremek dutdı
(102); yavlak utandı (146) vd.

Türkçede 16. yüzyıldan sonra görülmeyen yavlak sözcüğünün, “kötü” ve “çok”
anlamıyla sıfat kullanımı bu tarihe kadar sürmekle beraber “kötü” anlamı 14.
yüzyıldan sonra neredeyse hiç görülmez. Bir başka ifadeyle yavlak, sıfat
tamlaması kuruluşlarında “çok” anlamıyla yaygınlaşır. Bu kullanımın
örneklerini Eski Uygurcadan itibaren izleyebiliriz ancak bu metinlerin
yayıncıları yavlak’ı çoğu kez “böse / kötü” anlamıyla yanlış tercüme etmişlerdir.
Örneğin kadır yavlak yagmur yagıp “Heftige, böse Regen gehen nieder…”
(Kudara-Röhrborn 1982: 342/82) değil, “şiddetli, aşırı (çok) yağmur yağıp”;
yavlak agır tsuy “die bösen schweren Sünden” (Röhrborn 1976: 98-99) değil
“çok ciddi günah” olarak çevrilmelidir. Eski Uygurcada ikileme olarak
değerlendirilen yavlakların bir kısmı da (yavlak yavız, yavlak ayıg vd.), sıfat
tamlaması olarak (“çok / aşırı kötü”) açıklanmaya son derece uygundur. Sonraki
dönemlerde yavlak’ın bu anlamla kullanımı giderek artmıştır, ama yine bazı
metinlerde “kötü” olarak yorumlanmaya devam etmiştir. Örn. Kutadgu Bilig’de
neçe edgü kılsa et özke sewe / aŋar ança yavlak kılur bu cefâ “… cefa ve kötülük
eder” değil, “çok cefa eder” olarak açıklanmalıdır. Karahanlıcayı izleyen
evrelerde ise kelimenin bu anlamı yoruma açık olmayacak şekilde saydamlaşır.
Örn. Kutb’un Hüsrev ü Şirin’inde maslahatlıg iş bu yavlak “bu iş çok faydalı”
(Hacıeminoğlu 2000: 980); Yunus Emre Divanı’nda yavlak ırak (Tatçı 1990:
82/3); Süheyl ü Nevbahar’da yavlak katı “çok sert” (Dilçin 1991: 1287);
Mantıku’t-tayr’da yavlak yakın (Yavuz 2007: 5); Tezkeretü’l-Evliyâ
Tercümesi’nde yavlak eyü gişi (Hazai 2017: 71); Cerrâh-Nâme ‘de yavlak assı
(Gürlek 2011: 261b/11) vd.

Toparlayacak olursak yavlak’ın “aşırı, çok, haddinden fazla” anlamları, Eski
Uygurcadan başlayarak kullanımdan düştüğü döneme (16.yy) kadar sıklıkla
gözlenir.

***

Özgün anlamı “düşünmek” olan sakın- eyleminin, “(bir şeyi) hasretle düşünmek,
arzulamak” veya “endişeyle düşünmek, kaygılanmak” (Clauson 1972: 812-813)
ve özgün anlamdan kaynaklanan “tasavvur etmek, planlamak; (eşitlik
derecesiyle) (gibi) görmek, (olarak) bakmak, (olarak) kavramak” nüansları
bulunur (Erdal 1991: 612; Wilkens 2019: 574).

60

TARYAT G3-4 VE ŞINE US K11’DE GEÇEN yavlak sakın- ÜZERİNE

Yazıtlar döneminde “planlamak” (tegmeçi men tėyin sakıntım: Ongin 10);
“umursamak” (bunça işig küçüg birtükgerü sakınmatı: KT D 10 vd.);
“kaygılanmak” (ol sabın eşidip tün yeme udısıkım kelmez erti kün yeme olursıkım
kelmez erti anta sakıntım: T 22; ölteçiçe sakınıgma türk begler: BK D 2 vd.)
anlamlarıyla; ayrıca Kül Tigin’in ölümünden sonra Bilge Kağan’ın duyduğu
teessürün anlatıldığı cümlelerden “hasretle düşünmek” nüansıyla (inim kül tigin
kergek boltı özüm sakıntım körür közüm körmez teg bilir biligim bilmez teg boltı
özüm sakıntım: KT K 10 vd.) karşımıza çıkar. Bütün bu örnekler, sakın-’taki çok
anlamlılığın 8. yüzyıldan önce gerçekleştiğinin delilleridir. Sakın- bu
anlamlarıyla Türk dili tarihi boyunca canlılığını koruyarak modern Türk
dillerinin çoğuna intikal eder. Modern Türkiye ve Azerbaycan Türkçesindeki
“ihtiyatlı olmak, çekinmek, kaçınmak, içtinap etmek, kendini korumak”
anlamları Eski Anadolu Türkçesine dayanır ve Clauson’a göre sakla-, saklan-
fiillerine uyan bu anlamlar, halk etimolojisinin bir sonucu gibi görünmektedir
(1972: 812). Mukaddimetü’l-Edeb’de saklan- “korunmak” ile eş anlamlı
gösterilmesi (saklandı andın, sakını turdı andın) (Yüce 1993: 133/8), Clauson’u
haklı çıkaran bir veridir.

Türkmencedeki (sāgınmak) “duraklamak, tereddüt etmek, belli bir karara
varmaktan çekinmek” (TDDS II: 228) anlamları da Oğuzcaya özgüdür. Tatarca
sagın- (TTAS II: 613), Başkurtça hagın-” (BTH II: 561), Kazakça, Kırgızca
sagın- (KETS 12: 530; KTTS: 513), Özbekçe sågin- a.a. (UED: 293), Uygurca
seğin- a.a. (AUED: 499) biçimleri ise, yazıtlar Türkçesindeki “(bir şeyi) hasretle
düşünmek”ten gelişen “özlemek” anlamıyla yaşar. Özgün anlam Hakasça sağın-
(HTS: 402), Tuvaca sagın- (TW: 241) biçimlerinde korunur. Sibirya bölgesi
dışındaki Türk dillerinde “düşünmek” anlamının unutulması, bu dillerde
“düşünmek” için oyla- / uyla- ve düşün- eylemlerinin kullanılma sürecinden
itibaren başlar. Bu süreçte tarihi Türk yazı dilleri, sakın- eyleminin anlamını
“düşünmek”ten “özlemek”e ve “ihtiyatlı olmak”a kaydırır. Anlamdaki değişme
süreci kolayca takip edilebilir: “düşünmek” > “hasretle düşünmek” > “özlemek”;
“düşünmek” > “dikkatle, etraflıca düşünmek” > “tetikte olmak, ihtiyatlı olmak”.

Eski Uygurca ayıg sakın- (ayıg sakınıp kılmış işläri: BT VII L3-9=Erdal 1991:
662), yavlak sakın- (yavlak sakıntačı yagı yavlak-lar: Zieme 2005: A090); edgü
sakın- (maŋa edgü saknıp bu söz sözlediŋ: KB: Arat 1979: 3684) ibareleri ve
edgü sakınç (Wilkens 2007: 72/0330) yavız sakınç (Zieme 1985: 167), yavlak
sakınç (Zieme 2005: D140, 141) gibi kalıplar, Taryat ve Şine Us yazıtlarındaki
yablak sakın- ibaresinin anlamlandırılmasında etkili olmuş görünüyor. Oysa
yazıtlar döneminde sakın- örneklerin hemen hepsi salt “düşünmek” karşılığıyla
değil, yukarıda zikredilmiş olan “düşünmek”le bağlantılı anlam nüanslarıyla
kullanılır. Salt “düşünmek” içinse ö- eylemine başvurulur. Ö- eylemi, 11.
yüzyıldan sonra kullanımdan düştüğü için, ö-’in unutulma sürecinde -özellikle
Eski Uygurca ve Karahanlıcada- yerini sakın- fiili alır. Kıpçak, Harezm, Eski
Anadolu Türkçesi dönemlerinde ise sakın- fiilinin “düşünmek” anlamı

61

Hatice ŞİRİN

kaybolmaya başlayıp “zannetmek”, “özlemek” ve “ihtiyatlı olmak” anlamları
baskınlaşır. Codex Cumanicus’ta sagenurmen, Latince cogito ile karşılanır
(Kuun: 14). Öte yandan Gülistan Tercümesi’nde (H. 793/M.1391) sagın- ve
sakın- olarak geçtiği 18 örnekten 14’ünde “düşünmek” değil “sanmak,
zannetmek” karşılığındadır (Karamanlıoğlu 2019: 351-352).

Sonuç olarak, sakın- (< sak- “hesaplamak, saymak”) eylemi ve yablak (< yavlak)
sözcüğü çok erken bir dönemden itibaren asıl anlamlarından gelişen nüanslarla
azımsanmayacak ölçüde kullanılmıştır. Sakın-, “tasalanmak, endişelenmek”
anlamıyla yazıtlar döneminden itibaren kullanılır. Yavlak’taki kötü” > “sert,
şedit” > “aşırı, çok” anlam evrimi Eski Uygurcadan itibaren izlenir. Bu nedenle
Taryat ve Şine Us yazıtlarındaki üç karluk yablak sakınıp teze bardı cümlesi “Üç
Karluk aşırı derecede kaygılanıp kaçıp gitti” olarak olarak da anlamlandırılabilir.
Bu öneri, hem Uygur Kağanlığı’nda Karlukların “kötülük düşünecek /
planlayacak” ölçüde güç ve otoritelerinin kalmaması hem de yablak ve sakın-
sözcüklerinin anlamlarının bu öneriye uygun olmasına bağlı olarak yapıldı.

KAYNAKLAR

AĞCA, Ferruh (2016). Uygur Harfli Oğuz Kağan Destanı, Metin-Aktarma-
Notlar-Dizin-Tıpkıbasım, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları.

AĞCA, Esin (2020). “Kutadgu Bilig Örneğinde Türk Dilinde Bir Zarflaşma
Modeli: Niteleme Sıfatları → Nicelik Zarfları”: Uluslararası Kutadgu Bilig
Kurultayı, 26-28 Eylül 2019, Ankara: TDK Yayınları, 49-58.

ALTUN, Nesrin (1996). Erzurumlu Darîr'in Fütühu'ş- Şâm Tercümesi, Giriş-
Metin-Açıklamalı Dizin (A Maddesi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim
Dalı Türk Dili Bilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi (Danışman: E.G.
Naskali), İstanbul.

ARAT, Reşit Rahmeti (1979). Kutadgu Bilig I Metin, 2. Baskı, Ankara: TDK
Yayınları.

ATA, Aysu (1997). Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları), I Giriş-Metin-
Tıpkıbasım. II Dizin, Ankara: TDK Yayınları.

- (1998). Nehcü’1-Feradis Dizin-Sözlük, Ankara: TDK Yayınları.
AUED: SCHWARZ, Henry G. (1992). An Uyghur-English Dictionary, West-

ern Washington University.
AYAN, Hüseyin (1979). Şeyhoğlu Mustafa Hurşîd-nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)

İnceleme-Metin-Sözlük, Konu Dizini, Erzurum: Atatürk Üniversitesi
Basımevi.
AYDIN, Erhan (2008). “Ongi Yazıtı Üzerine İncelemeler”, İlmî Araştırmalar,
XXV: 21-38.
-(2011). Uygur Kağanlığı Yazıtları, Konya: Kömen Yayınları.

62

TARYAT G3-4 VE ŞINE US K11’DE GEÇEN yavlak sakın- ÜZERİNE

BERTA, Árpad. (2010). Sözlerimi İyi Dinleyin... Türk ve Uygur Runik
Yazıtlarının Karşılaştırmalı Yayını, (Çev. Emine Yılmaz), Ankara: TDK

Yayınları.

BTH: Başkort Télénéŋ Hüzlégé II, Meskev: Russkiy Yazık 1993.
CLAUSON, Sir Gerard (1957). “The Ongin Inscription”, Journal of the Royal

Asiatic Society, 89/3-4: 177-192.

- (1972). An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish,

Oxford: Clarendon Press.

- (1974). “Review: Horst Wilfrid Brands. Studien zum Wortbestand der

Türksprachen: lexikalische Differenzierung, Semasiologie,

Sprachgeschichte”: Bulletin of the School of Oriental and African Studies,

Vol. 37, No. 1, in Memory of W. H. Whiteley, 238-240.

DİLÇİN, Cem (1991). Mes’ûd bin Ahmed Süheyl ü Nev-Bahâr; İnceleme-
Metin-Sözlük, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.

