The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by info, 2017-11-08 11:05:00

Bodrumun Kadınları

Bodrumun Kadınları

Otelin jeneratör derdi vardı, o ortadan “1976 yılında oteli açtık. O zamanlar
kalktı, derken su bağlandı. Bu kolaylıklar Bodrum’a uçak yok, karayoluyla gelenle-
olunca işlerimiz de daha kolay yürüdü. rin çoğu otobüslerle buraya gelirlerdi. Biz
Burada ilk oteli biz yaptık. Eşim de insan de tanıtım kartı bastırmıştık, garajlarda
canlısı biriydi, bambaşka huyları vardı. bu kartlar dağıtılırdı, o tanıtım kartları
Geleni geçeni çağırır, soframız, kapımız sayesinde çok müşteri edindik. Gelenlerin
herkese açıktı. Buradaki yerlilerle çok gü- çoğunluğu yeni evli çiftlerdi. Otelin görü-
zel anlaştık, hepsini çok sevdik, onlar bize nümü o zamanlar daha otantikdi. Balayı
yardımcı oldu biz onlara yardımcı olduk. odası dediğimiz bölüm bir kuleyi andırır,
Eşimin çok büyük planları da vardı, kah- üstünde de bir yeldeğirmenini andıran
veye gider, düşüncelerini oradaki insan- bir obje hemen dikkat çekerdi. Büyük
lara anlatırdı, onlar da ona bayılırlardı. bir bahçemiz vardı, eşim çok meraklıydı,
Seneler sonra, rahmetli olduktan sonra, çeşit çeşit çiçek yetiştirirdi. Oysa bu bina
olanları göremedi yazık. Oğlu Remzi Gün- sonradan yenilenince bazı çiçek ve ağaç
gör, Bitez’e çok güzel şeyler yaptı. Otelin türleri de kayboldu. Benim içim çok yandı,
önünde, sahilde ahşap bir iskele vardı, hatta arka tarafta çok güzel zeytin veren
oraya tekneler yanaşırdı. Balıkçılar gelir- ağacımız kesildi, içim yandı, çok üzüldüm.
di, balık satarlardı. İleride Alaattin beyin Modern bir tesis oldu, belki günümüz
ufacık bir lokantası vardı. Bir kahvehane şartlarına daha uygun bir tesis meydana
vardı, şimdi ki Sultan Restoranın oralarda, geldi. Eskinin de otantik bir havası vardı.
sahilde başkaca da bir şey yoktu.” O zamanlar çok iyi müşterilerimiz vardı,
hatta o dönemin Muğla Valisi Özer Türk,
Şah Motel yapılırken yol yok, köyden yalı- İzmir’den de komşumuzdu, eşim Şahsuvar
ya ciple dere içlerinden ulaşım sağlanır. ile iyi dosttu, geldiğinde konuşur, dertleşir-
Fiyat 124 otomobil piyasaya çıkınca Şah- lerdi. Pek kalmazdı ama çoğunlukla yeme-
suvar bey ondan bir tane alır. Tuğladan, çi- ğe gelirdi. İkisi de rahmetli oldu. Oteli ilk
mentoya kadar ne gerekirse o araçla taşıyın- açtığımız yıllardı, Türkan Şoray ile Cihan
ca o güzelim araba da perişan olur. Muğla Ünal film çekiyorlardı. Ekipten birileri ge-
Valisi Özer Türk’ün girişimiyle Bitez’de lip burasını çok sevdiklerini, izin verirsek
arsa alınır ve Aktur tesislerinin yapımıyla bazı sahnelerini burada çekmek istedikle-
yol açma çalışmaları başlar. Yolun açılması rini söylediler, biz de seve seve kabul ettik.
Şah Motel’e de çok büyük fayda sağlar. Derken Cihan Ünal geldi, çok hoş sohbet
Şahsuvar-Birsen Güngör zahmetli günler bir insan, derken Türkan Şoray geldi, çok
sonunda artık daha rahat günler geçirmeye nayif, çok kibar bir hanım. Sonrasında
başlar. filmin bazı sahneleri burada çekilmeye

başlandı. İki üç gün burayı bir plato gibi ile Mert çok küçüklerdi, her iş benim
kullandılar. O zaman ikisi arasındaki ya- üstüme kalıyordu, zaman içinde onlarda
kınlaşma burada daha da pekişmiş, sonra büyüyüp bana yardımcı olmaya başladılar.
duyduk ki evlenmişler.” Artık beni, emekli yaptılar. Sanatçılardan
Altan Karındaş çok gelirdi. Ve haber ver-
Bodrum’un tanınmış simaları akşam ye- meden, ansızın gelirledi. Altan Karındaş;
mekleri için Şah Motel’i tercih eder. Şahsu- aman Birsen hanım bize peynir ekmek ver
var Güngör eşi Birsen hanıma telefon eder karpuz kes razıyız, burada yemek yemek
akşama kaymakam bey gelecek der. Perso- istiyoruz derdi. Ama yapardık, karınlarını
nel izinli ama hazırlık yapın talimatı üzerine doyururduk. Bir gün iskeleye bir tekne
en büyük görev Birsen Güngör’e düşer ve yanaştı, içinden Sakıp Sabancı indi. Sakıp
hiç gocunmadan mutfağa girip eliyle lezzet- Sabancı geldi diye haber verdiler. O kadar
li yemekler hazırlar. Yıllar içinde Şah Mo- mütevaazi, o kadar şeker bir insan ki, eşiy-
tel’in yanına yapılan Yalıhan Otel’in sahibi le, kızıyla beraber geldiler. Sakıp bey su
Ali askere gidince oranın müşterilerine de istedi, o zamanlar Hayat suyu satılıyor, biz
Birsen Güngör hizmet vermeye başlar. İki de müşterilere Hayat suyu veriyoruz. Biz
otelin müşterisine yemek yapmak zorunda de şişesiyle Hayat suyu verdik, çok mem-
kalan Birsen Güngör çok yorulur ve 1983 nun kaldı. Bize sonradan kendi anlatıyor,
yılında hastalanır. Şeker hastası olan Birsen bilhassa su istemiş, şişesiyle Hayat suyu
hanıma çocukları; artık ağır işleri yapamaz- verince; bunu bekliyordum, ben sizden
sın diyerek tepki gösterirce mutfak işlerini mahsus su istedim, bakayım ne suyu satı-
bırakmak zorunda kalır. yorsunuz dedi. Çok hoşuna gitti, çocuklara
çok güzel nasihatlarda bulundu. Eşi Tür-
“Rahmetli Zeki Müren bizi çok severdi. kan hanımla sohbet ettik. Benim birinci
Tekneyle gelir, iskelemize yanaşır, biz de oğlum, doğumdan ötürü rahmetlik sakattı.
koşar gider kendisini karşılardık. Çok hoş Onunda böyle şeyler başında olduğun-
sohbet bir insandı. Yemeğini yer, teknesine dan büyük oğlumu görmek istedi, gördü.
biner Bodrum’a dönerdi, bizim müda- Duygulandı tabii, kendi oğlu da öyle. O da
vimlerimizdendi. Emel Sayın geldi. Deniz bana bazı nasihatlerde bulundu, üzülme,
Baykal’ı, eşi ve iki kızıyla beraber misafir şöyle yap, böyle yap şeklinde.”
ettik. Eşim Şahsuvar bey, Belçika-Fransız
karışımı bir şirketle anlaşmıştı. Büyük oğ- Birsen Güngör’ün büyük oğlu Remzi
lum Remzi babasına yardım eder, tekneyle Güngör genellikle babasıyla beraber tek-
turist gezdirirlerdi. Ben tek başıma burayı ne turlarına çıkar. Bir gün Rodos’a turist
idare ederdim. O zaman çocuklarım Leyla götürdüklerinde güzeller güzeli Suzi’yi

görür. Peri kızı gibi bir güzelle karşılaşan, larımı severim. Yedi torunum var, birini
ona hayran kalan delikanlı Remzi, İsviçreli birine değişmem.”
Suzi ile arkadaş olmayı aklına koyar ve ilk
hamlede başarılı olur. Rodos da başlayan Güngör ailesinde hareketli yaşam sürerken
arkadaşlık Türkiye-İsviçre arasındaki yoğun küçük oğlan Mert de evlenmek istediği-
trafik sonunda mutlulukla noktalanır. ni açıklar. Hazırlıklar başlar ama Mert’in
evliliği öncesinde çok büyük acı yaşanır.
“Kızım Leyla ile Mustafa Paşalı çocukken Baba Şahsuvar Güngör vefat eder ve küçük
birbirlerini tanıyorladı. Mustafa’nın ailesi oğlunun mutluluğunu göremez.
İstanbul’da oturuyordu, yaz aylarında
buraya gelir, Bitez’deki evlerinde kalıyor- “Hazel buraya turist olarak gelmiş, bizim
du. Denize girerken Leyla’yı görüyor, o önde eskiden bar vardı, oraya gelip gider-
zamandan göz koymuş ona. Sonra Musta- ken oğlum Mert ile tanışıyor arkadaşlıkları
fa askere gitti annesine, babasına mektup iki üç sene sürdü. Derken Mert evlenmek
yazıyor ve gelince evlenmek istiyorum diye. istedi ama, babasının vefatı girdi araya,
Musfafa’nın babası ve dayısı Alaattin bey yazık evlendiklerini göremedi. Mert anne
ikisi birlikte geldiler. Leylanın babası Şah- ben evlenmek istiyorum dedi. Zaten hep
suvar için kızı çok kıymetliydi, kimselere bu konulara önce bana açıyorlar, babadan
vermek istemiyordu. Birkaç kişi geldi ben biraz çekinirlerdi. Benim için onların iyi
kızımı veremem, ben kızımı veremem diye geçinmeleri, sevgisi ve mutlu olmaları çok
kaç kişiyi geri döndürdü. Selahattin beyle önemli. Ben her şeyi feda ederim, kendimi
önceden tanışık olduğu için nezaket icabı dahi ama onlar mutlu olsun, ben öyle bir
bir şey söyleyemedi. Mustafa askerden insanım. Mert ile Hazel de evlendiler, ikiz-
geldikten sonra Leyla ile iki kere buluş- leri oldu. Ben onların Nana’sıyım, bana
muş. Benim haberim oluyordu da Şahsu- hep nana derler. Bazen nine diyelim sana
var’ın hiç haberi olmuyordu, bilmiyordu. derler, sakın ha nine yok, ben nine sevmi-
Leyla da Mustafa’yı seviyordu, aile çok iyi. yorun, bana nana diyin, nana tamam, ama
Musfata dünya iyisi bir insan, yani dama- nineliği kabul etmiyorum. Yaşımı kabul
dım diyemiyorum oğlum, o kadar severim. etmem ben, çocukla çocuk oluyorum.”
Oldu, verildi, nişanlandılar, İstanbul’da
evlendiler. Bir sene kadar İstanbul’da Birsen Göngör eşi Şahsuvar beyin sezon
oturdular, sonra ailecek buraya gelmeye bitiminde çoluğu çocuğu, hatta akrabalarını
karar verince Leyla da her şeyini topladı toplayıp Gökova’ya yelken açmasını hiç
geldi. Sonra iki çocukları oldu, dünya tat- unutamaz. Ailesini bu şekilde mükafatlan-
lısı, dünya efendisi çoçuklar. Bütün torun- dıran Şahsuvar Güngör’ün de her koyda ki

en büyük keyfi birasını yudumlamak olur. tanırım, çok büyük iyilikleri oldu. Onların
bahçesine otelin jeneratörünü koymuş-
“Seyahatlerimiz çok güzel olurdu. Eşim tuk, burada gürültü yapmasın diye, o
tekne kalkarken ve kıyıya yanaşırken bahçeden buraya hatlar çekildi. Onların
müthiş sinirli oluyor, bir şey sormak için kuyusundan su basıyorduk yukarılara.
bile yanına yanaşılmıyordu. Sessiz olacak- Bize çok yardım ettiler, bizi çok sevdiler,
sın. Tekne sahile yanaşınca halat babaya biz de onları çok sevdik, hala görüşürüm,
bağlandıktan sonra; hadi şimdi bana bir kardeşim gibidirler. Şahsuvar çok insancıl
bira getirin bakayım derdi. Birasını içer, o biriydi, köylüleri çok severdi. O köylüy-
adam gider, başka adam gelirdi. Ve gittiği müş, bu filancaymış gibi hiç ayırt etmezdi.
yerin zevkini almak isterdi. Bizi çok güzel O insanlara bir kardeş gibi yardım eder,
koylara götürdü, çok güzel geziler yaptırdı. bir sıkıntı olsa, o sıkıntıyı gidermeye çalı-
Hatta benim akrabalarımı toplardı, kar- şır, onun için çok sevilirdi. Bitez köylüleri
deşim de geldi. Öyle gezmeler yaptık, bizi onu çok severlerdi, hatta ona Şah derlerdi,
çok gezdirdi. Ama büyük tekneler yapıl- Şahsuvar değil, Şah aşağı, Şah yukarı.
dıktan sonra, Şah-I’i o kadar çok severdi Onun için köylülerle bir sıkıntımız olmadı.
ki, çocuğu gibi. Öbür teknelere gidemedi. Bilakis sevdikleri için sepet, sepet manda-
Kaptanlar yalvarırdı Şahsuvar ağabey lina getirirlerdi. Bir bakarsınız kapıya biri
gel seni bu tekneyle gezdirelim derlerdi, gelir; evladım boşaltınız bu sepeti derlerdi.
gitmezdi. Beni çağırırlardı, benim param Sepet sepet mandalina, limon, portakal
uğurlu gelirmiş, siftah parası verirdim, gelir. Zaman gelir Şahsuvar onlara daha
asarlardı onu.” büyük iyiliklerde bulunurdu. İlla yemek
yedireceğiz derdi, öyle yemek yedirmeden
Bitez Yalısı’na yazın birkaç aile gelir, kışın göndermezdi. O yemeğin hatırına bana
hepsi çeker giderdi. Yalı da sadece Ahmet hala söyleyenler var. Ben onlardan bir
efendiyle, Rahime hanım kalır. Güngör şey alacağım para vermek isterim, bana;
ailesi, bu ikilinin çok yardımını ve iyiliğini Birsen hanım biz senin yemeğin gibi lez-
görür. Yıllar içerisinde iki aile kardeş gibi zetli yemek yemedik, derler benden para
olur. Birsen ve Şahsuvar Güngör’ü, Bitez almazlar. Bizi seviyorlardı, bize sonradan
köylüleri de çok sever, bu sevgi daima geldiler demediler, öyle hiç davranmadı-
karşılık görür. Komşulardan sepet, sepet lar. Bazı yabancıları ayırıyorlar ama bizi
mandalina limon gelir. Birsen hanımın ha- ayırmadılar.”
zırladığı yemekler de hep beraber yenir.
Birsen Güngör, Bitez’in ilk Belediye Baş-
“Rahime hanımı 1969 senesinden beri kanı olan oğlu Remzi Güngör’ü yere göğe

sığdıramaz. Remzi Güngör’ün Belediye
Başkanlığı süresince Bitez’i, Bitez yapma-
sı belde halkı gibi anne Birsen Güngör’ü
de gururlandırır. Gençlere, eşi Şahsuvar
Güngör ve oğlu Remzi Güngör’ü örnek
gösterip, menfaat gözetmeden çok çalışma-
larını, güzel düşünmelerini ve taş üstüne taş
koymalarını tavsiye ediyor Birsen Güngör.

