The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

BTS'in Love Yourself albümlerinde yer alan tüm "화양연화 The Notes" serisinin kronolojik çevirisini içeren görsel kitap

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by CYPHER, 2020-02-18 13:51:43

[Türkçe] CYPHER 화양연화 The Notes - Love Yourself Full

BTS'in Love Yourself albümlerinde yer alan tüm "화양연화 The Notes" serisinin kronolojik çevirisini içeren görsel kitap

Keywords: hyyh,türkçe,the notes,love yourself,bts

Cypher x

Jungkook, 11 Nisan YIL 22

Çatıdaki korkulukların tepesinde yürüdüm. Bina inşaatın orta
yerinde terkedilmişti. Bir ayağımı havaya uzatınca, karanlık
ayağımın altından kaynamaya başladı. Şehrin gece manzarası
korkulukların ardından baş döndürücü bir şekilde uzanıyordu.
Neon ışıklar, korna sesleri ve dumanımsı toz karanlıkta can
veriyordu. Bir an başım döndü. Dengemi toplamak için kollarımı
iki yana açtım. Sonra düşündüm ki sadece bir adımcık… Bir
adımcık daha atsam her şey son bulacaktı. Vücudumu biraz daha
karanlığa yanaştırdım. Ayaklarımın ucunda başlayan karanlık
şimdi tüm vücudumu yutacakmış gibi bana tırmanmıştı.
Gözlerimi yumduğumda baş döndüren şehir, sesler ve korku hep
kaybolmuştu. Nefesimi tuttum. Sonra vücudumu yavaşça ileri
doğru eğdim. Hiçbir düşüncem yoktu. Aklıma kimse gelmedi.
Arkamda hiçbir şey bırakmak istemedim. Hiçbir şey
hatırlamayacaktım. Sonum bu olacaktı.

Tam o anda telefonum çaldı. Uzun bir rüyadan uyanmışım gibi
kendime geldim. Körelmiş hislerim birden dirildi. Telefonumu
çıkardım. Arayan Yoongi hyung’du.

Cypher x

Cypher x

Namjoon, 28 Nisan YIL 22

Taehyung’da bir numaralar olduğunu uzun zamandır biliyordum. Dışından
hiçbir şey yokmuş gibi davransa da anlık hareketleri ya da ifadeleri
anksiyetesini ve ne yapacağını bilmediğini ele veriyordu. Sık sık karakola
girip çıkıyordu ve vücudunda yaralar görmüştüm. Kabus da görüyordu.

Üzerine gidip nesi olduğunu sormamamın ya da içini dökmesini
söylemememin tek sebebi kendisinin söylemesini beklememdi. Kısmen
de bu sıkıntıları dinleme hakkını kendimde görmediğimdendi. Hyungluk,
yetişkinlik yapıyordum güya, ama işin aslı arkadaşlarım zor zamanlardan
geçerken onları koruyamıyordum. Hepsi böylesine olgun olduğum için
beni göklere çıkarıyordu ama yetişkin falan değildim aslında. Önümdeki
gerçekliğe doğrudan bakamayıp tereddüt ediyordum sadece.

Yoongi hyung ölmüştü. Taehyung bugün yine aynı kabusu gördü.
Omzundan tutup sarstım onu. Kendine gelip uzun bir süre oturup boşluğa
baktı. Gözyaşlarını silmiyor, anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıyordu.
Yoongi hyung’un öldüğünü, Jungkook’un bir kaza geçirdiğini ve benim bir
kavgaya karıştığımı söyledi. Böyle rüyalardan çok gördüğünü, gerçek
sanacak kadar berrak olduğunu ve bunun da rüyasının bir parçası
olduğunu anlattı. “Hyung, bir yere gitme.” Taehyung’un sesi tedirginlikle
titriyordu.
.

Cypher x

Jungkook, 2 Mayıs YIL 22

Başımı kaldırınca Namjoon hyung’u konteynerin önünde gördüm. Kapıyı
açıp içeri girdi. Yere saçılmış bütün kıyafetleri bir battaniye olarak toplayıp
içine gömüldü. Bir serinlik geldi. Tüm vücudum tir tir titredi ve ağlamaklı
oldum. Ama onu bile yapamıyordum.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde Yoongi hyung yatağın tepesinde duruyordu.
Çarşaflar alev almıştı. O an kontrol edemediğim bir öfke ve korku duygusu
beni sarıp sarmaladı. Kendini iyi ifade edebilen biri değildim. Duygularımı
ifade etmek, başkasını ikna etmek – ikisinde de beceriksizdim. Gözlerim
dolup öksürmeye başladığımda konuşmak daha da zor bir hale geldi.
Alevlere koşarken tükürür gibi söylediğim tek cümle ise şu oldu: “Denize
hep beraber gideceğiz demiştik!”

“Ne oldu? Kabus falan mı gördün?” Biri omzumu sarsınca gözlerimi açtım.
Namjoon hyung’du. Tuhaftır ki üzerime bir emniyet duygusu çöktü. Elini
üzerime koyup ateşim olduğunu söyledi. Gerçekten de ateşlenmişim gibi
hissediyordum. Ağzımın içi kaynıyor ama geri kalan her yerim donuyor
gibiydi. Başım zonkluyor, boğazım acıyordu. Hyungun verdiği ilacı zorla
içtim. “Biraz daha uyu. Sonra konuşuruz.” Başımı salladım. Sonra ağzımı
açtım. “Senin gibi bir yetişkin olabilecek miyim ben?” Namjoon hyung
arkasını dönüp bana baktı.

