Cypher x
GİRİŞ
(花樣年華) /HWAYANGYEONHWA/:
“hAYATTAKİ EN GÜZEL AN”
BTS, 29 NİSAN 2015 TARİHİNDE YAYINLADIĞI “HYYH PT.1” İSİMLİ ALBÜMÜ İLE GENÇLİK
KONULU BİR HİKAYENİN ANLATILDIĞI “BANGTAN EVRENİ”Nİ KURMUŞ OLDU. BU
HİKAYEDE ÜYELERİN GERÇEK İSİMLERİ KULLANILARAK GENÇLİĞİN KARŞILAŞTIĞI
BİRTAKIM CİDDİ SORUNLAR, ARKADAŞLIK VE UMUT KONULARI SARSICI VE DERİN BİR
ŞEKİLDE İŞLENİYOR.
HİKAYENİN DEVAM ETTİRİLDİĞİ VE/YA BANGTAN EVRENİNE DAİR PARÇALAR İÇEREN
GÖRSEL İÇERİK, OCAK 2019 İTİBARİ İLE AŞAĞIDAKİ GİBİ:
- ı need u japonca versİYON
- on stage: prologue
- RUN ORİJİNAL & japonca versİYON
- EPILOGUE: YOUNG FOREVER
- “WINGS” KISA FİLM SERİSİ
- BLOOD, SWEAT & TEARS ORİJİNAL & japonca versİYON
- “LOVE YOUSELF HIGHLIGHT REEL ' '”
- DNA
- euphorıa: theme of love yourself ‘ wonder”
- FAKE LOVE
- @smeraldobooks gİRDİLERİ
- SAVE ME WEBTOON
EK OLARAK, LOVE YOURSELF SERİSİ İLE BİRLİKTE “ÜYELERİN” GÜNLÜK GİRDİLERİNDEN
OLUŞAN VE FARKLI ALBÜM VERSİYONLARINDA DEĞİŞİKLİK GÖSTEREBİLEN
KİTAPÇIKLAR ALBÜMLERE DAHİL EDİLMEYE BAŞLANDI. NOTLAR DÜZ BİR ZAMAN
ÇİZelgesİ İLE İLERLEMEDİĞİNDEN KAFALARDA SORU İŞARETLERİ BIRAKSA DA, ARTIK
FANDOMUN BİR PARÇASI OLMUŞ TEORİ ÜRETME KÜLTÜRÜNÜN DE DERİNLEŞMESİNİ
SAĞLADI.
uyarı
BU KİTAP, LOVE YOURSELF: HER, TEAR VE ANSWER ALBÜMLERİNDE YER ALAN VE SON
DERECE GRAFİK BETİMLER İÇEREBİLEN NOTLARDAN VE BANGTAN EVRENİNİ TASVİR
EDEN GÖRSELLERDEN OLUŞMAKTADIR. PSİKOLOJİK OLARAK AĞIR GELEBİLECEK
KONULARDAN ÇABUK ETKİLENİYORSANIZ okurken DİKKATLİ OLMANIZI RİCA EDER,
KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİZ.
cypher
Cypher x
Hoseok, 23 Temmuz YIL 10
Dörde kadar sayarken sanrımsı bir kahkaha duymaya başladım. Bir sonraki
an ise çocukluk halim birinin elinden tutup yanımdan geçti gitti. Hemen
arkamı döndüm ama bakışlarıyla karşılaştığım sınıf arkadaşlarımdı.
Öğretmenim “Hoseok-ah?” diye seslendi bana. Nerede olduğumu o an
farkettim. Matematik dersindeydim. Kitabımdaki meyveleri sayıyordum.
Beş, altı... Tekrar saymaya başladım ama sayılar arttıkça sesim çatlayıp
ellerim terlemeye başladı. Sürekli o an aklıma geliyordu. Annemin o gün
gördüğüm yüzünü pek iyi hatırlayamıyordum. Sadece lunaparktaki
oyuncaklara bakarken bana bir çikolata uzattığını hatırlıyorum.
“Hoseok-ah, şu andan itibaren ona kadar say. Gözlerini ancak o zaman
açabilirsin.” Saymayı bitirip gözlerimi açtığımda annem yoktu. Bekledim...
Bekledim... Ama geri dönmedi. Son saydığım sayı dokuzdu. Bir kerecik
daha sayacaktım sadece ama sesim çıkmıyordu. Kulaklarım çınlayıp
gözlerim kararmaya başladı. Öğretmenim devam etmem için eliyle işaret
etti. Arkadaşlarımsa beni izliyordu. Annemin yüzünü pek iyi
hatırlayamıyordum. Bir kerecik daha saysaydım, annem beni bulmaya asla
gelmeyecekti.
...ve oracıkta yere yığıldım.
Cypher x
Cypher x
Taehyung, 29 Aralık YIL 10
Ayakkabılarımı çıkardım ve çantamı fırlatarak odaya girdim. Babam
sahiden de içerideydi. Ne kadar zaman geçtiğini ya da nereden geldiğini
düşünmedim pek. Sadece kollarına koştum. Daha sonra ne olduğunu
hatırlayamıyorum. İlk gelen alkol kokusu muydu, küfürler miydi yoksa
tokat mı? Ne olduğunu anlayamıyordum. Alkolün kokusu, bir de leş gibi bir
nefes vardı. Gözleri kan çanağı olmuş, sakallarıysa almış başını gitmişti.
Kocaman eliyle yanağıma bir tokat indirdi. Tokadı indirip neye bakıyorum
diye sordu. Sonra beni havaya kaldırdı. Gözleri dehşet veriyordu ama
korkudan ağlayamıyordum bile. Babam değildi bu. Hayır, babamdı. Ama
değildi de işte. Ayaklarım havada titriyordu. Bir an sonra başım duvara
çarptı ve yere yığıldım. Başım çatlamıştı sanki. Görüşüm gidip geldi ve en
nihayetinde her yer karardı. Kafamın içinde kalan tek şey ise babamın
nefes nefese kalma sesiydi.
Cypher x
Jimin, 6 Nisan YIL 11
Botanik parkının kapısından yalnız başıma çıktım. Hava bulutlu
olduğundan biraz soğuktu ama güzeldi de. Piknik günü olmasına rağmen
annemle babamın hala işi vardı. O yüzden başta biraz üzülmüştüm. Ama
çiçek çizme yarışmasında bir iltifat aldım Arkadaşlarımın anneleri bana
güvenilir biri olduğumu söylediler. O andan sonra belki de biraz havam
vardır diye düşündüm.
“Jimin, burada bekle. Öğretmen birazdan gelecek.” Piknikten sonra
parktan çıkmamız gerektiğinden öğretmenim beni uyardı ama ben
beklemedim. Kendi başıma yapabileceğime emindim. İki elimle sırt
çantamın askılarına sıkı sıkı tutundum ve kendimden emin bir şekilde
yürümeye başladım. Herkes bana bakıyormuş gibi geldi; ben de
omuzlarımı daha bir dikleştirdim. Yağmur yağmaya başladıktan çok sonra
oluyor bu. Arkadaşlarım ve anneleri çoktan gitmişti; bana göz kulak olacak
kimse yoktu ve bacaklarım ağrıyordu. Başımı korumak için çantamı
kullandım ve bir ağacın altına çöktüm. Yağmur bardaktan boşalıyordu ve
önümden kimse geçmiyordu. En sonunda kendimi yağmurda koşarken
buldum. Etrafımda ne bir ev ne de bir dükkan vardı. Vardığım yer parkın
arka kapısı oldu. Yan kapı açıktı ve içinde depo gibi bir şey gördüm.
Cypher x
Yoongi, 19 Eylül YIL 16
Kızıl alevler her yeri sarmıştı. Bu sabaha kadar yaşadığım ev alevler
içindeydi. Beni tanıyanlar çığlık çığlığa bana doğru koştu. Komşular
delirmiş bir şekilde yürüyorlardı. Giriş yoktu o yüzden itfaiye giremedi
dediler. Olduğum yerde kaldım.
