The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by info, 2017-11-08 11:05:00

Bodrumun Kadınları

Bodrumun Kadınları

Hatice YÜCEL

Annesinin dedesi Emin Orman, Ziraat içinde, annenle, babanla, hayvanlarla,
Bankası’nın ilk ve de tek memuru. Aileye bitkilerle beraber olmak, onun için çocuk-
Müftüler denir. Dedeye Müftüler lakabı luğumda gene şu bahçeyi nasıl hatırlıyor-
verildiğine göre sülalede okuyan başka ki- sam, taşını toprağını, zeytinini, eriğini, in-
şiler de var. Babasının tarafı hayvancılık ve cirini hatırlıyorum, bu da bir şans. Demek
tarım işleriyle uğraştığı için Çavuşlar olarak ki bende iz bırakan önce mekân, yani şu
tanınır. anda yaşadığım yine bu bahçe.”

“Bu yaşa kadar, insanın doğduğu bir Hatice okula gitme yaşına geldiğinde ev-
mekânı paylaşması herkese nasip olmaz. lerine yakın Cumhuriyet İlkokuluna gön-
Ben hemen hemen bu bahçenin içinde derilir. Çekingen, ürkek ama İlkokuldaki
doğdum. Doğrusu ben 6 yaşındayken bu eğitimini başarıyla sürdürür. Hafızasına yer
bahçeye geldim ve bugüne kadar, güzel etmiş bazı öğretmenlerini, giyim kuşamları-
bahçenin içinde yaşıyorum. Onun için nı hiç unutmaz. İlkokul öğrencisi Hatice’nin
Bodrumlu olmanın ötesinde, bana böylesi babası çarşıda kunduracı. Babasının yanına
güzel bir bahçeyi bırakan anneme, ba- gidip gelirken fırından yayılan dayanamadı-
bama ve bu mekânı koruyan üç kardeşe ğı ekmek kokusu da yaşamında büyük yer
teşekkür etmek istiyorum.” tutar.

Hatice Çavuşlar 24 Haziran 1945’te Bod- “Safiye öğretmenimin çok ince ipek bir
rum’da dünyaya gelir. Babası, erkek çocuk eşarbı vardı başında. Onun kokusu kal-
ister ama sonradan onu hep gururlandı- mış bende. Başöğretmenimiz vardı. O da
racak, onurlandıracak bir kız çocuğuna çok temiz, düzenli, o yıllarda yerlide hiç
sahip olduğu için şükreder. Bebekliğinden kravat yokken beyaz gömlekli ve kravatlı.
itibaren herkesin sevgisini kazandığı bir Şu anda bile temiz giyimli bir öğretmen
evre geçirir. Onu seven ablalar, ağabeyler hatırlayamıyorum. Yani ilkokulda bende
ve büyükler şirin mi şirin bu çocuğu kucak- bırakan izler. Haa o yıllarda biz fırın ek-
larından indirmez. Fedakâr annesi tarlada meği yeriz. Yani buğdaydan, esmer undan
çalışıp tütünü dikerken, mandalina ağaçları- yapılan annemin yaptığı fırın ekmeği yeriz.
nı sularken, koyunlara bakarken, kuyudan Ama Tepecik mahallesinin karşısında bir
su çıkaran eşiyle koştururken hayatından fırın var, ben onun önünden geçerken
memnun minik Hatice sırtta dolaşıp durur. onun kokusu beni öldürüyor. Ama dedim
ya babam beni erkek olarak düşünmüş,
“Annemin sırtındayım. Ne güzel değil mi babam da kunduracı, ben ara sıra çarşıya
böyle, yani sıfır yaşımdan itibaren doğa gidiyorum, ona yardım ediyorum, oradan

elimde küçük paralar kalıyor, beş kuruş- yaptık. Keşke üç tarafı denizlerle çevrili
luk, yüz para, okula giderken o fırına olan bir yerde biz kara insanları da biraz
uğrayıp çeyrek ekmek alıp onun içinde denize bakabilseydik, görebilseydik. Bazen
peynir ve helva yiyişim de okul izleri kadar deryanın içinde olursun, deryanın kıyme-
bende yer bırakmış. Gerence sokağının tini bilmeden yaşarsın. Bizim havuzumuz
başından da bir kaynak su akıyor. Bir vardı bahçeyi suladığımız. Biz çocukken
küçük köprü var biz onun altından geçeriz mahallede birçok kişi toplanır, kirli falan
ve orada kıyıda çocukluk, taşlar oynarız, anlamazdık havuza girerdik, serinleme
kum oynarız ve o akan kaynak su ile de işini de orada yapardık.”
yüzlerimizi yıkardık. Hatta o su gözlere iyi
gelirmiş diye böyle bir kaynak su vardı. Korkaklığı yüzünden Hatice Çavuşlar 27
Geceleri çok sıcak olur, Gerence’de bir yaşından sonra yüzmeyi öğrendi. Kız
bölüme kadar taş döşeliydi takır, takır ta- kardeşi denize girer yüzer ama o babasının
kunya sesleri duyardınız. Hatta o takunya kucağından inmez. Denizden kopuk yaşa-
sesinden; “ha şimdi Nazik teyze geçiyor, mış ama babası ve annesiyle bazen tekneyle
şimdi Hatçe yenge geçiyor, şimdi Fatma Türkbükü’ne, Karaada’ya, Gümbet’e gider.
teyze geçti diye anlardık. Çünkü o takunya Oysa deniz Gerence sokağının başında ama
sesleri aynı zamanda yürüyüşlerin ahengi- o denize girmez. Bodrum’da en gözde mes-
ni verir. Herkes deniz kenarına gider hasır leklerinden biri terzilik, diğeri kunduracı.
yayar, biraz serinleriz sonra geri dönerdik. Hatice’nin annesi terzi, babası kunduracı.
Demek ki bizi geceleri serinleten yerler de Alın teriyle para kazanan aile kız evlatları-
vardı. Bu anlattığım zamanlarda kafeler nı okutup başarılı birer öğretmen yetiştirir.
falan yok deniz kenarlarında. Küçükken Dikiş dikerek çocuklarını okutan anne ayrı-
sadece serinlemeye giderdik. Balık çoktu. ca Bodrum merkezde beş dönüm mandalina
Ben balığı parayla aldığımızı hatırlamı- bahçesi de satın alır.
yorum. Komşumuz balıkçılar varsa onlar
balık getirirdi. Hatta bol bol parasız balık “1953 -1955 yıllarında böyle bir bahçeyi
yediğimizi hatırlıyorum. Onun dışında alma sevincini hatırlıyorum. Annem başın-
bizim denizle pek bağlantımız olmadı. daki örtüyü bile satarak bu bahçeyi almış.
Çünkü biz toprak insanıydık, bahçemiz Uzağı gören bir kadınmış. Babam öyle
vardı, incir tarlamız vardı, zeytinliklerimiz alma taraftarı değildi. Bilirsiniz kadınlar
vardı, hep bizim yüzümüz karaya dönüktü. meraklıdır, kadınlar ayrıntılar üstünde
Ben denizin kıymetini yüzmeyi öğrendik- durur, uzağı görür. Her ne kadar dünya
ten sonra anladım. Evlendikten sonra ilk mallarının yüzde biri kadınlarınsa da gene
Gökova gezimizi 1975 -1980 yıllarında de kadınlar perde arkasında erkeği uzağı

görme konusunda etkiler. İşte o kol gücüy- bin öğrenci var. Bodrum Yarımadası bile
le çalışan dikiş makinesi sayesinde, daha bu sayıyı kaldıramayacak. Biz gene de o
doğrusu alın teriyle kazanılmış parayla bu yıllarda şanslıydık çünkü, öğrenci başına
bahçeyi almış. Onun için de bu bahçeye düşen alan metre kare olarak çok fazlaydı.
saygım çok. İnşallah benim çocuklarımın Şimdi çocuklar teneffüse çıktıklarında,
bu bahçe saygısı devam eder ve korunur. omuz omuza bahçede geziyorlar. Onun
Özet olarak ben kunduracı bir babayla, için o şansı da biz yakaladık. Ve o zaman-
terzi bir annenin çocuğuyum.” ki kitap kokusunu, kalemtıraş sevdasını,
boynumuza asılan silgiyi, tahta çanta
Matematik dersini sevmeyen Hatice Çavuş- içinde olan defterleri unutmak mümkün
lar, okul müsameresinde okuduğu çoban değil. Şimdi bavul gibi adeta, pazar çan-
şarkısı ve törenlerde seslendirdiği Bayrağım tası gibi, test kitaplarıyla dolu çocukların
şiiriyle dikkat çeker. Hatice’nin edebiyata çantası. Ama çocuklarda kitap sevgisi
olan tutkusu ileri ki yıllarda iyiden iyiye maalesef yok. Demek ki Bodrum’da epey
aşka dönüşür. İlkokul yıllarında, tahta çan- şeyler değişti ama bizim okumaya mera-
tası içindeki defterini, boynuna astığı silgi- kımız, ilgimiz daha fazlaymış. Çünkü biz
yi, kalemtıraşını, kitap kokusunu unutamaz kaynak olarak sadece onlardan gücümüzü
Hatice hanım. alıyorduk. Şimdi dünya küçüldü, her şey
ellerindeki bilgisayara geldi, her bilgi.
“Bugün Vittoria Pastanesi’nin olduğu Bilmiyorum bizim kadar zevk alabiliyor-
yerde törenler yapılırdı. Ben de orada sah- lar mı? Sanmıyorum, saman kâğıt kitap,
neye çıkar, Bayrağım şiirini okurdum. Her defter kokusunu unutmadım. Şimdiki gibi
bayramda, o meydanda yapılan törenlerde kuşe kâğıt ta ofset baskı yoktu. Hatta ben
hep bana okuturlardı o şiiri. Bu günlerde hatırlıyorum, Gümrükte bir komşumuz
bile çocuklarımıza okuyamasa bile bir şiir vardı, gümrük defterlerinin arkaları boş
okutursanız, onun sesini kendi duyarsa, oluyordu herhalde, ne olursun o güm-
ancak o merakla edebiyatı sever. Ama siz rük defterlerini getir de onlara karalama
ona hiç şiir okumadıysanız, okutmadıysa- yapalım diyordum. Yani azdı ama kıymet-
nız çocuk şiiri nereden tatsın. Cumhuriyet liydi. Şimdi çok ama kıymetsiz, bilmiyorum
İlkokulu iki katlı, üstü ortaokuldu. Düşü- hangisini tercih edersiniz?”
nebiliyor musunuz biz gene çok güzel bir
okulda okuduk, neden? O zaman önümüz Bugün 3 bine yakın öğrenci varken, o
açık, her zaman denizi görüyoruz, bahçe yıllarda Bodrum’daki öğrenci sayısı 150.
büyük. Ama ortalama yüz kişi ya varız ya Cumhuriyet İlkokulu’nun üst katında dört
da yokuz. Bugün Bodrum’un genelinde on oda, biri öğretmenlerin, biri müdürün. Eği-

timci Hatice Yücel, ilkokul öğretmenlerinin ama boyu o kadar büyüktü ki, hele bir
tek tek adlarını sayarken, resim dersinde dinleme dersi. Benim gibi korkak öğrenci-
yaptığı küçük resmi hala saklamanın mutlu- ler de var, korkudan ders dinleyemiyorduk.
luğu içinde. Yerleri ahşap, haftada bir ma- Hele bir gözün ondan ayrılsın, tebeşir gelir
zotla silinen, her yer mazot kokan okulunu tam alnına isabet edebilirdi, yani tebe-
özlüyor. şirle dersi takip etmenizi sağlardı, Allah
Rahmet eylesin. Abidin bey hiçbir zaman
“Düşünebiliyor musunuz, orada okuyan aklımdan silinmemiştir. Korku da olsa
yüz elli öğrenciye bir müzik öğretmeni. Matematik dendiği zaman Abidin bey gibi
Bugün ki gibi karşımda akordeon çalan vizyonu olan insan kalmıştır gözümde.”
Kazım Öğretmen. Bir resim öğretmenimiz.
O zaman yaptığım küçük bir resim var, Aynı sokakta oturan öğrenciler, okula grup
hala saklarım. Turgut Karabağlı müdürü- olarak gider, gelirler. Ve o gidiş gelişler, öğ-
müzdü. Neriman öğretmenimiz Coğrafya, rencilerin birlikteliğini, dostluğunu ve mut-
Tarih dersimize girerdi. Bugün bile onun luluğunu pekiştirir. Hatice, çekingendi ama
gibi modern giyinen yoktu. Hatırlıyorum, okulda öğrendiği Fransızcası Bodrum’a
Neyzen Tevfik caddesinden bugün ki gibi gelen birkaç turist ile iletişim kurmasını
araçlar geçmezdi. Aklımda kalan hızlı hızlı sağlar. Evlerinin bahçesine ‘Bonjur’ diyerek
da yürürdü, pileli etek giyerdi böyle salla- davet ettiği Fransız turistle kurduğu diya-
narak gittiğini bilirim Neriman öğretme- log modern hayatının ilk temel taşı oldu.
nin. Yani gözümüzde öğretmenlerin hepsi Hatice’nin Cumhuriyet ışığının Bodrum’a
bizim yaşantımızdan üstün, farklı ve bize ulaşmasıyla ufku iyice açıldı. Muğla’da ki
bir şeyler verebilecek güçteydi. Öğretmen Öğretmen Okulu’nu kazandı.
kalitesinin düştüğünü düşünüyorum, o yıl-
lardan bu yana. Ya da çocuklukta insana “Şimdi ilkokul yıllarıyla, ortaokul yılları
daha büyük izler kalıyor, gördüğün insan- arası pek bir değişim yok. Bodrum’a he-
larla. Bakın, Turgut Karabağlı o yıllarda, nüz turizm girmemiş, biz o yıllarda yaban-
o imkânsızlıklar içinde bir tavuğu, ya da cı dil olarak Fransız’ca okuyoruz. Birkaç
bir kurbağayı açar, bize onun iç organla- yabancı turist yollarda görürdük. Kapıdan
rını, nasıl işleyişini gösterirdi. Onun için kafamızı çıkarır; “bonjur, bonjur” diye-
diyorum ya, bizim gözümüzde öğretmenler rek onları selamlardık. Benim modern bir
bayağı farklı idi. Abidin öğretmen vardı, kadın olmamda başımdan geçen bir olayı
onu da söylemek zorundayım. Ben kendim anlatmam, onu atlamamam lazım. Yazları
de eğitimci olduğum için bunları anlata- bu bahçede oturuyoruz. Ev falan yok, bir
yım. Birisi yeşil, birisi mavi idi gözlerinin çardak var. O zaman bu Gerence sokaktan

bırakın araba geçmesini, bırakın otopar- Hatice ve arkadaşları için Bodrum’dan ay-
kı, keşke korunmuş olsaydı, belki parayla rılmak kolay olmaz. Hem o zaman Muğla-
geçilen bir yol olurdu. Büyük Melengeç Bodrum arasında bugünkü gibi ulaşım yok.
ağaçlarıyla çevrili, ara sıra turistler de o Otuz kişilik bir otobüs var. Bodrum’dan
sokağa giriyorlar. Bir gün iki genç geçi- sabah kalkan otobüse binilir, gece yarısı
yorlar, kardeşimle ikimiz, bahçeye buyur ancak Muğla’ya varılır. Bodrum’a Şubat
ettik onlarda girdiler bahçeye. Onlarla tatilinde ve okullar kapanınca gelinir. 1959
konuşamıyoruz ama kadın boynundaki yılında Bodrum’dan Muğla’ya giderken Mi-
eşarbı bana verdi, taktı boynuma, üstün- las çıkışındaki yokuş başa bela. Tekerlerine
de de Paris yazılı. O zamanlar Paris’i de taş koyarlar, motorun soğumasını beklerler,
bilmiyoruz, Paris’te ne var, ne yok onu da zaman, zaman yolcular iner otobüsü iter.
bilmiyoruz. Sadece Bodrumlu kadınlardan
farklı, buradaki kızlardan farklı bir model “O koşullarda okumamız belki bizim şu
var karşılarında. Benim eşarba olan düş- andaki değerlerimizin daha kıymetli oldu-
künlüğüm vardır, ama biraz da modernliğe ğunu gösteriyor. Bir şeyi zor elde ettiyseniz
olan düşkünlüğümdür. İste benim on iki onu koruma oluşuyor. Ama kolay elde
yaşlarındayken, Fransız kıza söylediğim; etseydik belki korumazdık, istifa ederdik,
Bonjur’um ve o turist kızın bana, boy- çıkar gelirdik. Hala öğretmenlik yapışımız-
numa taktığı Paris yazılı eşarp. O eşarbı da bunları zor elde edişimizin bir payı var
uzun süre, eskiyinceye kadar taktım. Eşar- diye düşünüyorum.”
bı o kadar önemsemedim ama karşımda
bir şekil var, ben onu o dili benimsedim Bodrumlu 10 genç sınavı kazanır. Muğla
hayatım boyunca. Ortaokul da belki o Öğretmen Okulunda, Bodrumlular, Mi-
örnekleme benim hayatımı etkiledi. Hatta laslılar, Marmarisliler diye gruplar oluşur.
ortaokuldan sonra okumayabilirdim. Ama Herkesin kendine göre tarzı, tavrı, davranışı
Cumhuriyetin ışığı Bodrum’a kadar geldi. dikkat çeker. Ama Muğlalıların desteklediği
Muğla’da bir öğretmen okulu açıldı ve Marmarisliler her zaman bir adım öne çıkar.
ailemiz okul yatılı olduğu için bizi buraya Bodrumlu öğrenciler aile hasretinin yanı
göndermeye karar verdi. Sınav vardı, yeni sıra yemek özlemi duymaya başlar. Bod-
açılan bir okul olduğu için kazanma şan- rumlu analar da aynı hasreti duyup, aynı
sımız da oldu. O sırada bizim Bodrum’dan özlemde birleşince her hafta içi dolu bir
on kişi Öğretmen Okullarını kazandı. Dik- sepet Bodrum’dan yola çıkar. Gelen sepet
katinizi çekerim öyle kolay değil öğretmen Bodrumlu öğrenciler arasında paylaşılıp
okullarını kazanmak. Ama o sırada biz on keyifle yenir. Bodrumlu kızların eğitim al-
kişi Muğla Öğretmen Okuluna gittik.” malarında fedakar anaların payı çok büyük.