Cypher x

Cypher x

Cypher x

Yoongi, 2 Mayıs YIL 22

Çarşaflar bir anda alev almıştı. Katlanılamaz sıcaklığın içinde bütün leş
şeyler kimliklerini yitirdiler. Artık ne ekşi küf kokusunu alıyor, ne nerden
geldiği belirsiz nemi hissediyor, ne de loş ışığı görebiliyordum. Tüm
bunların yerini ızdırap almıştı. Sıcaklıktan gelen fiziksel bir ızdırap.
Parmaklarımın derisi o kadar sıcaktı ki bir anda su topladı. Anca o zaman
babamın ifadesiz suratı ve müziğin sesi dağıldı.

Babam ve ben çok farklıydık. Ne babam beni ne de ben babamı anlıyorduk.
Denesem onu ikna edebilir miydim ki? Muhtemelen hayır. Tek
yapabildiğim saklanıp babama karşı gelmek ve ondan kaçmaktı. Bazen
kurtulduğum şeyin babam olmadığına dair bir düşünce gelirdi bana.
Derken bir kayalığın üzerinde duruyormuşum gibi bir korku aldı beni.
Kaçtığım şey neydi o zaman? Kendimden kurtulmak için ne yapmam
gerekiyordu? Her şey imkansız geliyordu.

Bir an biri bana sesleniyormuş gibi aldı ama kafamı kaldırmadım. Ya
sıcaklıktan ya da acımdan nefes alamıyordum. Hareket edecek takatim
yoktu. Öyle olsa bile biliyordum. Jungkook’tu gelen. Kızmış olacaktı. Belki
bana üzülürdü. Bense sadece kaybolup gitmek istiyordum. Tüm duman
ve sıcaklık, tüm acı ve korku bitsin istiyordum. Jungkook tekrar bir şey
bağırdı. Ama duyamadım. Görüş alanım daralıyordu. Sonunda gözlerimi
kaldırdım. Bu dünyada son gördüğüm şey bu dağınık ve izbe oda,
kıpkırmızı alevler, kavurucu sıcaklık, ve Jungkook'un çarpık yüzüydü.

Cypher x

Cypher x

Cypher x

1/15
Yanlışlar ve hataları düzelterek
diğerlerini kurtarabilecek miydim? Bu
sorunun derinliği ve ağırlığını

anlayamamıştım.
SeokJin

2 Mayıs YIL 22

Cypher x

Cypher x

Cypher x

8/15
Narkolepsim herhangi bir zaman
herhangi bir yerde vuku buluyordu.
Bayıldığımda rüyamda hep annemi

görüyordum. Rüyalarımsa hep
aynıydı. Annemle otobüse binip bir

yere gidiyorduk.
HoSeok

10 Mayıs YIL 22
Cypher x

Cypher x

Hoseok, 12 Mayıs YIL 22

Acil çıkış kapısını açıp merdivenlerden aşağı koştum. Kalbim patlayacakmış gibi atıyordu.
Hastane koridorunda bir anlık gördüğüm yüz kesinlikle anneme aitti. O an geriye baktım.
Asansör kapıları açılmış ve içinden bir insan yığını çıkmıştı. Kalabalığın iterek çaresizce
aralarından geçmeye çalışırken annemin siluetinin acil çıkış kapısından geçtiğini gördüm.
Telaşlı bir kalple merdivenleri ikişer ikişer indim. Durup dinlenmeden birkaç kat aşağı
koştum.

“Anne!” Annem durdu. Bir adım daha attım. Annem arkasını döndü. Bir kat daha indim.
Annemin yüzü görünür hale geldi. Tam o anda topuğum merdivenin ucundan kaydı ve
dengemi kaybettim. Yüzüstü düşeceğimi sanıp gözlerimi sımsıkı yumdum. Biri kolumdan
tuttu. Bunun sayesinde dengemi kılpayı kurtarabilmiştim. Arkamı dönünce yüzünde şok
ifadesiyle duran Jimin’i gördüm. Teşekkür bile edemeden tekrar arkamı döndüm.

Orada bir kadın vardı. Şaşırmış görünüyordu. Yanında ise küçük bir çocuk kocaman
gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Annem değildi bu kadın. Merdivenlerin tepesinde
durup kadının yüzüne boş boş baktım.

O durumdan kaçmak için ne söylediğimi hatırlamıyorum. Jimin’e de orada nasıl belirdiğini
sormadım. Aklım ince detaylara takılmak için fazla dağınıktı. Kadın annem değildi. En
başından beri bile bunu biliyor olabilirdim. Beni lunaparkta terkedeli on yıldan fazla
olmuştu. Annem şimdi daha yaşlı ve hatırladığımdan farklı olsa gerekti. Karşılaşsam bile
tanımazdım. Hayır, şu an yüzünü bile zar zor hatırlıyordum.

Arkamı döndüm. Jimin sessiz sessiz peşimden geliyordu. Lisedeyken acil serviste
yollarımız ayrıldıktan sonra Jimin burada hastanede kaldığını söyledi. Ayrılmak istemiyor
musun diye sorulduğunda ne yapacağını bilemiyormuş gibi görünen ifadesini düşündüm.
Jimin de tıpkı benim gibi sıkışmış, bizi bağlayan anılara ne tutunabiliyor ne de onlardan
kopabiliyor olamaz mıydı? Ona doğru bir adım attım.

