The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by i, 2017-04-06 14:55:47

I. İlişkisel Sosyal Bilimler Kongresi Özet Kitapçığı

Pierre Bourdieu Sosyolojisinde "Dünyanın Sefaleti"nin Yeri: İlişkisel
Sosyoloji Perspektifinden Bir İnceleme
Halil İbrahim KILIÇ1

Bu çalışmada, Pierre Bourdieu’nün Dünyanın Sefaleti adlı eseri, sosyal
bilimlerde disiplinlerarası araştırma pratiği ekseninde incelenmiştir.
Pierre Bourdieu sosyolojisinde, Dünyanın Sefaleti adlı çalışması çok
özel bir konumda yer almaktadır. Dünyanın Sefaleti, Bourdieu ve
yönetimindeki ekibinin Fransa’da üç yıl boyunca gerçekleştirdikleri
mülakatlara dayanmaktadır. Bourdieu ve ekibinin bu çalışmadaki amacı,
neoliberalizmin altında “acı çeken, kaybolup giden, ötekileştirilen”
insanları konuşturmak, söz hakkını onlara vermektir. Dünyanın Sefaleti’ni
Bourdieu sosyolojisinde özel ve farklı kılan özelliklerden biri, diğer
çalışmalarının aksine bu çalışmasında epistemolojik ve metodolojik açıdan
farklı bir yol izlemesidir. Örneğin gerçekleştirilen görüşmeler, üzerinde
bir içerik analizi vb. bir teknik uygulanmaksızın doğrudan çalışmaya
aktarılır. Çalışmanın bir özelliği de, çalışmanın “siyaset yapmanın başka
bir biçimi” olarak sunulmasıdır. Bourdieu bu çalışmasında, yine diğer
çalışmalarından farklı olarak neoliberalizm ve küreselleşme eleştirisi
üzerinden siyasal alana müdahalelerde bulunmaktadır. Dünyanın Sefaleti,
sosyal bilimlerde disiplinlerarası çalışmalar için esin kaynağı olabilecek,
bu tür çalışmalara metodolojik bakımdan önemli katkılar sağlayabilecek
bir kaynaktır. Bu çalışmada, Dünyanın Sefaleti örneği temelinde, diğer
sosyal bilim gelenekleri ve Bourdieu’nün diğer kaynakları referans alınarak
disiplinlerarası çalışmanın imkânları sorgulanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Pierre Bourdieu, Dünyanın Sefaleti, Disiplinlerarası
Araştırma, Neoliberalizm
1Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Soyoloji Anabilim Dalı,
[email protected]

48

Televizyon Programlarının Gerçeklilik ve Gerçekdışı Arasındaki Yeri:
Jean Baudrillard’ın Teorisi Işığında Televizyon Programlarına Bir
Eleştiri
Fazilet Ahu ÖZMEN AKALIN1

Kitle İletişim Araçlarının günümüz toplumlarında boy göstermesi ve etkin
hale gelmesiyle birlikte, toplumsal yapılar değişim göstermeye başlamış
ve insanların yaşam tarzları, düşünceleri de bu değişimden etkilenmeye
başlamıştır. Özellikle tüketim toplumlarının bir nesnesi haline gelen kitle
iletişim araçları, başta televizyon olmak üzere, insanları farklı yaşadıkları
gerçek hayatın ötesine götürmekte, gerçek ve gerçekdışı arasında bir
düşünce dünyasına sürüklemektedir. Televizyonda yayınlanan eğlence
programlarının kitleler tarafından büyük ilgi görmesi, Türkiye’nin sosyolojik
yapısının değişimi hakkında bilgi vermekte ve insanların gördükleri
resimlerden kendilerine nasıl bir dünya kurdukları hakkında bize bilgi
vermektedir. Özellikle Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ın eleştirdiği bu
sanal dünya, toplumlar üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmakta, toplumları
bilgi ve düşünümsellikten uzaklaştırmaktadır.
Söz konusu sunumda, Türkiye’de gitgide yaygın hale gelen televizyon
programlarının insanları nasıl bir sanal dünyaya hapsettiği, gerçek olan ve
olmayanı ayırt etme özelliğini yitiren bir topluma doğru götürdüğü ve bu
tüketim toplumun özelliklerine üzerine değinilecektir.