Bodrum’dan gelen narın, incirin ve karpuz açılış yıllarında devam ettirdiler ve biz de
çekirdeği kavurmasının tadı başka. Hatice onlardan biriyiz. En azından Atatürk’ün
Yücel’le söyleşirken “bunları size anlatır- öğretmenleri olma gücünü biz gene o
ken burnum sızlıyor” dediği duyuldu. okullarda aldık. Okul yatılı olduğu için de
daha çok çalışma imkânımız oldu. He-
“Öğretmen Okulları kurtuluş oldu bizim men, hemen hepimiz başarılı öğretmenler
için. Cumhuriyet ışığından yararlanabil- olduk.”
diğim için çok mutluyum. Ama nice kadın,
kız Cumhuriyet ışığından yararlanamadı. Bodrumlu öğretmen adayı Hatice Çavuşlar,
Muğla Öğretmen Okulu iki yıl olmuştu Muğla’nın köylerinde staj yapma fırsa-
açılalı. Eğer Muğla Öğretmen Okulu açıl- tı buldu. Kum köyüne tayin oldu. Kum
mamış olsaydı, sanıyorum Bodrum’dan köyünde Aleviler çok. Alevilerin gittiği
okumaya giden öğrenciler olarak, hiç biri- yere kadın gidemez gibi bir de inanış var.
mizin ailesi bizi İzmir veya bir başka yere Bu ön yargılardan etkilenen Hatice’nin
gönderemezdi. Hem ekonomik yönden, babası, mesleği olan kunduracılığı bırakıp
hem o günün kafasıyla, hem de bugün- Bodrum’dan kızının yanına Kum köye gitti.
kü gibi ulaşım olmadığı için gidemezdik. 18 yaşını bile doldurmamış Hatice öğret-
Öğretmen Okulunda açıldım ben. O kor- men, aynı zamanda okulun müdürü. Bir,
kaklığım gitti biraz, güvenim geldi. İnanır iki, üç, dört ve beşinci sınıflar bir arada ve
mısınız, o yıllarda öğretmen okulu bir bir öğretmen, 45 öğrenciye eğitim verir. Yıl
rahibe gibi yetiştirdi bizi. Aileler bizi öyle 1962 köyde bir lojman var ama elektriği
teslim ediyordu, başımızdaki müdür de yok. Araç köyden ara sıra geçiyor. Saatleri
aynı titizlikle bize sahip çıkıyordu. Hafta uymadığı için Bodrum’a gidip gelmek zor.
sonu dışında bir gün, Atatürk meydanın- Mahrumiyet içinde günler geçerken bir gün
da, bunu biraz da Muğla’yı anlatmak için lojmanın kapısı çalınır ama Hatice öğret-
söylüyorum. Hiçbir öğrenci okul kapısının men korkudan açmaz. Kapının altından
dışına çıkamazdı. Hatta bir müdür geldi, içeri atılan zarf dönüm noktası olur. İzmir
okulun duvarlarına yağ döktürdü. Ney- Buca Eğitim Enstitüsü’ne çağrılır. Babasıy-
miş efendim, erkekler oraya oturuyormuş la eşyalarını toplar, köyden ayrılır.
diye. Böyle bir dönemde okuyup, rahibe
gibi yetiştik. Ama onun ötesinde pedagoji “Cumhuriyetin 89. yıldönümünde, bir
öğretmenlerimiz, müzik öğretmenlerimiz, parantez açıp, Atatürk’e ve onun etrafın-
sosyal etkinlikler, sabahları spor etkinlik- daki kişilere, özellikle kadına ve de çağdaş
leri, bunlar da Köy Enstitüleri’nden kalma eğitime ayırdıkları pay için teşekkür etmek
bir alışkanlığı Öğretmen Okulları’nın ilk zorundayım. O ışık olmasaydı benim dün-

yam bu kadar parlak olmazdı.” öğretmenlerin para yerine ortaya koydukları
mandalina, zeytinyağı, gibi gıda maddeleri
Hatice Çavuşlar, İzmir Buca Eğitim Ens- satılır. Lisenin yapım harcında öğretmenle-
titüsü’nden mezun olacağı sırada araya rinde payı olur.
evlilik girer. Ali İhsan Yücel, Bodrum
Ortaokulunda Fen bilgisi öğretmeni, Hatice “Benim öğrencilik yıllarımda şapkalar
öğretmen staja geldiğinde tanıştığı yakışıklı vardı, hatta benim ortaokulda okurken
öğretmene gönlünü kaptırır ve evlenirler. yakalarımız üstlerinde üç tane siyah bandı
vardı. Birinci, ikinci, üçüncü sınıfta mı
“Benim bir ayağım Eğitim Enstitüsü’ndey- olduğunu bunlara bakarak anlarsınız.
ken, bu taraftan da bir gece içinde nişan- Şapkayı takmadan yol da bile yürüyemez-
landım, nikâhlandım ve kura çekmekten diniz. Müdür sizi şapkasız yakalamasın.
kurtulup Bodrum’da kaldım. Bence o şapka, kıyafet gelecekte bizim
Tayinim Muğla Kız Meslek Lisesine çıktı. güvenirliliğimizi ortaya koymuştu. Labora-
Öğretmen Okulu’nda okuduğum için tuvarımız vardı. Müzik öğretmenimiz vardı
hemen hemen aynı yaşta öğrencilerle ve başarılı bir okuldu. Öğretmenler ara-
orada öğretmen olarak çalıştım. Gelinli- sında da çok iyi bir bağlantı vardı. Hatta
ğimi onlar diktiler. Öğrencilerimin diktiği biri müzik getirir belediyenin salonunda
kuyruklu gelinliği ilk defa Bodrum’da ben birlikte olmaya çalışırdık. Bodrum’a Lise
giydim. Bir yıl Muğla Kız Meslek Lisesi’n- yapılmasında küçük bir katkımız oldu.
de çalıştıktan sonra Bodrum Ortaokulu’na Yer gösterildi ama o günlerde devlet para
geldim. Eşimle birlikte çalışmaya başladık. veremiyor. Biz öğretmenler ve idareci-
Bu arada iki çocuğum oldu. Dr. Erdem lerle beraber çıktık, kim ne verebilirse
Yücel ve Yüksek Mimar Devrim Yücel. Bu diye, inanın para dışında mandalina, bir
olayları iki, üç yılın içine nasıl sıkıştırmı- teneke zeytinyağı, horoz da vardı, onları
şım diye düşünüyorum. Hayatta bazen paraya çevirerek epey bir para toplamıştık.
rastlantılar bir şeyleri hızlandırıyor.” Bodrum Lisesinin kuruluşunda bir tuğla
konulduysa o tuğlada bizim de bir katkımız
Bodrum da Lise yok. Ortaokul da 250 civa- var. Lise binası yapılmadan önce Bodrum
rında öğrencisi var. Okulun müdürü Turgut ortaokulu ve lise bir arada çalıştı. O yıllar-
Karabağlı. Dokuz öğretmen görev yapı- da ben edebiyat dersine giriyordum ama
yor. Sınıflar soba ile ısınıyor. Öğretmenler biz Eğitim Enstitülü olduğumuz için daha
arasından su sızmıyor, hepsi çok samimi. sonra fakülte mezunu biri gelince geriye
Bodrum’a Lise’nin kurulması için çaba sarf çekildik. O zamandan içimde bir şey var-
ederler. Küçük de olsa katkı sağlamak için dı. Çocuklarıma derdim ki yükselebilece-

ğin yere kadar yüksel. Çünkü önemli olan kadınlar olarak. Hele ben o sırada doğum
resmiyette nereye kadar geldiğindir. Sen yaptığım için öyle olayların içine karışma-
başarılı olabilirsin ama cebine de diploma- dım. Sadece iki saatlik bir ders bırakma
nı koy diye gençlere bu öğüdü veriyorum. yüzünden bütün bunlar yazıldı ve 14 kişiye
O yıllarda bizim öğretmen olarak aldığımız de aynı suçlamalar yapılarak, tek elden
paranın ötesinde başta söylediğim gibi çıkan suçlamalar. Tabii ondan sonra biz
Cumhuriyet ışığını sürdürmenin bir şevki Danıştay’a dava açtık, birçoğumuz ka-
vardı, iddiası vardı, ya da umudu vardı. zandı, ben kazananlar arasındaydım, ama
Ama şimdi bilmiyorum, kızmasınlar bana aynı yerde çalıştırma olmaz diye beni Gün-
öğretmenlerimiz bu ışığın farkındalar mı? doğan Ortaokuluna verdiler. İnanabiliyor
Bu ışığı ileri götürebilmek için kendilerini musunuz, Gündoğan da bir oda. Muhtar-
sorumlu tutuyorlar mı? lık odasında bir müdür, kimya öğretmeni,
Ama biz olduk ta ne oldu, Bodrum Orta- edebiyat öğretmeni, eşim de fen bilgisi
okulunda çalışırken 1970 sonraki idari öğretmeni oraya bizi atıyorlar, on üç kişi.
ve siyasi olaylarda izlenmeye başlayıp, Şimdi bazı gerçekleri anlatmak lazım,
okuduğumuz Cumhuriyet gazetesi, ya da ülke buraya geldiyse şimdi, bu bir süreçtir.
konuştuğumuz kişiler, ya da aldığımız ki- Kaybede, kaybede gerçekleri görmeye, gör-
taplar yavaş yavaş mesele olmaya başladı. meye bazıları bugün bu nokta da tıkandı.
1980 de ben sürüldüm Niğde’nin bir dağ Cumhuriyet yaşayacak mı? yaşamayacak
köyüne. Ama sürüldüm derken, başımın mı? Onun kavgasını veriyoruz, daha doğ-
üstünde, iyi ki sürüldüm, çünkü böyle rusu vermiyoruz, keşke verebilsek.”
şeyler insanı daha bir kendine getiriyor,
benimle beraber 14 öğretmen ki o yıllarda Gündoğan’da bir pansiyon odası. Okuldan
Bodrum Lisesi’nden üniversiteye giden çıkınca ayva yiyerek, balık avlayarak, dağ-
öğrenci sayısı, dershanesiz beş kuruş para larda ot toplayarak, doğa ile iç içe günlerini
almadan, Muğla’nın seçilen yerlerinden geçiriyor. Ama 35 yaşındaki Hatice öğret-
biriydi. Bizlerin çabasıyla. Ama sonra ne men zaman, zaman sokaklarda, sessiz seda-
oldu, işte bu ahenkle çalışan ekip dağıtıldı, sız ağlayarak neden Bodrum Ortaokulu’n-
14 öğretmen Bodrum Lisesi’nde ülkenin, dan buraya geldim diye de sorguluyor. Öyle
sanki ülkenin o yerleri o ülkenin yerleri bir zayıf anı yaşamak hem üzülmek hem de
değilmiş gibi sürüldük. Keşke bilsek ne mutlu olmak, bu tarifsiz duyguların nedeni
yaptığımızı, ama ne yaptığımızı bilme- eşi Ali İhsan Yücel’in Niğde’ye tayin olma-
den, biliyoruz tabii. Atatürkçü olmamız, sı, çocuklarından kızını babasına bırakıp,
Cumhuriyet Gazetesi okuyor olmamız, bir oğlunu İzmir de Atatürk Lisesine okuması
eğitim sendikasında üye olmamız. Hele biz için göndermesi. Bir çatı altında olması

gereken aile bireylerinden, her birinin ayrı, jandarma geldi. Okulun bahçesinde bir
ayrı noktalarda yaşamak zorunda kalması araba durdu. Şimdi o okulun bahçesinde
doğal olarak çok üzüyor Hatice Yücel’i. en azından 600 öğrenci var, düşünebili-
yor musunuz? 1985 yılında 13 kişiydik.
“Bugün nasıl değerli insanları hapis Gündoğan’ın ne kadar göç aldığını fark
etmekten keyif alıyorlarsa, demek ki o edebilirsiniz. Bunun yanında da başka
yıllarda başladı keyif almak, en azından okullar da açıldı. Neyse jandarma geldi,
öğretmeni sürerek. Bu beni ülkem adı- bir kitabın peşinde, bak hala unuttum o
na yaraladı, Türkiye Cumhuriyeti adına kitabın ne olduğunu. Trabzonlu bir şair-
yaraladı ama bana her zaman güç verdi, miş. Geldi, affedersin ahır gibi, zaten bir
daha da sağlam durmama yardımcı oldu. muhtar odasındayız, kitap ne arasın orada.
Beş yıl orada çocuklarla beraber, kıyıdan Bir tane küçük kitaplık kurmuşum, çocuk-
yürüyerek okula gittim geldim. Çok güzel lar okusun, hikâye Atatürk kitapları falan.
dostlar edindim köyde. O yıllarda Faril- Bir jandarma arabası, bir kitap aramaya
ya’da hiçbir yapılaşma, kooperatifleşme geldi. Biz böyle dönemlerden de geçtik.
yok. Düşünebiliyor musunuz çok uzak Neyse işte o beş yılımı Gündoğan da iyot
değil 1980 -1985 yıllarından bahsediyo- kokusu alaraktan, dağlarda gezerekten,
rum. O sırada kooperatifler toprak almaya çiğdem toplayaraktan, acı ot toplayaraktan
başlamış, ama yeni binaların yapımına geçirdim. Hiç de kötü olmadı ama baktım
başlanmamıştı. Hemen hemen her gün ki beni tayin etmiyorlar merkeze, 39 yaşın-
bir çocuğun evinde yemek yiyerekten, da oradan sessizce emekli oldum. Sadece
geceleri pansiyonda yataraktan böyle bir çocuklarla bir konuşma yaptım, onun dı-
köy hayatı yaşadım. Zaten kendimde köye şında ne bir madalyon, ne bir pasta kesme,
benzer bir yaşantıdan çıktığım için o hayat ne birisi; hadi güle güle, oradan sessizce
bana yabancı değil, aksine beni daha da ayrıldım.”
halka yaklaştırdı. Belki de iyi ettiler ora-
ya göndermekte. Çünkü orada dört, beş Hatice Yücel’in çocukları üniversiteyi
çocuğu üniversiteli yaptık. Düşünebiliyor kazanır. Bu arada kadınlara 20 yılda emekli
musunuz topluyordum etrafıma çocukları, olma hakkı tanınır. Yasaya karşı olanların
öyle ders yapıyorduk. Oraya, başıma bir başında gelen 39 yaşındaki Hatice, en fay-
alkolik müdür verdiler, o da ayrı bir acıdır, dalı zamanında kadını eve koyuyorlar dese
üstüme verilen bir müdür beni daha olum- de emeklilikten yararlanır. Eşi Ali İhsan
lu yönetebilseydi. Orada siyasi yönümden Yücel emekli. Hatice Yücel de 24 Ka-
beni çok etkilediği için anlatmak zorun- sım Öğretmenler Günü’nde sessiz sedasız
da kaldım. Bir gün hiç unutmuyorum, emekli olur. Yaşamında ayrı bir yeri olan,

