MAYIS 2017
MAYIS 2017
Hamdolsun okulumuzda göreve başladıktan sonra planladığımız dergi çalışmaları birer birer
gerçekleşiyor. Her gün daha iyi hislerle ve aşkla geliyorum okuluma. Hayallerimin birer birer
gerçekleştiğine şahit oluyorum. Dertleniyorum, dertleşiyorum. İdeallerime ve hayallerime birlikte
yürüyebileceğim yoldaşlar buluyorum. Öğrencilerimizin arasında birbirinden güzel eserler veren
yazarlar yetişiyor. Edebiyatı edep ve ahlakla yoğuran, köklerini mazinin derinliklerine salmış, dallarını
atiye çevirmiş sürgünler yeşeriyor.
Eğitim faaliyetlerinin yoğun müfredat baskısı ve resmi iş akışı içerisinde yürütüldüğünü varsayarsak,
öğrencilerimizin çok az kabiliyet ve kaynaklarını kullanabildiklerine şahit oluruz. Yazmak, duygu
ve düşüncelerin kalıcı olmasına, başkaları ile paylaşılmasına vesile olur. Yazmak, okumanın doğal
sonucudur. Yazmak, üretme fiilinin güzel bir örneğidir. Kurulan düşlerin çoğunun gerçekleşmesi ve
kalıcı olması için yazmakla mümkün olabilir.
Bilim ve teknolojide olduğu gibi sanatta, edebiyatta, fikir ve düşüncede de üretken olanlar sosyal hayatı
inşa edecek ve hayatın her kademesinde söz sahibi olacaklardır. Bu sebeple hayatın her alanında söz
sahibi olmak, içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek adına okudukça
öğrendik; öğrendiklerimizi de başkalarıyla paylaşmak üzere yazıya döktük.
Okul olarak yayımladığımız dergiler arasında ‘’Kalan Sağlar’’’ın ilk olması sebebiyle ayrı bir yeri vardır.
Zira sıfırı bir yapmanın zorluğu herkesçe malumdur. Küçürek yazıların ağırlıklı olması, yeni başlayan
yazar – çizerlerimize ev sahipliği yapması dolayısıyla da özgün bir dergidir.
Öğretmen ve öğrencilerimizin gayretleri ile vücut bulan Kalan Sağlar dergimizin 3. sayısını sizlerle
paylaşmanın gururunu yaşıyoruz. Bu gururda emeği geçen öğretmen ve öğrencilerimize teşekkür eder,
daha güzel eserlere imza atmalarını temenni ederim.
Nice kalan sağlara…
Hamdi KOCAKAYA
Okul Müdürü
1
MAYIS 2017 İçindekiler:
İmtiyaz Sahibi: 4.Öyle Bir Gün
Maltepe Orhangazi Anadolu P. Ö.
İmam Hatip Lisesi adına 7 . Gece
Hamdi Kocakaya Fatih Nazmi TÜYSÜZ
Genel Yayın Yönetmeni: 8. Bir Hastalığın Hikayesi: ‘’Dokuzuncu
Halil İbrahim AKSEN Hariciye Koğuşu’’
Yayın Editör: Emirhan Kılıç
Oğuzhan Söğütlü
Yayın Danışmanı: 10. Muhammed Emin Karaçuka
Perihan Yağar Raif’in Aşkı: Kürk Mantolu Madonna
Yayın Kurulu: Muhammed Emin KARAÇUKA
Oğuzhan SÖĞÜTLÜ, Halil 11. Kadrajımdaki Necatigil
İbrahim AKSEN, Osman Ömer Faruk Muslu
ÇETİN, Emirhan KILIÇ, Ömer 25. Bir Üç Bir İki Bir Beş
Faruk MUSLU, İsmail Onur Meçhul ADAM
GÜRÇAY, Muhammed Emin
KARAÇUKA, Fatih Nazmi
TÜYSÜZ, Ahmet TUTAŞ
İnceleme Kurulu:
Mustafa BALCI, Hatice Özlem
YILMAZ, Perihan Yağar
Grafik Tasarım:
atölyebalık
2
MAYIS 2017
20. Cahit Zarifoğlu’nun Şiir Anlayışına 32. Hikaye Okumayı Özendiren
Bir Kitap: Hayat Güzeldir
Dair Bazı İpuçları Muhammed Emin KARAÇUKA
Ömer HATUNOĞLU
36. Usta Öykücü Ali Haydar Haksal İle
Söyleşi
Konuşan: Halil İbrahim AKSEN
26. Hafıza 40. Gece Yarısı
İsmail Onur Gürçay Oğuzhan Söğütlü
41. Bin Bilsen de Bir Bilene Sor
30. Aranan Adam Osman ÇETİN
Osman Çetin 42. Sözden Yazıya Masallar
Ümit Yaşar ÖZKAN
31. Hiçlik 43. Bir Şey Kaybedilince Anlaşılır mı?
Fatih Nazmi TüYSÜZ Ahmet Kaan YAVUZ
44. Çizgi
33. Birazdan Gün Doğacak Muhammed Bahri ÇELEBİ
Meçhul ADAM
3
34. Edebiyatla Dolu Bir Hayat: Ali
Haydar Haksal
Halil İbrahim AKSEN
ÖYLE BİR GÜN
P. Ö.
2017 yılının Mart ayıydı. Havalar güzel gittiğinden gö- taplarından birini aldı. Evi okula yakındı. Okul, deprem
rev alsa mı almasa mı kararsızdı. Hafta sonu dışarı çık- yönetmeliğinden dolayı güçlendirilmiş, boyanmış, yep-
mak, baharın tazeliğinden yararlanmak istiyordu. Kafası yeni ve tertemizdi. ‘Yaşasın bugünüm şahane geçecek’
bozuktu. Akşam kocasıyla tartışmış, çocuğu ile bozuş- dedi. Onda biraz –pek biraz sayılmaz- temizlik, düzen ve
muş, kendisi ile boğuşmuştu. Deniz kenarında yürümek, yenilik merakı, hastalığı vardı.
yürürken müzik dinlemek –favorisi Ümit Besen – Pamela
düeti ‘dön desem tersine dünya döner mi’ kendisi gibi Okula erken gelmişti. Hava güzeldi. Okulun bahçesin-
rak arabesk karışımıydı- martıların uçuşunu izlemek, de kendi okulundan bir adamı görmüş, sevmediği için,
suya atlayıp balık olmak, küçükken okuduğu masallarda- görmemiş gibi yaparak başka bir yöne dönmüştü. ‘’Hep
ki kurduğu dünyaya dönmek iyi gelecekti. ‘Parası da iyi’ kendini beğenirdi. İlle de onun söylediği doğruydu. Bir
diye düşünüyordu. Bu parayla kendine pek çok şey alabi- tek o inançlıydı. Onun gibi inançlı mümin azdı, gerisi mü-
lirdi. Giysi dolabını biraz daha şişirir, ayakkabı dolabında min değildi ama müslümandı. Hakikatı bulan bir oydu.’’
alacaklarını tıkıştıracak bir yer açabilirdi. Az para mıydı? Bu adamın kendinden bu kadar emin olmasına, rahatlığı-
Gönlü de hep paradan yana bastığından görevi kabul na hem imreniyor hem de gıcık oluyordu.
etti. Hele bir de başkan olursa üstüne üstelik iki günde
görev çıkarsa değmeyin keyfine. Hey de hey. Nereden ‘Ya ben?’ diye düşündü. Aman neyse bu güzel havada
baksan iki yüz elli – iki yüz altmış lira alacaktı. ‘Pantolon, boş yere bunlara kafasını yormamalıydı. Bahçede güzel
ayakkabı’ sonra ‘ev, araba, villa’ dedi. Ev, araba, villa ora- bir köşeye geçti. Tanpınar’ın kitabını çıkardı. Nedim’den
da biraz sorun vardı ama okuduğu kişisel gelişim kitapla- alınma ‘’Nazenin güllü diba giymiş, giysideki güllerin di-
rından onlara da kısa zamanda kavuşacağından emindi. kenleri nazenini incitebilirmiş.’’ bölümünü okurken sa-
atin ilerlediğini fark etti. Kitabını kapatıp öğretmenler
Allah’ın sevdiği kullarından biriydi. İstekleri gerçekleş- odasına çıktı.
ti. Hafta sonu Nezahat Ekşi ilkokulu’nda iki görev birden
çıkmıştı. Her zamanki gibi yanına en sevdiği Tanpınar ki- Öğretmenler odasında bütün öğretmenler toplanmış-
4
MAYIS 2017
tı. O ‘’gıcık’’la da göz göze geldi. Tebessümle selam ve- Fotoğraf: Ahmet TUTAŞ
rip bir sandalyeye oturdu. Kuralar çekilmeye başlamıştı.
Şanslı günü olduğunu bildiğinden kendinden emin çekti Salon başkanına ‘O benim eşim, hiç görmüyor, bense
kurayı. Salon başkanı olmuştu. Salon görevlisi, salon baş- az görüyorum o da sınava girecek biraz bekleyebilir mi-
kanlarına aşağıya –okulun kapısına- inmelerini söyledi. siniz?’ dedi. Salon başkanı beklemiş, eşinin görevlisi de
gelip onun koluna girmiş ve iki vücudu sanki birbirlerin-
Buna çok şaşırmıştı. Alışılagelmiş bir uygulamanın den ayırıp başka sınıflara götürmüşlerdi. Bu manzara
dışındaydı. Normalde soru kitapçıkları alınıp yanındaki onu o kadar etkiledi ki bir anda etrafında her şeyin yok
gözetmenle sınıfa çıkılırdı. Neyse vardır bir hayır diyerek olduğunu, uçsuz bucaksız bir çölde yolunu kaybetmiş
indi aşağıya. biçare gibi hissetti kendini. Yalnızdı. Oraya buraya koşu-
yor, kumların içine doğru çekiliyor, boğuluyor, boğulu-
Okulun kapısına geldiğinde aşağıda birçok kişinin bek- yor, boğuluyordu. Bunları düşünürken bir ses ‘Yirmi bir
leştiğini gördü. Bu kişilerin çoğunun yanlarında anaları, numaralı salonun başkanı nerede?’ diye seslendi. Kendi
babaları, eşleri ya da kardeşleri vardı. O öyle sanıyordu. salon numarasının yirmi bir olduğunu unutmuştu. Yanın-
Eş dost hiç aklına gelmiyordu. Çünkü bu çağda hangi eş daki kır saçlı adam ‘Sizin elinizdeki numara yirmi bir değil
dost bu görevi yapmaya talip olabilirdi ki? Bir nolu salo- mi?’ demese çekildiği çukurdan çıkamayacaktı.
nun numarası okundu. Salon başkanı geldi. İki kişi birbi-
rinin elini sıkıca tutmuş yavaş yavaş merdivenlerden çıkı- Orta yaşlı bir adam, sürdüğü elektrikli bir sandalyede
yordu. Başkan ismi okunan bir kişinin koluna girdi. İsmi yirmi- yirmi bir yaşından fazla göstermeyen sarı saçlı,
okunan erkek, kadını elini tutmuş bırakmak istemiyordu. mavi gözlü, pürüzsüz tenli, divan edebiyatındaki şairlerin
dediği gibi hokka burunlu bir genci yanına getirdi. Adam,
‘Hocam oğlum size emanet.’ demedi. Gence, ‘Soruları iyi
5
oku, acele etme oğlum.’ dedi. Elektrikli sandalyeyi ona şeyler yapabilir miydi? Belki… Okulda bir proje hazırlayıp
teslim ederken ‘Sana canımdan can emanet ediyorum.’ farkındalık oluşturabilirdi. Yeterli miydi? Hayır. Hissettik-
diyor gibiydi. Tekerlekli sandalyeyi tuttu, sınıfa yöneldi. lerinin içinde ‘Şanslıyım, ya onun gibi olsam.’ duygusu da
O kadar dikkat ediyordu ki sandalye bir yere çarpacak, vardı. Bunun için şükrediyor muydu? Şimdi evet ya son-
gencin tutmayan bacağı, eli, kolu acıyacak, kendi canı ya- ra? Hayır. Bu duygu sadece kendisine mi aitti? Hayır. İn-
nacak sanıyordu. İçinden bağırmak, haykırmak ‘Olamaz, sanoğlu kendisine ait olmayan –olsa da fark etmiyordu-
böyle olmamalı.’ demek geliyordu. Her şeyi bırakıp ko- herhangi bir olumsuzluğu bir gün, iki gün düşünüp sonra
şup kaçıp ağlamak istiyordu. nasıl hiç yaşanmamışa çevirip unutabiliyordu? İnsanlığın
kadim sorusu buydu ve bu soru tam da karşısında otu-
Genci sınıfa getirdi. Yanındaki gözetmen öğretmen- ruyordu. ‘Unutmak, unutmak, unutmak’ diye geçirdi
le göz göze gelip ‘yazık, yazık’ bakışmalarını yaptıktan içinden. Gencin yanına gidip, kulağına eğilip ‘’Yaramız da
sonra sandalyeyi gencin rahat edeceği bir konuma yer- devamız da unutmak mı?’’ diye sorsa ne cevap verirdi?