Anahtar Kelimeler: Jean Baudrillard, Sanal Dünya, Kitle İletişim,
Toplumsal Değişim, Düşünümsellik
1Yard.Doç.Dr., Yeditepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü,
[email protected]

49

“Marco Polo’nun Yolu Dirmit’e Düşerse?: Kentin Çeperinde Kadınlık
Sınavları" İzmir - Karabağlar Üzerine Sınırlı Bir Çalışma
Ayşe ÇANDIR1

Bu çalışmada, toplumsal cinsiyet ve kentsel mekanın kullanımı arasındaki
ilişki belirli bir bağlama oturtularak ele alınmaktadır. Çalışma, Italo
Calvino’nun Görünmez Kentler adlı eserinden ve Latife Tekin’in Sevgili
Arsız Ölüm adlı kitabından yola çıkarak şehrinçeperinde yaşayan kadınların
kentsel mekanı kullanmada karşılaştıkları fiziksel ve sosyal bariyerleri ele
almayı amaç edinmiştir. Calvino’nun Görünmez Kentler adlı eseri, Marco
Polo’nun Kubilay Han’a anlattığı her biri birer kadın ismi olan kentlere
yaptığı seyehatlerini konu edinir. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm adlı
eseri ise Dirmit adlı kz çocuğunun Kayseri’nin Bünyan kasabasına bağlı
Karacefenk köyünden ailesi ile İstanbul’a taşındıktan sonra yoksulluğun
kıskacında kente tutunma hikayesini konu edinir. Bu çalışmada ise İzmir’in
Karabağlar ilçesine bağlı Günaltay Mahallesi, Marco Polo’nun henüz
gitmediği Dirmit isimli kent olarak kabul edilmiştir. Araştırma Bourdieusian
perspektif ve feminist kentsel coğrafya okulu ışığında şu sorulara yanıt
aramaktadır: 1) İzmir’de kadınların kentsel mekanı kullanımında engeller
var mıdır? 2) İzmir’in dezavantajlı semtlerinde kadınların kentsel mekanı
kullanımlarında ne gibi eşitsizlikler söz konusudur? 3) İzmir’in dezavantajlı
semtlerinde yaşayan kadınlar yerel yönetimlerce sunulan kentsel
hizmetlerden eşit olarak yararlanmakta mıdır?. Çalışma kapsamında “kadın
dostu kent” kavramından yola çıkılarak sorular hazırlanmıştır ve Günaltay
Mahallesi’nden 15 kadın ile derinlemesine görüşmeler yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kadın Dostu Kent, Feminist Kent Teorisi, Yerel
Yönetimler
1Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı,
[email protected]

50

XI. OTURUM

Kıvılcım ROMYA BİLGİN
Savaş ve Strateji İlişkisinin Yeni Görünümü: Stratejik Anlatı

Erkan IŞIKTAŞ
Osmanlı-İran Devleti Arasında İmzalanan Posta Sözleşmesi
Üzerine Bir Değerlendirme

Sidar ÇINAR
Özgür ücretli kadın işçiler: Akrabalık Ekseninde Kadınların
Çalışma Deneyimleri

Savaş ve Strateji İlişkisinin Yeni Görünümü: Stratejik Anlatı
Kıvılcım ROMYA BİLGİN1