acı ve tatlı günlerini geçirdiği ilk göz ağrım ilk göz ağrılarından birisi.”
dediği Gündoğan’ı eski haliyle sever Hatice
Yücel. Hatice Yücel emekli oldu ama emekli-
lik ona göre değil. Fırsat bu fırsat, biraz
“Belde belediyeleri olmamış, muhtarlıklar dinlenmeyi deneyip, işsiz, güçsüz hayat
vardı. Gündoğan’daki muhtar beni çok se- nasıl oluyormuş ona bakmak istedi. Ama
viyordu. Muhtarla birlikte bir şeyler yaptı- genlerinde çalışkan annesinin özelliklerini
ğınız zaman daha başarılı bir şeyler koya- taşıdığı için boş durmadı. Annesinin zama-
bilirsiniz ortaya. Hasan Ali dediğimiz kişi nında aldığı makine ona, o makineye bakıp
sonradan da belediye başkanı oldu zaten, durdu. Arkadaşı Meral hanım batik yapar.
onu da rahmetle anmak lazım. İlk tohumu Hatice öğretmene kumaşları kesip verir, o
atan. Güzel şeyleri o başlattı ama sonraki da dikmeyi dener. Altı ay süren bu zorlama
yağma, şimdiki o durumu biliyorsunuz, sonunda mesleğine dönmeye karar verir
artık dağ taş, denizin etrafı ev oldu. Belki Hatice Yücel. Evinde özel derslere başlar
Bodrum’da çok fazla fark edemedim ama ve özellikle yabancılara Türkçe dersi verir.
1980 li Gündoğan ile bugünkü Gündoğan İyi para kazanıyor ama paranın ötesinde
arasında o kadar büyük farklar oldu ki çok şey öğrenir. Yabancıların davranışlarını,
aileler parçalandı, güzel duyguların yerini karakterlerini tahlil edip kendinde olmayan
para aldı. Artık hayvanlar, mandalina bah- özellikleri geliştirdikçe ufku açılır, dünyası
çeleri, tekneler vız gelir, tırıs gider. Çünkü zenginleşir. Hatice Yücel, 15 yıl Çağdaş
topraklarını sattılar, o paralarla minibüs- Yaşamı Destekleme Derneği’nin Bodrum
ler alındı, düğünler yapıldı, gezilere gidildi Şubesi Başkanlığını yapar.
ama bence Gündoğan insanıyla beraber
öldü. Bu da benim bir gözlemimdir. Es- “Okuduğum gazeteden Türkan Saylan’ı
kiden daha sık giderdim, şimdi benim tanıyordum. Bodrumda bir dernek kurul-
dönemimim insanı da yaşlandı, onların ço- muş dediler. Gel gidelim dediler, gittim.
cukları, torunları kaldı. Gündoğan özünü Çağdaş Yaşamı Destekleme Dermeği.
kaybetti. O kıyıda bir balıkçı kahvesi vardı, Orada herhalde bir kaç konuşma yaptım
Ahmet ağabey, onu da rahmetle anıyo- heyecanla. O heyecan ötekilerini heyecan-
rum. Gündoğan faslı böylece kapandıktan landırdı. Hemen derneğin içinde kendimi
sonra, aslında o fasıl kapatılmadı. Gün- başkan olarak buldum. Biliyorsunuz on
doğan’a hep gidip geldim, sevebileceğim beş yıl orada başkanlığı sürdürdük. Sıfır-
zamana kadar. Ne zaman ki Gündoğan dan başladık, Kucağımızda dosyalar, kah-
artık bana bir şeyler vermemeğe başladı, veden kahveye, otelden otele dolaştık. Ye-
şimdi daha az gidiyorum. Ama orası benim rimiz yoktu. Öyle bir alt yapıyla başladık.

Ama benim Bodrumlu oluşum, çevreyi ta- diyorum. Onun için liderlere ihtiyaç var
nıyışım, öğrencilerimim oluşu, güven verdi ülkemizde. Ne yazık ki örgütlenme yapı-
hem bana hem onlara derneği belirli bir mız olmadığı için hala liderlerin peşinden
seviyeye getirdik biliyorsunuz. Sıfır olan gidiyoruz.”
burslu öğrenci sayısını üç yüze çıkardık.
Bugün bir partide veya bir belediye de bile Yıl 2012, Hatice Yücel ÇYDD in onursal
burs verme sayısı yoktur. Orada toplumsal başkanı olur. Aynı zamanda Halikarnas
görevimi yaptım. Bu nereden kaynaklan- Balıkçısı’nı Anma ve Yaşatma adı altında
dı? O yıllar Sivil Toplum Örgütleri zama- bir grup için proje üretimine katkı sağlar. 60
nıydı Bodrum’da. 160’ a yakın sivil toplum yaş grubu içinde bilgi alışverişinde bulunur.
örgütü var ama bunların içinde ÇYDD ilk Sözlü Tarih Projesi grubu içinde yer alır.
kurulanlardandır ve iz bırakanlardandır. Hatice Yücel, emeklerinin karşılığı olarak
Örnek olmaya çalıştık diğer STÖ’lerine. Bodrum’a yakışır bir Etnografya Müze-
Bu ne demek? Artık turizm açıldı, dışa- si’nin açılışını görmeyi umut eder.
rıdan yabancılar geldi, yabancı derken
Bodrum’un dışındakiler, onlar da bize yeni “Şöyle sorsanız; Bodrum’dan memnun
kültürler getirdi. Ama gelenler, hele iyi musunuz? Tabii ki Bodrum’u hiçbir şeye
niyetle hele Bodrum’u gerçekten seviyor- değişmem. Yurt dışında da çok gezdim.
larsa onlar da bir şeylerin ucundan tuttu. Hani bir anne vardır ya çocuğunu eleş-
Böylesi STK sayısı çoğaldı. Gönül isterdi tirir, ama bu içtendir, acı duyduğu için
ki biz Türkiye olarak, STK’da da deneyim- yapar. Ben de Bodrum’u ne kadar eleştir-
li olsaydık. Maalesef ülkenin demokratik sem de çok seviyorum. Doyduğum, doğdu-
yapısı, örgütsüzlüğü, nitelik yönden eksik- ğum, konduğum yurt burası. Sıfır yaşım-
liği STK’lara da yansıdı. Bu kadar sayıda dan itibaren havasını, güzelliğini, tarihini
STK’lar olsak da Bodrum’u kurtaramadık. alıyorum, paylaşıyorum. Bir dikenine bile
O da ayrı bir konu. Ama benim için ÇYDD zarar gelsin istemiyorum. Ama zarar geldi.
bir üniversite kadar önemlidir, bende Dikenli alanlar bile kooperatif alanlarıyla
eksik olanları arkadaşlarımla çalışırken doldu. Fazla yüklendiler Bodrum’a, fazla
buldum. Hem onlar bana bir şeyler verdi, parayı soktular, fazla gürültü soktular,
hem ben onlara. Özellikle İstanbul’a geliş fazla çıkar soktular, Oysa Bodrum insanı
gidişlerde Türkan Saylan ve ekibi çok gerçekten doymuştur, çünkü doğa onu
zengindi. Özellikle onlar benim önderim- o kadar destekler ki onların hırslarına
di, özellikle Türkan Minibaşı ve Türkan o kadar gerek yoktur. Bodrum’un diğer
Saylan’ı rahmetle anarım. Keşke birisi sağ yerlerindekiler alınmasın ama ben bunları
olsaydı, bize gene aynı heyecanı verseydi gençlik yıllarımda da gördüm, hakikaten

biz mülayim, kavgasız, barışçıl, işte kapıla- yapılabilirdi. Tarihi ile uygundur, hava-
rımızın açık oluşundan belli değil mi? Ki- sıyla uygundur, insanlarıyla uygundur.
litlemeyişimizden belli değil mi? Duvardan Biraz daha düşünsünler. Bodrum 7 defa
duvara komşumuzla alışveriş yapışımızdan bu akına maruz kalmıştır, zaman içinde.
belli değil mi? Ama ne zaman turizmle Ama bundan sonra ne olacak, Bodrum
birlikte rant para girdi, insan da değişecek yıkılacak. Onun için Bodrum’a her gele-
tabii, geri zekalı değilsin ya karşında bir ni benim gibi duyarlı olmaya, Bodrum’u
güç varsa onunla da savaşacaksın. Keşke daha çok sevmeye, daha az hırslı olmaya
girmeseydi de Bodrum’un havasına ve davet ediyorum. Gençler de burada ol-
yapısına uygun davranılsaydı, bu kadar duklarının farkına varsınlar, mutlulukları
hırs olmasaydı. Şu daracık Turgutreis cad- başka yerde aramasınlar, Bodrum’un 8
desinden geçen arabaların markasını ve bin yıllık tarihinde önce bilgili, bilinçli ve
numarasını görüyorsunuz. Buna gerek var insan gibi olmak var, onu da Bağdat’ ta
mı? Bu yollar, bilmem kaç yıldızlı oteller, da olsa gitsinler bulsunlar öteki her şey
dolarlar, eurolar neyse ne bu bizim insan- Bodrum’da var diyorum.”
lığımızı, dostluklarımızı, güzelliklerimizi
aldı. Denizimizi de kirletti, dağlarımızdaki
palamut ağaçlarını da kesti, mandalina
bahçelerimizi de kuruttu.”

Eğitimci Hatice Yücel, hoşgörülü ve seve-
cen davranışı, mütevazi hali, lider ruhuyla
Bodrumlunun gönlünde taht kurar. Bod-
rumluya laf söylenmesini istemez. Ancak,
Bodrum’a zarar vermeden daha iyi yöne-
timlerle çok şey yapılabileceğinin altını
çizmeyi de ihmal etmez. Doğru söyleyeni,
dokuz köyden kovarlar, söylemini hatırlasa
da doğru olanı hep savunur. Bodrum’un
duyarlı, fedakâr, cefakâr hanımı Hatice Yü-
cel, herkesi de duyarlı olmaları konusunda
uyarmayı kendine görev bilir.

“Ben Bodrumluya laf söylenmesini istemi-
yorum. Bodrum’a zarar vermeden çok şey



Gülşade BOYACI

Gülşade Boyacı, hangi yıl doğduğunu hatır- evde doğdum, büyüdüm. Sonra tellala
lamıyor ama, 10 Kasım 1938 de İlkokul 3. verildi, mirasçılar çıktı. Annem dedi ki;
sınıfta okuduğunu hatırlıyor. Babası ve am- kızım lokantayı biz alalım. O zamanlar
cası Bodrum’dan İstanköy’e karpuz yüklü orası kahvehaneydi. Orayı 30 sene eniştem
tekneleriyle giderken, Yunanlılar tarafından kullandı. Beş kuruş para almadık.”
yakalanırlar. O günden sonra her ikisinden
de haber alınmaz. Annesi, Gülşede’yi dün- Gülşade-Hüseyin Boyacı imkanlar elverme-
yaya getirirken babası yoktur, öksüz büyür. diği için düğün yapmadan evlenirler. Genç
Yunanlılarla İtalyanlar arasında harp zama- damat askere gider. Gülşade Boyacı’nın
nı anlaşmazlık çıkınca küçük Gülşade’yi annesi yaşadıkları yeri tellal aracılığıyla
bir mavnaya koyup Bodrum’a gönderirler. mirasçılardan alır. Hüseyin Boyacı adliyede
Bodrum’a gelişi böyle olur. Gülşade beş zabıt kâtibi herkese yardımcı olmaya çalışır.
kardeştir ama hepsini kaybeder. Bodrum’un ünlü Hâkime hanımı getirdiği
ipek böceği ipliğini, çektirmesi için ricada
“Ben Atatürk’ün öldüğü gün, 10 Kasım bulunur. Gülşade Boyacı da onu ipek iplik
1938’de üçüncü sınıftaydım. Cumhuri- yapan Rum kadına götürür. Böylece hâkime
yet ilkokulunda okuyorum. Okulda her hanımla iyi bir dostluk kurulur.
sınıftan bir tane vardı. Ortaokul yoktu o
zamanlar. Matematikten korkuyordum, “Hâkime hanım namaz kılar, oruç tutar-
bilemiyordum. Okula bir süre gitmediğim dı. Onu çok severdim, bir gün Hükümet
için bir gün eve jandarmalar geldi, annem konağında kendini asarak öldürdüğü
de jandarmalardan korkuyordu. Bana haberi hem bizi hem de Bodrum halkını
çarşaf giydirdiler, yaşımı büyütmek için yasa boğdu. O zamanlar Bodrum’da para
hâkim karşısına çıkardılar. Hâkim sordu, mı vardı? Bayramlarda bir Nazilli basma-
kocaya mı gidiyon, hocaya mı? Ben de sından elbise, bir de ayakkabı alırlardı,
kocaya gidiyom dedim. O zaman okuldan sabaha kadar koynumuzda yatardık. Biz
kaydımı sildiler. Bir çocuk okula gitmedi nalın deriz, o zaman nalın giyerdik. Çok
mi jandarma eve gelir ceza yazarlardı. hastalandım, İzmir’e gittim. Bir tane
Benim kardeşim de adaya gidermiş. Beyim araba vardı. Aydın’a dolaşa, dolaşa gittik.
de tanışmadan önce harp zamanı adadan Keçi yolu gibi daracık bir yoldu. Bodru-
buraya gelenlerden. Bahçelerde beraber mumuz çok iyi idi. İnsanlarımız da çok
gezer oynardık. Eskiden böyle durumlar iyiydi, şimdi bitti!.. Denize girmeye gider-
mı vardı oğlum. Şimdi işin cıvığı çıkmış. dik, ben romatizma oldum doktorlar deniz
Beni istemeye annesi, eniştem, onlar geldi. iyi gelir dedi, ben de denize giderdim, ama
Ben Gemibaşı lokantasının arkasındaki denize elbiselerimizle girerdik. Cumhuriyet

okulunun önünden denize girerdik. Deniz Ben o lokantanın yemeğini pişirdim.
kenarına çardaklar kurulur, üstüne çalı Bulaşığını yıkadım. Lokanta 1972 yılında
atılırdı, şimdi nerede gayri, her şey kibar- açıldı. O zaman Bodrum’da kimse yoktu.
lık. Yat limanı yaptılar denizimizi aldılar! Sadece memur ve askeriye takımı vardı.”
Eskiden bizler, kızlar sokağa çıkmazdık,
annelerle beraber gidilir, beraber gelinir- Gülşade Boyacı’nın yaptığı yemeklerin
di. İki çocuğum, bir tane oğlum, bir tane kokusu dalga dalga yayılmaya başlar. Lo-
kızım var. Kızım gitti Ankara’ya onun da kantanın önünden denize girenler yemek
iki tane kızı var. Oğlumdan iki tane to- kokusuna dayanamayıp soluğu onun yanın-
runlarım var. Başka da kimsem yok. Bana da alır. Leziz ev yemeklerinin ünü özellikle
oğlum bakar, kız bakmadı gitti. Torunlar İstanbullu misafirler sayesinde tüm Bod-
günde on kere gelir; babaanne bir şey rum’a yayılır.
istiyor musun, diye sorarlar.”
“Bamya pişirirdim, pilav yapardım, kar-
Annesinin Gündoğan’da tarlaları var, nıyarık, dolma yapardım. Öyle ev tencere-
zaman zaman oraya giderler. Konacık’a leriyle yapardım. Bir gün Gülriz Sururi
eskiden Çıkran denir. Onun arkasında yol diye bir artist geldi. Siz neden böyle yapı-
var, ama nasıl bir yol, keçi yolu gibi. Annesi yorsunuz dedi. Bazı insana az koyuyor-
kızı Gülşade’yi eşeğe bindirir, kendisi ya- sunuz, bazı insana bol veriyorsunuz. Eee
yan Bodum’dan sabah çıkılır, akşam vakti biz bilmiyoruz ki yemekler kalmasın diye
Gündoğan’a varılır. dolduruyoruz tabağa. Hadi yabana git-
mesin diye. Sonra öğretti, bir tasın içine
“Kel Hasan diye biri vardı, biz hep orada pilavı koyacaksın, kapatacaksın. Haa ben
kalırdık. Bizim tarlamız çok güzeldi. Her de öğrendim ondan sonra hep öyle yaptım.
kumanyamız oradan gelirdi. Fakat ölünün Eski Bodrum daha güzeldi. Şimdi ki genç-
arkası viran. Annem öldü. 15 gün bile mi- lere terbiye tavsiye ederim. Terbiye… Ben,
rasçı durulmadı, torunları sattılar. Ben de oğlum, torunlarım dükkândan gelinceye
dul kaldım ama bir şey satmadım. Öksüz kadar uyumam. Onlar lokantayı gece ka-
kaldım, yetim büyüdüm ama bir tane bile patıp gelinceye kadar beklerim. Allah razı
bir şey satmadım. Lokantayı bile tuttum. olsun iki çocuk, torunlarım çok terbiyeli
Lokantanın arkasındaki ev de bizim idi. oldular. Dışarı gitsinler öyle şeyler yapma-
Ama onlara geçti. Annem rahmetli dedi dılar. Çalışıp dururlar, helal olsun verilen
ki; O lokantayı alalım. Kocanın işi olmaz, şeylere.”
orada sigara satar, rakı satar geçinirsiniz
dedi. Orası daha önce kahvehaneydi.