“Jimin-ah. Gidelim buradan.”

Cypher x

Cypher x

Jimin, 15 Mayıs YIL 22

Gözlerimi açtığımda Hoseok hyung karşımda duruyordu. Tanıdık bir tavan
tanıdık bir karanlıkla bana bakıyordu. Şaşırıp doğrulmaya çalıştım ama
parmaklarını dudaklarına götürdü. Herkes uyuyordu ve etrafım sessizdi.
Hyung birden bana bir tişört uzattı ve başını hastanenin çıkışına doğru
yönlendirdi.

“Hepimiz birlikte geldik.” Namjoon hyung’un gözcülük yaptığını ve Yoongi
hyung’un hemşireleri oyaladığını söyledi. Jungkook ve Taehyung birazdan
asansörde bizimle buluşacaktı. İlk başta ne dediğini anlamamıştım. Hala
şaşkın bir halde hyung elini bana uzattı.

Hastaneden ayrıldığım gün. Bazen bu günü rüyamda görüyordum.
Hastaneden çıkıp arkadaşlarımı görmek, eskiden yaptığımız gibi gülüp
konuşarak onlarla vakit geçirmek istiyordum. Ama şimdi ikilemdeydim.
Gitmek iyi bir fikir miydi? Annem ve babam beni buraya saklamış ve
yokmuşum gibi davranmışlardı. İnsanlar zihinsel bir hastalığım olduğunu
fısıldıyordu. Hoseok hyung da böyle düşünüyor muydu bilmiyordum. Belki
tuhaf biri olduğumu, benimle vakit geçirmenin ona rahatsızlık verdiğini
düşünmüştür.

“Haydi, vaktimiz yok.” Belki de hyungun acele ettirmesinden olacak,
yelkovanın sesi tuhaf bir şekilde hızlı ilerliyormuş gibi geliyordu. Tak. Tak.
Ayak sesleri, işitsel bir sanrı gibi hastane odasına daha da yaklaşıyordu.
Hyung ve ben aynı anda kapıya doğru dönüp birbirimize baktık. Hyungun
eli önümde durmaya devam etti.

Cypher x

10/15
“Koş Jimin-ah!” Hepimiz bu işaretle
birlikte koşmaya başladık. Heyecana
kapılıp ben de onlarla birlikte koştum.
Çerez paketleri ve pet şişeler havaya

fırladı.
JiMin

15 Mayıs YIL 22

Cypher x

Cypher x

Jimin, 16 Mayıs YIL 22

Hoseok hyung’un evi çok yüksek bir yerdeydi. Genişçe bir caddeden biraz
yürüme mesafesinde, dar, dolambaçlı bir ara sokağın sonundaki evin çatı katı
odası – hyungun evi burasıydı. Tek göz odalı eve girince, hyung tüm şehirdeki
tek çatı katı daire olduğunu, büyüdüğümüz her yerin ayaklarımızın altında
göründüğünü söyleyip övündü. Hyungun dediği gibi çatı katı odasından her şey
görünüyordu. Yakındaki tren istasyonu, rayların yakınındaki konteynerler de
görülebiliyordu. Namjoon hyung onlardan birinde yaşıyordu. Görüşümü biraz
kaydırınca hepimizin gittiği okulu da görebiliyordum.

Okulu bulunca kafamı kaldırıp şehrin diğer tarafına baktım. Dağın eteklerinde
bir dizi büyük apartman vardı. Benim, hayır, ailemin evi görünüyordu. Tek
kelime etmeden hastaneden kaçmıştım. Aileme haber verilmiş olması
gerekiyordu. Belki de şu an beni arıyorlardı. Ailemle yüzyüze gelecek cesaretim
yoktu henüz. Hastaneden ayrılmıştım ama henüz eve gidememiştim.
Hastaneye dönmek istediğim anlamına gelmiyordu bu. Ama ne gidecek bir
yerim ne de param vardı. Tereddüt ederek öylece durdum, hyung ise onu takip
etmemi söyleyip önden gitti. Vardığımız yer burasıydı işte, hyungun evi.

Gözlerimi tekrar apartmanlara çevirdim. Eninde sonunda oraya gitmem
gerekiyordu. Ailemi görüp hastaneye dönmeyeceğimi söylemem gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım. Sadece bu düşünce bile bana nöbet geçirtecek gibiydi.
Açıkçası hastane dışında başka bir yere katlanabilirmişim gibi gelmiyordu.
Tekrar hastaneye kaldırılabilirdim. O kadar korkuyordum ki katlanamıyordum
buna.

Cypher x

Jimin, 19 Mayıs YIL 22

Sonunda botanik parkına gitmek zorunda kaldım. Orada ne olduğunu
hatırlamadığım yalanından vazgeçmem gerekiyordu. Hastanede
saklanmak, nöbet geçirmek – bunları bırakmam gerekiyordu. Bunu
yapabilmek için de o yere gitmem lazımdı. Kararımı vererek günlerce bu
otobüs durağına gelmiştim. Ama bir türlü parka giden otobüse binemedim.