DOBROVİTS, Mihály (2001). “Ongin Yazıtını Tahlile Bir Deneme”: TDAY-

Belleten 2000/48: 147-150.
DOĞAN, Şaban (2015). “Anyıg ve Fonetik Varyantlarının Eski Uygurcadaki

Kullanımları Üzerine”, 7. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu Bil-
dirileri, Fırat Üniversitesi, Elazığ, 16-18 Ekim, 1. Cilt, Elazığ, 545-553.
DOĞAN, Şaban (2017). “The Usage of Adjectives Which Have Negative
Meanings as Adverbs of Quantity in Turkish”. Uludağ University Faculty of

Arts and Sciences Journal of Social Sciences, 18/ 32, 303-316.
ECKMANN, János (1984). Nehcü’l-Ferādis, Uştmaḫlarnıŋ Açuq Yolı,

Cennetlerin Açık Yolu II: Metin, (Hzl.: Semih Tezcan-Hamza Zülfikar),
Ankara: TDK Yayınları.
ECSEDY, Ildikó (1980). “A Contribution to the History of Karluks in the T’ang
Period”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, Vol.

XXXIV/1/3: 23-37.
ERCİLASUN, Ahmet Bican-AKKOYUNLU, Ziyad (2014). Kâşgarlı

Mahmud Dîvânu Lugâti't-Türk Giriş-Metin- Çeviri-Notlar-Dizin, Ankara:
TDK Yayınları;

ERDAL, Marcel (1991). Old Turkic Word Formation: A Functional Approach

to the Lexicon I-II. Wiesbaden.
-(2011). “Ongin Yazıtı”: Orhon Yazıtlarının Bulunuşundan 120 Yıl Sonra

Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu 3. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları
Sempozyumu (26-29 Mayıs 2010). (İngilizceden Çev.: S. Tezcan, Ed. Şavk,
Ü. Ç.), Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi, 63-372.
- (2016). “Helitbär and some other early Turkic names and titles”; Turkic Lan-

guages, Vol. XX: 170-178.

GÜRLEK, Mehmet (2011). İbrahim Bin Abdullah’ın Cerrâh-Nâme (Alâ’im-i
Cerrâhîn) Adlı Eseri (Giriş-Metin-Sözlük), Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Dili Bilim

Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

63

Hatice ŞİRİN

HACIEMİNOĞLU, Necmeddin (2000). Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i ve Dil
Hususiyetleri, Ankara: TDK Yayınları.

HAZAI, György (2017). Ferîdüddîn Attâr’ın Tezkeretü’l-Evliyâ’sının Eski
Anadolu Türkçesi Tercümesi, Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi
Yayınları.

HTS: ARIKOĞLU, Ekrem (2005). Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Ankara:
Akçağ.

KASAI, Yukiyo (2014). “The Chinese Phonetic Transcriptions of Old Turkish

Words in the Chinese Sources from 6th - 9th Century: Focused on the Origi-
nal Word Transcribed as Tujue 突 厥 ” :Studies on the Inner Asian

Languages, CXXIX: 57-135.
KATAYAMA, Akio (1999). “Tariat Inscription”: Provisional report of re-

searches on historical sites and inscriptions in Mongolia from 1996 to 1998,

(Eds.) T. Moriyasu & A. Ochir, Tokyo, 168-176.
KETS: Kazak Edebi Tiliniŋ Sözdigi, Tom I2, Almatı 2011.
KTTS: Kırgız Tilinin Tüşündürmö Sözdügü, Frunze 1969.
KLYASHTORNY, Sergei G. (1982). “The Terkhin Inscription”: Acta

Orientalia Academiae Scientiarum Hungaricae, Vol. XXXVI-1/3: 335-366.
KUDARA, Kōgi- RÖHRBORN, Klaus (1982). “Zwei verirrte Blätter des

uigurischen Goldglanz-Sutras im Etnografiska Museum, Stockholm”:
Zeitschrift der Deutschen Morgenländischen Gesellschaft, Vol. 132/2: 336-

347.
MACKERRAS, Colin (1972). The Uighur Empire According to the T’ang Dy-

nastic Histories. A Study in Sino-Uighur Relations 744-840, Canberra.
- (2000), “Uygurlar” (Çev. Ş. Tekin): Erken İç Asya Tarihi (Ed. D. Sinor),

İstanbul: İletişim Yayınları, 425-458.
MERT, Osman (2009). Ötüken Uygur Dönemi Yazıtlarından Tes, Tariat, Şine

Us, Ankara: Belen.
NÉMETH, Gyula (1930). A honfoglaló magyarság kialakulása, Budapest:

Hornyánszky Viktor R.-T. M. K. Udv. Könyvnyomda.
ÖLMEZ, Mehmet (2012). Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistan’daki

Eski Türk Yazıtları. Metin-Çeviri-Sözlük, Ankara: BilgeSu Yayıncılık.
- (2015). “Ongi Yazıtı, Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, TDAY- Belleten, 64/1:

43-86.
RAMSTEDT, Gustaf John (1913). “Zwei uigurische Runeninschriften in der

Nord-mongolei”: Journal de la Societe Finno-Ougrienne, 30/3: 1-63.
RÖHRBORN, Klaus (1976). “Fragmente der uigurischen Version des ‘Dhāraṇī-

Sūtras der großen Barmherzigkeit’”: Zeitschrift der Deutschen
Morgenländischen Gesellschaft, 126/1, 87-100.
TATÇI, Mustafa (1990). Yunus Emre Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları.
TEKİN, Gönül ALPAY (1973). Ahmed-i Dâî and His Çengnâme an Old

Ottoman Mesnevi, The Department of Near Eastern Studies and Civiliza-

tions, Sources of Oriental Languages and Literatures, Harvard University

Press.

64

TARYAT G3-4 VE ŞINE US K11’DE GEÇEN yavlak sakın- ÜZERİNE

TEKİN, Talat (1983). “Kuzey Moğolistan’da Yeni Bir Uygur Anıtı: Taryat
(Terhin) Kitabesi”, TTK-Belleten, 46/184: 795-838.

TMEN III: DOERFER, Gerhard (1967). Türkische und mongolische Elemente

im Neupersischen, Band III, Wiesbaden: Franz Steiner Verlag GMBH.

TOGAN, İsenbike-KARA, Gülnar-BAYSAL, Cahide (2006). Çin

Kaynaklarında Türkler. Eski T'ang Tarihi (Chiu T'ang-Shu), Ankara: Türk

Tarih KurumuYayınları.

TTAS: Tatar Télénéŋ Aŋlatmalı Sözlégé, Tom II, Kazan: Tatarstan Kitap

Neşriyatı 1979.

TV: ÖLMEZ, Mehmet (2007). Tuvacanın Söz Varlığı, Wiesbaden:

Harrassowitz Verlag.
UED: DIRKS, William-DAVRANOV, Teymur (2005). O’zbekcha-Inglizcha

Lug’at/Uzbek English Dictionary, The Central Asian Heritage Group.
WİLKENS, Jens (2007). Das Buch von der Sündentilgung. Edition des

alttürkisch-buddhistischen Kšanti Kilguluk Nom Bitig, Brepols.

- (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen Altuigurisch-Deutsch-
Türkisch. Eski Uygurcanın El Sözlüğü Eski Uygurca-Almanca-Türkçe,

Akademie der Wissenschaften zu Göttingen
YAVUZ, Kemal (2000). Âşık Paşa, Garîb-nâme: Tıpkıbasım, Karşılaştırmalı

Metin ve Aktarma, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları

(https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10669,garib-namepdf.pdf?0
- (2007). Gülşehri’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-Nâme), Kırşehir Valiliği

Yayınları.

YÜKSEL, Sedit (1965). Işk-Nâme (İnceleme-Metin), Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi.

YÜCE, Nuri (1993). Mukaddimetü’l-Edeb, Ankara: TDK Yayınları.

ZIEME, Peter (1985). Buddhistische Stabreimdichtungen der Uiguren, Berlin

(Berliner Turfantexte 13).
- (1997). “Alkoholische Getränke bei der alten Türken”: Historical and Linguis-

tic Interaction between Inner-Asia and Europe, Ed. by Árpad BERTA ,

Szeged 1997, 437.

- (2005). Magische Texte des uigurischen Buddhismus, Brepols.

65



589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Ahmet Bican ERCİLASUN*

Özet: Tardu Kağan dönemine rastlayan 589 yılında, Türklerle Sasaniler
arasında Herat vadisinde büyük bir savaş olmuş ve savaşta Türkler
yenilmişlerdir. Eski kaynaklarda çok ayrıntılı olarak anlatılmasına
rağmen modern Türk tarihçiliğinde bu savaş üzerinde neredeyse hiç
durulmamıştır. Makalede ana kaynaklara dayanılarak savaşın ayrıntıları
verilmiş ve savaşın sonuçları üzerinde maddeler hâlinde durulmuştur.
Savaştaki yenilgiye rağmen Türklerin o zamanki dünyada ciddi bir etki
ve nüfuzunun bulunduğu vurgulanmıştır. Arap ve Fars kaynaklarında
farklı şekillerde yer alan Türk ileri gelenlerinin adlarının Türkçelerinin
ne olabileceği de tartışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: 589 yılı, Herat Vadisi, Sâve Han (Sab Kağan),
Behram Çûbin, Hüsrev Perviz.

589 Battle of The Herat Valley And Its Results
Abstract: In 589, which coincides with the Tardu Khagan period, there
was a great war between the Turks and the Sassanids in the Herat
Valley, and the Turks were defeated in the war. Although it is described
in great detail in old sources, in modern Turkish historiography it has
almost never been dwelled on this war. In this paper, the details of this
war are given based on the main sources, and the results of the war are
emphasized in items. Despite the defeat in the war, it is emphasized that
the Turks had a serious effect and influence in the world at that time. It
has also been discussed what the Turkish names of the Turkish notables,
whose names appear in different forms in Arabic and Persian sources,
could be.
Key Words: The year 589, Herat Valley, Sâve Han (Sab Khagan),
Bahram Çûbin, Husrev Parviz.

589 yılında Herat vadisinde, Türklerle Sasaniler arasında büyük bir savaş
olmuş ve Türkler yenilmiştir. Eski kaynaklarda ayrıntılı olarak yer alan bu
savaştan çağdaş tarihçiliğimizde neredeyse hiç söz edilmez. Özellikle Sasaniler
açısından ciddi sonuçları olan bu savaşın önemini vurgulamak için önce ona bir
ad vermek gerektiğini düşündüm ve “589 Herat Vadisi Savaşı” adını uygun
buldum Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri’nin (Batı Kök Türklerin)1 tarihini
yazan Edouard Chavannes, Taberî’ye dayanarak şöyle der:

* Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, [email protected], ORCID: 0000-0002-3268-3251
1 Yazı boyunca kullandığım Türkler, Batı Türkler terimleri, Türkiye tarihçiliğinde Göktürkler / Köktürkler
olarak yaygınlaşmıştır.

Türk Kültürü: YIL / YEAR 2022, CİLT / VOLUME 15, SAYI / ISSUE 2, S / P. 67 – 90.
Araştırma Makaleleri / Research Articles

Makale Geliş Tarihi: 26. 09. 2022 - Makale Kabul Tarihi: 01. 10. 2022

Ahmet Bican ERCİLASUN

“(Hürmüz’ün) hükümdarlığının on birinci yılında (588-589) Türklerin meliku’l
a’zamı Şaba 300.000 askeriyle Hürmüz’ün üzerine yürüdü ve Badagis ve
Herat’a kadar geldi.” (Chavannes 2007: 306). Chavannes, Türklerle Sasaniler
arasındaki 589 savaşının ayrıntılarından söz etmez; savaşı kazanan Sasani
komutanı Behram Çûbin’in Hürmüz ve Hüsrev’le olan macerasını kısaca verir.

Eski Türkler adlı eserinde Gumilöv eski kaynaklara dayanarak savaşı ayrıntılı
bir şekilde anlatır. Şöyle başlar Gumilöv:

“589 Ağustosunda Kara Çurin’in küçük oğlu Yang Souh Doğu İran’ı
istila etti. Sınırı tutan yetmiş bir Pers ordusu, Türklere Horasan, Tâlekân
ve Herat, Belh ve Badgis kaleleriyle müstahkem kadim Baktria bölgesine
giden yolu açarak kaçtı. İran’da panik başladı.” (Gumilöv 1999: 159).

Gumilöv’de Kara Çurin, Tardu Kağan’dır. O, Fars kaynaklarında Sâve / Şâbe
olarak geçen Türk komutanının da Tardu’nun oğlu Yang Souh olduğu
görüşündedir. Chavannes da Gumilöv de o yıllarda Sasanilerin, dört bir yandan
kuşatıldığını belirtmişlerdir. Batıda Doğu Roma, kuzeyde Hazarlar, doğuda
Türkler, güneyde Arap şeyhleri tarafından.

Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları kitabımda ben 570 – 580 yıllarının genel
bir özelliğine de temas etmiştim:

“570’li ve 580’li yıllar Eski Dünya’nın büyük devletlerinde hanedanların
veya uzun ömürlü hükümdarların değiştiği yıllardır. 572’de Doğu
Türklerinin en büyük kağanı Mukan, 581’de Tapar ölmüş, sonraki
kağanların hiçbiri onlar derecesinde kudretli kağanlar olamamıştır. Batı
Türklerinin en büyük kağanı, kurucu kağan İstemi de 576’da ölmüş ve
yerini oğlu Tardu’ya bırakmıştır. 572’de Bizans’ta da önemli bir
değişiklik olmuş, Tiberius imparatorluk yetkilerini üzerine almıştı.
582’de ise Bizans tahtına, ülkeyi 20 yıl yönetecek olan Maurikios
oturmuştu. Asıl büyük değişiklik Çin’de olmuştu. 581 yılında Cou
hanedanı yıkılmış ve yerine Sui hanedanı kurulmuştu. Bu hanedan,
parçalanmış olan Çin’i birleştirerek yeniden eski ihtişamına
kavuşturmuştu. Büyük değişikliklerden biri de Sasanilerde ortaya
çıkmıştır. Tam 48 yıl ülkesini idare eden ve İslâm literatüründe
Nûşirevân-ı Âdil olarak anılan Hüsrev Nûşirevan 579 yılında ölmüş ve
yerine oğlu IV. Hürmüz geçmişti.” (Ercilasun 2016: 110).

589 Türk – Sasani savaşının Türkiye tarihçiliğinde yeteri kadar işlenmediğini
belirtmiştim. Gök-Türkler kitabında Ahmet Taşağıl konuya ancak birkaç satır
yer ayırmış (Taşağıl 1995: 87-88), savaşı anlatmamıştır. Kafesoğlu da
“…diğer Gök-Türk ordusu Herât, Bâdgîs havalisine girmişti (588-9)” der ve
savaşı anlatmaz. Savaştan sonra Sasanilerin karıştığından da birkaç satırla söz
eder (Kafesoğlu 2002: 109). Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları kitabımda

68

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

ben biraz ayrıntıya girdimse de bu önemli savaşı yeteri kadar vurguladığımı
söyleyemem.

589 Herat Vadisi Savaşı’nın ana kaynaklarından biri Taberî Tarihi, biri de
Şehname’dir.2 Bu kaynaklardan bazı alıntılarla konuyu açacağım.3

Taberî Tarihi için Zâkir Kadirî Ugan ve Ahmet Temir tarafından çevrilen
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi’ni kullandım. Eserde olay şöyle anlatılıyor:

“Türk’ler Hürmüz’e karşı savaş açmışlardı. Diğer bir rivayete göre de
Türklerin büyük hükümdarı Şabe, hükümdarlığının on birinci yılında üç
yüz bin askerle Hürmüz’ün üzerine yürümüştü. Şabe, Bazegis ile Herat’a
kadar ilerledi. (Aynı zamanda) Rum hükümdarı da seksen bin askerle
memleketin sınırları üzerine yürüdü. Hazar hükümdarı da büyük bir ordu
ile Bab ve El-Ebvab (Demir Kapı)ya kadar nüfuz ederek yağma ve
tahribatla meşgul oldu. Araplardan Abbas Ahvel (Şaşı gözlü Abbas) ve
Amr Azrak adında iki adam, Fırat boylarında yaşayan Arap’ları
toplayarak Sevad ahalisine baskında bulundular. İran’a karşı çevirme ve
akın hareketleri o dereceyi buldu ki, İran’a (delik deşik bir elek) adını
taktılar… Türk hükümdarı Şabe, Hürmüz’le Fars kavminin ulularına,
ordusu ile geldiğini bildirmek üzere elçi göndererek: ırmaklar üzerinde
ve ovalarda bulunan köprüleri tamir ediniz, çünkü bu köprülerden
geçerek memleketinize gireceğim, eskiden köprü bulunmayan ırmak ve
dereler üzerinde de yenilerini yaptırınız, bundan başka, memleketinizden
Rum diyarına gidilecek yolların üzerindeki ırmak ve derelerde de
köprüler kurmağı ihmal etmeyiniz, çünkü ben, sizin memleketinizden
Rum ülkesine gitmeği kararlaştırdım, dedi.” (Taberî 1955: 1233).

Yukarıdaki satırlarda olayın Fars gözüyle anlatıldığı anlaşılıyor. Şabe’nin
gönderdiği haberden anlaşıldığına göre de Türklerle Doğu Roma, Sasanileri
sıkıştırmak üzere anlaşmışlardır. Esasen İstemi Kağan’ın 567 yılında İstanbul’a
gönderdiği ilk elçilik heyetinden beri Türk Kağanlığı ile Doğu Roma arasında
Sasanilere karşı bir anlaşma vardır. Taberî devam ediyor:

“Hakanın bu teklifini çok çirkin bir şey sayan Hürmüz, danışmada
bulunduktan sonra, Türk Hakanı ile karşılaşmak üzere asker göndermeği
kararlaştırdı ve Çubin adıyla tanınmış olan Behram bin Behram Cüşnes
komutasında on iki bin asker gönderdi.” (1955: 1233-1234).

2 Şehname sadece bir efsane değildir, aynı zamanda bir tarih kaynağıdır. Özellikle Sasani dönemiyle ilgili
bölümleri önemli tarihî kaynaklar arasındadır. Batılı tarihçiler de Şehname’yi bir tarih kaynağı olarak
kullanmışlardır.
3 Önemli kaynaklardan biri de Ebû Mansur Abdülmelik Seâlibî’nin Gureru Aḫbâri Mülûki’l-Fürs ve
Siyerihim adlı eseridir. Bu kaynağın konumuzla ilgili bölümleri, Hermann Zotenberg’in 1900 yılındaki
Fransızca çevirisinden Chavannes ve Gumilöv tarafından alıntılanmıştır. Ben de onlardan faydalandım. Diğer
bir kaynak Ermeni piskoposu Sebeos’un tarihidir. Onun da Türkçe çevirisini kullandım.

69

Ahmet Bican ERCİLASUN

Chavannes, Sasanilerin dört yönden kuşatıldıklarını belirttikten sonra şöyle der:

“Persler en çok sıkıştırıldıkları tarafa koştular, yani var güçleriyle Şaba’yı
püskürtmeye çalıştılar.” (Chavannes 2007: 306).

Chavannes’ın “en çok sıkıştırıldıkları taraf” ifadesi önemlidir. Çünkü Türkler
Doğu İran topraklarına fiilen girmişler, Badgis’i almışlar, Herat’a
yönelmişlerdi. Taberî’den devam edelim:

“… Behram seçtiği bu askerin başında olduğu halde hızla ilerleyerek
Herat ile Baçegis’in öte tarafına geçti. Şabe, Behram’ın geldiğini
duymadı, ancak kendi ordugâhına yakın bir yerde ordugâh kurduktan
sonra onun geldiğini anladı. İki arada elçiler dolaştı, çarpışmalar oldu. Bu
çarpışma esnasında, Behram bir okla Şabe’yi öldürdü.” (1955: 1234).

Türk ordusunun dar bir vadide arkadan çevrildiği anlaşılıyor. Gumilöv, Türk
hanının aldatılarak yanlış yönlendirildiğini de anlatır:

“Hürmizd (Hürmüz – ABE) fikrini değiştirerek Türklerin şaşmaz
safdilliklerinden faydalanmayı düşündü. Saray eşrafından ‘kurnazlık ve
yalan söylemede bir numara olan’ Hurrad Burzin’i Save’ye gönderdi.
Save’ye gelen Hurrad onunla uzun uzun konuştuktan sonra aklını
çelmeyi başardı. Ona saldırısının yönünü değiştirip Herat vadisine
yönelmesini tavsiye etti. Bu arada Behram cebrî bir yürüyüşle doğuya
ulaşmıştı. Bilinen yolların dışında kestirmelerden geçerek Kuhistan
üzerinden gelip Türkleri arkadan çevirmeyi başardı.” (Gumilöv 1999:
160).

İki yönlü bir kurnazlık var: Aldatma ve çevirme. Bir yandan Sasanilerin adamı,
Sâve’yi dar bir yer olan Herat vadisine yönlendiriyor, öte yandan Behram
Çûbin kestirme yollardan dolaşarak daracık vadideki Türk ordusunu arkadan
çeviriyor. Aynı zamanda bir coğrafyacı olan Gumilöv vadiyi ayrıntılarıyla
tasvir eder. Savaşın olduğu Bavligâh ovası, 20 km. uzunluk, 12. km.
genişliktedir. Dağlarla ve dar geçitlerle çevrilidir.

Gumilöv, Abdülmelik Seâlibî’ye dayanarak savaşın tafsilatını verir:

“Behram birinci safa piyadeleri, onun arkasına filleri,4 sağ ve sol cenaha
ise en seçkin askerlerini mevzilendirdi. Ayrıca Pers ordusunun kaçmasını
önlemek için en iyi eğitilmiş askerleriyle her iki tarafa baraj kurdurdu.
Sağ cenahı Zincirgâh dağına, sol cenahı ise Hîrirûd nehrine çekildi. Pers
ordusunun arkasında bağlar, bahçeler ve ekili tarlalar uzanıyordu.
Türkler ise kuru bozkır ve vadide mevzilenmişlerdi… Türklerin tam bir

4 Gumilöv bir dipnot düşerek, diğer kaynaklarda Türk ordusunun fil kullandığını belirtip Seâlibî’ye itiraz
eder.

70

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

kararlılıkla savaşa hazırlanmaları ve herkesin ölüme hazır olduğunu
haykırması Perslerin ilk saflarında tesirini göstererek bir panik havası
yarattı. Behram’ın tam zamanında müdahale ederek silâh arkadaşlarını
cesaretlendirmesi bir bozgunu önledi. Psikolojik başarısızlık tesirinin
kaybolmaya başladığını gören Save, sol cenahı püskürtmüş olan İran
ordusunun üzerine süvarileri saldı… Türklerin saldırısı öylesine
şiddetliydi ki Behram dahi kaçmayı düşündü. Fakat Herat vadisi sadece
Türkler için değil, Persler için dahi bir kapan gibiydi. Dağlar kaçış
yolunu tıkamıştı ve Behram için savaşmaktan başka yol kalmamıştı…
Süvari saldırısının fayda vermediğini gören Save, fillerin devreye
sokulmasını emretti. Bu arada, o ana kadar bir kenarda sessiz sedasız
bekleyen ihtiyatlar da dahil olmak üzere Behram bütün hatlarıyla karşı
saldırıya geçti. İran ordusunun gözbebeği okçuları da oradaydı. Onların
okları fillerin en zayıf noktası olan hortum ve gözlerine isabet ediyordu.
Arkasından alevli oklar devreye sokuldu. Acılar içinde kıvranan filler
birçok savaşçıyı ezerek öldürdüler. Fillerden kurtulabilen Türklerin
safları bozulduğundan, göğüs göğüse çarpışmalarda Perslere karşı bir
başarı gösteremediler. Save kaçmaya çalışırken Behram Çubin’in attığı
bir okla hayata veda etti. Kumandanlarının öldürülmesi Türkler arasında
paniğe sebep oldu. Baroron boğazı yoluyla kaçmayı denediler fakat dar
ve uzun boğaz hepsini aynı anda alamazdı. Boğaz girişinde öyle bir
izdiham yaşandı ki Persler için düşman kellesi almak bir zevk hâline
geldi ve neticede her on Türkten birisi kurtulabildi.” (Gumilöv 1999:
163-164).

589 Herat Vadisi Savaşı’yla ilgili bir önemli kaynak da Şehname’dir. Şehname
için 16. yüzyıldaki Şerîfî tercümesini kullanacağım (Kültüral – Beyreli 1999:
1729 vd.).5

Çü Hürmüz devletinden geçdi on yıl
Özinden yüz çevürdi anda hep il (halk).

………

Özine her yaŋa (yandan) düşmen belürdi,
İşidüp kendü hayretde kalurdı.
İşit kim hâkimi Türkistân’uŋ,
Adına Sâve Ḫan dirlerdi anuŋ,
Yüridi geldi agır leşker-ile,
Ḫurûc itdi tamam yüz biŋ er-ile.
İki biŋ cengi fil anuŋla bile (birlikte)
Yarar ḫortumla yiri, dile dile.

………

5 Kültüral – Beyreli yayınından yaptığım alıntılarda sade bir transkripsiyon kullandım.

71

Ahmet Bican ERCİLASUN

Yazup Hürmüz’e andan saldı nâme
Ki mâlûm ola bu iş ḫâsa, âma.