Nihal OLCAY

Halk arasında çok sık kullanılan bir te- rum’a atıyorlar. Bodrum’da da ortaokul
kerleme; İstanköy altı Bodrum. Bodrum yok. Ne acıdır, bakanlığın gafletine bakar
iki dükkân, bir furun. Zeytin ekmek yiye, mısınız? Ankara’dan bakıyorlar o zaman
yiye, kalmadı ağız, burun. O dönemin Fethiye’de, Bodrum’da ortaokul var mı
Bodrum’unda üç bin kişi yaşıyor, yıl 1941. diye. Marmaris’ten Bodrum’a üç günde
Peynir, ekmek yemekten ağız burun kalma- geldik. Bir gün Muğla’da geceledik ertesi
sa da Bodrum o kadar güzel ki. günü Milas’a geldik. Milas’ta otel yok.
Çaputçu handa kaldık. Hava çok soğuk,
Nihal Olcay 15 Ekim 1927 Mersin doğum- babam mangal yaktırdı. Mangalın içinde
lu. Babası Nizamettin Bora, vali kâtibi, bir marsık varmış, hepimiz zehirleniyor-
sonradan Gümrük’e geçer ve 1937 yılında duk. Bir tek babam ayaktaydı, içki içiyor-
İstanbul’a tayin olur. Mersin’de liman yok, du, ona dokunmadı demek ki. Bir şekilde
gemiler açıkta demir atıyor. Bora ailesi uyandı, onun sesine ben uyandım, odanın
gemiyle İstanbul’a gidecek ama kundakta içi mosmor, hemen kapılar pencereler açıl-
bebekleri var. Anne Ayşe, gemiye gitmek dı, ömrümüz varmış ölmedik. Ertesi gün
için sandala biner, gemiciler bebeği bohça bir otobüsle Bodrum’a geliyoruz. Mar-
sanıp yan tarafa koymak isterken annenin maris’den Bodrum’a gelirken Sakar dağı
çığlığı tüm Mersin’i çınlatır. Nihal Bora’nın var, bizden bir gün önce otobüs uçmuş,
yaşam serüveni heyecanlı başlar. Başarılarla şoför sarhoş mu? değil mi? belli değil.
devam eder. Uzatmayalım biz o korkuyla Muğla’ya inip
Milas’a oradan da Mumcular üzerinden
“1938’de Atatürk öldüğünde ben 4. sınıfa Bodrum’a geldik.”
gidiyorum. Bayraklar yarıya indiğinde, ilk
gören bendim. Feryatla “Atatürk öldü” Bodrum’da Atatürk ilkokulunun olduğu
diye fırladım. O kadar çok severdim ki yer kabristan. Turgutreis İlkokulu’nun önü
Atatürk’ü, bana sorarlardı kimi seversin kabristan. Mezarlık çok ama Ortaokul yok.
diye, Atatürk’ü, öğretmenimi, annemi, Nihal, bir sene daha okulsuz kalır. Eğitimde
babamı derdim. Bizi böyle yetiştirdiler. Biz 2 yılının boşa gitmesi yüzünden hasta olur,
Atatürk’ün kızlarıyız. 1941’de orta birden vücudunda çıbanlar çıkar. Zeyyat Mandalin-
ikiye geçerken Fransızca ve Matematikten ci, Bodrum’un eşrafından ve aynı zamanda
ikmale kaldım. Edebiyatım kuvvetli ama Ticaret Bakanı. Bora ailesi, Zeyyat Man-
matematik ve lisan şöyle böyle. Babam dalinci ile iyi ilişkiler içinde, görüşürler.
taşraya tayinini istedi, Marmarise atandı. Bodrum’da mendirek yok, kalenin dört tara-
Marmaris’te ortaokul yok. Babam uğraşı- fı suyla çevrili. Kalenin şimdi ki Emniyet’e
yor çocuğumun tahsili diye. Babamı Bod- ait karakol olarak kullanılan binaya bir tahta

köprü ile bağlantısı var. Kalenin zindanları kasabası işte. O zaman mandalin falan
suyun içinde, o zaman bir tek karakol ve yetiştiriliyor.”
gece bekçileri var. Bodrumlu evinin kapı-
sını kilitlemez, uzak bir yere giderken de Bora ailesi 1945 yılında Fethiye’ye gider
kapıya bir bağcık koyar, o zaman anlaşılırdı ama Nihal için ortaokul yok. Özel bir okul
ki evin sahipleri uzak bir yere gitti. Güm- açılmış, öğrenci başına ayda on lira ücret
bet’e, Bitez’e yol yok. Oralara ciple dere alıyor. Nihal Bora için bir ümit ışığı ama bu
içlerinden gidilir. Bağla’ya, Turgutreis’e duruma baba Nizamettin bey üç ay dayanır
gitmek hayal. Bağla’ya sadece iki tane bü- ve okul ücretini ödeyemeyeceğini söyler.
yük su kayığı ile ulaşılır. Zeki Müren koyu Memur maaşıyla dört çocuğun ihtiyacının
da denilen Bardakçı’dan tenekelerle sucu yanı sıra bir de akşamcılıktan vazgeçememe
Muhammet, Bodrum’a su taşır, her gün iki sıkıntıyı had safhaya çıkarır. Her sıkıntı-
mavna su getirir. Kumbahçe ikiye bölün- nın bir aydınlığı olduğu gibi okul müdiresi
müş. Giritli Mahallesi ve Yerli Mahallesi. Mürüvvet Güral imdada yetişir. Benim 4
Paşa tarlasına doğru yol yok. çocuk okutma hakkım var diyerek Nihal
öğrencisine sahip çıkar. Bu şekilde 3-4 ay
“Rahmetli eşim Bodrum’lu, İçmeler’de geçer. Babası İstanbul’a tayin olunca Nihal
zeytinlikleri var, oraya vasıta yok. Cevat Bora okulları bitirmiştir. Taşrada görevlen-
Şakir o yıllarda Bodrum’a sürgün gel- dirilmek için açılan memuriyet imtihanına
miş. Şimdiki Kumbahçe caminin olduğu girer. O zaman Gümrük Muhafaza, Genel
yer mandalina bahçesi, orada oturuyor. Komutanlığına yani askeriyeye bağlı. Nihal
Fide yetiştiriyordu. Benim kayınvalidemin Bora memuriyet imtihanını birincilikle
komşusuydu. Caminin yanında oturuyor- kazanır. Emin Çınar Paşa’nın ben bu kızı
du sonra orası zengin Hüseyin’in evi oldu. tanımak istiyorum demesiyle şans ibresi
Ama Cevat Şakir’in ev sahibi kimdi bil- olumlu yönde dönmeye başlar. İş hayatına
miyorum. Hamdiye hanım diye bir ilkokul İskenderun’da başlar. Eşi İsmail Olcay ile
öğretmeni ile evliymiş. Karanfiller yetiştiri- tanışır ve evlenir. Nihal Olcay İstanbul’dan
yor, İstanbul’da 25 kuruş karanfil. Delirdi 1997 yılında çok sevdiği ilçeye geldikten
mi Cevat bey derlermiş, 25 kuruşa karan- sonra Bodrum tarihine ilk kadın Gümrük
fil olur mu? Bodrum dediğim gibi 3000 Müdürü olarak damgasını vurur.
nüfuslu bir yer, dağınık. Bodrum ufak,
herkes herkesi tanıyor. Bodrum Bodrum, “İstanbul’a gelince paşayla tanışma şere-
iki dükkân bir furun, zeytin ekmek yemek- fine nail oldum. Bana dedi ki; kızım biz bu
ten ne ağız kaldı ne burun” derlermiş. O sınavı taşra için açtık, Urfa Mardin falan
kadar küçük bir balıkçı kasabası, sünger olabilir. Sana bir lütufda bulunacağım,

hangi il de çalışmak istersin diye sordu. Bodrum’a yerleşmeye karar verirler. İsmail
Ben de mümkünse İstanbul, ailem burada Olcay memleketi olmasına rağmen Bod-
dedim. Paşa İstanbul olmaz dedi. O zaman rum’u pek sevmez ama eşinin ısrarı ağır
denizi olan bir yere dedim. İskenderun’a basar. Nihal Olcay dört yıl Gümrük Müdü-
tayin oldum. Eşimle orada tanıştım, İs- rü olarak görev yapar. Gümrük binası, Halk
mail Olcay, onlar da Girit’den gelmişler. Eğitim Merkezi karşısında, deniz kenarın-
1926’da mubadele olmuş ya. Bodrum’da da, ama bakımsız. Gümrük Müdürü Nihal
ki Rumlar Girit’e, Girit’te ki Türkler de hanım binayı tefriş ettirir, oturulacak hale
Bodrum, Fethiye ve İzmir’e yerleşiyor. getirir.
Bütün akrabaları genelde İzmir’de oldu-
ğu için kayınpeder Bodrum’da kalmak “1941’de Bodrum’a geldiğimiz zaman,
istemiyor. Kaymakam çok yer teklif ediyor Subaşılar’ının sokağında oturduk, karşı-
ama, kayınpederin Girit’de tapulu malı mızda Mal Müdürü oturuyordu. O zaman
varmış. Burada da ufak tefek bir şeyleri Subaşılar’ının çocukları benden ufaktı.
oluyor. Eşim memur oluyor, İskenderun’a Sonra koca koca adamlar oldular. Azmak-
geliyor sonra Çanakkale’ye gidiyor. Ben başı’nın arka sokağın başında da şimdi
İstanbul’a dönüyorum, orada evleniyoruz. ayakkabıcı var, o zaman revirdi, askeri
Oğlumuz Engin dünyaya geliyor 1951’de tabur vardı. Tabi burası ufak yer, annem
Üsküdar’da. İstanbul’da 1997’ye kadar birilerine gidiyor, birileri anneme geliyor,
orada oluyoruz. Ben sonra illa da Bodrum saat 12 de elektrik kesiliyordu. Bekçiler
diyorum, Bodrum aşığıyım. Yokuşbaşı’na var, geceleri huzurlu bir yaşamımız vardı,
geldim mi “canım Bodrum” diyorum. hiçbir kavga yok. Bodrum’da avukat yok,
Cevat Şakir’de çok severmiş. Buraya şimdi avukat enflasyonu var. Hastane yok,
geldiğiniz zaman karşınıza kale, yeşillikler Milas’a gidiyorduk. İlaç almaya eczane
içinde bembeyaz 150 ev, böylesi bir Bod- yoktu Bodrum’da. Avukat yerine davala-
rum çıkıyor.” ra Cevat Canlı adında bir şahıs girerdi,
dava vekili. Tahsilini bilemiyorum. Kavga
Nihal Olcay’ın kardeşi Almanya’da Hoca. olmuyor, asayiş sorunu yok, hırsızlık yok,
Oğlu Engin İstanbul’da Moran Kolejini miras kavgası yok. Sahilde ki evler bom-
bitiriyor. Annesi Engin’i gümrükte işe yer- boş. Halikarnasa gidinceye kadar o kadar
leştirmek istiyor ama o yapılan teklifi kabul boş ev var ki. Evlenip buraya gelince eşim
etmiyor. Engin’i dayısı yanına çağırır. Bu 25 lira ver, maliyeye git buradaki evler-
teklif Engin’i havalara uçurur ama Nihal den birini almak istiyorum de. Burada ki
hanım ve İsmail bey tek evlatlarından ayrı evler değerlensin diye. Orada ki evler yok
kalmaya dayanamaz. İstanbul’dan ayrılıp, pahasına satıldı, Bodrum’un böyle olaca-

ğı kimin aklına gelirdi. Alize Oteli, Baraz için yaparsa görevimi suiistimal etmiş, eğer
Oteli, askeri mahveli geçiyorduk. Cevat yapmazsa birilerini küstürmüş olacak adı
bey orada oturuyordu biz o evin önünden çıkacak. 34 sene gümrükte çalışmış, “ters
denize giriyorduk. Cevat beyi ilk kez yolda kadındır ama çok dürüsttür” diye saygınlık
gördüm. Cevat Bey’in anılarını ilk defa kazanmış Nihal Olcay eşinin ısrarı ve kendi
eşimden dinledim.Bize bitişik oturuyordu. isteğiyle 1981’de emekli olur.
Hamidiye hanımla evliydi, çiçek yetiştiri-
yordu. Bodrum’daki Palmiye, hurma ve “Doktor Alim bey var. Tam teşekkülü bir
okaliptüs ağaçları Cevat Bey’in eseri. O doktordu, gözden anlayan, nisaiyeden
zaman Atatürk Caddesi yok, Hacı Molla anlayan, fakir babası son derece güzel bir
çıkmazıydı. Şimdi ki Cumhuriyet Caddesi insandı. Benim geldiğim yıllar Bodrum’a
de ufacık bir sokaktı. Bayramlar Yokuşba- bir başkomiser atanmıştı. Ona da Cear
şı’nda yapılırdı. Hanımlar, o zaman futa diyorlardı. Komiser herkesle dostu. Onun
tabir ettikleri peştamallara bürünürler çocukları hala burada, eşi burada. Hali-
yüzleri pek göstermezlerdi. Girit modern karnas da Barış sitesinde ev aldı. Atatürk
bir yer yine de buna rağmen kapalılık Caddesi o zamanlar tarlaydı, sonra oradan
vardı. Benim o ara Cevat Şakir’i tanıdığım yol açılınca, oteller falan yapılmaya baş-
sene parmağım dolama olmuştu. Denize ladı. Uslu’lar bunlar Bodrum’un tanınmış
girmem lazım tek kolla yüzerdim, Yedi aileleri, Mandalinci’ler, Karakaya’lar,
değirmenleri görüp gelirdim. Cevat bey Nalbantoğlu’ları, bunlar Bodrum’un
kim bu oğlan demiş. Nizamettin beyin kızı eşrafı, tanınan insanları. Sonra zaman-
demişler nasıl kızsa. Ben 70 yaşından son- larda herkes eşraf oldu. Dağda ki çatısını
ra uslandım. O zamana kadar çok hareket- sattı, eşekten indi, Cadillak’a bindi. Ondan
liydim. Çok seyahat ederdim.” sonra ne sevgi kaldı ne saygı. Babamın
memur olduğu zamanlar bir memur geçe-
Nihal Olcay’ın eşi gümrük memuru, 1997 cek, bir kaymakam geçecek toparlanırdı
yılında emekli olur. Nihal Olcay dört yıl insanlar. Şimdi yok öyle bir şey.”
daha çalışmak zorunda. Ama artık iş zor
geliyor. Kimseyle kötü olmak istemiyor. Aliza Oteli’nin olduğu yer dere yatağı,
İşi gereği, bazen birilerinin tavuğuna kış zamanla dolmuş. Olcay ailesinin o araziye
demek gerekiyor. O zaman (Kos) İstan- otel yapılma fikri oluştuğunda, oğul Engin
köy’den gelin adayları geliyor. Çeyiz adı Olcay Almanya’da. Bodrum’a gelmesi için
altında getirilen eşyaların hepsine izin ikna edilir. Nihal Olcay emekli ikramiyesi
vermek mümkün değil, Gümrükten geç- olan 5 bin 750 lirayı otelin su basmanına
meleri lazım. Nihal Olcay geçişleri hatır harcar. Engin Olcay da Almanya’da çalışıp,

