The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

BTS'in Love Yourself albümlerinde yer alan tüm "화양연화 The Notes" serisinin kronolojik çevirisini içeren görsel kitap

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by CYPHER, 2020-02-18 13:51:43

[Türkçe] CYPHER 화양연화 The Notes - Love Yourself Full

BTS'in Love Yourself albümlerinde yer alan tüm "화양연화 The Notes" serisinin kronolojik çevirisini içeren görsel kitap

Keywords: hyyh,türkçe,the notes,love yourself,bts

Jimin, 4 Temmuz YIL 22

Kendime geldiğimde sanki derimi yüzecekmişim gibi yıkıyordum kolumu.
Ellerim titriyordu ve nefesim düzensizdi. Kolumdan kan akıyordu. Aynadaki
gözlerim kan çanağı gibiydi. Az önce olanlar parça parça bana geri gelmeye
başladı.

Bir anda tüm dikkatim dağılmıştı. Dans topluluğundaki bir noonayla
eşleşmiştik ama hareketlerimiz birbirine dolanınca birbirimize çarptık.
Sert zemine çarpınca kolum kanamaya başlamıştı. O anda, botanik
parkında olanları hatırladım. Aştığımı sandığım bir şeydi. Ama öyle
değilmiş. Kaçmam gerekiyordu. Kendimi arındırmam gerekiyordu.
Saklanmam gerekiyordu. Aynadaki kişi her zaman için yağmurda koşan
sekiz yaşındaki çocuk olacaktı. Sonra noonanın da düştüğü aklıma geldi.

Stüdyoda kimse yoktu. Aralık kalmış kapının ardında yağmur bardaktan
boşanırcasına yağıyordu. Hoseok hyungun koştuğunu görebiliyordum.
Sırılsıklam olmuştu. Bir şemsiyeyle arkasından koştum. Birden durdum
sonra.

Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Tek yapabildiğim düşüp birinin canını
yakmak, kendi canım yanınca korkup diğer kişiyi unutmak, sonra da geç de
olsa arkalarından koşup durmak olmuştu. Dönüp gittim. Her bir adımımda
yağmur damlaları spor ayakkabılarıma düşüyordu. Bir arabanın farları
yanıp geçti. İyi değildim. Hayır, iyiydim aslında. Canım yanmıyordu. Bu yara
hiçbir şeydi. İyiydim gerçekten.

Cypher x

Cypher x

Namjoon, 13 Temmuz YIL 22

Başımı otobüsün camına dayadım. Kütüphaneden benzinliğe, her gün gittiğim yol…
Sıkıcı derecede normal manzara pencereden akıp gidiyordu. Bu manzaradan kaçıp
kurtulabileceğim bir gün gelecek miydi? Yarın ne getirir bilmeye ya da bir şey
dilemeye imkan yok gibiydi.

Önümde sarı tokalı kızın oturduğunu görebiliyordum. İç çekiyormuşçasına omuzlarını
düşürmeden önce bir kaldırdı. Sonra da başını cama yasladı. Bir aydır aynı
kütüphanede ders çalışmış ve aynı duraktan otobüse binmiştik. Birbirimize tek
kelime etmemiş olsak da aynı manzaraya bakıyor, aynı zamanları yaşıyor ve aynı içi
geçiriyorduk. Tokası hala pantolonumun cebindeydi.

Hep benden üç durak önce inerdi. Ne zaman inse yine broşür mü dağıtacak acaba
diye düşünürdüm. Nasıl bir gün geçirip nelere katlanıyordu acaba? Yarın diye bir şey
zaten yok gibiyken, hiç gelmeyecekmiş gibi gelen bir yarın için ne kadar umutsuzluğa
boğulmuştu? Böyle şeyler düşünüyordum.

İneceği durak yaklaşıyordu. Biri zile bastı ve yolcular yerlerinden kalktılar. Ama o
kalkmadı. Başı cama yaslı, oturmaya devam etti. Uyuyor gibiydi sanki. Uyandırsa
mıydım? Bir anlığına bir ikileme düştüm. Otobüs durağa yaklaşıyor, ama o yerinden
kıpırdamıyordu. Yolcular indi. Kapı kapandı ve otobüs hareket etti.