“Gençler benim eşim gibi insanların yap-
tıklarını görmeli, onların sözlerine kulak
vermeli. Gençler ileri görüşlü olmalı, bir
taşın üstüne bir taş daha koymayı öğren-
meli. Hatta onunla kifayet etmemeli. Bunu
yaptın tamam yeter demiyecek, burayı
daha da güzelleştirsinler. Çalışsınlar, gü-
zel düşünsünler, menfaat düşünmesinler.
Remzi, Bitez’i Bitez yaptı. Ben üç çocu-
ğumla da iftahar ediyorum. Her birinin
ayrı bir özelliği var. Onlara hep söylerim;
çalışın, yılmayın, babanızın hatırasına
hürmet edin, onun dediği yolda gitmeye
çalışın.”



Emine ALPASLAN

Bodrum’da seksen yıl öncesi yaşam koşul- de okurum. Gari gözlerim iyi görmüyor.
ları düşünülürse, o dönemde yaşam müca- Gözümün birinden ameliyat oldum, biri iyi
delesi verenleri takdir etmek gerekir. görmüyor. Artık ne yapacaksın, ganeviçe
Yol yok, elektrik yok, su yok, ulaşım-ileti- mi işleyeceksin diyorlar.”
şim zor. Televizyon mu hayal bile edileme-
yecek uzaklıkta. Baba karar verir, Emine için evlenme zama-
Emine Bayram 1935 Kızıkaağaç doğumlu. nı geldi. Çalışkan, zengin, fakir babası ola-
Babası Hüseyin Bayram Kızılağaç köyü- rak tanınan Kızılağaç’ın yerlisi baba Hüse-
nün zenginlerinden. Babasının dediği dedik, yin Bayram kendisi gibi olan damat adayını
o ne derse o olurmuş. Emine annesi Fatma arar bulur. Emine, yemekli, çalgılı düğünle
Bayram gibi evde, tarlada çalışıyor, hayvan- evlenir. İkisi erkek, ikisi kız 4 evladı olur.
ların bakımını yapıyor.
“22 yaşında evlendim. Babamız ne de-
“Kızılaağaç’ta bizim kızlık zamanımızda; diyse oraya vardık biz. Babamız neremizi
çift sürerdik, orak biçerdik, keçiye, koyu- kestiyse oradan kan aktı. Baba ne derse o
na bakardık. Öküzlerimiz vardı. Eskiden oldu. Ali Cudi Alpaslan ile görücü usu-
paton yoktu harman dövmek için. Traktör lü evlendim. Beyim çifçiydi, sonradan
yoktu tarlayı öküzlerle sürerdik. Evvel yalıda lokanta açtı. İki oğlum, iki kızım
Kızılağaç’ta yirmi tane kadar ev vardı, oldu. Büyük oğlum Mehmet, sonra Ayşen,
şimdilerde ise çoğaldı, sayısını bilmiyo- Terhan ve en küçükleri de Hüseyin. Eşim
rum.” sonrasında hastalandı, astım oldu, yattı,
çöktü. Ameliyat oldu ciğerinden, ciğer aldı
Emine Bayram Kızılağaç’ta yeni yapılan gitti. İçkiyi bıraktı ama cigarayı bırakma-
ilkokula başlar, ancak beş ay gidebilir. dı. Öldüğünde 78 yaşındaydı.”
Otoriter babası onu okuldan alır. Çünkü o
zamanlar kızların okumasına gerek görül- Kızılağaç’da hayat bu günkü gibi değil.
mez. Emine ve onun gibi kızların görevi ev Halkın çoğu birbirleriyle akraba. Birbir-
işlerine yardımcı olmak. Günü gelince hiç leriyle görücü usulu kız alıp, kız vermiş.
görmediği biriyle görücü usulü evlendiril- Adeta büyük bir aile olmuş. Yaşam kısıt-
mek. lı olduğu için en büyük beklenti birinin
evlenmesi. Yemekli, çalgılı üç gün, üç gece
“Babam okula salmadı. Zeytin topla, mal sürecek düğünler Kızılağaç’ın yerli halkı
güt, dedi. Yaşımı büyütmek için mahkeme- için çok önemli.
ye çıktık. Yaşım da büyümedi, öyle çıktım
gittim. Ama, imzamı atarım, iyi kötü gazete “Kızılağaç’ta düğünler yapılır, mevlütler

okunur. Düğünlerde yemek yerler, içki giniydi babam, fakirlerin babasıydı. Kendi
içerler. Et pişirirler, nohut pişirirler, lokum hiç durmaz çalışırdı, bizden fazla çalışırdı,
pilavı, makarna, keşkek pişirirler. Salı ve çalışmasa zengin olabilirmiydi? Bize hiç
Çarşamba günleri kına derler. Perşembe para vermedi, fakirlere, isteyene verdi. Dizi
günü de gelin alma. Üç günde biter dü- dizi altın getirirlerdi, sonra parayı toplar
ğün. 81 yaşındayım, altı torun sahibiyim. gelirler, altınları alıp giderlerdi. Beyimden
Torunlarımın üçü evlendi. Bodrum da ta- sonra en zengin kişi beyimin bacanağı
nınan çarşıda bakkal dükkanı olan Bekir vardı. Lakabı Efeoğlu, adı Mehmet Top.
Çilek dayımın oğlu, hanımı da kardeşim.” Önceleri muhtarlık Yalıçiftlik’teydi, son-
radan buraya Kızılağaç’a geldi ama şimdi
Ne kadar tevatür bilinmez ama Kızılağaç’ta tekrar Yalıçiftlik’e gitti, artık iki yer birleş-
tüketilen alkolün haddi hesabı yok. İçki iç- ti. Yalıçiftlik’te tanıdık, akrabalar var, ben
meyenler erkekten sayılmaz. Emine Alpas- gidemiyorum ama onlar gelirler. Benim
lan’ın eşi de içki içenlerden. Çocuklar her şeyimi ayağıma getirirler,
pazara gider, alır gelirler, Odunumu kesip
“Kızılağaç’ın erkekleri sabah akşam getirirler, sobamı kuruverirler. Gözüm
içerler. Ne bulurlarsa rakı, şarap. Eşim de burada açıldı, burada bu ev de yumulsun.
ciğerlerinden hastalandı da içkiyi bıraktı. Bu evde gözüm görmese bile el yordamıyla
Bizim lokanta Gerenkuyuda idi. Beni de- her şeyimi bulurum.”
niz kenarına götürürlerse inerim, götür-
mezlerse inmem. Dizlerimin ağrısından
kendi başıma gidemem. Arabaları varken
götürürlerdi, sonradan arabalarını sattılar.
Her yere de gidesim gelmiyor gari. Oğlan-
lar yanına istiyor ama ben bu evi bırakıp
da gitmem. Arifeden bir gün önce geldiler,
orada kapıda durdu, içeri bile girmedi.”

Emine Alpaslan’ın babası zenginliği ve
çalışkanlığı ile tanınır. Köyün zenginleri
arasında eşi Ali Cudi Alpaslan ile bacanak
Mehmet Top da yer alır, hatta bu ikiliye
‘banka gibi’ lakap takmışlardı.

“Babamın vakti hali çok iyiydi, köyün zen-



Fatma GÖKBEL

Bodrum’da sülaleler lakaplarıyla anılır. lim etmiş, oradan zengin dönmüş adam.”
Fatma Gökbel’in baba tarafına Sarı Osman,
anne tarafına Halil İbrahim Çavuş derler. Mustafa ile Ayşe’nin evliliğinden ikisi kız,
Soyadı kanunu çıktığında Sarı Osmanların ikisi erkek dört çocukları olur.
iki erkek çocuğu arasında anlaşmazlık baş Abla Hanife Yöntem, Fatma Yöntem, Os-
gösterir ve ayrı ayrı soyadı alırlar. man Yöntem ve Erdoğan Yöntem.
Kızlardan Fatma Yöntem 1926 yılında
“Babam burada doğmuş, burada annem doğduğunda ona çok kişi kadersiz der. Ama,
ile evlenmiş, ilk çocukları ablam olmuş. kimse onun ileride Bodrum’un ilk kadın
Ablam doğmadan babam hapisteymiş. O berberlerinden biri ve de ilk kadın vergi
zaman kaçakçılık var, üstünde tabanca ile mükellefi olacağını tahmin edemez.
yakalanmış, 20 gün hapis yatacak. Baba-
ma, hapishaneye hamile kadın doğurdu, “Çocukluğumda hatırladığım; babam
müjde kızın oldu diye haber gitmiş. Dedem kasaptı, kaleyi hep bizim sanardım, çün-
forslu adam, kale yetkililerinden babam kü babamın aldıkları oğlaklar, hayvanlar
için çocuğunu görsün, gelsin diye izin kaleye bırakılırdı. Yanında çalışanlarla
almış. Babam, Türkkuyusu’ndaki, me- toplar, keser, sabaha hazırlardı. Hıdırel-
zarlığın duvarı kenarında eve giderken, lezlerde, önemli günlerde, babam kaleye
mezarlıktan bir jandarma atlamış önüne, oğlak doldurur, bizi oraya yollar, zamanı-
babamın aklı başından çıkmış yakalandım mızı kalede geçirdiğimiz için orasını bizim
diye, yakalansa ceza da büyükmüş. Jan- sanırdık. Hatta babamın kestiği hayvan-
darma demiş ki korkma. Babam da ce- ların derileri bile şimdi kız kulesi denilen
bimden bir lira çıkarıp sana vereyim bana yerde tuzlanır, depolanırdı. Biz bugünkü
dokunma, çocuğum olmuş, ona bakmaya gençler kadar serbest değildik, çok sıkı bir
gidiyorum deyince, asker, benim de üstüm- disiplin altında büyüdük, büyüğe, küçüğe
de 3 lira var, bende bu parayla yakalanır- daha çok saygılıydık. Çocukluğumuzda
sam askerliğim yanar, al bu parayı sen, ne Torba’da incir tarlamız vardı. Babam hay-
yaparsan yap. İstanköy’den kaçak şeker vana düşkündü 700-800 keçisi vardı. Bun-
gelecek, o malı Paşatarlası’nda teslim al, lar kışın İçmeler’de durur, yazın biz incir
develere yükle Çömlekçi’ye götür, sahip- bahçesine göçtüğümüzde oraya getirirdi.
leri bekleyip durur demiş. Babam 3 lirayı Babam çok çalışkan ve kafası işleyen bi-
cebine koymuş, gelmiş çocuğunu görmüş, risiymiş, tarlanın kıyıcığına tokat aça, aça
ondan sonra kaçak şekerlerin peşine 7-8-10 dönüm yer yapmış. Çobanlar her
düşmüş, develer bulmuş, malı teslim alıp akşam annemle beraber keçileri sağarlar-
Çömlekçi’ye gitmiş. Bekleyenlere malı tes- dı. Annem Bodrum’dan hazırlıklı giderdi,

kazanlar kalaylatılırdı. Yazın otlar kuru, vakti iyi olan hanımlar Milas’a gidip, orada
tohumlu, hayvanlar daha sütlü, daha yağlı saçlarını yaptırır. İş kolay, kazanç çok. Ber-
olurdu. Akşam sağdığı sütü tülbentten berlerin kazandığı paradan etkilenen Fatma
süzer, üstüne tülbentler örten annem, sa- Gökbel kadın berberi olmayı aklına koyar.
bah kaymağını alır, istersen tuzla, istersen
şekerle, balla karıverirdi. Yumurta pişirir- “Milas’ta bizim saçlarımızı yapan hanım
dik hani birçok şeyimiz kaymakla olurdu, bana; ev bulun da Bodrum’a geleyim dedi.
o kadar sesliğe vururdu annem kaymakla- Bizim evin önünde boş bir ev vardı haber
rı. Bayram olurdu, bir sıra çocuk, düğün verdik geldi. Bizim Bodrumlulara aferin
olurdu bir, iki sıra oturmuş insan, Bodrum delisi mi deyim, misafirperver mi deyim
sonra, sonra kalabalıklaştı. O zamanlar orasını bilemem ama hanım bizde yer içer
Bodrum’da kaç aile vardı, onu ben bile- kalkar, evine geçer. Bir akşam oturdum
mem.” dikiş dikmeye, berber hanım evine geçti.
Saç yaptırmaya gelen müşterisi çoktu. Ben
İnsanın kaderi doğuştan çizilmiş derler erkek gömleği biçtim, dikiyorum, erkek
ya, dedesinin büyük torunun doğumunda gömleğini 5 liraya dikerdim, saat 12 de ha-
adadığı oğlak çoğalıp 10-15 tane keçisi ol- nım geldi. Kaç saç yapmış 5 tane, bir saçı
muş. Fatma, doğduğunda hazırlanan adağın 5 liraya yapardı, beni bu tahrik etti. Ben
gözüne erinceye kaçmış, kör kör derken saat 12 ye kadar çalıştım bir gömleğin üs-
ölmüş. Bu yüzden kendisine hep kadersiz tünde, her tarafını bitiremedim, kolu kaldı,
denmiş. o kolunu da yarın öğlene kadar ancak
bitiririm. Kolunu takacağım, düğme iliğini
“Çocuklarımın babası benim ikinci ev- açacağım, o kadar sürecek. Ben bunu bir
liliğim. Birinci eşimle tanışmadan öyle hesapladım, madem çalışmak istiyorsam, o
görücü usulü evlendik. Sizlere ömür, çok bir gecede 25 lira aldı, ben 5 lirayı tamam-
yaşamadı, hastalandı öldü. İkinci eşim İb- layamadım. Tahrik oldum ve kadın berberi
rahim Gökbel ile komşuyduk, duvarın bir olmayı aklıma koydum.
tarafı onların, öteki tarafı bizim. Çocuk- Fakat o zaman dört tane çocuk, benim-
luktan beraber büyüdük, sonradan kısmet- le beraber annemin teyzesi de otururdu.
miş evlendik.” Çocuğu olmamış bize annemizden çok
analık yaptı. Ben hep pencereden berber
Evin yükünü paylaşmak isteyen Fatma kadını dikiz ettim, hani bugün alet olsa ya-
Gökbel çalışmaya başlar. Terzilik yapar. pacağım saçı, o zamanda ondüle denirdi.
Dikiş diker ama aklında hep kadın berberi Yavaşça çocuklarımın babalarına dedim
olmak yatar. Bodrumda berber yok, hali ama, ondüleye kötü gözle bakarlarmış