Yazın sonu. Sonbaharın başı. Gökyüzü mavi, hava ise kuruydu. Düşünmem
gereken, hissetmem gereken, yapmam gereken şeyler... Hiçbirini
bilmiyordum. Derken, o düşünce: “Ah, anne!”. O bir sonraki anda ev, enkaz
oldu. Alevler tüm evi sarmıştı - hayır, ev, tavan, sütunlar, duvarlar, odam,
hepsi alevlerin ta kendisi olup kumdan yapılma bir ev gibi çöktü işte. Bense
her şeyi nutkum tutularak izledim.
Biri beni kenara iterek ileri koştu. İtfaiye geldi dediler. Bir başkası beni
yakalayıp cevap vereyim diye üstüme geldi. Gözlerimin içine bakıp bir
şeyler bağırdı ama hiçbir şey duyamıyordum.
“İçeride biri var mı?” Dümdüz bakıyordum sadece. “Annen içeride mi?”
Omuzlarımı tutup sarstı beni. Ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. “Hayır.
İçeride kimse yok.” “Nasıl yani?” dedi mahallenin bir teyzesi. “Annen peki?
Annen nereye gitti?” “İçeride kimse yok.” Ne söylediğimi kendim de
bilmiyordum. Biri beni kenara iterek ileri koştu
*Orijinalinde son cümlenin noktası bulunmuyor
Cypher x
Cypher x
Seokjin, 2 Mart YIL 19
Babamın beni sürüklediği müdür odasında rutubet kokusu vardı.
Amerika’dan döndükten on gün sonra dün, okul sistemindeki farklılık
yüzünden bir yıl kalacağımı söylediler bana. “Size emanet”. Babam ellerini
omzuma koyunca farkında olmadan irkildim. “Okul tehlikeli bir yer. Bir
nizam olması lazım”. Müdür dümdüz bana baktı. Ne zaman konuşsa
yanaklarıyla ağzının etrafındaki kırışıkları seğiriyordu ve koyu renk
dudaklarının içi kopkoyu bir kırmızıydı. “Sence de öyle değil mi Seokjin?”
Ani soru karşısında tereddüt ettim, babam da omzumu daha sıkı kavradı.
O kadar sıkı tutuyordu ki boynumdaki kaslar seğiriyordu. “Kanımca iyi bir
öğrenci olacak.” Müdür gözümün içine bakmaya devam ederken babamın
kavrayışı yavaş yavaş daha da sıkılaşıyordu. Kemiklerim
kırılıyormuşçasına hissettiğim acıya karşılık yumruklarımı sıktım.
Vücudum titriyor, soğuk soğuk ter boşanıyordu. “Onu siz bileceksiniz.
Seokjin’in iyi bir öğrenci olması lazım.” Müdür bana ifadesiz bir yüzle
bakıyordu. “Anladım.” Güç bela bir cevap verebilmiştim ve bir anlığına acı
kaybolmuştu. Babamın ve müdürün gülme sesleri vardı. Başımı
kaldıramıyordum. Babamın kahverengi, müdürünse siyah ayakkabılarına
baktım. Işık nereden geliyordu bilmiyordum ama ayakkabılar parlıyordu. O
parıltıdan korkuyordum.
Cypher x
Jungkook, 28 Mayıs YIL 19
“Hyunglarım, sizin hayalleriniz neler?” Bunu duyunca bana şöyle bir baktılar.
“Gelecek umutları hakkında bir ödev yapmam gerekiyor da...” Sordum
sormasına da Seokjin hyung “Bilmem. Bir hayalim yok bence. Umut edecek bir
şeyim olsa herhalde o da... iyi bir insan olmayı istemek olabilir mi?” dedi.
Utanmış olacak ki kendini durdurdu. Sonra piyano taburesinde yayılmış Yoongi
hyung gevşek bir tonla şunu dedi: “Bir hayalin olmasa da olur. Benim yok
mesela. Yuvarlanıp gidiyorum işte.” Herkes tam bir Yoongi imzası taşıyan bu
laflarına çok güldü.
“Ben dünyayı kötü adamlardan kurtaran bir süper kahraman olacağım”.
Taehyung hyung sandalyesine çıkıp kollarını yukarı uzatarak poz verdi. Hoseok
hyung da böyle hareketler yaparsa bir yerine bir şey yapacak diye azarladı onu.
Sonra da ekledi: “Annemi bulup mutlu bir şekilde yaşamak istiyorum. Benim
hayalim mutlu olmak.” Bu sözleri söylerken mutlu mutlu gülümsüyordu hyung.
“Şu an mutsuz musun öyleyse?” Soruyu soran Jimin hyung’du. Hoseok hyung
“O anlama mı geliyor yani bu?” derken yüzünde bir şeye çok endişeleniyormuş
gibi çok tuhaf bir ifade vardı. Sonra Jimin hyung’a “Peki senin hayalin ne?” diye
sordu. “Ben mi?” diye bir an bocalayıp gözlerini kırpıştırdı Jimin hyung. Sonra
da şunları söyledi: “Anaokulundayken cumhurbaşkanı olmak istiyordum. Ama
sonrasını hatırlamıyorum.”
Geriye bir tek Namjoon hyung kalmıştı. Herkesin bakışlarını üzerinde
hissettiğinden olacak, hyung omuzlarını silkip konuşmaya başladı: “Güzel bir
laf etmek istiyorum ama benim de pek bir hayalim yok. Bir tek keşke part time
işimden daha çok kazansam diyorum.” Başımı sallayıp kağıdıma baktım.
Gelecek umutları kağıdı “Öğrenci” ve “Veli” olarak iki kısma ayrılmıştı. Ben ne
olmak istiyordum? Yazacak hiçbir şey bulamadım.
Cypher x
Cypher x
Yoongi, 12 Haziran YIL 19
Gelişine okulu kırıp bahçeden çıkmıştık ama gidecek hiçbir yer yoktu. Hava çok sıcaktı ve ne
beş kuruş paramız ne de yapacak bir şey vardı. Denize gidelim diyen Namjoon’du. Küçükler
heyecanlandı ama ben kararsızdım. “Paranız var mı?” Ben öyle deyince Namjoon herkese
ceplerini boşalttırdı. Birkaç bozukluk birkaç da kağıt para... Gidebilirmişiz gibi durmuyordu.
Yürüyerek gidelim diyen muhtemelen Taehyung’du. Diğerleri boş atıp gülerlerken, yürürken
yerlerde yuvarlanıyormuş gibi yaparken Namjoon başka bir yol düşünelim diye bize yalvaran
gözlerle bakıyordu. Cevap veresim gelmedi, ben de geriden gelmeye devam ettim. Güneş
ortalığı yakıyordu. Tam öğle vakti olduğundan sokak lambaları bile gölge yapmıyordu ve
asfaltsız yolda arabalar yanımızdan tozutarak geçiyordu.
“Oraya gidelim madem.” Bu sefer de Taehyung’du konuşan. Ya da Hoseok. Pek
ilgilenmediğimden dikkat etmedim ama ikisinden biriydi. Boynumu geriye atıp ayaklarımı
sürüye sürüye yürürken birden birine çarptım ve az daha düşüyordum - ki kafamı anca o an
kaldırdım. Jimin öylece duruyordu. Dehşetengiz bir şey görmüş gibi yüz kasları seğiriyordu.
“İyi misin?” dedim ama beni duymuyor gibiydi. Jimin’in baktığı yerde botanik parkının 2.2
kilometre uzakta olduğunu gösteren bir tabela vardı.
“Yürümek istemiyorum ben”. Jungkook’un sesini duyabiliyordum. Jimin’in yüzünden bir
damla ter aktı. Yüzü dehşet dolu, az daha bayılacak gibi duruyordu. Neydi bu böyle? Bir tuhaf
hissettim. “Park Jimin!” diye seslendim ama tam da düşündüğüm üzere gram
kıpırdayamadı. Kafamı kaldırıp tekrar tabelaya baktım.