Sonraki üç durak boyunca uyanmadı. Otobüsün kapısına yaklaşırken bir daha
ikilemde kaldım. Ben indikten sonra başka kimsenin onunla ilgilenmeyeceğine
emindim. Olması gerektiğinden çok daha uzakta uyanacak ve sonuç olarak günü
olması gerektiğinden çok daha yorucu olacaktı.

Duraktan ayrılıp benzinliğe doğru yürüdüm. Otobüs kalktığında arkama bakmadım.
Tokasını çantasının üzerine koydum ama hepsi o kadarcıktı. Ne bir başlangıç ne de bir
sondu bu. En başından beri bir şey olduğu yoktu, olması için bir sebep de yoktu zaten.
Gerçekten de önemli değil öyleyse diye düşündüm.

Cypher x

Cypher x

Jungkook, 16 Temmuz YIL 22

Pencerenin önünde durup kulaklıklarımı taktım ve yavaşça
şarkıya eşlik ettim. Bir hafta geçmişti bile. Artık sözlere
bakmadan şarkıya eşlik edebiliyordum. Kulaklığımın birini çıkarıp
kendi kendime söylemeyi denedim. Şarkının sözleri güzel olduğu
için beğendiğini söyledi ama sözler utanç vericiydi. Kafamı
kaşıdım. Temmuzun güneşi büyük pencere pervazından içeri
doluyordu. Yeşil yapraklar muhtemelen rüzgar yüzünden uçuşup
parlıyordu. Güneşin yüzüme dokunuşu ise her seferinde
farklıymış gibi geliyordu. Yumduğum gözlerimin ardındaki sarı,
kırmızı ve mavi renklere baktım. Sözler yüzünden mi güneş
yüzünden mi bilmiyordum ama kalbimin içinde bir şey sızlayıp
yanarak büyüyordu.

Cypher x

Cypher x

Taehyung, 17 Temmuz YIL 22

Yanlarım acıdan parçalanacak sandım. Her yerimden ter akıyordu. Rayların
oradaki sığınak, büfenin arkasındaki boş arsa, üstgeçidin altı… Hiçbir yerde
bulamıyordum onu. Otobüs durağına bile koştum ama hiçbir yerde
görünmüyordu. Otobüs bekleyenler bana tuhaf tuhaf baktılar. Ne olmuştu?
Buluşmak için sözleşmemiştik ama yine de tuhaftı. Hep bir yerlerden çıkıp
nereye gitsem peşimden gelirdi. Sinir bozucu olduğunu söylesem de
vazgeçmezdi. Ama birlikte gittiğimiz yerlerin hiçbirinde yoktu işte.

Tanıdık bir duvarın önüne gelip durdum. Birlikte yaptığımız graffitiydi bu.
İlk çizdiği. Üstüne kocaman bir X çizilmişti. Oydu bu. Gözümle
görmemiştim bile ama biliyordum. Neden peki? Bir cevabım yoktu buna.
Duvarın üstünde ise üstüste birçok resim vardı.

Raylara uzanıp kafamı çarptığım günkü gülüşü… Kaçmasına yardım
ederken düştüğümde kalkmama yardım edişi… Ekmeğini çaldığımda
sinirden köpüren yüzü… Vitrininde bir aile fotoğrafı asılı olan stüdyonun
önünden geçtiğimizde yüzünün düşmesi… Geçen öğrencileri farkında
olmadan takip eden gözleri… Bu duvara çizerken demiştim ki: “Bir şeyler
zor geliyorsa kendi başına katlanma. Söyle bana.” Tüm anılarımızın üstüne
sanki her şey sahteydi dermişçesine bir X çizilmişti. Hepsi yalandı
dermişçesine… Farkında olmadan yumruğumu sıktım. Neden ama? Cevap
yoktu tabii ki. Arkamı dönüp yürüdüm. Yine yalnızdım. Hem o hem ben,
ikimiz de yalnızdık.