………

Nirede köprüler var-ısa düzgil,
Su geçitlerini gözle, oŋat (düzgün) kıl.
Bize her gücde gör azık yaragın (gereğini),
Daḫı atları yimin (yemini), leşker turagın.
Bu cânibden yüridüm bilgil anı,
Kılıcumla aluram bu cihânı.

………

Ḫaber irişdi andan gine nâgâh (birden),
İşidüp Hürmüz anı, eyledi âh.
Ki deprendi bu cânibden de kayser,
İdinmiş yüz biŋ er kendüye leşker.

………

Ḫaraz’dan (Hazar’dan) daḫı çıkdı bir sipâhi
Ki tutdı yir yüzin anuŋ siyâhı (ordusu).
Otuz biŋ kişi-y-ile çıkdı geldi,
Gelüp tâ Erdebil’e yakın oldı.
Arab da bir yaŋadan oldı zâhir,
Harâmî aç ḫalkı evvel âḫir.

Dört yönden kuşatıldığını gören Hürmüz, bunların hangisiyle savaşacağım diye
şaşırır ve ülkesinin ulularını toplayarak onlara danışır. Danışmanlar, kayserin
(Bizans hükümdarının) istediği şehri vermesini ve onunla barış yapmasını,
Hazarlara ordu gönderip onları kaçırtmasını, Arap çapulcularını ise mal
göndererek durdurmasını tavsiye ederler. Türk ordusu İran’a girerse büyük bir
felaket olacağını, asıl onlara karşı hazırlık yapılması gerektiğini söylerler.
Hürmüz, denilenleri yapar ve Sâve Han’a karşı bir komutan sorar.
Danışmanlar, Erdebil emîri Behram Çûbin’i tavsiye ederler. Hürmüz, Behram’ı
çağırtır. Behram yüz bin asker içinden on iki bin asker seçer, hazırlıklarını
görür ve sefere çıkar. Ancak Hürmüz yine korkmaktadır. Bir casusunu Sâve’ye
yollar.

Bu yaŋa Şâh Hürmüz korkar-ıdı,
Bu Türklerden katı ḫavfı (çok korkusu) var-ıdı.

Aŋa ilçi yüzinde (elçi gibi) saldı câsus,
Göre nicedür anda il ü ulus.

Göre hâlin nicedür Sâve Şâh’uŋ,
Ne deŋlü ola mikdârı sipâhuŋ.

72

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Viribir (gönderir) Sâve’ye çok armaganlar
Ki tâ ne işdedür göreler anlar (onlar).

Bir ulu kişi vardı adı Ḫarrâd,
Söz ehli-y-idi her fenn içre üstâd.

Anı ilçi idüp kıldı revâne (yola saldı)
Ki vara Sâve Şâh’a ol yigâne.

………

Varuban (gidip) Sâve Şâh’a irdi Ḫarrâd,
Girüp yir öpdi, kıldı söze bünyâd.

Çıkardı sundı Hürmüz nâmesini,
Müşerref kıldıŋuz dir, bu zemîni.

Pes andan (ondan sonra) armaganın çekdi bir bir,
Ne varsa didi sözin evvel âḫir.

Oturmış-ıdı ilçi anda nâgâh (birden)
İçerü girdi bir kişi, dir (der) iy şah!

Belürdi bir çeri Îran yolından,
Degüldür bize anuŋ hâli rûşen (açık).

İşidüp Sâve Şah oldı gazab-nâk (öfkeli),
Didi ilçiye sen iy merd-i bî-pâk (ey pis herif)!

Gelürsin ilçi vü arduŋca leşker,
Bu ne işdür, bunı hergiz (asla) kim eyler?

Bu mekr ü hîle-y-ile iş idersin,
Elümden soŋra kancaru (nereye) gidersin?

Sözinden Sâve Şâh’uŋ korkdı Ḫarrâd,
Didi yokdur bu söze hiç bünyâd.

Kim ola kim saŋa ol sala leşker,
Çeriŋe kim olur senüŋ berâber?

(Kim ola ki o, sana ordu salsın, )
(Senin askerine kim eşit olabilir?)

Eger var-ısa bu iş iy ḫudâvend (ey hükümdar)!
Aziz başuŋa senüŋ içerem and;

Bu bir begdür ki oldı şâha yagı,
Ol ilde kalmadı ayruk turagı.

73

Ahmet Bican ERCİLASUN

Kodı kendü ilini saŋa geldi,
Çerisin ḫalkını divşürdi aldı (kendi askerini topladı),

Kaçup andan gelüp saŋa sıgınur,
Var-ısa bu hikâyet uşda (işte) budur.

Bu sözler Sâve Şâh’a geldi key (çok) ḫoş,
Didi akluma siŋdi sözlerüŋ oş (işte).

………

Tesellî eyledi göŋlini Sâve,
Başından diledi Ḫarrâd’ı sava.

Harrad ardına bakmadan gider, Sâve Han sevinir:

Oturup bu yaŋa Sâve sevinür,
O kendüye gelen ava sevinür.

Didi bir bir baŋa begler geliser (gelecek),
Katında Hürmüz’üŋ kimler kalısar?

Sâve Han, Yagbur adlı oğlunu, kendisine bir beğlik vereyim diye Behram’a
gönderir. Yagbur, Behram’a ne suç işlediğini ve şahla arasının niye
bozulduğunu sorar. Behram ise doğruyu söyler: “Ben şahın buyruğuyla, Sâve
ile cenk edip ona dünyayı dar etmek için geldim.” Sâve haberi alınca öfkelenir
ve cezasını vermek için adamlarından elçiyi getirmelerini ister. Ama elçi
çoktan kaçmıştır. Sâve Han son olarak Behram’a kendisiyle birlikte olması için
haber gönderir. Behram kabul etmez.

Savaş hazırlıkları yapılır. Sâve 40.000 eri sağ kanada, 40.000 eri sol kanada,
20.000 eri de merkeze yerleştirir. Fillerin yarısını öne, yarısını da iki yana
koydurur.

Behram’a son bir haber gönderir: Kızımı sana vereyim. Güveyim ol, İran
mülkünü sana vereyim, orada benim naibim ol. Behram bunu da reddeder.
Oğlu Yagbur, Behram’a yalvardığı için babasına sitem eder.

İkinci gün erkenden kösler vurulur. Behram, ordusunu üçer binden dört bölüğe
ayırır ve onlara cesaret verici bir nutuk çeker. Eline bir gürz alarak savaşı
başlatır:

Eline aldı bir gürz-i girânı (ağır bir gürzü),
Götürmezdi (kaldıramazdı) tamam on kişi anı.

Bu yaŋa Sâve Ḫan atını saldı,
Sıyup sol kolını Behrâm’uŋ aldı.
(Behram’ın sol kanadını kırıp aldı.)

74

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Yüridi kalbe (merkeze) Behrâm üstine tiz,
Göricek itmedi Behram perhiz.
(Görünce Behram korkmadı.)

Yüridi karşu Behrâm-ı sebük-bâr (hızlı),
Didi kim nicesin iy (ey) aç Tatar!

Üç ulu beglerin yıkdı atından,
Dönüben Sâve Ḫan yildi (koştu) katından.

Buyurdı filleri sürüŋ ilerü
Ki filler size ola burc u bâru (sur).

İlerü filleri çekdiler ol dem,
Oturmış her fil üzre niçe âdem.

………

Göricek anı Behrâm-ı yigâne
Ki Îran ḫalkı başladı figâna,

Didi, size ne oldı, bir depüŋüz,
Hücûm idüp yirüŋüzden kopuŋuz;

Sepüŋüz fillerüŋ üstine oklar,
Göricek oklar, ölürler tavuklar.

Behram’ın askerleri güherçile ile ateşe verip filler üzerine alevli oklar
fırlatırlar.

Dönüp ardına kaçar anda filler,
Kalur fil ayagı altında iller.

Basar fil Sâve Ḫân’uŋ leşkerini,
Ayagı altına alur varını.

Kıra geçürdi Tatar’uŋ çerisin,
Ne uşagın kodı ne ḫod irisin.

Bu Sâve leşkerinden kopdı efgan,
Kimi yinçilmiş (ezilmiş) ölmiş, kimi virür can.

………

O hâli Sâve Ḫan görüben anda,
Didi dirlik ölümden yig cihanda.

Oturmışdı fil arkasında taḫta,
Olup mağrur ol yalancı baḫta

75

Ahmet Bican ERCİLASUN

İnip taḫtdan heman bindi bir atı
Ki ol-ıdı yügürük atı katı (çok).

Kazâdan ḫod kişi hiç kaçmag olmaz,
Nireye kaça kim göz açmag olmaz.

İrişdi nâgehan (birden) Behrâm-ı Çûpin,
Elinde hâzır itmiş ok u yayın,

Kaçar öŋince gördi Sâve Ḫân’ı,
Atar bir ok-ıla ardınca anı.

Urur arkasına pes kînesinden (kininden),
Deler bagrın, geçer ok sînesinden.

Yıkılup Sâve Ḫan atdan virür can,
Kopar Türk’üŋ içinde âh ü efgan.

İnüp Behram atından kesdi başın,
Kurutdı Sâve Ḫân’uŋ anda yaşın.

Kopar Türk’üŋ içinde pes kıyâmet,
Belâ başlarına geldi tamâmet.

Ol agır leşkere pes düşdi sıngun (kırgın),
Kimi kan yaş döker, kimi ciger-ḫun.

“Save’nin ordusu Taberî’ye göre 300 bin, Firdevsî’ye göre ise 400 bindir.”
(Gumilöv 1999: 160). Firdevsî’nin bizim kullandığımız çevirisinde ise
görüldüğü gibi Türk ordusu 100.000 gösterilmektedir. Gumilöv, vadinin eni
boyu üzerinde yaptığı çalışmalar neticesinde Türk ordusunun 20.000’den az,
dolayısıyla kuvvetlerin sayısının “birbirine denk” olduğu sonucuna varır (1999:
162).

Ermeni tarihçisi Sebeos’ta Behram’ın adı Vahram Mehrevandak olarak geçer.
Sebeos savaşı çok kısa olarak şöyle anlatır:

“İşte bu Vahram büyük ırmağın karşı yakasındaki bölgede bulunan
Mazkhutların6 güçlü kralıyla savaşıp onun kalabalık ordusunu yendi, kralın
kendisini de döğüşte öldürdü. O krallığın tüm hazinelerine el koyup götürdü.”
(Sebeos 2020: 31).

Görüldüğü üzere Sebeos’ta da Türk ordusu “kalabalık” kelimesiyle
nitelenmiştir. Sayı ne olursa olsun Save Han aldatılmış ve Türk ordusu
yenilmiştir. Ancak bu savaşın çok ilgi çekici sonuçları olmuştur. Sonuçlar

6 Marquart, “Mazkut adının Massagetlerin eski ismi olduğunu ve “Türklere işaret etmek için” kullanıldığını
belirtmiş, Chavannes da bu eşleştirmeyi “oldukça başarılı” bulmuştur (Chavannes 2007: 307). Behram,
Türklerle savaştığına göre Sebeos’un Mazkhut ismiyle Türkleri kastettiği açıktır.

76

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

üzerinde durmak için savaştan sonra olanlara kısaca bakalım. Önce
Şehname’den özetleyelim.

Savaşı kazanan Behram, Sâve Han’ın mal ve hazinesini toplar. Bir mektup
yazarak ganimeti ve savaş esirlerini Hürmüz’e gönderir. Hürmüz cevaben
Horasan’ı Behram’a verdiğini, ganimeti askerlere dağıtmasını, Sâve Han’ın
nesi varsa kendisine göndermesini yazar. Ayrıca Sâve Han’ın oğlu Bermud’u
da ortadan kaldırmasını ister.

Sâve Han’ın oğlu Bermud babasının öcünü almak için 100.000 kişilik ordu
toplar ve Ceyhun’u geçer. Behram ile Bermud Belh yakınlarında karşılaşırlar.
Türk tarafı yine yenilir. Bermud bir hisara sığınır. Behram hisarı kuşatınca
aman diler. Behram bir mektupla durumu Hürmüz’e bildirir.

Türklerin ve Bermud’un yenildiği haberini alan Hürmüz’ün tutumu şaşırtıcıdır:

Buyurdı ol demüŋ içinde Hürmüz,
Dimeye kimse ḫân oglına yavuz (kötü).

Virür Bermûd’a emn-ile amânı,
Aŋa kimse degürmesün ziyânı.

Didi Bermud çün ferzendümüzdür (oğlumuzdur),
Azîz ü yârumuz, dil-bendümüzdür.