otel inşaatına katkı vermeye başlar. İnşaat “Hac ziyaretimde saçımın ucu gözüküyor
biter, oğul Engin Bodrum’a yerleşir. Ancak diye hacılar işaret ediyorlardı.
otelin getirisi aileye yetmez. Hac da bazı görevlerde de bulundum. Hac
Daire Başkanına gittim eksiklikleri söyle-
“Engin; anne bu otel bizi götürmüyor, dim. Bazıları dedi ki; sıkıntı çekeceksin ki
dedi. Bende ona sen sunta işi ticaretine haccın kabul olsun. Dedim ki: kim söyledi
başla dedim. Bir albay dostum vardı o bunu, neden sıkıntı çekicekmişim. Ben
verdi bu aklı bana. Alman Hastanesi var ikiz yatağımdan kalkmışım orada halıf-
ya orayı yapan arkadaşın dayısı bir albay. leksin üzerinde yattım. Bunların hepsini
Oğlunuz, neden sunta işine girişmiyor, televizyona ifşa edeceğim dedim. Kafile
Bodrum’un geleceği parlak dedi. İyi bir Başkanımıza da ilettim, Hac Daire Başka-
fikir. Engin’e böyle, böyle söyledi Mualla nına da gitti. Bunların hepsi diyanete gitti.
hanımın eşi dedi. O da dinledi açtı. Üçku- Belki ben buraya görevli geldim dedim. Siz
yular caddesinde ufak bir yer açtı. Sonra burada puflarda oturun, biz orada halıf-
bir yer, bir yer daha derken bu duruma leks üzerinde kalalım. Herhalde bu deli
geldi. demişlerdir. Şimdi bunların hepsi düzel-
Burayı da ben aldırdım ona. Şöyle ki, miş. Oteller de kalıyorlar yiyorlar, içiyor.
Bodrum’un kalabalığından şikâyet etmeye Hayrım olduysa tanrıma şükürler olsun.”
başladı. Yakaköyde dedim bir arkadaşımın
babası yer satacak alsana. Anne, Allahın Bodrum’un başarılı ilk kadın Gümrük Mü-
dağında ne yapacağım dedi. Sivil toplum dürü Nihal Olcay, kendini hep Atatürk’ün
örgütlerinde, Çağdaş Yaşam da onur kızlarından biri olarak tanımlayıp, gençleri
üyesiyim. Anap Kadın Kollarında İkinci Atatürk’e ve Cumhuriyet’e sahip çıkmaları
Başkan oldum. Omurca İlkokulu’nda iş konusunda uyarıyor.
teknik atölyesi yaptırdım. Benim gücüm
buna yetiyordu, emekli bir insandım. Öğ-
renci katkılarım var. Okulların badanası
olacakmış yapabildiğim kadar.”

İsmail Olcay Kâbe’ye gitmek ister ama Ni-
hal hanım kendini böyle bir yolculuğa hazır
hissetmez. 70 yaşında bu görevi yerine
getirmek ister. Ama Nihal-İsmail Olcay çifti
hacca gitme hazırlığına başlar.





Rezzan KARAHAN

“Bu zamanların hayırlı olsun. kendisi açsın girsin diye. O kadar güve-
Hayırlı akşamlar, hayırlı sabahlar denir nilir, temiz ve güzel bir yerdi ki. Ancak
ama ne sabah, ne akşamsa, bugün ülkenin içinde bulunduğu olumsuz
bu zamanların hayırlı olsun der Bodrum- şartlar Bodrum’u da etkiledi tabii.”
lu. İlk duyduğumda bu söz beni çok etkile-
mişti. Hiçbir zaman Bodrumlulardan yerli Tek memur maaşıyla geçinmek, üç çocuk
yabancı ayrımı görmemiştik.” okutmak kolay değil. Bugünki gibi o za-
manda Bodrum’da kiralar çok yüksek.
20 Mart 1946 yılında Elazığ’da doğan Rez- Astsubay emeklisinin aldığı maaş yetmez
zan Karahan, altı kardeşin en büyüğü. olur ve bu nedenle Rezzan Karahan da
Jandarma Astsubayı Rasim Karahan ile ev- çalışmaya karar verir, ticarete atılmak ister
lenip eşinin görevi gereği ülkenin kuzeyin- ama eşi karşı çıkar. Emekli Rasim Karahan
den, güneyine, doğusundan, batısına gidip, harçtan, borçtan korkar. Rezzan hanım ak-
pek çok insan tanıma fırsatı yakalar. lına koyduğu kararını büyük oğlu Ayhan’la
Rasim Karahan’ın 1973 yılında Bodrum’a konuşur, ondan “olur anne” yanıtını alın-
tayini çıkınca yerleştikleri bu kasabanın ca, babaya da aile içinde ki karara uymak
insanlarını çok sever. Onlar Bodrumluyu, düşer.
Bodrumlu da onları hiç ötekileştirmez, bu
yüzden olsa gerek Türkkuyusu Mahallesin- “Büyük oğlum Ayhan 1980 yılında üni-
de 29 yıl aynı evde, hem de kiracı olarak versiteyi kazanıp İzmir’e gidince, eşim de
otururlar. emekli olunca benim biraz daha fazla çaba
harcamam gerekti. Cumhuriyet cadde-
“O mahalle, o ev sanki benim baba evim sinde Biraki pasajında dükkân tuttuk,
gibiydi. Mahalledeki insanlar, Sabahattin vergi mükellefi oldum. On dört yıl eşimle
Barut, Özer Barut gibileri zaman, zaman beraber o dükkânı işlettik. Bir yardımcı
bize ağabeylik, babalık yapmışlardır.” bayanla, diktiklerimizi, ürettiklerimizi
satıyor, aldığımız siparişleri yapıyoruz. On
Bodrum’un nüfusu 4-5 bin, herkes birbirini dört yıl sonra çocuklarımızın hepsi okuyup
tanıyor, kasabaya sevgi ve güven hâkim. yanımıza gelince bizim yükümüz hafifledi.
Evlerin kapılarında kilit bile yok. Bu arada ben de Bağ-Kur emeklisi oldum.
Eşim emekli, ben emekli biraz rahatladık
“Komşuya giderdim, bakardım dış kapı- ekonomik olarak. Çocuklarımız da, yeter
nın üstünde iki halka var ve o halkalar artık hem kiralar çok yüksek, hem de bu
iple bağlı ise evde yok. Evimin anahtarını kadar risk altına girmeyin. Biz kendimizi
hep kapının üstünde bırakırdım, gelen kurtardık, sizin de kendi kendinize yetecek

kadar geliriniz var, dediler.” biraz kork, kapını kilitle, derlerdi. Ben de
Bodrum’a ilk geldiğim günlerdeki alışkan-
Yıl 1974... Kıbrıs Barış Harekatı’nın başla- lık, rahatlık devam ediyor, hiç de şikâyetçi
dığı haberleri anında tüm kasabada duyulur. değilim derdim.”
Akşam olup, hava kararınca, evlerin pen-
cerelerindeki perdeler sıkı, sıkı kapatılır, Bodrum küçük bir kasaba, eğlence desen
çünkü geceleri karartma uygulanır. Komşu- bayramdan bayrama. Etkinlikler için İs-
lar Karahan’ların evini daha güvenli bulur, kele ile Raşit’in kahvehanesi, Azmakbaşı
akşamları orada toplanmaya başlarlar. Bir ile Mendirek gibi belirli bir iki yer vardır.
başka neden mahallede televizyonu olan tek Azmakbaşı’nda her yıl Kabotaj Bayramı
ev orasıdır. Televizyonda siyah, beyaz yayın kutlamaları çerçevesinde Güzellik Kraliçesi
dönemidir. Akşam olunca önce çocuklar Yarışması düzenlenir. Belediye Başkanı,
toplanır çizgi filmler; Pembe Panter, Temel Kaymakam jüri üyeleri içindeki yerlerini
Reis izlenir, sonra da hanımlar, beyler bir korurken daha sonraki yıllarda Sanat Güne-
arada merakla haberler dinlenir. şi Zeki Müren de jüriye katılır.

“Bir gece Garnizon Komutanı’nın emriyle “Bodrum’da kraliçe olmaya aday iki sim-
alarm verildi, anons yapıldı; Bodrum’u ge isim vardı. Şahende ile Emsal. Bunlar
terk edin. Ev sahibimiz rahmetli Kubra sıradan vatandaşlar ve Kumbahçe mahal-
ablaya, biz ne yapacağız diye sordum. lesinde otururlardı. Şahende esmer ufak
O da evimiz sağlam dedi. Eşim görevde, tefek, saçlarını siyaha boyar diplerinden
üç çocukla gece vakti nereye gideyim, beyaz, beyaz çıkardı. Kendisini çok güzel
kaldık evde. Ev sahibim de alt kata indi, bulurdu. Allah rahmet eylesin iki bayan,
beraberce bir arada oturduk. Ama bütün ikisi de birbirlerine denkti. O günlerde
mahalle, kasaba boşaldı. Sabah oldu, genç kızlarımız mayolarını giyer hazır-
herkes gerisin geri döndü. Bu durum üç lanırlardı. Yarışmalarda bir kişi Güzellik
dört gece böyle devam etti. Bana sen hiç Kraliçesi seçilirdi. Yarışmalara mutlaka
korkmuyor musun diye soruyorlardı. Ben Şahende ve Emsal de katılırdı. Bunlardan
de, neden korkacağım, diyordum, bir şey biri mutlaka o yılın güzeli seçilirdi. Bir yıl
olacağına da ihtimal vermiyordum. Bod- birini, öbür yıl birini güzellik kraliçesi ilan
rum’a geldiğimde 27 yaşındaydım ama çok ederdik. Bodrum’un maskotu gibiydiler.
küçük yaşta gurbete çıktığım için öyle pek İyi niyetli, kimselere zararı olmayan ama
fazla korkmazdım. Hatta daha sonraları kendilerini çok güzel bulan iki bayandılar.
arkadaşlarım, yakın çevremdekiler bana Hem samimi iki arkadaşlar, ama yarışma-
kızarlar; Bodrum, eski Bodrum değil, lara katılınca ikisi de birbiriyle çekişirler,

birbirlerini kıskanırlardı. Kim kaybederse alındığını düşünüyorum. Örneğin önemli
o diğerine; sana iltimas yaptılar, derdi. bir etkinlik içinde bulunup, oradaki konu-
Hani derler ya, bir laf vardır; ikisi biri şulanları hanımlar toplantılarına taşıya-
birinden güzel. İşte bu lafın tam tersi, ikisi rak, onların ne düşündüklerini anlamak
de biribirinden çirkin ama şirin mi şirin. isterdim. Bu ortamlardaki tartışmalar çok
Gönülleri çok güzeldi. İnsanlar onları çok da keyifli olurdu. Hanım günlerinde içinde
seviyordu. Çok güzel kızlarımız podyum- olduğum çalışmalar hakkında bilgi edin-
da yürürken, herkes Şahende ile Emsal’i mek isterlerdi. Hadi anlat bakalım, bugün
beklerdi. O öbürüne laf atar, öbürü de ona ne oldu derlerdi.”
laf atar, iyice birbirlerine girerlerdi. Her
şenlikte, her konserde illaki onlar vardı.” Bodrum’da yerel basın, yerel televizyon
yok. İnsanlar birebir gördüklerini, duyduk-
Bodrum bu günkü kadar göç almayan şirin larını birbirlerine aktararak bir nevi gazete-
bir kasaba. Bir tek banka şubesi var, o da cilik yapıyor. Rezzan Karahan, dışa dönük
Ziraat Bankası. Sonradan Halk Bankası’nın yaşamayı, toplumsal meselelerin içinde yer
açılmasıyla biraz hareket başlar. Kasaba- almayı, gönüllülerin yaptıklarına katkı koy-
ya gelenlerin sayısı artarken, yeni atanan mayı seviyor. O olmazsa olmazmış gibi illa
memurun evine; hoşgeldine gitmek de bir ki işin bir ucundan, bir kenarından tutacak,
gelenek olmuş. aile içinde de öyle, her daim toparlayıcı.

“Bizim 68 kuşak mektepli değil alaylı. “Sanki o işe ben el atmazsam olmaz,
Ama ülkenin içinde olduğu koşulları, mutlaka dokunmam gerekiyor, mutlaka to-
hangi partiden olursa olsun çok güzel parlamam gerekiyor. Bu benim yapımdan
tartışırdık. Bazen sinirlensek, öfkelensek kaynaklanıyor. Bu tarafım sivil toplum
de sonradan onu unutur, güzel dostluklar çalışmalarınada yansıyor. Biraz da mü-
içerisinde sonlandırırdık. Günlerimizi boş kemmeliyetçiyim. Tabii ki yapamıyorum
geçirmez, el işleri de yapardık. Sen ne yap- ama öyle olmasını istiyorum. Yaptığım bir
tın, ben ne yaptımın dışında ülke gündemi- işi yapmış olmak için değil, o işin hakkını
ni de tartışırdık. vermek için çalışırım. Şansımdan çalışma
1983 yılında CHP Kadın Kolları’na gir- arkadaşlarım da öyle düşünürlerdi. Dola-
dim. Daha sonra İlçe Kadın Kolları Baş- yısıyla çalışmalarımda hiç zorlanmadım.
kanlığı yaptım. Yapım gereği sivil toplum Bir de bayan olmanın avantajları var. Zor-
örgütleri içinde bulundum. Dışa dönük lukları var elbette, evini, eşini, çocuklarını
yaşamayı çok seviyorum. Özellikle kadın ihmal etmemek. Bu arada eşim bana çok
erkek bir arada çalışırsa daha fazla verim yardımcı oluyordu ve benim bu çalışma-

larımdan çok mutlu oluyordu. Benim den gelenlerle, çevre ilçelerden gelenlerle
atladığım, benim unuttuğum şeyleri bana gerçekten garajın önünden çarşıya doğru
hatırlatırdı, o anlamda beni çok destekledi. yapılan yürüyüş beni çok etkilemişti, çok
Bayan olduğum için, bulunduğum top- rahatlamıştım. Demek ki ülke sıkıntıya gir-
lantılarda ayrı bir ilgi gösterirlerdi. Bu da diğinde ülkesel meselelerde Bodrum; ben
erkeklerimizin kibarlığından, zarafetinden de varım diyebiliyor. Yıllar önce Bodrum’a
kaynaklanıyor. Bir kadın elinin değdiği iş ilk girdiğimizde hayal kırıklığına uğramış-
daha derli toplu oluyor.” tım. Çok daha farklı olduğunu sandım.
Ama insanlarını tanıdıkça çok çok sevme-
Emin Anter’in Bodrum Belediye başkanlığı ye başladım. Hani Cevat Şakir’in dediği
seçimini kaybettiği, Tuğrul Acar’ın Be- gibi; ‘Sanma ki sen geldiğin gibi gidecek-
lediye Başkanlığını kazandığı yıl Rezzan sin. Senden öncekilerde böyleydi. Akılları-
Karahan da CHP Bodrum İlçe Başkanlığına nı Bodrum’da bırakıp gittiler.’ Bizde öyle
seçilir. İki yılda bir parti seçimleri yapılır aklımızı bırakıp gidemezdik, gidemedik.”
ama o yıl CHP barajın altında kalınca Rez-
zan Karahan’da üç buçuk yıl ilçe başkanlı- Gitmek isteseler de gidemediler. Öyle kök-
ğını zorunlu olarak sürdürür. lü, öylesi kopmaz bağlarla bağlanmışlar ki,
gari öz be öz Bodrumlu olmuştur Karahan
“DP Bodrum İlçe Başkanı Ethem De- ailesi. Rezzan Karahan da bu ailenin bir fer-
miröz ile biz yıllarca karşı karşıya siyaset di olarak başarılı çalışmalarıyla Bodrum’a
yaptık. Son derece saygılı, seviyeli, düzeyli damgasın vuran hanımlar arasında yerini
bir siyaset yaptık, son derece insani ilişki- aldı.
ler içinde bulunduk.”

Bodrum’da pek çok yürüyüşlere katılır ama
2009 yılında organize edilen Cumhuriyet
Yürüyüşü Rezzan Karahan için bir milattır.

