The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by tayfunozel57, 2021-11-08 08:44:42

VourlaMag KASIM 2021

Aylık Dergi

Fotoğraf: Urla Doğa

51

RÖPORTAJ

52

Fotoğraf: Gül Canlıer

53

RÖPORTAJ

Bu ayki söyleşimin konuğu Urla’da yaşayan değerli insan,
DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi,
Sahne Sanatları Bölüm Başkanı

Semih Çelenk

Prof. Dr. Semih Çelenk şapkasından aynı anda pek çok
tavşan çıkarabilen bir sihirbaz kadar insanı şaşkınlıktan

şaşkınlığa sürükleyecek nitelikte çok yönlü bir kültür,
edebiyat insanı. 2008’den bu yana Urla’nın Balıklıova

köyünde oturan ve aynı zamanda Balıklıova Köy
Tiyatrosu’nu kuran kişi. Benim için de tanımaktan büyük

mutluluk duyduğum gerçek bir dost insan.

Röportaj: Müge Buluç / Fotoğraf: Tayfun Özel

54

‘’Tanış olmak istiyorsan, önce
gönlünün üzerindeki perdeyi kaldır
bir… Bir cebine bak bakalım…
Belki de bulamadığın, aradığın
şey sendedir. Karşındakini gördün
mü? Aç mı tok mu sordun mu?
Kibrine mani oldun mu? Sonra
gönül gözünle birlik gözündeki
perdeyi de kaldır… Karşındakini
gör...’’

Gelin Tanış Olalım / Semih Çelenk

Aklımda pek çok soru var ama öncelikle merak Müge Buluç ve Semih Çelenk
ettim, akademisyen olmaya nasıl karar verdin?
"Birlikte mezun olduğum
Aslında 1989 yılında okuldan mezun olduğumda arkadaşların bir kısmı
akademisyenlikten nefret ediyordum. Bizim gazeteci oldu, bir kısmı
yazarlıktan çok fazla İstanbul’a giden oldu. metin yazarı. Ben de
Ben mezun olduğumda İstanbul’da Ada ajans akademisyen…"
vardı. O zamanalar çok ünlüydü, adeta bir
okul gibiydi. Ben de oraya gidecektim, metin 55
yazarı olarak ama asistanlığın kazancı alacağım
paranın dört, beş katıydı. Biraz arada kaldım. Gel
burada yetişirsin falan dediler, ama gitmedim.
Birlikte mezun olduğum arkadaşların bir kısmı
gazeteci oldu, bir kısmı metin yazarı. Ben de
akademisyen…

Sana dramaturg denebilir mi?

Dramaturgluk bizim yaptığımız işin bir kısmı.
Dramaturg oyun sanatı uzmanı demek. Devlet
tiyatrosunda gelen metinleri okur, uygulamada
yönetmene yardımcı olur, oyuncuya rolünü
anlatır filan… Yani oyunu analiz eden, oyunu
çözümleyen kimsedir. Hem uygulamada
yönetmene yardımcı olur hem de teorik olarak
oyunu okur raporlandırır.

Bunun yanı sıra metin yazarlığı kısmı var, o da
birkaç ayakta, reklam metni yazarlığı, televizyon,
sinema ki bizim mezunlar en çok oraya gidiyor.
Televizyon işi yapıyorlar. Dizi yazıyorlar. Yazarlık

RÖPORTAJ

56

grupları var. Sonuçta ben de yaptım bir süre. "Yani işte siz sokağa
Eskiden bir, iki belgesel yazdık. Daha önce Hızır çıktığınızda birine,
Servis’i ben yazmıştım, Defne Yalnız’ın oynadığı. ‘Gelin tanış olalım.’
Mutlu günler diye, Göksel Kortay’ın oynadığı bir dediğinizde hangi
gündüz dizisi vardı, onu da ben yazdım. Sonra şehirde, muhitte, semtte
İzmir Televizyonu’na birkaç şey yazdım. Bunlar olduğunuz fark etmez.
benim için çok yüklü ve suya yazılan şeyler. Çok Biri ‘İşi kolay kılalım.’ diye
severek yapılması gereken bir iş… Sonra telif tamamlayabilir sizi.
meselesi de çok enteresan. Dizi oraya buraya,
Arap ülkelerine, İspanya’ya, Brezilya’ya falan Fırat Tanış. "Gelin Tanış Olalım" oyunundan...
satılıyor. Ama bir eser yazsanız bir roman olsun,
bir öykü olsun ya da bir oyun, sizin adınızla anılır.
Şu da var ki bu işlerle yaygın oluyorsunuz ama
çok da çabuk kayboluyor.

Sen çok yönlü bir insansın. Yazarlık var,
yönetmenlik var, şairlik var, şiir kitapları var…
başka ne var?

Eğitmenlik, akademisyenlik, yönetmenlik,
yazarlıkla birlikte şairlik… Tabi şairlik denebilirse
çünkü şairler kendilerini şair diye anmayı çok
sevmezler. (Biraz sonra bana imzalayacak
olduğu, masanın üzerinde duran kitabı
göstererek.) İşte bu beşinci şiir kitabım. Bu bir
derleme. Duygu’nun (eşi Duygu Kankaytsın)
yaptığı bir derleme. Onun yazdığı bir de ön söz
var. İlk dört kitaptan yaptığı bir seçki… Bunu biraz
sonra sana imzalayacağım. Bu da oyun… ‘Gelin
Tanış Olalım’

Gelin tanış olalım hali hazırda oynanan bir
oyun, öyle değil mi?

Altıncı yılı. Fırat oynuyor. Fırat Tanış. Tek kişilik bir
oyun. Oyunun içinde dört müzisyen var. Onlar
da oyuncu gibi aslında. Önsözde oyunun hikayesi
anlatılıyor. Hepimiz ortak dilin kaybolmasından
rahatsızlık duyduğumuz bir dönem yaşadık ve
yaşıyoruz. İnsanlar yan yana gelme, birbirleriyle
herhangi bir konuda konuşma kabiliyetlerini
kaybettiler. Bu anlamda yeni bir ortak dil ne
olabilir diye düşündük. Yani işte siz sokağa
çıktığınızda birine, ‘Gelin tanış olalım.’ dediğinizde
hangi şehirde, muhitte, semtte olduğunuz fark
etmez. Biri ‘İşi kolay kılalım.’ diye tamamlayabilir
sizi. Bu anlamda Yunus yedi yüz yıl öncesinin
metni. Buradan onun mantığından yola çıkarak
Fırat bana bu teklifle gelmişti. ‘Ben adı Gelin
Tanış Olalım olan ve türkülerin, deyişlerin ve
hikayelerin anlatıldığı interaktif olabilecek bir
oyun istiyorum.’ demişti. Ben de tamam bir

57

RÖPORTAJ

düşüneyim, dedim çünkü ben de ‘abdal’ diye oynuyor hem çocuğun negatifini oynuyor.
müzikal bir şey yazıyordum o dönemde. Ondaki Negatifini oynayarak, yani o ordaymış gibi orada
müzikal fikri, bendeki müzikal fikri birleşti. Bir de, varmış gibi davranarak, bir şey söylüyormuş gibi
yerli olan malzemeyle batılı müzikal formunda bir oynayarak çocuğu da oynamış oluyor. Bizim
şey yok Türkiye’de ya da biz yazdığımız dönemde oyunun püf noktası bu. Oyuncunun oynadığı role
yoktu. Bu yapıldıktan sonra bu formda yaklaşık ikna olması çok önemlidir. Fırat Tanış çok önemli,
otuz, kırk tane daha iş yapıldı. Bir de tabi ‘Neşe nitelikli bir oyuncudur. Aynı zamanda şarkı
Dert Aşk’ var Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı. söyleyebilen, türkü söyleyebilen bir müzisyen...
Bizimkiyle aynı döneme denk geliyor. Bu iki oyun Sahne supleksi çok yüksek bir oyuncu. Belki
bu türün Türkiye’de bir başlangıcı olabilir. Batılı başka bir oyuncuyla bunu başaramazdım. O en
müzikal forma bizimki biraz daha karşılık geliyor sonunda hikayenin böyle gitmesine ikna oldu.
ama şöyle bir farkla… Batılı müzikal formda İkna olduktan sonra şöyle bir sonucu oldu. En
besteler yani şarkılar o müzikal için bestelenir. az onun kadar alkış alıyor o görünmez çocuk
Halbuki biz daha zor bir şey yaptık daha önceden ama tabi aslında onun alkışı da oyuncunun
var olan on iki deyişi alıp o on iki deyişin birbirini alkışı. Müzisyenler ortak bir dil arayışından
ördüğü hikayeler yazdık. İçinde menkıbeler var, çıktı. Oyun öyle bitsin ki herkes barışsın istedik.
içinde işte hikmetler var, içinde başka başka Oyun ‘dostum dostum’ türküsüyle bitiyor. En
ozanlardan şiirler var. Öğütler var. Oyuncu sonunda da biz bir şey rica ediyoruz seyirciden.
ya da yola çıkan bir abdal hayali bir çocukla Lütfen, yanınızdakine dönün bir adını sorun
yolculuk yapar oyunun içinde. Çocuk hayalidir ve tokalaşın diyorduk, tabi pandemiden önce
ama abdal görür onu ve çocukla konuşur. Diğer yapıyorduk bunu. Bu çok enteresan geliyordu
pek çok konuda olduğu gibi görünmeyen çocuk insanlara. Merhaba, ben Ahmet! Merhaba, ben
konusunda da hem fikir olduk çünkü oyuncunun Fatma, demesi çok ilginç ve sembolik bir şey
rolünü ikiye katlayan bir şey. Hem kendi rolünü oluyordu. Herkes gülerek çıkıyordu bunu yaptığı