Bilürüz biz anı kendümüze dost,
Çıkaruruz adûsından (düşmanından) anuŋ post.

………

Hediyyeler salar (gönderir) ḫân oglına ol,
Didi gelsün bize, açuk durur (açıktır) yol.

Hürmüz, Behram’a cevap yazıp bir elçiyle gönderir. “Bermud’a aman verdik; o
bizim oğlumuz, kardeşimizdir; malı ve hazinesi ile bize gönder.” diye yazar
mektupta.

Bermud “aman kâğıdı”nı alınca sevinir; hisarı Behram’a teslim eder ve ona
haber vermeden, adamlarıyla birlikte Hürmüz’e doğru yola çıkar. Aslında
“Korkmadan ve kimseye danışmadan bize gelsin.” diye haber gönderen
Hürmüz’dür. Behram, Bermud’un kendisine danışmadan ayrılmasına kızar.
Onu yoldan çevirtir. Yalın ayak, başı kabak hâle sokup halkının önünde azarlar.
Boynuna zincir vurdurup bir çadıra hapseder.

Harrad araya girip Behram’a yaptığının doğru olmadığını söyler. Behram
pişman olup Bermud’u Hürmüz’e gönderir.

77

Ahmet Bican ERCİLASUN

Behram kâtipleri çağırıp kaledeki malı yazdırır. Kaleden Afrasiyab ile
Feridun’un hazineleri çıkar. Savaş ganimetini askerlerine dağıtarak onların
gözünü doyurur. Hürmüz’e de Güştasb adlı emirle epeyi hazine gönderir fakat
hazinenin çoğunu kendine ayırır.

Hürmüz, Bermud’u bizzat gidip karşılar ve ona çok iltifat eder. Firdevsî’ye
göre yakınlığın sebebi akraba olmalarıdır:

Anuŋ üstine Hürmüz kanı kaynar,
Taleb ider yüregi, göŋli oynar.
Bu ḫânuŋ oglı ḫâkan nesli-y-idi,
Bu Hürmüz daḫı anuŋ aslı-y-ıdı.
Enûşirvan alup ḫâkan kızını,7
Ulu ḫâtun idindi kendüzini.
O kızdan olmış-ıdı Şah Hürmüz,
O sûretden yakın gösterür ol yüz.

... … …
Biri birine kavm-ımış karâbet,
Anuŋçün hâsıl oldı bunca ülfet.
Hürmüz, Behram’ın gönderdiği hazinenin çokluğuna şaşırır ve onu över.
Ancak işi bilenler, hazinenin çok az bir bölümünü gönderdiğini, büyük
bölümünü Behram’ın kendisine ayırdığını söylerler. Güştasb, Behram’ın
Bermud’a nasıl kötü davrandığını da anlatır.

Hürmüz, Bermud ile anlaşma yapar; Bermud ona bağlı kalacağına söz verir.
Bunun üzerine Bermud’a hilat giydirip 500 adam ile ülkesine yollar.

Ülkesine dönen Bermud, Behram’a soğuk davranır. Behram’ın huzuru kaçar;
Hürmüz’ün bir şey yapacağından korkmaya başlar.

Öte yandan Hürmüz bir elçi ile Behram’a yaptığı kötü işleri anlatan bir mektup,
kadın elbiseleri ve çıkrıkla pamuk göndererek onu aşağılar.

Behram Belh’teki sarayında tahta oturup hükümdar gibi davranmaktadır.
Harrad kaçıp bunu Hürmüz’e haber verir. Hürmüz, Behram’a yaptıklarına
pişman olduğu sırada Behram’dan bir elçi gelmiştir. Behram elçisiyle bir
satranç takımı ve hançerler göndermiştir. Bunun anlamı bellidir. Hürmüz de
hançerleri kırıp geri gönderir.

7 Nûşirevan, İstemi Kağan’ın kızıyla evlenmiş ve Hürmüz bu evlilikten doğmuştu.

78

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Behram adamlarını toplayıp fikirlerini sorar. Kızkardeşi hariç hepsi de şah
olması gerektiğini söylerler. Behram, Bermud’a iş birliği teklif eder ve Rey’e
yönelir. Hürmüz’ün oğlu Hüsrev Perviz adına altın akça bastırıp halka dağıtır.
Bu, baba ile oğlun arasını açmak için bir hiledir. Hürmüz, sikkeleri oğlunun
bastırdığını düşünüp adamlarına onu gizlice öldürtmek ister. Perviz bundan
haberdar olur ve bir gece kaçarak Azerbaycan’a gider. Azerbaycan büyükleri
ona saygı gösterirler ve bağlı kalacaklarına ant içerler.

Behram ile Hürmüz savaşırlar. Hürmüz’ün askerlerinin bir bölümü Behram’a
katılır. Bu arada başkent Medâyin’de halk ayaklanır, sarayı basarlar,
Hürmüz’ün gözlerine mil çekerler ve onu zindana atarlar. Perviz’e haber
gönderirler.

Perviz gelir ve Medâyin’de tahta oturur. Öte yandan Behram’ın ordusu
Nehrevan ırmağı kıyısına gelmiştir. Perviz de ordusuyla oraya gider.
Behram’ın ordusunda Çin taraflarından gelmiş üç Türk de vardır. Perviz bu
Türklerden birini öldürür. Bunu gören Behram ileri atılır. Perviz’in askerleri
korkup kaçışır. Perviz, Behram’la teke tek vuruşursa da yalnız kaldığı için
başarılı olamaz ve kaçar. Zindandaki babasına olanları anlatır; Araplardan
yardım alma fikrini ona söyler. Babası itiraz eder ve Rum’dan yardım
istemesini tavsiye eder.

Hüsrev Perviz, adamları ve dayıları ile Rum’dan yardım istemeye gider.
Behram ordusuyla başkente girer. Hapisteki Hürmüz’ü öldürürler. Behram
hükümdar olur.

Hüsrev Perviz, kayserle anlaşır ve onun Meryem adlı kızıyla evlenir. Kayser’in
verdiği 100.000 kişilik orduyla ülkesine doğru yola çıkar.

Kayserle mektuplaşıp pazarlık ederken Hüsrev’in “Sen yardım etmezsen
hakana gider ondan yardım isterim.” demesi, kayserin de bundan çekinmesi ve
yardımı kabul etmesi (Kültüral – Beyreli 1999: 1804) önemlidir.

Perviz, Ermen kralı ile Azerbaycan hâkiminin verdiği askerlerle ordusunu
güçlendirir. Perviz’in Rum ordusuyla geldiğini haber alınca Behram da bir ordu
hazırlar ve yola çıkar. İki ordu Azerbaycan’da karşılaşır. Behram yenilir ve
Rey’e kaçar. Perviz, Medâyin’e girer.

Öte yandan Behram, Rey’den çıkıp Türk hakanına gider. Hakan kendisini izzet
ve ikramla karşılar. Orada her gün hakandan zorla bin altın alan Magâtur adlı
bir zorba vardır. Behram, meydanda teke tek döğüşle Magâtur’u öldürür ve
hakanı o dertten kurtarır. Hakanın kızını yutmuş olan bir ejderhayı da öldürür.
Hakan Behram’ı damat edinir (Kültüral – Beyreli 1999: 1825 -1839).

79

Ahmet Bican ERCİLASUN

Perviz, Behram’ı kendisine göndermesi için hakana haber gönderir. Hakan
kabul etmez, aksine Behram’a bir ordu verip, İran seferine yollar. Perviz bu kez
hakana Harrad’ı gönderir. Hakan Harrad’ı da dinlemez. Harrad, hakanın
vezirine gider. Behram’ı sevmeyen vezir bir adam tutarak onu hançerletir ve
öldürtür (Kültüral – Beyreli 1999: 1844-1848).

Sâve Han’ın ölümünden sonraki olaylar Taberî’de özetle şöyle anlatılmıştır:

“Bunun üzerine Şabe’nin oğlu Barmuza (Şehname’de Bermud – ABE)
gelerek onunla savaştı. Behram onunla savaşarak yendi ve kalelerinden
birine kapanmak zorunda bıraktı.” (Taberî 1955: 1234).

Behram, Barmuza ile kaledeki hazineyi develere yükleterek Hürmüz’e
gönderir. Bu arada Behram ve yanındaki askerler Medâyin üzerine yürürler.
Hürmüz’ün oğlu Perviz, babasından korkarak Azerbaycan’a kaçar. Azerbaycan
beyleri Perviz’i hükümdar ilan ederler. Medâyin’deki adamlarını da harekete
geçirerek Hürmüz’ü tahttan indirtirler. Perviz’in dayıları Bendi ve Bistam’ın da
içinde bulunduğu bir grup Hürmüz’ün gözlerini oyarak onu hapse atarlar.
Hüsrev, Medâyin’e gelip tahta oturur (Taberî 1955: 1235).

Behram’ın ordusu da yaklaşmıştır. Perviz ile Behram’ın ordusu Nehrevan
kıyılarında karşılaşırlar. “İki arada şiddetli savaşlar ve gece baskınları” olur.
Sonunda Perviz, savaş alanından çekilir; babasının tavsiyesine uyarak bazı
adamlarıyla birlikte Rum kayseri Morik’ten yardım istemeye gider (Taberî
1955: 1235-1236).

Nehrevan savaşında üç Türk de vardır. Taberî şöyle anlatıyor:

“Rivayete göre Behram’ın kuvvetli ve bahadırlardan bir grup askeri
bulunuyordu. Bunların üç tanesi Türklerin büyüklerinden olup binicilik
ve kuvvette Türkler arasında onların benzeri yoktu. Onlar Behram’a,
Perviz’i öldüreceklerine söz vermişlerdi. Gece baskınında bulunduğu
günün sabahında Perviz bir yerde durarak Behram’ı savaşa çağırdı ise de,
tebaası ağır davrandılar. Bu sırada Behram’a Perviz’i öldürmek vadinde
bulunan öteki üç Türk ona yaklaştılar. Perviz onlarla karşılaşarak, teker
teker hepsini de öldürdü.” (Taberî 1955: 1236).

Şehname’de Perviz, üç Türk’ten birini öldürmüştür. “Türklerin büyüklerinden
üç Türk”ün tek başlarına olmadığı, askerleriyle birlikte oldukları muhakkaktır.
Hüsrev Perviz Türk komutanlarından ister birini, ister üçünü öldürmüş olsun,
hemen arkasından savaş yerinden çekilip kayserden yardım istemeye gittiğine

80

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

göre8 öldürdüğü söylenen bu Türkler yüzünden sıkıntıya girdiği ve yenildiği
anlaşılıyor.

Hüsrev Perviz, kayserden yardım istemek üzere yola çıktıktan kısa bir zaman
sonra adamlarından birkaçı geri dönüp Hürmüz’ü öldürür. Daha sonra Behram
Medâyin’e gelir ve tahta oturur.

Perviz, Antakya’ya gidip Rum kayseri Morik’le mektuplaşır. Morik onu kabul
eder ve kızı Meryem’le evlendirir. Kendisine 60.000 kişilik bir ordu da verir.
Bu orduyla birlikte Perviz Azerbaycan’a gelir. Orada da ordusuna 40.000 kişi
katılır.

Behram ordusuyla Medâyin’den çıkar. Azerbaycan’ın Danık çölünde iki ordu
karşılaşır. Şiddetli bir savaş olur. Behram yenilir ve “Türk iline” gider. Perviz
de Rum askerlerini gönderdikten sonra Medâyin’e girer (Taberî 1955: 1244).

“Behram saygı görerek Türk hükümdarının katında yaşıyordu.” Perviz bir
adam gönderip onu öldürtür (Taberî 1955: 1245).

Herat Vadisi Savaşı’ndan sonra olanlar, Ermeni piskoposu Sebeos’un tarihinde
de anlatılmıştır. Sebeos’un anlattıkları, daha kısa olduğu için önemli bir
bölümünü olduğu gibi veriyorum (Sebeos 2020: 31 vd.):

“Sonra Pers kralına ulaklar gönderip müjdeyi verdi. Seferden elde edilen çok
büyük ganimetin ufak bir bölümünü sundu. Değerli birkaç nesne yollamıştı.
Böylece hükümdara bağlılığını kanıtlamış oluyordu. Elde edilen hazineye
gelince onu da askerlere, her birinin hak ettiği dereceye göre, dağıttı.”

“Kral Hürmüz müjdeci ulakları görüp ordunun iyi durumunu bildiren
mektupları okuyunca, armağanları, kralın yani Mazkhutlar kralının
hazinelerinden ayrılan ganimeti alınca görünürde yetinmiş gibi davrandı. Fakat
aslında çok hiddetlenmişti; Kendi kendine ‘Ziyafet bir başka şatafatlıymış.
Artıklarından belli.’ diyordu, ‘Böylesine zengin bir ganimetten kral hazinesine
bu kadar az şey ayırmak ayıptır.”