Kayıtsızmışım gibi “Hava zaten çok sıcak ne diye parka gidesiniz ki? Denize gidelim işte”
dedim. Botanik parkı ne demek onu bile bilmiyordum ama gitmememiz lazımmış gibi
hissettim. Sebebini bilmesem de Jimin bir tuhaf davranıyordu. “Paramız yok diyorum.”
Sözlerimin üzerine Hoseok “Dediğim gibi yürüyelim işte” dedi. Taehyung da bunu duymuştu.
“İstasyona kadar yürürsek bence hallolur.” dedi Namjoon. “Ama karşılığında akşam yemek
yemeyeceğiz.” Seokjin hyung gülerken Jungkook ve Taehyung’dan ağlamaklı bir ses çıktı.
Jimin, ancak herkes tren istasyonuna doğru seğirtince yürümeye başladı. Yürürken başını
eğip omuzlarını dikleştirince küçücük bir çocuk gibiydi Jimin. Tabelaya tekrar baktım.
“Botanik Parkı”. Harfler yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı.
Cypher x
Cypher x
Seokjin, 25 Haziran YIL 19
Depo olarak kullanılan sınıfın camında nereden geldiği bilinmeyen tek bir saksı
duruyordu. Dongsaenglerden saksıyı getiren kimdi ki? Telefonumu çıkardım.
Sınıf hep karanlıktı. Elektrik yokluğu ve kirli camdan gelen belli belirsiz ışığın
altında yeşil yaprakları apaçık seçebiliyordum. Telefonumla çektiğim fotoğraf
net çıkmamıştı. Telefonla çekildiğinden değildi aslında. Sık sık bir fotoğrafın,
gözlerin görebildiğini yakalayamadığını düşünmüşümdür.
Yaklaşınca saksının altında “H” yazdığını gördüm. Kaldırınca “Hoseok’un
saksısı” yazısı belirdi. Kendi kendime gülümsedim. Dongsaenglerden anca
Hoseok saksı getirirdi. Sadece “H” görünecek şekilde saksıyı geri koydum.
Sonra etrafa baktım. Daha önce hiç farketmemiştim ama pencerenin pervazı
yazılarla doluydu. Sadece pervaz da değil, duvarda ve tavanda bile yazılar vardı.
“Geç yada öl”. Karşılıksız sevilenlerin isimleri, tarihler ve artık okunamayacak
hale gelmiş sayısız isim...
Bu sınıf her zaman bir depo değildi. Öğrenciler buraya her gün derse gelir,
öğleden sonra da boşaltırlardı. Tatillerde bomboş olur, okul tekrar başlayınca
da yine taşkınlık yapan öğrencilerle dolardı. Bizim gibi geç kalınca ceza alıp
dersi kaçıran öğrenciler olmuş mudur? Acımasız sertlikte öğretmenlerle
bitmek bilmeyen sınav ve ödevler olmuş mudur? Peki ya benim gibi biri olmuş
mudur? Müdüre arkadaşları hakkında her şeyi anlatan biri…
Babamın adı da burada bir yerlerde var mıdır diye aklımdan geçirdim. Babam
da buradan mezundu. Kendisi, aynı lise ve üniversiteye gitmenin aile itibarını
koruduğuna inanırdı. Bütün isimleri inceleyip babamınkini buldum. Soldaki
duvarın ortasındaydı, birkaç ismin arasındaydı. Altında da başka bir cümle
yazıyordu: “Her şey buradan başladı.”
Cypher x
Cypher x
Jimin, 30 Ağustos YIL 19
Hoseokie hyung telefondayken ben de hyungun gölgesinin vurduğu yere
tekme atarak oyalanıyordum. Gülüp “Park Jimin ne kadar da büyümüş”
diyen bir ifade takındı. Okuldan eve yürümek iki saat sürüyordu. Otobüsle
gitsek yarım saatten de az, hatta ana yoldan gidersek 20 dakikaya kadar
düşüyor. Ama hyung bizi alçak bir tepeden ve küçük bir köprüden geçiren
dolambaçlı yoldan gidelim diye ısrar etti. Taburcu olduktan sonra geçen yıl
başka bir okula nakil olmuştum. Okul evimden uzaktaydı ve tanıdığım
kimse de yoktu. Olsun dedim. Önemli bir şey gibi gelmemişti. Zira hali
hazırda birkaç kere okul değiştirmiştim ve kimbilir tekrar ne zaman
hastaneye kaldırılacaktım.
Ama sonra hyungu tanıdım. Yeni dönemin başlamasının üstünden çok
geçmemişti. Öylesine yanıma geldi ve benimle iki saat boyunca yürüdü.
Çok daha sonra farkettim ki evlerimiz aynı yönde değilmiş. Niyesini
soramadım. Yanımda yürüyen gölgenin, güneşin altında iki saat boyunca
birlikte yürümenin bir güncük bile olsa devam etmesini istedim.
Hyung hala telefondaydı. Gölgesine bir tekme daha atıp kaçtım. Telefonu
kapatıp peşimden koşmaya başladı. Güneşin altında dondurma eriyor,
cırcırböceklerinin sesi kulaklarımda çınlıyordu. Bir anda bir korku gelmişti
bana. Bu günlerden kaç tane daha kalmıştı ki?
Cypher x
Cypher x
Taehyung, 20 Mart YIL 20
Koridordan aşağı tak tak sesleri duyulana kadar koştum. Sonra durdum. Namjoon
hyung’un “sınıfımızın” önünde durduğunu görebiliyordum. Bizim sınıf. Başka kimse
bilmese de buraya bizim sınıf diyordum. Ben, hyunglarım ve Jungkook, sadece
yedimizin sınıfı. Sessizce yaklaştım. Korkuturum diye geçiriyordum aklımdan.
“Müdür!” Beşinci adımımı ya attım ya atmadım ki telaşlı bir ses sınıfın açık kalmış
penceresinden duyuldu. Ses Sokjin hyung’a benziyordu. Seokjin hyung müdürle mi
konuşuyordu? Bizim sınıfta mı? Niye ki? Sonra Yoongi hyungla kendi adımı duydum,
sonra da Namjoon hyung’un şaşırmış gibi tıslamasını duydum. Sessiz adımlarımı
duyabiliyormuş gibi Seokjin hyung kapıyı fırlatıp açtı. Namjoon hyung’un ifadesini
göremiyordum. Saklanıp izlemeye başladım. Seokjin hyung bir şeyi inkar edecekmiş
gibi ağzını açınca Namjoon hyung elini tutup “Olsun” dedi. Seokjin hyung kafası
karışmış gibi bir ifade takındı. “Bir sebebi vardır ki yapmışsındır.” Bu sözlerle birlikte
Namjoon hyung Seokjin hyung’un yanından geçip sınıfa girdi. İnanamıyordum.
Seokjin hyung müdüre Yoongi hyungla beraber son birkaç gündür ne yaptığımızı
anlatmıştı. Her şeyi anlatmıştı: okulu kırdığımızı, bariyerden atladığımızı, birkaç
çocukla kavga ettiğimizi… Ama Namjoon hyung olsun demişti.
“Sen ne yapıyorsun burada?” Şaşırıp arkamı dönünce Hoseok hyung’la Jimin’i
gördüm. Hoseok hyung elini omzuma atarken benden daha çok şaşırmış gibi yaptı ve
beni sınıfa sürükledi. Namjoon ve Seokjin hyunglar arkalarını dönüp bizi görmeden
önce kendi aralarında konuşuyorlardı. Seokjin hyung acil bir işi olduğunu söyleyip
tuhaf bir şekilde ayaklanıp gitti. Namjoon hyung’un ifadesine dikkat kesildim. Seokjin
hyung giderken arkasından bakan adam sanki hiçbir şey olmamış gibi bize
gülümseyerek baktı. O an aklımdan şu geçti: Namjoon hyung’un böyle davranmasının
bir sebebi olması lazımdı. Benden çok daha fazla şey biliyor, benden çok daha zeki ve
benden daha çok yetişkin vasfı olan biri. Burası da bizim sınıf. Herkesin aptal gibi
gördündüğümü söyledip bana güldüğü kare gülümsememi suratıma yapıştırıp sınıfa
girdim. O konuşmayı duyduğumu da kimseye söylememeye karar verdim.