Cypher x

Cypher x

Namjoon, 20 Temmuz YIL 22

Derginin reklam sayfalarına şöyle bir göz gezdirip kafamı
kaldırdım. Günlerdir diğer taraftaki masanın cam kenarında farklı
bir yüz oturuyordu. Benzer kalın bir kitap, benzer bir sırt çantası,
benzer beyaz bir kağıt bardak, ama o değildi. Bakışlarımı tekrar
dergiye çevirdim. Bir saattir aynı sayfayı okuyordum. Tekrar eden
düşüncelerim beni kelimelere odaklanmaktan alıkoyuyordu. Niye
burada oturuyorum? Bir cevap düşünemedim. Bir şeylerle
uğraşan insanların ortasında boş boş derginin sayfalarını
çeviriyordum. Bir şey, herhangi bir şey yapma isteğiyle doldum
birden. Bu şekilde kalamazdım. Dergiyi yerine koyup rafların
arasına gittim. Boyumdan da yüksek raflar sıra sıra dizilmiş
kitaplarla doluydu. Açık pencerelerden bir rüzgar eserek toz ve
kitapların kokusunu havaya karıştırıyordu. Bana sığınak sınıfta
arkadaşlarımla vakit geçirdiğim liseyi hatırlatıyordu bu. O
zamanlar okuduğum kitapların da kokusu böyleydi. Şimdiki halim
o günlere nazaran büyümüş müdür diye merak ediyorum. Hemen
evet diyemedim. Kim bilir, belki her şeyim o günlerde kalmıştır.
Diğer taraftaki rafa yürüyüp o zamanlar çalıştığım bir kitabı aldım
elime. Yeniden başlamam gerek. Birer birer, o zamanlar
vazgeçtiğim her şeyden başlayarak…

Cypher x

Jungkook, 26 Temmuz YIL 22

Hastanenin çiçek tarhından çaktırmadan bir çiçek kopardım.
Sürekli gülmenin eşiğinde olduğumdan kafamı eğdim. Yaz ortası
güneşi kör ediyordu. Odasının kapısını tıklattım ama açan olmadı.
Bir kere daha tıklatıp kapıyı ittim. Odanın içi nedense soğuktu.
İçeride de kimse yoktu. Sadece sessiz bir karanlık oturuyordu
içeride.

Odadan çıktım. Sıkkınlığım ve sinirimle tekerlekli sandalyemi
iterek koridorları hızla geçiyordum ki onunla karşılaştım.
Birdenbire karşıma biri çıkınca aniden durdum. Karşımda saçını
atkuyruğu yapmış bir kız vardı. Hastanenin dışında bir yerde bir
bank vardı. Hatırlıyorum, bir noktada oturup resim çizerken müzik
dinlerdik. Çatıda birlikte çilekli süt de paylaşmıştık. Ellerimde hala
yaban çiçeklerini sıkı sıkı tutuyordum ama verecek kimsem yoktu
artık.

Cypher x

Cypher x

Jungkook, 26 Temmuz YIL 22

Arkamı döndüğümde hastane çoktan uzağımda kalmıştı. Yaban
çiçeklerini bıraktığım bank, birlikte nehri izlediğimiz pencere gözden
kaybolmuştu. Düşününce, hastanedeki boğucu günlerimde bana bir
nefes olmuştu o. Banka oturup öğleden sonraları muhabbet eder, biz
farketmeden güneş çoktan batmış olurdu. Sığınakta geçirdiğimiz
vakitten, denize gittiğimiz günden hatta tren durağına yürüdüğüm
günden bile bahsetmiştim. O da bana hastanenin her bir karışını, nehri
görebildiğimiz pencereyi ve çatıya çıkan gizli merdivenleri anlatmıştı. Bu
hastanede bilmediği hiçbir şey yoktu.

Oda bomboştu. Hemşirelere sordum ama hiçbir şey anlamamıştım.
Taburcu mu olmuştu yoksa başka bir hastaneye mi sevkedilmişti
bilmiyordum. Nedense bir boş hissettim. Arkamı dönüp tekrar yürümeye
başladım. Uzaktan okulu görebiliyordum. Düşününce ona anlattığım
hikayelerin çoğu hyunglarla yaşadığım şeylerdi. Söylediğim çoğu şey
“hyunglar”la başlıyordu. Hep yalnız kalmış bana birer arkadaş, aile, hatta
öğretmendiler. Her bir hikayem onların da hikayesindeydi ve sadece
onlarla olan ilişkimde varoluyordum. Ama bir noktada şu düşünce aklıma
gelmeye başladı. Belki de bir gün artık yanımda olmayacaklardı. Belki de
bir gün onları aramaya gelip kimseyi bulamayacaktım ve kimse bana
nedenini söylemeyecekti. Belki de çok daha kötüsü olacaktı. O geceyi
düşündüm. Kocaman ayın gökyüzünde asılı olduğu, dünyanın ters
döndüğü, farların tersyüz olmuş görüşüme saplandığı, arka farlardan
gelen kırmızı ışığı ve tuhaf bir şekilde tanıdık gelen motor sesini… Yersiz
bir tahminde bulunmak istememiştim ama o an sürekli aklıma geliyordu.