“Sonra, müjde haberine yanıt olarak Vahram’a öfkeli bir mektup yazdırdı ve
kendi muhafız alayından subaylar ve erlerin oluşturduğu bir birlik gönderdi.
Hazinenin geri kalanını aldıracaktı. Gönderdikleri varır varmaz niçin
geldiklerini söylediler. Fakat ordunun tümü ayaklandı. Kralın gönderdiği
adamları öldürdüler. Hürmüz’ün hükümdarlığını reddediyorlardı. Krallığı

8 İlerideki sayfalarda Taberî, Perviz’in savaş yerinden çekilmesini “ordusunda gevşeklik gördü” cümlesiyle
açıklar (1955: 1241).

81

Ahmet Bican ERCİLASUN

Vahram’a veriyorlardı. Geleneklere uygun bağlılık yeminini de Vahram’a
ettiler. Sonra, Doğudan ayrılmak ve Asur ülkesi üzerine yürümek için
aralarında anlaştılar. Amaç, Asur ülkesinin kralı Hürmüz’ü öldürmek, Sasani
hanedanını söndürmek, tahta Vahram’ı çıkarmaktı.” …

“İşler öyle yürümedi. Subaylar ve krallık danışmanları ve muhafızları
Hürmüz’ü öldürüp yerine oğlu Hüsrev’i geçirmeye karar verdiler… Sonra
kralın odasına geldiler. Hürmüz’ü yakaladılar. Önce hemen gözlerini oyup
arkasından da öldürdüler. Oğlu Husrev’i Pers kralı ilan ettiler… Birkaç gün
sonra Vahram geldi. Avının üzerine atlayan bir kartal kadar hızlı davranmıştı.”

“Tahta geçen Husrev küçük bir çocuk olduğundan iki dayısı Vndoy ile Vistam,
onu alıp karşıya geçtiler. Sonra köprüyü tutan halatlar kesildi. Vahram
geldiğinde kralın her şeyine, evine, hazinesine ve kadınlarına el koydu ve
tahtına oturdu. Sonra kalaslar birleştirerek sallar yapılmasını emretti ve
Husrev’i yakalamak üzere karşı kıyıya geçti. Husrev korkudan orada
kalamamıştı. Karşı kıyıya geçer geçmez kaçmaya devam etmişlerdi.”…

“Sonunda Bizans imparatorundan destek almayı tercih ettiler… Böylece,
dosdoğru Batıya gittiler ve Halep kentine varıp orada durdular.”

Hüsrev imparator Mauricius’a mektup gönderir. İmparator da ona olumlu bir
cevap verir, yardım için de bir ordu gönderir. Ermeniler de Hüsrev’in ordusuna
katılır. Hüsrev’le Behram arasında şiddetli bir savaş olur. Hüsrev kazanır.
“Vahram’ın izine hiçbir yerde rastlamadılar: Kaçmıştı. Sonunda Bahğ
Şahaslan’a sığındı. Orada Husrev’in buyruğu üzerine öldürüldü.” (Sebeos
2020: 38).

Kaynaklardaki ayrıntıları bir yana bırakırsak şu birkaç cümleyle durumu
özetleyebiliriz.

589 Herat Vadisi Savaşı’ndan sonra İran karışmıştır. Savaşın galibi Behram
gurura kapılarak isyan etmiş ve Hürmüz’ü devirerek Sasani tahtına oturmuştur.
Hürmüz’ün oğlu Hüsrev Perviz kaçmış, Bizans imparatoru Maurikios’tan
yardım alarak Behram’la savaşmış, onu yenmiş ve tahtı ele geçirmiştir. Behram
kaçarak Türk hakanına sığınmış, hakandan iltifat ve saygı görmüştür. Hüsrev
Perviz gönderdiği adamlar vasıtasıyla Behram’ı öldürtmüştür.

Savaş ve sonrasıyla ilgili kaynaklarda İran bakışı hâkimdir. Şehname için bu
tabiidir. Taberî gibi İslam kaynakları da bilgileri İran kaynaklarından
edindikleri için aynı bakış onlara da sinmiştir. Sebeos bir Ermeni piskoposudur
ve o da olayları Ermeni gözüyle anlatmış, olaylarda Ermeni din adamları ile
komutanlarının rolünü öne çıkarmıştır. Ermeni ileri gelenlerinin yer almadığı
olaylarda ise İran ve Bizans kaynaklarına dayandığı anlaşılıyor.

82

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Maalesef savaş ve sonrasıyla ilgili Türk kaynakları yoktur. Bu sebeple savaş ve
sonrasıyla ilgili olarak Türklerin konum ve durumunu mevcut kaynaklardan
ayıklayıp süzerek çıkarmak zorundayız. 589 Herat Vadisi Savaşı’nda ve
sonrasında Türklerin konum ve durumunu maddeler hâlinde göstermek
istiyorum.

1. Savaşta Türklerin yenildiği açıktır. Ancak savaş İran topraklarında cereyan
etmiştir ve Türkler toprak kaybetmemiş, Ceyhun sınırlarına geri çekilmişlerdir.
Her ne kadar kaynaklar, Behram’ın, Sâve’nin oğlu Bermuda’yı yenip Buhara
yakınındaki Baykend’i aldığını söylüyorsa da arkasından Türklerle bir anlaşma
yaptığı Seâlibî’de kayıtlıdır: “Behram Bermuda’nın oğlu hakan ile barış yaptı,
ülkesini ona geri verdi ve onunla bir dostluk anlaşması imzaladı.” (Chavannes
2007: 309). Şehname de Behram’ın Bermud’dan özür dileyip onunla barıştığını
söyler. Anlaşmanın, sadece Behram’ın şah olma isteğinden kaynaklanmadığını
ve Türk güçleri karşısında daha ileri gidemediğini düşünüyorum.

2. Kaynaklarda Melikü’l-âzam, Türk hakanı / hanı olarak geçen Sâve /
Şâbe,Türklerin büyük kağanı değildir. “Taberî ne söylerse söylesin, Şaba ve
Dineveri’nin Yer-tegin veya Yel-tegin dediği oğlu Bermuda, Türklerin uluğ
hakanı değillerdi.” (Chavannes 2007: 306). Öyleyse bunlar kimlerdi?
Chavannes, “muhtemelen Türklerin tebaası olan küçük Soğd hanedanlarından
birinin hükümdarlarıydılar. Abel Rémusat’nın da belirttiği gibi, bu Soğd
prenslerinin Çao-wu şeklindeki soy adı, Arapça Şaba ve Farsça Şawa olarak
yazılan isimdir.” diyor (2007: 306-307).

Şehname de Taberî de Türk hükümdarı dediğine ve Şehname’de adı sık sık
Sâve Han olarak geçtiğine göre bu hükümdarın Soğd olması mümkün değildir.
Üstelik Dîneverî’yi kaynak gösteren Chavannes da Gumilöv de Sâve’nin oğlu
Bermuda’nın Türkçe adının Yer Tegin veya Yel Tegin olduğunu söylüyorlar
(Chavannes 2007: 306; Gumilöv 1999: 165). Şehname’de Sâve Han’ın diğer
bir oğlunun da adı geçer (Kültüral – Beyreli 1999: 1737):

Bir oglı var-ıdı Yagbûr adı,
İderdi işde güçde ictihâdı.

Şehname’de Yagbur olarak geçen bu adın da Yağmur olduğu açıktır. Bir oğlu
Yel Tigin / Yer Tigin, bir oğlu da Yağmur adını taşıyan hanın bir “Soğd prensi”
olması mümkün değildir. Onun bir Türk ileri geleni olduğu muhakkaktır.

Sâve / Şâbe adının Türkçesi olsa olsa Sab olabilir. Türk Kağanlığı ve Türk
Bengü Taşları kitabımda şunları yazmıştım:

83

Ahmet Bican ERCİLASUN

“Bence bu hükümdarın Türkçe adı, unvanıyla birlikte Sab Kağan’dır. ‘Söz’
anlamına gelen sab zaten Türkçede daha sonra sav biçimini almıştır ve bunun
da Farsça kaynaklara Sâve biçiminde geçmiş olması gayet normaldir. Sav
sözünün Türklerde kişi adı olarak kullanıldığı da malumdur. Alpaslan’ın
Romanos Diogenes’e elçi olarak gönderdiği komutanın adı Sav Tigin idi.”
(Ercilasun 2016: 115).

Gumilöv, Seâlibî’de Permuda olarak geçen ismin, buyruk kelimesinin Farsça
çevirisi olduğunu yazıyor (1999: 165). Bu mümkündür. Kaynak ve
araştırmalarda Bermûd, Bermuda, Permuda, Barmuza olarak geçen kelimeler
büyük ihtimalle Farsça fermûde kelimesinin eski veya bozulmuş biçimleridir.
Fermûde, tam tamına Eski Türkçedeki buyruk (kendisine emredilen, vezir,
yüksek memur) kelimesinin Farsçadaki karşılığıdır. Bu doğru ise Sab
Kağan’ın, asıl adı Yel / Yer Tigin olan oğlunun görev unvanı da buyruk
olmalıdır. Zaten Şehname’ye göre Sâve Han İran seferine çıkınca Bermud’u
kendi yerine nâyib olarak bırakmıştır (Kültüral-Beyreli 1999: 1743):

O vakt kim Sâve Ḫan Îrân’a gitdi,
Anı (onu) yirinde kodı, nâyib itdi.

Ayrıca Bermud’un “hakan nesli” olduğunu da Şehname açıkça yazar (Kültüral
– Beyreli 1999: 1753):

Anuŋ üstine Hürmüz kanı kaynar,
Taleb ider yüregi, göŋli oynar.

Bu ḫânuŋ oglı ḫâkan nesli-y-idi,
Bu Hürmüz daḫı anuŋ aslı-y-ıdı.

Enûşirvan alup ḫâkan kızını,
Ulu ḫâtun idindi kendüzini.

O kızdan olmış-ıdı Şah Hürmüz,
O sûretden yakın gösterür ol yüz

Sab Kağan’ın kimliğini de bence Çin kaynağı Bey-şi’nin Kang (Soğdiyana)
ülkesinden söz ederken belirttiği şu kayıtta buluyoruz: “Kralının adı Şe-fu-pe
(Sui-şu’ya göre Tai-şe-pe) dir. Zengin ve cömert bir insandır; halkının kalbini
fethetmiştir. Hanımı T’u-küe (Türk – ABE) hakanı Ta-tu’nun kızıdır.”
(Chavannes 2007: 182).

Ta-tu, Tardu Kağan’dır ve bence Şe-fu-pe de Sab Kağan. Buna göre Sab Kağan
(Sâve Han), Tardu Kağan’ın güveyisi olmaktadır. Büyük ihtimalle mahalli
Soğd krallarının başındaki yöneticidir.

84

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

3. Galibiyetten sonra Behram’ın ele geçirdiği Baykend şehrindeki hazine,
Türklerin zenginliğini göstermesi bakımından dikkate değer.

Chavannes, Behram Çûbin’in “Bermuda’ya Baykend şehrinde” saldırdığını
belirttikten sonra Seâlibî’den aktararak hazineyi şöyle anlatır: “Behram kaleye
girip hazineyi açtırdığında, diye anlatır Saalibi, sayısız miktarda gümüş,
kıymetli eşya, muhteşem silahlar ve mobilyalar buldu. Bunların arasında
Afrasyâb’ın ve Arcâsf’ın hazineleri, Siyavuş’un tacı, kemeri ve küpeleri vardı.
Behram bir liste çıkardıktan sonra tüm bu zenginlikleri binlerce deveye
yükleterek güvenilir bir muhafız birliğinin nezaretinde Hürmüz’ün sarayına

gönderdi.” (2007: 306).

Taberî’deki kayıt şöyledir:

“… kalede bulunan mal, değerli taş, tabak çanak, silâh ve başka şeyler
olmak üzere pek çok mal ve eşya ele geçirdi. Bu malları iki yüz elli bin
deveye ağır yük halinde yüklettikten sonra Hürmüz’e gönderdi.” (1955:
1234-1235).

Kaledeki hazine Şehname’de de şöyle anlatılır (Kültüral – Beyreli 1999: 1752):

Varuban yazdılar ol kal’a mâlın,
Yıganlar anı çok çekmiş vebâlin.

Bulurlar ḫaznesin Efrâsiyâb’uŋ,
Kamaşur gözi görse âfitâbuŋ (güneşin).