leştirdi. Sınavın başlamasına daha yarım saat vardı. Gen- ‘Ben halimden memnunum, asıl engelli sensin. Bakıyor-
ce pek bakmıyor, bakınca ona acıdığını hissettirmekten sun ama göremiyorsun, dinliyorsun ama işitemiyorsun,
çekiniyordu. Peki acaba genç onun için ne düşünüyordu? bense bunları yapabiliyorum.’ mu derdi? Bu gençle oku-
Zavallılar mı diyordu, sizin yüzünüzden mi bu haldeyim lumuzdaki o ‘gıcık’ adamın ruh hallerini nedense birbi-
yoksa korkma bak yüzüme ben senin gibi değilim, utan- rine yakın hissediyordu. Gence arada bir bakıp beynin-
mıyorum mu demek istiyordu? Bunu bilmiyordu. Ken- deki sorulara karşılık bulmaya çalışıyordu. ‘Bildiğim bir
di kafasında bin bir soruyla uğraşıyordu. Arada bir göz şey var’ dedi. ‘Büyük bir laf’ diye de ekledi. ‘’Hiçbir şeyin
ucuyla gence bakıp sorularını çözüşünü, gözetmenin şık- değiştirmediği, değiştirilemediği dünyada her şeyin aktı-
ları işaretleyip sayfaları çevirişini seyrediyordu. ğı… Sözünü tamamlayamadı. Zil çaldı. Sınav bitti.
Bu gence karşı ne hissediyordu? Merhamet! ‘Merha-
met ağızların iğrenç sakızı’ mıydı? Acıma, çaresizlik… Bir
6
MAYIS 2017
Gece
Fatih Nazmi TÜYSÜZ
Fotoğraf: Ahmet TUTAŞ
Güven gecenin karanlığına Bittikçe gözyaşların
Kaybol sessizliği ve korkusunda Sarıl kendi kaderine
Dayan gerekirse kapısına
Haykır onu sevdiğini yollarda Her şey yok olduğunda bir gün
Sen ve gece kaldığında
Bak gökyüzüne Yaşa başka bir gün
Gör yıldızları ve geçmişini Ayağa kalktığında
Bul onu kaybettiğin yerde
Hatırla yaralarını ve gözyaşlarını Doğduğunda gece
Kaybolduğunda güneş
Açtığında güneş Dolduğunda gözlerin
Kaybolduğunda gece Sarıl kendi kaderine
7
BİR HASTALIĞIN HİKAYESİ:
‘‘DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU’’
Emirhan KILIÇ
Türk Edebiyatının roman tarihinde önemli yeri olan kaybetmez. Doktorların ağzından çıkacak bu meçhul
Peyami Safa bu romanı ile bize gerek dönemin siyasi hastalıktan kurtulacağına, iyileşeceğine dair küçücük bir
gelişmeleri gerekse kendi hayatından kesitler sunar. Adı sözün hayaliyle yaşar.
olmayan bir kahraman ile baştan sona kadar ilerleyen ro-
manın bitişi bile okurlar tarafından fark edilmez. Bedensel hastalık, kahramanın ruhsal yapısını da altüst
eder. Bacağının kesilmesinden, sakat kalmaktan çok kor-
Genç yaşında hastalığa yakalanmış yetim bir çocuğun kar. Sakat kalma korkusu, kahramanı adeta bir gölge gibi
hasta annesi ile verdiği hayat mücadelesi, herkesi hayre- takip eder. Çevresindeki insanların gözünde o, acınacak
te düşürecek cinsten doğrusu. Küçük bir çocuk olmasına durumda olan bir zavallıdır. Hastalığı yüzünden derin bir
rağmen verdiği hastalık mücadelesi yetmezmiş gibi bir eziklik duyan çocuk, doktorların güçlü ellerini, sağlıklı in-
de başına aşk denen belanın musallat olması işleri iyice sanları, tabiatın canlılığını kıskanır.
çıkmaza sokar ama neyse ki, verdiği savaşta kararlılık
gösteren kahramanımız mücadelede aşk tarafından ye- ‘‘Hasta Çocuğun’’ Nüzhet’le olan ilişkisinin mutlu bir
nilse de hastalığa karşı büyük bir zafer kazanıyor. şekilde sonuçlanmamasında hastalık önemli bir etkendir.
Hasta Çocuk, kendisinden dört yaş büyük olan Nüzhet’in
Romanın ilk satırlarından itibaren okuyucuyu çepeçev- kalbini kazanmıştır. Fakat Hasta Çocuğun, rakibi karşısın-
re kuşatan en güçlü tema “hastalık”tır. On beş yaşında- da hiç şansı yoktur. Doktor Ragıp, öncelikle sağlıklı bir
ki bir çocuğun sekiz yaşından beri çektiği, sol dizindeki insandır, eğitimlidir, zengindir, otuz beş yaşındadır. Bir
meçhul bir hastalık. Yedi senedir birkaç kez ameliyat de bunlara Nüzhet’in annesinin soğutma gayretleri ek-
olmasına, türlü tedavi yöntemleri denenmesine rağ- lenince ‘’Hasta Çocuğun’’ bu gönül macerası hüsranla
men bir türlü iyileşmeyen, aksine hep kötüye giden, acı- sonuçlanır. Bir tarafta zengin, sağlıklı bir doktor, diğer
lar içinde kıvrandıran bir hastalık. Doktorlar net bir şey tarafta her an sakat kalabilecek hasta bir çocuk.
söylemezler, “çok kötü, çok vahim, çok tehlikeli” gibi
açıklamalar yaparlar. Doktorların adeta bir robot gibi in- Romanda işlenen temalardan biri de “sakat kalma kor-
sanlıktan, duyarlılıktan, incelikten yoksun açıklamalarına kusu”dur. Sol dizindeki meçhul bir kemik hastalığından
rağmen Hasta Çocuk iyileşme umudunu hiçbir zaman dolayı yedi yıldır hastane koridorlarını aşındıran, hastane
8
MAYIS 2017
havası, ilaç kokuları içine sinmiş olan, iyileşme umuduy- bir yakınlaşma başlar. Nüzhet’in “Ragıp Bey beni istedi
la türlü acılara katlanan bahtsız bir çocuğun yaşadığı diye, ben de hemen evlenmiyorum ya… Hem ben daha
sakat kalma korkusu. Henüz on beş yaşında küçük bir on dokuz yaşındayım.’’
çocuk olmasına rağmen dermansız bir hastalıkla bo-
ğuşmaktadır. Doktorların ağzından çıkacak tatlı bir söz, Hastaneden geldiği ve annesinin onu evde çaresizce
cılız da olsa bir ümit ışığı olacaktır Hasta Çocuğa, onun bekleyip sonra dışarı çıktığı ‘’sofanın anlattıkları’’ bölü-
karanlık dünyasına. Sakat bir insan olmayı kabullenmek mü için bile bu kitabı okumalıyız.
kolay değildir. Doktorların ısrarlarına rağmen koltuk
değneğiyle yürümek istemez. Sonrasında acı çekeceği- Sofa dört köşedir: Ortada sokak kapısı, iki yanında bi-
ni bile bile yine de koltuk değneği kullanmaz. rer pencere. Pencerenin yanında bir ot minderi. Minde-
rin yanında yemek masası. Masanın yanında iki sandalye.
Romandaki şu bölüm korkuyu ense kökümde hisset- Bu sofada oturulur, yemek yenir, misafir kabul edilir.
meme ve Yarabbi ‘’Şükürler olsun’’ iyi ki her yerim tutu-
yor dememe vesile oluyor. Benim her girişimde, orada, hareketsiz duruşum, beni
bana gösteren bu çehreye bakmak içindir.
“Vücudunun büyük bir parçasını kaybetmek hayaline
bir saniye katlanamıyorum, içime baygınlıklar geliyor, Ve baktım: Minderde üst üste konmuş iki yastık. (Demek
ellerimle hasta bacağı tutuyorum ve onun ölümünü annem biraz rahatsızlanmış ve buraya uzanmış.) Masa-
kendi ölümümden daha dehşetli buluyorum.’’ nın yanında rafın önüne çekilmiş bir sandalye. (Demek
annem en üst raftan bir ilaç şişesi almış). Ha... İşte masa-
Romanda işlenen temalardan bir diğeri “aşk”tır. Bu nın üstünde bir şişe: Kordiyal. (Demek annem bir fenalık
aşk, on beş yaşındaki Hasta Çocuk ile on dokuz yaşın- geçirmiş.) Minderin üstünde ıslak, buruşuk bir mendil.
daki Nüzhet arasında yaşanır. Nüzhet, emekli bir Pa- (Demek annem ağlamış.)
şa’nın kızıdır. Akraba çocukları oldukları için beraber
büyümüşlerdir. Nüzhet’in Doktor Ragıp tarafından is- Benim de bu şişeye, iki yastığa ve bir mendile ihtiyacım
tenmesinden sonra Hasta Çocuk ile Nüzhet arasında var, ben de kordiyal alacağım, uzanacağım ve ağlayaca-
ğım.
9
RAİF’İN AŞKI:
KÜRK MANTOLU
MADONNA
Muhammed Emin KARAÇUKA
Türk edebiyatının önemli yazar ve şairlerinden olan, 25 la başlıyor. Sonrasında ise ana karakterimiz Raif Bey ile
Şubat 1907’de doğan ve 2 Nisan 1948’de faili meçhul bir tanışmasıyla devam ediyor. Sonrasında ise anlatım Raif
cinayete kurban giden Sabahattin Ali, eserleriyle, edebi- Bey’in defteriyle hız kazanıyor. Kitapta yazar, Raif Bey’in
yatımızın efsaneleşen isimlerinden biri olmayı başarmış- Türkiye’den Berlin’e uzanan yaşamı, Berlin’de yaşadıkları
tır. ve son olarak da Kürk Mantolu Madonna ile tanışmasını
anlatıyor. Kitap ile ilgili yapılacak eleştirilerin başında da
Kürk Mantolu Madonna kitabında Mario Puder ve kitabın çok kısa olması geliyor. Kitabın bu kadar kısa ol-
Raif Efendi’nin aşkını anlatan Sabahattin Ali, bu romanı masından şu ana kadar konuştuğum kimse hoşnut değil.
askerde kolu çatlak bir şekilde yazmış ve çektiği ağrılar- Roman öyle güzel yazılmış ki okumaya başlayınca ken-
dan dolayı koluna sık sık sıcak suyla pansuman yapmış- dinizden geçiyorsunuz, kelimeler peş peşe adeta birer
tır. Kürk Mantolu Manadonna kitabından size biraz bah- inci gibi diziliyor ve size de sadece yanınıza kahvenizi alıp
setmek istiyorum. Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin doya doya bir ziyafet çekmek kalıyor.
Ali’nin en iyisi olarak anılan ve bunu fazlasıyla hak eden
bir romanıdır. Kitap, isimsiz anlatıcının işinden ayrılıp, Aşkın ve çilenin böyle güzel anlatıldığı bu kitabı kesin-
bir arkadaşı vasıtasıyla başka bir yerde işe başlamasıy- likle herkese öneriyorum.