insanlar. Eşim bana kızdı, aaa bir daha bırakmaya. İstanbul’daki alet daha bir
duymayayım bu lafı ağzından, çalışmak konforluydu. Biz peşinatı bıraktık döndük
istiyorsan işin önde, ondüle lafı yok dedi. geldik.”
Ben sustun ama hiç aklımı da oradan
ayıramadım.” Altı ay sonra makine Bodrum’a gelir. Dün-
yalar Fatma Gökbel’in olur ve çalışmaya
Eve giren para ortada. Fatma Gökbel yavaş, başlar. Evde çalışır ama oturduğu ev biraz
yavaş bir kenara para atmaya da başlar. kenarda kaldığı için müşteriler şikayet-
Berber olmayı çok istiyor, hani alet bulsa çi. Fatma Gökbel çarşıya inmek ister. Eşi
yapacak. Bu arada eşi dişlerinden rahat- İbrahim çarşıda virane bir dükkân satın alır.
sızlanınca İzmir’e doktora giderler. Fatma İki katlı küçük dükkânın sıvaları dökülmüş
Gökbel’in aklında hep o alet, nerede bulu- bakımsız. Berber dükkânı olabilmesi için
nur, bir görse hemen alacak. Eşi de sokak- para harcamak lazım ama nakit yok. Kom-
larda kadın berberi levhalarını gördükçe şusu imdadına yetişir, ne malzeme lazımsa
kendi kendine; demek ki bu utanılacak bir almalarını, parası olduğunda kendisine öde-
meslek değil, bu da bir sanat diyerek ön mesini teklif eder. Dükkânın önünü yıkıp,
yargılarını yıkar. Bu karanlık tünelin ucun- yeniden yapılır, ortaya güzel, şık bir berber
da ışığı görmektir. dükkân çıkar ve Fatma Gökbel muradına
erip çalışmaya başlar.
“Bir gün eşim geldi, hadi hazırlan seni bir
yere götüreceğim, bir sürprizim var dedi. “Müşteriler de güzeldi. Dükkân iki katlı,
Beni berber salonuna götürdü. Hayrola, ben üstte, alt katı mutfak gibi kullanırdık.
dedim, o zaman anlattı; ben bakıyorum Gündüz gelemeyen müşteriler de randevu
berber salonu bütün levhalar. Bu da ayrı alıp gece gelirlerdi. Müşterilerin çocukları
bir meslekmiş, ustayla görüştük, anlaştık. da var, bir aşağı, bir yukarı koştururlarken
Ben orada çalıştım, fakat bir türlü aletleri küçük oğlum Mehmet Gökbel’i rahatsız
bulamıyoruz. Bize bir adres verdiler gittik etmişler ders çalışamamış. Oğlum Mehmet
adam dedi ki; siz bir peşinat bırakın, üç ay Ortaokul 2. sınıfa gidiyor. Sabah eşyala-
sonra göndereceğim. Bir tane var, bunu rını toplamış, Türkkuyusu’nda oturduğu-
ver dediysek de bunun sahibi 6 aydır bek- muz eve gidiyor. Babası bana, hadi sende
leyip durur veremem dedi. Biz de peşinat toplan, yarın okuyamayacak, bahane
bırakmadık, koca İzmir de buluruz sandık yapacak, sınıfta kalacak dedi. Orayı kiraya
ama bulamadık. İstanbul’a gittim, başla- verdik, eve taşındık. Ben nereye gitsem
dım aramaya, bulduk fakat orada da altı müşteri oraya gelir. Tabi dükkânın çarşı-
ay sonraya dediler. Mecburuz gari para nın içinde olması müşteriye daha kolaydı

hep orada olmamı istiyorlardı. Çok koşan da akşamdan hazırlarım, ne kadar tanı-
çabuk yorulur derler ya, ben gari yorulma- dık köylü varsa toplar gelir. İçerde ben
ya başladım.” saç yaparım, masa da onlar, böyle geçti
günler. Kız kaçıran alır gelir bizim oraya.
Fatma Gökbel yorulmaya başlasada çalış- Kaç tane nişan benim evden gitti. Za-
maktan büyük zevk duyar. Bir iş ile ye- ten hiç kimseden saklım yoktu, her şey
tinmez, trikotaj makinesi alır. Bir yandan meydandaydı. Küçük bir dolabımız vardı
berberlik, bir yandan da trikotaj makine- oğlum Mehmet Gökbel itinalı giymek ister.
sinin başında durmak bilmez. Gündüz saç Dolabın içine her gün silinmiş ayakka-
yaparken, gece de örgü örer. bılarını koyar, urbalarını asar. Ağabeyi
Musa Gökbel de anahtar uydurmuş, onun
“Ramazan ayı geldi, oruç tutuyorum, saç sakladığını alırdı. Ama Musa çok yardımcı
yapmayacağımı müşterilere bildirdim. olurdu, Mehmet olmazdı. Musa çok yufka
Örgü öreyim dedim, müşteri var, geliyor. yüreklidir, okuldan çıkar gelir, ben çok
Günde 3 tane palto örerdim, iki tanesini yorgunum, yemek bile yapamayacağım.
gündüz, birini gece. Evime takviye olacak Öğlen yenilen bulaşıklar orada durur. O
diye bir heves de var. İşlerde iyi. Rama- zaman bulaşık makinesi mi var, her şey
zan’ı böyle geçirdim, bayramda sabahtan elde, bakarım çıkar yukarıya bulaşıkları
akşama kadar gelen giden çalışırdık. Fazla yıkar. Bardağın içine su koyar, bana gös-
ayakta dinelemedim, ayaklarım ağrımaya terir; nasıl olmuş anne? Çok güzel olmuş.
başladı.” Balık, et, ot hepsini pişirmiş. Oğlum Musa
olmadığı gün çok yorgunum.”
Halk Eğitim Merkezi’ne trikotaj makinesi
getirilmiş ama oradaki çalışanlar kullanma- Bodrum da lise yok, kızların ikisi de orta
sını bilmiyor. Fatma Gökbel, trikotaj maki- okulu bitirip, İzmir’e Kız Lisesine gidecek.
nesi kullandığı için Halk Eğitime Merkezi Bu arada babaları hastalanır, kızları okula
kursiyerlerine ders verir. Talebelere, trikotaj kayıt ettirmek sorun olur. İzmir’de akraba-
makinesini nasıl kullanacaklarını, ne yapa- lar var. Birisi Güzelyalı’da, birisi de Valiko-
caklarını ve örgü modellerini öğretir. nağı’nda. Akrabalar yardımcı olur, kızların
liseye kayıtları yapılır, Sevinç ve Neşe oku-
“Çocuklarımın babaları akıllı deli, ben la kaydedilir. Babaları İzmir’de hastaneye
daha deliymişim. Bana derdi; 50 kişilik yatarken Fatma Gökbel çok sıkıntılı günler
malzeme, kaşık, çatal olsun,50 misafir. geçirir. Hiç rahat değil ama Allah bir kapıyı
Cuma günleri pazara gelen bir sürü köylü, kaparken, öbür kapıyı açıverir.
ön de kendisi, arkada onlar. Ben akıllı

“Misafir olduğum evin kız kardeşinin kadın yoktu. Aslında çocuklar yatılı olmak
kocası lisenin müdürle çok samimi arka- istemiyor. Arkadaşları şikâyetçi, bunlar
daşmış. Ben yatılı aldırırım dedi ama son- çok çalışkan, sabaha
radan; olmuyor, alamayacakmış dedi. Bir kadar çalışıyorlarmış. Ama bir cesaret
şey kısmet olacak mı oluyor. Kızların spor gittim, içeri girdim, gösterişli beyefendi
ayakkabıları yok, öğretmenleri de yarın oturuyor. Buyur hemşire hanım ne isti-
cimlastiğe tam çıkmazsanız notunuzu kı- yorsun, diye konuştu. Çocuklar buraya
rarım demiş. Ben bir taraftan da ev arayıp gelirken babaları da hastaneye yattı, yüzde
duruyorum. Bir ayağımız İzmir’de ama seksen kanser diyorlar, mümkünse çocuk-
biz taşralıyız, büyük şehirler korkutuyor. ları yatılı vermek istiyorum. Mümkün değil
Baba hasta yatağında yatamıyor, yüzde 80 dedi, çünkü burası deniz subaylığına bağ-
kanser diyorlar. Ablam Milas’ta oturuyor; lıdır, mecburuz on tane yatak açık tutma-
çocukları almaya geldik biz, adamın iyi ya, yatılı alamam. Konuşurken ağlamaya
olacağı yok, ölüverir, biz bunları götürü- başladım. Çocuklar ortaokulu Bodrum’da
yoruz. İyi götür, ne diyeyim ben. Bunları okudu, hep iftihara geçe, geçe. Çocuklar
deyiverdim babalarına; iyi götürsünler bu okulu çok istiyorlar, ama onları alma-
dedi. Enişte evine istemiyor, bunu da ya gelmişler Milas’a götürmek için, yatılı
deyiverdim. Babaları Milas’tan tutacağı- olursa çocukları burada bırakacağım,
na buradan tut bir ev. Ben hastanedeyim, değilse gitsinler. Ağlayıp dururum. Mü-
buradan tut evi diye ısrar etti. O zamanın dür bey on gün sonra çocukları getir, yatılı
görgüsü, babaları guduruyor yatakta; kış yatıracağım dedi. Hakikaten merhametliy-
günü çocuklarım rezil oldu. Hâlbuki pa- miş, ayyy bana dünyaları bağışladı.”
ran olduktan kelli nerede, kelek rahatsın.
Kızların spor ayakkabılarını aldım, kızlara Bodrum’un cefakâr hanımlarından Fatma
ver diye kapıcıya teslim ettim. Naylon ter- Gökbel’in hayatının her anı ayrı bir macera,
likle bir hanım oturur durur. Ona kiralık anlata anlata bitmez, satırlara sığmaz. Bel-
ev sordum, kadın bana çocukları buraya kide dört evladını bu kasabada iz bırakacak
yatılı versene dedi. Almıyorlar dediysem kişiler olarak yetiştirmesindeki en önemli
de gel seni Kemal beye götüreyim, çok etken dik duruşu. Sadece çocuklarına değil,
merhametli adamdır, diyerek elimden eskinin fakir kasabasından bugünün Bod-
tuttu. Benim de o gün aksilik olacak ya, rum’unda payı olan herkese ve özellikle de
arabadan atlayım derken ayağım burkuldu gençlere diyeceği var;
arkası açık ayakkabı yırtıldı. Bu vaziyette
müdürün yanına gidilir mi? Kadına yarın “Şimdiki gençler çok rahat, oysa biz çok
gidelim dedim. Ertesi gün gittim ama sıkı büyüdük. Şimdi bakıyorsun tanışıyor-

lar, bize karşı sevişip durmuş, konuşup
durmuş. Oğlan adının semtinden bile
geçmezdik, adımız çıkar diye. Şimdikiler
benim hoşuma gidiyor, gayet rahatlar.
Şimdi hayat daha güzel, bir şey yapayım
dese daha kolaylık. O zaman kabiliyetin
varsa bir şey yapabiliyordun. Hani biz bir
şeyler yaptık kendi kabiliyetimizle, bir de
yaradılış oluyor.”

Fatma Gökbel, evlatlarına güven aşılamış
ve bunun da karşılığını almış bir anne ola-
rak hep gururlanmış.

“Hep söylerim, siz dört kardeşsiniz, hangi-
nizin ayağına taş dokanırsa yardımcı olun
birbirinize. Babamın vasiyeti idi, benim
çocuklarım birbirlerine yar oldular, sakın-
madılar, her zaman sorumluluğu üstlendi-
ler.”

Dört çocuğundan;
Musa Gökbel, Muğla Milletvekili,
Mehmet Gökbel, Bodrum Ticaret Odası
Başkanı, Neşe Gökbel, Bodrum Mimarlar
Odası Başkanı, Sevinç Gökbel, Bodrum
Türsab Yürütme Kurulu Başkanı olarak bu
kasabanın künyesine damgalarını vurmuş.
Fatma Gökbel de analık görevini yapmış,
kendini aşmış bir kişi olarak hep anılacak.



Gülsün OĞUZ

Onun adı Gülsün ama, yaşamının yarısı Beyim askere gittiğinde büyük kızım on iki
kara sayfadan oluşur ve yüzü hiç gülmez. günlüktü. Beyim askerlikte Ağrı’ya gitti.
Kardeşilerinin hepsi küçük yaşta ölmüş. Para yok, on iki günlük çocuk kucağımda,
Anne ve babasının kavgaları nedeniyle anam, babam geçimsiz, sorma. Evin içinde
evde huzur yüzü görmeyen küçük Gülsün’e bir şey yok, köyde, Sandima’yı gördünüz
dedesi Ahmet Barut sahip çıkar. Evlenene mü? Orada da evimiz var, üç tane evimiz
kadar yüzü hiç gülmeyen Gülsün Oğuz var. Çok rezillik çektim, ama beyim as-
adeta yarısı kara, yarısı beyaz sayfalardan kerden geldikten sonra şahane yaşadık.
oluşan iki hayat yaşar. Evlenene kadar Okumam yazmam yok, para bilmem.
mahrumiyet içinde geçen bir yaşam yüzün- Beş kızım var.”
den okula bile gönderilmez. Kurtuluşu olan
evlilikle hayatı birdenbire değişir. Sevgiyi, Yalıkavak merkezde otuz dönüm arazi için-
saygıyı, varlık içinde mutluluğu bulur. deki evde yaşıyor Gülsün Oğuz. Evin üst
katında bir kızı, alt katta diğer kızıyla otu-
“Dedem Denizli’den gelmiş, Bodrum’a ruyor. Evi eşinin hatıralarıyla dolu. Onunla
yerleşmiş. Anamla bubam geçimsizdi. Ma- yaşadıklarını hiç unutamıyor.
rina var ya, Yıldırımındı oralar, anama bir
şey vermediler. Babaannem çok akıllıydı. “Ne Ankara kaldı, ne İstanbul kaldı,
7 tane kardeşim ölmüş benim, subyan. De- gezmedik bir yerim yok, okumam, yaz-
dem demiş ki, bir tanesi sağ olsaydı 7 tane mam yok. Kıbrıs’ta bir ay durdum. Uçakta
yavukludan... Sabahleyin bir çıktık, de- giderkene, Bodrum yolcularının içinde
dem bir tuttu beni türbeye kadar yürüdük. bıçak taşıyan var dediler. O zamanlar
Oraya vardık, dedem koyvermedi elimi, 7 lastik papuç giyerdik. Dantel örmüştüm,
tane kuzuyu hemen kestiler, herkese hep dantel iğnesini koymuştum papucun içine,
dağıttılar. Dedem demiş ki, bir bu kaldı, bu oradan çıkardılar. Cupanak denizin içine
da ölürse. Adımı babaannem koymuş.” atıverdiler.
Kıbrıs’a indim, körenseler, o acı otlar ko-
Gülsün Oğuz’un hayatına beyaz sayfa açan caman. Hep Hüseyin, Zehra adları.
çok sevdiği eşi İsmail Oğuz ölmüş. Tam Oturduk karşıda, o zeytin ağacı kadar ile-
ohh diyecekleri sırada zamansız gelen ölüm ride otel var. Birisi bir şey çıkardı,
Gülsün Oğuz’u çok etkilemiş. Nasıl etkilen- merdivenmiş, dayadı, üç, dört tane kadın
mesin ki, eşi ona yeniden doğmuş gibi bir girdi içeri. Gülsün teyze dedi orada çalı-
hayat vermiş. şan biri, kim geldi buraya. Oradan içeri
girdiler dedim. Meğerse hırsızmış, oraya
“Beyimle beş sene nişanlı durduk. girenler.”