Cypher x

Jimin, 28 Temmuz YIL 22

Bugün yine prova odasında kaldım. Saat gece yarısını çoktan geçmiş,
otobüsler bitmişti. İşin gerçeği otobüslerin bitmesini bekledim ki stüdyo
tamamen bana kalsın. Birlikte prova yapmak yalnızca hatalarımı
görmeme sebep oluyordu ve sinirimi bozuyor, hatta korkutuyordu beni.
Ama yine de ne olursa olsun dört dörtlük yapmak istiyordum. Bu yüzden
de her gece herkes gittikten sonra kendi başıma kalıyordum.

Her geçen gün korkum azalıyor ve tuhaftır ki dans etmenin çok eğlenceli
olduğu gerçeği kalıyordu bir tek geriye. Uzunca bir zaman aklımda
oluşturduğum küçük, zayıf, hantal görüntünün gerçek ben olduğunu
düşünerek yaşamıştım. Dans etmek bana sürekli vücut ağırlığımı,
kollarımın uzunluğunu, sarfedebileceğim hızı ve elde edebileceğim gücü
düşündürüyordu. Dans ederken küçük ve zayıf değildim. Dans yeteneğim
yaptığım pratik kadar gelişmişti. Önceden yapmaya korktuğum
hareketler bile birkaç denemeden sonra oturuyordu. Gelişiyordum.
Zamanla, yavaş yavaş, ama yine de gelişiyordum. Dans ederken
söyleyemediğim ve söylemediğim her şey dışa vuruldukça oldukça da
konuşkan biri olduğumu keşfettim. Dans etmeye başlayınca, hayatımda
ilk kez kendimi sevmeye de başladım.

Cypher x

Cypher x

Yoongi 29 Temmuz YIL 22

Nasıl oluyor da ancak bana gitarla eşlik eden kişi gittiğinde o melodi aklıma
gelip duruyor? Köşede duran piyanoya bakarak koltuğa uzandım. Okuldan
atıldıktan sonra bir keresinde annemin piyanosundan kalan tuşu fırlatıp
atmıştım. Kül olan evimizden getirdiğim tek şey, yarısı yanmış bir tuş
apartmanın penceresinden uçup gitmişti. Bitti artık diye düşünmüştüm. Kendi
kendime bir daha asla piyanoya dokunmama sözümü hatırlattım.

Sonraki sabah, asansörü bekleyemeyip merdivenlerden aşağı koştum. Bir
anlığına içim geçti sanmıştım ama güneş doğmuştu bile. Dün gece olanlar
birden aklıma geldi. Pencerenin altındaki çiçek tarhında hiçbir şey yoktu.
Güvenlik bana çöp kamyonunun az önce gittiğini söyledi. Annemin piyano
tuşunu böyle kaybetmiştim.

O günden beri müziği defalarca kez bırakmıştım. Yapmıyorum artık. Tekrar
başlamayacağım da. Müzik bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ama ondan kaçarken
bile biliyordum ki eninde sonunda tekrar müziğe başlayacaktım. Tıpkı o
merdivenlerden paldır küldür indiğim zamanki gibi. Müzik benim için böyle bir
şeydi. Hem acı veriyor hem de beni özgür kılıyordu. Hem kafam karışıyor hem
de her şey berraklaşıyordu. Korku ve özgüven, umut ve çaresizlik… Tüm bu
çelişen duyguların içinde yaşıyor gibiydim.