Cypher x
Namjoon, 15 Mayıs YIL 20
Gidecek hiçbir yeri olmayan bizlerin sığınağı olan depo sınıfın bir ucundan
yavaşça yürüyüp birkaç sandalyeyi ters çevirdim. Düşmüş bir sırayı
kaldırıp avucumla üzerindeki tozu sildim. Son seferler insanları hep
duygusallaştırır. Bu, okula son gelişim olacak. İki hafta önce taşınmaya
karar verdik. Kim bilir, belki buraya asla geri dönemem. Belki hyunglarla
dongsaengleri bir daha asla göremem.
Kağıdı ikiye katlayıp sıraya koydum ve elime bir kalem aldım. Ama zaman
geçtikçe ne diyeceğimi bilemiyordum. Bomboş bir iki kelime çiziktirirken
kalemin ucu çat diye kırıldı. “Hayatına devam etmen gerek.” Kalemin ucu
kırıldı ve farkında olmadan bölük pörçük görünen şeylerle bezeli kağıda
yazıyordum. O arada kara kurşunun gücüyle çiziktirirken darmadağın
hikayeler püskürdü: yoksulluk, aile, dongsaeng ve taşınmamın
hikayeleri... Kağıdı buruşturup cebime attım ve ayağa kalktım. Sırayı
iterken bir toz bulutu yükseldi. Arkamı dönüp gitmek üzereydim ki cama
hohlayarak üç kelime yazdım. Hiçbir veda yetmeyecekti, her şeyin
anlamını taşıması içinse hiçbir kelimeye gerek yoktu. Tekrar görüşmek
üzere. Bir sözden ziyade bir dilekti bu.
Cypher x
Cypher x
Yoongi, 25 Haziran YIL 20
Aniden kapıyı açıp masaya gittim ve alt çekmeceden bir çanta çıkardım. Çantayı ters
çevirip sallayınca içinden pat diye bir piyano tuşu düştü. Yarısı yanmış tuşu çöpe atıp
yatağa uzandım. Kaynayan kalbime bir türlü su serpilmiyordu. Nefesim düzensiz,
ellerimse is lekeliydi.
Cenaze sonlandıktan sonra şu an viran olan eve bir kez daha gitmişliğim var.
Annemin odasına girip tanınmayacak hale gelene kadar yanan piyanoyu gördüm.
Yanına çöktüm. Öğle güneşi pencereden vurup sönerken orada öylece oturdum.
Kalan son günışığının arasında ortalarda birkaç tuş vardı. Bassam nasıl bir ses çıkar
acaba diye düşündüm. Annemin parmakları onlara ne kadar dokundu acaba diye
düşündüm. Birini alıp cebime attım ve odadan çıktım.
O zamandan beri dört yıl geçti. Evimiz sessizdi. O kadar sessizdi ki delirmek
üzereydim. Saat 10’dan sonra babam yatmaya giderdi. Sonrasında da çıt çıkmaması
gerekirdi. Bu evin kuralı buydu. Bu sessizliğe katlanmak zordu benim için. Ne saate,
ne kurallara, ne de resmiyete uymak kolay değildi. Ama en katlanamadığımsa
bunlara rağmen hala bu evde yaşamaya devam ediyor oluşum. Babamın verdiği
harçlığı alıp, babamla yemek yemek, azarlarını dinlemek... Karşılık da versem,
serserilikten başımı belaya da soksam, bir türlü onu ve bu evi bırakmaya, yalnız
kalmaya, o özgürlüğü lafta bırakmaktansa hayata geçirmeye cesaret edemiyordum
işte.
Birden yatakta doğruldum. Masanın altındaki çöplükten tuşu çıkardım. Pencereyi
açıp sert gece havasını odaya doldurdum. Bugün olan her şey de rüzgarla birlikte
içeri dolup yüzüme çarptı. Alabildiğine sert bir şekilde tuşu fırlattım. Okula en son on
gün önce gitmiştim. Atılmışım. Kim bilir, istemesem bile belki şimdi bu evden de
atılırım. Dikkatlice dinlesem de tuşun yere çarpma sesini duyamadım. Ne kadar
zaman geçerse geçsin o tuştan bir daha asla ses çıkamayacak. Bir daha asla piyano
çalmayacağım.
Cypher x
Jungkook, 25 Haziran YIL 20
Piyano tuşlarına dokunup elimi toza buladım. Parmak uçlarımı biraz
bastırdım ama çıkan sesin hyungun daha önce çaldığıyla alakası yoktu. En
son 10 gün önce okula geldi. Bugün atılmış. Ne Namjoonie hyung ne
Hoseokie hyung bana bir şey söylemedi, ben de bir şeyden
korkuyormuşçasına onlara bir şey soramadım. İki hafta önce o gün
öğretmen kapıyı açıp sığınağımıza girdiğinde sadece hyung ve ben vardık.
Veli toplantısı günüydü. Sınıfta olmak istemiyordum o yüzden farkına bile
varmadan sığınağa yollandım. Hyung arkasına bile bakmadı. Piyanoyu
çalmaya devam etti. Ben de iki sırayı birleştirip, üzerine uzanıp uyuyor
numarası yapıyordum. Hyungla piyano farklı şeyler gibiydi ama aynı
zamanda tektiler – o kadar ki ikisini ayırmayı aklımdan bile
geçiremiyordum. Nedense piyano çalmasını dinlerken ağlayasım
geliyordu.
Gözlerimin dolduğunu hissedince diğer tarafa döndüm ama o anda kapı
şak diye açılmış ve piyano sesi kesilmişti. Suratıma bir tokat yiyip geri
sendeleyerek yere düştüm. Dayağa katlanabileyim diye kıvrıldım ama
birden ses kesildi. Kafamı kaldırınca gördüm ki hyung önümde duruyor,
öğretmenin omzunu itiyordu. Omzunun üzerinden öğretmenin şok olmuş
yüzü görünüyordu.
Piyano tuşlarına bastım. Hyungun eskiden çaldığı şarkıyı taklit etmeye
çalıştım. Gerçekten okulu bırakmış mıydı? Hiç geri gelmeyecek mi?
Hyung birkaç tekme tokatın onun için normal şeyler olduğunu söylemişti.
Ben orada olmasaydım öğretmene karşı gelmeyecek miydi? Ben orada
olmasaydım hyung hala burada piyano çalıyor olur muydu?
Cypher x
Seokjin, 17 Temmuz YIL 20
Okulun girişinde dururken cırcırböcekleri ötüyordu. Saha çocukların
gülücükleri ve rekabet içinde koşuşturmalarıyla doluydu. Yaz tatilinin
başlangıcı… Kimsede bir damla kaygı yoktu. Tüm bunların arasında başımı
eğip yürüdüm. Kimseye görünmeden hemen okuldan çıkmak istiyordum.
“Hyung.” Birinin gölgesi birden belirince kafamı kaldırdım. Hoseok’la
Jimin’di. Bana her zamanki gibi kocaman, saf gülümsemeleriyle ve
yaramaz çocuk gözleriyle bakıyorlardı. “Bugünden itibaren artık tatil,
sense gidiyor musun?” dedi Hoseok kolumdan çekiştirerek. Başımı
sallayıp arkamı dönmeden önce birkaç boş kelime söyledim. O gün olan
şey tamamen bir kazaydı. Planlı değildi. Jungkook ve Yoongi’nin o sırada
depo sınıfın orada olacağını düşünmemiştim. Müdür onları
savunduğumdan şüphelendi. Babama iyi bir öğrenci olmadığımı
anlatabileceğini söyledi. Bir şey söylemem lazımdı. Boş olur diye
düşündüğüm için sığınağı söylemiştim. Ama iş Yoongi’nin atılmasına
kadar geldi. Kimse benim de suç ortağı olduğumu bilmiyordu.