Yalıkavak Küdür’den gelin çıkmış. Araba Bodrum’un tanınmış simalarından rahmetli
yok, gelin Gülsün at üstünde Sandima’ya Sabahattin Barut, yakın akrabası. Eşi İsmail
çıkar. Damat İsmail Oğuz henüz askerliğini Oğuz ölünce, Gülsün hanımı akrabaları hiç
yapmamış. Evde üvey baba var. Oğlan evi- yalnız bırakmaz hepsi “hala” diye etrafında
ne geldiğinde yüzündeki peçe iyice örtülür, sevgi çemberi oluşturur. Eşinin ölümünden,
yüzü hiç görünmez. Söyleşimiz sırasında akrabalarından bahsederken Gülsün Oğuz
Gülsün Oğuz’un hafızası zaman zaman daldan dala konar.
karıştı. Yıllarla, olayları şaşırdı. Ama yaşına
göre o kadar güzel anlatıyordu ki! “Ben ufakken burada hep incir ağaçları
doluydu. İncirin külü güzel olmaz. Yağha-
“Birisi dedi ki bu herif hırlı ölümden neciye giderdi beyim, söyler gelirdi, yağ-
ölmez, yetimin hakkını yiyip durur. Benim hanenin külü, iyiydi. Melengeç ağacının
elimi yakaladı, sen motora girme, seni külü iyi olur. Burada her yer tat idi tat.
bunlar çimdirir dedi. Senin gelinin mi Mesut gezmeye götürdüydü de Güdür’ün
kalmış çımdırıl. Yalıya geldik, etrafına her tarafı bu boy çetik. Nereye gitti bu
bakıp durur, bir kurşunla öldürdüler üvey kadar ağaç. O kesmiş odun yapmış, bu
babayı. Barsakları dışında sallanıp du- kesmiş ağaçları. Çetiyi bilirsin değil mi,
rur, kurşunlamışladı. Çocuk kucağımda, çetiyi, hayvanda yemez. Küdür’de eskiden
torunum Mesut’un annesi Tilkicik diye bir bu kadar ev yoktu. Bizim de evimiz vardı,
yer var, öküzlere birer taş örüver eve gitme sattı beyim. 900 liraya sattık, kaç dönümdü
dedi. Çok çileler çektim, sonradan çok bilmem, Mesut bilip durur emme. Orayı
rahat sürdüm beyimlen. Bir tane Turgay sattık ama cebine komadı parayı beyim.
öğretmen, karşıda (Yunanistan) orada Oradan aldığı parayla buraları yaptırdı,
ayrıldı kocasından, çok iyi bir insanlardı, dükkanları yaptırdı. Sonra babasından
ayrıldı, şimdi biriyle evlendi, şeker gibi. kalma bir yeri vardı, ora sırf pinar ağacıy-
Allah öyle yazmış. İki tane İstanbul’da- dı. Yaptırdığı yerler bittiği gün hemen geldi
kinin var, iki tane Erdinç’gil var, iki tane ikişer tane verdi. İki kere iki kaç eder.
de Günay’gilin var. Aklına geldiği gün, Onikisi senin oldu, onikisi beyimin oldu.
na şu kadar veriyorsun yemiyom, Aklına Çocuklarına ikişer tane ev verdi. Baba
gelmedik şeyleri getirirler. Ötekine, Gü- yüzü görmediğinden yüreği çok yanıktı.
nay’ gile, öptü, ninem diye, na bu kadar Bu kadar bir şey görse, hemen ayırırdı.
getirin yabana gitmesin dedim. Gençken Baba görmediğinden.
her şey yeniyor kardeşim ihtiyarladın mı Geçen sene doktora gitmiş, elinden tu-
yenmiyor. Bu evin üstünde torunum var, tup silkelemiş, sen karına bakabilin mi?
bu kattada kızımla beraber oturuyoruz.” dedi. Çok gücüne gitmiş, Bodrum başıma

yıkıldı, dedi. Neden dedim, sen garıya Çorbalar boynundan akıp durur. Halil
bakabilin mi diyip durur dedi. Doktorun bilesiye değil ki, Yalıkavak ta demişler Nal-
karşısında yana döndüm, Doğazının katırı, bant’ta, bir kız kaçırmışlar demişler. Halil
ne çağırsam götürür. Neye bakamayam be öyle kopuk, sapık dedi. Gümüşlük’ten
karıya dedim. Şöyle dönüp baktı, karnın getirtmişler ...
aç mı, demiş. Çok hatırnaz idi, nurlarda Onu bir yakalamış, çakır da gözlü Gül-
yatsın. Ben buraya hiç gelmeyip durdum süm’üm Allaha emanet. Doktorlara
da oraya uzanıp dururdu da oradan bakar hemen muayene ettirmişler Bodrum da.
dururdu. İki üç aydır yalıdan gelir, böyle Nalbant kap dedim mi getirmiş buraya.
şamar vurur beni, üvey kardaşı var ta ora- İpek kuşak beldedir, saçakları yeldedir.
da, üvey kardeşi yanlış konuşuyor. Böyle Çok türkü var emme bilemem ki. Sarı
omuzuma vurup, söyle, dedi. Beyimin kurdelem sarı, dağlara saldım yari, dağlar
babaannasinin adı Şerife dir, Şerife’nin kurbanın olsun, tez gönder nazlı yari.”
oradayım dedi. O sapıksa ben de mi sapı-
kım, değil mi.”

Çocukları ve torunları tarafından çok se-
vilen, sayılan Gülsün hanım zaman zaman
aşırı ilgiden rahatsız olur. Oturduğu evin
üst katındaki kızı sevdiği yemeklerı yapar
ama o kuş gibi yiyebilir. Eşini de anmadan
yapamaz.

“Kocam söylerdi, bu kadar bir şeyi beşe
bölüyom ister doysun ister doymasın, hani
hatır olmasınlar diye, herkese eşit veril-
sin.”

Gülsüm Oğuz söyleşiyi kendine göre yo-
rumladığı. Çökertme Türküsü’nün hikayesi
ve Sarı Kurdele şarkısıyla tamamladı.

“Yalıkavak’tan bir kız kaçırdı demişler
Nalbanta. Nalbant da dedim, babaanne-
min canı, kaptığınla almış da gelmiş.





Halide EZER

Halide (Güvenç) Ezer’in İstanköy’de doğan oynanır. Halide, Cumhuriyet İlkokulu’nda
ablasının dışında tüm kardeşler Tepecik eğitime başlar ve üçüncü sınıfa kadar okur.
Mahallesi’ndeki evlerinde dünyaya geldi. O zamanlar öyle olduğu için üçüncü sınıf-
Babaları mavnayla gemilere yük taşıyor tan, beşinci sınıf sonuna kadar eğitimine
ama bunu yanı sıra iyi bir kalafat ustası. Turgutreis İlkokulu’nda devam eder. O
Çok geçerli meslek olması nedeniyle Gü- yıllarda çarşıdaki okula gitmek çok önemli.
venç ailesi beş yıl İstanköy’de kaldı ve ilk Güzel kıyafet, elde çanta sanki üniversite
kız çocukları burada doğdu. öğrencisi edasıyla çarşıya inen İlkokul öğ-
rencisi Halide ve arkadaşları bu duruma çok
“Kasım 1929 yılında Tepecik Mahalle- sevinir. İlkokul bitince ortaokul olmadığı
sinde doğdum. Annem Hatice Güvenç 15 için eğitimi sona erer.
yaşında Gürece’den gelin gelmiş. Sokakta
büyüdük. Çocuk oyunlarından gerdirme, “Mahallemizde Ethem Saat postanede
ip atlama, atta tut, o zaman onlar vardı. memurdu, abisi vardı, onlarla oynardık,
Babaları banka müdürü olan bir arkada- oğlanlar, kızlar bir arada. Bizde hiç ay-
şım vardı, Gediz’e gittiler, hala mektup- rılık, gayrılık yoktu, hep bir sokak içinde
laşırım. Onlar dört kızlardı, onlarla çok oyun oynardık. O zaman Bodrum başkay-
güzel günler geçinirdik, Karakayalılar dı. Birbirimize bağlılık vardı. Tepecik ma-
Rıza’nın evinde otururlardı. Onlar Gedize hallesinde, Hasipler, Karakayalılar hepsi
gitti, adres yok bir şey yok. Ne zaman Ge- de gitti, yani öldüler. O zaman Bodrum’un
diz’de deprem oldu, eşim Muammer’e Al- nüfusu beş yüzdü, ben beş yüz bilirim. Ben
lah Rahmet Eylesin, ne olursun bu Gediz’i İlkokula burada, Cumhuriyet ilkokuluna
bana buluver. Gediz’de Fevziye Vural, Ali gittim, o zaman o okulda üçüncü sınıfa
Vural banka müdürüydü, çocukların isim- kadar okuyorduk. Üçüncü sınıftan sonra,
lerini söyledik, bulduk, konuştuk. Seneler dördüncü ve beşinci sınıfları Turgutreis
sonra halen telefonlaşırız. O arkadaşımı ilkokulunda okuduk. Artık biz çarşıya
çok severdim, beraber büyüdük, hiç tartış- gidiyoruz, elimizde çantamız, kıyafetleri-
mam olmamıştır. Zaten benim okul arka- miz güzel, sanki üniversiteye gidiyormuş
daşlarımla, komşularımla da tartışmam, gibi sevinirdik, o okulda da okuyoruz diye.
çekişmem yoktur. Gelinlerimle de yoktur, Diplomayı o okuldan aldık. Turgutreis
Allaha bin şükür.” İlkokulunda beşe kadar sınıflar vardı ama
ortaokul yoktu. Ortaokul benim çocukla-
Güvenç ailesinin çocuklarıyla, mahallenin rımın zamanında açıldı. Lise yoktu, benim
diğer çocukları hep beraber vakit geçirir. büyük oğlum Mehmet İzmir’de liseyi oku-
Kızlı, oğlanlı ayrı, gayrı olmadan oyunlar du. Ertesi sene küçük oğlum Ahmet yetişti,

o liseyi Bodrum’da okudu.” buraya gelip gidiyorlar. Konacık’ta ve bir
de burada evlerinin var olduğunu biliyo-
Bodrum’da fakir nüfus çoğunlukta, bolluk rum. Yahudiler altın alış verişi yaparlardı.
yok. Baba Ahmet Güvenç’in direksiz mav- Bir Yahudi ailenin oğlu doktor çıktı ama
naları vapura yük taşıyor. Mavnayla vapu- burada durmadı gitti.”
ra yük götüren başka biri olmadığından,
Bodrum’un hatırı sayılır tüccarları Topa- Mahvelin önünde büyük bir depo vardı, ka-
noğlu, Karakaya ile Yahudi tüccarlar Ahmet dınlar orada incir dizer. Bodrum’dan incir,
Güvenç’e önce benim malımı al ricasında palamut, mandalina gider İstanbul’a, oradan
bulunur. Baba Güvenç’in Yahudi müşterileri da fındık, fıstık gibi şeyler gelir. Ahmet Gü-
sayesinde aile pek çok şeyi ilk kez görür. venç’in mavnası hiç boş kalmaz, çok para
kazanır. Mavnacılık gerilerken, süngercilik
“Bodrum’da Yahudi çoktu. Bir gün babam başlar. Halide’nin çalışkan babası Ahmet
geldi. Bizsiz bir şey yemezdi. Öyle lokanta- bey sünger işine de el atar ve paraya para
lar da yoktu ama dışarıda bir şey yemezdi. demez.
Ne alırsa evde hep beraber yerdik. Cebin-
den birşey çıkardı. Hepimiz o ne, bu ne? “Alman harbi olmuştu. Eşim Muammer
Ancak okulda resimde görüyorduk onları. bey, İstanköy’den kaçak gelmişler. İlk defa
Yahudi şeftali yiyormuş, bir dilim vermiş ağabeyi gelmiş. Rum Mahallesi tarafında
babama. Bunu ben yedim ama içime saatçiler varmış. Bunlar da İstanköylü,
gitmeyecek, ona da başka yerden gelmiş. onların yanında kuyumculuk yapmış.
Merak etme ben seni biliyorum, ben sana Ondan sonra benim eşim gelmiş, kaçak
iki tane vereceğim, götür çocuklarınla olarak. Turgutreis’teki fener’e çıkmışlar.
ye, çocuklarına yedireceksin, demiş. Yani Bunlar üç kişi, bir subay, bir Muammer,
Yahudilerle öyle iyiydi babamın arası. İki bir de bayan. Sonra abisi onu alıp Bod-
tane çıkardı cebinden, Allahın bildiğini rum’a gelmiş. Burada çalışmış, askere
kuldan saklamam, çığrıştık biz, bu ne, bu gitmiş. Askerden geldikten sonra dükkân-
ne? Babacığım soydu dilim, dilim komşu- da çalışmış, dükkânda yatıp kalkıyormuş,
nun çocukları da vardı, hepimize yedirdi, fazla para yok, onu tanıyan yok, hep orada
ben şeftaliyi o zaman tanıdım. Üç, dört işini görüyormuş. Kimsenin yanında
Yahudi ailesi vardı. Topal Avran vardı. Bu- değil kendi dükkân açmış, küçük bir ecza
günkü kaymakamlık, hükümet binasının dolabı gibi kuyumcu tezgâhı var. Eşimin
arkası Yahudi mahallesidir. Bizim bahçe- (Muammer Ezer) açtığı dükkân, çarşıda,
nin yanlarında da onların arsaları vardı. Birakiler’in karşısında. O zaman Birakiler
Halen orada Yahudilerin malları var, vardı, onlarla da çok samimiydik. Bir gece,