“Bodrum’lu hiçbir siyasi partinin rozeti,
bayrağı öne çıkmadan tek vücut olarak,
böyle ulusal bir meselede Cumhuriyete,
ülkenin her önemli meselesinde olduğu
gibi ülke sorunlarına kendi sorunu gibi sa-
hip çıkacak kadar duyarlı. O gün genciyle,
yaşlısıyla tüm toplu kuruluşlarıyla, köyler-



Ruhban SAKIZ

“İnsanın üstü başı yırtık, pırtık olabilir, bize o kadar. Hırslıyım para yok ama ev
önemli olan beyni süslü olsun. yapmaya kalktık. Yokluklarla, bir lira verip
Kafası boş insan bir işe yaramaz. sinemaya gitmiyoruz hiçbir şey almıyoruz.
İnsan dürüst olmalı, akıllı olmalı.” Hababam böyle. 10 liraya usta bulduk ben
de amelelik yapıyorum. Usta öğretti bana
“Can boğazdan gelir.” Bu atasözünün Ağustos sıcağında bir kamyon tuğlayı el
anlamını bilen, mutfak işinde uzman olan, arabasıyla eldiven giyip sırtımda taşıdım,
mesleğini de severek yapan kişilerden biri 50 kilo çimento torbası sırtımda taşıdım.
de Ruhban Sakız. Nam-ı diğer Sakız Ana. İnşaata taşıdık ev yaptık. Evet biraz yarım
Ortakent- Turgutreis karayolunun Gürece yamalak yaptık ama çok güzel bir ev yap-
kavşağında, pek çok kişinin uğrak yeri olan tık, sonradan büyüttük evi.”
Sakız Ana lokantası, lezzetli ev yemekleriy-
le ünlü. Açıldığı günden bu yana artan ilgi- Çilekeş hayat içinde Sakız ailesinin arzusu
nin nedeni Ruhban Sakız’ın güler yüzü ve zengin olmak. Vehbi Sakız, eşi Ruhban ha-
tatlı dili olsa gerek. Sakız Ana lokantasıyla nıma her vesileyle iltifatlar yağdırıp hoşnut
özdeşleşen ve her gelenin selam vermeden, eder. Ruhban Sakız da bu gazla ha babam
yemeğine başlamadığı Ruhban hanımı de babam çalışır durur. Petrol Ofisi’nde
Bodrum’da neredeyse tanımayan yok. 1937 karı, koca başlarlar çalışmaya. Ruhban
yılında İzmit’ de doğmuş. Bodrum doğum- Sakız bir işle yetinmez eve gelince sabahla-
lu olmasa da pek çok Bodrum doğumludan ra kadar dikiş diker. Evde imal ettiği sucuğu
daha Bodrumlu. 10 liradan satıp para biriktirir. Kazandığı
paralarla arsa almaya başlar. Hiç durmadan
“Ekmek kıtlığının olduğu yılların çocu- çalışan Ruhban-Vehbi Sakız’ın yaşamları
ğuyum. Ekmek yok, patates yok, tutacak çok mutlu geçer, birbirlerini hiç kırmaz-
hiçbir şey yok, açlık yılları. Paran olsa lar. Vehbi bey kültürlü biri, sıradan dergiler
dahi alacak hiçbir şey yok. Bitten kırılıyor yerine, eşine ünlü yazarların kitabını alır.
millet. Sekiz yaşındaydım zor günler yaşı-
yorduk. O günlerden sonra evlendim Vehbi “Çetin Altan, Sevgi Soysal kitaplarını ge-
Sakız’la. Eşim çok iyi bir insandı, aslında tirdi. Ben edebiyata meraklıydım. Daldan
hayatım hep onunla geçti. İzmit’te 1937 dala geçiyorum ama edebiyata meraklı
yılında doğdum. Kız Meslek Lisesi mezu- olduğum için bundan çok şey kazandım.
nuyum. Çünkü anneannem dedi ki dikiş Şiirlere meraklıydım, fakat yine cahilim.
öğren. Bugün hala Cemil İpekçi ile yarış Kim yazmış diye bakmadan şiirleri ezber-
edecek durumum var, yani iddialıyım. liyordum. Bir gün bir yere gittim değerli
Evlendim, annem küçük bir arsa verdi bir öğretmen geldi herkes ayağa kalktı.

Ben de kendimi orada yakın hissettim, Şimdi bile su gibi biliyorum ne söylüyorsa
daha modelim ya okuduğum şiirlerden ben de biliyorum. Yanımdakiler; hanı-
konu geldi anlattım. O hanım bana kimin mefendi nerede oturuyorsunuz, sizinle
bu şiir dedi. O zaman kimin deyince ne tanışsak diyorlar. Şunu vurgulamak için
demek bilmiyorum. Övünmek değil ama söylüyorum. Kültürün, okumanın çevrenin
hızlıyımdır. Eve geldim baktım ki yazarı faydası olduğunu. Çarık giy ama beyni
Ümit Yaşar. Ondan sonra her gelen kitabın süslü olsun. Eşim bana, Ruhban iyi giyin-
yazarına bakarım, kim yazmış, kim çizmiş, miş süslenmiş bir kadın resmini yap, bak,
o zamana kadar kimin ne demek bilmi- ama kafası boş bir kadın bir işe yaramaz.
yordum. Laf kalabalığı ile yatıştırdım ama Akıllı ol ama çarıklı git dedi. İstesem ben
öğrendim, faydasını da gördüm.” şimdi giyinirim, neler var bende ama bun-
lar önemli değil, akıl önemli. Herkes ilgile-
Sanayi Sitesi kurulacak. Şehrin tanınmış niyor benimle, evimize gelmek istiyorlar.
ailelerine kokteyl düzenlenecek, Vehbi Çay bardağı m, zaten iki tane, altı tane bile
Sakız görevli. Ruhban Sakız eşinin iste- yok. Bahçenizi görmeye gelmek istiyoruz
ği üzerine giydiği yeşil kıyafeti ve uzun diyen diyene. Bir itibar, bir itibar, o zaman
saçlarına taktığı sarı güllerle göz doldurur. anladım ki, şiir okumanın faydası var.
Salona girer girmez büyük ilgi görür. Bir de öğretmen Melahat hanım var biraz
daha bilgili gözüktüğü için. Çok güzel
“Benim amca dediğim insanlar bana çok kadınlar var ama hiçbirine bakmıyorlar.
iltifat ediyorlar, o zaman anlamadım ama Dürüstlük bir ve akıllı olması iki, buna
şimdi anlıyorum. Amcalar; buyurun; bu- karar verdim.”
yurun diyorlar. Deniz Köşkü’nde akşam
yemeği verilecek. Kadınlar beni hiç adam Cemiyet hayatı içinde sevilen, aranan ve iyi
yerine koymuyorlar çünkü cahil bir havam bir yere gelen Ruhban hanım için eşi Vehbi
var herhalde. Akşam yemeğine gittik. Halk Sakız çok kıymetli. Eşi ne derse o oluyor.
Eğitim Merkezi müdürü masanın başına Annesinin verdiği arsa üzerine zar zor yap-
geçti; beyler bu akşam çok sönük geçiyor. tıkları evi satıp Yüzbaşılar semtine taşınma
Biraz renklendirelim, ne bu resmiyet, ben isteğine bile hiç karşı koymuyor.
bir şiir okuyayım, bilen parmak kaldırsın
dedi. O zamana kadar da çatal bıçakla ye- “Bir kızım, bir oğlum var çok değerli.
mek yemeyi bilemediğim için tokum diye Çok kıymetli bir de eşim var beni yetişti-
hiç yemiyorum. Orhan Veli’nin Mudanya ren. Beni, eşim Vehbi Sakız yetiştirdi, hep
Geçince Denizi Görünce Şaşıracaksın şiiri bana, basit kadın olma. Bak güzelsin yolda
var ya ilk onu söyledi. Ben tabii bildim. yürürken bakarlar. Ama akıllı olursan

insanın sırtı yere gelmez. Çarık da giysem den su içerdik, dedi. Yalnız Mart ayının
her yerde geçer, boş bir kadın istediği ka- toprağından yapılan testi soğuk olur, dedi.
dar güzel olsun hiçbir işe yaramaz derdi. Mart ayının toprağından yapılan testinin
Kendi içimde de vardı her halde, burada suyu soğuk olur. Ben kaç senedir bunları
çok şeyler öğrendim. Bu köylü var ya, bu içimde tutuyorum. Hangi ayda kurt yemez
köylü o kadar çok şey biliyor ki. Benim tahtaları. Hangi ayda kesilen tahtada, do-
kızım da çok meraklı. Hani Derya Bay- lunayda, kurt yiyor tahtaları. Dolunay da
kal var ya onun akrabası bir doktor var kesersen olmaz. Bunlar hep Yumak amca-
çok ünlü. Bir buçuk milyara test yapıyor nın sohbetlerinde duyduğum şeyler diyerek
insanların kalınlığını ölçüp, bilmem ne uyardı.”
yiyip, ne içecek, gerektiğini söylüyor her-
kese. Bizim lokantaya da geliyorlar. Ona Petrol Ofisi’nden 1978 de emekli olur
gitmişler herkese mayasız ekmek, mayasız Ruhban-Vehbi Sakız çifti. İmkanları iyi ol-
yoğurt olacak. Maya Allah Allah dedim. masına rağmen hala istikbal peşindeler. Ev
Benim kızım da gitmiş, anne dedi; sen yapmışlar, oğullarını evlendirmişler, daire
bana hamur yapsan şimdi kabarmayacak, almışlar, tek kuruş harcamadan para birik-
Aysel hanım dedi ki bizim karıncalar var tirmesini de becerebilmişler.
ya, karıncalar sonbaharda saman yaparlar
yuvalarının etrafına, bir şey düşünmeden “Fakir değiliz ama harcamıyoruz. Astımım
onu alırız, toplarız su bardağına koyarız. var. 1985 yılında Yeniköy mahallesine
Ondan hamur yoğrulur, azıcık koparırız, tatile geldik. Eşim, buranın havası sana iyi
maya yaparız. Atatürk ne demiş Köylü Mil- geldi galiba, buraya yerleşelim mi, dedi.
letin Efendisidir. Gerçekten efendisi.” Bizim oraların suyu mu çıktı, dedim. Eşim
de; neden bizim atalarımız hep yerleşecek
Yaşadığı bir anısıyla Atatürk’ün, “Köylü yer aramış, biz göçer milletin çocukları-
Milletin Efendisidir” sözünün doğruluğunu yız, hep suyun, toprağın, otlağın güzelini
dillendiren Ruhban Sakız’ın ayağı kırılır, aramışlar. Buralar sana iyi geldi hissedi-
fizyoterapiye gider. Yolda yanına yanaşan yorum; dedi. Ben memleketimi bırakmam,
bir köylü, kırılan ayağını sıcak kovaya batı- dedim. O da sırtımızda yumurta küfesi mi
rılması tavsiyesinde bulunur. var, bak paramız da var. Bir ev tutalım
yazları burada olalım, kışları orda olalım,
“Köylü bak bak beden istiyor beden. dedi. 600 liraya ev tuttuk Antik Tiyat-
Ayağını suya koy dedi. Eskiden tahtaları ro’nun orası Yeniköy mahallesinde. Hep
bağlarız, sıcak su kaynatır kırılan yeri yağmur yağıyor, komşularımızla konu-
koyarız, dedi. Buzdolabı mı vardı, testiler- şuyoruz denize giriyoruz diyorlar kışın.

Öyle geldik. Daha genciz bir iş yapalım dedi ki, deli misin ben niye evimi vereyim.
istiyoruz. Pansiyonculuk yaptık. O zaman Sonra geldi üç subay; ağabey sen bize ver
dolar, mark karşılığı evimizi kiraladık bu evi deyince, eşim de yüz bin liradan
turistlere. Garganlar diyorlar, kocası öl- aşağıya vermem ben bu evi, tutamasınlar
müş, yarım kalmış evi, biz yaptırdık. Orda diye dedi. Bizim orda kiralar 7 bin lira.
da ünlü olduk, gazetelere çıktık. Yeniköy Bunlarda gidip söylemişler, bunlar Alman
mahallesi çok güzeldi, herkes geliyordu. karı koca geldiler, evi gezdiler. Bak aynısı-
Haber verdik memlekete, pansiyon deme- nı söylüyorum, ben kahve pişirdim, yanla-
dik, yatmak bizden, yiyecek, içecek sizden rındaki adam abi bunlar pazarlığa gelmez-
biz artık emekliyiz dedik. O şekilde gelme- ler evi beğenmişler ama bin marktan fazla
ye başladı. Başkaları da gelmeye başladı. 3 veremiyoruz diyorlar, ne dersin, dedi. Biz
lira 5 lira, bayağı para da biriktirdik. Yahşi bilmiyoruz ki, ne eder ev. Adam da 207 bin
köyündeki işte burayı aldık.” lira eder dedi, bu her ay yükselir dedi. Biz
verdik tabi onlar gidince ben yerlerde yu-
Vehbi Sakız inşaata başlayacak ama ah varlanıyorum sevinçten. İşte o çılgınlıkla
keşke para olsa diye yakınırken, tutumlu biz Bodrum’a geldik. Para akıyor o zaman
Ruhban hanım birikimini ortaya çıkarır. çok para geliyor bize. Ye ye bitmiyor. Gez-
Dozer gelir, yamuk, yumuk araziyi dümdüz meye başladık. Kıbrıs’a gittik. Almanlar
yapar. Sakız ailesinin hayalleri bir kez daha oturdu bayağı, Akbank’a geliyordu mark-
gerçekleşir. larım, o zaman epey havam vardı.”

“Boş duramıyoruz ya. Dükkânlar yapa- O zamanlar Bodrum bakir, hemen hemen
lım gazete falan satarız. Tamam da köyde herkes birbirini tanıyor. Tatlı dili, gü-
kim gazete okuyor ki, yok ekmek satarız. ler yüzü, esprili konuşmalarıyla Ruhban
O zaman herkes ekmeğini evde yapıyor. Sakız’ın mekanı 5 yıldızlı otel gibi dolup
Fasulye satarız yoldan geçene, kimse geç- taşıyor. Kimler gelip gitmemiş ki, kimler-
miyor ki. O zaman eğleniriz gelene geçene le koyu sohbetler yapılmamış ki, kimlerle
bakarız, derken Sakız Ana Lokantası’na güzel dostluklar kurulmamış ki.
adım atılmış oldu. Şimdi geleyim yeni eve,
herkesin beğendiği. Eşim arkadaşlarına “Mekana gelen bir gençe ne iş yapı-
tavsiye etmiş. Biz ne var, ne yok yüklendik yorsunuz diye sordum. Cumhurbaşkanı
aldık. Çok gururluyuz. Firkateyin gemisi Senfoni orkestrasında klarnetçiyim, demez
vardır hani jilet yapıldı ya. Onun Alman mi. Cin gibi bir çocuk. Ben de ona; çık
mühendisleri gelecek, bizim evimizi isti- dışarı burayı terk et dedim. Yani, Cibali
yorlar, öyle her evi beğenmiyorlar. Eşim Karakolu Tiyartosu’ndan girdim. Onu