Savaş, doğası gereği insana ve topluma bağımlı bir olgudur. İnsanın hem
obje hem de süje olarak yer aldığı bu olguda insanın, dolayısıyla toplumun
oynadığı rol savaşın karakterini de belirleyebilebilecek bir güce sahiptir. Bu
nedenle savaşan taraflar için kitlelerin zihinlerini ele geçirebilmek savaşta
başarıya ulaşırken stratejik bir gerekliliktir. Özellikle son 25 yıldır savaşın
değişen karakterinde önemini iyice gösteren medya ve bilgi teknolojileri
gibi savaş tarihi içerisinde görece yeni olan unsurlar savaşlarda oynadıkları
rolle kitlelerin zihinleri, tutumları, davranışları nihayetinde politik
tercihlerinin önemini daha da ortaya koymuştur. Bu önem beraberinde
kitlelere ulaşırken savaşan taraflar için bir avantaj olarak kullanılabilecek
“stratejik anlatı” olgusunu gündeme getirmektedir.
“Savaş, politikanın başka araçlarla devamıdır” şeklinde Clausewitz
tarafından özetlenen savaş özelinde mesele ele alındığında stratejik
anlatı, savaşın nedenlerine ve yürütülen politikaya ilişkin desteği artırmak
amacıyla belirli tutumlar ve davranışlar geliştirmek amacıyla kullanılan
değerli bir araç haline gelmektedir. Bununla birlikte, savaş yapmayı suç
olarak gören Tilly'nin perspektifinden özellikle son yıllarda ABD'nin Irak
ve Afganistan savaşlarında kamuoyları nezdinde meşruiyet için stratejik
anlatıyı kullanması ve NATO'nun stratejik anlatıyı misyonların başarısı için
bir ölçüt haline getirmesi savaş olgusunu ele alırken stratejik anlatının
tartışılmasını zorunlu hale getirmektedir. Taliban ve El-Kaide gibi devlet dışı
aktörlerin stratejik anlatı üzerinden hareketlerine yerel destek sağlamaları
ve stratejik anlatıyı örgütlere katılım için araçsallaştırması savaş ve stratejik
anlatı ilişkisine ilişkin tartışmalara yeni bir boyut getirmektedir.
Bu noktadan hareketle stratejik anlatının hem devletler hem de
devlet dışı aktörler tarafından medya ve bilgi teknolojileri aracılığıyla nasıl
kullanıldığı meselesine ilişkin meşruiyet ve iktidar kavramları üzerinden
yürütülecek bir tartışma literatüre katkı sağlamanın yanı sıra farkındalık
yaratmak açısından gereklidir.

Anahtar Kelimeler: Savaş, Strateji, Anlatı, Politika, Meşruiyet
1Yrd.Doç.Dr., Başkent Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım,
[email protected]

52

Osmanlı-İran Devleti Arasında İmzalanan Posta Sözleşmesi Üzerine Bir
Değerlendirme
Erkan IŞIKTAŞ1

Bu araştırmanın konusu, 19. Yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı ile
İran Devleti arasında tesis edilmesi düşünülen posta hizmetleri için
1883 yılında hazırlanan sözleşme metninin içeriğinin incelenmesi ve
değerlendirilmesidir. Ayrıca, söz konusu posta hizmetlerinin tesisinde
etkili olan siyasi ve iktisadi unsurların rolünü ortaya koymaktır. Tarih bilimi
araştırmalarının doğasına uygun olarak doküman incelemesi yöntemiyle
gerçekleştirilen bu araştırmada, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda
yapılan incelemeler sonucunda, konuyla ilgili toplamda 12 adet belge
tespit edilmiştir. Bu belgelerin günümüz Türkçesine transkripsiyonu
yapıldıktan sonra içerik bilgisi analiz edilmeye çalışılmıştır. Yapılan analizler
ve incelemeler sonucunda çeşitli bulgulara ulaşılmıştır. Bu çerçevede
Osmanlı-İran arasında tesis edilmiş olan posta hizmetlerinin sosyal, ekonomi
ve siyasi açıdan önemi ortaya konulmuştur. Aynı zamanda bu hattın hangi
güzergâhlar üzerinde seyredeceği, taşınan malların güvenliğini sağlamak
için zaptiye teşkilatından nasıl faydalanacağı, taşınan malların zarar görmesi
ya da kaybolması halinde uygulanacak işlemlerin neler olduğu, bu mallar
üzerinden ne kadar vergi alınacağı ile ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşılmıştır.
Bununla birlikte bu araştırmanın, 19. yüzyılda Osmanlı-İran ilişkileri üzerine
yapılacak olan tarih araştırmalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı, İran, Posta Hizmetleri
1Siirt Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
[email protected]