Bodrum’un meşhur sarhoşlarından biri, da gelinlerim de çalıştı. Benim çalışmam
ismini bilemeyeceğim, dükkânın kapısını için eşim; el çalacağına sen çal, dedi. Ben
vurmuş; para ver bana, diye. Sabahleyin de çaldım. İzmir’den külçe bilezik getiriyo-
kalkınca, korkuyor, İbrahim Apak diye rum, Bodrum’a gelince eşime, borçta bu,
biri var, onlara uzaktan akraba, zaten kalanda bu, diyerek hesap veriyorum. O
onlar karşılamışlar, onlar almışlar. Gitmiş da hiç saymadan bilezikleri vitrine sıra-
onun hanımına. Nuri Apak var. Sarhoş lıyor. Fazlasını da kasaya koyuyor, gelen
kapıyı vurunca korkmuş, Yenge derdi ona mal eksik mi, fazla mı demiyor. Bir kere
İbrahim ve Nuri Apak’ın anneleri oluyor, 500 lira fazla koymuş, kâğıt beş yüzlükler
Babaları çok erken öldü. Yenge, demiş vardı. Senin kocan hovarda, dedi ablam.
bana kız bul, beni evlendir. O da çıkmış Hayır dedim, benim kocam hovarda değil,
kız aramaya. Benim ismimi vermişler. ben ne bileyim, öğle bir şey hiç yaşamadım
Babamız da 15 yaşında kız almış. Dedem ki. Hovarda, hovarda, fazla para koymuş
annemi isteyerek vermiş. Senin sigaran baksana, dedi. Ay kusura bakmayın, siz
yok, kumarın yok, sen kızı al, ben senin hovarda değince, ben dışarıda hovardalık
arkandayım demiş Ali dedem. Ben hatırla- yapıyor anladım, dedim. Ben her gidişim-
mıyorum, kızlar 15 yaşında, benim kızlar de bir tane altın bilezik yürütüyorum, bir
20 yaşına girmeden, kemikleri kalınlaşma- tane de çocuk bileziği yürütüyorum. Bazen
dan kızları kocaya vermem, demiş.” büyük bilezik yürütüyorum ama onları
evde saklıyorum. Çocuklarım var, herkes
Genç kız Halide Güvenç ablası gibi 20 malını sattı para etti. İzmir’e hurda altın,
yaşına girince evlenir. Alın yazısı bu ya, bi- para götürürdüm, altın getirirdim. Yahu-
risini sarhoş korkutur kısmet kapısı aralanır. dilerle anlaştık, ben gittiğim zaman hazır
Birileri kız aramaya çıkar önceden belir- olurdu altınlar, alırdım onlardan. Ama
lenen evin kapısı bu kez hayırlı bir iş için girişim başka kapıdan, çıkışım başka kapı-
çalınır. Tepecik’te ki kız evinin kapısı hep dan olurdu. Ama ben, siyah manto, siyah
açık. Birbirlerini hiç tanımayan Halide ile ayakkabı, siyah eşarp giyer, lalettayin bir
Muammer’in mutlu yuvalarının kurulması kadın gibi görünürdüm. Elimde bir sepet,
için ilk adım atılır. içinde de mal dolu. Belimde de para sarılı,
naylon çorabın içinde. Ben hurdaları
“Eşim Muammer Ezer; sen bu kuyum- verirdim, Yahudi yığardı benim önüme al-
cu dükkânında çalış dedi, bende tamam tınları, ben onun içinde bilezikleri, büyük,
dedim. Herkes acayip karşıladı. Çünkü o aynı model, aynı numara, sarı lira alır
zaman Bodrum’da ilk defa bir bayan dük- gelirdim. Pazar sepetinin altına koyar, üs-
kânda çalışmaya başladı. Sonradan kızım tüne simitler yüklerdim. Bodrum’da iğne

yoktu, iplik yoktu, çeyiz işinde kullanılan, dı. Bu dükkânda önce Biraki’lerle karşı
onları da alıverirdim oralardan, köylü bir karşıyaydı dükkânımız. Muammer dışarı-
kadın gibi. İzmir, Konak’tan kalkar oto- dan yemek yemezdi, ben evden getirdim.
büs, sabah beş’te bineriz, akşam on iki de Pazar yeri, aslında mezarlıktı, sonradan
Bodrum’a varırdık. Orada herkesten önce oraya dükkânlar yapıldı. Bizim şimdi ku-
otobüse biner, araya da sepetimi alırdım. yumcu dükkânı olarak işlettiğimiz dükkân
Muavinler de beni tanır.” yapılırken, hafriyat yapan adam orayı iyice
kazdı çıkan toprağı başka bir yere attı,
Bodrumda herkes herkesi tanıyor. Halide altında mezar olmasın diye. Diğer dükkânı
Ezer’e olan saygı da bir başka. Çünkü o Hasan Orman’dan aldık.”
kendini kabul ettirmiş bir iş kadını. O yıllar-
da Bodrum’da otobüs firması olarak Ka- Bodrum’da tek kuyumcu dükkânı Mu-
radeveci ve Bodrum Birlik var. Otobüsler ammer Ezer’in. Sonra Devecioğlu açar.
bugünkü gibi konforlu değil. Bodrum-İzmir Muammer Ezer’in kuyumcu dükkânında
karayolu virajlı, dar. Halide Ezer işini biti- sadece altın alınıp satılmıyor, aynı zamanda
rip İzmir, Konak’tan kalkan otobüse biner, da tamir işleri yapıyor. Yüzük, küpe yapı-
gece yarıları Bodrum’a varır. Bugün 3 lıyor, hurda altın alınıyor. Sonraki yıllarda
saatte geldiği yolu dura kalka neredeyse 10 antikacılık yapmaya başlar. O yıllar Ka-
saatte tamamlar. Ama o yaptığı işten büyük raova tarafından gözyaşı şişeleri gelirken,
keyif aldığı için hiç şikayetçi değildir. denizden de antika amforalar çıkarılır.

“Ben çarşıda, dükkânda on yıldan fazla “Bizim teknenin adı Yadigâr. Denizden bir
çalıştım. Bize eski paralar getirirlerdi, heykel çıkardım. Kalede bir heykel vardır
tabelamızda da Antikacı yazardı. Turist de onu bizim tekne çıkardı. Eniştem ablamın
gelmeye başlamıştı, çok iyi para kazandık. kocası teknenin kaptanı, ağabeyim var,
Çarşıda Sarı Osman ile Mehmet amca bize 150 lira mükâfat verdiler, İzmir’den
vardı tüccar olarak, öldü. Bunlar kumaş gelip alana 300 lira para verdiler. O zaman
satarlardı. Bizim bitişiğimizde Nabi amca ben bunu denizden çıkardım, saklama-
vardı, o da kumaş satardı, o da öldü. Tat- dım, kaleye hediye ettim bu kadar verdiler.
lıcı Yusuf vardı, ayakkabıcı vardı. Karşı- Allah bereket versin dedim.”
mızda Güner bey vardı, Ankaralı karı koca
eczacılar vardı. Necdet bey vardı, doktor Halide Ezer, ilk hanım tezgâhtar olarak
olarak Alim bey vardı. Başka doktor da kuyumcu dükkânda çalışmaya başlayın-
yoktu, öldü hepsi. Bir numaralı Sağlık ca Bodrum halkı çok yadırgar, ama o hiç
Ocağı o zaman tek hastane olarak çalışır- aldırmaz. Esnaf ve halk, kuyumcu Halide

hanıma yavaş, yavaş alışır. İşi icabı devamlı oğlan işini bilir, O birazda babaya benzer.
olarak İzmir’e, İstanköy’e gidip gelmeye Yedi yaşında beyninden ameliyat geçirdi,
başlar. Bu arada da değim yerindeyse; bir ağaçtan yatık taşların üzerine düştü, başı
taşla iki kuş vurur. Bodrum’da çeyiz için yarıldı. Hatta biz o zaman İstanbul’daydık.
gerekli pek çok ürün yok. Gelin adayı genç Bize telefon ettiler o zamanlar pırpır uçak
kızların talebine göre siparişler alır. İstan- var. İzmir’e indik, oradan taksi tuttuk.
köy’den ve İzmir’den getirdiği birbirinden Taksici ben hiç Bodrum’a gitmedim, siz
güzel çeyiz eşyaları sayesinde iyi de para bana yolu gösterin dedi. Bodrum’da Dr.
kazanır. Her şey yolunda giderken Ezer Nurettin ve Dr. Necdet bey vardı, onlar
ailesi sıkıntılı günler yaşar. Oğulları küçük çocuğu almışlar, eli ağzı yumulmuş, O
Ahmet ağaçtan düşer, beyin ameliyatı geçi- zamanlar abim kalafatçı, türbede çalışır-
rir. Damatlarının beklenmedik intiharı aileyi dı, kayıklar hep orada tamir olurdu. Ziftli
perişan eder. elbiseleriyle binmiş cipe, gitmiş Milas’a.
Hemen ameliyata almışlar, ağaçtan aşağı-
“Benim büyük oğlan okurken İstanbul ya düşünce kafa kemikleri kırılmış, ondan
Aksaray’da oturdu. Altı bakkal, üstü evdi. eli ayağı tutmuyormuş. Benim Ahmet
Sık, sık giderdim, çamaşırlarını yıkardım, yolda da çok kusardı, ameliyat sırasında
eksiklerini alırım, yemeklerini yapar gelir- da kusmuş, kusunca beyinde baskı yapmış
dim. Nereye gitsem beni kıyafetimden ta- kemikler kalkınca eli ayağı düzelmiş. Biz-
nırlardı, Bodrumluyum derdim, hiç kimse de Milas’a geldik, hiç seslenmeyin dediler
bir şey demezdi. Benim oğlan Diş Hekim- ama tirtir titriyoruz. Başucunda oğlan
liği okudu, geldi. Bodrum’da bir Altan bey kardeşim, oğlan pijamalarıyla oturuyor.
vardı, o kapattı, bizimki açtı, çok da güzel Geçmiş olsun oğlum dedim, ne oldu.
para kazanıyordu. Fakat gelen hastalar Ağaçtan düştüm dedi. Getirdiğimiz kitap-
arasında ayakkabısı eski, sarılı birini gör- ların kapağındaki yazıları okudu, uçakta
dü mü, ilaç parasını da reçeteye sarıp öyle verilen keki de yedi, biz bir rahatladık. Aklı
veriyordu. Sonra o hasta bizim dükkâna başında ama başı sarılı, üç dört gün daha
geliyor, kafa tutuyordu, senin oğlan beni hastanede kaldık. Evlat bambaşka oluyor.
fakir zannetti, ben zenginim, bana para Allah kimseye evlat acıcısı vermesin. Dok-
veriyor, reçeteye sarıp. Biz de oğlum verme tor; bu çocuğun üstüne fazla varmayın. O
diyoruz, o da anne ayağındaki ayakkabı, kendisi isterse ileride ameliyat ettirin, is-
sırtındaki elbise yırtıktı. Şalvarı yamalı, temezse sakın ameliyat ettirmeyin, dedi. O
ayakkabısına baktım sicimle dikilmiş. zaman Ahmet küçük, ilkokulda, 7 yaşında.
Benim büyük oğlan Mehmet Ezer öyle Biz onun üstüne hiç gitmeyiz. Ahmet ne
biri. Benim oğlan halen öyle. Ama küçük yapıyorsun, nereye gidiyorsun hiç demem,

hep tamam oğlum, tamam oğlum. Mehmet da benim kaderim. Bunun annesi yok, çok
öyle değil, yumuşak yüzlü. Mehmet’e her küçük yaşta annesini kaybetmiş, iki sene
şey söylerim. Çocuklarıma emir veremem, sonra da babasını kaybetmiş. Çok, çok
hiçbirine emir veremem. Geçinmem de çok memnunum, bana karşı sevgisi, saygısı
güzel, aram herkesle çok iyi. Allah acıla- sonsuz. O bana karşı saygılı olursa ben
rını vermesin. Benim kızım evlendi, diş ona karşı kötü olabilir miyim? Bak, 32
hekimiyle. Meğerki o okulu İzmir’de Ege senelik gelinim, Mehmet’in hanımı benim
üniversitesinde okumuş. Benimkiler İstan- tepemde oturuyor. Hiç şu kadar ne onun
bul’da. Eğer benimkiler İzmir’de okusay- bana ne benim ona bir fenalığımız olsun,
dı, Bodrumlu ilgisini çekerdi. Orada iki-üç niye olsun? İki kardeş, iki kardeşle ev-
kere intihara kalkışmış. Dedim ya sana biz lenseydi daha çok sevinirdim. Hiç değilse
gezmiyoruz, benim adam da zaten dük- elti kavgası olmaz. Bu ikisi de beş yaşında
kânı hiç kapalı dursun istemez. Her yere öksüz kalmış, baba kelimesi bilmiyorlar.
beni gönderir. Damat, anne sıcaklığını hiç Hiç aramadılar, sormadılar. Çocuklardan
kimsede görmemiş. Bana sen bambaşka biri ilkokulu burada bitirdi, Fransız oku-
bir annesin diye böyle söylenirdi. Ben sana lunu kazandı İzmir’e gitti. Oradan kalktı
anneciğim diyebilir miyim dedi. Diyebi- İstanbul’a gitti, Bilgi Üniversitesinde
lirsin ama annen duymasın sakın dedim. okudu, avukat çıktı, mastırını yaptığı yerde
En sonunda intihar etti. Benim kıza kara İngiltere’ye gitmek istedi. İngiltere’ye de
çaldılar. Güya benim kızın sevgilisi varmış, gönderdik, iki sene kaldı. Bir kızla anlaştı,
böyle hiçbir şey yok. Bir haber geldi ki, o da avukat, 30 yaşına girdi. İngiltere’ye
Adnan intihar etmiş diye, Allah yandım gitmeden önce çalıştığı yerden; bize danış-
demişim. Neyse Muammer’e haber verildi. madan başka bir söz verme. O da, askerli-
Cumartesi kalabalık, velhasıl çok sıkıntı ğimi yapayım ondan sonra gelirim, demiş.
çektik. Anası demiş ki, sakın ha o Turgut- Askerlik dönüşü o yere giriyor, maaşı da
reis’e gelmesin, onun ayaklarını kırarım. güzel, işi de güzel, evlendirdik de şimdi
O benim ayaklarımı kırarsa, ben tamir mi İstanbul’dalar.”
yaptırırım, ama onun ayaklarını Allah kır-
sın dedim. Dedim ama kalça kemiğini kır- Alman harbinden sonra İstanköylü Türk
dı, hem de üç kere. Sevinmem ama benim kökenliler yurdun dört bir köşesine dağılır.
suçum neydi, senin oğlun benim yanımda Halide –Muammer Ezer’in evinden 14 gelin
öyle kıymetliydi ki. Şimdi bakanlık müfetti- çıkar. Aşçılar, bulaşıkçılar tutulur, evin arka
şiyle evlendi, bu yaşa kadar evlenmemiş. O tarafında kazanlar kaynar, keşkek, pilav, et
da geldi bana ne dedi biliyor musun; ben kavurma gibi yemekler pişer, bu ziyafetler
sana anneciğim diyebilir miyim? Allah bu günlerce sürer. Düğünler sinema salonunda