58

için. İnsanlar birbirlerine gülerek, arkasından "Tarihsel bir balad opera
bir cümle daha kurarak çıkmaya başladılar. Bir yazıyorum. Börklüce’yle
de bizim tiyatro seyircisi olmayan bir seyirciyi ilgili. Burada yaşamamın
de tiyatroya çektiğimizi düşünüyoruz ki bu çok nedenlerinden biri de
önemli bir şeydir bir tiyatro sanatçısı için, yeni bu. Şu dağın arkası
seyirci yaratmak. Biz hep benzer tipolojileri Cehennem Deresi…
tiyatro salonunda görmeye alışığızdır. Benzer yaş
gruplarını, benzer yaşam biçimindeki insanları Börklüce Mustafa İsyanı
falan… Bizim oyunlarımıza ise beş benzemez ve üç savaşın gerçekleştiği
insan geliyor ve bundan çok mutlu oluyoruz. yer. "
Oyunumuz sürüyor. Ekimde üç oyun vardı.
Kasımda altı oyun var. Yakında büyük Anadolu
turnesi var. Belki önümüzdeki yılı tamamen
Anadolu turnesiyle yani büyük şehirleri azaltarak
oynayacak. İki, üç kez Avrupa turnesine çıktı. Yani
oralarda da çok talep var gurbetçilerden. Bunun
yanında Avustralya gibi, Amerika gibi yerlerden
de teklifler var. Hepsini yapmaya çalışıyoruz. Tabi
bir buçuk, iki yıl bütün tiyatrolar için çok kötü
geçti. Şimdi bunu tekrar tamir etmeye çalıştığımız
bir dönem diyebilirim.

Ne kadar sürdü bu oyunu yazmak? Daha
doğrusu bir oyunu yazmak ne kadar sürüyor?

2015’te falan bir rahatsızlık geçirmiştim. Bizim mesleğin böyle bir yanı var, dizide mesela
Hastaneye yatmıştım. Bir hafta kadar hastanede sabaha revizyon istiyorlar. Oyun ve dramatik
kaldım. Orada yazmaya başladım. 2015 -2016 yazarlık hızlı yazmaya çok yatkın. Yazmak bir
yıllarındaydı herhalde altı, sekiz ay kadar sürdü. iddia aslında… Biri size bir şey veriyor, bunu
şu karar zamanda yaz, diyor. Siz ona meydan
Bir oyunun yazılması çok değişken… Mesela okuyorsunuz. Yapamazsanız siz yazar değilsiniz.
şimdi tarihsel bir balat opera yazıyorum. Ben öğrencilerime de onu söylüyorum. Bizim
Börklüce’yle ilgili. Burada yaşamamın mesleğimizin adı geniş zamanda kurulmuş, yazdı,
nedenlerinden biri de bu. Şu dağın arkası yazacak değil, ’yazar’!
Cehennem Deresi… Börklüce İsyanı ve üç
savaşın gerçekleştiği yer. O kadar az belge Yazdığın diğer oyunlardan da biraz bahseder
bilgi var ki! Şuradaki bir kitaplığın tamamı misin?
o kitaplardan oluşuyor ama gerçek bilgi
derseniz yaklaşık on sayfa kadar bir şey. Şimdi Ben ağırlıklı olarak bu güne kadar politik
öyle olunca, bu oyunu mesela on senedir kabareler yazdım ve bu türden uyarlamalar
yazamadım… Bir sahne yazamadım on senedir. yaptım. Vatan Kurtaran Şaban gibi, Günün Adamı
Ben iddialıyım o malzemeden balad opera gibi.... Sonra işte Aristofanes’in, Eşek Arıları’ndan
ve senaryo yapacağım çünkü çok önemli yaptığım bir uyarlama Zenabir yine tarihsel bir
bir konu, o dönemde bu derece bireysel bir malzeme üzerinden, Haccav ya da Şair Eşref’in
hareket... Bu isyanın bastırılmasından sonra Esrarengiz Macerası gibi Sair Eşref’i anlatan bir
yarımada uzun süre yerleşime kapatılmış. O oyun yazmıştım. Bu tür özgün ya da uyarlama
dönemde yarımadada Türkmenler, Kalenderiler oyunlarım var.
falan yaşıyormuş, son yüz elli yıldır ise Balkan
göçmenleri yaşıyor. Yani anlayacağınız, birçok En son Uğur Mumcu’nun katledilmesinin yirminci
ünlü sinema yazarının bir gecede senaryo yazdığı yılında, Söz Meclisten İçeri, diye bir
gibi bir oyunu yazamamak da on yıl alabiliyor.

59

RÖPORTAJ

60

oyun yapmıştım. Bu Uğur Mumcu’nun değişik getirebiliyorum, çeviri uyarlama yapabiliyorum,
farklı oyunlarından ve öykülerinden ve kimi özgün metin yazabiliyorum, tarihsel malzeme
özgün katkılardan ve onun yazılarından oluşan üzerine çalışabiliyorum.
bir oyundu. Yaklaşık iki yıl oynandı Ankara Ekin
Tiyatrosu’nda. Yönettiğim oyunların sahne Sanırım oyun çevirilerin de var?
metinlerini de ben oluşturuyorum. Mesela, en
son yaptığım Marx İstanbul’da, oyunu. Marx Evet… Dört, beş tane oyun çevirim var. Yani
İstanbul’da, Amerikalı Howard Zinn’in. Şöyle farklı alanlarda çevirilerim var. Clifford Odets’ten,
bir fantazisiyle başlıyor: Marks bugün Soho’ya Uyan ve Şarkı Söyle… Vala Thorsdottir’den,
gelseydi ne yapardı? Marx bir dilekçe veriyor. Çatıdaki Yarasa… Milos Karasek’ten Peron…
Benim hakkımda kötü şeyler konuşuluyormuş, İşte şimdiye kadar olanlar bunlar. Yani işime
ben Soho’ya geri gideceğim ve hakkımdaki yarayacağı zaman çeviri yapıyorum. Bunu meslek
bu kötü intibayı sileceğim. Londra Soho’ya olarak yapmıyorum. Mesela Peron oyununu
göndereceklerine, yanlış anlayarak Amerika Slovakya’da bir festivalde izlemiştim. Sonra
Soho’ya gönderiyorlar. Yani batakhaneye. Milos’la arkadaş olduk orada. Sen ne anladın
Oradaki Amerikan hayatı üzerine bir oyun. Bunu bundan anlat, dedi. Dedim işte böyle böyle,
yıllar önce Genco abi, Genco Erkal oynamıştı. şöyle şöyle. “Aa, anlamışsın” dedi. “Biz lehçeyle
Çok zevk almamıştık açıkçası. Çok Amerikanvari oynadık oyunu. Sen Slovakça biliyor musun
ve çok konferans gibiydi. Çok gerçekçi değildi. desem, bilmiyorsun.” dedi. “Gerçekten sen
Marx geliyor çantasını koyuyor. ‘Merhaba etkilendin mi bundan…” dedi. Evet, etkilendim,
ben öbür dünyadan geldim.’ diyor. Bunun dedim. Hatta metnin İngilizcesi varsa çeviririm,
nedeni, Howard Zinn’in bir oyun yazarı değil dedim. Oynanmasını da isterim, dedim. Çünkü
de, bir tarihçi olması. Biz yapalım mı bunu diye Godot’u Beklerken’le bağlantılar kurmuş. İki
düşündük. Arkadaşım Hamit de zaten Marx tane öyle karakter yaratmış, ilginç olabileceğini
olarak dolaşıyor sokakta. Dedim ki, bu metin düşündüm. Güzel çağdaş bir metindi. Tamam,
bugün burada olmayacaksa bir anlamı yok. Peki, dedi. Bir İngiliz arkadaşımla metnin İngilizcesini
nasıl olabilir? Beyoğlu’nda Soho diye bir eğlence yolluyorum sana, dedi. İngiliz bir oyun yazarıyla
mekanı var. Onlar dilekçeyi yanlış anlamış çevirdiler oyunu. Sahnelenirken eşiyle birlikte
olsunlar, Beyoğlu Soho olsun. Bulduk hikayeyi. geldiler. Galaya geldi, İzmir Devlet Tiyatrosu’na.
Bu adam ne yapsın? Nerede anlatacak derdini? Çok da mutlu oldu. İskender Altın diye önemli
Oyunda mekan yok mesela. Dedik ki, bu böyle bir arkadaşım, hem eski bir arkadaşım hem de
olmaz. İstiklal’de anlatacak. İstiklal’de trompetçi değerli bir rejisör, o yönetti. Yani oyunları kabaca
bir çocuğun tezgahını alacak. Ben burayı biraz böyle anlatabilirim
kullanabilir miyim, diyecek. Anfi var, ekipman
var. Hatta çocuk şapkasını bile bırakıyor, para Gelelim Balıklıova Köy Tiyatrosu'na… Nasıl
atarlar diye. Başlıyor anlatmaya. Önce kayıttan kuruldu biraz anlatabilir misin?
trompet çalıyor. Müşteri toplanınca başlıyor
hikayesini anlatmaya. Ben aslında İstanbul’u Biz burada, 2008’di galiba, bir ev tuttuk bir
çok görmek istemiştim hayattayken, diyor. Ama arkadaşımla. Ankara Ekin Tiyatrosu’ndan Faruk.
işte böyle böyle oldu, şöyle şöyle oldu. Nasıl mı Sonrasında kışları da gelmeye başladık. Tabi
geldim? Zincirlikuyu’dan metroyla geldim. Malum kışın arkadaşlarımız, dostlarımız var burada.
yukarıyla bağlantılı olması gerek, diyor. İşte böyle Kışın bir akşam otururken, bilirsiniz burada kış
tamamen bugünden, İstanbul, Türkiye ve Marx akşamları çok sıkıcı geçer, biri tiyatro yapsak ya,
üzerinden yürüdüm. Hem bio politika hem onun diye bir öneri getirdi. Tamam, yapalım, dedim.
yanlış anlaşılması üzerinden metnin nerdeyse Kolay bir oyun seçelim. Domestik bir oyun olsun,
yarısının da benim yazdığım bir oyun çıktı evcil bir oyun olsun, dedim. Kafede otururken
ortaya. Oyunun aslı Marx Soho’da, aslında. Ama kadınlı, erkekli arkadaşlarımızdan geldi teklif.
Marx’ın Dönüşü olarak çevrildi Türkçe’ye. Ben Balıkçı bir arkadaşımızla kız kardeşi var işletmeci,
dediğim gibi var olan metni kendi sahnem haline muhtar, Semra abla, rençber Önder abi, öndeki
Manzara Restoran’ın sahibi bir öğretmenimiz
vardı o dönemde, köyde demircilik yapan bir
arkadaşımız vardı, bir