Durup dururken piyano çalmak istedi canım. Kendimle, güçlü numarası yapan
ama aslında çekingen ve ürkek olan halimle karşılaşmak istedim. Ağız dolusu
küfretmek, dalga geçmek, canını yakmak, vurmak, parçalamak, sarılıp
ağlamak istedim. Artık kaçmayı da bırakmak istedim. Gitar ve piyanoyla
yazdığım melodileri tamamlamak istedim. Belki bu kez gerçekten
yapabilirdim.

Cypher x

Cypher x

Seokjin, 3 Ağustos YIL 22

Sığınak sınıfın kapısını açarak içeri girdim. Yaz gecesinde küf ve toz kokusu
hala serinlememiş olan havaya karışmıştı. Bir an için aklımdan birkaç sahne
geçti.

Müdürün ayakkabılarının parlaması, Namjoon’un kapının dışında
beklerkenki yüzü, Hoseok’u görmezden gelip kendi başıma döndüğüm son
gün… Aniden başımda bir ağrı hissedip ürperdim. Tüm bu karışık duygular,
öfke, korku, ne derseniz deyin, acı gibi içime doldu. Vücudum ve kalbimle
hissettiğim tüm sinyaller gayet açıktı. Buradan gitmem gerekiyordu.

Taehyung yüzümdeki ifadeyi görmüş gibi beni kolumdan yakaladı. “Hyung,
biraz daha dene. Buradaki anıları hatırla.” Taehyung’un ellerini savuşturup
arkamı döndüm. Sıcağın altında saatlerdir yürüyorduk. Çok yorulmuştuk.
Diğer çocuklar bana ne diyeceklerini bilmiyorlarmış gibi bakıyorlardı. Anılar,
Taehyung’un bahsettiği anılar benim için anlamsız hikayelerdi sadece.
Yaptığım şeyin, bana olan şeyin, birlikte yaptığımız şeyin hikayeleri… Durum
bu da olabilirdi. Buydu zaten. Ama anılar anlama ya da kavrama anlamına
gelmiyordu. Tecrübe, duyup çözebileceğiniz bir şey değildir. Kalbinizin,
zihninizin, ruhunuzun derinine kök salması gereken bir şeydir. Ama oradaki
tüm anılarım kötü şeylerdi. Bana acı çektiren ve kaçmama sebep olan
şeyler…

Geri dönmek istediğimde kavga çıktı ve Taehyung beni durdurmaya çalıştı.
Ama hepimiz çok yorgunduk. Vuruşumuz, kaçışımız ve duruşumuz sanki
koyu, sıcak bir sıvının içindeymişiz gibi yavaş ve ağırdı. Bir anda
Taehyung’un bacakları benimkilere dolandı. Bir sonraki an dengemi
kaybedip sendeleyince omuzlarım duvara mı çarptı diye merak ettim.

Cypher x

İlk ne oldu bilmiyorum. Kalın toz tabakası yüzünden gözlerimi açamıyor, nefes
alamıyordum. Öksürük tutmuştu. “İyi misin?” Soruyu duyunca yere düştüğümü
farkettim. Ayağa kalkınca duvar olduğunu sandığım şeyin çöktüğünü gördüm.
Duvarın arkasına devasa bir boşluk vardı. Bir an kimse kıpırdamadı. “İnanamıyorum,
o kadar zamandır da buradaydık aslında!” dedi biri. Kimse duvarın diğer tarafında
böyle bir yer olabileceğini hayal bile edemezdi. Neydi ama bu? Toz dağılınca
boşluğun ortasında duran bir dolap gözümüze çaptı.

Namjoon dolabın kapısını açtı. Bir adım daha yaklaştım. İçinde bir defter vardı.
Namjoon defteri alıp ilk sayfayı açtı. Bir an için nefesimi tuttum. Eski gibi görünen
defterin ilk sayfasında beklenmedik bir isim vardı. Babamın ismiydi. Namjoon defteri
elinden kaptığımda bir sayfa daha çevirmek üzereydi. Yüzüme şaşkınlıkla baktı ama
umrumda olmadı. Sayfaları çevirdim. Eski defter parmaklarımın arasında
parçalanacak gibiydi.