yapılır, Milas’ın çalgıları getirilir. O zaman şey. O çocukları alırdım, bezlerini değiş-
davetiye yok, çağrıcılar dolaşıp düğüne tirirdim, yedirirdim. Ben cuma günleri
davet eder. Halide Ezer, İstanköy’den pek dükkâna giderdim, annelerine tasası
çok kızı Bodrum’dan evlendirir. İlk defa akşamdan girerdi; ben bu çocuklara yarın
Apak’ların oğluna, sonrası Erol Kurutaş’a, ne yapacağım, kime götüreceğim, diye. Şu
Ömer Türkoğlu’na kız verir. Uzun lafın caddeye bakan ev alt, üst ablamındı, gider
kısası Halide Ezer pek çok gencin hayır alırdı. Biz sülalece çocuğu çok severiz.
duasını alır. Sokaktan geçen çocuğu da severiz. Sokak-
tan geçen çocuğa da elimizde bir şey varsa
“Kız kardeşimi çektim, Türkkuyusu’nda verirdik.”
bakkaldı Erdoğan, karı koca çalışırlar,
ona kız verdim. Abimin oğluna getirdim, Halide Ezer, sakladığı altınlar sayesinde iki
Celal Yenilmez’e verdim, Muharrem Ata- oğlu ile kızına ev yapar ister otursunlar ister
er’e verdim, bir oğlan Ören’de öğretmen- kiraya versinler diye. Öğretmen kızı için
di, onların düğünlerini de burada ettik. hep endişe duymuş, devlet memuru sağa,
Benim üç çocuğum olmasına rağmen, sola tayin ederlerde giderse diye. Şimdi
dur bakayım sayalım, Gülsiye bir, Ayşe evlatları ve torunları çevresinde olduğun-
iki, Ayşe üç, Fatma dört, Azize beş, ...altı, dan Halide Ezer yaşamının tadını çıkarıyor,
Suzan yedi, Vasfiye sekiz. İstanköy’de hep ahhh eski Bodrum demeden de edemiyor.
kardeşleriyle geldiler, küçükleri de evlen-
dirdim. On üç kızı evlendirdim, üç tane de “Eski Bodrum güzel, ne derlerse desinler
kendi çocuklarım var. Bana karşı hepsi eskisi güzel. Birbirimizi tanıyorduk, bir-
çok çok iyidir. Bak bir de ikizler vardır. birimize yardım ediyoruz. Mesela eskiden
Faysal Yağcı, banka müdürüydü, kimsesi buğday evde yıkanır, değirmene gönderilir,
yok kadının, Faysal beyinde öyle, şu Hero- değirmende çekilirdi. Mahalleli toplanır
dot’un yanındaki evde otururlardı. İstan- iki çuval buğday ayıklanırdı. Ertesi gün
köy’dendiler, doğuma gitti, döndüler iki onunsa onlara gidilirdi. Düğün edeceğiz,
tane oğlu olmuş. O zaman çocukların bezi makarna keseceğiz, lokum pilavı kesece-
elde yıkanıyor. Her gün elde yıkanıyor. O ğiz, tatarlık keseceğiz. Mahalleli, önlü-
kıza acırdım, gider o ikizlerin ikisini de ğünle, oklavasıyla gelir, yayılır evin içine,
alır gelirdim. Şimdi bana anneanne diyor, önüne hamurlar serilir. Şimdi öyle değil,
çocuklarına da anneanne dedirtiyorlar. eskiden, saygı vardı, sevgi vardı, biz şimdi
Bir gün beni markete götürdüler, çocuklar onu bulamıyoruz. Şimdi sokağa çıkıyorum,
da oradaymış, beni görünce; anneanne, yüz insan geçiyor, bir Bodrumlu geçmi-
anneanne, diye bağırdılar, bu da güzel bir yor. Geçenler de bana günaydın demiyor,

merhaba demiyor. Kapıyı burada kitleriz,
anahtarı burada bırakırız, çiçek saksısının
içine de koruz. Kendimiz dışarıdan gelince
oradan anahtarı alır kapıyı açarız, ya da
çocuklar okuldan gelince açar girer. Hadi
şimdi koy bakayım, ben şimdi kapı kilitli
oturuyorum. Sarı nokta hastalığından
doktora gittim, ameliyat oldum, bir gece
orada kaldım. Bana orada yaşımı sordular,
nerede oturuyorsun, çok şanslısınız, çok
güzel bir yerde oturuyorsun, dediler. Fakat
bozuldu Bodrum, kimse, kimseyi tanımı-
yor, biz öyle değildik. Hiç kimse kimseye
selam vermiyor, hırsızlık çoğaldı, vallahi
kapı kilitli oturmazdık biz, kapımız kapa-
nır ama o kitli değildi. Geçenlerde bura-
dan oğlanın bisikletini çaldılar, çalsınlar
önemli değil ama bana bir zarar verme-
sinler. Oğlanların ikisi de üst katta oturu-
yorlar ama bazen ikisi de gezmeye gidiyor.
Ahmet kontrol eder; anne kapını kitle yat,
başımızı belaya sokma, der.”

Yıllar önce eşi tanınmış kuyumcu Muam-
mer Ezer’in en büyük yardımcısı, saygın iş
kadını olarak Bodrum’a damgasını vuran
Halide Ezer, gençlere de saygılı olmaları,
ana ve babalarından ders almaları tavsiyesi-
de bulundu.



Hamide ÖZCAN

Bodrum’da 1984- 85 yıllarında evini turist- Hamide 6-7 yaşlarında. Bitez’de çok az
lere ilk açanlardan biri de Hamide Özcan. sayıda ev var. Su derin kuyulardan çekilir.
Turizm hareketlenmiş, gelen giden çok. Onun görevi su içmeye gelen hayvanlar
Evinin kapısını pansiyon olarak açar ama, için yalak taşına su taşımak. Hamide suyu
ayıp saydığı için gelen turistten para talep kuyudan çeker, suyu yalağa dökmeye başlar
etmeye utanır. Bodrumlu evine gelen kişi- ki, hayvanlar anında bitirir. Bu mücadele
leri misafir olarak görür. Misafirperverliğini saatlerce sürer. Hamide Topal’ın akranları,
en içten ve saf duygularla en iyi şekilde ye- hatta ondan büyük kızlar okula gider. Baba
rine getirir. Hamide Özcan’ın evinde kalan Mehmet Topal, onu okula yollamaz. Baba-
İzmir’li bir turisttin arkadaşına Bodrum’da sı Bitez muhtarı olduğu için Jandarma da
parasız devre mülk de kalıyorum demesi herhangi bir soruşturma açmaz.
misafirperverliğin en büyük kanıtı olur.
“Anam, babam beni oraya nasıl dinel-
“Dedelerimizi, ninelerimizi hiç görmedik. tirirmiş. O hayvanlar tossa, kuyunun
Annemin annesi Girit’ten sürgün gelmiş. içine düşsem nah böyle, şartı öyle yaptı-
Babamın babası da askerken Fethiye’de rırlarmış. O zamanlar ne ekerlerdi, arpa,
ölmüş. O zamanlar imkanlar kıt, asker ce- buğday, nohut, bakla. Kendinden olurdu.
nazesini bile yollayamamışlar, Fethiye’ye Bodrum’a gelen pirinç alır, şeker alır. O
gömmüşler. Yani ninelerimizi, dedelerimizi zamanlar Bitez’le Bodrum arasında yol
hiç görmedik. Annem Ayşe Filiz, Mehmet yok. İnsanlar merkeple, yayan yürüyenler.
Topal ile evlenmiş. İlk çocuğu benim, 1934 Şimdi Migros’un üst tarafında Melengeç
doğumluyum. Dört kardeşin ikisi öldü. ağaçları vardı. Bayanlar nalınlarla gelir,
En küçüğümüz Halil önce o öldü. İkincisi ağaçların goğuklarına nalınları saklarlar,
benim küçüğümdü adı Nimet. Onlar öldü ayakkabılarını giyer, Bodrum’a inerlerdi.
biz kaldık. Babam rahmetlik o zaman köy Bitez’den Bodrum’a gitmek için çeti içle-
muhtarıymış. Babam muhtarken Bitez’de rinden, Migros’un oradan sonra daracık,
bahçe falan yok. Her yer ekin tarlasıydı. irme derdik yollara, dere yataklarını yol
O ekinler, buğday, arpa her ne ise. Evimiz olarak kullanırdık. Bitez’de Mustafa Pa-
iki oda, birinden çıkılıyor. Üç tane adam şalı’nın evlerinden denize kadar mersinlik
gelirdi, o adamlar bizim orada üç hafta idi çok güzeldi, altına irme derdik. Bizim
kalırdı. O adamlara yere yer yatağı seri- zamanımızda Bitez’de okul yoktu, benim
lir. Üç tane yatak serer anam, o adamlar üçüncü kardeşim buraya okula geldi.
orada yatar. Dışarıda tuvalet, sabah kalkar Bitez’den Bodrum’a, okula oğlanları yol-
tuvalete gider, elini yüzünü dışarıda yıkar- larlardı, kızları yollamazlardı, ben geleme-
lardı.” dim. İkinci sene Bitez’e okul açıldı.

Ben çok gösterişliydim. Babam rahmetli ilk günler yemek olmaz. Üç gün yemek
muhtar. Herkesi mecbur ettiler okula gi- olur, yemek de keşkek, lokum pilavı. Oğ-
decek, ben de gidecem, önlükler dikiliyor. lan evinde bir gün pilav yapılır, öyle, öyle
Bana talip çıkmış öğretmen. Muhtarın kızı bişeyler. Gelin almaya at ile gidilir. Ata
gösterişli. Daha 12 yaşındayım. Babam gelin bindirilir. At süslü, kırmızı ipekli-
rahmetli dedi ki; isteyen oğlanın önüne lerden. Gelinin yüzüne de kırmızı duvak.
ben kızımı yollamam. Ben de oturdum, Al Duvak denilirdi, o al duvak açılmaz,
okula gitmedim. Okur yazarlığım yok akşam damat açacak.”
şimdi.”
Hamide Topal gösterişli bir genç kız. Da-
Hamide Topal’ın çocukluğunda Bitez de yısının üvey oğlu Naci Özcan, Bodrum’un
mandalina bahçesi yok denecek kadar az. yakışıklı delikanlılarından, talip olur.
Ama turunç var, turunç ekşisi sıkılır. De- Hamide 15 yaşında. Naci ise ondan 13 yaş
mirci Hüseyin’in bahçesine gidip turunç büyük. Üstelik hep Naci ağabey demiş ama
alır. Ahmet Çavuş ilk mandalina bahçesini Hamide evlenip Bodrum’a gelin gelir. İki
yapar. Hamide ve arkadaşları mandalina odalı gecekonduda su yok, elektrik zaman
kesmeye gider. Topladıkları mandalinanın zaman gelir.
mis gibi kokusuna dayanamayıp yerken,
bahçenin sahibi cimri ama çok da güzel “Bodrum’da çarşının ortasında, jenatör
hanımın, yine kokuttunuz, yimeyin man- mü ne çalışırmış, saat oniki de o da ka-
dalinleri, diye bağırmasını hiç unutmaz. panır. Bodrum zından gibi bir yer olurdu.
Bitez’de düğünler bir pazar günü başlar, Sonradan elektrik geldi. Yaşım küçüktü,
öbür pazara kadar sürer. Evlenme çağında- eşim benden yaşlıydı. İşte yürüttük evli-
ki kızlar ile delikanlılar için düğünler çok liğimizi. Bir tane kızımız oldu. İlkokulu,
önemli. orta okulu burada okudu. Lise yoktu.
Kızım hemşire okulunu kazandı. Rahmetli
“Bitez’deki düğünlerde böyle çok çalgı babası, ben bir tane kızımı hemşire oku-
yoktu. İstanbullu bir darbukacı vardı. Bir luna vermem, hastanelere yollaman, dedi.
de gözü görenin önünde oynamaz kızlar, Benim küçük kardeşim Orta Doğu Teknik
gözü görmez kemancı olur. Gözü görmez Üniversitesi’nde okuyordu. Geldi, eniştesi-
Mustafa vardı, bizim gençliğimizde onlar nin gönlünü etti, benim kızımı aldı, Anka-
çalgıcılık yapardı. Ön sıraya kızlar oturur. ra’ya götürdü, Sağlık Koleji’nde okuttu.
Oynadıktan sonra delikanlılar oynayacak. Eşim, aslında Ortakentli’ymiş ama babası
Kızlar hep başını örter. Düğün bir pazar ölünce annesi de diğer kardeşlerini de
günü başlar, öbür pazara kadar sürer ama almış, Bodrum’a gelmiş. Mustafa Paşa-