61

RÖPORTAJ

62

marangozumuz vardı… Rumuz Goncagül’ü
seçtim, Oktay Arayıcı’nın. Evlenmek üzerine,
evlilik üzerine herkesin ilgileneceği bir konu diye.
Bunun üzerine metni çoğalttım. Metni açtılar.
Ben şunu düşünemedim. Okuma alışkanlıkları hiç
yok bu insanların. Yani gazete bile okumuyorlar.
Tutuk tutuk okumaya başladılar. İlk gün gittim…
Büyük bir moral bozukluğu! Ben tiyatroda
profesörüm, böyle bir şey yapacağım ve bununla
anılacağım. Bu kadar kötü! Benim şöhretimi
yerle bir edecek. (Gülüşüyoruz.) Sonra şunu
düşündüm problem bilimde de sanatta da en
büyük geliştiricidir. Ben çocuklara da böyle
öğretiyorum. Problemleri sevmeniz gerek.
Kendime dedim ki, ben doğruyu biliyorum. O
zaman teorik olarak problemimi seveyim, dedim.
Sürekli düşünmeye başladım, bu problemi nasıl
çözerim diye. Dedim bir an önce ezberleyin!
Mutfakta, şurada burada, tuvalette hep elinizde
olsun. Daha çok ezberlemeye başladılar. Ben de
özellikle küçük öbekler yarattım. Hayatımda hiç
çalışmadığım bir şey bu. Mesela siz işte böyle
oturuyorsunuz, geliyorsunuz oturacaksınız ve
üç tane laf edeceğiz o arada. Onu bir sahne
gibi ayırdım ben. Üç tane laf var. Ondan
sonra onu ezberlemek çok kolay… Hemen
çabucak ezberlediler. Ya böyle mi diyorsun?
İşte Ayhan’a nasıl bağırıyorsun. Ahmet nasıl?
Ya normal köyde söylediğin gibi söylesene,
diyerek köyün diyalektiğini de işin içine kattım.
Giderek organikleşmeye başladı hikaye. Buna
da ben dedikodu dramaturjisi adını koydum.
Yani endemik tiyatro… Giderek şu olmaya
başladı: Sibel arkadaşımız Rumuz Goncagül’ün
hikayesini anlatıyor. Yani oturup kahvede köyle
ilgili bir şey anlatır gibi anlatmaya başladılar.
Ben onu yakalayınca, dedim tamam, doğru yol
bu. Buradan gidelim. Bir, iki tane de doğaçlama
soktuk araya. Dedim benle ilgili şöyle bir espri
yapın. Sonra ben bu dediğimi unuttum, bu sefer
kendiliklerinden yapmaya başladılar. Sürekli
yazıyorlar. Biri geliyor provayı izlemeye, Ahmet’in
de ayakkabısı bilmem ne olmuş, diyorlar. Ona
buna laf atıyorlar. Bu böyle sevildi. Semih hoca
ne zaman evlenecek acaba, falan demeye
başladılar. Oyun sırasında diyorlar bunu. Toros
Canavarı oynuyorlar, Aziz Nesin’in. İşte ev sahibi,
kiracı sahnesi var. Şey diyorlar, biz Semih hocaya
köyde ondan daha güzel ev bulduk altı

63

RÖPORTAJ

64

yüz liraya, diyorlar. Ben onları sevdikçe, bu tür kampüsleri olan bir yer. Bütün bunlar orayı çok
şeyleri pohpohladıkça onlar da bir tür refleks biricik, yegane bir coğrafya haline getirebiliyor
oluşturmaya başladılar. Şimdi on bir yaşındayız. ve çok saygın anılmasına neden oluyor. Biz de
Hep komedi seçtim özellikle ve doğaçlamaya buraya bu anlamda bir katkı yapabildiysek ekstra
müsait oyunlar seçtim. Dolayısıyla da bu dört, bir güzellik. Çünkü burası zaten çok güzel bir
beş sene içinde bir üsluba dönüştü. Şimdi yer. Hem tarımsal açıdan, hem çevre açısından,
Balıklıova Köy Tiyatrosu deyince ne seyredeceğini hem bir sayfiye olarak, hem de ürünleriyle çok
biliyor insanlar. kendine özgü, tanınan, bilinen bir yer. Umarım
bizden sonra da tıpkı Bademler’de olduğu gibi
Bu yıl daha önce oynadığımız bir oyunu tekrar uzun yıllar yaşar. Belki bir mekan yapılır çünkü şu
oynayacağız, Vatan Kurtaran Şaban. Kültürel anda bir mekanımız yok.
hayatımızdaki tuhaflıkları anlatan bir oyun bu.
Ben bunu 2005 yılında güncellemiştim. Oyunun Oyunlarınızı nerelerde oynuyorsunuz?
yazıldığı kırkıncı yılda… Tabi Haldun Taner’in
eşinden izin alarak! Sonra bu oynandı ve Demet Valla nerede olursa! Mesela, Midas’ın Kulakları’nı
Taner, Ahmet Gülhan, Zeki Alasya, Metin Akpınar çalıştık. Yıllar önce Güngör Bey vefat etmişti,
izlediler bu oyunu. Antalya Şehir Tiyatro’su Güngör Dilmen. Karşıyaka’da oturuyordu,
yapmıştı. Metin Akpınar’ın orada çok güzel bir Girne’de. Evlerinin önünde Güngör Dilmen parkı
sözü var. Çok severim, saklarım da… Gurur yapıldı. Güngör Dilmen’in eşinin adı da Güngör
duyarım o lafla. Biz bunu yapabilseydik Devekuşu Dilmen’dir. Güngör hanıma gittik, buradan nergis
yaşardı, demiş. Bu yenileştirmeyi yapabilseydik, soğanları aldık, yarımadadan nergis soğanları
demiş. Yani bizim Şaban metninde bunu götürdük. Güngör hanımla çay içtik, sonra
yapabildik, sonra da doğaçlamalarla başarabildik. akşam onu da aldık Bostanlı’ya oyuna getirdik.
Şimdi onu çalışıyoruz tekrar. Pandemide bir ara Dedi ki Güngör Hanım, vallahi ben elli tane
vermiştik bir buçuk, iki yıl kadar. Tabi köyde Midas izlemişimdir hayatımda, Devlet Opera ve
arkadaşlarımızla, komşularımızla birlikte bir şey Balesi’nden, yurt dışındaki topluluklara kadar…
yapıyor olmak, burası adına da, dışarda iyi şeyler Ama bu kadar sempatiğini hiç seyretmedim,
yapan kişiler adına da bir örnek oluşturuyor. dedi. O kadar güzel olmuş, dedi. Foça’da da
Buraya bir değer katma anlamına da geliyor. oynadık. Karaburun’da da oynadık. Kaş’a gittik,
Balıklıova’nın un kurabiyesi var, enginarı var, Kalkan’a gittik, turneye İstanbul’a gidecektik,
balığı var, balık lokantası var ama bir tane de gidemedik. Urla’da da oynuyoruz. AKM’de
kendi insanlarının oynadığı bir tiyatrosu var. oynuyoruz.
Bunun bu yöreye ait bir değer yaratması önemli.
Gündelik yaşantılarının, rutin işlerinin dışında bir Senin şair yanın olduğunu da biliyoruz. Şiir
şeyler yapmış oluyorlar. Burada arkadaşlarımıza yazmaya ne zaman başladın? Şiir kitaplarından
soruyorlar. Ne hissediyorsunuz falan, diye. Biri biraz bahsedebilir misin?
dedi ki, ben konuşmayı bilmiyordum, kimseyle
konuşamıyordum, konuşmaya başladım. Öbürü, 1983’te Şarköy Edebiyat ekinde ilk şiirim
güzel bir şey yahu rutinin dışına çıkmak, dedi. yayınlandı. Çünkü şairlerde milat ilk yayınlanan
Onlar böyle şeyler hissediyorlar. Bizimkinin şiirdir, ilk yazmaya başladığınız tarih değil.
de başka yerde yapılan faaliyetlerden farkı Yani şiirimi 1983 doğumlu sayabiliriz. Edebiyat
yok aslında, bir hoşluk işte. Balıklıova’da on bir çevresi beni tiyatrocu bildiği için çok ciddiye
yaşında bir sanat kurumunun olması çok hoş bir almadılar önce edebiyat, şiir dünyası içinde. Ama
şey. Seksen, seksen beş yaşında bir Bademler sonuç olarak dönemleri anlatırken, şunu bunu
Köy Tiyatrosu olması gibi… Bademler Köy anlatırken, edebiyatçılar ansiklopedisinde falan
Tiyatrosu var, pırıl pırıl bir köy var. Mezarlıklarında bana edebiyatçı tiyatrocu muamelesi yapıyorlar.
insanların oynadıkları roller yazıyor. Yani köye Orada da bir üvey evlat tutumu var. Şu da var
derinlik katan bir şey… Bademler on sene ki, iki disiplinde değer olan insanlar daha çok
önce Türkiye’nin en temiz köyü seçildi. En uğraştıkları alanla anılıyorlar ama ben bu disiplini
müthiş üretim kooperatifleri olan, ütopik eğitim de yıllardır sürdürüyorum. Şaka maka kırkıncı yıla
doğru gidiyor şiirim. Yani disiplinli olarak beşinci
kitaba ulaştım. Şiir yayımlamaya da devam