“İyi tatiller hyung! Seni ararım.” Görmezden gelişimi nasıl anladıysa,
Hoseok çaktırmadan elimi bıraktı ve daha da şen şakrak bir şekilde veda
etti. Yine herhangi bir şekilde cevap verememiştim. Söyleyebileceğim
hiçbir şey yoktu. Okulun kapısına gelince buradaki ilk günümü hatırladım.
Geç kalıp hepimiz ceza almıştık. Sonra gülmüştük ama. O anları
mahvedense bendim.
Cypher x
Hoseok, 15 Eylül YIL 20
Jimin’in annesi acil servisi boydan boya yürüdü. Yatak başlığındaki ismi ve
serum şişesini kontrol edip Jimin’in omzundaki çimeni silkeledi.
Kendisine Jimin’in niye acillik olduğunu ve otobüs durağında nöbet
geçirdiğini anlatmam gerektiğini hissedip tereddütle yanına yaklaştım.
Jimin’in annesi beni ancak o zaman farketti. Bir şeyi çözmeye
çalışıyormuş gibi beni bir süre süzdü. Ne yapacağımı bilemediğimden
duraksadım. Annesi sadece bana teşekkür edip arkasını döndü.
Bir sonraki sefer bana döndüğünde doktor ve hemşireler sedyesini
götürmeye başlamışlardı. Ben de peşlerinden gittim. Annesi bana tekrar
teşekkür edip omzumu itti. Daha doğrusu elini hafifçe omzuma koyup geri
çekti. Ama birden benimle Jimin’in annesi arasında görünmez bir çizgi
çizilmiş oldu. Besbelli ve keskin bir çizgiydi. Soğuk ve katı... Nihayetinde
aşamadığım bir çizgiydi. 10 yıldan uzun süredir yetimhanede yaşıyordum.
Vücudumla, gözlerimle ve havadan anlayabiliyordum. Boş bir anımda
geriye bir adım atıp yere düştüm. Jimin’in annesi boş gözlerle bana baktı.
Minyon ve güzel bir kadındı ama gölgesi kocaman ve soğuktu. Acil servisin
zeminine düşerken bu gölge üstüme vurdu. Yukarı baktığımda Jimin’in
yatağı çoktan acil servisi terkederek gözden kaybolmuştu. O günden beri
de Jimin okula gelmedi.
Cypher x
Cypher x
Jimin, 28 Eylül YIL 20
Kaç gündür hastanedeyim diye saymayı bıraktım. İnsanlar
gitmek istediklerinde ya da gitme umutları olduklarında yaptıkları
bir şey bu. Pencerelerin dışındaki ağaçlara ve çimene, insanların
kıyafetlerine bakılacak olursa o kadar da çok zaman geçmemiş
gibiydi. En fazla bir ay olmuştur. Bazen okul üniformaları da
görüyordum ama bu bile içimde bir kıpırtı yaratmıyordu artık. Her
şey yalnızca çok sıkıcı ve bulanık hissettiriyordu. Belki de ilaçlar
yüzünden böyleydi. Ama bugün özel bir gündü. Bir günlüğüm olsa
sayfalarına yazılması gereken bir gün… Ama günlük
tutmuyordum ve böyle bir şeyi yazarak da sıkıntı yaratmak
istemiyordum. Bugün ilk kez yalan söyledim. Doktorun gözlerinin
içine bakarak depresyondaymışım gibi yaptım.
“Hiçbir şey hatırlamıyorum” dedim.
Cypher x
Jungkook, 30 Eylül YIL 20
“Jeon Jungkook, hala oraya gitmiyorsun, değil mi?” Hiçbir şekilde cevap vermedim.
Sadece bağcıklarıma bakarak öylece durdum. Ben cevap vermedikçe yoklama
kağıdıyla kafama vuruldu. Yine de ağzımı açmıyordum. Hyunglarımla birlikte
olduğumuz sınıftı burası. Peşlerinde dolanırken keşfettiğim günden beri buraya
girmediğim tek bir gün bile olmadı. Onlar bile biliyordu bunu. Başka bir işleri ya da part
time işe gitmek zorunda olduklarını söyleyip gelmedikleri zamanlar olurdu. Yoongi ve
Jin hyunglar bazen günlerce görünmezlerdi. Ama benim için öyle değildi. Her gün hiç
aksatmadan gittim sınıfa. Hiç kimsenin gelmediği günler bile oluyordu. Ama olsundu.
Buranın varolması bile bugün değilse yarın, yarın değilse de sonraki gün hyungların
geleceği anlamına geliyordu – o yüzden sıkıntı yoktu.
“Yanlarında kala kala tek yaptığın kötü şeyler öğrenmek oldu”. Bir kere daha vurdu
bana. Gözlerimi kaldırıp öğretmenime dik dik baktım. Yine vurdu. Yoongi hyung’un
dayak yediği anı hatırladım. Dişlerimi sıktım. Sınıfa gitmediğim yalanını söylemek
istemiyordum.
Tekrar sınıfın önündeydim işte. Kapıyı açınca hyunglar içeride olacakmış gibi geldi.
Toplanmış da oyun oynuyorlarmış, bana dönüp niye bu kadar geç kaldığımı
soracaklarmış gibi… Seokjin ve Namjoon hyunglar bir şeyler okuyormuş, Taehyung
hyung oyun oynuyormuş, Yoongi hyung piyano çalıyormuş, Hoseok ve Jimin hyunglar
da dans ediyormuş gibi…
Ama kapıyı açınca bir tek Hoseok hyung’la karşılaştım. Sınıfta kalan eşyalarımızı
topluyordu. Orada öylece durup kapı koluna tutundum. Yanıma gelip kolunu omzuma
doladı. Beni dışarı çıkardı. “Gidelim artık.” Arkamızda sınıfın kapısı kapandı. O an
farkına vardım. O günler gitmişti ve bir daha geri gelmeyecekti.
Cypher x
Hoseok, 25 Şubat YIL 21
Aynadaki yansımamdan gözlerimi ayırmadan dans ettim. Aynadaki
ben, dünyanın bakışları ve standartlarından bağımsız yere
dokunmadan uçuyordu. Vücudumu müziğin ritmine göre hareket
ettirmek, tüm kalbimi vücudumla ifade etmek dışında hiçbir şey
umrumda değildi.
İlk kez 12 yaşlarımdayken dans etmiştim. Belki de okul gezisindeki
yetenek yarışması sırasındaydı. Arkadaşlarımın peşine takılıp
sahneye çıktım. O gün olanlar arasında alkış ve tezahüratları hala
hatırlayabiliyordum. Bir de ilk kez kendim olabilme hissini… O anda
tek düşündüğüm vücudumu müzikle hareket ettirmek ve
eğlenmekti. Böyle bir mutluluk yoktu. Çok sonradan farkettim ki bu
mutluluk alkıştan değil içimde bir yerlerden geliyordu.
Aynanın dışındaki bense birçok şeye takılıyordu. Ayaklarımı yerden
birkaç saniyeden fazla kaldıramıyorum; nefret etsem de
gülümsüyorum, üzgünken de gülümsüyorum.. İhtiyacım olmayan
ilaçlar alıp yine de orada burada baygınlık geçiriyorum. O yüzden de
dans ederken gözlerimi aynadan ayırmamaya çalışıyorum. Tamamen
kendim olabildiğim o an… Tüm ağırlığımı fırlatıp attığım ve uçtuğum o
an… Mutlu olabileceğime beni inandıran o an… Gözlerimi o ana
kilitliyorum.