lı’nın annesi, benim kayınpeder öldükten gerdik. Öyle insanlar perdeli kapıdan oda-
sonra, dayımlan evlenmiş. Paşalı’larla biz da kaldı.”
iki türlü akrabayız, Paşalının dedesi benim
dayım olur ama, eşimin kan bağı yok.” Özcan ailesi işe iki oda, bir mutfakla baş-
layıp, üç yılda on beş yataklı bir pansi-
Bugün Askeri kampın olduğu araziler bom- yon yaratır. Hamide Özcan 1985 yılından
boş. Bir sarnıç var etrafı kayalık. Şimdiki 1991’e kadar tek başına pansiyonu çalıştırır.
Marina’nın olduğu yerde Özcan ailesinin Otomatik çamaşır makinesi yok, çamaşırlar
akrabaları oturur. Gece ziyarete gitmek is- çabuk kurusun diye, evin terasına asılır. Bu
terler ama her taraf zifiri karanlık, göz gözü koşturmaca arasında gelen misafirleri de
görmez. Ellerinde dört yanı camlı, içinde memnun etmek, Bodrumlunun misafirper-
gaz yanan fenerle gezmeye gidilir. Oturduk- verliğini göstermek şart. Çok kişiyle dost-
ları semtte sadece dört ev var. Zaman içinde luğun yanı sıra, akraba gibi olur Hamide
Bodrum’da bir şeylerin değişmekte olduğu hanım. Pek çok da unutulmaz anılar yaşar.
fark edilir. Dışardan gelenler dikkat çeker.
Yerli turist denilen bu kişiler kalacak yer “Pansiyonculuk yaparken, her şeyi ak-
arar. Ev pansiyonculuğu başlar. Bodrum’un lımda tutardım. Bir gün birisi geldi, 10
yerlilerinden bazıları bu durumu misafirper- lira kapora verdi. İstanbul’dan misafirim
verliğiyle iyi değerlendirir. Hamide Özcan gelecek dedi, gitti. Ben bunu unutmuşum.
da onlardan birdir. Bir telefon geldi, çamaşır sepeti elimde.
Yola çıktılar, geliyorlar, kaporası verildi,
“Bizim oturduğumuz ev çok küçüktü, ikisi de dilsiz, fakat çocukları tercümanları
küçüçük odalardı. 10 sene sonra bir oda dedi. Ay ben öyle şaşırdım ne yapacağımı.
ilave yaptık, biraz çektik arkaya doğru, Bir müşterim vardı, tanıdığım, çok sevdi-
önüne de bir mutfak yaptık. O zaman bana ğim. Onun odasını kendi odama boşalttım,
saray gibi geldi. 1985-86 yıllarında burayı odayı da onlara hazırladım. Müşteriler
bu hale getirdik. Askeri Kamptan pansi- geldi, iki çocuk cıvıl cıvıl konuşuyor, anne,
yon diye insanlar yer arar. O zamanlar baba dilsiz. Ama dilsiz İstanbul’dan bura-
Bardakçı’da hiç otel yoktu, böyle yerlerde ya arabasını getirmiş. Misafirlerin çoğuy-
akşam yatar, sabah giderlerdi. la akraba gibi olduk. Oğlumuz, kızlarımız
Ben 17 sene pansiyonculuk yaptım. Biz gibi oldu. Bir tane hala İzmir de var.
pansiyonculuğa 1985’te başladık ama iki İzmir’deki arkadaşlarına demiş ki; Ben
odamız, bir mutfağımız var. İnsanlar dolu Bodrum’dan parasız devre mülk aldım. Biz
geliyor, pansiyona ver, ver. Ertesi sene iki ondan para almıyoruz. Nasıl olur para-
oda daha yaptık ama kapılarına bile perde sız devremülk, demişler. O da, ben aldım,

demiş. Eski kalanlar hala gelirler. Askeri oldu. Telefon yok, mektup yazıyorsun 15
kamp da o zaman devre 15 gündü. Sonra gün gidiyor, ay ben geceleri fıttırık, bura-
bir 15 gün daha devam ettirildi. Ama ora- lara çıkar otururdum. Kim kızıma sahip
da kalanlar 15 gün sonra kalamıyor, hakkı olacak. Dayısı da vazifeli Gölcük’e gitti.
yok. İkinci 15 gün için kampa gündüz Ben yine düşün düşün, kardeşim Halil’e
giriliyor, akşam çıkılıyor. Onlar da böyle gel, bunlar yerli, anasını biliyoz, kızımızı
yatak arıyorlar. Bizim terasımız var. Her bu çocuğa verelim. İşte kızın da gönlü
tarafını yıkarım, masalar, örtüler terasta oldu, evlendi. Kayınvalidesi öldü, çocuk-
çaylar içilir, yani o zamanın güzelliklerini lar bana kaldı. Önce kızı oldu. Kızı çok
anlatamam. 17 sene pansiyonculuk yap- kıymetli büyüttüm, erkek toruna biraz
tım. Niye terkettik, pansiyonculuk incelen- zor baktım. Torunların isimleri Armağan,
meye başladı, odalarda televizyon olacak, Arda. Şimdi de bu Arda bana bakıyor, ben
buzdolabı olacak, klima olacak şu bu... de ona. Torunlarının biri Ankara da biri
Biz de yaşlandık, bunu gözümüz yemedi. de yanımda. Bu birkaç iş değiştirdi, işi
Hatta kapatmayalım da torun yapsın diye inşallah başarılı olsun, her gün oğlum kıs-
şey yaptık, ama inceden inceye çok masraf metini bol etsin diyom, bunları söylerim.”
isteyecek. O zaman rahmetli de yeter biz
kapatalım, dedi.” Hamide Özcan, Bodrum’un geleceği konu-
sunda umutsuz. Her yerin binayla dolmasın-
Hamide Özcan çok genç yaşta evlendiği dan kaygı duyuyor. İlk ev pansiyonculuğu-
için, ilk gözağrısı tek evladı Şükran’ın 20 nu başlatanlardan biri olan Hamide Özcan
yaşından önce evlenmesine karşı. Kızı mahrumiyet olmasına rağman gençlik
Ankara’da çalışıyor. Aklı fikri kızında Ha- yıllarını çok özlüyor.
mide hanımın ama yapacak bir şey yok. Bir
gün, biricik kızına talip çıkar. Damat adayı “Bizin gençliğimizde Turgutreis’e bir yol
Bodrumlu, Ankara’da çalışıyor. Kızının vardı. O zamanlar araba bile yoktu. Sonra-
20 yaşından önce evlenmesine karşı olan dan bir otobüs kondu, böyle paldır güldür.
Hamide Özcan, kızın hiç çeyizi yok, enişte- Yalıkavak’a falan hep merkeple gidilirdi.
nin de parası yok. Kız birkaç sene çalışsın, Şu Torba’ya bile yol yoktu. Torba’nın
çeyiz hazırlayalım, ondan sonra evlensinler bademi ile inciri meşhur, merkeplen gelir
bahanesiyle talibi baştan savmak istese de giderdik. Sonradan Yalıkavak’a yol oldu,
kısmetten ötesi olmaz. ondan sonra Göltürkbükü oldu ve birden-
bire parladı. Her yer doldu, nasıl gider,
“Ama damat arkasını bırakmamış kızın. nasıl kaldırır bu kadar yükü bilemem.”
Kızım Ankara’dan Beypazarı’na tayin



Hanife TURAN

“Kadın varmış, ottan, çöpten aş yapar, dökmek de çare değil. O zamanlar insanın
Kadın varmış, pişmiş aşı taş yapar, geleceği kendisi dışında büyüklerince be-
Kadın varmış, yorganın deliğinden sabah lirlenir. Küçük Hanife’nin bundan sonraki
olsun diye bakarmış.” yaşamında da iş başa düşer. Daha ilkokulun
üçüncü sınıfındayken, evin işlerini görsün
O zamanlar Bodrum yarımadasında yaşayan diye eğitimi bir anlamda elinden alınmış, o
çocukların ortak problemlerinden biri de işlerin nasıl yapacağı dahi öğretilmemiş, bu
Ortaokul eğitimi alamamak. Hanife Yıllıkçı yükün altından kalkabilir misin diye sorul-
da pek çok yetenekli çocuk gibi bu mahru- mamış bile.
miyet içinde kaderine razı olanlardan. Ama
o gönlündeki okuma ateşini daima sıcak “Evlerimiz küçük. Akşam yerlere yataklar
tutmasını bilenlerden olmuş. yapılır, sabah toplanır. Hep yüklükte ya-
taklar. Kaldıramazdım onları, zor toparlar-
“Ben çok zeki bir çocuktum. Okula gön- dım. Çare yok, bundan sonra evin her işini
dermiyorlardı. Muazzez öğretmenin, sağ Hanife yapacak. Ev dediğin bir göz oda.
ise kulağı çınlasın, öldüyse Allah rahmet Üstelik buzdolabı falan da yok. Kahvaltıda
eylesin, sakın çocuğu okula vermemez- sadece zeytin, peynir. Bir de akşamdan
lik yapmayın demesi üzerine, beni okula kalan yemekler. Sabah üçte kalkar, lamba-
gönderdiler. Turgutreis İlkokuluna gittim. yı yakar, sabah işi bitiremem diye bahçeyi
Matematikte sınıf değil, okul birincisiydim. süpürürdüm. Öyle bir çocuktum. Ortao-
Hiç orta, iyi almamıştım, hepsi pekiyi.” kulu bitirsem, zaten Başbakan olurdum.
Çünkü bende cesaret, azim, korkusuzluk,
Zeki ve çalışkan olsa da bir çocuğun gele- doğruluk hepsi vardı.”
ceği, şartlara göre yani aile büyükleri tara-
fından belirlenir. Üç kız kardeşin en küçüğü Var, var da aması da var. O günkü yaşam
olan Hanife’nin okuma hevesi de böylesi şartları bugünküyle kıyaslanamaz. İnsanda
bir karar sonunda kursağında kalır. Ortanca olan cesaret, azim, korkusuzluk, doğruluk
kız kardeş gelin olup gidince, evin işlerini belki o kişiyi farklı yerlere taşıyabilir, ama
görecek tek kişi küçük Hanife olur. o gün için sabır tek teselli çünkü yarının ne
getireceği belli değil.
“Beni iş için sınıftan ayırdılar. İki ay, belki
üç ay gözyaşı döktüm. Ben hep okumak “Beni 15 yaşına girer girmez nişanladı-
istiyordum!” lar. Çok yaş farkı var, üç sene bekledik
ve onsekizime girdiğimde evlendirdiler.
Dedik ya, istemekle olmuyor, gözyaşı Yokuşbaşı Mahallesi bizim beyin mekânıy-

dı. Babaları vefat edince kardeşler ortada iki de kalkar hayvan kesmeye gider. Kocası
kaldı.” kalkınca o da kalkar, daha fazla uyuyamaz.
Zaten kayınvalidesi kapıya dikilir onu kal-
Hanife eski bir eve gelin gider, beş sene o dırır. Doğum yapan Hanife kızını kucağına
evde oturur. Evin içinde, avluda su yok, ta- aldıktan bir yıl sonra tütün dikimi sırasında
şıma su ile ihtiyaçlar karşılanır. Aynı avluda ikinci çocuğuna hamile olduğunu öğrenir.
iki ev, tüm aile bir arada yemek yer. Yatmak Kız çocukları babalarına daha düşkündür.
zamanı gelince herkes evine çekilir. Hanife Turan da kendi çocukluğunda ba-
basına ne kadar düşkün olduğunu anımsar.
“Yukarı ki mahallelerde su yoktu. Köp- Babası Ömer Yıllıkçı’ya sevginin ötesinde
rübaşı’nın altında Dereli kuyusu derler, ayrıca büyük hayranlık da duyar.
o kuyudan su çekerlerdi. Hatta sucular
vardı. Eşim kasaptı, yiyecek bol. Et, köfte “Ben babamı çok takdir ederim. Atatürk
eltimin orada pişer, yemek sonrası evimi- gibi insandı. Ben de babama çok benzerim.
ze giderdik. Akşam evinde acıkırsan bir Babamın huyunu almışım. Babam derdi
lokma ekmek yok. Kayınvalidem; şunu da ki; kızım bakarsan bana sen bakarsın.”
evinize götürün, belki acıkan olur demez-
di.” Babası zeytin işi yapıyor, annesi evde ama
baş ağrılarından muzdarip. Onlara bakacak
Hanife Turan ilk çocuğuna hamile kalır, bu kimse kalmayınca babası; kızım buraya gel,
süreç biraz ağır geçer ama derdinden anla- yanımıza taşın, diye yardım ister. Kayın-
yan olmaz. Tütün dikilecek ve sulanacak. valide yanında beş yıl kaldıktan sonra ve
Bu işlerin çoğu gelinden beklenince, hami- ikinci çocuğunun doğumuna bir ay kala
lelik mazeret olmaz, kimse halden anlamaz. baba evine taşınır.

“Daha üç aylık evliyim. Büyük kızıma “Baba evine taşındık ama evin tapusu yok-
hamile kalmışım. O vaziyette taa emniyetin muş, eve tapu çıkarılacak. Halamın kızları
yanında üç tane kuyu vardı, o kuyudan su mirasçı olarak çıktı geldiler. Bu arada
getirir, fidanları sulardık. Tütün fidanları- tapu işlemleri başlatıldı, avukat tuttuk,
nı söküp yaya Yokuşbaşı’na, Boynuz çuku- bu sefer de benim kardeşlerim kıskandı
ru derler, dere içine gider oraya dikerdik. geldi.”
Hastayım, o işleri yapmaya gücüm kalma-
dı, fakat kimseye bir şey diyemedim.” Küçük bir ev ama paydaşı çok. O evde
doğup büyüyenler giderken arkalarına bile
Hanife Turan’ın kasap olan eşi gece saat bakmamış. Anne ve babalarına pek hayır-

ları olmadığı gibi onların hatırını soran bile gelir ama kurulamaz. Ömer Yıllıkçı’yı
olmamış. Ama işin içine miras girince etraf almazsanız parti açılmaz, denir. Heyet bir
toz dumana dönmüş. süre sonra Bodrum’a tekrar geldiğinde
kurucularından birisi de Hanife’nin babası
“Büyük ağabeyim evlendi. Küçük ağabe- Ömer Yıllıkçı olur. Bodrum köy gibi bir
yim İzmir’e gitti orada kaldı. Büyük ağa- yer. Ama yöre halkı için kaymakam, ko-
beyim yalancı, biraz içkici falan filan.” mutan çok önemli kişiler. Bunların dışında
devletin bakanı, milletvekili olunca erişil-
İki yaşlı insanın imdadına koşan Hanife Tu- mesi imkânsız bireyler sanki. Kasabada
ran içinde fırtınalar kopmasına rağmen anne siyaset yapmaya çalışan birinin kızı Hanife
ve babasına şevkatle yaklaşır ve bir gün bile için de o anılar ömür boyu taşınacak en
of, demez. büyük övünç kaynağı olur.