65

RÖPORTAJ ediyorum. Ağırlıklı olarak şimdi Kirpi ve Virüs’te
yayımlanıyor şiirlerim. Daha önce ağırlıklı olarak
leke Yasakmeyve’de yayımlanıyordu. Şiir kitaplarıma
gelince, ilk Redd-i İthal basılmıştı, arkasından
burayı çok eskiden Nacar ile Serkisof geldi. Nacar sünnet
bir pencerede görmüştüm ben düğünlerinde takılan kol saatlerinin markasıdır.
öyle denize karşı Serkisof da şu köstekli saatler, Rus saatleri…
sessiz bir pencerede Şimendifer marka da denir çünkü Devlet Demir
belki düştü bilmiyorum Yollarından emekli olanlara verilirmiş o saat.
çünkü o zamanlar Romeo ile Juliet gibi, Kerem ile Aslı gibi Nacar ile
aynıydı gerçekle düş Serkisof arasında da zamanla ilgili bir aşk hikayesi
olduğunu düşünerek yazdım bu şiirleri. Zaman
perdeler örtüldü şiirleri var bu kitapta ağırlıklı olarak. Zaman, insan
kışlar ve ayrılıklar girdi araya ilişkisi bazı şairler ve yazarların takıntılı olduğu
sessiz bir konudur. Örneğin, Melih Cevdet Anday’da
denize karşı o pencere bu çok vardır. Yani zaman var mı gerçekten
unutuldu gitti onun üzerine şiirler var, zaman ve zamansızlık
üzerine. Üçüncü kitap Hurufat. Ondan da şöyle
ne zaman gördüm peki bahsedebilirim: Hurufat harfler demek, benim
fısıldasa ya belleğim küçüklüğümde tipo matbaa çıraklığı yaptığım
üstümden geçen rüzgar hatırlar mı bir dönemden hurufat çekmecesi ya da hurufat
tuzlu, yosunlu rüzgar dolabı denen harflerin bulunduğu dolap benim
hayatımı çok etkilemiştir. Avangartların şiiri
bir yaban tavşanı koşmuştu önce kelime, sonra hece, sonra harfe indirerek
sakız çalılarına kış bahçesine hurufi bir tavır takınmaları da beni başka yönden
tilkiler ötede durmuşlar etkileyen bir şey olmuştur. Harf sonuçta atomu
dünyanın en güzel diken demetleri şiirin ve edebiyatın… Bu anlamda en küçük yapı
korkarak geçmişti karşıya taşı olduğu için bu kitapta da onun üzerine
gitmeye çalıştım. Hemen arkasından gelen,
sessiz, efsunlu gece söyle Rüzgar Bilgisi de benim yarımadaya taşınmam
aynı pencere mi bu şimdi ve yarımada malzemesinin olduğu bir şiir
perdeleri nerede kitabı. İşte balık var, koy var, tarih var, Börklüce
üzerinden buranın toplumsal tarihi var. Buranın
nal sesleri duyuldu yoldan renkleri, kokuları, toprak var, su var. Ondan
yarımadanın son iki atı sonra gökyüzü var, kuşlar var içinde, rüzgar var…
bilmiyorlar bunu Bunların olduğu bir toplam, Rüzgar Bilgisi. En
son da, Kaybolmuş Bir Çocuktum Bulundum da
kocabük mü duran karşıda Duygu Kankaytsın’ın benim şiirimden yaptığı bir
lekesi mi şiirde kalan retrospektif… Geriye dönük bir seçki. Öncesinde
de benim şiirimi değerlendiren bir analizi var.
Semih Çelenk (Kasım-2017) Son kitabım bu ve şimdi yeni birikenler var.
Onlar nasıl bir yolculuk olacak onu bilmiyorum.
66 O da yolda kendi adını, rengini bulur diye
düşünüyorum.

Can Yücel’e ait olmayan şiirler diye de bir
çalışman var. Böyle bir çalışma yapmak
nereden geldi aklına?

Ben ortaokuldan beri iyi bir Can Yücel okuruyum.
Çok severek okuduğum bir şair. Eskiden,

Gösteri’de, Yeni Düşün’de falan şiirlerini çok "Son kitabımdan sonra
okurdum. Sonrasında çevirilerini, tiyatro yeni birikenler var.
çevirilerini okudum. Sonra dost olduk. Kitap Onlar nasıl bir yolculuk
imzalattığımızda, ya da festivallerde, şurada olacak onu bilmiyorum.
burada etkinliklerde karşılaşarak… Her şeyini O da yolda kendi adını,
okuyarak, her şeyini bilerek… Neyi nerede çıkardı, rengini bulur diye
hangi kitapta ne var gibi böyle bir tutkuya ve düşünüyorum."
bilmeye dönüştü diyebilirim.

Ben doktoradan dolayı geç bir askerlik
yapıyordum, Can Yücel de hastanedeydi o sıralar.
İzin alıp ziyaret etmiştim. Sonra ölüm haberi
geldi. Götürülüp Datça’ya gömüldü. Buradan
günebakanlarla uğurladık. Sonra sanıyorum bir
sözlükte, İnci Sözlük’te gençler kendi aralarında,
nasıl diyeyim guruvari, yaşamdan ders çıkarmaya
yönelik, kişisel gelişimci şiirler, metinler yazmışlar.
O metinlerin altına da, Can Yücel ismi koymuşlar.
Giderek bu bir moda haline gelmiş. Mesela
Can Dündar’ın, Bayram, diye bir metni var.
‘Yaşamak bayramdır mesela’, diye başlayan.
Her bayramda birileri bunu paylaşır, buna
da Can Yücel yazıyorlar. Hem de Aydınlık’tan
Cumhuriyet’e… Aydınlık’ın ana sayfasında bile
çıktı. O zaman kültür sanat yönetmeni benim
arkadaşımdı. Aradım, ertesi gün düzelti yaptılar.
Biz nasıl yaptık bunu falan filan, dediler. Yine ona
ait olmayan bir şiiri evinin kapısına yazdılar. Bu
kadar inanılmaz bir bilgi kirliliği var. Ben onun
eski ve tutkulu bir okuru olduğum için bunun
bir cinayet girişimi olduğunu düşünerek ilk yıl
otuz beş tane, daha sonra da elli sahte şiirlik
bir liste yaptım. Belki insanlar buna bakar diye
bir hayal kurdum. Herkes bana güldü. Bırak işte
anonimleşmiş artık, dediler. Ben de bunun ısrarla
anonimleşme olmadığını, bir yanlışlık olduğunu,
bir insanı başka türlü bir tanıtma olduğunu
söyledim. Sonrasında işe yaradı bu. Benim hayal
ettiğim gibi en azından bilinçli okurlar, dikkatli
insanlar bunu referans göstererek bu yanlışlığı
yapanları uyarmaya başladılar. En azından yarı
yarıya gibi… Ben öyle ölçebiliyorum, neredeyse
yarı yarıya azaldı. Bu da önemli bir hizmettir
diye düşünüyorum. Böyle bir faydası olduysa ne
mutlu ve belki insanları biraz bilinçlendirmiştir.
Yani kitap okumak, kitaptan alıntı yapmak, kes
yapıştır yapmamak konusunda birazcık belki bir
uyarı olmuştur.

Güzel sohbet için teşekkürler Semih Çelenk.

67

YAŞAM

Ekolojik
Yaşamaktan
Yorulmadınız mı?

Yediklerimiz şifamız olacağına illetimiz
oluyor. Mesele sadece sentetik zehirlerde

değil. Düşünsel zehirler de hasta eder.
O nedenle sistem bütün olarak arınmalı.

Yazı: Güneşin Aydemir
Fotoğraflar: Arzu Kutan

68

Buğday Derneği iletişim değildi. Tohumlar, tohumların ilk hâlinden
ekibimizden Ayşik (Ayşe Nur) bugüne kadar gelen bütün atalarının genleri,
benden bir yazı istedi. Teselli tohumları açtıran güneş, tohumları çürütüp
mahiyetinde. Ben de yazayım içinden can çıkaran toprak, candaki ateş,
diye oturdum bilgisayarın yağmurla ya da yerin altından gelen su, afetler,
başına. Fazla düzene sokmadan gübreler, zehirler; hatta onları eken, bütün bu
yazacağım bir şeyler. Şimdiden süreci organize eden, hasat eden, paketleyen,
uyarayım, bir giriş-gelişme-sonuç taşıyan, alan, pişiren, servis eden insan ve
kaygısı taşımadan yazıyorum. insanların duygusal hâli, emeği, niyeti de vardı
yemeğin içinde. Durum çok bileşenli derken,
zamanı ve mekânı aşkın bir bütünlükten
bahsediyoruz. “Düşünmeden mideye indirdiğimiz
her lokmada, kim bilir neler giriyor bünyemize?”
diye düşünmeden edemiyor insan.