Üç otobüs çoktan gelip gittikten sonra Yoongi yanımdaki yere çöktü. Niye
geldiğini sorunca yapacak bir şeyi olmadığından sıkıldığını söyledi. Sonra
da bana niye burada böyle oturduğumu sordu. Başım önümde,
ayakkabımın ucuyla yere vurdum. Niye burada böyle oturduğumu
düşündüm. Cesaretim olmadığı içindi. Artık iyiymişim gibi yapmak
istiyordum, bir şey biliyormuşum gibi yapmak istiyordum, böyle şeylerle
artık kolaylıkla başa çıkabiliyormuşum gibi yapmak istiyordum – ama
aslında korkuyordum. Neyle karşılaşacağım, katlanabilecek miyim, tekrar
nöbet geçirecek miyim – tüm bunlardan korkuyordum.

Yoongi hyung rahat görünüyordu. Dünyada acele ettirilmeye değecek
hiçbir şey yokmuş gibi havanın güzelliğinden ve birkaç boş şeyden
bahsetti. Ancak bunu duyunca havanın bugün gerçekten güzel olduğunu
farkettim. O kadar gergindim ki etrafıma dikkat edememiştim. Gökyüzü
masmaviydi. Ilık bir meltem ara ara esiyordu. Botanik parkına giden otobüs
geliyordu işte. Otobüs durdu ve kapısı açıldı. Şoför bana baktı.
Düşünmeden sordum.

“Hyung, benimle gelir misin?

Cypher x

Cypher x

Hoseok, 20 Mayıs YIL 22

Taehyung’u aldım ve karakoldan çıktık. “İyiydin”. Başımı eğip pek öyle gelmese de hevesle
söylemiştim bunu. Karakolla Taehyung’un evinin arası çok yoktu. Daha uzakta yaşıyor olsaydı,
Taehyung’un sürekli karakolluk olması için daha az sebep olur muydu ki? Taehyung’un ailesi
neden karakola bu kadar yakın yaşamaya karar vermişlerdi? Saflık derecesinde iyi kalpli olan bu
çocuğa dünya hiç adil davranmıyordu. Kolumu omzuna atıp bir sıkıntı yokmuş gibi “Aç mısın?”
diye sordum. Taehyung başını salladı. “Karakoldaki hyunglar seni görmek güzel deyip sana
yemek mi ısmarladılar?” dedim ama Taehyung bana cevap vermedi.

İkimiz güneşin alnına doğru yürüdük. İçimde soğuk bir rüzgar esti. Ben bile böyle hissederken o
kim bilir nasıl hissediyordu. Kalbinden geriye hiç kırıntı kalmış mıydı ki? İçinde ne kadar acı
taşıyordu? Böyle şeyler düşündüğümden yüzüne bakamadım. Onun yerine yüzümü güneşe
döndüm. Zayıf günışığının içinden bir uçak geçiyordu. Taehyung’un sırtındaki yaraları ilk
gördüğüm zaman Namjoon’un konteynerinde buluşmuştuk. Eline tişört geçirince heyecandan o
kadar tatlı gülmüştü ki kimse konuşamamıştı. Benimse kalbimin bir kısmı paramparça olmuştu.

Annem babam yoktu benim. Ne babam hakkında, ne de sadece yedi yaşına kadar tanıdığım
annem hakkında hiçbir şey hatırlamıyordum. İnsanın anne babası yüzünden çocukluğunda
yaşadığı acılardan bahsedecek olursak, kendi adıma yeterince acı çektim. İnsanlar şöyle diyor:
acının üstesinden gelmen lazım, kabul edip buna alışman lazım. Barışıp onları affetmen lazım.
Yaşamanın tek yolunun bu olduğunu söylüyorlar. Bilmediğimden değil. Nefretten
reddettiğimden de değil. Ama bazı şeyler sadece denemekle olmuyor. Kimse bana nasıl
yapacağımı anlatmadı. Ben bu dünya için yeterince katılaşamadan bende yeni yaralar açtı.
Dünyanın yaralamadığı kimsenin olmadığının tabii ki de farkındayım. Ama bu kadar derin
yaralara sahip olmak neden gerekli? Ne sebepten gerekli? Neden böyle bir hayat yaşamak
zorundayız?

“Hyung. Sıkıntı yok. Kendim gidebilirim.” dedi kavşakta. “Biliyorum be oğlum.” Sıfır endişeyle
önden gittim. “Gerçekten sıkıntı yok. Bak. İyiyim ben.” Taehyung bana gülümsedi. Cevap
vermedim. İyi olmasının mümkünatı yoktu. İyi değildi ama bunu bir kabul etseydi zor devam
edecekti. O yüzden görmezden geliyordu. Alışkanlığı olmuştu artık. Taehyung kapşonunu geçirip
peşimden geldi. “Gerçekten aç değilsin, değil mi?” diye sordum evinin koridoruna vardığımızda.
Taehyung saf bir şekilde gülümseyip başını salladı. Arkası dönük koridorda yürümesini izleyip
arkamı döndüm. Çocuğun yürüdüğü koridor, benim döndüğüm sokak… İkisi de dar ve izbeydi.
Hem bu çocuk hem de ben yalnızdık. Telefon çaldığında dönüp gitmek üzereydim.

Cypher x

Cypher x

Namjoon, 22 Mayıs YIL 22

”Aramızda sadece bir yaş var. Hayır, belli ki biri öyle demiş. Hyung benim
tabii ki. Biliyorum. Ama sonsuza kadar küçük bir çocuk olarak kalamaz.
Kendi başına halletmesinin zamanı gelmedi mi artık? Tamam. Tamam
dedim. Hayır, kızmıyorum. Özür dilerim.”