“22 senede babama bir ekmek al gel “Evimiz hiç misafirsiz kalmazdı. Babamla
demeden. Üzülsem de üzüntümü bilme- oturduğum için bak kızım gelene güler
den. Ağlasam da gözyaşımı göstermeden, yüz göster. Geleni hiç yemeksiz kaldırma,
anneme babama desem de demeden, gelen hiçbir şey yoksa zeytin, peynir koy, bir pi-
misafire de baktım. Fakat ben Allah’tan lav pişir, bir salata et, karnı açsa yer, toksa
dört şey istedim. Bir sabır; bu hayatı zararı yok. Biz Çanakkale’de o kadar aç
sürdürebilmek için. Yaşama gücü, çalışma savaştık ki karnı aç olan her şeyi yer derdi.
kuvveti, her güçlüğü yenme gücü. Bun- Allah kabul etsin çok misafir ağırladım.
ları Allah aşkına, bilhassa gece istersen Çok bakanlar. Babam öldükten sonra
mutlaka olur. Çok sabırlıyımdır. Bana bile, İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu,
biri bir şey söylese gidip çatmam. Mesela Ahmet Buldanlı senatördü, İzzet Oktay
ablam çok şeyler söyledi, çok üzdü gidip milletvekiliydi, Bodrum’a geldiğinde,
çatmadım. Bana; sana şunu şunu söyledi Ömer Yıllıkçı’nın kızı bizi nerede görecek,
deseler, Allah’ıma bırakırım. Ama Allah o biz gidip onu görelim demiş. Sabah çok er-
sabrı verdi.” ken bir saatte geldiler. Haldun Menteşoğ-
lu’nu karşımda görünce ağladım, İçişleri
İyi karakterli, hoşgörülü Hanife Turan’ın, Bakanına, babam bana kızım at ölür eyeri
babası Ömer Yıllıkçı’ya olan düşkünlüğü kalır, insan ölür namı kalır, ben ölürüm
boşuna değil. Yaşamında önemli kazanımlar ama benim dostlarım, arkadaşlarım seni
edinmesinde babasının yadsınamayacak yalnız bırakmazlar, bir sözünü iki etmezler
payı olur. 1946 yılında Bodrum’da Demok- demişti şimdi sizi görünce ağladım dedim.
rat Parti Teşkilatını kurmak için bir heyet O da bana her zaman yanınızdayız dedi.

Bunlar benim unutulmayan güzel anıla- bana harfleri gösterirdi. Kendi kendime
rım oldu.” biraz öğrendim, buraya gelince Kuran
aldım. Ben seni nasıl olsa öğreneceğim
Yaşam her zaman anılardaki gibi güzel dedim. Şurada kadın hoca vardı, Naciye
geçmiyor. Gerçeklerden de kaçılamayaca- Molla diye, oraya gittim, ders almak için.
ğına göre içinde bulunulan şartlara ayak Çok zeki idim. Bir şeyi iki defa okuyayım
uydurmak gerek. Hele o zamanki aile içi hemen ezberlerdim, bir duyduğumu unut-
gerçekler bugünün gençlerinin kolay kolay mam.”
anlayacağı cinsten değil.
Günlerden bir gün komşuda mevlüt okuna-
“Beyim kasaptı, kardeşiyle hayvan ke- cak, Hanife’yi de çağırırlar, hocanın yanına
serlerdi. Beyim cesaretsizdi bu bir. İleri oturur. Hoca sertçe, oku der. Heyecandan
görüşlü değildi iki. İhmalciydi üç. Biraz da besmeleyi okumayı şaşırınca azarı işitir.
iyimserlik dört. Bunların hepsi bir araya Hocanın onca insanın içinde bu şekilde
gelince hiçbir şeye muvaffak olamadı. bağırması Hanife’nin çok gücüne gider.
Bana karşı pek iyimser değildi ama dışarı-
ya karşı gerçekten çok iyimserdi. Üç tane “Öyle diyeceğine çek kenara yanlışımı
çocuk, ne zaman para istesem bende para düzelt, bende bileyim. Kardeşim tecrit’le
yok, derdi. Bende çok disiplinli bir aileden Kuran okurdu. Hocaların okuduğu kuran,
geldim, zaten çok kıtlıkta büyüdüm, evde kuran değildir diye kulağımda kalmış.
yorgan hiçbir şey yoktu. Dört metre basma Orada ben tecrit okumadım ki dedim.
için zorla para aldım yorgan diktirtmeye. Hoca; sen tecrit’i ağzına alma. Tecrit’i kim
Tabak yoktu, tencere yoktu, şu yoktu bu biliyormuş ki sen bilesin diye azarladı.”
yoktu.”
Hanife Turan güler yüzlü, girişken, samimi,
Hanife Turan yaşamında hep bir şeyler yap- herkesle dost. Bir şeyler yapmak için çaba-
mak ister ama ne kadar istese de olmayınca lıyor ama eşi hep engelliyor. Aralarındaki
olmaz. yaş farkından olsa gerek Hanife’yi aşırı
kıskanıyor.
“Kuran’a da çocukluktan hevesliydim.
Annem okurken, ben bunu öğreneceğim “Allahıma çok yalvardım, ey Allahım bana
derdim, kızım çok zor öğrenemezsin derdi. bir nasip ver, hiç bitmesin istedim.
Biz eskiden Yokuşbaşı’na Kiselik derdik. Atatürk caddesinde büyük bir ev var, orası
O zaman Hasan Zengin’lerle kardeş Akşam Sanat Okuluydu, oraya gittim. Mü-
gibiydik, bir hayat içinde beraberdik, o dür beyle görüşeceğim, ben biçki dikişe ge-

leceğim dedim. Nüfus kâğıdımı götürdüm, evlatlarını okutmak Hanife Turan’ın sorum-
yazıldım. Matematiğim çok kuvvetliydi. luluğundadır artık.
Beyim önce orada erkek var diye gönder-
meyecek oldu ama Akşam Sanata başla- “Beyim dükkânını kapattı, başkasıyla
dım. Dikiş makinesinin başına hiç oturma- oldu, olamadı. Yirmi beş sene dizimin
dım, oturursan bir şeyler kırılır diye. Ama dibinde onu teselli ediyordum. 1970 de
el işiyle bir şeyler yapıyorum. Sonra bir oğlum üniversiteye gitti, kızım öğretmen
makine aldım. Bir gördüğümü unutmam. okuluna.”
Ben daha bir aydır gidip dururum, başıma
dikiş yığıldı. Okula dikiş yetiştireceğim, Küçücük baba evi artık dar gelmeye başlar.
evde dikiş yığıldı. Sabaha kadar eskileri Yeni ve daha geniş bir evde yaşamak ihti-
kesip dikiş öğrendim. Yeter ki insanlarda yaçtan da öte bir zorunluluk olur.
kabiliyet olsun.”
“1965 yılının haziran ayının 18 de daha
Her şeyi başarma azmi ile yanıp tutuşan Ha- hiç kimse Bodrum’a bir çapa vurmadan
nife, bir yandan dikiş dikme, diğer yandan ben öndeki evin inşaatına başladım. Çün-
kuran okuma sevdasından hiç vazgeçmez. kü çok misafirim geliyor, ev çok küçük,
Rahmetli de içer içer, yanına da beş tane
“Cenabı Allahtan, Hamdüsenadan malum sarhoşu alır, şu kadarcık evin içinde, kış
ola ki resulü el esvabına, kuranın nasıl günü hepsine ayrı hizmet. Artık ev istedim
okunacağını orada tarif ediyor, ama zor, Allahtan, ev, ev, evim olsun. Ne otel, ne
her kafa almaz. Ben kuranı tam Arapça motel hiçbir şey yok Bodrum’da, 1966’nın
okuyordum amma, altı- yedi sene evvel şubat ayında bitirdim. Her yer plastik
sesim kısıldı, buna da çare bulamadım. boya, içinde tuvaleti, fayansları İzmir’den
Yine de şükür, oruç tutuyoz, dikiş çok, okul getirttim.”
var, hoca bana tecritten ders veriyor. Ben
gecede dört saat uyurdum, iki sene böyle Çatısından sesler gelen evin tavanı toprak,
götürdüm. Sesim çok güzeldi, mevlit oku- baba evini dedesi yaptırmış. Yıllarca çoluk
maya başladım, on beş sene mevlit oku- çocuk yaşadıkları eve çivi bile çakılmamış.
dum. Bir yandan on-on beş sene gelinlik Pırıl, pırıl bir eve kavuşmak için yıllarca Al-
diktim. İki işi bir götürmek, üç tane çocuk, laha yalvaran Hanife Turan’ın duaları kabul
annem hasta, babam hasta.” olur.

İşler her zaman insanın istediği gibi git- “Çatır, çatır tavanda bir şey yürürdü, top-
miyor. Evine çekilen eşini teselli etmek, rak akardı. Yağmur yağsa akardı. Kiremit

tektük vardı. Meğer evin başında tavanın- Muğla Jandarma Alay Komutanıyım. Ko-
da yılan varmış, o yılanla yattık. Başkası nuştuğum kişiler içinde baban kadar kah-
olsa korkar. Ama evde fare yoktu, yılan ramanını görmedim. Bugün Muğla’dan
vardı. Neler gördük, neler geçti.” geldim, çarşıda babanı göremedim, evdedir
diyerek buraya geldim. O gün bugün Jan-
İnsanın kendi tarihini, ailesinin geçmişi- darma Komutanı babamı aramış ya, ben
ni bilmesi, hele bazı ailelerde övünecek de çok etki yaptı.”
kişilerin olması bir ayrıcalık. Tıpkı Hanife
Turan’ın daima gurur duyduğu, övündüğü Artık o Türk askerinin anasıdır. Hanife
babası ile amcası gibi. Turan, Mehmetçik için şiirler yazar. Davet
edildiği her etkinlikte özel muamele görür.
“Babam tam on bir sene savaşmış, Yıl- Yaptığı konuşmalarla herkesi kendine hay-
dırım Kemal amcam da çok kahraman ran bırakır. Artık o Mehmetçik için yapılan
biriydi. Askerlere ilgim oradan geliyor. etkinliklerin aranan onur konuğudur. O
Babam kış geceleri oturur hep savaşı anla- büsbütün askerdir.
tırdı. Hatta oğlumu küçükken; paşa oğlum
diye severdim, onun siyasete atılmasını “1992 de Afyon’a belediye başkanının mi-
isterdim, atılmadı. Yıldırım Kemal amcam safiri olarak gittim. Oralarda çok güzel ko-
henüz teğmen iken, gündüz savaşmış, gece nuşmalar yaptım, oraları gördükçe askeri-
not defterine hayatını yazmış. Şehit düşün- yeye daha çok bağlandım. Şiirler yazdım,
ce kanlı elbiselerinden çıkan not defterini havacılara, karacılara ve denizcilere ayrı
Yeni Asır’a vermişler. Gazetede her gün ayrı. Orduevinde paşalara şiirlerimden
Yıldırım Kemal’in hayatı diye bir sütun verecem ama ben sabırsızım ya, başladım
çıkarmış. Sonra ağabeyim çıkan yazıları okumaya. Barış harekâtı, Mehmetçikler,
toplayıp, hanımı buraya doğuma geldiğin- Çanakkale, 30 Ağustos, Amcama, Cumhu-
de getirmiş. Gelinimiz bize arasıra okurdu. riyete, Havacılara, Karacılara, Denizcilere,
Babam da Çanakkale’de neler çekmiş, bize Öğretmenlere, Ormancılara, Hemşirelere,
anlatırdı. Ben büsbütün asker oldum.” Doktorlara ve Hacılara olmak üzere pek
çok şiir yazdım. Benim şiirlerimde hep va-
Hanife Turan’ın ‘ben büsbütün asker ol- tan, bayrak vardır. Ben Vatanımla yatarım,
dum’ demesi, içtenlikle kendini askerlere Mehmetçiğimle kalkarım. Yani sevmek
adamış bir Türk kadını olduğunun kanıtı. değil de aşık olmuşum, aşık olmasam bu
şiirleri yazamam, bunların çoğu da ezbe-
“1958 yılında bahçede çamaşır yıkıyor- rimde. Bak paşam dedim, sevgiler içinde
dum, içeri bir subay girdi. Dedi ki; ben başta Allah’ım, Peygamber’im, Vatanım,

Bayrağım, Mehmetçiklerim. Bu beş sevgi- “Ben çok çalıştım, şimdiki gençlerde
den sonra evlatlarımı severim. Çünkü bun- sabır yok, öyle fazla çalışmak yok. Ça-
ları sevmedikten sonra evlatları sevmek bir maşır yıkadık diyorlar, makine yıkıyor.
şey ifade etmez. Atilla paşa kartını verdi; Bulaşık yıkadık diyorlar makine yıkıyor.
Bundan sonra her yere git, şiirlerini oku. Çok sabırsızlar, doyumsuzlar. Biz aza da
Bundan sonra nerelere gitmek istiyorsan, kanaat getirirdik, yoksa da yok demez-
her yere göndereceğim dedi. Ben de ko- dik. Kadın varmış, ottan çöpten aş yapar,
mutamın sen nereye gönderirsen giderim kadın varmış pişmiş aşı taş yapar. Kadın
dedim, yani çok güzel anılarım oldu. On varmış yorganı yorgan yapar, kadın var-
sekiz senede, beş vali, beş belediye başkanı, mış yorganın deliğinden sabah olsun diye
beş komutan değişti. Şimdi amcamın köyü bakar. Suyu bile çok ekonomik kullanırım.
var, şehit düştüğü, Yıldırım Kemal köyü Gençler çok müsrif. Biraz itaatkâr olmala-
ismini almış. Düşmanın içine hışım gibi rını, biraz saygılı olmalarını, biraz sabırlı
gider, kılıçtan geçirirmiş, hiç korkmazmış. olmaları, büyüğünü saymasını, küçüğü-
On dokuz yaşını doldurmak üzere gönüllü nü sevmesini, bilhassa da vatanı severek,
gitmiş, üç-beş sene sonra şehit düşmüş. vatan sevgisi aşılayarak evlatlar yetiştirme-
Yaralı hastanede yatarken Fahrettin Altay sini istiyorum.”
paşaya; bana en ağır vazifeyi ver, İzmir’e
yolla demiş. Sen hastasın dediyse de otuz
altı arkadaşıyla tren yoluna gitmiş düşman
trenle kaçamasın diye rayları kesmişler,
orada şehit düşmüş. Yıldırım Kemal köyü
de Afyon’a bağlı Sinanpaşa kaymakamlı-
ğında. Beni Afyon’a vali davet etti amma,
Sinanpaşa kaymakamı daha çok ilgi gös-
terdi. O kadar ilgi gösterdiler ki ben orada
coştum, taştım.”

1945 yılından önce Bodrum’da elektrik
yok, su zaten kıt. Hanife Turan, mahrumiyet
ve sıkıntı içinde yaşamış örnek alınacak
biri. Hiçbir zaman kaderci olmamış, yaşa-
ma azmini hiç kaybetmemiş, istediğini elde
etmek için mücadele vermiş bir Bodrum
kadını. Gençlere de tavsiyelerde bulundu.




Click to View FlipBook Version