Yediklerimiz şifamız olacağına illetimiz
oluyor

Yorgun gönüllere ortaya karışık bir Şimdi unutuversek bu silsileyi nasıl teşekkür
teselli edeceğiz? Hatta bırakalım teşekkür etmeyi, nasıl
sindireceğiz?
Teselli kelimesini düşündüm. Bir baktım
etimolojisine. Arapça “slw” kökünden geliyormuş. Nitekim sindiremiyoruz. Yediklerimiz şifamız
Unutturma, gönlünü alma manasına gelirmiş. olacağına illetimiz oluyor bu şekilde. Mesele
Elbette daha derin anlamları vardır harf ilmine sadece sentetik zehirler de değil. Düşünsel
göre, sayfalarca yazabiliriz ama burada teselli zehirler de hasta eder, artık bunu biliyoruz. O
ihtiyacından dem vuralım. Unutmak istediğimiz nedenle sistem bütün olarak arınmalı, bunu
neler var hayatımızda? Unutmak isteyen kim? savunuyoruz.
Malum, bir ben var benden içerü demiş Yunus
Emre. Kontaminasyon (bulaşan kirlilik) sadece bir
son ürünün dokusundaki kimyasalda, taşındığı
İnsan’ın hafızası, bilinci başına dert. Bir yanıyla da kasada, beklediği depoda değil, tüm boyutlarında
yapabildikleri, bu sayede. Deneyim ve bilgilerini gerçekleşiyor. Bu bütünsel arınma olmadan
üst üste koyarak, öncekini hatırlayarak geliyor sadece kötünün iyisine teslim oluyoruz. O da
geldiği yere. Buğdaygiller olarak tohumlara pek tartışılır.
değer veririz. Geçmişin bilgileriyle bir domates
tohumu, domates atalarının, yetiştiricilerinin, Bundandır sadece organik üretimin yeterli
atıldığı toprağın, yetiştiği iklimin bilgisini ve olmaması. Ya da tek başına onarıcı tarım yeterli
deneyimini taşır bünyesinde. Saymaya kalksak bir değildir. Ya da sadece yoga yapmak, takas etmek,
tohum içindeki zamanı, kaybolur gideriz. adil ticaretle uğraşmak, masal anlatmak, sanatla
uğraşmak, bilimle uğraşmak yetmez. Hepsi mevzi
Victor’un babası (ki onun ismi de Victor idi ama birtakım düzeltmelerdir. Çünkü yaşamın kendisi
biz ona Tata derdik, Victor gibi), her sofraya kaotiktir, yani karmaşık hatta karmakarışıktır.
oturduğumuzda, tabağındaki yemeğe uzun
uzun bakar kalırdı. Sonra, meraklı sessizliğimize Ne yapıyor olduğumuzu bilsek dahi, aydınlanmış
cevap mahiyetinde “teşekkür ediyorum” derdi. bir bilinçle baksak dahi, sonuçlarını asla
“Sofraya gelene kadar eli değmiş herkese ve tahmin edemeyeceğimiz bir ağdır yaşam. Her
her şeye teşekkür ediyorum. Ve bitiremiyorum ne yapıyorsak yapalım sonuçlarını tam olarak
teşekkürleri, taa zamanın başlangıcına kadar bilemeyeceğimiz için de büyüklerimiz “Allah
gidiyor ucu, öyle ki yemeğe geçemiyorum”. rızası için” diye başlarlar işlerine. Burada Allah,
o bilinemez olan, o büyük gizem, asla tahmin
Her düşünce, her niyet de bir tohum gibi edemeyeceğimiz bütündür özünde, hepimizin
davranır özünde. oluşturduğu büyük akıldır. Hatta o akıldan da
fazlasıdır. Zira bütün, parçaların toplamından her
Durum böyle olunca, yemeği yemeye zaman daha büyüktür.
başladığında, yediği sadece tabağındaki kadar

69

YAŞAM

70

Yaptıklarımızın sonucunu küçük akıllarımızla “doğal” hâlimizi bulmak. (Doğanın da öyle çok
bilmemiz mümkün değildir. Sadece iyi olması için fazla kuralı yok ha, üç beş kuralla böyle muazzam
niyet edebiliriz ve bu çok şeyi değiştirebilir, evet. bir yaşam sistemi yaratıyor, mucizesi burada).
İyi ve kötü nedir, üzerine günlerce konuşuruz Kendi doğal hâllerini bulan zatlar, şu sıralar her
elbette ama şimdilerde “bütünün hayrına” şeyden çok ihtiyacımız olan bir alan oluşturur:
dedikleri şey bu olsa gerek. Ki biz niyetimizle Huzur. Doğanın huzur vermesi de bundandır. Bu
ancak kendi zulmümüzden korunmayı zatlar aynı zamanda kendilerini doğal hâllerinden
dileyebiliriz. “Bir bütün var benden içerü” diyerek uzaklaştıracak her türlü eylemi reddederler,
ufak bir dokunuş yapalım, haddimizi aşarak. yaptıkları her şeye huzur bulaştırırlar ve ancak
böyle insanlar kendilerine bir dünya inşa
Doğa hiçbir şey için çabalamaz edebilirler.

Ekolojik yaşamla ilgili pek çok eğitim veriliyor: Her şey her an değişiyor
“Şöyle şöyle yaparsak ayak izimiz küçülecek.
Dünyaya karşı sorumluluğumuzu yerine Geceleyin uyku aleminde dağılmış zihnimi
getireceğiz. Biz doğanın bir parçasıyız ve doğa toparlamak için sabahlarımı kendime
hastalanırsa biz de hastalanırız”. Ya da, “kompost ayırıyorum. Odamın penceresinden boş boş
yaparsak, sıfır atık moduna geçersek, deterjan bakıyorum. Gökyüzüne, yeryüzüne, üzerindeki
yerine sabun kullanırsak, az tüketirsek, kırsala ağaçlara, ağaçların üzerindeki kuşlara, uçan
yerleşip sarı kantaron yağı üretmeye başlarsak, böceğe. Kahvemi yudumlarken, sokaktaki
çiftçi olursak, şiddetsiz iletişirsek… doğru sesleri dinliyorum. Kuşlar, köpekler, kediler,
davranış, doğru insan oluruz” gibisinden laflar, uyanan insanlar, yaprakları kıpırdatan rüzgarla
sözler. selamlaşıyorum. Yazının giriş cümlesine
bağlamak için yazdım bunları da.
Maalesef kötü haber şu ki, bunları yapınca doğa
ile uyumlu bir yaşama geçiyor değiliz. Esasen Geçmişimde, hem ben Güneşin olarak, hem
bunları yapmalıyız evet, ancak bunları yapmak, de insan güneşin olarak, sabahtan akşama
doğayı anlama çabasının “doğal” sonuçlarıdır kadar inkâr etmek ve taş gibi unutmak istediğim
sadece. Vakti geldiğinde çaba göstermeden çok şey var. Zaaflarım, çekişmelerim, bana
oluşacak olan doğal bir sonuçtan bahsediyorum. kendimi kötü hissettiren her şeyi unutmak
Her birini tek tek yapmaya çalışmak da çok istiyorum, hatta olanların olmamış olmamasını
yorucu bu arada. Çünkü çaba gerektiriyor. Doğa isteyecek kadar da hadsizim. Ama penceremden
hiçbir şey için çabalamaz. Hatırlayalım; yangınlar baktığımda her şeyin her an değişmekte
çıktığında nasıl da teslim olmuştu. Bütün çabayı olduğunu, her değişimin bir önceki hâl ve
gösteren insanlardı. hareketle bağlantılı olduğunu görüyorum. Bu
durumda ben unutsam ne yazar, bütün sistem
Her sonucun pek çok öncesi olduğu gibi, bu hatırlıyor olanları. Her yaptığım kayıtlı, hatta her
sonuçların ortaya çıkabilmesi için de ön durum düşünce kırıntım bile.
var. Özetle söylemek istediğim, bu eylemleri
yaparak doğa ile uyumlu yaşıyor olmayız, biz Düşünmeden edemiyorum, unutmaya verdiğimiz
doğa ile uyumlu bir “hâle” girdiğimizde bu enerji ve emeği, olanı kabul* etmeye verseydik;
eylemler ortaya kendiliğinden çıkar. Bunun için her durumu yeni bir başlangıç olduğu kadar
de işi gücü bırakıp kendimizi ekolojik yaşama daha önceki sürümün bir uzantısı olarak
adamamız gerekmiyor. görebilseydik; hatta bu yolla unutmak istediğimiz
her şeyi yeni doğan günümüze yaren, eşlikçi,
Ekoloji, bağlantıları keşfetme bilimidir. Kendi vesile etseydik, neler değişmezdi dünyamızda?
doğamızla, potansiyelimizle, bize verilmiş
becerilerle bağlantıya geçerek yaşamaktır İşte benim tesellim burada.
ekolojik yaşam. Çünkü insan kendi doğal hâlini
buldukça heves, merak ve tutku ortaya çıkar. Bu *Kabul etmek genellikle boyun eğmek ile karıştırılıyor. Ben
hisler kendisinin bütünle bağlantısını kurmasına
yardım eder ve bütünü kavramaya adım atar burada kabul etmeyi, tam olarak özgürlüğü ele almanın
böylelikle. Kendi doğasını bulan insan ne yapsa
“ekolojik” olur. ve hayalini kurduğumuz bir geleceği hikâye etmenin ön

Yapmamız gereken, her ne yapıyor isek oradaki koşulu olarak kullanıyorum. Arz ederim.

voURLAmag; Yazılarını yayımlamamıza izin veren
Buğday Derneği'ne teşekkür ederiz.

71

YEMEK TARİFİ

72

Çok geç olmadan

Harekete geç!

73

GASTRONOMİ

Bir Tutam
Baharat

Gülhan Kara

Gastronomi Yazarı ve Danışman Şef

74

Baharat deyince “Bir tutam baharat” filmi Baharatların yiyecek
gelir aklıma ve uçuşan tarçın, biber tozları... içeceklere kattığı lezzet,
Bana göre “Baharat” demek önce “koku renk, koku dışında
ve tat” sonra “şifa ve sağlık” demek. Baharat en önemli özellikleri
demek Mısır çarşısı, Tarihi Baharat Yolu, İstanbul, antibakteriyel olması,
Hindistan, Meksika, Fas, Antakya, Maraş, Adana, metabolizmayı
Antep, Urfa demek… Baharat hayatımıza öylesine hızlandırması ve
girmiş ki... güçlendirmesi,
hastalıklara karşı
Mutfağın temel taşlarından biridir baharat. koruyucu olması...
Aşçılık derslerimde, yemek ve kültür yazılarımda
baharatı her zaman önemsedim. Çünkü baharatı Mısır Çarşısı baharatçılarıyla da ünlenmiştir.
tanımak, doğru kullanmayı bilmek lezzeti
yakalamak için elinizdeki sihirli değnektir. Şifası
ve koruyucu özelliği ile de baharatlar öteden beri
Türk mutfağının vazgeçilmezleri arasındadır.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethiyle
birlikte baharat yollarının açılması baharat
kullanımındaki artışı beraberinde getirmiş.