Babamın arkadaşlarıyla birlikte lisede yaşadıklarıyla ilgili elleriyle yazdığı bir
günlüktü bu. Her günün hikayesi yoktu içinde. Bazıları ay ay devam ediyordu, hatta
kana benzer bir şeyle kaplanmış okunamayan sayfalar da vardı. Ama yine de
biliyordum. Babam ve ben aynı şeyi yaşamıştık, aynı benim gibi hatalar yapmıştı ve
telafi edebilmek için sürekli kaçmıştı.

Babamın defteri bir başarısızlık silsilesiydi. En sonunda vazgeçmiş ve başarısız
olmuştu. Unutmuş, arkasını dönmüş ve görmezden gelmişti. Arkadaşlarını hayal
kırıklığına uğratmıştı. Günlüğün son sayfası simsiyah mürekkep lekesiyle kaplıydı.
Mürekkep bir arkasındaki sayfaya, ondan da sonraki sayfaya derken son sayfaya
kadar geçmişti. Leke, babamın başarısızlığına dair anlamlı bir kanıt niteliğindeydi.

Ne kadar zaman geçtiğini farketmedim. Pencereden gelen rüzgarın serinlemesine
bakılacak olursa günün güneş doğmadan önceki en karanlık zamanı olmalıydı.
Namjoon da dahil herkes yerde uyuyordu. Kafamı kaldırıp duvara baktım. Bir
keresinde babamın adını buralarda bir yerde görmüştüm. Altında bir cümle vardı.
“Her şey burada başladı.”

Cypher x

Tam defteri kapatmak üzereydim ki parmak uçlarımda bir şey hissettim.
Mürekkep lekelerinin üzerinde bulanık harfler gözüme çarptı. Pencerenin
dışındaki kasvetli havayı hissettim. Şafak birazdan sökecek gibiydi. Ama gece
henüz sona ermemişti. Ne gece ne de şafak vaktiydi. Karanlık, belli belirsiz bir
ışığa bulanmışçasına, lekelerin ve satırların arasında pek belli olmayan harfler
vardı.

Defter, içinde yazılandan daha çok anı barındırıyordu. Babamın unutmaya
karar verdiği şeyler, hatırlamamaya karar verdiği şeyler, boşluklardaki
harflerde olduğu gibi bırakılmıştı. Rengi solmuş olsa da kalem izini eski
baskılar gibi parmaklarımın ucunda hissedebiliyordum. Babamın yaşadığı
sayısız tecrübe arasında, korku ve aşması imkansız görünen çaresizliğin
yanında cılız da bir umut bir fırtına gibi kopmuştu. Babamın bükülmüş ruhunun
haritası hala bu defterin içinde saklıydı.

Defteri kapadığımda gözyaşlarım süzülmeye başladı. Bir süre kıpırdamadan
oturdum. Arkamı döndüğümde çocuklar hala uyuyordu. Hepsine teker teker
baktım. Kim bilir, belki de buraya gelmemiz gerekiyordu. Her şeyimizin
başladığı yer burasıydı. Birlikte olmanın anlamını ve birlikte gülmenin neşesini
öğrenmiştik. İlk yanlışım, kendime asla itiraf edemediğim ilk hatam açık bir
yara gibi kalmıştı.

Bunların hiçbirinin bir tesadüf olmadığı düşüncesi geçti aklımdan. En
nihayetinde buraya gelmem gerekiyordu. Ancak o zaman yaptığım yanlış ve
hataların ve bunlardan doğan acı ve ızdırabın anlamını öğrenebilecektim.

Ancak o zaman kendi ruhumun haritasını bulmak üzere bir adım atabilecektim.

Cypher x

Cypher x

Taehyung, 11 Ağustos YIL 22

Tam gitmek üzereyken “X”in altına yazılmış küçük heceleri
farkettim. Duvara kısa bir cümle kazınmıştı. “Senin suçun değil.”
Oydu bu. Kendim görmemiş, hatta el yazısını bilmiyor olsam da
biliyordum. Gitmesinin sebebinin ben olmadığımı, başıma
gelenlerin kötü bir insan olduğum için olmadığını söyleyen son
vedası gibiydi. Sanki kendimi suçlamamamı, kafaya takmamamı
ve cesaret bulmamı söylüyor gibiydi.