Telefonu kapatıp yere baktım. Ilık meltem eserken çam ormanını salladı
geçti. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Kumdan ziyade toz kaplı yerde
karıncalar dizilmiş bir yere gidiyorlardı. Birinin beni hem gerçek hem de
sembolik anlamda anlayabilme yetisi olsaydı, nereye ve neden gittiğimi
görebilir miydi?

Annemle babamı sevmediğimden değildi. Kardeşim için
endişelenmediğimden değildi. Elimden gelse onları yok sayardım. Ama
kendimden başkası olamadığımdan bunu kesinlikle yapamazdım. Durum
buysa da böyle zorluk çekmenin ne anlamı vardı – sinirlenmenin, kızmanın,
gitmek istemenin?

Uzaktan, tıpkı benim gibi sanki kin güdüyormuş gibi duran birinin sırtını
gördüm. Jungkook’tu bu. Bir keresinde Jungkook şöyle demişti: “Ben de
senin gibi bir yetişkin olmak istiyorum hyung.” O zamanlar cevap
verememiştim. O kadar da iyi bir yetişkin olmadığımdan – hayır, yetişkin
bile olmadığımdan. O zamanlar bunu söylemek çok acımasızca olur gibi
gelmişti. Güvenini ve ilgisini kabullenmem gerekiyordu. Hiç sevgi
görmemiş küçücük bir çocuğa insanların büyüyüp boy attığında ve biraz
daha uzun yaşadığında yetişkin olduğu anlamına gelmediğini
söyleyemedim. Jungkook’un geleceğinin benimkinden daha güzel şeyler
taşımasını dilemiştim ama gelişimine yardım etme sözünü veremedim.
Yanına yaklaşıp kolumu omzuna attım. Jungkook gözlerini kaldırıp bana
baktı.

Cypher x

Cypher x

Jungkook, 22 Mayıs YIL 22

Vücudum havada süzülüyor sanarken birden sert zeminle karşılaştım. Bir
süre hiçbir şey hissedemedim. Vücudum öylesine akıl almayacak
derecede ağırdı ki gözlerimi bile açamıyordum. Ne yutkunabiliyor ne de
nefes alabiliyordum. Bilincim kapanırken çevrem yavaş yavaş
görüşümden çıkmaya başladı.

Derken sanki bir şey yüzünden irkilmiş gibi vücudum korkunç derecede
titremeye başladı. Nereden geldiğini bilmediğim acı ve susuzluk arasında
farkına varmadan gözlerimi açtım. Görüş alanımın ötesinde sanki içi kum
doluymuş gibi bulanık bir parıltı vardı. Başta ışık sandım ama değildi.
Parlak, büyük ve bulanıktı. Hareket etmiyor ve havada duruyordu. Uzun
süre baktım ve yavaş yavaş bir şekle girmeye başladı. Aydı bu.

Dünya sanki başaşağı duruyormuşum gibi tersyüz olmuştu. O dünyanın ayı
da ters duruyordu. Nefes alabilmek için öksürmeye çalıştım ama hareket
edemiyordum. Sonra soğuk hava geldi. Korkuyordum. Dudaklarımı hareket
ettirdim ama sesim çıkmıyordu. Gözlerimi kapamamıştım ama her yer
yavaşça karardı. Kaybolan bilincimin arasında biri bana bir şey söyledi.

“Yaşamak ölmekten daha çok acı verse de hala yaşamak istiyor musun?”

Cypher x

11/15
Bir noktada hepimiz sahil kenarında
koşuyorduk. Nefes nefese kalmıştım,
terliydim ve başım zonkluyordu. Ama

hyunglar durmayınca ben de
durmadım.
JungKook
22 Mayıs YIL 22

Cypher x

Cypher x

Taehyung, 22 Mayıs YIL 22

Hyungun telefona cevap verip arkada kaldığını gördüğümde çam
ormanında yürüyordum. Son zamanlarda çok sık oluyordu bu.
Kimse dinleyemesin diye uzak bir yerlerde görüşüyordu. Bilerek
yavaşladım ve denize doğru saklandım. Hyung beni görmedi ve
yanımdan geçti gitti. “Aramızda sadece bir yaş var. Umrumda
değil. Sorumluluk alabileceğim bir şey değil zaten. Lütfen
kendiniz halledin.”

Ürperdim. Sanki tüm dünya çökmüş, sanki derin denizin orta
yerinde tek başıma sürükleniyordum. Korkmuştum, dehşete
kapılmıştım. Hem zavallı hem de beş para etmezin tekiydim.
Öfkeliydim. Öfkeliydim ve katlanamıyordum. Kötü bir şey yapmak
istiyordum, herhangi bir şey. Hep korkuyordum zaten. Babamın
kanı damarlarımda akıyordu. Kim bilir, belki de şiddet yanlısı
tarafım ona çekmiştir. Sıkı sıkı sardığım kalkanımdan bir şey
kendini dışarı atmak istiyor gibiydi.

Cypher x

Cypher x

Taehyung, 22 Mayıs YIL 22

“Hyung, hepsi bu mu? Bizden sakladığın başka bir şey yok mu?” Etrafımız birden
sessizleşmişti. Tüm bakışlar bana döndü. Dümdüz Seokjin hyung’a bakıyordum. Hyung da
bana bakıyordu. Bakışlarında tükenmişlik, utanç ve biraz da acınası bir şey vardı. Konuyu
tekrar açacaktım ki biri kolumdan yakalayıp beni durdurdu ama biliyordum. Namjoon hyung’du
bu.