Türk mutfağında baharatlar hem lezzet hem
şifa kaynağı. Baharatların yiyecek içeceklere
kattığı lezzet, renk, koku dışında en önemli
özellikleri antibakteriyel olması, metabolizmayı
hızlandırması ve güçlendirmesi, hastalıklara karşı
koruyucu olması...

Ölümden başka her derde deva olan ‘’çörekotu’’,
kalbe kuvvet veren ‘’kişniş’’, bağırsakları
çalıştıran ‘’susam’’ ve ‘’karanfil’’ mutfaklarımızın
vazgeçilmezleri arasında.

Örneğin; etlerde, balık, sakatat çeşitlerinde
lezzet ve güzel koku için kullanılan ‘’defne’’
ve “kekik” aslında harika birer antiseptiktir.
Dezenfekte edici özelliği vardır. Tatlıları süslemek
ve kokulandırmak için kullanılan ‘’tarçın’’ ise kan
şekerini düzenleyici özelliğe sahiptir. Eskilerin
çok kullandığı ‘’zahter’’ doğal bir koruma maddesi
olup yiyeceklerdeki bakterilerin çoğalmasını
önleyip dayanıklılık sağlar.

Günümüzde yemek pişen evlerin mutfağında
baharat çeşitleri artarken evde ara sıra yemek
pişirenlerin mutfaklarında tuz, karabiber, kekik
ve pul biber dışında pek baharat bulunmaz.
Bulunsa da kullanılmadan bayatlar ve çöpe atılır.

Türk mutfağında çorbalarda en kullanılan 2
baharat karabiber ve nanedir. Köftelerde kekik ve
kimyon; Balıklarda defne; Baklagillerde kırmızı toz
biber ve pul biber; Pilava biraz karabiber biraz
kuş üzümü… Kemikli etli ve sebzeli tencere ya da

75

GASTRONOMİ

76

fırın yemeklerinde kekik, biberiye, defne, bir kaç
top karabiber yemeği ziyafete dönüştürür. Sütlü
tatlılarda vanilya ve tarçın olmazsa olmazlardan
tabii ki ve kabak, ayva, gibi meyve tatlılarına da
tarçınla beraber karanfil eşlik eder.

Baharatları sebzeler, meyveler, taze kokulu
otlar, kuru yapraklar, kökler, çiçekler ve
tohumlar olarak ayırabiliriz. Acı, tatlı, ekşi gibi
baskın tatları olanlar, kokusu öne çıkanlar ve
pek tadı kokusu olmasa da renk verici özelliğe
sahip olanları da ayrı ayrı sayacak olursak liste
uzayıp gider. Baharatları destekleyen tuz, şeker,
sarımsak, soğan, limon, sirke gibi itici güçleri de
unutmamak lazım.

Baharatın en yoğun kullanıldığı mutfakların
başında Hindistan geliyor. Fas başta olmak
üzere Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri, Meksika
mutfağı da öne çıkıyor. Türk mutfağının en büyük
şansı da hem İpek ve Baharat Yolu üzerinde
oluşu hem de baharatı zengin olan ülkelere
coğrafi yakınlığı…

Zamanla fast food kültürüyle beraber mayonez,
ketçap ikilisine hardalın da eklenmesiyle
damaklar biraz daha gelişmeye başladı. Acılı
Meksika sosları, Suşi beraberindeki Wasabi gibi
zencefil turşusu gibi güçlü tatlarla da tanıştık. Bu
arada baharat çaylar, tütsüler, dekoratif buketler
olarak da hayatımıza girdi.

Tazelik önemli

Tüm baharatlarda tazelik esastır. Taze
kullanıldığında lezzeti, kokusu ve aroması vardır.
Bayatladıkça özelliklerini kaybeder. Üstelik sağlık
açısından da bayatlayan, asidik ve yağlı içerikteki
baharatlarda aflatoksin oluşumu tehlikelidir. Her
iki sebepten baharatları sonbahar ve ilkbahar
aylarında yılda 2 kez yenilemek gerekir.

Karabiber: Çorbadan, pilava, etlerden,
salata soslarına, soğuk algınlığında çayımıza
serptiğimiz karabiber gerçekten de harika bir
lezzetlendiricidir. Şifalıdır da. Her baharatın tadı,
kokusu olduğu gibi şifası da vardır.

Kimyon: Akdeniz kökenli bir baharat olan
kimyon köftelerden ve et yemeklerine, bulgurlu
ve baklagilli yemeklerden, çorbalara, dolmalara
çok yerde kullanılır. Rezene gibi kimyon da Zayıf
mideyi güçlendirir ve mideyi rahatlatır. Demir
bakımından zengindir.

77

GASTRONOMİ

78

Nane: Nane içindeki mentol sebebi ile mideye şerbetlere, çaylara konulur.
iyi gelir, bulantıyı keser. Nane özellikle sinirsel
kaynaklı mide bulantılarını kesici olarak Kırmızı Pul biber: Portakaldan daha fazla
etkilidir. Vücuda giren grip mikrobuna karşı miktarda C vitamini içeren kırmızı biber vücudun
savaşır. Ülseri önler, baş ağrısına, gribe strese, direncini artırır, bağışıklık sistemimizi güçlendirir.
mide yanmasına iyi gelir. Cacıklarda, yoğurtlu Pek çok yemekte, et terbiyelerinde ve soslarda
çorbalarda, salatalarda, mezelerde kullanılır. kullanılır.
Limonlu çayı yapılır.
Yenibahar: Bir diğer adı “dolma baharı”dır.
Çörekotu: Yağı diş ağrısına, romatizmaya, Zeytinyağlı sarmalara, dolmalara konur.
nefes darlığına iyi gelir. Hamur işlerine ve Damar sertliğini önler, hazmı kolaylaştırır. Et
tarhana çorbasına yakışır. Mide şişkinliğini önler. yemeklerinde ve tatlılarda da kullanılır. Lohusa
Peynirlere, çöreklere ve böreklere lezzet katar. şerbetinde bulunan 5 baharattan (tarçın, karanfil,
zencefil, havlıcan) biridir.
Tarçın: Bal ve limon ile alınırsa boğaz yanmasını
geçirir. Hormonları çalıştırır, mide rahatsızlıklarını Zerdeçal (Hint safranı - Turmerik): Pilav, çorba,
önler. Gaz ve ishale karşı etkili olan tarçın kan tavuk gibi sulu, sebzeli, etli ve tahıllı pek çok
şekerini dengeler. Mutfakta etlere, soslara, yemekte kullanılır.
pirinçli ve sütlü tatlılara, keklere, tartlara katılır;
sahlep, boza ile beraber tüketilir.

Sumak: Ateş düşürücüdür. Ekşimsi tadı ile
salatalara, kısır, bulgurlu köfteler ve kuru
dolmalara lezzet katar. Ekşi soslar elde etmede
mükemmeldir.

Vanilya: Tatlımsı kokusuyla tatlıların parfümü
gibidir adeta... Sütlü tatlılara, pastalara,
çikolatalara, keklere, kurabiye ve dondurmalara
konulur. Dünyadaki safran gibi en pahalı
baharatlardan biridir. Sindirime yardım eder.
Antiseptiktir.

Defne: Antiseptiktir, et yemeklerinde,
sakatatlarda, haşlama, yahni türü yemeklerde,
balıkta kullanılır. Yumuşatıcı ve dezenfekte edici
özelliği vardır.

Biberiye: Bünyesinde kafurun vardır. Bu sayede
vücuda zindelik verir. Metabolizmayı hızlandırır.
Damar tıkanıklığına, bağırsak gazlarına, migren
ağrılarına ve sarılığa iyi gelir. Hemen hemen
tüm kırmızı ve beyaz etlere yakışır. Taze olarak
pirzola, haşlanmış patates, somon, salatalar ve
peynirlerle tüketilir.

Kekik: Antiseptiktir. Yağları eritici ve şeker
düşürücü özelliğe sahiptir. ‘’Kekik Timol’’ adı
verilen doğal yağı sayesinde vücuttaki diğer
yağların parçalanmasını sağlar.

Zencefil: Kan damarlarını genişleterek
romatizma ağrılarını giderir. Enerji verir, bağışıklık
sistemini kuvvetlendirdiği için yemeklere,
çorbalara, dolmalara, pilavlara, sebzelere,

79

YEMEK TARİFİ

80

S, ef Gülhan Kara’dan

Sumaklı Dürüm

Malzemeler Yapılışı

750 gr kuzu veya dana Kavurma tenceresinde yağı ısıtıp sotelik doğranmış etleri ilave
sotelik doğranmış et edin. Rengi dönene kadar yüksek ateşte kavurun.
3-4 yemek kaşığı sıvıyağ
Tuz, karabiber, kekik, sumak Etlerin rengi kızarmaya başlayınca üzerini 1 parmak geçecek kadar
su ilave edip etler yumuşayana kadar kapağı kapalı olarak kısık
6 adet lavaş ekmeği ateşte pişirin. Arada bir karıştırın. Tuz ve karabiber serpip kapağı
açık olarak ve ateşi yükselterek suyu kalmayacak şekilde kavurun.
Garnitür için:
1 büyük kuru soğan Soğanı piyaz doğrayıp tuz ve sumak ilavesiyle ovarak karıştırın.
1 yemek kaşığı sumak Kavurmayı lavaş ekmeklerinin üzerine paylaştırıp sumak serpin ve
Tuz, maydanoz sumaklı soğan, kıyılmış maydanoz serpiştirin. Rulo yaparak dürüm
şeklinde sarın. Yanında ayran, sumaklı soğanla servis yapın.