Bir de baktım ki çoktan evimin önüne gelmişim. Kapının
arkasından ablamın çığlığı geldi. Kapıyı fırlatıp açınca gözümün
önünde tanıdık bir sahne vardı. Babamın önüne geçtim. Kolundan
yakalayıp gözlerinin içine baktım. Bir an şaşırsa da hemen sonra
bana bir yumruk indirdi. Tekrar tekrar yere yığıldım. Ablam daha
yüksek sesle ağlıyordu. Çenem acıyor ve ağzımın içinden paslı
demir kokusu geliyordu. Yine de vazgeçmedim. Öfkeyle bağırıp
yumrukları sırtıma ve omuzlarıma inerken babama yapıştım. O ne
kadar devam ettiyse o kadar sıkı yapışıyordum.

Acı hissetmediğimden ya da korkmadığımdan değildi. Ama
bıraktığım an bu günlük hayat kendini tekerrür edecekti. Farklı
olmasını istedim. Değiştirmek istedim.

İstemiyorum. Ben babam gibi değilim. Kendi ailemi koruyacağım.

Cypher x

Cypher x

Hoseok, 13 Ağustos YIL 22

Jimin’le birlikte stüdyonun ortasında duruyorlardı. Başlangıç pozisyona
geçebilmek beş saniye sürüyordu ama beklemek sonsuzluk gibi gelmişti. İlk
hareketlerine başladıkları an müzik hoparlörlerden yankılandı. Yakın zamana
dek birlikte prova yaptığımız koreografiydi bu. Yere oturup onları izledim.

Ayak bileğim yüzünden bir süre dans edemeyeceğimi söylediklerinde ağır geldi
açıkçası. Başkasını dans ederken izleyip kendim edememek sinir bozuyordu.
Ama Jimin’in provalarına yardım ettiğim ve gelişimini izlediğim için farkettim
ki kendim dans edemiyor olsam da çok sıkıntı değildi. Öyle ya da böyle dans
etmeye devam ettiğim sürece mutlu olabilirdim.

Jimin’le prova yaparken küçücük bir hatasına bile göz yummuyordum. Jimin
bazen pek belli olmasa da zamanlamayı tutturamadığında ya da hareketlerini
daha küçük yaptığında müziği durdurup her bir hareketini kontrol ederdim.
Ama şimdi, stüdyonun zemininde, bir nevi seyirci koltuğunda oturup ona
odaklanınca, Jimin’in dansı farklı görünüyordu. Salt hareketlerden çok daha
büyük bir şeydi bu. Birlikte prova yaparken hep hata olduğunu düşündüğüm
şeyler çok farklı geliyordu. Ufak hataları ve hamlığı ona özgü bir auraya
dönüşüyordu. Benimkinden açıkça farklı da olsa Jimin’in kendine ait bir ritmi
ve ifade biçimi vardı. Kendince parlıyordu ve dansı insanın içine işliyordu.

Müzikle birlikte Jimin’in dansı da sona erdi. Yüzü neşe ve heyecanla parlıyordu.
Jimin’in yanında ise o duruyordu. Yakında yurtdışına gidecekti. Birden gözgöze
geldik. Baş parmağımı ona doğru kaldırdım; o da kocaman bir gülümsemeyle
karşılık verdi. Anneme hiç benzemiyordu. Tuhaf. Kendi annemin yüzünü
hatırlayamazken niye benzediklerini düşünmüştüm ki? Kalbimin bir yerlerinde
bir sızı ve daha iyileşecek bileğimde bir ağrı hissettim.

Cypher x

Cypher x

Seokjin, 15 Ağustos YIL 22

Sıkışık kavşaktan çıktıktan sonra tam hızlanmıştım ki farkında
olmadan aniden durdum. Arkamdaki araba korna çalıp devam
etti. Birisi durmadan küfürü basıyordu. Ama şehrin gürültüsünün
arasında hiçbir şey duymuyordum. Soldaki sokağın köşesinde
küçük bir çiçekçi vardı. Aniden durmamın sebebi çiçekçiyi
görmem değildi. Arabamı durdurduktan sonra dükkanı farkettim
desek daha doğru olur.