“Seninle ne alakası var? Gerçek kardeşim değilsin ki?” Namjoon hyung’un gözlerini üzerimde
hissediyordum. Kafamı kaldırmadım ve elinden kurtuldum. Ben de Namjoon hyung’a yersiz
kızdığımı biliyordum. Hyungun telefonda söylediğini duyduğum sözleri tekrarlayarak
kızdığımı, canımın sıkkın olduğunu söyledim. Hyungun sözleri yanlış değildi. Neredeyse bir yaş
bile yoktu aramızda. Gerçek kardeşi değildim. Kendi başımın çaresine bakmam gerektiği
doğruydu. Ama öyle olsa bile canımı sıkmıştı işte. Karşılık verecek bir lafımın olmamasına daha
çok kızıyordum. Hyung nasıl hissettiğimi anlasın diye umuyordum.

“Taehyung-ah, özür dilerim. Bunu konuşmayı bırakalım şimdi.” Ağzını açan Seokjin hyung’du.
İsmimi söyleyen, özür dileyen Seokjin hyung’du. Namjoon hyung hiçbir şey söylemedi. “Ne
demek bırakalım? Konusu açıldığına göre her şeyi konuşalım bence. Sakladığın bir şey daha
var.”

“Dışarıda konuşalım” dedi Namjoon hyung tekrar kolumu tutarak. Tekrar savuşturmak istedim
ama beni dışarı sürüklemeye çalıştı. Direnip, “Bırak beni. Senin beni durdurmaya ne hakkın
var? Sen ne biliyorsun hyung? Bir şey bildiğin yok ama Seokjin hyung’un harika bir adam
olduğunu düşünüyorsun, değil mi?” dedim. O andı işte. Kolumu bıraktı. Bırakınca sendeledim.
Hayır, sadece bırakmasından değil. Kolumu bıraktığında beni tutan her şey çatlayıp bin
parçaya ayrılıyor gibiydi. Belki de içten içe kolumu hiç bırakmaz diye umuyordum. Bana kızıp
beni dışarı sürüklesin diye umuyordum. Belki de beni gerçek kardeşine yapacağı gibi azarlasın
diye umuyordum. Geri adım atamayacak kadar yakın ve değerli birine gibi…

Ama hyung kolumu bıraktı. Bense sadece güldüm. “Birlikte olmanın nesi bu kadar özel? Biz
birbirimizin neyiyiz? Hepimiz yapayalnızız sonuçta.”

Seokjin hyung’un bana vurduğu an da tam olarak buydu.

Cypher x

Cypher x

Hoseok, 31 Mayıs YIL 22

Nefesim birden tıkanınca içgüdüsel olarak bakışlarını görmezden
geldim. Bir süredir dans ettiğim için nefes nefeseydim ama
sebebi bu değildi. Nasıl da anneme benzediği düşüncesi sarmıştı
beni. Hayır, bir düşünce değildi bu. Ne bir farkındalık ne de
açıklayıp tanımlayabileceğim bir şeydi. On yıldan daha fazla
süredir tanıdığım arkadaşımın yüzüne bakamıyordum. Dans
etmeyi birlikte öğrenmiş, birlikte başarısız olmuş, birlikte
umutsuzluğa düşüp birlikte neşelenmiştik. Havlularımızı atıp
şakalaşırken terden sırılsıklam bir şekilde yere uzandık. Daha
önce hiç hissetmediğim bir his bana dokunmuşçasına ayağa
kalktım. Köşeyi döner dönmez duvara yaslanıp öylece durdum.
Düzensiz nefesimi sakinleştirmeye çalışırken “Nereye gidiyorsun
Hoseok-ah?” diyen bir ses duydum. Bir ses… Belki de bir sesti
sadece. “Hoseok-ah” diyen bir ses. Artık pek de iyi
hatırlayamadığım, yedi yaşıma kadar uzanan bir ses...

Cypher x

Cypher x

Yoongi, 8 Haziran YIL 22

Tişörtümü çıkardım. Aynadaki ben hiç ben gibi değildi. Üzerinde
“HAYAL” yazan tişört hiç benlik değildi bir kere. Kırmızı renkten,
“hayal” yazısından, hatta vücuduma böyle yapışmasından nefret
etmiştim. Sinirlenip bir sigara çıkardım ve çakmağımı aradım.
Pantolon cebimde bir şey yoktu. Çantama bakarken farkettim ki
biri almıştı. Ellerimden öylece alınmıştı. Elimde kalansa bir lolipop
ve bu tişörttü.

Saçlarımı karıştırıp ayağa kalkarken bir mesaj geldiğini bildiren bir
ses duydum. Telefonun ekranında üç heceli ismi görünce
etrafımdaki her şey bir anda aydınlandı ve bir şey küt diye
yüreğime indi. Mesajı okuyup sigaramı kırdım. Bir sonraki an ise
aynada gülümsüyordum. Üzerinde “HAYAL” yazan dar, kırmızı bir
tişört giyiyor ve aptal gibi gülümsüyordum.

Cypher x

Cypher x

Cypher x

Seokjin, 13 Haziran YIL 22

Denizden döndüğümüzde yapayalnızdık.