81

YEMEK TARİFİ

82

S, ef Gülhan Kara’dan

Aromatik Pilav

Malzemeler Yapılışı

4 kişilik; Pirinci ıslatıp 10 dk bekletin. Akan suyun altında yıkayıp süzgece
2 su bardağı pilavlık baldo alın. 1 fiske safranı 1 kahve fincanı kadar ılık su ile ıslatın.
veya Osmancık pirinç
50 gr tereyağı Tereyağını tencereye koyup eritin. Üzümleri, badem ve fıstıkları
2 çorba kaşığı kuş üzümü ilave edip birkaç dakika kavurun.
2 çorba kaşığı kuru üzüm
2 çorba kaşığı badem Yıkanmış süzülmüş pirinci ekleyip tuzunu atın ve pirinçler
2 çorba kaşığı antep fıstık parlayana kadar kavurun. Bir parça kabuk tarçın veya 1 çay
1 parça kabuk tarçın kaşığı toz tarçın ve toz zencefil ekleyip üzerine 3 bardak sıcak
1 çay kaşığı toz zencefil suyunu ilave edin. Rengini suya bırakmış olan safranı da pilava
1 fiske safran ekleyin. Suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirin. Sadece bir kez
1 tatlı kaşığı tuz karıştırmanız yeterlidir. 30 dk demlenmeye bırakın. tahta kaşıkla
3 su bardağı sıcak su harmanlayıp sıcak olarak servis yapın.

83

YEMEK TARİFİ

84

S, ef Gülhan Kara’dan

Baharatlı Kek

Malzemeler Yapılışı

8 - 10 dilim; Yumurtaları hamur karıştırma kabına kırıp mikserle çırparak
kabartın. Süt ve sıvıyağı ilave edip bir kez daha çırpın.
3 yumurta
1 su bardağı süt Un, tuz, kabartma tozu ve tüm baharatları bir kabın içinde güzelce
Yarım su bardağı sıvıyağ harmanlayıp sıvı karışıma ilave ederek çırpın.
1 tatlı kaşığı kuru nane
1 tatlı kaşığı kekik Kek kalıbını yağlayıp hamuru boşaltın. Önceden ısıtılmış 180
1 tatlı kaşığı pul biber dereceye ayarlı fırında 30-35 dakika kadar pişirin. Soğuyunca
Yarım çay kaşığı karabiber kalıptan çıkarıp dilimleyerek servis yapın.
1 çay kaşığı kimyon
1 çay kaşığı zerdeçal (Hint
safranı)
1.5 tatlı kaşığı tuz
3 su bardağı un
1 paket kabartma tozu

85

YEMEK TARİFİ

DOĞAL SOFRA URLADAN...

86

Şevket’i Bostan, dikenli ve ayıklaması zor bir ot… Pek çok faydası olan bu leziz sebze,
zevkle tüketilir. Deniz mahsullü salatası, zeytinyağlı yemeği ve en sükselisi de kuzu etli
yemeği yapılır. Kuzu Etli Şevket’i Bostanı, Gönüllümüz Gülçin Vardarcı ve harika oğlu
Cem Vardarcı tarif ediyor.

Gülçin ve Cem Vardarcı’dan

Şevket-i Bostan

Gülçin Vardarcı, 2017 den itibaren Doğal Sofra Urla Gönüllüsü… Biri kız, iki evladı ve iki erkek torunu var.
Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olup İngilizce ve Almanca biliyor.

Cem ise Türkiye'de, üniversite sınavını kazanarak üniversiteye giren bilinen ilk otizmli... Yaşar Üniversitesi
Sanat Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü Yaylı Çalgılar Programı mezunu... Eğitim hayatı boyunca,
Fahir Atakoğlu gibi usta müzisyenlerle ve Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası'yla konserler veren Cem,
Genç Girişimciler ve Liderler Derneği (JCI) Türkiye Şubesi tarafından Türkiye'nin En Başarılı 10 Genci
programında “Kültürel Başarı” alanında da birincilik aldı. Bilinçli ailesi, eğitim ve azmiyle önündeki
engelleri tek tek aşan Cem, şimdilerde mutfakta da harikalar yaratıyor.

Malzemeler Yapılışı

500gr Şevketi Bostan Şevket-i bostanı ayıklayarak limonlu suda beklettik. Sonra ufak
250gr Kuşbaşı Kuzu Eti parçalara böldük. Tencereye zeytinyağı koyduk. Rendelediğimiz
1 ortaboy soğan soğanları ekleyerek kavurduk. Parça kuzu etini de ilave ederek
2 diş sarımsak kavurmaya devam ettik. Şevket-i bostanı ve sarımsağı ekleyerek
Tuz karıştırdık. Biraz tuz serptik. Kaynar suyu malzemelerin üstünü
Kaynamış su geçecek kadar koyduk. Yarı harlı ateşte iyice yumuşayıncaya kadar
Terbiyesi için: pişirdik. Un ve limon ile terbiyesini yaptık. Biraz daha pişirip servis
1limon suyu yaptık.
1kaşık tam buğday unu
Bu lezzet anlatılmaz yaşanır.

Afiyet olsun.

Düzenleyen: Zeynep Omay

87

MODA

Modanın
Ruh Sağlığına

Etkisi

Beste Bragg

Moda Tasarımcısı

88

Sabah kalkınca giyinmek her gün yaptığımız Araştırmalar ne
bir iş, her ne kadar bazı sabahlar giyinmek giydiğimizin ve belirli
diğer sabahlardan daha bilinçli olarak moda öğeleriyle
yapılıyorsa da. Sabah işe veya okula gitmek için ilişkilendirdiğimiz
giyiniyoruz, bir arkadaşımızla öğle yemeği için sembolik anlamın
gündelik kıyafetler seçiyoruz ya da akşamları zihinsel durumumuz
akşam yemeği için giyiniyoruz. Ve her kıyafetle üzerinde ölçülebilir etkileri
(kasıtlı veya kasıtsız olarak) dış dünyayla sözsüz olduğunu gösteriyor.
olarak iletişim kuruyoruz. Giydiğimiz şeyin
karakterimizi yansıttığına şüphe yok çünkü moda;
kendimizi, kimliğimizi ve hatta nasıl hissettiğimizi
ifade etmenin bir yolu. Günlük giydiğimiz
kıyafetler, başkalarının bizi nasıl algılamasını
istediğimizi ve kendimizi nasıl gördüğümüzü
yansıtıyor aslında.

2012 yılında, ABD’deki Northwestern
Üniversitesi’nden araştırmacılar, belirli
giysiler giymenin kullanıcının psikolojisini
ve performansını etkilediğini buldular.
Araştırmacılar kıyafetlerin sembolik bir anlamı
olduğu sonucuna vardılar. Belirli bir anlamı olan
bir giysiyi giydiğimizde, bu giysiler psikolojik
durumumuzu etkileyebilir. Örneğin, bir
laboratuvar önlüğü zeka ve bilimsel düşünce
ile ilişkilidir. Araştırmacılara göre, bir kişi
laboratuvar önlüğü giydiğinde, ceket tarafından
karakterize edilen bu özelliklerin belirli görevlerin
performansı üzerinde olumlu etkileri olduğu
görülüyor. Araştırma sonuçları, ne giydiğimizin ve
belirli moda öğeleriyle ilişkilendirdiğimiz sembolik
anlamın zihinsel durumumuz üzerinde ölçülebilir
etkileri olduğunu gösteriyor.

London College of Fashion’dan Modada
Uygulamalı Psikoloji alanında yüksek lisans
derecesine sahip olan Camay Abraham, “Bu
deney, kıyafetlerin dikkatimizi nasıl etkilediğini,
kendimiz ve yeteneklerimiz hakkında nasıl
hissettiğimizi gerçekten gösteriyor” diyor. Bu
etkiler olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir
tabii. Abraham, “Söz konusu öğenin olumsuz
bir yapıyla ilişkili olduğu biliniyorsa, olumsuz bir
varlık durumu anlamına gelebilir” diyor.

Kendimizi psikolojik olarak iyi hissetmediğimiz
günlerde giydiğimiz kıyafetler kendimizi daha iyi
hissetmemizi sağlayabilir ve bir nevi potansiyel
zırhımız gibi bir görev üstlenebilir.. Öyle
günlerde kişisel olarak doğru kıyafeti bulmakta
zorlanıyorum. Seçtiğim kıyafetten rahatsız
oluyorum ve genellikle onu bir daha

89

MODA

90

asla giymemeyi tercih ediyorum. Ben bu kararı
verirken psikolojim ile moda arasında bir ilişki
görülüyor.

Benim durumumda, bu tür bir kıyafeti bir
daha giymeyerek, eylemlerimi ve inançlarımı
tekrar hizaya getiriyorum. Abraham, “Tarzınızın
inançlarınıza, ideallerinize veya değerlerinize
uymadığını fark edersiniz, bu nedenle psikolojik
olarak rahatsız olursunuz ve bu duyguları
tarzınızı değiştirerek dağıtmaya çalışırsınız” diyor.
Ve sonuçta ben de ne yapıyorum; beni rahat
ettiren şeyleri giymeye geri dönüyorum.