Cypher x
Namjoon, 17 Aralık YIL 21
İlk otobüsü bekleyenler soğuk rüzgar eserken ellerini ovuşturuyorlardı. Çantamın
askılarına sıkı sıkı tutunup yerdeki toza baktım. Kimseyle gözgöze gelmemeye
çalıştım. Otobüsün günde sadece iki kez geldiği kırsalda bir yer… Uzaklardan
otobüsün yaklaştığını gördüm.
Diğer insanların peşinden otobüse bindim. Arkama bakmadım. Bir şeyi umutsuzca
çok istediğinizde, zar zor avucunuza aldığınızda, tek yapmanız gereken kaçmak
olduğunda, böyle bir durum ortaya çıkıyor: arkana bakmamak. Arkama baksaydım
şimdiye dek sarfettiğim tüm çaba toz olup gidecekti. Arkaya bakmak – şüphe, hasret
ve korkuydu bu. Kaçabilmek için bunu aşmam gerekiyordu.
Otobüs kalktı. Planım olmadığından değildi aslında. Umutsuz kaldığımdan ya da zar
zor avucuma alıp kaçtığımdan da değildi. Kaçmaya karar vermeye daha yakın bir
şeydi sadece. Annemin yılgın yüzü… Sıkıntılı kardeşim… Babamın hastalığı… Günden
güne daha da zorlaşan bu ailevi sorunlardan… Fedakarlık ve huzurun altını çizen bir
aileden… Hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapıp buna alışmak için varını yoğunu ortaya
koyan kişiden – kendimden… En önemlisi de yoksulluktan…
Yoksulluk günah mı dye sorarsanız kimse size öyle olduğunu söylemez. Ama
gerçekten öyle mi ki? Yoksulluk birçok şeye dişini geçiriyor. Kıymetli şeyler anlamsız
hale geliyor. İnsan, vazgeçemeyeceği şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyor. Şüpheli,
korkmuş ve kaderinize boyun eğmiş oluyorsunuz.
Şimdi ise birkaç saate otobüs tanıdık bir durağa gelecek. Bir yıl önce buradan
ayrıldığımda kimseye veda etmemiştim. Şimdi ise hiç çıtlatmadan, hiç haber
vermeden – tekrar oraya gidiyorum. Arkadaşlarımın yüzlerini tekrar gözümün önüne
getirdim. Hepsiyle iletişimim kesilmişti. Ne yapıyorlardı acaba? Beni gördüklerine
mutlu olurlar mıydı ki? Eski günlerdeki gibi bir araya gelip gülebilir miydik ki? Camdaki
kapkalın buz yüzünden dışarıdaki manzara pek görünmüyordu. Üstünde parmağımı
gezdirdim.
“Hayatta kalmam gerek”.
Cypher x
Cypher x
Hoseok, 2 Mart YIL 22
İnsanların arasında olmayı seviyordum. Yetimhaneden ayrıldıktan sonra bir
fast food restoranında insanlarla etkileşim halinde olmak, hep gülmek ve hep
neşeli olmak zorunda olduğum part time bir işe girmiştim. İşi seviyordum ama.
Açıkçası hayatımda gülmek yada neşeli olmak için çok az sebebim olmuştu.
Belli ki iyi insanlardan çok kötülerle karşılaşmıştım. Bu işi bu kadar sevmemin
sebebi bu olabilirdi. Kocaman gülümsesem, yüksek sesle konuşsam ve neşeli
tepkiler versem, zorla bile olsa, kendimi gerçekten de o şekilde hissettiğime
inandırabiliyordum. Yüksek sesle bir kahkaha atınca modum yükseliyordu;
insanlara nazik davranınca da nazik biri oluyordum. Zor günler de oluyordu
tabii. Dükkanı temizleyip eve giderken bir adım bile atmak işkenceye
dönüşüyordu. Yalnızca mızmız müşterilerle uğraştığım günler de oluyordu.
Ama öyle olsa bile böyle şeylere katlanmak şimdiye nazaran arkadaşlarım
varken daha kolaydı.
Bazen müşterilerle dolup taşan dükkana baktığımda arkadaşlarımı
düşünürdüm. Tek kelime etmeden okul değiştiren Seokjin hyung’u, bir sabah
aniden kaybolan Namjoon’u, atıldıktan sonra telefonlarımıza çıkmayan Yoongi
hyung’u, nerelerde olduğunu ya da başını derde sokup sokmadığını
bilmediğimiz Taehyung’u ve acil serviste son gördüğümden beri okula hiç
gelmeyen Jimin’i… Camdan birkaç kez Jungkook’u okul formasıyla
görmüştüm ama bir sebepten dükkana hiç adım atmadı. O günler geride mi
kaldı acaba diye merak ettim.
Bir müşterinin içeri girme sesiyle yüksek sesle selam verdim. Sonra neşeli ve
gürbüz bir gülümsemeyle kapıya doğru baktım.
Cypher x
Taehyung, 20 Mart, YIL 22
Ellerime baktım. Kana bulanmıştı. Bacaklarımdan bir anda güç gitti.
Çömelecektim ama biri arkamdan sarıldı. Camdan puslu günışığı içeri sızıyordu.
Noona ağlıyordu ve Hoseok hyung hiçbir şey söylemeden öylece duruyordu. Kirli
eşyalar ve battaniyeler her zamanki gibi her yere saçılmıştı. Babamın durduğu
yerde ise kimse yoktu. Odadan nasıl kaçtığını ise hatırlayamıyordum.
Babama doğru koşarken içimde tutamadığım öfke ve hüzün hala duruyordu.
Babamı bıçaklamak için depara kalktığımda kendimi kontrol etmemi sağlayan
neydi, bilmiyordum. Fırtınaların koptuğu kalbimi nasıl bir limana sığındırdığımı da
bilmiyordum. Babamı öldürmeyi istediğimden değildi – kendimi öldürmek
istemiştim. Bir yapabilsem şu an ölmek istedim. Gözyaşlarım bile yoktu. Ağlamak
istiyordum, bağırmak istiyordum, her şeyi kırıp dökmek istiyordum, ama hiçbirini
yapamıyordum bir türlü.
“Hyung. Özür dilerim. Ben iyiyim. Git sen.” Fırtınalı kalbimin aksine sesim kupkuru
çıkmıştı. Kendi sesim gibi değildi. Gitmekten nefret etse de hyungu gönderip
ellerime baktım. Beyaz sargılardan kan sızıyordu. Babamı bıçaklayacağıma alkol
şişesini yere çarpmıştım. Şişe paramparça olurken avucum kesilmişti. Gözlerimi
kapayınca her şey dönüyordu. Ne düşünmem, ne yapmam gerekiyor, nasıl
yaşamam gerekiyor… Kendime gelirken Namjoon hyung’un telefon numarasına
baktım. Böyle bir durumda bile – hayır, böyle bir durum olduğu için esas, varlığını
yanımda hissetmeye muhtaçtım. Anlatmak istiyordum. Hyung. Ben – babamı…
Beni dünyaya getiren, beni her gün dayaktan geçiren babamı – öldürmek
üzereydim. Ciddi ciddi öldürmek üzereydim. Hayır, aslında onu öldürdüm ben.
Defalarca öldürdüm hem de. Kalbimde tekrar tekrar öldürdüm. Öldürmek
istiyordum. Ölmek istiyordum. Şu an ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyorum.
Hyung. Şu an sadece seni görmek istiyorum.
Cypher x
Cypher x
Cypher x
Taehyung, 29 Mart YIL 22
Benzin istasyonunun sahibi yere tükürüp öyle gitti. Çömeldiğim pozisyonda
yere uzadım. Benzin istasyonunun arka duvarına graffiti yapıyordum.
Yakalandım tabii. Sahibi de başkasının duvarına çizip ne halt yiyorum diye bana
vurmuştu. Yerde yuvarlandım. Dayak yemek hem alışık olduğum hem de
yabancı bir şeydi.