53

Özgür Ücretli Kadın İşçiler: Akrabalık Ekseninde Kadınların Çalışma
Deneyimleri
Sidar ÇINAR1

Güneydoğu Anadolu’da kadınların işçileşme süreçleri ile ilgili oldukça
sınırlı bir bilgiye sahibiz. Bu bölgede yaşayan kadınların konu edildiği
sınırlı sayıdaki araştırmada kadınların aile içi konumları, evliliğin kurulması
aşamasındaki karar verme kapasiteleri, politik katılımları üzerinde
durulmaktadır. Dolayısıyla Güneydoğu’da kadınların yaşam deneyimleri,
daha spesifik olarak da işgücü piyasasındaki deneyimleriyle ilgili akademik
çalışmalar açısından çok önemli bir boşluğun olduğu söylenebilir. Bu
araştırma ile söz konusu boşluğun doldurulmasına katkı sunulması
hedeflenmektedir.
Kadın işçilerin emek güçleri, gelirleri ve hareketlilikleriyle ilgili karar
verme kapasiteleri bölgenin ataerkil yapısının içinde şekillenir. Bu yüzden
çalışmanın amaçlarından birisi Güneydoğu’nun işgücü piyasasına dair
özgünlüklerini anlayabilmektir. Örneğin çalışma açısından önem taşıyan
sorulardan birisi “namus” kavramının kentsel zeminde nasıl yeniden
üretildiğidir. Çünkü namus kadınların emek güçleri ve hareketlilikleri
üzerindeki kontrolün araçlarını üreten dolayısıyla kadınların işgücü
piyasasındaki konumlarını belirleyen önemli bir etkendir. Kadınların
günlük yaşamlarını şekillendiren namus kavramı bunu oluşturan aile ve
akrabalık ilişkilerinden ve bu ilişkilerin yarattığı akrabalık ideolojisinden
ayrı düşünülemez. Bu yüzden bölgeye dair ele alınacak diğer bir özgünlük
geniş aile ilişkilerinin yarattığı daha genel bir toplumsal zeminde ve akraba
olmayanları da içerecek şekilde toplumsal katılımla işleyen “akrabalık
ahlakının” kadınların evin dışında çalışmaya başlamasıyla hangi söylemler
ve kurallar üzerinden yeniden üretildiğidir.
Araştırmanın amacı kadın işçilerin emek güçleri, hareketlilikleri, gelirleri
ile ilgili karar verme özgürlükleri, karar verme özgürlüklerine getirilen
sınırlandırmalar, kadınların bunlara karşı aldıkları tavırlar, geliştirdikleri
stratejileri anlamaktır. Bunun için Mardin’de satış görevlisi olarak çalışan
kadınlarla nitel araştırma yöntemlerinden derinlemesine mülakat tekniği
kullanılarak saha çalışması yapılmaktadır. Derinlemesine mülakatlarda,
kadınların çalışma yaşamlarının hikayeleri, ailelerinin çalışmaya başlama
sürecindeki etkileri, çalışma yaşamları üzerindeki kontrolleri ve bunlara
karşı kadınların geliştirdikleri yöntemler, çalışan kadın olmanın toplumsal
konumları üzerindeki etkileri, kadınların kendi gelirleri üzerindeki
kontrolleri, aile içi hiyerarşik ilişkilerdeki konumlarında değişimler,
dönüşümler üzerine sonuçlara ulaşılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Özgür Ücretli İşçi, Satış Görevlisi Kadınlar, Kadınların
Karar Verme Özgürlükleri, Mardin, Ataerkil Pazarlık, Akrabalık
1Yard.Doç.Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
İktisat Bölümü, [email protected]