biliyormuş. Cibali Karakolu oyunun- “Eşim Bitez’de teslim edeceği tekneyi ka-
daki komiser cahil bir adam, o kadar ki çırınca, dolmalar elimizde kaldı. Bunları
imza atamıyor parmak basıyor. Bir adam al götür bizi herkes tanıyor Gümbet’te sat
geliyor, ona soruyor ne iş yaparsın diye. dedim, utandı. Ben de sepete doldurdum
Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrasında dolmaları, aldım gittim. Plajda oturdum
klarnetçiyim cevabını alıyor ama komi- grupların içine; çocuklar bakın bu dolma-
ser bilmiyor klarnet ne demek, senfoni ne yı akşam yaptım böyle böyle oldu satama-
demek. Cumhurbaşkanı adını duyuyor ya. dım, siz alır mısınız, dedim. Teyze ya ze-
Sen gel buraya diyor, sonra onun çalgıcı hirli ise, önce sen ye dediler, yedim. Sonra
olduğunu duyunca kovuyor. Ben onu kapış, kapış hepsini sattım. Yapmadığımız
yapınca genç hemen anladı. Çok güzel bir iş kalmadı. Evin bahçesi gibi bir yerde
dostluk kurduk. Benim beynim çok güzel köftecilik yaptık. Kiremitte köfte yaptık.
çağrışım yapar. Müşteriler İspanya’ya Öyle uyduruyoruz, ortasına domates sosu
gitmişler gittikleri şehrin ismini bir türlü koyuyoruz. Otellerden gelmeye başladılar.
bulamıyorlar, Granada olduğunu söyleyin- Hem pansiyonculuk, hem köftecilik yaptık,
ce şaşırıyorlar. Çünkü göğsünde gül var turistler denize gidiyor dönüşte akşam bize
diyor, ben oradan yola çıkıyorum. Onlar yemeğe geliyorlar. 5 sene sürdü. Sakız
zannediyor ki ben oraları gezdim. Bir gün Ana Lokantasına 1990 da başladık. Sa-
Bedri Koraman geldi elimi öptü ağladı. kız Ana ismi soyadımızdan geliyor. Gelen
Böyle kişiler gelince çok mutlu oluyorum. giden de anacığım, ne yaptın, diyor ya,
Bir gün aralarında profesör olan müşte- biz de Sakız Ana yazdık. Göle maya çaldık
riler geldi. Beni masalarına çağırıyorlar. tuttu.”
Ben mahsustan hani nerede o profesör?
Ben hiç profesör görmedim, nasıl oluyor- Sakız ailesi Bodrum’a 1985 de geldikle-
muş bakayım; deyince o kadar güldüler ki, rinde hiçbir şey yoktur. Ruhban hanım o
gülmekten ölüyorlardı.” günlerde Bodrum’un kalabalık olmasını
isterken, şimdilerde Bodrum’un bakir hali-
Ruhban Sakız, öğrenmenin yaşı olmadığını ni arar. Yaşadığı köyde, in-cin top oynardı
biliyor. Yunus Emre, Mevlâna meraklısı. tabirinin artık hayal olduğunu, Bodrum,
Çünkü meraklı olması gereken çağda. Mu- Paris gibi sözleriyle doğruluyor.
zipliği de çok seviyor. Müşterilerine zaman
zaman takılmadan da edemiyor. Sakız Ana “Dikiş dikerdim renkli fermuar bulun-
Lokantasını açmadan önce günlük teknelere mazdı,mutlaka Milas’a gidilirdi. Tarak,
dolma yapıyor. Köfteler babadan, dolmalar ayna yoktu. İzmir’e gidince mahallenin
Ruhban Sakız’dan. çocuklarına toptancıdan ucuz şeyler alır-

dım. Balon alır dağıtırdım. Dereköyden rine çıkılacak, herkes grubunu seçsin dedi.
geçerken arabanın camından atardım, Onar kişilik arabalarla köylere gidilecek.
çocuklar çok sevinirdi.” Ben onları bir güldürdüm, bir güldürdüm.
Bu sefer oradakiler diyor ki, benim gru-
Ruhban Sakız el attığı tüm işler gibi siya- buma gel, öbürü diyor ki benim grubuma
sette de başarılı olur. Sol görüşlüdür ama gel. Hepsi beni kendi gruplarına çağırıyor.
Bodrum’a gelince yeni kurulan Anavatan Benden umut beklemeyin ev yaptık, ekmek
Partisi’ne oy verir. Parti çalışmalarına katı- bile alacak halim yok, dedikçe güldürdüm
lır, hırsı, açık sözlülüğü, sevecenliği, halka onları. Bilgiçler grubuna geçtim, onlarla
hitabesiyle paylaşılmayan üye olur. gezdik köyleri. Köyde fakir bir nine vardı.
Elma nine öldü. Zenginlerin ebesi imiş,
“Anavatan Partisi yeni kurulmuştu. İz- yardım istedi. Hiç unutmuyorum kime
mit’te o partinin milletvekili adayı beraber söylediysem, gelsin veririz dedi. Topanoğlu
büyüdüğümüz arkadaşımız bize geldi, eşi- var ya Orhan Topanoğlu, hiç yüzüme bile
me partiye yazıldım, milletvekili adayıyım, bakmadan, 500 bin lira verdi, sen kim-
Ruhban’ın çok çenesi var, onu bana ver, sin bile demedi. Hiç tanımıyorum, hani
yanımda köylere götüreceğim, dedi. Eşim dolandırıcı mıyım, hırsız mıyım, uğursuz
de; al götür be gülüm zaten bizim kafamızı muyum. O kadar hoşuma gitti ki, bana o
şişiriyor cevabını verdi. O zamanlar parti- parayı verirken dedi ki; onlar bu paradan
ye girmek korkuluydu. Girelim mi, gir- anlamaz sakın hepsini verme, ihtiyaçlarını
meyelim mi? Sonra eşim sen gir, sana ne al. Geldik odun aldık, para çok fazlaydı o
yapacaklar, dedi, ben partiye kaydoldum. yüzden bitmedi bir kısmını da eline ver-
Osman’la, köyleri gezdik, nutuklar attık. dim.”
Şu anda millet toplansa, hiç hazırlıksız
halk içinde konuşmak gerekirse, içimden Ruhban Sakız, söyleşimiz sırasında birden
her şey gelir, bu bir yetenektir. Bu Allah başladı okumaya;
vergisi. Ben sosyalizmi bıraktım. İnsanlar “Ruhumun ebedi ancak budur Emel’i,
parayı buldun mu kapitalist olur, bende değmesin mabedimin göğsüne namahrem
kapitalist oldum. Bodrum’da Anavatan eli, bu ezanlar ki şahadeti dinin temeli,
Partisi’ne kayıtlıyım. Bir gün çarşıya benim yurdumun üstünde inlemeli. Hangi
indim. Dediler ki, Anavatan Partisi’nden çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.
birisi kadınlara konuşma yapacak. Boşum, Ben ezelden beridir hür doğdum, hür
yapacak işim yok gideyim dedim, gittim. yaşarım, kükremiş sel gibiyim bendimi çiğ-
Hiç kimseyi tanımıyorum, bir hanım vardı ner aşarım, yırtarım dağları enginlere sığ-
eczacı Mualla, o konuşmacı. Seçim gezile- mam taşarım. Ey bu topraklar için toprağa

düşmüş asker gökten ecdad inerek öpse dan bana 500 bin lira verdi. Benim gücüm
o pak alnı. Sana dar gelmeyecek makberi yetmiyor dedim yardım etti. Her şeyi yapan
kimler kazsın gömelim seni tarihe desem bir insan, anlatamam sana, anlatılmaz ya-
sığmazsın. Hercümerc ettiğin o duvarlarda şanır. Kapıdan girene taşlamalar yapıyo-
kitap seni ancak ebediyyetler eder istiâb, rum. Bazen güzel, bazen güldüren, dedim
bu taşındır diyerek Kabe’yi diksem başına ya yeteneğim var. İnternette benim için
ruhumun vaktidir deyip geçirsem taşına. yazmışlar filozof ana falan diye. Ocaktaki
Sonra gök kubbeyi sana çoktan izanami yemekleri ben yapıyordum, şimdi başka-
ile kanayan derdine geçirsem tüm ihtişamı larını aldık ama hala tadına tuzuna ben
ile sen bu avizenin altında yatıyor ki nice bakıyorum. İşimi o kadar seviyorum ki
mehtâbı getirsem yanına türbini zararın sabah yedide giderdim.
gibi eşre kadar bekletsem gündüzün Fecr Bir gün nefesim daraldı Özel Bodrum’da
ile avizeni tebriz etsem yine de bir şey ya- serumu taktılar ama çıkarttım, çünkü
pabildim diyemem hatırana. Ruhban hanım yemeği ben yapacağım. Çıkarmıyorlardı
duygulandı ve yeter dedi. mesuliyet kabul etmeyiz, dediler. Serumu
çıkarttırdım, param da yok yanımda sa-
Sakız Ana Lokantası Bodrum’un marka- bahleyin kimi uyandıracağım. Şef Mar-
larından biri oldu. Bodrumlunun yanı sıra, ket’ten Bekir Bey’den istedim. Mesuliyeti,
İstanbul’dan, Ankara’dan gelen tanınmış üstüme aldım, serumu çıkarttım, geldim
bir çok müşteriyi ağırlar. Ama onun kalbin- işin başına. Torunlarımın sünnetine gitme-
de taht kurmuş bir çok Bodrumlu işadamı dim, gidemedim İzmit’e. Hep eşimle konu-
vardı ki, onları yere göğe sığdıramaz. Ruh- şurduk; istikrarsız iş tutmaz, diye. Bugün
ban Sakız’ın elleriyle yaptığı yemeklerin varım, yarın yokum, öğleden sonra varım,
tadına doyamayan müdavimleri var. Aslında hiç tutmaz. Ya hep, ya hiç. İşini severek
Ruhban Sakız hasta. Nefes darlığı çeki- yapmak çok önemli, daha bir gün, daha
yor, zaman zaman hastanelik oluyor. Ama uyandığım zaman; of yine mi gideceğim,
yaşadıklarını kimseye belli etmeden mesu- demedim. Sabah olsa da gitsem, iş bekli-
liyetini bilerek, yüzündeki gülücükleri hiç yor. Acaba bugün kimler gelecek, acaba
azaltmadan müşterilerine hizmeti kendine kiminle konuşacağım, büyük bir heyecan-
görev sayan biri Ruhban Sakız. la işe gidiyorum. Büyük saygı görüyorum,
herkes seviyor. Bir gün bir arabaya bin-
“Buraya gelen çok ünlü insanlar var. dim; beni çarşıya götürür müsün, dedim.
Mustafa Paşalı, çok severim. Duygusal, O da; anacığım sen iste Antalya’ya,
yardımcı, iyilik yapan bir adam. Ben on- Türkiye’nin neresini istersen götüreyim,
dan birisi için yardım istedim, hiç sorma- dedi. Yirmi yaşındakiler çalışmıyor, senin

çalışkanlığına hayranım, dedi. O kadar
hoşuma gitti ki. Karşı taraf görüyor bazı
şeyleri, onlar takdir ediyor, benim de çok
hoşuma gidiyor.”

Gencinden, yaşlısına, kadınından erkeğine,
hemen hemen herkesin sevgisini kazanmış,
gönüllerde yer edinmiş örnek bir hanım
Ruhban Sakız, nam-ı diğer Sakız Ananın
gençlere tavsiyeleri var.

“Daha iyi yarınlar için avare olmamala-
rını, çalışmalarını söyleyebilirim.
Çok çalışmalarını öneririm. Yanımda
çalışan kadınlar daha sekizi beş geçe
gelmezler. Hiç mi hasta olmazlar, hiç mi
işleri yok.”



Sabiha ÖNCEL

Mehmet ve Fatma Öncel’in altı kızından tutuşan Sabiha babasına isteğini söyle-
beşincisi Sabiha Öncel, 1926 yılında Bod- yemez çünkü kız çocuğu direk babasıyla
rum’da dünyaya gelir. Onu Bodrumlu, Ebe konuşamaz, ama önemli konularda anneler
Anne olarak tanır. Herkesin yardımına yetişir imdada.
koşan ve çok sevilen biri olarak hafızalara
kazınır. Ablaları eski Türkçe öğrenmiş ama, “Anneme; ne olur babama söyle okumak
okuma sırası Sabiha’ya geldiğinde o çağdaş istiyorum, dedim. Ama babam yok, di-
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kızı olarak kiş makinesi alırım, şunu ederim, bunu
Turgutreis İlkokulunda eğitime başlar. Kü- ederim dedi. Anneciğim ne olur söyle
çük kız kardeşi de okuma konusunda ablası- babama ben okumak istiyorum diye yalva-
nı takip eder. rıp durdum. Zehra ablam evlendi İzmir’e
gitti. Ben 11 yaşındayım, annemi çok
“O yıllarda Bodrum hakikaten çok fakirdi seviyorum, koynundan hiç çıkmadım ama
ve çok üzülüyordum. Arkadaşlarım okula okumak için İzmir’e gittim. Benim için
ayağında takunyalarla, bezden dikilmiş çok zor oldu. O yıl üç kız Bodrum dışında
okul çantalarını askılarından omuzlarına okumaya gittik.”
takar, öyle gelirlerdi. Okuldaki arkadaşla-
rımla ahbaplığımız, sevgimiz başkaydı. Bodrum’dan ulaşım çok zor, doğru dürüst
Öğretmenlerim çok şık giyinirlerdi, şimdi yol yok. Taş arabalarıyla Milas’a, oradan da
öğretmenlerde o şıklığı göremiyorum. Şap- otobüsle Aydın’a ulaşılır. Bir gece Aydın’da
kaları, eldivenleriyle çok şıktılar. Gönül yatılır, oradan da İzmir’e gidilir. Kız çocuğu
hanım beni evine gönderirdi, çocukluğum- yolculardan hanıma veya tanıdık birilerine
dan anılarımda kalan izler. Bir şey almak emanet edilir. Bodrum’da ilkokuldan sonra
için Sabiha gider misin, derdi, giderdim. okuma imkânı bulamadığı için gözünü ka-
Evine gittiğimde onun şapkasını giyerdim, rartıp İzmir’e giden Sabiha bir süre sıkıntılı
ayakkabılarını giyerdim, aynanın karşı- günler yaşar, annesinin hasretini çeker.
sına geçer kendimi seyrederdim, ondan
sonra öğretmenin istediğini alır okula “İzmir’e gittim, annemden ayrılmak çok
dönerdim. Üçüncü sınıfta Dider hanıma kötü, annemin sevgisi içime indi. Vapurla-
geldim. Dider hanım daha otoriter bir ra bakıp annemi hatırlardım, yokluğunu
hanımdı, onu da çok sevmiştim, onunla da çok arıyordum. Yemişçizadeler Ortaokulu,
beşinci sınıfı bitirdim.” sonrasında da Karataş lisesinde eğitimime
devam ettim. 1938’de İzmir’deydim. O gün
Bodrum’da Ortaokul ve Lise eğitimi için matematik öğretmenimiz sınıfa girdi gözle-
okul yok. İçinde ki okuma arzusuyla yanıp ri yaşlı, merak ettik, öğretmenimize neden

ağlıyorsun, diye sorduk. Atatürk öldü müracaat etmekle olmuyor Bakanlıktan
deyince hepimiz etkilendik, yakalarımızı geçiyor. Eniştem CHP başkanı Hilmi
çıkardık attık bir kenara, başladık ağla- Uran’a bir mektup yazdı, zaten akrabaydı.
maya, üzgün evlerimize gittik. Ertesi gün Bakanlık yoluyla üniversiteye, İstanbul’da
okulda büyük bir tören yapıldı, Atatürk Ebe okuluna girdim. O ara Bodrum’dan
heykelinin etrafında toplandık, meşaleler uzak kaldım, uzak kaldım ama Bodrum
yandı, akşama kadar orada Atatürk’ün halkı çok temiz, insancıl, insanı seven, mi-
matemini yaşadık.” safirperver insanlardı. Çocukluğumda bir
misafir gelir, bir memur gelir babam illa
Sabiha Öncel için okul arkadaşlıkları bir yemeğe davet ederdi. Oturur yemek, sohbet
başkadır ama yakın arkadaşlık kurmaz. o şekilde geçti.”
Derslerine ağırlık verir ve başarılı eğitimi
sonunda öğretmenlik vekilliğini alır. Çok Muradına eren Sabiha Öncel Ebe Okulu’n-
sevdiği Bodrum’un Gündoğan ve Yalıkavak dan mezun olur. İstanbul’da Şişli ve Haseki
mevkiinde öğretmen vekilliği yapar. Başarı- hastanelerinde çalışır, oradan da Antalya
lı bir süreç geçirir ama gönlünde hep doktor doğumevine gider. Mesleğini çok sevdiği ve
olmak yatar. Doktorluk mesleğini seviyor, çok çalıştığı için kilo alamaz. Sağlık Mü-
onun için okumak istiyor. dürü, 45 kilo olan Sabiha Ebe’ye “üflesem
uçacaksın” diye takılır.
“İnsanlarla temas etmeye başladım. Ben
Bodrum halkını çok severim, talebelerimin “Çok çalışmaktan gece uykularımdan
en yoksul olanları arasına inerdim. Zengi- kalkmaya başladım. Bir müddet sonra
ne herkes rağbet eder köşeye oturtur, ama Hatay Yayladağı’a gittim. Oraya annem-
ben hep fakir çocuklarını kucakladım, le gidiyoruz, orası şöyle kötü, böyle kötü
onlara daha çok yardımcı oldum, köylüler diyerek bizi korkuttular. İnsanlar kötü
de bana çok yardımcı oldular. Ben yemek olmuyorlar, insanların seviyesine indikten
yapmasını hiç bilmedim, akşam olur gide- sonra kötü olmuyor. Gittik Yayladağı’na
rim evime bir şeyler hazırlar yerim, kimse indik, küçük bir kaza. O zaman Demok-
yok ki köylüler de pek bilmiyor tabii. Çok rat Parti var. Güçlü bir parti. Şahap beyi
güzel günlerim geçti. Çocuklardan çiçek- bulduk oranın başkanı, bize ev buldular.
ler gelir, otlar getirirler, böyle yaşadım. İki Dispanserde çalışmaya başladım. Oradaki
sene çalıştım. Yaz olunca tekrar Bodrum’a durumu anlatayım: Toprağı eleyip, içine
gelirdim, Bodrum’a gelince bende tekrar bebeği yatırıyorlarmış, sonra ne yapıyor-
okumak hevesi öne çıkar, babamı, annemi sunuz diye sorduğumda; bebek kakasını,
ikna etmeye çalışırdım. O zamanlar okula çişini yaptıktan sonra onu atıyorlarmış,