Yidi (yedi) küp zer (altın) bulurlar ḫüsrevâni,
Ki düşde görmedi Keyḫüsrev anı.

Ferîdûn’uŋ bulurlar gizlü gencin (hazinesini),
Ki cem itmiş dirüben (derip toplamış) dünye gencin.

Sıgışmaz sagışa (sayıya gelmez) lâl ü cevâhir,
Kişi altuna bakmaz evvel âḫir.

Chavannes, Seâlibî’deki kaydı aktardıktan sonra,

“Metin bariz şekilde abartılı olmakla birlikte önemlidir; çünkü Buhara

yakınındaki Baykend’in herhangi bir şehir değil, Şaba’nın en kıymetli

varlıklarını koruduğu kale olduğunu kanıtlamaktadır.” diyor (2007: 306).

Baykend şehri Târîh-i Buhârâ’da da geçer:

“[Nehir suyuyla birlikte gelen çamurla] dolan yer ise Buhârâ hâline geldi.”

85

Ahmet Bican ERCİLASUN

“Her taraftan insanlar toplandılar ve orada mutluluğu yakaladılar.
Türkistan’dan insanlar geliyorlardı… Birini seçtiler ve Emîr yaptılar. Onun adı
Ebrûy idi. Henüz [Buhârâ] şehri yoktu. Ancak köylerden bir kısmı oluşmuş idi.
Onlardan bazıları Nûr, Harekân-rûd… idi. (Buhârâ) pâdişâhının ikamet ettiği
[yer], büyük bir köy olan Beykend9 idi.” …

“Bir zaman geldi, Ebrûy büyüdü (güçlendi) ve bu vilâyette zulme başladı. Öyle
ki halk sabredemez hâle geldiler. Dihkanlar ve zenginler bu vilâyetten
kaçtılar.”…

“… O ileri gelenler ve dihkanlar, Türklerin pâdişâhının (pâdişâh-i Türkân)
yanına gittiler. Bu pâdişâhın adı Karacûrîn-i Türk idi. Ona büyüklüğünden
dolayı Beyağu lakabını vermiş idiler. Beyağu’dan adâlet istediler. Beyağu, oğlu
Şîr-i Kişver’i büyük bir ordu ile gönderdi. Şîr-i Kişver Buhârâ’ya gelince
Ebrûy’u Beykend’de yakaladı ve hapsetti.” …

“Bu vilâyet, Şîr-i Kişver’in hoşuna gitti. Babasına bir mektup gönderdi. Bu
vilâyeti talep etti ve Buhârâ’da kalmak için izin istedi. Beyağu’dan ‘O vilâyeti
sana bahşettim’ diye cevap geldi.” …

“Şîr-i Kişver, Buhârâ şehrini (şehristân-i Buhârâ) inşâ etti… köylerini kurdu.
Yirmi sekiz sene pâdişâhlık yaptı.” (Narşahî 2013: 8-12).

Narşahî’yi tercüme edip notlayan Erkan Göksu, “Beyâğu unvanının , ‘yabgu’
unvanı olması kuvvetle muhtemeldir.” diyor (2013: 10). Haklıdır çünkü Batı
Kök Türk hükümdarları yabgu unvanını taşımaktaydılar. Türklerin padişahı
olarak geçen Karacûrîn-i Türk, Tardu Kağan’dır. Literatür’de Tardu Kağan
adıyla tanınmış olan Batı Türk kağanını Gumilöv daima Kara Çurin adıyla
anar.10 Kelime hakkında şu açıklamayı yapar: “İsmi Kara Çurin- ‘Kara belâ’
manasında ise de, cüzamlı bir görünüşü vardı. (Çünkü Çurin, çürümüş
mânâsına da gelmektedir.)” (1999: 132). Erkan Göksu ise kelimeye düştüğü
dipnotta “Bu ismin, kaynaklarda uzun bir kılıç çeşidi olarak zikredilen
‘karacûrî’ ile alakası olabilir.” demektedir. (Narşahî 2013: 10). Türkçe kara ile
Farsça çûrîn’i birleştirmek uygun değildir. Bence hükümdarın adı Kara Çor
olmalıdır. Çor’un Kök Türklerde önemli bir unvan olduğu malumdur.11

Tardu Kağan’ın oğlunun adı da üzerinde durulmaya değer: Şîr-i Kişver. Bana
öyle geliyor ki şehzadenin Türkçe adı Farsçaya çevrilmiş. Eğer böyleyse

9 Metinde ayraç içine Arap harfli yazılışı da konmuştur. Be, ye harfleriyle başlayan kelime Baykend
okunmalıdır. Çünkü bey kelimesi eski metinlerde be, kef harfleriyle yazılır.
10 Gumilöv’ün tercihi olan Kara Çurin adı Narşahî’de geçiyor. Gumilöv de bu adı muhtemelen oradan
okumuştur. Çünkü Rusça kaynakları arasında Narşahî’nin Rusça çevirisi bulunmaktadır.
11 Benim tahminim doğruysa kılıcın adı da Kara Çor isminden gelebilir. Ancak benim tahminimde de sondaki
-în açıklanamamaktadır. Acaba İranlılar, “Kara Çorlu” anlamı vermek için sona bu eki mi eklediler?

86

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Tardu’nun oğlu İl Aslan adını taşıyor demektir.12 Narşahî’ye göre 28 yıl
Buhara’da hükümdarlık yapmıştır. Buhara’ya ne zaman gönderildiğini
bilmiyoruz. Tardu 576’da Batı Türklerinin başına geçtiğine göre İl Aslan’ın
Buhara’ya gönderilmesi de ondan sonraki herhangi bir tarih olabilir. Behram’ın
Baykend kalesini almasından sonra (589’dan sonra), duruma hâkim olmak için
gönderilmiş olması muhtemeldir.

Behram’ın Baykend’de bulduğu hazineler, Türk Kağanlığının askerî gücü
yanında zenginliğini de gösteren delillerdir. Hazinenin önemli bir bölümünün
İran’a yapılan seferlerden elde edildiği anlaşılmaktadır. Şehir de muhtemelen
bu hazine dolayısıyla Baykend adını almıştır.

4. Baykend’i ele geçirdikten sonra Behram’ın Türklerle bir anlaşma yaptığı
Seâlibî’de kaydedilmiştir: “Behram Bermuda’nın oğlu hakan ile barış yaptı,
ülkesini ona geri verdi ve onunla bir dostluk anlaşması imzaladı.” (Chavannes
2007: 309). Anlaşma Şehname’de anlatılmıştır (Kültüral – Beyreli 1999: 1764):

Yazar ḫân oglına, Bermûd’a nâme
Ki turmışuz tapuŋa uş (hizmetine işte) selâma.

Özürler diledi ol mâcerâden
Ki afv ide ne geçdi-se aradan.

Benem şimden girü dir ḫidmetüŋde,
Ne hâcet olsa bitürem katuŋda (katında hazırım).

Anlaşma yapıldığı, Hüsrev Perviz’le tutuştuğu savaşta, yanında üç Türk
bulunduğunun kaynaklarda belirtilmiş olmasından da bellidir. “Üç Türk”ü,
“birlikleriyle birlikte üç Türk komutanı” olarak okumalıyız. Hüsrev’e
yenildikten sonra Behram’ın Türk hakanına kaçması da daha önce aralarında
bir anlaşma bulunduğunu gösterir.

Behram’ın kaçıp sığındığı yer, Sebeos’ta Bahğ Şahaslan olarak
gösterilmektedir (2020: 38). K. Patkanian’ın 1866’da yazdığı, Ermeni
tarihçilerine göre Sasani tarihi konusundaki makalesine dayanan Chavannes,
Behram’ın kaçıp öldürüldüğü yeri Bahl –Şahastan (Belh) olarak verir. Taberî
“Behram, işleri karışınca korktu ve Perviz ile başa çıkamıyacağını anlayınca
savaş meydanından kalkarak Horasan’a ve oradan da Türk iline gitti.” diyor
(1955: 1244). Şehname’de ise Behram “Çin iklimine” gider (Kültüral – Beyreli
1999: 1825):

12 İl Arslan adı Selçukularda da kullanılmıştır. 1156-1172 arasında Selçukluların Azerbaycan meliki
İsmail’in unvanı. İl Arslan İsmail, aynı zamanda Çağrı Beğ’in torunudur. Faruk Sümer de bu unvana
“ülkenin arslanı” anlamını vermiştir (Sümer 1999: 198, 738).

87

Ahmet Bican ERCİLASUN

Bu fikri eyledi vü gitdi Behram,
Sürüp Çin iklîmine yitdi (vardı) Behram.

Sürüp Behram Rey’den geldi Çîn’e,
Gam-ıla gussa tolmışdı içine.

Olur ḫâkan ol işden ḫaberdar,
Olup Behrâm’a ol demde hevâdar

Buyurdı hürmet ide aŋa ḫâkan,
(Hakan, ona hürmet etmelerini buyurdu.)
Çıkup karşulaya âyân-ı Tûran.

Şehname’de ve bazı eski kaynaklarda Çin, Turan olarak anılan Türk ülkesinin
doğu bölgeleridir. Bugünkü Doğu Türkistan ve ötesi. Şehname’de anlatıldığı
gibi Behram, Batı Türklerinin hakanlık merkezine kadar gitmiş midir? Bunu
bilemeyiz. Gitmişse bile daha sonra Buhara veya Belh civarına dönmüş
olabilir.13

5. Behram’ın, hakandan her gün bin altın alan zorbayı ve hakanın kızını yutan
ejderhayı öldürmesi Firdevsî’nin uydurmaları olmalıdır. Ancak her iki olay da
Türk efsanelerini andırmaktadır (Tepegöz ve Salur Kazan’ın ejderhayı
öldürmesi). Muhtemelen Firdevsî, Türkler arasında anlatılan o zamanki
değişkeleri (varyantları) Behram’a mal ederek onu yüceltmek istemiştir. Birinci
hikâyedeki zorbanın adının Magâtur olarak verilmesi dikkat çekiyor. Bunun
Türkçedeki Bagatur olduğu muhakkaktır.

6. 589 Herat Vadisi Savaşı’nda Türkler yenilmiştir ama Türklerin bölgedeki rol
ve etkisinin savaş sonrasında da devam ettiği açıktır. Behram’ın Hürmüz’e
isyan etmesi ve kısa süreliğine (590-591) İran tahtına oturması, savaş
sonrasında Türklerle yaptığı anlaşmanın sonucudur. Savaşın sonunda Sasani
hükümdarı Hürmüz öldürülmüş, oğlu Hüsrev Bizans topraklarına kaçmış ve
Behram, Sasani tahtını gasp etmiştir.

Hüsrev Perviz’le yaptığı savaşta Behram’ın ordusunda üç Türk birliğinin
bulunması, anlaşmanın kâğıt üzerinde kalmayıp askerî kuvvet vermek suretiyle
fiiliyata döküldüğünü de gösteriyor. Nihayet savaşta yenilen Behram’ın kaçıp
sığındığı yer de Türk ülkesidir.

Öte yandan Behram’a karşı Bizans imparatorundan askerî yardım isteyen
Hüsrev’in “Siz yardım etmezseniz Türklerden yardım isterim.” diyerek
imparatoru yardım etmeye zorlaması da Türklerin bölgedeki etkisini
göstermektedir.

13 Sebeos’ta gittiği yerin (belki de kişinin?) adı Bahğ Şahaslan olarak yazıldığına göre Narşahî’de Tardu
tarafından Buhara’ya gönderilen ve 28 yıl orayı yöneten Şîr-i Kişver (İl Aslan) olabilir mi acaba?

88

589 HERAT VADİSİ SAVAŞI VE SONUÇLARI

Başlangıçta Sasanileri Türklerle birlikte sıkıştıran Bizans’ın Hüsrev’e asker
verip onu kurtarması da üzerinde durulmaya değer bir husustur. Şüphesiz
yardımın en önemli sebebi Bizans’ın istediği toprakların kendilerine
verilmesidir. Ancak imparatorun, Sasani tahtında Türklerle müttefik güçlü bir
yönetim istememesinin de bu yardımda rolü olduğunu düşünüyorum.

7. Son olarak Sasani kisrası Hüsrev Perviz’in İran ve Türk edebiyatında çok
yaygın olan Hüsrev ü Şîrîn mesnevisine konu olduğunu da ekleyelim.
Mesnevilerde Behram Çûbin de Hüsrev’in düşmanı olarak yer alır. İlk olarak
1180 yılında Genceli Nizâmî tarafından Farsça yazılan Hüsrev ü Şîrîn
mesnevisi daha sonra birçok şair tarafından işlenmiştir. Farsçada 30’dan fazla,
Türkçede 20’den fazla Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi yazılmıştır.