Her şey planlanmışçasına birbirimizle iletişime geçmedik. Sokaktaki
graffitiden, ışıkları parlayan benzinlikten ve yılların eskittiği bir binadan
gelen piyano seslerinden birbirimizin varlığını var sayıyorduk sadece. Ne
zaman bu olsa, gözlerimin önüne bir hayal gibi o gecenin görüntüleri
gelirdi. Taehyung’un kıvılcım gibi parlayan gözeri; inanması mümkün
olmayan bir şey duymuşlar gibi bana dönen bakışları; Namjoon’un
Taehyung’un sırtındaki eli; artık duruma katlanamayıp Taehyung’a bir
yumruk sallayan ben…

Kaçıp giden Taehyung’un nerede olduğunu bulamayıp deniz kenarında
kimsenin kalmadığı eve geri döndüm. Kırık bir cam, kurumaya başlayan
kan lekeleri ve bisküvi kırıntıları bana birkaç saat önce ne olduğunu
hatırlatan tek şeylerdi. Tüm bunların arasına düşmüş bir fotoğraf vardı.
Deniz manzarasının karşısında hep birlikte gülümseyerek poz vermişiz.

Bugün de benzinliğin önünden geçtim. Tekrar karşılaşacağımız bir gün
gelecek. Tekrar fotoğraftaki gibi güleceğimiz bir gün gelecek. Kendimle
tamamen yüzleşecek cesareti bulacağım bir gün gelecek. Ancak henüz
zamanı değil. Bugün de rüzgar havada nemi taşıyarak esiyordu. Sonraki
anda ise sanki bir uyarı gibi telefonum çaldı. Odamdaki aynada asılı olan
fotoğraf titredi. Telefonumun ekranında Hoseok’un ismi belirdi.

“Hyung, Jungkook o gece bir araba kazası geçirdi.”

Cypher x

Cypher x

Yoongi, 15 Haziran YIL 22

Kulağımda çınlayan müzik sesi farkedebildiğim tek şeydi. Ne kadar içtim, burası
neresi, ne yapıyorum bilmiyordum. Önemli de değildi. Dışarıya doğru
sendelerken gece olduğunu gördüm. Bir sallandım. Yanımdan geçen birine
miydi, bir büfeye mi ya da duvara mı bilmiyorum ama çarpmıştım işte.
Farketmezdi. Her şeyi unutmak istiyordum sadece.

Jimin’in sesi hala berraktı. “Hyung. Jungkook…“. Hatırlayabildiğim sonraki
sahne hastane merdivenlerinden çıldırmış gibi koşuşum. Hastane koridoru
tuhaf denecek derecede uzun ve karanlıktı. Hastane önlükleri giymiş insanlar
yanımdan geçiyorlardı. Kalbim çarpıyordu. Herkesin suratı kireç gibiydi. İfade
bile yoktu yüzlerinde. Ölü gibiydiler. Kafamın içinde nefesimin sesi beni şöyle bir
sarstı.

Açık bırakılmış hastane kapısının ardında Jungkook yatıyordu. Kafamı arkaya
çevirdiğimi farketmedim bile. Bakamıyordum. O anda birden piyanonun,
yangının ve çöken bir binanın sesi duyulabiliyordu. Başımı ellerimin arasında
alıp yere yıkıldım. Benim yüzümden diyordu. Keşke varolmasaydım diyordu.
Annemin sesi – hayır, kendi sesim – hayır, başkasının sesi… Bu sözlerle uzun
süredir acı çekiyordum. Öyle olmadığına inanmak istiyordum. Ama Jungkook
burada yatıyordu işte. Hastaların ölü gibi bir sağa bir sola gittiği koridorda
Jungkook yatıyordu. Gerçekten giremedim. Girip bakamadım. Öylece dururken
bacaklarım titredi. Geri dönerken gözlerim dolu dolu oldu. Komikti aslında. En
son ne zaman ağladım hatırlamıyordum.

Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken biri koluma asılınca arkamı döndüm. Kimdi
bu? Önemli değildi ki... Kim olursa olsun aynı olacaktı zaten. Yanıma gelme. Git.
Ne olursun beni yalnız bırak sadece. Senin de canını yakmak istemiyorum.
Canım yansın istemiyorum. O yüzden yaklaşma bana ne olur.

Cypher x

Cypher x

Taehyung, 25 Haziran YIL 22

Bilerek yavaşlayıp arkamdan koşan birinin zayıf sesini dikkatlice dinledim.
Bugün üçüncü kez büfede karşılaşmıştık. Tek bir fark varsa o da beni
görür görmez kaçtığıydı. Büfenin arkasındaki boş arsada dolanıyor, beni
görür görmez de saklanıyordu. Kendini iyi sakladığını sanıyordu ama
arsanın ön tarafına gölgesi düşüyordu. Güldüm. Hiçbir şey görmemişim
gibi yapıp yürüdüm. Peşimden gelmeye başladı.