10
MAYIS 2017
Kadrajımdaki
Necatigil
Ömer Faruk Muslu
Temmuz Tikleri
Yanda, altta, üsttekiler
Yirmi yedi daire apartman
Yatmış sanki ölüm uykusuna
Donmuş zaman.
11
Taşlı Yol
Çığlık ve kısık çağrı
Kimi mi çağırdım, bilsem söylerim.
Gün gelir, bırakır, başlar yalnızlık
Ne için, kimdi, bilsem söylerim.
Yaşlanmak, gözyaşları olmadık hüzünlerde
Sızar, görürsünüz çoğunuz
Kıyı köşe, durmayın üzerinde
Gördünüz mü giderim.
12
MAYIS 2017
Arada
Biz unuturuz başka!
Ölümler arada, hatırlatır
Dünyanın malını toplasak da
Bu dünyanın sonu vardır.
13
Hal Tercümesi
Kapalı kaynar tencerem bilinmez,
Et mi pişer, dert mi pişer.
Çağırmadılar ki beraber gidelim,
Gittiler birer ikişer.
14
MAYIS 2017
Meddah İsmet
Meddah İsmet
1851 - 1914
Ünlü meddah ve ortaoyuncusu
Camcı esnafındandı
Ölümünden sonra
Beşiktaş’ta bir sokağa
Adı verildi
Ben de ona benzesem
Dipnot bir kitapta :
Behçet Necatigil
Doğum ölüm yılları
Şair, radyo oyunları yazarı
Öğretmendi
Ölümünden sonra
Beşiktaş’ta bir sokağa
Adı verildi.
15
Eski Sokak
Küçük ahşap bir dizi evlerdi
On yıl önce o sokak.
Sonra geniş caddelere çıktık
Apartman sizden uzak.
Çocuklar orda büyüdü
Orda okula gitti,
Komşunuzduk ama görüşemedik
Hiç vakit yoktu.
16
MAYIS 2017
Panik
Blok apartmanların şahane katlarından
En çalımlı taşıtlara atlıyor.
Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan
Yanında yardakçılar, yaşıyor.
Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,
Dişlilerden kaçıyor.
Fabrika duvarları sağır kale kapıları
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar..
Çullanıyor onların az ekmek sevincine.
17
Travers
Geçer gider koca kompartımanlar
Ve zift üzerimde, dört yanımda vida, somun
Ağır demir raylara ben çakılı
Geçer gider uğultusu çok tez trenlerin
Kalır makas, kalır kara somunlarda tuzu
Alnımdan düşen terin
18
MAYIS 2017
Abdal
Yürür asfalt ovalarda abdal.
Vitrinlerin düşen kepenklerinde
Hep hüzün çeşmeleri: lambalar.
Yüzer gibi önce bir tulum yavaşça
Yanaşır kıyımıza eski diclelerden
Ve fırlar ilk bedevi, dalar çadırımıza.
Nerde bu leylâ, aslı nerde?
Çıkartmalar, yağma ve leylâ!
Vurur ferhat dağlarında abdal-
Bir fener olacak ilerde bir yerde.
…
Ateşin daha yeni bulunduğu çağlarda
Yine böyle yanardı lambalar,
Sonra asfalt ovalarda
Akan seller ve abdal
19
CAHİT ZARİFOĞLU’NUN
ŞİİR ANLAYIŞINA DAİR
BAZI İPUÇLARI
Ömer HATUNOĞLU
Şairler, farklı vesilelerle kendi şiir anlayışlarını ortaya bilmek için sözcükleri kasıp şiiri yorarken bazıları da faz-
koyar. Bazen bir söyleşide bazen bir makalede bazen laca utangaç ve çekingen davranmıştır. Zarifoğlu adeta
de yazılan bir mektupta karşılaşırız bu yaklaşımlara. Hiç bir doktor gibi kimin derdi neyse ona göre bir ilaç hazır-
şüphesiz şiiri dert eden her şairin bir şiir anlayışı var. Ne- lamakta bazen de genç şiir heveskârını acilen ameliyat
cip Fazıl’ın, Behçet Necatigil’in, Attila İlhan’ın… yazdık- masasına yatırarak yoğun narkoz altında yarasına neşter
ları poetik yazılar şiirin inceliklerine dair birçok ayrıntı vurmaktadır. Kiminin sırtını sıvazlayıp yüreklendirirken
barındırıyor. Cahit Zarifoğlu ise şiir yaklaşımını Mavera kimine de adeta “yak şiirlerini ve bu işe yeniden başla”
dergisinin Okuyucularla bölümünde, gelen mektuplara demektedir.
verdiği cevaplarda yer yer ortaya koyar. (Bu mektuplar
Beyan yayınları tarafından Okuyucularla adlı bir kitap Aslında Zarifoğlu’nun bu çabasının altında o yıllarda
olarak basıldı.) Zarifoğlu, bitmez tükenmez bir sabır ve İslami camiadaki eleştirmen açığından ve Anadolu ço-
heyecanla gelen beş yüzden fazla mektuba cevap verir, cuğunun kültür ve sanat ortamlarından uzak olmasının
hem de satır aralarında kendi şiir anlayışını belli eder. vermiş olduğu acemilik ve amatörlüklerden kaynaklanan
Nezaketi ve zarafeti elden bırakmamak ve şiir heveslisi sorunlar yatmaktadır. Zarifoğlu’nun özellikle Âlim Kah-
gençlerin şevklerini kırmamak için çok özen gösterse de raman’ı eleştirmenliğe yönlendirmesinin altında da bu
eleştiri konusunda kimsenin gözünün yaşına bakmaz. ihtiyaç dikkati çekmekte. Bugün edebiyat dünyasında
Edebiyat dünyası için yetenekli gençler arayan Zarifoğlu, Zarifoğlu’ya mektup yazmış ve eleştirilerine muhatap
sanat eleştirisinde merhametin işe yaramayacağını düşü- olmuş birçok kalem var. Bu kişiler edebiyatı, yazmayı bı-
nür. rakmayanlar. Bir de kitapta adı geçmekle birlikte bugün
edebiyatın, sanatın çok uzağına düşmüş ya da sadece
Gelen mektuplardaki şiirlerin bir kısmında yoğun Ne- okur olarak kalmış birçok isim var. Biz, bu çalışmamızda
cip Fazıl etkisi vardır. Kimi çalakalem yazılmış kimi de Zarifoğlu’nun şiir anlayışına dair bazı ipuçlarını yakalama-
çağrışımların rüzgârında savrulup durmuştur. Bazı genç- ya çalışacağız.
ler, kendilerini oldukları noktanın çok üzerinde göstere-
20
MAYIS 2017
Şiire Dışarıdan Bir Gözle Bakmak takılıp gideriz. Bu biraz divan ve hece şairlerinin kafiye-
nin peşine düşmesine benzer biraz da romancıların ka-
Bazen şiirimizin hemencecik yayımlanmasını isteriz. lemlerine hükmedememelerine. Çağrışımlar bazen bizi
Hâlbuki şiir henüz çok sıcaktır ve şiirimize dışarıdan şaşırtıcı ve gizemli iklimlere sürüklese de çoğu kere şiiri
bir gözle bakamıyoruzdur. Şiirin demini alması için bir içten içe çürütür. Zarifoğlu bu konuya parmak basmış:
müddet bekletilmesi gerekir. Ayrıca eserimizi sadece
kendi gözümüzle değil başkalarının gözüyle de oku- “Kendinizi o güzel çağrışımlarınızın eline bırakmadan
mak esere değer katacaktır. Zarifoğlu’ya kulak verelim: ama kendiniz onlara hâkim olarak yazın. Çağrışımlarınız
iyi, ama onlar egemen olmuş ve yazılarınızı elinizden alıp
“Hele (şiirin) üzerinden uzun zaman geçmemişse götürmüş. Çağrışımların yazı normlarına göre mantığı
onu dışarıdan göremeyiz. Oysa şairin arada bir şiirine, olmadığı için, sırf onlardan kurulu eserleri okuyamayız.
hatta en taze şiirlerine yabancılaşarak, uzaktan baka- Onları kendi amacınız içerisinde disipline edin.” (s. 52)
bilmesi, onu işleyebilmesi için gereklidir.” (s. 49)
Klasik, Modernin Emin Bir Kapısı
“Şair şiir yazarken büyük ölçüde kendini şiire terk
etmelidir. Kendinden ama daha çok da şiirden emin ol- Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Âti hatta Garip şairleri
malıdır. Beğendiği bir şairin diyelim ki Necip Fazıl’ın na- aruzu ve heceyi biliyordu. Her ne kadar zamanla serbest
zarını, yazdığı her kelimenin üzerinde görmelidir. Bunu müstezada, Batılı nazım şekillerine ve modern şiire kay-
bir nevi şairin kendini denetleme biçimi olarak söylüyo- salar da şiirlerinde divan ve hece şiirinden gelen ses, mü-
rum. Böylece daha yazarken kendinize güçlü ve iyi şiire zikalite, ahenk, söz sanatları ve güçlü hayaller gibi şiire
yönlendirici bir eleştirmen edinmiş olursunuz.” (s. 50) dair incelikler vardı. Zarifoğlu bu noktaya işaret ederek
“Klasik, iyi modernin emin bir kapısıdır.” diyor:
Şiirin Evi Kalptir
“Klasik türde yazıyorsunuz. Klasik iyi modernin emin
Şiirin çıkış noktası neresi? Şiir, akıl tarafından yönlen- bir kapısıdır.(…) Şiir öğrenilmez, böyle düşünürüm. Ama
dirilmeli mi yoksa sadece duygularımızın güdümünde şiirin araçları öğrenilebilir. Bu dildir, ya da şiir zevkidir.
mi olmalı? Zarifoğlu şiirde aklın rolünü reddetmeden Bunlar eğitimle olabilir. Başka türlüsü ve tabi başarılısı
kalbi ön plana çıkarıyor: doğuşlar’dır ancak. Doğuşun bünyesine şiiriyet ve şiirin
araçları da dâhildir. Doğuş adı üzerinde doğmaktadır.
“Şair kendini büyük ölçüde şiire terk etmelidir de- Yoksa şair, şiirinin kentini zekâ ile kurar.” (s. 54)
dim. Bunu tam anlamıyla açıklayabileceğimi sanmı-
yorum. Şair şiire mutlaka kendi yön vermek istiyorsa Okur Payı Bırakmak
diye bakalım, o zaman şiir, sizin bu şiirinizde de olduğu
gibi, zihne doğru yükselecektir. Yani çıkış noktası zihin Bazı şairlerde her şeyi söyleme takıntısı var. Bu tabi-
olacaktır. Bu ise bence şiire aykırılıktır. Sanırım şiirin attaki şairler okura hiç pay bırakmadıkları gibi şiirleri
evi kalptir ve kalple yazılmalıdır. Zekânın rolünü inkâr yayınlandıktan sonra da türlü izahlar yaparlar. Hâlbuki
ediyor değilim. Bilakis mutlaka gereğine inanıyorum. şair eserini yazarken okura pay bırakmalı, okurun eseri
Buradaki inceliğe dikkat etmenizi isterim. Bu şuna ben- serbestçe yorumlamasına fırsat vermeli. İnsan zekâsı-
zer ki İslam’la mükellef olmak için akıl şarttır, ama iman nın doğal olarak tamamlayabileceği noktaları uzun uzun
akılla değildir.” (s. 50) anlatmaya ne hacet! Şair, ne söyleyecekse eserinde söy-
lemeli, eser kendisinden çıktıktan sonra artık işi okura
Çağrışım Meselesi bırakmalıdır:
Şiir yazanlar bilir, bazen çağrışımlar bizi öyle yerlere “Okuyucu başarılmış bir mısranın yorumunu istemez.