Graffitiye uzun zaman önce başlamıştım. Birinin attığı sprey boyayı alıp duvara
bir şeyler çizmeyi denemiştim. Sarı renkliydi galiba. Boyayı öylesine sıkıp
çizdiğim şeye baktım. Gri duvardaki capcanlı sarı renge bakıp başka bir boya
kutusu aldım. Uzun bir süre düşünmeden boyayı duvara püskürttüm. Ne
zaman ki kutuların hepsi boşaldı, ellerim ancak o zaman durdu. Kutuyu fırlatıp
bir adım geri çekildim. Nefesim tüm gücümle koşuyormuşum gibi çıkıyordu.
Duvardaki renklerin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Ne yaptığımı ya da niye
yaptığımı da bilmiyordum. Ama yapmıştım işte. Duygularımın bir dışavurumu
olsa gerekti. Kalbimi kusmuştum o duvara. İlk başta çirkin olduğunu
düşündüm. Pis olduğunu düşündüm. Saçma sapan, gereksiz ve acınası
olduğunu düşündüm. Beğenmedim. Kurumamış olan bazı kısımları elimde
silmeye çalıştım. Hepsini silmek istedim. Sileceğime, başka renkler sıvayıp
değişik şekillere soktum. O duvara sırtımı verip çöktüm. Beğenip beğenmeme
meselesi değildi. Güzel olup olmamasıyla ilgili de değildi. Benimle ilgiliydi.
Ayağa kalkınca öksürdüm. Elime kan gelmişti. Sonra başkasının eline sprey
boyayı aldığını gördüm. El, bir yüze bağlanana kadar gözümle takip ettim.
Namjoon hyung’du. Kahkaha attım. Hayalet gördüğümü düşünüyordum.
Hyung bana elini uzattı. Bense sadece ona baktım. Hyung elimden tutup beni
kendine çekti. Eli sıcacıktı.
Cypher x
Cypher x
Yoongi, 7 Nisan YIL 22
Hantal piyano sesini duyunca durdum. Gecenin bir yarısı bomboş inşaattaki tek ses birinin
bir varilin içine yaktığı ateşten gelen çıtırtı sesiydi. Eskiden benim çaldığım şarkı olduğunu
kestirebiliyordum ama pek bir şey düşünmemiştim. Sarhoş adımlarım sendeliyordu.
Gözlerimi kapayıp daha da aldırmadan yürüdüm. Ateşten gelen sıcaklık yükselirken piyano
sesi, gecenin havası, hatta sarhoşluğum bile uçup gidiyordu.
Ani korna sesiyle gözlerimi açıp geçen arabadan kılpayı kurtuldum. Farların kamaşması,
geçen arabaların rüzgarı ve sarhoşluğumun karmaşası arasında çaresizce sendeledim.
Şoförün biri küfür üzerine küfür ediyordu. Tam karşılık vermek üzereydim ki piyano sesini
duyamadığımı farkettim. Yanan ateşin, rüzgarın ve arabaların ardında bıraktığı seslerin
arasında piyano sesini duymaya imkan yoktu. Kesilmiş gibiydi. Niye kesilmişti ki? Birisi
piyano mu çalıyordu?
Bir anda varildeki ateşim kıvılcımları karanlığa doğru taştı. Bir süre bomboş kıvılcımlara
baktım. Yüzüm sıcaklıktan kızarıyordu. Birinin piyano tuşlarına yumruk indirme sesini de o
an duydum. İçgüdüsel olarak arkamı döndüm. Bir sonraki an ise kanım kaynıyor, nefesim
daralıyordu. Çocukluğumun kabusu… O yerde duyduğum ses gibiydi.
Sonra koşmaya başladım. Vücudum kendi kendine dönüp enstrüman mağazasına doğru
koşmaya başladı. Bir anda sanki bu an tekrar tekrar defalarca kez olmuş gibi bir hisse
kapıldım. Sanki çok acil bir şeyi unutuyormuşum gibi…
Kırık camları olan mağaza… Birisi piyanonun önünde oturuyordu. Yıllar olmuştu ama yine
de anında tanıdım onu. Ağlıyordu. Yumruklarımı sıktım. Başkasının hayatına karışmak
istemiyordum. Başkasının yalnızlığını teselli etmek istemiyordum. Başkasına bir anlam
ifade etmek istemiyordum. O kişiyi koruyabileceğime dair güvenmiyordum kendime.
Sonuna dek yanında olabileceğime dair güvenmiyordum. Canını yakmak istemiyordum.
Canım yansın istemiyordum.
Yavaş yavaş adım attım. Arkamı dönüp gitmek üzereydim ama farkına bile varmadan
yakınına gelip yanlış notayı gösterdim. Jungkook başını kaldırıp bana baktı. “Hyung.” Ben
okulu bıraktıktan sonra ilk karşılaşmamızdı bu.
Cypher x
Cypher x
Seokjin, 11 Nisan YIL 22
Acı bir fren sesiyle araba durdu. Düşüncelere dalınca ışıkların değiştiğini
görmemiştim. Tanıdık üniformalı öğrenciler karşıya geçerken camdan
bana baktılar. Beni parmakla gösterenler bile vardı. Başımı eğerken zoraki
gülümsedim.
Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ama bu korkmadığım anlamına
gelmiyordu. Tüm bu talihsizlik ve acıyı gerçekten sonlandırabilir miydim?
Tekrar eden yanlışlar asla başarı olamayacağı anlamına gelmiyor muydu?
Vazgeçmem gerekmez mi? Mutluluğumuz bomboş bir umut değil mi?
Aklımdan birçok düşünce gelip geçti.
Farketmeden benzin istasyonunun olduğu yere gelmişim. Namjoon’un
çalıştığını görebiliyordum. Ciğerlerime derin bir nefes doldurup yavaşça
verdim. Yoongi’nin, Hoseok’un, Jimin’in, Taehyung’un ve Jungkook’un
yüzlerini birer birer gözümün önüne getirdim. Sonra şerit değiştirip benzin
istasyonuna girdim. Vazgeçemedim. %1 bir şans bile olsa
vazgeçmeyecektim. Penceremden Namjoon’un yaklaştığını
görebiliyordum.
Cypher x
Yoongi, 11 Nisan YIL 22
Jungkook’un biraz arkamdan takip ettiğinin bilinciyle yürümeye devam ettim. Raylar
uzanıp gittikçe konteynerler belirmeye başladı. Arkadan dördüncü konteynerdi.
Hoseok, Namjoon ve Taehyung’la buluşacaklarını, benim de gelmemi söylemişti.
Gelirim demiştim ama pek gitmeye niyetli değildim. Başka insanların işine
karışmaktan nefret ediyordum ve Hoseok da bunu biliyordu. Muhtemelen gelmem
diye düşünmüş olsa gerek.
Kapıyı çekip açtığımda Hoseok’un yüzündeki şok ifadesini gördüm. Sonra
Jungkook’u gördü ve yüzüne karışık duygularının abartılı bir ifadesi vururken bize
doğru yaklaştı. “Ne kadar oldu?” Hoseok’un Jungkook’u çekiştirme ve Jungkook’un
çekingenlik seslerini duyabiliyordum.
Çok geçmeden Namjoon, Taehyung’u getirdi. Taehyung’un tişörtünün bir tarafı
yırtılmıştı. Ne olduğunu sorunca Namjoon Taehyung’a yumruk atar gibi yaptı. “Bu
velet graffiti yaparken polise yakalanmış. Benim de gidip onu almam lazımdı, o
yüzden geç kaldım.” Taehyung abartıyla özür dileyen bir surat yapıp fazla konuşkan
bir tavırla tişörtünü polisten kaçarken yırttığını anlattı.
Bir köşeye oturup onları izledim. Namjoon üstünü değiştirsin diye Taehyung’a bir
tişört verirken Hoseok hamburger, içecek falan çıkardı. Tüm bunların arasında
Jungkook ne yapacağını, nereye gideceğini bilemez bir halde öylece duruyordu. Bir
düşününce, tıpkı lisedeki gibiydi. Sığınak sınıfta Namjoon Taehyung’u haşlar, Hoseok
etrafta bağıra çağıra dolaşır, Jungkook da nereye gideceğini bilemez halde öylece
dururdu.