Yan tarafta kağıtlarını düzenleyen, şu an tadilatta olan dükkanın
sahibi yanıma yaklaşınca bir beklentim yoktu aslında. Zaten
birkaç yer dolaşmıştım ama çiçekçilerin bile bahsettiğim çiçeğin
varlığından haberleri yoktu. Bana sadece benzer renkte çiçekler
gösterdiler. Benzer renkte bir şey aramıyordum. Çiçek gerçek
olmak zorundaydı. Dükkanın sahibine çiçeğin ismini söyleyince
bana bir süre öylece baktı. Sonra da dükkanı resmi olarak
açılmamış olsa da çiçeği bana teslim edebileceğini söyleyip
sordu: “Neden ille de o çiçek olması lazım?”

Kolu çevirip tekrar yola çıktığımda niye o çiçek olması lazım bir
düşünmeye başladım. Tek bir sebebi vardı. Çünkü onu mutlu
etmek istiyorum. Çünkü onu gülümsetmek istiyorum. Çünkü ona
sevdiği beni göstermek istiyorum. Çünkü iyi bir insana dönüşmek
istiyorum.

Cypher x

Cypher x

Seokjin, 30 Ağustos YIL 22

Aşkın başladığı anı kim hatırlayabilir ki? Aşkın bittiği anı kim
tahmin edebilir ki? İnsanlara böyle anları algılama yetisinin
verilmemesi niye olabilirdi? Peki bana niye her şeyi eski haline
getirebilme yetisi verilmişti?

Farları açık, yere düşmeden önce havalanan kurbana çarpan
araba birden durdu. Bu rahatsız ana şahitlik ederken tek yaptığım
savunmasız bir şekilde orada öylece durmak oldu. Hiçbir şey
duyamamış, hiçbir şey hissedememiştim. Yaz günü olmasına
rağmen rüzgar buz gibiydi. Yola doğru düşüp yuvarlanan bir şeyin
sesi, sonra da bir çiçek kokusu geldi. Sonra birden farkettim ki
elimdeki Smeraldo buketi kayıp gitmişti. O ise az ileride yolun
ortasındaydı. Saçlarının arasından kan akıyordu. Kıpkırmızı kan
yola süzüldü. Ve o an içimden şunu geçirdim:

Keşke zamanı geri çevirebilsem…

Cypher x

Cypher x

Seokjin, 30 Ağustos YIL 22

Kaybolduğunu sandığı günlüğünü görünce siniri bozulmuş gibiydi. En sevdiği
film, gitmek istediği yerler, en sevdiği çiçek, hayal ettiği gelecek, hepsi her bir
sayfada kendini açık ediyordu. Onun için yaptıklarımdı da ayrıca bunlar. Dilimin
ucuna bir özür gelememişti. Günlük, kavşaktaki trafik lambası gibi aramızda
öylece duruyordu.

Onu mutlu etmek istiyordum. Gülümsetmek istiyordum. İyi bir insan olmak
istiyordum. Günlüğün dediklerine uyarsam mümkün olur gibi gelmişti, ama
değilmiş. Ne kadar çok bir başkası olmaya çalıştıysam o kadar çok korktum.
Gerçek yüzümü görecek miydi? Hayal kırıklığına uğrayıp beni terk mi edecekti?
Telaş içinde kendimi saklayıp, kendimden uzaklaşıyordum. Ama nasıl öznesiz
bir cümleye nokta koyamıyorsanız, ben de gerçek benliğimi kaybetmiştim. Bir
türlü ileri gidemiyor, yuvarlaklar çizip duruyordum.

Ama biliyorum artık. Kusurlarım, hatalarım ve yanlışlarım da benim bir parçam.
Sonraki adımı atabilmemin tek yolu kendime karşı dürüst olmak. Ayağa
kalktım. Beni durdurmadı.

Sokağa çıkıp şapkamı çıkardım. Başkası olma çabasının sızdığı parmaklarımla
saçımı geriye attım. Arkamı dönüp camda kendi yansımama baktım. Solgun
bir yüz, bembeyaz dudaklar, cılız omuzlar... Tamamen pejmürde
görünüyordum. Bir kahkaha çıktı dudaklarımın arasından. Camdaki halim de
benimle birlikte güldü.

.

Cypher x

Cypher x

Cypher x

Cypher x


Click to View FlipBook Version