54

XII. OTURUM

Hüseyin ÇELİK
İlişkisel Sosyoloji Temelinde Günümüzde Televizyon Dilinin
Oluşumu: TRT1 Haber Bülteni Örneği

Esra GÜLEÇ
Orta Sınıfların Gündelik Hayatta Yeniden Üretimi: Tüketim
Kalıpları ve Çalışanlarla Kurulan İlişkiler

Engin SARI
Bir Kültür Politikası Olarak Yayıncılığı İlişkisel Bir Modelle
İncelemek: Türkiye’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı Örneği

İlişkisel Sosyoloji Temelinde Günümüzde Televizyon Dilinin Oluşumu:
TRT1 Haber Bülteni Örneği
Hüseyin ÇELİK1

Günümüzde televizyon dilinin oluşması sürecinde geleneksel pratikler,
siyaset, ekonomi, kültür gibi şeyler tek başına etkili olmamaktadır.
Televizyon dili, tüm sosyal olayların ilişkisel etkileşiminden meydana
gelmektedir. Bu nedenle televizyon dilinin bütünü ilgilendiren bir ilişkisel
sosyoloji perspektifinden ele alınması gerekmektedir. Bu bakış açısı
televizyon dilinin meydana gelmesinde süreçsel, bağlamsal ve akışkan
dinamiklerin tümünü göz önüne alan, bunların hepsini birleştiren ilişkisel
bir analizdir. Tözcü anlayışa göre dil, özneler arası ile bilgi arasında bir
ilişki sonucu oluşturulmaktadır. Dünyaya bakış açımızı belirleyen dil,
bu anlayışa göre, gündelik hayatımızı karşılayacak boyutta gelişir ve
yerleşir. Fakat dil bunun ötesinde sosyal gerçekliği meydana getiren her
şey ile ilişkiye girerek biçimlenir, olgunlaşır ve gelişmeye devam eder.
Tözsel düşünme biçimleri, dilin doğuştan bir nitelik olduğunu, insanların
sentez yetenekleriyle olaylar arasında ilintiler ve bağlantılar kurarak dili
inşa ettiklerini söylemektedirler. Oysa dil, gündelik hayatta, dinamik
toplumsal süreç içerisinde inşa edilir. Dili meydana getiren aktörler bunları
etkileşim içerisinde oluştururlar. Bu nedenle dilin ilişkisel ontolojiye uygun
epistemolojik ve metodolojik yaklaşımlarla incelenmesi gerekmektedir.
İnsanlar, bu etkileşimler çerçevesinde görüntülü ağ şebekeleri tarafından
kuşatıldıklarından dolayı davranışları etkilenmekte ve dil bu davranışlar
çerçevesinde belirlenmektedir.
Sosyal bilimlerin en önemli epistemolojik özelliği, doğa bilimlerinin aksine,
açık sistemler içinde bulunmasından dolayı belirleyici bir inşa yapılmasının
imkansız olmasıdır. Bundan dolayı özellikle televizyon dilinin oluşmasında
determinist bir ilişki çerçevesinde bir rehberin veya tamamlayıcı kitabın
oluşturulması mümkün değildir. Bu çerçevede bildiride televizyon dilinin
mevcut ilişkilerle oluştuğu kadar, sosyo kültürel, tarihsel ve ekonomik
güçlerin düşünce ve eylemlerinin bir araya gelmesiyle, birbirleriyle
etkileşim halinde oluştuğu iddiasından hareket edilmiştir. Bildiride yöntem
olarak hermenötik temelli bir realist perspektif ile televizyon dilini meydana
getiren ilişkiler anlaşılmaya çalışılmıştır. Veriler TRT1 haber bültenlerindeki
konuşmalardan elde edilmiş ve televizyon dili bu kaynak ele alınarak
açıklanmıştır. Sonuçta televizyon dilinin sadece sosyal olmaktan çok
ilişkisel ve dönüşümler çerçevesinde ve belirli mekanizmalar içerisinde,
toplumsallık imkânı dâhilinde gerçekleştirildiği değerlendirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: İlişkisel Sosyoloji, Tözsel Anlayış, Televizyon Dili,
TRT1 Haber Bülteni
1Doç. Dr., İstanbul Arel Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı
Bölümü, [email protected]