bebek de temiz kalıyormuş. Doğuma gide- İlk zamanlar çok genç olduğum için ba-
ceğim zaman Kaymakam beyle konuştum, zıları çekinmişler. Bir gün bir binbaşının
yanıma polis verin dedim. İnsanlar bana hanımı doğum yapacakmış, Dr. Alim beye
öyle iyi davrandılar ki sonradan polis is- gitmişler, Alim bey de ebe hanıma gidin bir
temedim. Düşünün sokaktan geçerken in- görsün demiş. Hanım da beni uzaktan gör-
sanlar durup bana yol verirlerdi, öylesine müş, çok gencim, 22 yaşındayım. Aa, o çok
saygılı insanlardı. Bu yaşa geldim eğer siz genç, ben nasıl doğum yapacağım, demiş.
kötüyseniz, herkes kötü. Eğer siz iyiyseniz Muayeneye geldi, sonradan da doğumunu
herkes iyi.” yaptım, bir kız çocuğu dünyaya geldi, çok
sevindiler, deli oldular, babama teşekküre
Yayladağı’ndaki hizmeti yaklaşık 6 ay geldiler.”
sürer. Baba Mehmet Öncel kızının tayi-
nini Bodrum’a yaptırır. Sabiha Ebe, 1953 Bodrum’da İspat isminde yaşlı bir mahalle
yılında doğup, büyüdüğü, memleketim, ebesi var. İspat ve Sabiha bir doğumda karşı
insanlarım dediği, çok sevdiği Bodrum’a karşıya gelir. Diplomalı Sabiha ebe, eline
kavuşmanın heyecanıyla göreve başlar. su dökmeye kalkan annesi yaşındaki İspat
İnsanlarla kaynaşır ve yavaş, yavaş herkesin hanıma tepki gösterir ama sonradan çok iyi
evine girer, Bodrumlu onu bağrına basar, dost olur.
çok sever. Her doğumda, beyaz gömleğini,
eldivenlerini giymesi, iğnesini, ilaçlarını “Siz doğumu yapın, yapamadığınız doğu-
titizlikle kullanması dikkat çeker. Sabiha mu bana gönderin. Bana vermeyin, çünkü
Önder artık Bodrumlunun vazgeçemediği bir mikrobik durumu olur, ben bunu üs-
diplomalı ebe annesidir. tüme almam dedim, o da çok mutlu oldu.
Ben böyle çalışmaya devam ettim. Böyle,
“Şimdi ben anlatayım, doktorlarımız da böyle derken halkın hepsi bana dönüş yap-
duysun: İstanbul mezunu olmasaydım ben tı. Ben şimdi çok mutluyum, onlar benim
de o zamanki şartların altından kalka- çocuklarım, hepsi okudular, üniversiteleri
mazdım. Hastam yerde yatıyor, ben de bir bitirdiler. Ve ben çocuklarımı çok seviyo-
minderin üzerine saatlerce çömelerek otu- rum. İnsanları çok seviyorum.”
ruyordum. Bodrum’da elektrik yoktu, bir
yanımda şırıngamı kaynatır, öbür yanımda Fatma Gökbel, Bodrum’un ilk kadın berber-
lamba yanar ışık verir. Hastamın her şeyi- lerinden, işini çok severek yapıyor.
ni hazırlardım, hastam doğuma hazırlanır. Sabiha Öncel de saçlarına meraklı. İki Bod-
Ne olursa olsun her zaman temiz bir mu- rumlu bir araya gelince dostlukları iyiden
şamba üstüne de temiz bir bez sererdim. iyiye pekişir. Fatma Gökbel’in eşi İbrahim

Gökbel, Bodrum Gençlik Kulübü Başkanı ma koşar. Yaptığı işin hakkını veren Sabiha
iken yardımcısı da Sabiha Öncel olur. Tabii Ebe teşhislerinde de çok iddialıdır.
Sabiha Ebe için öncelik mesleği.45 yıl gece
gündüz, erken geç demeden doğum için “Şimdi bu işler çok kolay, git hastaneye
kim çağırsa hemen yollara dökülür. sezaryenle doğum yap. Normal doğum
yapan hanımın hem sinir sistemi düzgün
“Bir gecede 5 tane doğum yaptığım olu- olur hem deşarj olur hem de çocuğunu
yordu. Yastığa başımı koyup yarım saat nasıl doğurduğunu öğrenir. Ben sezaryen-
uyuduğumda, 48 saat çalışırdım. Do- le yapılan doğumun karşısındayım. Kürtaj
ğum için gittim yerde yemek yemem, aç başka. Yıllarca yalnız çalıştım, bir hastam
karnına, 48 saat oturduğum vakidir. 45 için doktor çağırdığımı hatırlamıyorum.
yıl çalıştım bu süre içinde elimde ne bir Sonraki yıllarda Doktor Alim bey geldi,
bebeğim öldü ne anne öldü. Bütün bunları yavaş, yavaş doğumu benden öğrendi. Ben
İstanbul’daki hocalarıma borçluyum, işimi hocalarıma teşekkür ediyorum, hepsine
çok sevmişim, bunları çok güzel öğrenmi- rahmet diliyorum. Bir profesörümüz vardı,
şim. Bir gün hiç unutmam, tak, tak kapı Tefik Remzi Kazancıgil. Dört doçentimiz
çaldı, bende doğumdan yeni gelmişim, çok vardı, şimdi bir sürü… Affedersiniz ben
yorgunum, kalktım giyindim bir yaşlı bey anlamıyorum, Türkiye’de hekimlik yok.
gelmiş. Beraber Omurça mahallesine gidi- Ellerimle iki buçuk aylık çocuğun oğlan
yoruz, iki mezarlık arasından bir dere için- mı, kız mı olduğunu bilirim. Kırk günlük
de adam önde, ben arkada gidiyoruz. İzbe çocuğun teşhisini koymuşumdur, hanım
yerler ama ben hiç korkmazdım, küçük bir kürtaja gitmiştir, bekletmişlerdir sonra-
eve girdik doğumu hallettim geri döndüm. sında Allah, Allah kim bu ebe hanım nasıl
Eve geldiğimde anneme; hiç tanımadığım teşhis koymuş diye sormuşlar. Ellerim o
adamla beni doğuma yolladın, dedim. An- kadar hassastır ki, gelsin benim karşıma
nem; kızım onlara Bardaklar derler, onlar bir profesör hala iddiamı yaparım, hala
bizim yanımızda çalıştı.” onunla münakaşamı yaparım. Bu ellerim
kurban olsun her şeyi biliyor.”
Yatma zamanı ama Ortakent’te doğum var.
Süt annesiyle beraber kendilerini almaya Sabiha Öncel’in kendine güveni çok. Otur-
gelen arabadaki kişinin sağlık memuru dukları evin alt katını muayene odası olarak
Hasan’ın oğlu olduğunu öğrendikten son- kullanır. Kızılağaç’tan ikiz doğum için bir
ra korkusunu iyice yenen Sabiha Öncel, o anne ile bir de ebe hanım gelir. Muayene
günlerin şartlarında doğum yaptırmada zor- odasına girer girmez doğum başlar.
lansa da kim olursa olsun seve seve yardı-

“Birinci çocuk geldi, ikinci çocukta ato- doğum parası veremedim deyip elindeki
mik kanama ki bunu hastanelerde bile parayı uzattı. Aman Halil abi yok öyle bir
kurtarmak zordu. Dr. Alim beyi çağırdım, şey, ben unuttum, dediysem de yok, yok
serum taksın sağdan, soldan. Hanımın al biraz dedi, rica etti. Kıramadım Allah
rengi kireç gibi oldu, elle müdahale ede- rahmet eylesin. Zamanım hep böyle güzel
ceğim. Bebeği ayağından yakalayıp dışarı geçti.”
çektim, hemen tampon falan kurtardık
bebeği. Gene teşekkür ediyorum hocaları- Sabiha Öncel, doğum yaptırdığı evlerde ya-
ma. Gümrük Müdürü’nün hanımı vardı, şadıklarını hiç unutamaz. O kadar çok anısı
onun doğumunu da kendi başıma yaptım. var ki, kâh güler, kâh hüzünlenir.
Kanaması karyoladan aşağıya kadar indi,
uğraş, uğraş onu da kurtardım, birkaç “Kumbahçe, Giritliler mahallesi, bu
böyle vakalarım oldu.” mahallenin yerlileri yeni doğan çocuğu
boynundan aşağıya kadar sararlar, neden,
Bodrum halkı yavaş, yavaş gaz lambalar- çocuk güzel olsun diye. Doğum yaparken
dan kurtulmaya, Sabiha Öncel’de feraha çocuk gecikir, Ebe hanım bir sallayalım
kavuşmaya başlar. Bodrumlu daha modern bunu. Neden sallıyoruz? Onları kırmamak
hayatı benimser. Evlerin içi, dışı değişir. için peki derim, sallatırım. Bir de Mer-
Elektrik bağlanmasıyla, televizyonu, çama- yem ananın eli adında bir diken vardır,
şır ve bulaşık makinesi olmayan ev kalmaz. onu suya koyacağız, ebe hanıma içirece-
Bodrumlu yine de hoşgörüsünü, sevecen- ğiz. Peki derim, doğum yaparım. Çocuğu
liğini, yardımseverliğini, iyimserliğini hiç tuzlamak isterler, neden tuzlayacaksınız?
kaybetmez. İşte çocuk kokar, falan değil. Eskiden
evlerimiz hep toprakmış, karınca gelmesin
“Pek çok insanın anısı kaldı içimde, artık diye çocuğu tuzlayıp, onun üzerine yatırır-
öldüler. Bir oduncu vardı, çantama ne larmış. Oysa ben ilaçlarımı yaptım, bebeğe
koydularsa onunla döndüm, hiç kimseden hiçbir zaman karınca gelmeyecek. Bu
para istemedim, Allah şahidimdir. Yazık böyle yapılacak, rahat olacaksınız derim.
o ne düşündü acaba, çıkardı bir lira, yok Ayakkabılarıyla kocalarına su içirmeye
teşekkür ederim dedim. Onun da içimde kalktılar. Ha bakın ona müsaade etmiyo-
çok duygusal tarafı vardı. Süngerci Halil rum dedim, çünkü ayakkabı hep dışarıda
abinin çocuklarının doğumunu ben yap- bundan su içecek, mikrobiktir, olmaz, mü-
tım. Bir gün Yücel’in eczanede yanında saade etmedim. Sonra her şey düzeldi. Bu
oturuyordum Halil abi, kızım iç odaya Sabiha da her şeyden kurtuldu, aydınlığa
biraz gelir misin dedi. Ben sana hiç çıktı. Böyle günler geçirdim.”

Sabiha Öncel, eğitimini tamamlayıp 1953 Zeyyat Mandalinci, Ziraat Bakanı idi. Tok
de Bodrum’a geldiğinde belediyede de sözlü, hiçbir şeyden yılmaz. Kayınvalidesi
göreve başlar. O zamanlar bir dispanser, Asuman teyzenin iğnesine gidiyordum.
bir doktor, bir hemşire, iki sağlıkçı, bir Muazzez hanım da Zeyyat Mandalinci’nin
müstahdem var. Bodrum Belediye Başkanı eşi. Zeyyat Mandalinci rahatsızmış, geç-
Derviş Görgülü. Doktor, ebe Sabiha Ön- miş olsun diyeyim, çaldım kapıyı girdim
cel’i Belediye Başkanının yanına götürür. içeri. Zeyyat bey; ebe hanım siz oyunuzu
Başkan Görgülü, mahalle ebesine müsaade nereye kullandınız dedi. Bir tek oyum var,
edip etmeyeceğini sorunca Sabiha Öncel nereye kullandığımı ben biliyorum, dedim.
hiç terettüp etmeden ederim cevabını verir. Hiç iyi yapmamışsınız, oyunuzu CHP’ye
Mahalle ebesiyle, diplomalı ebenin yapa- kullanmışsınız dedi. O benim bileceğim
cağı doğum elbette farklı olacak ve herkes bir iş, size geçmiş olsun dedim, ayrıldım.
istediği ebeyi seçecek. Belediyenin hiçbir Ziraat Bakanıysan bana ne? Ben vazifemi
şeyi yok. Sadece bir katır, iki tarafında kasa yapmışım, kime oyumu atarsam atarım,
konmuş çöp topluyor. Çöpçü rahmetli İbra- seni ilgilendirmez. Ondan sonra kulağıma
him çalışıyor, her taraf pırıl, pırıl. gelmeye başladı, ebe hanım gidecekmiş
diye, yerimden bile oynatamadılar, çünkü
“Seçim yaklaştı, ondan da bahsedeyim, ben öyle bir insanım ki, dart der söylerim,
hoşuma gidiyor. Demokrat Parti çok güç- kusurum varsa söylerim.”
lü, CHP de var. Seçim günü ben, annem
ve babam Türkkuyusu camisinde oyumuzu Bodrum’da sadece bir sinema var. Gün
kullandık, döndük. Eve geldik, CHP liler aşırı yer ayırtılır, sinemaya gidilir. Evlerde
ablamı arabaya bindirip götürmüşler. hanımların günü olur, toplantılar yapı-
Ayağı biraz rahatsızdı, oyunu kullanmış lır, ama Sabiha Öncel günlere katılamaz.
dönmüş. Ne oldu? E, beni oy kullanmaya Bodrum’da çarşaf giyen yok, hanımların
götürdüler. Şimdi herkes; ebe hanım De- çoğu başlarına tülbent örter. Birçok ailede
mokrat Partiye mi? CHP’ye mi? oy kul- olduğu gibi Sabiha hanımın annesi de harbi
landı? Diyecek. Ebe hanımı Hakkâri’ye yaşamış kadınlardan. Her vesileyle çocuk-
sürüyoruz, CHP’ye oy atmış. Belediye larına savaş yıllarında yaşadığı kötü durum-
Başkanı Derviş bey bana hiçbir şey söyle- ları anlatıp üzüntüsünü dile getirir. Sabiha
yemiyor. Bir cip sahibi; eğer ebe hanımı Öncel, Bodrum’a ilk geldiğimde kaymakam
Hakkâri’ye sürerlerse, onu Aydın’a kadar ve doktorun Yunan adalarına gitme isteğini
bedava götüreceğim, diyor. İnsanlar ne reddeder. Buna sebep şüphesiz annesinin
kadar tuhaf değil mi? Benim haberim yok savaşla ilgili anlattıklarının etkisinden kur-
ama hep konuşuluyor, ebe hanım gidiyor. tulamamış olmasıdır.

“Şöyle anlatırdı annem; gemi geliyormuş.
Herkese bir haber, dağlara çıkıyorlarmış.
Çok gençlerimizi, kızlarımızı berbat et-
mişler, çocuklarımızı çok öldürmüşler. O
anılarla ben adaya gitmedim. Herkes ada
gezmesi yaptı ben gitmiyorum.
Gençliğim çok güzeldi. Kırk yılda bir
mesela bir yılbaşı gecesi toplantılar olur,
herkes giyinir çıkar gider, zaten gidenlerde
memurlar, Bodrum’un seçilmiş kişileridir.
Otururuz, eğleniriz, orada sadece konuşu-
lur. Dans eden eşlerdir, fazla bir zıplayan,
oynayan olmazdı. Benim gençliğim öyle
geçti. Sadece oturduk, sade izledik, sade
konuştuk bu şekilde. Herkes samimiydi,
birbirlerine çok yardım ederlerdi. Mesela
bir işiniz olsa, birine bir işiniz düşse canı
gönülden yaparlardı. Bilmiyorum şimdi
böyle yapılır da aynı şey devam ettirilebilir
mi?”


Click to View FlipBook Version