sürükler ki ne diyeceğimizi unutur çağrışımların ardına
21
Okuyucu şairin hatırı için değil, kendi hatırı için (nerdey- de üç kere kullanmış olmanız, şiirinize üç kere irtifa kay-
se) okur. Yani şiire okuyucu payı bırakmalısınız. Selamla- bettirmiş. Bir de son kıtada bir düşüş, çözülme ve hafif-
rımla.” (s. 55) leme var.” (s. 141)
Beklemeyi Bilmek “Şiirlerinizin üzerinde titizlikle çalışmıyorsunuz. Bazıla-
rında, elimizden ilk çıktığı gibi kalsın, şeklinde bir saplantı
Hiç şüphesiz şiirin araçlarını iyi bilen bir şair, ilham gel- var. Aynı şiir üzerinde de sayısız değişiklikler yaparak ça-
mese de şiire benzer bir şeyler yazabilir. Hatta sathi bir lışmayı bir nevi “zül” kabul eden birini bile görmüştüm.
nazarla bu zanaat ürünü şiirin iyi bir şiir olduğu izlenimini Oysa şiiri doğuşlar halinde söylemediğimize göre, onun
de oluşturabilir. Hâlbuki ince işçiliğin yanında ilham yok- “zanaatkârlık” tarafını görmezlikten gelemeyiz. Bir işçi-
sa eser yeterince başarılı sayılamaz. İlhamla zanaatı bir- lik tarafı vardır. Zaman ve sabır isteyen, ilhamı da bunlara
leştirmenin en kolay yolu şiir üzerine aralıksız çalışmayı katmak için alın teri akıtılması gereken bir iş. Toprak sü-
sürdürmekle birlikte ilhamın gelmesini beklemektir. O rer gibi, inek sağar gibi. Yoksa şiir birçok arkadaşın mek-
zaman harika eserlerin ortaya çıkması işten bile değildir. tuplarında ifade ettikleri gibi “oturup karalanan şeyler”
Zarifoğlu bu noktayı vurguluyor: değildir.” (s. 191 )
“Yalnız şunlara da dikkat edin. “Haydi, bir şeyler daha Kelimeleri Yumuşatmak
yazayım.” diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susa-
yınca, acıkınca nasıl anlıyorsak, yazmak anını da anlarız.” Öfke, ilhamı tetikler, kalemi yazmaya kamçılar. Şairler
(s. 68) öfkelendiklerinde adeta beyinlerine ve kalplerine giden
bütün damarlar bir anda açılıverir ve aylardır bir mısra
“Kalemin şiire arzusu olmadığı zaman şiire oturmayın söyleyememiş o şair bir anda doru atlar gibi bir o yana
ve kalemin şiire arzulu olduğu zaman şiiri kaçırmayın. Ta- bir bu yana koşturuverir kelimeleri. Öfkeyle şiir yazmak
mam mı? Selamlarımla.” (s. 142) sakince şiir yazmaktan daha kolay. Belki de bunun fizyo-
lojik ve tıbbi bir açıklaması vardır. Fakat sürekli metafizik
Şiirde İnce İşçilik gerilim ve duyarlık şiiri yormaz mı? Hele de ideolojik me-
selelerle zihniniz allak bullaksa, yumruklarınız sıkılı, dişle-
Özellikle ilhamı güçlü şairler ya da şair adayları ilham- riniz kenetli ve damarınızdaki kan hızlı hızlı akıp, kalbiniz
larına olan aşırı güvenden dolayı bazen işçiliğe, zanaata rayları içen doludizgin bir tren gibi çalışıyorsa o zaman
önem vermemekte, çok yazmakta, yazdıklarının da he- –hele de şiiri yer yer yumuşatabilecek yeteneğe sahip
men yayımlanmasını istemekte. Al sana bıçak sırtı bir du- değilseniz- seçtiğiniz tank misali kelimelerin şiiri yorup
rum daha! İşçiliğe aşırı yönelmek bazen ilham pınarlarını perişan etmesi mukadder değil mi?. Zarifoğlu doğallığı
kuruturken ilhama aşırı güvenmek de şiirde irtifa kaybı- bozan bu duruma dikkat çekiyor:
na, gereksiz tekrarlara, karavana imgelere neden olmak-
ta. Tam burada yapılacak iş şudur: İnce işçilikle ilhamı bir “Bu ve devamlı bir duyarlılıkla şiir bina etmenin imkâ-
çatı altında buluşturmak. Zarifoğlu bu aceleciliğe dikkat nı olamaz. Değil şiirde dostlarınızla sohbet ederken de
çekiyor: olayları böyle sertçe mi ele alırsınız? Sert kelime terkip-
lerin ömrü az. Bunlarla dışarıdaki katılığın derinliğine va-
“Sık sık şiirler geliyor sizden. İsterdim ki iyice emin ol- ramayız ki. O nedenle kalbinizi yumuşatın, ama iradeniz
duğunuz çalışmalarınızı bize yollasaydınız. Yazar yazmaz sert olsun. Kelimelerinizi yumuşatın ama nüfuzunuz kuv-
yolladığınız şiirlerinizde o heyecanlı çabukluklar ve acele- vetli ve derin olsun. Zor olmasa eğer yeni çalışmalarınız-
ler göze çarpıyor hemen. Yer yer başarılı mısralarınız yok da bu nitelikleri görelim. Selamlarımızla.” (s. 206)
değil. Ama bundan ibaret mi kalmalı?” (s. 187)
“Belki farkında değilsiniz ama “ikilem” kelimesi, hem
22
MAYIS 2017
“Düşüncelerinizi öfkeyle söylüyorsunuz. Aynı şiirleri “Bu iki şiirinizde ortaya çıkan ideolojik tavır, şiirinizi pe-
bir kere de şiirin ılıman iklimine çekerek yazmayı dene- şine takar götürürse, onu dar ve sığ bir alanda bırakıve-
seniz.” (s. 59) rir. Ve siz de neden yazdıklarım şiir olmuyor diye düşünür
durursunuz. Şunu demek istiyorum, sanat eseri verirken
İdeolojik Heyecan Şiire Zarar Veriyor peşin peşin oturup ideolojik tavır almaya gerek yoktur.
Her şeyden önce, o zaten vardır. Hayat görüşünüzle bir-
1970’ler sağ sol meselelerinin yoğun olduğu yıllar. Bu likte, seçiminizle birlikte, kaderinizle birlikte vardır, işte
ideolojik kamplaşma hemen her mahallede sanatın bir onu üzerine basa basa şiirinize, hikâyenize giydirmeye
araç olarak algılanmasını doğurur. Fakat sanatın değeri- çalışırsanız, ideolojik acele, sanatı yiyiverir. Bu nedenle
ni bilen farklı görüşteki sanatçılar sanat-ideoloji dengesi- hep sanatı düşünün bir sanatkâr olarak, ideolojiyi değil.
ni sık sık okurlarına hatırlatırlar. Örneğin Nuri Pakdil bu İnandıklarınızın aksini yazacak değilsiniz. İnandıklarınızı
konuya özellikle değinen sanatçılardan biri. Pakdil her sanat eserinde doğrudan doğruya kullanacağınıza, bıra-
zaman sanat kaygısının ideolojiden bir adım önde olma- kın o, hâli tabisiyle eserde kendi yerini alsın.” (s. 105)
sını tavsiye eder. Ya da Attila İlhan. İlhan, sosyalist dünya
görüşünü ve sınıflı toplum teorisini her fırsatta ve basit “Politik heyecan maalesef birçok insanımızda şiir ye-
kurgularla anlatan toplumcu gerçekçi romancı adaylarını teneğini adeta kötürümleştiriyor. Çok sığ bir alana yönel-
Hangi Edebiyat kitabında kıyasıya eleştirir. Bu da göste- tiyor. Şiirin ihtiyacı olan derinlik, sabır, incelik, saflık kay-
riyor ki ideolojik yaklaşımlar hangi camiada olursa olsun boluyor, yerine gelip geçici, kaba bir heyecan kalıyor.”
sanata zarar vermekte. Tabi bu, sanatçının bir düşünce- (s. 200)
sinin olmaması manasına gelmez. Zarifoğlu bu konuya
özellikle eğilir:
23
Şairin Özgüven Sorunu ve anlamlı temasları, dokunuşları ortaya çıkar. Alın bu
şiirinizi, özgür olduğunuza inandığınız bir saatte yeniden
Şair yazdığının arkasında durabilmeli. Bu kolay değil yazın.” (s. 113)
tabi. Ama şu bir gerçek ki üzerinde çalışılan ve ilhamla
yazılan eserlerin arkasında durmak daha kolay. Zarifoğ- Özgünlük
lu yazılan mektuplardaki aşırı ezilip büzülmeleri, bitmez
tükenmez özür dilemeleri özgüven eksikliğine bağlıyor: Alışılmamış bağdaştırmalar keşfetmek, yeni imgeler
“Bize çalışmalarını yollayanların mektupları, paragraf bulmak, yeni ve özgün imajlar yakalamak öyle pek kolay
başına özür dilemelerle dolu. Öylesine çok ki bunlar, asıl iş değil esasen. Bu durum da ister istemez bilinen mal-
anlamları bakımından, alçak gönüllülüğün, gerekli bir zemeyi kullanmaya sevk ediyor şairi. Bu da özgün eser
nezaket tavrının dışına düşüyorlar. Bir ezilip büzülme to- vermeyi ta başından engelliyor:
marı halinde mektuplardaki rahat soluğu tıkıyorlar. Şöy-
le söyleyeyim: Bir şey söylediniz mi onun sorumluluğunu “Bu kalıpların, duygulanmaların ve yaklaşımların hep-
omzunuza alın. Kendi zayıf çelimsiz eserinizi, koruyucu- sini duyduk eskilerde. Onlar için bunun yüksek bir değeri
su olmadan vahşi bir dünyaya yolluyormuş gibi bir nevi vardır. Edebiyat tarihi açısından hatta saf şiir açısından.
panik duygusuyla kaçıp durmayın.” (s. 78) Ama bugün aynı şeyleri söylemek, o eski şiirleri yazmak,
durmaktır. Uzakta kalmaktır.” (s. 98)
Şairin Eserinden Vazgeçememesi
Şiirde Tahkiye
Şiirle uğraşan herkesin yaşadığı bir durum var. Bazen
kötü olduğunu bildiğiniz bir mısra sizin evladınız oldu- Tahkiye hem klasik şiirimizde hem de modern şiirde
ğu için bir türlü vazgeçemezsiniz ondan. Sonuçta aylak, başvurulan bir yöntem. Yer yer çok başarılı örneklere
haşarı, muzır hatta katil zanlısı da olsa sizin çocuğunuz. rastlamak mümkün. Fakat Zarifoğlu her vesileyle anlatı-
Halbuki şair gözü kara olmalı. Eğer bir mısra, şiire zarar sallığa başvurulmasını doğru bulmuyor.
veriyorsa onu çürük bir dişi söküp atar gibi atabilmeli.
Bakalım üstat bu konuda ne diyor: “Şiiri hikâye ederek, bir şeyleri hikâye ederek yazıyor-
sunuz. Bir zaman bir yerde işe yarayabilir bu. Ama bu,
“Okuyun bu şiirinizi, bakın monoton bir tıngırtıdan baş- şairde huy halini almamalı. Aşağıya ilk şiirinizden alaca-
ka bir şey yok. Mutlaka, yazarken seziyordunuz bunu, hiç ğımız bölümler bu zayıflıktan oldukça arınmış olanlar.”
olmazsa bize yollarken hissettiniz, düşündünüz de ama (s. 168)
emeğinizden vazgeçemediniz. Bakın işte şair için bir dar-
boğaz. Elinizden çıkmış bazı satırlar size kendini şiir diye Zarifoğlu’nun Mavera okurlarının mektuplarına cevap
kabul ettirmeye çalışıyor da bile bile oyuna geliyorsanız, olarak yazdığı yazıların bir kısmından büyük sanatçımızın
onlardan vazgeçemiyorsanız, bilin ki şairliğinizin nefsani- şiir anlayışına dair bazı ipuçları yakalamaya çalıştık. Bu
yet yüzdesi fazla.” (s. 113) örneklerden de anlaşıldığı gibi şiir hiç şüphesiz ilhamla
yazılan, ince işçilik gerektiren, gereksiz bir kelimeyi bile
“Adı geçen şiirinizde, şiirin damarları düğümlenmiş. kaldırmayan bir sanat. Şiir adeta sıratta yürümek gibi.