56

Orta Sınıfların Gündelik Hayatta Yeniden Üretimi: Tüketim Kalıpları ve
Çalışanlarla Kurulan İlişkiler

Esra GÜLEÇ1

Çalışan ile işveren arasındaki sınıfsal farklılıklar, aradaki sömürü ilişkisi ve
bunun nasıl kurulduğu üzerine bir literatür var olması bir yana; bu çalışma,
sınıf karşılaşmalarını -emek-sermaye çelişkisinden daha az görünür olan
ve daha az bahsedilen- farklı bir perspektiften, çalışan-müşteri ilişkisi
açısından ele almayı hedefliyor.
Hizmet sektörünün genişlemesi ve müşteri memnuniyetinin önemli bir kâr
girdisi haline gelmesiyle; emeğini hizmet olarak satanlar ile hizmet satın
alarak tüketenler arasında kurulan birebir ilişkiler, sınıf karşılaşmalarına
dönüşüyor ve hizmet alanı, sınıfın yeniden üretildiği bir alan haline
geliyor. Müşterinin tüketim sürecini “sorunsuz” biçimde sonlandırması
için, çalışanın duygu-beden kontrolüne yönelik stratejilerin geliştirildiği
sektörde, yüzyüze iletişim süreci; sınıfsal aidiyetler, roller ve duygu
durumlarına “uygun” biçimde yapılandırılıyor. Bir ürün/hizmet satın alma
işlemi, bu eylemden daha fazlasını ifade ettiği ölçüde; satın aldığı hizmetle
birlikte çalışanı da satın alma ve duygusal-sembolik olarak onu sömürme
hakkının bahşedildiği müşteri karşısında, müşteriyi her açıdan tatmin
etmeye yönlendirilen ve bu sırada kendine yabancılaşan ve duygusal
olarak ezilen çalışan yer alıyor.
Bourdieucü bir sınıf anlayışı ve analizini temel alan bu çalışma, orta-üst
sınıf kadın müşterilere hitap eden İstanbul’daki bir kuaför salonunun
çalışanlarıyla yapılan mülakatlar sonucunda, müşterilerin çalışanlarla
kurduğu ilişkiyi, sınıfsal karşılaşma ve sınıfın yeniden üretimi üzerinden
okumaya çalışıyor. Orta-sınıf kadının belli seviyedeki kuaförlerin sürekli
müşterisi olma hali ve oraya gelme motivasyonları, aynı zamanda, tüketim
kalıpları üzerinden sınıfın yeniden üretiminin örneğini oluşturuyor.
Kuaföre giderken belli motivasyonlara sahip müşteri kadınlar karşısında,
çalışanların, onların astında olduğu gerçeğini sürekli üreten bir mekanizma
var. Sonuç olarak; içinde farklı gruplar, hiyerarşiler, ilişkiler, roller olan bir
mikrokozmos olarak düşünebileceğimiz kuaför salonunda, çalışan-müşteri
ilişkileri sosyo-psikolojik bir yaklaşımla okunmaya ve gruplararası iletişim
sınıfsal açıdan ele alınmaya çalışılıyor.