En son böyle bir araya gelmemizin üzerinden ne kadar geçmişti?
Hatırlayamıyordum. Seokjin hyung’la Jimin’e ne olmuştu? Hiç benlik olmayan bir
düşünce geldi aklıma. Buraya ilk kez gelmeme rağmen içim şimdiden rahattı.
Cypher x
Cypher x
Seokjin, 11 Nisan YIL 22
Denize yalnız başıma geldim. Vizörden deniz uçsuz bucaksız ve
alabildiğine maviydi. Suya yayılan günışığı ve çam ormanından
gelen esinti bile hala aynıydı. Tek değişen şey yalnız oluşumdu.
Deklanşöre basmamla birlikte gözlerimin önündeki manzara
parladı; bir anlığına 2 yıl 10 ay önceki* o gün belirip hemen
kayboldu. O gün, bu günün önünde hep birlikte oturuyorduk.
Yorgun, elimiz boş ve umutsuzduk ama birlikteydik.
Arabamı çevirip gaza bastım. Dinlenme noktasını arkamda
bırakıp tünelden geçtim. Bir zamanlar gittiğimiz okulun
yakınlarında arabanın camını açtım. Bir bahar akşamıydı. Hava
ılıktı ve okul duvarlarının yanıbaşında sıralanan kiraz ağaçlarının
yaprakları havada süzülüyordu. Okuldan çıkıp dörtyolu geçerek
birkaç sokağa girdim. Nispeten yakınımda Namjoon’un çalıştığı
benzin istasyonunun ışıklarını görebiliyordum.
*Haziran 19
Cypher x
Cypher x
Seokjin, 11 Nisan YIL 22
Gözümü açtığımda yine 11 Nisan’dı. Günışığı açık perdeden içeri
doluyordu. Ayağa kalkarken başım döndü ve gözlerimi kapadım. Etrafım
kırmızımsı bir ardıl görüntüye* dönüşmüştü ve Taehyung’un görüntüsünü
gördüm. Sahildeki gözlem platformunun tepesinde kendi başına
duruyordu. 22 Mayıs günü olmuştu bu. Geçmiş ve gelecekti. Çoktan
olmuş bir şey ve hala olma ihtimali olan bir şey. Her şeyin çözüldüğünü
düşündüğüm nokta buydu.
Taehyung’u güneş yeni batmaya başladığında platforma tırmanırken
görmüştüm. Gökyüzü hala maviydi ama yavaşça koyu kırmızı dokunuşlar
belirmeye başlıyordu. Başımı kaldırdığımda Taehyung’un tırmandığını
gördüm. Tepeye çıktığında, bir anlık aşağı bize baktı. Sonra da atladı. Bir
kuş gibi, kanatları varmış gibi atladı. Sonra sanki bir an havada durmuş
gibiydi. O an, sanki bir ayna kırılıyormuşçasına, perdeden içeri soğuk
rüzgar doluyormuşçasına bir hal geldi bana.
Gözlerimi açtığımdaysa tarih bugünü, 11 Nisan’ı gösteriyordu.
*Bir noktaya uzun süre baktıktan sonra gözler kapandığında, bakılan görüntünün
negatif renkleri ile belirmesi durumu
Cypher x
Cypher x
Namjoon, 11 Nisan YIL 22
El yordamıyla tişört ararken Taehyung arkadan uzanıp bir tane
kaptı. Üzerinde benimkiyle aynı şeyin yazdığı bir tişörttü.
Taehyung yırtık tişörtünü çıkarırken mahcup mahcup güldü.
Konteynerin tepesinden sarkan loş ışığın altında kısacık bir an
eziklerle kaplı sırtını gördüm. Hoseok bana şok içinde baktı.
Taehyung aynada tişörtümü giymiş haline baktı. Sonra da güldü.
“Bu velet graffiti yaparken polise yakalanmış. Benim de gidip onu
almam lazımdı, o yüzden geç kaldım.” Taehyung’a yumruk
atarmış gibi yaptım, karşılığında o da abartılı bir özür ifadesi
takındı. Konteynerin bir köşesinde oturan Yoongi hyung yavaşça
yaklaşıp Taehyung’un omzuna hafifçe dokundu.
Cypher x
Namjoon, 11 Nisan YIL 22
Benzinle işimi bitirip içeri girdim ama bir şey yüzüme sürtünerek düştü.
Şaşırarak bir adım geriye atıp aşağı baktım. Ayaklarımda buruşturulmuş
bir kağıt para duruyordu. Refleksle çömelip elimi uzattım. Arabadakiler
kahkahaya boğuldu. Bir an durdum. Seokjin hyung uzaktan beni izliyordu.
Kafamı kaldıramadım. Pahalı arabalara binip başkalarını hor gören
insanlarla gözgöze gelince ne yaparsınız? Yüzleşmeniz gerekir.
Yaptıklarının adil olmadığını düşünüyorsanız, yüzleşmeniz gerekir.
Cesaret, gurur ya da eşitlik meselesi değil bu. Yapmak zorunda olduğunuz
bir şey.
Ama burası bir benzinlikti ve ben de part time bir çalışandım. Bir müşteri
çöp atarsa temizlemem lazımdı. Küfrederlerse dinlemem lazımdı. Yere
kağıt para attıklarında da almam lazımdı. Vücudum aşağılanmayla
titriyordu. Yumruğumu sıktım. Tırnaklarım tenime batıyordu.
O anda birinin eli paraya uzanıp aldı. Arabadakiler eğlenceleri bozulmuş
gibi homurdanıp benzinlikten gittiler. Onlar gittikten sonra bile kafamı
kaldıramadım. Seokjin hyung’la gözgöze gelecek cesareti kendimde
bulamıyordum. Hyung benim korkaklığımı, yoksulluğumu, durumumu
bilmediğinden değildi gerçi. Ama öyle olsa bile bunu ona apaçık
göstermek istemiyordum. Hyung görüşümün az ötesinde kıpırdamadan
öylece duruyordu. Ne yakına geliyor ne de benimle konuşuyordu.
Cypher x
Cypher x
Jungkook, 11 Nisan YIL 22
Sonunda dileğim gerçek oldu. Sokaktaki birkaç serseriye bilerek
omuz atıp istediğim kadar dayak yedim. Dayak yerken
gülümseyip durdum, öyle olunca bana deli deyip beni daha çok
dövdüler. Kepenklere yaslanıp gökyüzüne baktıp. Gece olmuştu
bile. Katran karası gökyüzünde hiçbir şey yoktu. Bir parça çimen
az ötede duruyordu. Rüzgardan dümdüz olmuştu. Aynı benim
gibi. Gözyaşlarım dinsin diye kendimi gülmeye zorladım.
Kapalı gözlerimin ardında üvey babamın boğazını temizlerkenki
halini gördüm. Üvey kardeşim gülüyordu. Üvey babamın
arkabaları ya başka bir yere bakıyor ya da gereksiz şeylerden
konuşuyorlardı. Orada değilmişim gibi, varlığımla yokluğum
birmiş gibi davranıyorlardı. Önlerinde ise annem utanç ve öfke
arasında kısıp kalmıştı. Kendini yerden tozla birlikte kaldırıp
öksürdü. Sanki biri karnıma bıçak saplamış gibi canım yandı.
İnşaatın çatısına çıktım. Şehir geceleyin korkunç renklere
bezenmişti. Korkuluklara çıkıp kollarımı açtım ve yürüdüm. Bir an
bacaklarım titredi ve az daha dengemi kaybediyordum. Bir adım
daha atsam ölebilirim diye düşündüm. Ama ölsem her şey son
bulurdu. Yokolup gitsem kimse üzülmezdi.
Cypher x