Türkçedeki ilk Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi Altınordu sahası şairlerinden Kutub
tarafından yazılmıştır. 1341 tarihli bu mesnevi Harezm Türkçesiyle kaleme
alınmıştır.14

Anadolu sahasındaki en tanınmış Hüsrev ü Şîrin mesnevisi Şeyhî’ye aittir; 14.
yüzyılın ilk yarısında yazılmıştır.15

Nevayî’nin 1484’te yazdığı mesnevi Ferhâd ü Şîrîn adını taşır. Nevayî, Türk
hakanının oğlu olarak kurguladığı Ferhad’ı öne çıkarmış, Behram Çûbin’i de
onun çocukluk arkadaşı olan bir Türk komutanı olarak göstermiştir (Alpay-
Tekin 1994: 46).16

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:

589 Herat Vadisi Savaşı, Orta Çağ’ın en önemli savaşlarından biridir. Türkler
Doğu İran topraklarına girmiş, Herat’a kadar ilerlemiş fakat ordularında
bulunan fillerin ürkütülmesiyle savaşı kaybetmişlerdir. Ancak savaş sonunda
İran karışmış, Hürmüz tahttan indirilmiş, oğlu Hüsrev de kaçarak Bizans
imparatorundan yardım almak zorunda kalmıştır. Öte yandan savaşta Türkleri
yenen Sasani komutanı Behram Çûbin Türklerle anlaşarak kısa bir süre İran
tahtına oturmuş, ancak Bizans’tan aldığı kuvvetlerle gelen Hüsrev’e yenilmiş
ve Türk Kağanlığı’na sığınmıştır. Türkler savaşta yenilmiş olmakla birlikte
toprak kaybetmemiş, Behram Çûbin’le anlaşarak Sasani hanedanını
sarsmışlardır. Eski kaynakların ayrıntılı bir şekilde anlattığı bu büyük savaş
dolayısıyla Türk Kağanlığı’nın Çin içlerinden İstanbul’a kadar etki ve nüfuz

14 Eserin ilmî yayını Necmettin Hacıeminoğlu tarafından yapılmıştır: Kutb’un Husrev ü Şirin’i ve Dil
Hususiyetleri, İstanbul 1968.
15 Eserin ilmî yayını Faruk K. Timurtaş tarafından yapılmıştır: Şeyhî’nin Husrev ü Şîrin’i, İstanbul 1963.
16 Gönül Alpay-Tekin, eserin uzunca bir özetini verir (1994: 37-47). Buradaki fantastik ve hareketli macera,
iyi bir yönetmen tarafından Yüzüklerin Efendisi gibi işlenebilse çok büyük rağbet görür.

89

Ahmet Bican ERCİLASUN

sahası bulunduğu da anlaşılmaktadır. 589 savaşı sırasında Batı Türk
Kağanlığı’nın büyük kağanı Tardu’nun Doğu’nun kağanı Tulan’la savaş
hâlinde olduğunu da unutmamak gerekir. 589 savaşı bize Türk Kağanlığı’nın
zenginliğini, Bilge Kağan’ın ifadesiyle “ermiş barmış” (müreffeh) bir ülke
olduğunu da göstermiştir.

KAYNAKLAR

ALPAY-TEKİN, G. (1994). Alî-Şîr Nevâyî – Ferhâd ü Şîrîn – İnceleme-
Metin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

CHAVANNES, E. (2007). Çin Kaynaklarına Göre Batı Türkleri (Çeviri:
Mustafa Koç), İstanbul: Selenge Yayınları.

ERCİLASUN, A. B. (2016). Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları, İstanbul:
Dergâh Yayınları.

GUMİLÖV, L. N. (1999). Eski Türkler (Rusçadan Çeviren: D. Ahsen Batur),
İstanbul: Birleşik Yayıncılık.

KAFESOĞLU, İ.(2002). Türk Millî Kültürü, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
KÜLTÜRAL, Z. – BEYRELİ, L. (1999). Şerîfî – Şehnâme Çevirisi, Cilt III,

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Narşahî (2013). Târîh-i Buhârâ (Farsçadan Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu),

Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Sebeos (2020). Herakleios Tarihi (Türkçeye çeviren: Z. Zühre İlkgelen),

İstanbul: ayışığıkitapları.
SÜMER, F. (1999). Türk Devletleri Tarihinde Şahıs Adları, İstanbul: Türk

Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını.
Taberî (1955). Milletler ve Hükümdarlar Tarihi (Çevirenler: Zâkir Kadirî

Ugan – Ahmet Temir), Ankara: Maarif Vekâleti Yayınları.
TAŞAĞIL, A. (1995). Gök-Türkler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

90

KÖLİ ÇÖR = BİLGE TONYUKUK [640-720] AYNI KİŞİDİR
<Bengü Taş Bitigi Yazıtları Çerçevesinde>

Dursun YILDIRIM*

Özet: Bu yazıda, Köli Çör ve Bilge Tonyukuk’un aynı şahıslar olduğu,
bizzat Bilge Tonyukuk Bengü Taş Bitiği yazıtlar ile hakkında ölümünden
sonra dikilen Köli Çör Bengü Taş Bitiği yazıtının ortaya koyduğu ifade
benzerlikleri, olay tasvirleri, unvanların vericileri konusu ve bunların
hepsinin tahlilinde ortaya çıkardığı sonuçlara göre Köli Çör’un, Bilge
Tonyukuk’un aynı şahıs olduğu ileri sürülmektedir.
Anahtar sözcükler: Bengü Taş Bitiği Yazıtlar, Kadim Türk Tarihi,
Kadim Türk Dili, Kadim Türk Edebiyatı, Türklerin Ölümsüz Taş
Kitapları [Bengü Taş Bitigleri]

Köli Çör = Bilge Tonyukuk [640-720] They are the same person
< Within the frame of Bengü Stone Inscriptions >

Abstract: In this article, it is claimed that Köli Çör and Bilge Tonyukuk
are the same persons. This situation has been revealed according to the
similarity of expressions, the descriptions of events, the consecrating
ones by giving the titles, and the results of the analysis of all of them,
revealed by the Bilge Tonyukuk Bengü Stone Inscriptions and the Köli
Çör Bengü Stone Inscription which was erected after his death.
Key Words: Bengü Stone Bitig Inscriptions, Old Turkic History, Old
Turkic Language, Old Turkic Literature, Immortal Stone Books of Turks
[Bengü Stone Inscriptions]

Köli Çör, [640-720] tarihleri arasında yaşamış, Elteriş Kutluk Şad’ın kağan
kaldırılması törenini baş kam<bilgesi> olarak yöneten Tanrı’ya kurban
sunucusu kişidir. Çin kayıtlarında adı A-shih-tê Yüan-chen olarak geçer ana
tarafından teyze çocuklarıdırlar.

Tabgaç’a karşı Kutluk Şad baş kaldırıp ayaklandığında henüz Boyla Bağa
Tarkan olan teyze oğlu da kendisine katılanlar arasında yer alır ve birlikte
ayaklanmayı başarıya ulaştırırlar. Kutluk Şad, bu süreçte onu bilgesi, ayguçısı
<sözcüsü> çabışı, yağması <kurban sunucusu> gibi önemli işlevler yüklemiştir.
Teyze çocukları olmaları da aralarındaki birliktelik ve güven bağını pekiştirmiş
olduğuna şüphe yoktur. Her ikisin mensup oldukları kabileler A-shi-na ve A-
shi-tê kabileleri aynı zamanda birbirlerine dünür kabileleridir

* Hacettepe Üniversitesi E.Öğretim Uyesi, TKAE üyesi, mail adresi: dursun2@ gmail.com; ORCID: 0000-
0002-5611-2154.

Türk Kültürü: YIL / YEAR 2022, CİLT / VOLUME 15, SAYI / ISSUE 2, S / P. 91 – 97.
Araştırma Makaleleri / Research Articles

Makale Geliş Tarihi: 26. 07. 2022 - Makale Kabul Tarihi: 01. 09. 2022

Dursun YILDIRIM

Başlangıçta her ikisi [= Bilge Tonyukuk ve İlteriş Kağan], Tabgaç’a karşı
ayaklanmayı başlattıklarında henüz biri Kutluk Şad ve biri Boyla Bağa Tarkan
unvanlarına sahiptirler.

Tabgaç’a karşı A-shi-na kabilesine mensup Kutluk Şad Tabgaç’a karşı on yedi
kişi ile dağa çıkıp ayaklanmaya başlayınca kendisine katılanların başında
Tabgaç’tan çıkıp gelen A-shih-tê kabilesine mensup teyze oğlu Boyla Bağa
Tarkan yer alır, birlikte ayaklanmayı yönetirler. A-shih-tê kabilesinin A-bhi-na
kabilesinin dünür kabilesi olduğu da akrabalık bağının önemli olduğu
anlaşılıyor.

Ayaklanmaya katılanların sayısı yedi yüz kişiyi bulduğunda Kutluk Şad, Boyla
Bağa Tarkan’ı kendisine, ayguçı, bilge, kurban <kamlık görevi> sunucusu,
çabışı gibi görevler gibi devlet yönetiminde kendisine geniş yetkiler yükler.
Çabışı yanı sıra yağması ve bilgesi olan teyze oğlu Boyla Bağa Tarkan’a: “
yaggıl”1 buyruğu verdiğinde onun bu sözü ile ilk aklına gelen şu olmuş:”
yağması ben erdim < kurban sunucusu ben idim>, ben bilge tonyukuk: kağan
mı kısayın tedim sakındım” gerçeği olur. Bilgeliği ve baş kamlığına uygun
biçimde düşüncesini ve kararını bir öğüt verici söze dayandırrarak açıklar ve
eyleme dönüştürür2. Tanrı’ ile irtibatı sağlayıcı “yakış” adı verilen kurbanı
kesmesini kendisinden istediğini açıklar. Kutluk Şad’ın kurban kesilmesi ve
Tanrı ile irtibat kurmak için kurban etlerinin ateşte yakılması, dumanların
göğün dokuzuncu katına doğru yükselmesi, böylece Tanrı katına çıkmasına,
haber verilmesine yardımcı olunur. Bütün bu süreç içinde Kutluk Şad’ın kağan
kaldırılmak istediğini Boyla Bağa Tarkan böyle bir anlatım yolu izleyerek ifade
etmiştir.

Tanrı’ya [teng eri]’ne [Semanın Efendisi,Kêinatın Efendisi]’ne kurban sunma
ve ardından [ tenggeri]’ye [=sema çadırı, gök çadırı, kâinat çadırı]’ında Tanrı
katına kaldırma, “teng eri”ye kağan adına kurban sunuculuğu görevinin, bu
töreninin baş kamı, bilgesi ayguçısı ve çabışı olarak Kutluk Şad tarafından
değerlendirildiği ve öyle bilindiği anlaşılıyor. Bu durumların ikisi arasında
daha önceden müzakere edilip bu görevlerin Boyla Bağa Tarkan yürütülmesine
karar verildiği anlaşılıyor.Kutluk Şad, Boyla Bağa Tarkan ‘a yaggıl”

1 Kağan kaldırma töreninde kurban kesme, Tanrı ile irtibat kurma, kurban etinin ateşte yakılıp dumanın “teng
eri” ye ulaştırılması ve kağan kaldırma töreninin yönetilmesi topluluğun bilgesi/baş kam görevlisi tarafından
yerine getirilir. Bilge Tonyukuk tarafından yerine getirilir.
2 A. Berta tarafından yapılan tenkidli ve kapsamlı bengü taş bitigi yazıtlar toplusunda yer alan Bilge
Tonyukuk yazıtında’ yazdığı öğüt söz, bilgece söylenmiş söz ve bu söze dayalı yaptığı eylem şöyle verilir:
“turuq buqalı ıraqda büngser semiz buqa turuq buqa teyin bilmez ermiş teyin anca saqındım. anda kesre teng
eri bilig berdük üçün özüm ök qagan kısdım bilge tonyukuk boyla bağa tarqan birle elteriş qagan bolayın”.Bu
söz ve eylemden bilge tonyukuk’un kendine önemli pay çıkardığı ve kendi İlteriş’i kendisin tek başına,
kağan kaldırdığını, töreni yönettiğini bunu Tanrı’nın kendisine verdiği bilgelik, kamlık bilgisi ile başardığını
vurguluyor.Korku bilmez bir yaradılışa ve bilgeliğe sahip olduğu yazıtta yer alan işleri anlatısında yer aldığı,
hiçbir durumda sözünü sakınmadığı, aldığı kararı uyguladığı, hiçbir engel tanımadığı açıkça görülmektedir.

92


Click to View FlipBook Version