Akış yok. Şiir her adımda tıkanıyor. Demek ki bu şiirinizi Her adım ayrı bir risk. İnce eleyip sık dokumak gerekiyor.
alacaksınız, balkona çıkıp sofra bezi gibi silkeleyeceksi- Yazdıklarımızı hemen yayımlatmamak, bir müddet bek-
niz. Üzerinde yirmi yıl uyunmuş bir döşek gibi havasız ve letmek de isabetli bir yol. Zarifoğlu’nun bu eleştirileri o
tortop olmuş kullandığınız malzemeler. Birbirinden ayrı yıllardan bugüne dek şiir serüvenine çıkanlar için bir fe-
düşmüşler, sıkışmışlar ve üst üste yığılmışlar. Oysa hal- ner gibi adeta.
laç atınca pamuğu, bir uçtakilerin öteki uçtakilerle ince
Şarkî Dergisi / 1.sayı / Mart 2017
24
MAYIS 2017
Bir Üç Bir İki Bir Beş
Meçhul ADAM
Fotoğraf: Ahmet TUTAŞ
Islak revakların gölgesinde
Bir tutam perçemli kavak gibi
Zihnimden düşmesini bekliyorum benliğime
Fesleğenlerin hafiften burnuma
Tüten kokusu dolduruyor gözlerimi
Ellerimi boşluğa uzatınca
Düşen kar tanelerini
Bir başına sayan çocuk gibi
Kalabalık bir kasabada
Yalnız başıma yine
25
Hafıza
Aralık - Ocak
İsmail Onur Gürçay
9 Ocak 1990 yılında İstanbul’da 59 yaşında vefat eden,
Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm,
Yalnız işitme duyusu kalır ortada.
Asya kentleri yürür dururlar,
Höyükler burnumda hızma.
diyen, edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Cemal Süre-
ya idi. Tomris Uyar onun için şöyle demiştir, “Tanıdığı kaç kişi
varsa, o kadar Cemal Süreya vardır. Hepsi değişik. Belki temel
ögeleri aynı kalıyor: politikaya, edebiyata, espriye tutkusu, ça-
lışkanlığı, dürüstlüğü… Çok değişken biri. O yüzden ben bir
tane Süreya biyografisi düşünmem. Üç tane yazılabilir. Üç tane
apayrı.”
1873 yılının Aralık ayında İstanbul’un Fatih ilçesinde doğan,-
veterinerlik ve öğretmenlik yapan,
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi.
26
MAYIS 2017
diyen İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif Er- O bahar hayatı süslerken?
soy’du. Onun için Hakkı Süha Gezgin; ‘’Mehmet
Akif’i ilk defa Enver’in evinde görmüştüm. Balkan Şimdi yalnız, önünde boşluklar
Savaşı’nda vatanın uğradığı felakete şiirleriyle tek
başına ağladığı günlerde idi. Her hafta bir başka Düşünür hep o ayrılık demini...
mersiyesini ana toprağının bir yarasına sarıyordu.
Herkesin sustuğu, dillerin tutulup kalemlerin uyuş- Pek bunaldıkça aldatır, oyalar
tuğu bu facia ortasında o ruhun ve vicdanın ilahi bir
meşalesini eline almıştı.’’ Süha Gezgin’’ Şair Akif bü- Bu çiçeklerle reng-i matemini.
yük bir varlıktır, ama insan Akif’in büyüklüğünü dile
sığdırmak çok güç. İnsan Akif bir engindir.’’ Hakkı diyen edebiyatımıza önemli katkılar sağlamış olan
Süha, Akif’in dili için sanki balmumudur. Söz onun Tevfik Fikret’ti. Halit Ziya Uşaklıgil onun hakkında;
sanat potasında su gibi erir ve kalıplanırken hiç pot ‘’İstanbul’dan çıkmamış, Galatasarayın dört duvarı
vermez. Bundan ötürüdür ki onun üslubundaki pü- arasında mübhem emeller besledikten sonra haya-
rüssüzlüğü görenler, Davud’un mucizesini hatırla- ta çıkınca onu hayalinden o kadar uzak görmüştü
tırlar. O, sesinin yakıcı ahengiyle demirleri yumuşa- ki Babıali’de ciğerlerine muvafık bir hava bulama-
tıp zırh yaparmış, Akif’in elinde de söz o hale gelir, yarak boğulacağına hükmetmiş.’’ demişti. Cenap
der. Şehabettin; ‘’ Pazularını görenler Fikret’i pehlivan,
ellerine bakanlar prens sanırlardı!’’ demiştir. Orhan
Seyfi ise; ‘’ Müze yapılan Aşiyan’ın kapısına ‘ Buraya
herkes girebilir, yalnız Haluk’a yasaktır!’ levhası as-
malıyız.’’ demiştir.
Hakkı Süha ise; ‘’ Büyük bir kalabalık ona taşkın
bir sevgiyle bağlanıp övdü, başka büyük bir kalaba-
lık da başka başka bahanelerle sövdü.’’ der.
24 Aralık 1867’de Osmanlı Devleti sınırları içerisin- 5 Ocak 1975’te 70 yaşında Ankara’da hayatını kay-
de doğan, beden,
Yine birlikte toplamışlardı
On gün evvel bu hoş çiçeklerden
Seni ey mevt! Kim hatırlardı
27
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazaca-
ğım.
diyen ‘Bayrak şairi’ olarak tanınan Arif Nihat As-
ya’ydı.
Yaşadığı zamanlarda pek çok şairin hışmına uğra- 14 Ocak 1944’te 74 yaşında İstanbul’da vefat
mış eden,
ve şu rubaisini yazmıştır;
Aylar yıllar çilemdir dolacak Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Fetvamı yazanlar dövünüp saç yolacak Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Tırnakla kazıyanlar adımı Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Bir gün yeniden yazmaya mecbur olacak. Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Halil Soyluer; ‘’ Onun adını hiç kitaplardan tırnak- Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
la kazımanın imkanı mı vardır. Arif Nihat Asya usta-
mız, öldükten sonra da yaşayan şairlerimizin başın- Derileri çatlak, bağrı kapkara,
da gelir.’’ der. Halil Soyluer; ‘’ İstanbul’ daki Hilton
Oteli içinde de bir rubaisi vardı. Bu lüks ve çok pa- Sağ elinin nasırında bir yara.
halı otelin kapısından girmişliği yoktu, hocanın. Bu
espri içinde oteli ne de güzel anlatmıştı bize: diyen Milli Edebiyat akımının öncü şairlerinden olan
ve ‘Milli Şair’ denen Mehmet Emin Yurdakul’du.
Bir kafileyiz, zavallıdan yoksuldan Hakkı Süha onun için; ‘’ ‘Beranje’yi’ Fransızlığın
en cana yakın şairi yapan sadelik bizim Mehmet
Üstün yaratılmış n’idelim kul kuldan Emin’imizde de var. Kıyamet hükümlerimizi zaman
çerçevesi içinde vermeliyiz. Mehmet Emin, hayatın-
Seyretmede İstanbul’u Hilton’dan el da nasıl bir ihtirası yenerek bütün gücünü Türklüğe
harcamışsa, sanatını, sanatkarlığını da yine o uğur-
Biz seyrederiz Hilton’u İstanbul’dan.’’ da feda etmiştir.’’ der.
28
MAYIS 2017
Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır parantez
O şimdi kitaplarda bir isim bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları
Behçet Necatigil
2 Ocak 1852’de İstanbul’da dünyaya gelen, Aralık ve ocakta doğmuş ya da ölmüş olan bu şa-
Yıldızsız bir geceydi irlerimizi dergimizin Hafıza ismini verdiğimiz bölü-
Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim münde bizi etkileyen dizeleri ile anmak istedik. Bu
Sürgündüm çok uzaklardaydım, şairlerimize Türkçeye sağladıkları katkıdan dolayı
ve Türk dilini dizeleri ile ölümsüz kıldıkları için çok
teşekkür ediyoruz.
Ve gözlerindi sürgün sebebim.
diyen Abdülhak Hamid Tarhan’dı. Abdülhak Ha-
mid’e hem yaratılış hem de ömrü güler yüz göster-
miştir. Dedesi Abdülhak Molla 2.Mahmud ile Ab-
dülmecit Han’ın hekimliğini yapmıştı. Dedesi şairdi
ve eczanesinin üstüne; ‘’ Ne ararsan bulunur derde
devadan gayrı’’ dizelerini yazacak kadar hakima-
ne bir tevazuya sahipti. Ataları böyle olan Hamid,
Bebek’te doğdu, Çamlıca’da serpildi. Çamlıca için;
‘’ Bu yerlerde doğan bir şair olmak pek tabiidir.’’
dizesini söylemiştir. Edebiyatımızda eski yeni kav-
gasında eskiciler ‘’nakafi (kafi değil)’’ sözüne sataş-
mışlardı. ‘’Arapça bir kelime ile Acemcenin na’sı yan
yana gelir mi a cahil?’’ diyorlardı.
O vakit Hamid, muhteşem bir şiirine nakafi’yi redif
yaptı ve ; ‘’ Bugün ben yazdım, elbette yazar ahfad
nakafi.’’ hükmüyle zamanın alnını mühürlemiştir.
29
ARANAN
ADAM
Osman ÇETİN
Hızlı adımlarla ilerliyordu. Önüne bakmadan, hızlı hız- zete ve dergilerdeki yazılarıyla toplumu okumaya teşvik
lı… Gözleri sadece asfaltı görüyor, etrafından süzülen ediyordu. İnsanların hayatlarının okuyarak, keşfederek,
insanlardan haberi olmadan, kaçar gibi gidiyordu kalaba- düşünerek geçmesi içindi bu çabası. Kitapların tozlu raf-
lığın içinden. Şehrin en kalabalık caddesi olan bu yoldan ları arasında dolaşırken bir adama rastladı. Kısacık soh-
hayalet gibi geçiyordu. İnsanlar esiri oldukları makinele- betten sonra hemen eve gidip bu adam hakkında bir yazı
re kölelik ederek yollarına devam ederken o, bu kadar yazmayı düşünerek çıktı kütüphaneden. Birkaç adım iler-
kölenin arasında özgürlüğe kavuşmuş bir hür idi adeta. ledi ki adını bile öğrenemediği adamın numarasını alıp ir-
Ne elinden düşüremediği bir alet vardı, ne de beynine tibat halinde olmak istedi. Çünkü kütüphaneye gelen her
zincir vurulmuş bir köleydi o. Akşam olmak üzereydi. insan onun için çok önemliydi. Geri döndü ancak adam
Güneş veda ederken evine varmıştı. Işıkları açtı, hiç vakit yoktu. Görevliden adamın gittiği haberini alınca evine
kaybetmeden geçti masanın başına. Kalemini aldı eline. döndü. Bu adam gibilerin az olduğunu anlatan bir maka-
Bir müddet bekledi, bekledi ve bekledi… İçinde bir his ki le yazdı. Başlığa ‘’Aranan Adam’’ ismini vererek dikkatle-
ilk defa bu kadar darlanmıştı. Her akşam elinde bir ahenk ri üzerine toplayacağını düşünüyordu. Birkaç saat önce
ile kayıp giden kalem, bugün istemiyordu sanki kağıdın yazmaya mecali olmayan kalem şimdi müthiş bir maka-
üzerinde süzülmeyi. Bu akşam bir başkaydı. Daha fazla lenin son noktasını atıyordu. Ertesi gün bu yazıyı gaze-
manasızca oturmak istemediğini düşünerek kalktı ma- teye götürdü, yazı diğerlerinin takdiriyle karşılanıyordu.