Şimdi soru şu: Nasıl hissetmek istiyorsanız öyle
mi giyinmelisiniz yoksa nasıl hissediyorsanız
öyle mi giyinmelisiniz? Abraham, “Bence nasıl
hissetmek istiyorsanız öyle giyinmelisiniz
çünkü nasıl hissettiğiniz yerine nasıl hissetmek
istediğinize odaklanmalısınız” diyor. Nasıl
hissetmek istiyorsanız öyle giyinmek,
aradığınız ruh halini somutlaştırmanın ve diğer
insanların sizinle ilgili algısını olumlu bir şekilde
şekillendirmenin bir yoludur. Ancak moda
sadece algımızı ve kendimizi ifade etmemizi
şekillendirmez; moda aynı zamanda diğer
insanların bize nasıl davrandığını da etkiler ve bu
da zihinsel sağlığımızı etkileyebilir.

Abraham bir örnek veriyor: “En yeni trendleri
giyerek, insanların sizi daha fazla kabul ediyor
olmasını amaçlayabilirsiniz, çünkü o sırada
toplumda kabul edilebilir olan bu yapıyı takip
ediyorsunuz.” Kıyafetler bize nasıl davranılmak
istediğimizi, hangi sosyal gruba ait olduğumuzu
veya kabul edilmek istediğimizi ifade eder. Kim
olduğumuzu ve ne giydiğimizi kabul etmek bize
huzur verir, tıpkı içinde rahat ettiğimiz kıyafetleri
giymenin zihinsel durumumuzu olumlu yönde
etkilemesi gibi.

Kendini ifade etme, insanlar bunu sanatsal
yollarla yapsalar da yapmasalar da günlük
yaşamın büyük bir parçasıdır. Kendini ifade etme
geliştirmek sağlıklı bir zihniyete yol açabilir ve
tüketicilerin tutkularını anlamalarına ve kişisel
hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olur. Kendini
ifade etme, aynı zamanda, zihinsel sağlığa
büyük ölçüde katkıda bulunan bireyciliğin kilit
faktörlerinden biridir.

Moda kıyafetlerinin malzemeleri ve renkleri gibi
faktörlerin, kullanıcının zihinsel sağlığı üzerinde

91

MODA

92

bilinçaltı etkileri vardır. Kumaşlar söz konusu Görünen o ki, sadece
olduğunda, bazı sağlık bilincine sahip tüketiciler, örtünme içgüdüsü ile
“saf” olarak işaretlenmiş ve az sayıda zararlı yaptığımız düşünülen
kimyasal ve boya içeren malzemeler ve doğal giyinme işlemi, aslında
kumaşlar giymeye daha meyilli olabilir. Bazı doğal ruh halimizle ve akıl
kumaşlara örnek verecek olursak; sağlığımız ile direkt ilişkili.

• Bambu

• İpek

• Keten

• Organik pamuk

• Yün

• Kaşmir

Renk söz konusu olduğunda, belirli tonlar
zihinsel sağlığı etkileyebilecek ruh hallerini ortaya
çıkarır.

Mavi – Mavi, antidepresan bir renk olarak bilinir
ve izleyiciyi rahatlatır.

Yeşil – Yeşil, kaygıyı azaltabilir ve izleyici üzerinde
sakinleştirici bir etkiye sahip olabilir.

Gri, Kahverengi, Siyah ve Beyaz – Bu renkler
insanların düşünceli ve zen durumuna girmesine
yardımcı olabilir.

Kırmızı, Pembe ve Mor – Bu renkler bir amaç ve
iyimserlik duygusuna ilham verebilir.

Turuncu ve Sarı - Bu renkler hem cesur hem
de eğlencelidir. Moda tasarımında bu renklere
odaklanmak, tüketicilerinizin bilinçaltı ruh
hallerini olumlu yönde etkilemenize ve dolayısıyla
zihinsel sağlıklarına fayda sağlamanıza yardımcı
olabilir.

Görünen o ki, sadece örtünme içgüdüsü ile
yaptığımız düşünülen giyinme işlemi, aslında ruh
halimizle ve akıl sağlığımız ile direkt ilişkili.

Ben de yazımı tamamlarken diyorum ki, bence
nasıl hissetmek istiyorsanız öyle giyinmeye
gayret etmeliyiz (bu her zaman çok da kolay
olmayacaktır eminim) çünkü nasıl hissettiğimiz
yerine nasıl hissetmek istediğimize odaklanmak,
günü daha olumlu bir psikoloji içinde
geçirmemizi sağlayabilir.

Sevgiyle kalın.
[email protected]

93

MODA / ÇOCUK

Muhteşem
Ekose
Trendlerine
Dönüş

Gülin Özen

Moda Tasarımcısı

94

Geçmişten günümüze en şık kumaşlardan biri olan
ekose kumaşlar, popülerliği ve sportif görünümüyle
dolapların vazgeçilmez parçasıdır.
Çeşitli renk ve dokularda olabilen ekose desenli kumaşlar
günümüzdeki yaygın kullanımıyla adından bahsettiriyor.
Temelinde dikey ve yatay çizgilerin bir arada kullanılmasıyla
ortaya çıkan kare desenleri ekose olarak adlandırıyoruz.
Sade ve rahat bir giyim kumaşı olduğu için çocukların
dolaplarında sıklıkla yer alan ekoseler kolay kombinlenebilir
olmasıyla da tercih ediliyor. Ekose içeren bir parça
kullanımında diğer parçalarınızın düz olması karmaşık bir
görüntü yaratmamak için önemlidir.
Geleceğin moda hayranlarına ilham verecek yeni
görünümlerde ekoseler fuşya, toprak tonları, hint
baharatı, yeşil ve kırmızı renklerin harmonisi ile coşmuş bu
sonbaharda.
Kalın tabanlı spor spor ayakkabılar ve botlar ile kombinlenen
geniş kot pantolon konforunun tadını çıkaran yeni nesil
çocuklar, ekoselerle birlikte harika kombinlerle kuşanıyor bu
sonbahar.
Ekose kullanımındaki vazgeçilmezlerden biri de oduncu
gömlekleridir. Oduncu kesim gömlekler, akla ilk gelen şekilde
kot pantolonlarla kombinlenmesi kolay bir parçadır. Minikler
de bizler kadar çok seviyor bu kombini.
Hemen hemen her sene kendinden bahsettiren ekoseler bu
yıl da yine kendinden bir şey kaybetmeden bir trend olarak
karşımızda. İyi ki varsın ekose!

95

DEKORASYON

Eklektik Tarz

Bu tarz dekorasyonda belli dönemlere bağlı kalma
sınırını ortadan kaldıran şahsına münhasır bir
stildir. Size farklı stil ve zamanlardan eşyaların

uyum içinde kullanıldığı mekanlar yaratır. Pahalı bir
koltukla, bit pazarında rastladığınız bir puf yan yana
gelebilir. Ya da klasik bir sehpa ile modern tasarımlı

bir lambaderi eşleştirebilirsiniz.

Pelin Kaleci

İç Mimar

96

Bu tarzı uygularken biraz kendi iç sesinize güvenmelisiniz. Ev
dekorasyonunuzda benzer tarz mobilya ve aksesuarlar kullanmaktan
sıkıldıysanız ya da bazı değişiklikler ile dekorasyonunuzu renklendirmek

istiyorsanız; eklektik tarz kavramı ile tanışmak iyi bir fikir.
Eklektik tarz çoğu kişi tarafından çok bilinmese de, farkında olmadan
aslında evimizde uygulamaya çalıştığımız ve beğendiğimiz bir tarzdır. Yeniyle
eskiyi, lüksle mütevazıyı, gösterişli ile sade olanı bir araya getirir. Bu tarzı
ev dekorasyonuna uygularken, renk, doku ve şekli ile tutarlı bir görünüm
oluşturmak gerekir. Farklı tarzda aksesuarları ve mobilyaları bir araya getirip

iyi bir görüntü yakalamak gereklidir, ve bu her zaman kolay olmaz.

97

DEKORASYON

Eklektik tarz dekorasyon nedir?

Kelime anlamı “seçmecilik” olan, tasarım ve iç mimaride ise farklı tarz, fikir ve
konseptleri bir araya getiren bir dekorasyon anlayışını ifade eden eklektisizm,

evlerimizin dizaynlarında da her geçen gün daha çok kullanılmaya başlıyor.
Eklektik tarza sahip olan yaşam alanlarının en önemli özellikleri ise farklı

tarzların farklı olumlu ve büyüleyici özelliklerini harmanlayıp ortaya gerçekten
göz kamaştıran manzaralar çıkarabilmeleri. Yani mesela klasik mobilyalardan
ama modern yerleşimden hoşlanıyorsanız bu iki unsuru bir araya getirip şık ve

estetik bir salon yaratabilirsiniz.

98

Eklektik tarz sevdiğiniz pek çok eşyaya zıtlıklarına bakmadan yer açabilir
ancak asla gelişigüzel bir düzenleme tarzı olarak anlaşılmamalıdır. Eklektik

ev dekorasyonuna sahip olmak isteyenlerin, zevklerini, ailesinden kalan
aksesuarları, gezdiği şehirlerden hatıra aldığı objeleri, doğa da bulunan ağaç
detaylarını, çiçekleri, renkleri ve desenleri ustaca evlerine uyarlayabilmeleri

gerekir.

99

DEKORASYON

Eklektik tarzda seçtiğiniz parçalar aynı döneme ait olmayabilir, aynı tarzı
yansıtmayabilir ama yine de perdenin arkasında onları eşleştirdiğiniz ortak
noktalar bulmalısınız. Bir yemek masasının etrafına farklı modelde sandalyeler
dizebilirsiniz. Modern ve sade formlarda tercih ettiğiniz mobilyalarınızı, taş,
ahşap vb. sert hatlı malzemeler ile biraya getirerek, evinizde farklı akımlara

ait sinerjik bir atmosfer oluşturabilirsiniz. Ya da sade bir salonu modern
bir lambader, gösterişli bir puf modeli, ya da taşlı bir avize ile sıradanlıktan
kurtulabilirsiniz. Eklektik tarzınızı yaratırken, vintage, country dekorasyon

ürünlerini birlikte kullanabilirsiniz

100


Click to View FlipBook Version