Anahtar Kelimeler: Hizmet Sektörü, Kuaför, Sınıf Karşılaşmaları, Pierre
Bourdieu
1Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktora
Öğrencisi; Düzce Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Araştırma Görevlisi,
[email protected]

57

Bir Kültür Politikası Olarak Yayıncılığı İlişkisel Bir Modelle İncelemek:
Türkiye’de Kamu Hizmeti Yayıncılığı Örneği
Engin SARI1

Kültür politikaları, kültür kavramının hem yüksek sanat ve entelektüel
etkinlikler hem de belli bir topluluğun tüm yaşam biçimi olarak antropolojik
anlamıyla, iktidar pratiklerini ve direniş mücadelelerini temsil ve inşa
eden çekişmeli bir alandır. Bu yüzden kültür politikalarının analizi, politik
iktidarın kültür alanına müdahale biçimleri ve sonuçlarını, politik konumları,
çelişkileri ve mücadeleleri açık bir şekilde tespit edebilme, ayrıştırabilme
ve özgürleşim adına yeni stratejiler geliştirme imkânı sağlar.
Türkiye sosyal bilimler literatüründe bir kültür politikası aracı olarak ele
alınmayan radyo-televizyon yayıncılığı, medya araştırmaları içinde kültürel
çoğulculuk ve demokrasinin gelişimi açısından incelenmiştir. Ancak hakim
kültür politikalarının temsili ve tamamlayıcısı olması açısından pek analiz
edilmemiştir.
Kültür politikası kavramı, kültürün egemen üretim tarzlarının ve mülkiyet
ilişkilerinin basit çıktısı olmaktan ibaret olmadığını gösterir. J. McGuigan,
kültür politikasının geniş ve dar anlamlarını ayrıştırır. Dar anlamda kültür
politikası, kültürün üretimi, dağıtımı ve tüketiminden sorumlu olanların
eylemleriyle ilgiliyken geniş anlamda kültürel konulardaki tartışmaların
tamamını içerir. P. Bourdieu da, kültürel ürünlerin üretimi ve değeri
konusundaki anlaşmazlıkların, toplumsal iktidarın dayandığı ‘ayrım’lar ve
hiyerarşilerin çizilmesine ya da onlara meydan okunmasına hizmet ettiğini
vurgular.
Bu bildiride bir kültür politikası olarak radyo-televizyon yayıncılığı ve
özellikle kamu yayıncılığı alanı E. Laclau ve C. Mouffe’un politik kuramları
etrafında incelenmektedir. Laclau ve Mouffe’un siyasal kimlik kuramı, özcü
yaklaşımların sabit, bağımsız ve “gerçek” nitelikler fikrine karşı olarak;
ilişkisel, olumsal ve söylemsel bir çerçeve önerir. Laclau ve Mouffe’un her
türlü politik konum ve siyasada ilişkiselliğin kuruculuğuna yaptıkları vurgu,
en açık antagonizma kavramına verdikleri önemde görülür. Onlara göre
toplumsal antagonizmalar, geleneksel politik perspektifler ve kimliklere
sahip aktörler arasındaki yüzleşmelerdir. Bu nedenle antagonizma, politik
olan açısından hem bir tehdit içerir hem de yapılandırıcı/kurucu bir ilişkidir.
Politik alan içinde kaçınılamaz olan antagonistik ilişki halinde, politik kimlik
tam ve eksiksiz olarak kurulamaz ve “öteki” yapıcı bir dışarıya dönüşür.
Türkiye’de AKP iktidarları döneminin kültür politikaları, Laclau ve
Mouffe’un tanımladığı tarzda antagonistik bir ilişki içinde oluşturulmuş ve
yürürlüğe konmuştur. Bu bildiride son dönem hâkim kültür politikalarının,
söz edilen “antagonizma” tarafından karakterize olan ilişkisel doğası,
radyo ve televizyon yayıncılığı alanından (özellikle kamu yayıncısı TRT
yayıncılığından) seçilen vakalar eşliğinde analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kültür Politikası, Kamu Hizmeti Yayıncılığı,
Antagonizma, Politik Kimlik

1Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü,
[email protected]

58

NOTLAR
59

NOTLAR
60

NOTLAR
61

NOTLAR
62


Click to View FlipBook Version