sanın başından. Paltosunu kaptı hemen atladı dışarıya. O adamla karşılaşmak ümidiyle kütüphaneye gitti ancak
Bomboş ve ıssız sokaklarda yürümek haz duyduğu bir yine kimsesizliğin sessizliğiyle donanmış kütüphaneyle
şeydi. Kütüphanenin önüne geldi ve içeri girer girmez karşılaştı. Aradan birkaç gün geçmişti. Sabah kalkar kalk-
her zamanki gibi hayal kırıklığına uğradı. Kalabalıktan maz yine o adamla karşılaşmak ümidiyle kütüphanenin
rahatsız olmadığı hatta hoşnut olduğu yerin bomboş yolunu tuttu. Geldiğinde ise inip kalkan kepçelerle karşı
olması pek üzüyordu onu. Koca kütüphanenin bu kadar karşıya kaldı. O toz bulutunun arasında ise mülk sahibi
boş olması, toplumun kitaplara karşı olan tutumunun en olarak ‘’Aranan Adam’’…
açık örneğiydi. O ise gerek yazdığı kitaplarıyla, gerek ga-
30
MAYIS 2017
Hiçlik
Fatih Nazmi TÜYSÜZ
Ellerinle örtemezsin ki güneşi
Gözlerinle hapsedemezsin ki karanlığı
Kulağınla dinleyemezsin ki insanları
Kalbinle hissedemezsin ki onsuzluğu
Tek başına duramazsın ki karanlıkta
Kırık kalple yürüyemezsin ki hiçlikte
Kafa tutamazsın ki hislerine
Olamaz ki hayallerin gerçekte
Bakamazsın ki gözlerinle ona
Hissedemezsin ki nefesini nefesinde
Dayanamazsın ki onsuzluğun yalnızlığına
Varamazsın ki sabahın ilk ışıklarına
Fotoğraf: Ahmet TUTAŞ
31
HİKAYE OKUMAYI
ÖZENDİREN BİR KİTAP:
HAYAT GÜZELDİR
Muhammed Emin KARAÇUKA
Dünya’da ve Türkiye’de en çok ilgi gören Genç aşıklar işi ağırdan alıyor. Biri bir devlet
edebi tür romandır. Bunu sokakta bir röpor- dairesinden, öteki bir lokantadan çıkıyor. Oğlan
taj yaparak ya da satış rakamlarına bakarak da memur, kız garson.
görmek mümkün tabi. Yazmayı seven genç ya-
zarlar da en çok romana ilgi gösteriyor. Herkes sığınaklara girip kapılar kapanınca or-
talığı derin, gergin bir sessizlik kaplıyor. Etrafta
Hikaye de uzun yıllar romanın gölgesinde sokak köpeklerinden başka kimse yok.
kaldı, bazı zamanlarda yükselişler olsa da ro-
man hep ilk sırada hikaye ise romanın gerisinde Genç aşıklar hem devlet dairesine, hem lokan-
kaldı. Ama artık bu kurallar geçerli değil çünkü taya yakın olan, ulu ağaçlar ve çiçeklerle süslü
hikaye alanında çok başarılı yazarlarımız var. bir parka gidiyor.
Bunlardan biri de Mustafa Kutlu. Mustafa Kut-
lu 6 Mart 1947’de Erzincan’da dünyaya gelmiş Uçaklar şehri bombalamaya başladıklarında
önemli Türk yazarlarından. iki sevgili oturdukları bankta birbirlerine sarılıp
ne zaman evleneceklerini konuşuyorlar, sağa
Hayat Güzeldir, Mustafa Kutlu’nun en güzel sola düşen bombalara aldırış etmeden doğacak
eserlerinden. Bu kitabın içerisinde 21 tane bir- çocuklarına isim arıyor. Bombardıman ne kadar
birinden güzel hikaye bulunuyor. Hikayeler çok uzun sürerse onlar için o kadar iyi, çünkü birlik-
uzun olmamasına rağmen okuyucuya vermek teler. Bu fırsatı başka zaman yakalamaları zor.
istediği mesajı çok iyi şekilde iletiyor.
Sonra sirenler çalıyor ve bombardımanın sona
Yazar kitabın adında da söylediği gibi anlattı- erdiğini haber veriyor. Kapıları açılan sığınaklar-
ğı hikayelerde hayatın güzelliklerinden bahse- dan insanlar geldikleri gibi aceleyle çıkıp işlerine,
diyor. En sıkıntılı anlarda, her şeyden vazgeçti- evlerine geri dönüyor. Genç sevgililer için ayrılık
ğimiz zamanlarda Allah’a sığınıp karamsarlığa vakti.
düşmememiz gerektiğini anlatıyor.
Hikayenin sadece şu kısmı bile sizin bu kitabı
Kitapta çok güzel hikayeler var ama bana alıp okumanız için bence geçerli bir sebep.
sorarsanız en iyileri: Sırılsıklam, Profesyonel,
Nöbetçi Aşık hikayeleridir. Yarabbi, bana çekeceğim yükten fazlasını
verme, bizi hastalıkla, açlıkla yoklukla imtihan
Şimdi Sırılsıklam hikayesinden bir bölümü si- etme(S.19)
zinle paylaşmak istiyorum:
Hayat zordu, fakirdik. Çocuktuk biz.(S.91)
İkinci Dünya savaşı. Sürekli karamsar bakanlara hayatta güzel şey-
ler olduğunu , sürekli pozitif ve güzel bakanlara
Naziler bir kenti bombalıyor. da bu hayatta acı şeyler yaşandığını hatırlatacak
bir kitap. Hayatın bu iki yüzünü bize bu kadar
Uçakların geldiği haber alınınca sirenler çalı- berrak ve güzel bir şekilde anlatan Mustafa Kut-
yor ve kent halkı çocuklarını alıp koşarak sığı- lu’yu da tebrik etmek lazım. Bence bu kitabı alıp
naklara giriyor. okumalısınız.
32
MAYIS 2017
Birazdan Gün Doğacak
Meçhul ADAM
Karanlık gecede ateş böceği misali
Korkuyla kol kola umutsuzluğa aldanma
An gelecek, hüznünü bir çantaya tıkıştır
Bil ki ey çocuk elbet birazdan gün doğacak
Yarınsız günlere yetecek mutluluğu al
Bir müddet duraksa, bir düşün hayallerini
Kalbinin, bütün yollarına, çağır sevinçle
Unutma çocuk elbet birazdan gün doğacak
Kayda değer hisleri barındır benliğinde
Maziyi atıp, ansızın koşma geleceğe
Ardındaki yalnızlığına son bir kez seslen
Korkma ey çocuk elbet birazdan gün doğacak
Şimdi semaya savur hayali uçurtmanı
Karanlık geleceğe çal artık kalemini
Esaretinizi anlat o zavallılara
Ağlama çocuk elbet birazdan gün doğacak
33
EDEBİYATLA DOLU BİR HAYAT:
ALİ HAYDAR HAKSAL
Halil İbrahim AKSEN
16 Mayıs 1951 yılında Bingöl, Yaylıdere’ye bağlı Has- öyküsü ile mansiyon alan yazarın öyküsü gazetede ya-
köy’de doğar. İlk eğitimini babasından alır. Çocukluk yıl- yımlanır. Diyarbakır’da Çile adlı bir dergi, yarışma düzen-
ları köyünde geçer. O dönemler için köy yerinde edebi- ler. Bu derginin yarışmasına da katılır ve mansiyon ödülü
yattan, okuma-yazmadan bahsetmek zordur. Ali Haydar alır.
Haksal kentten babasına gelen gazeteleri ara sıra okur.
Babası eğitmendir. O yüzden ilkokul öğretmeni babası- Lisedeyken okulun çoğu faaliyetlerine katılan Ali Hay-
dır. 1960 yılında babası hakkın rahmetine kavuşan yazar, dar Haksal, o yıllarda bir tiyatro ekibinin içinde bulunur.
5 yıl okula ara vermek zorunda kalır. 1971 yılında Elazığ 1975 yılında edebiyatla dolu, okuma-yazma ile geçen lise
İmam Hatip Okuluna başlar. Edebiyata ilgisinin İmam yılları son bulur.
Hatip Lisesindeyken başladığını, kendisi bir söyleşisinde
şöyle aktarır, ‘‘Benim yetişme dönemim daha çok öykü Ali Haydar Haksal 1975 yılında Erzurum Atatürk Üni-
ve şiir merkezli oldu. Elazığ’da İmam Hatip Okulunda versitesi İslami İlimler Fakültesine ön kayıt yaptırır. Bu sı-
okurken, bir öğretmenimiz vardı. Türkçeciydi. Beni bir rada Bilecik’in Bozhöyük ilçesine bağlı bir köyüne imam
kitapevine götürdü. Orada, Üstad Necip Fazıl’ın ‘’Ruh olarak atanır. Maddi durumlardan dolayı okul ile imamlı-
Burkuntularından Hikayeler’’ kitabını, şiir kitabı ‘’Çile’’yi ğı birlikte götürmeyi düşünür. Türk Dili ve Edebiyatı bölü-
, Üstad Sezai Karakoç’un ‘’Allah’a İnanmak ve İnsanlık’’ mü puanlarını açıklayınca, bu bölüme kayıt yaptırabilece-
adıyla o zaman çıkardığı küçük ebatlı bir kitabı ve benze- ğini öğrenir. Bingöl’den çok zor şartlarda Elazığ’a gelir,
ri kitapları ve Diriliş Dergisini aldırmıştı. 1969’da Yahudi- ordan da Erzurum’a geçerek bölüme kayıt yaptırır.
lerin Mescid-i Aksa’yı yaktığı o dönemle ilgili yazdığı ‘Êy
Yahudi’ isimli bir şiiri vardı. O şiir benim hayatımda çok Okumayı çok istediği edebiyat bölümüne kayıt yaptırır.
etkili oldu. Diriliş dergisinde öyküler vardı. Bu yolla Bü- Ancak maddi durumundan ötürü okul ile imamlığı birlik-
yük Doğu’yu, Necip Fazıl’ı tanıdım. Büyük Doğu dergile- te götürmek ister. Orhan OKAY ve Şerif AKTAŞ hocaları
rini alırdım.’’ derslerde devam istedikleri için izin vermezler. İkisine
birlikte götüremeyeceğini anlayan Haksal, okulu bırak-
Bu kitaplar Ali Haydar HAKSAL’ın yazarlığında ve ya- maya karar verir. Bu esnada hem fotoğrafçılık yapan
zılarında etkili olur. Çünkü, bu kitaplar şiir nasıl yazılır, hem de Edebiyat fakültesinde okuyan Konyalı Mehmed
öykü nasıl yazılır sorularının birer cevabı niteliğindedir. diye bilinen bir öğrenci Haksal’a yardımcı olur. Konyalı
Mehmed’in Orhan Okay hocayla konuşmasından sonra
Lise yıllarında edebiyat dergilerinin çoğunu takip eden Haksal’a 75 lira burs bağlanır. Yine Konyalı Mehmed, Va-
yazar, Varlık dergisini ve Varlık Yayınlarından çıkan kitap- kıflar Müdürlüğü ile görüşerek öğle yemeği için ona ye-
ları da maddi imkanları el verdiği oranda almaya çalışır. mek kartı çıkarır. Böylece maddi sıkıntılar giderildiği için
Hikaye ve şiir çalışmaları olanca hızıyla devam eder. Yeni okula devam eder.
Asya gazetesinin açmış olduğu şiir ve hikaye yarışması-
na katılır. Bu yarışmada mansiyon ödülü alır. 1973 yılında Üniversite arkadaşlarının bazıları akademisyen, bir bö-
Milli Gazete’nin açtığı hikaye yarışmasında ‘Tıkırtı’ adlı lümü yazar ve şair olur. Bunların arasında Rıdvan Canım,
Kadir Atlansoy, Mehmed Törenek, Zöhre Bilgegil, İsken-
34
MAYIS 2017
der Pala(Pala ile 1 yıl aynı sınıfta okurlar, sonra Pala İstan- nı verir. İstanbul’a döndükten sonra Cahit Zarifoğlu bir
bul Üniversitesine geçer) gibi kişiler yer alır. mektup gönderir. Mektubunda 5 öyküsünü Mavera’da
yayımlanacağı haberini verir. Ancak şiirleri hakkında bir
Erzurum yılları bir anlamda Ali Haydar Haksal için ol- şey söylemez. Bu olay ya da yönlendirme, Ali Haydar
gunlaşma, pişme dönemidir. Edebiyat alemine yavaşça Haksal’ın şiiri bırakmasına ve öyküye yönelmesine se-
girer. Bu zamanlarda sıkı bir okuma-yazma sürecine gi- bep olur.
ren Haksal’ın üniversiteyi bitirdiğinde bir şiir ve bir de
öykü dosyası hazırdır. 1981 yılında askere gider. Askere gittiğinde evlidir. As-
kerde iken bir günlük tutar. Askerdeyken dergi ve gaze-
1979 yılında üniversiteyi bitirmiştir. Üniversiteyi bitirin- te gibi yayınlara ulaşmak zordur. Haksal da çoğu yazar
ce İstanbul’a yerleşen yazar, kardeşleriyle birlikte bir aile gibi bu konuda sıkıntı çeker.