Dar bir ara sokağa girdim. Mahallede sokak lambalarının bozuk olmadığı
tek yerdi burası. Sokak uzundu; lamba da ortasına doğru yerinde bir
yerdeydi. Işık kaynağı ileride olunca gölge arka tarafa uzanıyor. O yüzden
şu an gölgem arkama düşecekti. Belki de nefes nefese peşimden gelen
kişinin ayaklarına kadar uzanacaktı. Biraz sonra lambaya vardım ve
gölgem o an ayaklarımın altına gizlendi. Hızlanmaya başladım. Lambayı
arkamda bırakınca gölgem bu kez önüme düşmeye başlamıştı. Çok
geçmeden bana ait olmayan bir gölge tozlu beton yola vurdu. Ben
durunca arkamdaki de durup bekledi. İki farklı boyuttaki gölge yanyana
hareketsiz duruyordu.

“Sen buraya gelene kadar bekleyeceğim.” dedim. Gölge irkilmiş gibi zıpladı
ve sanki orada değilmiş gibi nefesini tuttu. “Seni görebiliyorum.” dedim
gölgeyi işaret ederek. Biraz sonra bilerek yere vuran ayak sesleri bana
yaklaşmaya başladı. Güldüm.

Cypher x

Cypher x

Namjoon, 30 Haziran YIL 22

Nispeten tuhaf bir hisle ellerimin sanki kendi aklı varmış gibi “aç”
düğmesine basışını izledim. Böyle anlar oluyordu. İlk kez olduğu besbelli
olsa da defalarca kez tekrar tekrar olmuş gibi hissediyordum. Asansörün
kapısı kapanmadan hemen önce tekrar açıldı ve içeri bir sürü insan
doluştu. Saçını sarı bir tokayla bağlamış biri gözüme çarptı. Onun burada
olacağını bildiğimden basmamıştım düğmeye. Ama kesin burada
olacakmış gibi gelmişti. Yavaşça biraz daha geriye doğru geçtim. Soğuk
asansör duvarına sırtımı yaslayıp başımı kaldırınca sarı toka görüş
alanıma girdi.

Bir insanın sırtı pek çok şey anlatır. Bunların içinden yalnızca birkaç
tanesini anlayabiliyorum. Bazılarını nispeten tahmin edebiliyordum,
bazıları ise en nihayetinde belirsiz kalıyordu. Birden şu düşünce geldi
aklıma: Birini tanıdığınızı ancak arkalarına bakarak her şeyi
anlayabildiğinizde söyleyebilirsiniz. Durum buysa, belki de beni de
arkamdan anlayabilen birileri vardır. Yukarı bakınca aynada gözgöze
geldik. Bir anlığına gözlerimi kaçırdım. Tekrar bakınca aynada yalnızca
yüzüm vardı. Sırtım görünmüyordu artık.

Cypher x

Jimin, 3 Temmuz YIL 22

En nihayetinde yere uzandım. Müziği kapatınca etrafımdaki her
şey sessizliğe bürünmüş, nefesim ve kalbimin çarpması dışında
hiçbir şey duyulmuyordu. Telefonumu çıkarıp gündüz öğrendiğim
koreografi videosunu oynattım. Hyungun videodaki hareketleri
çok akıcı ve düzgündü. Sayısız saatin, terin ve provanın sonucu
olduğunu biliyordum. Benim gibi çok bir şeyi olmayan biri içinse
hırsın sonucuydu. Ama anlamak ve istemek farklı şeylerdi, bu
yüzden sık sık iç geçirirdim. Bir anda tekrar ayağa kalktım.
Dönüşlerini taklit edebiliyordum ama adımlarım hala düzensizdi.
Pozisyon değiştirip dizilimimizi eşleştirdiğimiz kısımda hata
yapıp duruyordum. Yarın eşleştirmeye karar vermiştik ama o
zamana kadar öyle ya da böyle düzgün bir şekilde yapabilmek
istiyordum. Şakayla karışık “Gayet iyi” gibi bir yorumdansa
hyungla birlikte dans ettiğimiz zamanki gibi gerçek ve eşit bir
partner olarak kabul görmek istiyordum.

Cypher x

Cypher x

Hoseok, 4 Temmuz YIL 22

İlkyardım yapılırken koridora çıktım. Gece olsa da koridorda hala epeyce
insan vardı. Yağmur ve terden sırılsıklam olan saçımdan su damlıyordu.
Başımı sallarken çantasını düşürdüm. İçinden birkaç bir şey döküldü.
Kalem ve havlular saçılırken bozuk paralar yuvarlandı. Tüm bunların
arasında da elektronik bir uçak bileti vardı. Elime alıp üzerindeki bilgileri
inceledim.

Sonra doktor beni çağırdı. Ufak bir sarsıntı geçirdiğini, endişelenecek bir
şey olmadığını söyledi ve bir süre sonra çıktı. “İyi misin?” Çantasını
omzuna alırken biraz başının ağrıdığını söyledi. Sonra biletinin
göründüğünü farkedip yüzüme baktı. Çantayı diğer omzuna alıp bir şey
yokmuş gibi davrandım ve acele ettirdim onu. Girişe geldiğimizde yağmur
yağıyordu. Kapıda yanyana durduk.

“Hoseok-ah” dedi bana. Bir şey söylemek üzereymiş gibi bir ifade vardı
yüzünde. “Bekle biraz. Bir şemsiye alayım.” Düşünmeden yağmura daldım.
Köşede bir büfe vardı. Yakın zamanda uluslararası bir dans takımı için
seçmelere girdiğini biliyordum. Bilet almış olması kabul aldığı anlamına
geliyordu. Söyleyeceklerini dinlemek istemiyordum. Tebrik edecek
cesareti kendimde bulamadım.

Cypher x

Cypher x


Click to View FlipBook Version