şirketi kurarlar. Bir yandan da yazmaya devam eder.
1987 yılında Yedi İklim dergisini kurana kadar öyküleri
Alim Kahraman’la önceden arkadaştırlar. Alim Kah- Mavera’da yayımlanır. Haksal öykülerini ve edebi değer-
raman, Rasim Özdenören’in ‘Gül Yetiştiren Adam’ adlı lendirmelerini Yedi İklimde yayımlarken, güncel yazıları
romanı hakkında detaylı bir çalışma yapmıştır. Şakir da Milli Gazete de yayımlanmaya devam eder.
Kurtulmuş bu yazının Mavera’da yayımlanmasını önerir.
Bu vesile ile Haksal, Ankara’ya gider. Ankara’da, Akabe Öykü, eleştiri, inceleme, deneme, roman, gezi ve araş-
Kitapevinde Cahit Zarifoğlu ile tanışır. Daha sonra Mave- tırma çalışmaları süren yazarın çok sayıda yayımlanmış
ra’nın bürosunda Rasim Özdenören ve Erdem Beyazıt öyküleri, romanları, monografi eserleri mevcuttur.
ile tanışır. Haksal bu görüşmede şiir ve öykü dosyaları-
35
RÖPORTAJ:
USTA ÖYKÜCÜ
ALİ HAYDAR HAKSAL:
‘‘Hala okumayı sürdürüyorum,aynı tempoda’’
Konuşan: Halil İbrahim AKSEN
Hocam, ilk olarak bize öğrencilik yıllarınızdan biraz yazdıkları bana göre gerçekliğe uygun değildi. Köy haya-
bahseder misiniz? Neler okuyordunuz o yıllarda? Yazı- tını anlatıyorlardı ama bir gerçeklikleri yoktu ya da eksik
yor muydunuz? yanları veya taraflı bakışları vardı. Ben köy çocuğuydum,
çobandım, çiftçiydim, toprak ile meşguldüm. Onların an-
Okula geç yaşta başladım. Ortaokul 1. sınıfa 17 yaşımda lattıkları bütüncül değildi, bunu fark ettim.
başladım. Okuma tutkum çoktu. Okulun kütüphanesine
dadandım. Batı klasiklerini ve doğu klasiklerini, okula ge- Rasim Özdenören, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ile Cahit
len çeşitli dergiler vardı, onları okudum. Yetmedi, harç- Zarifoğlu’nun öyküleri ruhuma daha çok hitap ediyordu.
lığımı kitaba harcadım. Sürekli okudum. Kitap ayrımım Çok okudum. Okudukça yazmaya başladım. Yerel gaze-
yoktu. O dönemde sağ sol gerilimi vardı. Bunları göz telerde şiir öykü ve fıkralarım yayımlandı. Milli Gazete
ardı ettim. Benim için kitap önemliydi. Örneğin Maksim Hikâye yarışması açtı, katıldım mansiyon aldım. İlk öy-
Gorki’nin Ana, Knut Hamsun’nun Dünya Nimeti, Jack küm “Tıkırtı” Milli Gazete’de yayımlandı. O zaman ileti-
London’ın Martin Eden ve daha birçok eseri okudum. Ya- şim çok zordu. Ancak mektupla olabiliyordu. Daktilomuz
zarları önemsedim tabiî. Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Ka- yoktu, yazar gönderirdik. Başka gazetelerde şiirlerim ve
rakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu gibi öykülerim yayımlandı. Başlangıç böyle oldu.
yazarların bütün eserlerini okudum. Yaşar Kemal’in İnce
Memed romanının iki cildini dört günde okudum bitir- Edebiyat dergilerinin sıkı takipçisiydim. Büyük Doğu,
dim. Bin sayfayı aşkındır iki cildin toplamı. Bekir Yıldız’ın Diriliş ve Edebiyat dergilerini o zaman almaya başladım.
da öykülerini okudum. Ama eleştirel bir gözle. Onların Varlık, Hareket ve diğer dergileri de aldım. Benim için ni-
telik önemliydi.
36
MAYIS 2017
İnsan, dert sahibi
değil gibi. Aslında çok
dertli ama salt kendi
derdiyle ilgili sadece.
Sınırlı bir dünya.
Bencil.
Öykülerle ilk nasıl ve ne zaman tanıştınız? İlk öykü- Hocam, Aradan Geçen Uzun Yıllar kitabınızda genel
nüzden bahseder misiniz? olarak büyük kent yaşamıyla ilgili sorunlar var. Bu ko-
nuyu biraz açar mısınız?
Okulumuzda açılan bir öykü yarışmasında ikinci oldum.
O öykümde köyümde yaşanmış bir olayı anlatmıştım. Modern dünyanın bir kentinde yaşıyoruz. Büyük bir
Konusunu şimdi unuttum ne olduğunu bilmiyorum. Mil- kuşatma altındayız. Ayaklarımız toprağa değmiyor, ba-
li Gazete’de yayımlanan ‘Tıkırtı’ adlı öykümde Marksist şımızı kaldırdığımızda yükselen betonarmeler arasında
düşüncenin ve batıcı düşüncenin içimizi kemiren kurtlar gökyüzünün az bir kısmını görüyoruz. Güneş üstümüze
olduğunu düşünmüş, ağacı kemiren kurtlara benzeterek vurmuyor. Gece yıldızları göremiyoruz. Daralan bir dün-
bir öykü yazmıştım. yada kapana kıstırılmış gibiyiz.
Rus edebiyatındaki öykü ve romanlar beni etkilemişti İnsan, dert sahibi değil gibi. Aslında çok dertli ama
ilk dönemde. Örneğin, Anton Çehov beni çekmişti. Di- salt kendi derdiyle ilgili sadece. Sınırlı bir dünya. Bencil.
riliş ve Edebiyat dergilerinde sözü geçen ya da çevirisi ‘‘Bunu benim açmam yerine okur olan sizlerin bir şeyleri
yapılan bir yazarın öykülerine yöneldim. Modern Fran- görüp sezmeniz gerekemez mi?’’ diyesim var.
sız yazarlarını okudum o sıralarda. Sartre, Camus, A. De
Exsupery gibi. Benim için önemli olan kitaptı. Tercüman Bu kentlerin doğası yok, kuşları yok, ağaçları yok, in-
gazetesi bir seri başlattı. 1000 Temel eseri sırayla aldım, sanlar teknolojinin kumpasında. Sokakta yürüyecek, oy-
okudum. Varlık yayınlarının hemen hemen bütün kitap- nanacak yer bulamıyor çocuklar. Arabalardan geçilemi-
larını, bulabildiklerimi aldım. Eksiklerini işaretliyordum, yor. Araçların püskürttüğü kokulardan soluk alamıyoruz.
nerede bulsam alıyordum.
Üniversite yıllarımda daha da genişlettim okuma alanı-
mı. Sürekli kitap aldım ve sürekli de okudum. Hâlâ oku-
mayı sürdürüyorum, aynı tempoda.
37
İnsanların ellerinde modern teknik araçlar, kimse ba- İnsanın gözü kendisinden başkasını görmüyor. Çıkarını
şını kaldırıp etrafına bakmıyor. İnsanlar ne yapıyor, ne önceliyor. Mal ve dünyalık istifliyor. Bunu yaparken kör
ediyor umurunda değil. oluyor. Sadece kendini düşünüyor. Acımasızlaşıyor. Baş-
kalarının hakkını gasp ettiğini bile düşünmüyor. Varsa
Toplu bir araçta insanlara dikkat edin kim ne yapıyor? yoksa kendisi.
Elinde kitap bulunan insan sayısı veya yüzdesi ne kadar.
O zaman ne dediğimiz anlaşılır, değil mi? Korkunç bir tüketim var. İnsan israfı, zaman israfı,
eşya, nesne israfı. İnsan her geçen gün kendini acımasız-
Hocam insanın iç âleminde yaptığı yolculuğu kuyuya ca tüketiyor ama farkında olamıyor.
benzetiyorsunuz. Karanlık bir kuyuya… O kuyuda neyi
arıyorsunuz? O kuyuda yolumuzu bulmamızı sağlayan Çok karmaşık ve bir iyimserlikten söz edemiyoruz, üzü-
fenerler nelerdir? lerek.
İnsanın içi karanlık kuyu değil. Yaşanmakta olanlar ve Okumayan, düşünmeyen, merhamet etmeyen, hak
dünya insanının sürüklendiği uçurum, kördüğüm ya da gözetmeyen insanların dünyasında yaşıyoruz ne yazık ki.
kuyu. İçinden çıkılamıyor, bocalıyor. İnsanın iç dünyası, Kuyu, dibi olmayan, görülemeyen uçurum.
kendisi farkında olsa çok zengin ve uçsuz bucaksız. An-
cak giderek daralan ve giderek sıkışan bir insan dünya- Hocam zaman kavramının birçok tanımı var. Herkes
sından söz ediyoruz. için farklı anlamlar ifade ediyor. Zaman kavramının siz-
deki karşılığı nedir?
İnsan kendisinin hem yol aydınlatıcısı hem karartıcısı.
Bu biraz da içinde bulunduğu ortam, edindiği ruh hali, Zaman, insanın yaşadığı geride bıraktığı süreci, içinde
düşünce bilinci ve bakışıyla ilgili. İşin zor yanı da bu. İnsa- bulunduğu anı, gecesi, gündüzü. Bütün anları.
nın kendi kendinin farkına varabilmesi sorunu. Bu karma-
şada zor görünüyor ister istemez. Zaman kutludur, ona hakaret edilmez, ona sövülmez.
Çünkü onu yaratan Allah. İnsana sunan ve onda var ol-
38
MAYIS 2017
maya çalışan insan için. Onu anlamlı kılan da insan, an- Zaman bende sonsuz
lamsız kılan da. İnsan, zamanı sorgulayacağına kendisini ve çok değerli. Bir anı bile
sorgulamalı önce, hesaba çekmeli. boş geçirilmeyecek kadar
kıymetli. Biliyoruz ki israf
Zaman bende sonsuz ve çok değerli. Bir anı bile boş edilen zamanın hesabı da bize
geçirilmeyecek kadar kıymetli. Biliyoruz ki israf edilen sorulacak, sorgulanacağız.
zamanın hesabı da bize sorulacak, sorgulanacağız. Biz Biz dünyayı boşa geçirmek,
dünyayı boşa geçirmek, zamanı havaya savurmak için zamanı havaya savurmak
gelmedik. Zamanın ve kendimizin hakkını vermek için için gelmedik. Zamanın ve
geldik. Zaman bize emanet. kendimizin hakkını vermek için
geldik. Zaman bize emanet.
Biz bu zamandan sorumluyuz. Bugünün insanından,
eşyasından ve yaratılan bütün nesnelerden. ulkner, Balzac, Proust ve daha niceleri. Bizde henüz ye-
terince bir romandan söz edemiyoruz.
Zamanı ışıtan da karartan da insan.
Bizde roman şöyle ya da böyle. Ahmet Hamdi Tanpı-
Evet belki en zor soru buydu… nar, Peyami Safa, Orhan Kemal, Yaşar Kemal veya di-
ğerleri sizin ruhunuza ne kadar hitap ediyor, edebiliyor.
Bu soru sorulunca insan ister istemez kendini sigaya Keyifle, düşündürerek okutabiliyor mu? Dilini ve ruhunu
çekiyor, sorguluyor. Ben zamanın ve sorumluluklarımın kavrayabiliyor musunuz?
hakkını veriyor muyum, vermiş miyim ki böylesine öğüt-
lerde bulunuyorum? Elbette bunları kötülemek küçük düşürmek için ifade
etmiyorum. Önemli eserlerdir bunlar. Ancak ruh dünya-
Bu sorunun muhatabı önce benim, sonra gene benim, mız ile ne denli örtüşüyor, sorun burada.
daha sonra gene ben.
Müslümanız, bu topraklarda bu kültür coğrafyasında
Ey anlatıcı önce sen etrafını ışıt, yol ver yol aç! Diyesi- yaşıyoruz. İnsanımızın ruhunu tam yansıtan romanlar
yim. var mıdır? Köylümüz, işçimiz, emekçimiz, bilgemiz, cami
cemaatimiz, ev kadınımız, sokaktaki insanımız?
Hocam son olarak günümüzde biz gençlerde okuma
alışkanlığı pek yok. Hikâye, romana göre daha az oku- Okuduklarımız bizde ne çağrıştırıyor, bizi nereye götü-
nuyor. Bizlerin hikâye okuma alışkanlığını arttırmak rüyor, ona bakarız.
için, hangi hikâye ve hikâyecileri önerirsiniz?
Roman, öykü, şiir fark etmiyor ki. Okuma oranı çok dü-
şük. Bir kere şunu gözetelim, reklâma dayalı, sermayenin
meydanlara sürdüğü, bilborlarda yer alan romanlardan
söz ediyorsanız onlar tüketim için pazarlanan nesneler.
Amerika’da Bestseller türü. Bunlar biraz da gönül eğlen-
dirmek zaman tüketmek içindir. Daha doğrusu zamanı
tüketmek içindir onlar. Dünya kültürü için onları hiçbir
önemi yoktur. Gelip geçicidir. Onlar roman olmaktan
çok duygulara dönük, sömürücü, avutucu şeyler. Büyük
romanlardan söz edecek isek Dostoyevski, William Fa-
39
Fotoğraf: Ahmet TUTAŞ
Gece Yarısı
Oğuzhan SÖĞÜTLÜ
Uykumuzun gelmediği saatler bunlar Yüreğimin soğuması gerek.
Gecenin bir yarısı İliklerime kadar işle ey rüzgar!
Boğazımızda yetmiş düğüm Mısralarım haykıra haykıra çıksın
Birbirine bağlı Düğümlenmiş boğazımdan
Her biri bir caddeye bağlı Gece böceklerin ötüşü,
Sokağa, sahile, bakkala, lokantaya Eşlik ediyor ıssız yolda.
Dökülmüyor hiçbiri dile İşte yine geliyorum hikayemin başlangıcına
Çetin bir hengamenin ortasında
Dökülmüyor ah, temiz gözyaşları
Büzüşmüş yaprak sayfaları Çocuk gibi
Ciltler yazılabilecek kelimeler Haksızlığa uğrayan mazlum gibi
Çay içerken okumak yerine Ama o kadar da yalnız ağaç gibi
Bulunduğu yerin sıcaklığı vuruyor Kuytularda ter atarak
İlerliyorum bir başıma
Yüzümün her bir milimine Yalnız bırakanların inadına…
Biraz daha es ey rüzgar!
40
MAYIS 2017
BİN BİLSEN DE
BİR BİLENE SOR
Osman ÇETİN
İnsan, hayata gözlerini bilgiye susamış olarak açar. sında, her kelime sonunda sadece kendilerinin bildiğini
Gün geçtikçe bilgisini arttırmak ve hayatı daha iyi yaşayıp düşünürler. Söyledikleri çoğu zaman anlaşılmaz, saçma
daha iyi kavramak için merak duygusuyla farklı macera- cümleler kalır geriye. Hem kendileriyle düzgün iletişim
lara atılır. Bir göz açıp kapamayla seneler geçince, insan kurulmasına mani olurlar hem de çevresindeki insan-
bilgiye erdiğini düşünerek bilgisini -doğru yahut yanlış ların gözündeki itibarını kaybederler. Zaten genellikle
olarak- saçmaya başlar. Kimi insan bilgisi olmadan ya da göz boyamak ve parmakla gösterilen kişi olmak isterler.
çok az bilgiye sahip olduğu halde bilgi iletmeye çalışır. Doğru bilgi edinmek ve aktarmak yerine gösterişi, göz
Kimi insan ise öğrendiği bilginin hakkını vererek, doğru boyamayı tercih ederler. Bir üstünlük çabasıyla alçalma-
bilgi aktarımını gerçekleştirir. Hayatın sürüp gitmesi için, yı başarırlar. Ve bununla gurur duyarlar. Halbuki onlar
bilgi aktarımı şart!.. ne yaptıklarının farkında bile değildir. Çoğu zaman göz
doldurmak bir yana dursun gözden düşerler. Bize düşen
Yaşam, bilgi üzerine kuruludur. Bizler de yeni şeyler ise hafif ihtarlarla onları uyarmak ve gerçek bilinç sahibi
öğrenme ümidiyle bilgi peşinde koşarak geçiririz ömrü- toplumu oluşturmaktır.
müzü. Ancak bazı insanlar vardır ki gurur ve egosunun
hakimiyeti altına girerek böbürlenmeyle geçirir hayatını. Atalarımız ‘‘Bin bilsen de bir bilene sor.’’ demiş. Çok
Her şeyi bildiğini sanıp, bir şey bilmediğinin farkında ol- bilmişlik yapmayıp, hiç bilmiyormuşuz gibi daha çok bilgi-
mayan insanlardır onlar. Bu tür insanların elbette bir ta- ye talip olmalıyız. Bunu yaparken de edindiğimiz bilgile-
kım bilgiye sahip olduğu aşikardır. Ancak onlar; bilmediği rin karşılığını vererek bilgimizi talep edene aktarmalıyız.
bir konu hakkındaki cahilliğini dışa vurarak tatmin olur. Bu alışverişi üstünlük sağlamak, övünmek için değil halis
En doğru bilginin kendinde olduğundan başka bir şey niyetle gerçekleştirmeliyiz. Küçük görmeyi, ego sevgisini
kabul etmez onlar. Her konu hakkında, her sohbet ara- bırakıp insanlara gerçekten faydalı olmak ümidiyle...
41
SÖZDEN YAZIYA
MASALLAR
Ümit Yaşar ÖZKAN
Sözlü kültürün hükmünü sürdürdüğü zamanlarda Eflatun Cem Güney
masallar anlatıcıların belleğinde yaşıyor, varlıklarını
bellekten belleğe aktarılarak sürdürüyorlardı. Böylece Masal atası Eflatun Cem, halk masallarını yeniden ya-
zaman ve mekân içinde hareket ediyor, yayılıyorlardı. zarak sanat masalına dönüştürmüştür. Onun folklorik
Sonra zamanla sözlü kültür hükmünü yitirmeye ve in- malzemeyi sanatkarca işleyerek yeni metinler ortaya çı-
sanoğlu artık hatırlaması, bilmesi, anlatması gereken kardığını söylemek mümkündür. Bir Varmış Bir Yokmuş,
her şeyi yazılı olarak kaydedip saklamaya başladı. O Gökten Üç Elma Düştü, Evvel Zaman İçinde… Dileyenler
zaman masalları da kaybolmadan sözden yazıya geçir- Evvel Zaman İçinde adlı kitaptan Anadolu’nun Kül Kedisi,
mek elzem oldu. Sırmalı Pabuç masalını okuyabilirler.
Dünyada bu işin öncüsü olan Grimm kardeşler, Al- Tahir Alangu
man halk masallarını derlediler, topladılar ve kültürel
belleğin bu en önemli anlatılarını kaybolmaktan kurtar- Keloğlan masallarının birçok farklı baskısı vardır. Ama
dılar. Bizim coğrafyamızda da bu işi üstlenenler oldu. benim tavsiyem onları Tahir Alangu’nun dilinden oku-
İşte masallarımızı sözlü kültürden yazılı belleğe akta- manız. Bambaşka Keloğlanlarla karşılaşacaksınız. Billur
ran en önemli kahramanlardan bazılar ve onların der- Köşk Masallarını ve Kediler Padişahı kitaplarını da ekle-
ledikleri masal kitapları: yelim okuma listemize.
Pertev Nail Boratav Yücel Feyzioğlu
Halk edebiyatının farklı alanlarında çok önemli araş- Türk dünyasının ne kadar zengin bir masal coğrafyası
tırmalar yapmış olan değerli bir akademisyendir Bora- olduğunu bize gösteren masal dedemiz. Bu coğrafyayı
tav. Onun masal derlemeleri, Zaman Zaman İçinde, Az karış karış gezerek Özbek, Tatar, Azeri, Türkmen, Tuva,
Gittik Uz Gittik ilgilisi için kıymetli kaynaklardır. Merak Hakas… masallarını derleyen ve bugünün çocuklarına
edenler Zaman Zaman İçinde adlı kitabından Anado- ulaştıran bir kahraman Feyzioğlu. Hâlâ okumaya, araştır-
lu’nun Pamuk Prensesi Nardaniye Hanım’ın masalını maya, yazmaya ve anlatmaya devam ediyor.
okuyabilirler.
42
MAYIS 2017
Bir Şey
Kaybedilince
Anlaşılır mı?
Ahmet Kaan YAVUZ
Her insan hayatında elbet bir şeye önem verir. Ya mişsin. Ama onu kaybetmemek de senin elinde. Onu sa-
peki bunu bilir mi? Hiç sorar mı ki kendine, “Ben neye hiplenmek de, koruyup kollamak da, hayatının en önemli
önem veririm?” diye. İçindeki sahiplenme ve arzulama anlarını paylaşmak da bizlerin ve sizlerin ellerinde. Şim-
duygusunun tek sahibi kim veya ne diye? di herkes bir düşünse, “Neye önem veririm?” diye. İşte
o zaman bulursun onu. Kimilerin değer kıldığı o şey bir
Hayatı yaşamak için onu anlamak ve hissetmek ge- eşyadır ya da üstünlüğünün büyük olduğu o yüce varlık
rekir. Onun sana sunduğu bu ortamı dolu dolu yaşamak olan insan. Ne fark eder? Bizler onu kaybetmeden ona
gerekir. İçinde sana karşı uyguladığı bu güzelliklerin de- yetişmeli ona sımsıkı sarılmalıyız. Her kötü duyguyu silip
ğerini bilmek gerekebilir. Nerede bizim o insanımız, sert atmalıyız hayatımızdan, paçavra gibi bir kenara. Çünkü
kabuğunun altındaki pamuk vicdanlı o insan? Yok mu? o hayatta senin başına gelen belki de değerli tek şeydir.
Bu kısacık fani ömürde önemsediği veya önemsendiğini Neyi ne zaman senden koparır belli olmaz. “Bir şey kay-
bildiği birileri veya bir şey yok mu? Bu soruların yanıtları bedilince anlaşılır.” sözünü kaldırmak bizlerin ellerinde.
herkesin körelmekte olan o vicdanında saklı.
Hepimiz tutsak değerlerimizin elinden de bu sözü
İnsan bir şeye önem verir. Fakat ona gereken değeri “Bir şey sahiplenince anlaşılır” olarak değiştirsek. İşte o
veremez bir türlü. Hep yanında olsun ister ama ondan zaman herkes adım adım kalbine sevgi aşılar, aşıladıkça
uzaklaşır. Niye, sevdiği şeylere değer vermez? Kaybet- karşısındaki insanı anlar. Herkesin birbirini anlamasıyla
meyi mi bekler? Ne anlamı var? Yok, değil mi? Acının sana da sulh sağlanır…
adım adım bulaştığı zaman keşkelerinin yüzüne bir tokat
gibi vurduğu zaman anla ki sen hayatında birini kaybet-
43
çizgi Muhammed Bahri ÇELEBİ
44