Bu, kısa ancak
şekilde
MUTLULUKetkili bir
ürününüzü veya hizmetlerinizi tanımlamak için iyi bir yerdir.
Ekibimiz
Efe Janberk Baykan
M. Didem Üçpunar
Gizem Günendi Yağmur Okuyucu
Zeynep Üstün Umut Mert Acar
Zeynep Gülbay
Kaan Mungan
Arda Canbaba
Bilge Gezgen
Bora Bayçora
Seçil San Ve sevgili danışman öğretmenimiz:
Sinem Conker Yelboğan
Ekibimiz
İçindekiler
Mutluluk Çocukluktur (Gizem Günendi)
Özümüze Dönmek (Efe Janberk Baykan)
Vaat Edilen Yalnızlık (M. Didem Üçpunar)
Kardelen Olduk (Umut Mert Acar)
Şansı Seçmek (Bora Bayçora)
Mutluluk İçimizde (Zeynep Gülbay)
11.5.18- 01.17 ( Zeynep Üstün)
Adım Adım Mutluluk (Kaan Mungan)
İçindekiler
Niçin Mutluluk Nasıl Mutluluk (Arda Canbaba)
Sinema Sanatı Üzerine (Selin Alkan)
Devin Adı (Gizem Günendi)
Bir Çift Yaşlı Kırışık Göz (Bilge Gezgen)
Kağıttan Mutluluklar? (Yağmur Okuyucu)
Mutluluk, Hayat ve Noktalar (Arda Canbaba)
Yanıyorum (Umut Mert Acar)
Gerçekten Yaşıyorum, Yaşatılıyorum (Kaan Mungan)
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Mutluluk nedir, kimdir? Aranınca bulunmaz, bulunsa da çok kalmaz.
İçimizdeki boşluğun dolması mıdır, yoksa içimizde boşluk olmaması mıdır?
Gülmekle mutluluk bir tutulamaz. Ya ağlamak, mutluluğun parçası mıdır?..
Sorular bitmez sormakla ki ihtiyaç sorulardan çok cevaplara. Mutluluk
reçetesi elbet bir tane değil. Bir değil ki milyonlarca kişinin mutsuzluğu. Or-
tak bir şey bulmalı, bulmalı, bulmalı… Herkeste bir parça, bir tutam barı-
nan… Kazınan zihne ve çıkmayan… Buldum! Ah şu çocukluğu yok mu insa-
nın, onu bugüne taşıyan…
Ben diyorum ki şimdi: çocukluğun mutluluk değilse bile mutluluk ço-
cukluktur! Yalnız ben demiyorum üstelik. Küçük Prens’i hatırla: “Yalnız ço-
cuklar ne aradıklarını bilir.” derdi o. Yoksa ne aradığımızı bilmediğimizden
mi mutsuzluğumuz?...
Ne yapardık peki çocukken? Neydi bizi mutlu eden? Bugün unuttuğumuz,
eksik bıraktığımız yanımız… Ne biçim şeydi çocukluk, nasıl biçim şeydi?..
Keşfetmekti. Yeni yerler görmek, yeni şeyler öğrenmek, öğrendikçe da-
ha çok merak etmekti. Aynı yerleri, nesneleri her seferinde farklı görebil-
mekti. Her seferinde yeni sorular türetmekti onlara dair. Her şeyi sorardık.
Sorulardan korkmazdık. Her gün yeni bir bilgiydi, yeni bir bizdi. Maymun iş-
tahlıydık belki, daldan dala atlardık. İlgilenip de sonra yüzüne bile bakmadı-
ğımız şeylerin sayısı oldukça çoktu. Rutinimiz yoktu bu yüzden. İsterdik, ya-
pardık. Sıkılırdık, yeni bir şeye merak salardık. Her adımımız, merakımız ye-
ni bir deneyimdi ki böylece farklılık yaratırdık hem kendi hayatımızda hem
de çevremizdekilerin hayatında.
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Şimdi yapamıyoruz tüm bunları. Büyümek mi engelimiz, yoksa kay-
gılarımız mı? Çocukken tek kaygımız akşam yemeğinde sebze olup olma-
masıydı belki. Ya da tek sıkıntımız beklediğimiz salıncak sırasıydı. Sahi,
biz hiç sevmezdik beklemeyi. Şimdi ne çok bekler, bekletir olduk. Son-
ra… Sebepsiz gülüşlerimiz vardı küçükken. Bakar bakar yüzlere, katılırdık
gülmekten. Ki hep gülmezdik, ağlardık da. Hem de bağıra bağıra, hıçkı-
rıklarla. Susmazdık istemedikçe canımız. Ağlamak özgürlüktü. Kendimizi
anlatma biçimimizdi. Dokunulmazdı.
Resimler yapardık, ortalığı döküp saçmak umursuzluğumuzdu. Arka-
mızda bir temizleyen olduğu için de değil üstelik, dağılanın toplanabile-
ceğine inanırdık. Dünyanın sonu değildi kirlenmek. Dünyanın sonu res-
mimizde gösterilmeyen ilgiydi belki. Çünkü konuşmayı pek de becere-
mezken biz, renkleri karıştırır yetişkinlerin önüne sererdik. “Ben bu-
yum!” dercesine, özgür bırakırdık içimizdeki sanatçıyı. Çünkü biz seviyor-
sak güzeldi yaptığımız, kriterlerimiz yoktu yargıladığımız.
Bir şarkı duyduk mu başlardık plaklığa. Dönmeyen dilimizle ne de
güzeldi aynı şarkıyı söylemek milyon kere. Galiba biz çocukken tekrarı da
severdik, bir de taklidi. Ne taklit ayıp şeydi ne de tekrar zaman kaybı.
Kıymetlerini bilirdik, ancak böyle öğrenirdik.
Sahiplenmeyi de isterdik hep. Kaçımız tutturmadık ki küçükken bir
evcil hayvan beslemek için? Birçoğumuz kavuşamasak da bu dileğe, eli-
mizden bırakmadığımız oyuncaklarımız vardı: gece gündüz yanımızdan
ayrılmayan, hani şu bir yolunu bulup her fotoğrafa sızan…
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Anlatırdık ne yaşasak, günlük görevi görürdü anne babalarımız. Şim-
di onların zihinlerinde mühürlü birer kutu çocukluk halleri. Oysa içimize
dökülmek ne de yoruyor bugün bizi… Bolca hayal kurardık mesela. Bu-
lutların üzerinde evi vardı kimimizin, kimimiz gökkuşağından kayardı.
“Ben büyüyünce…” diye başlatırdık sözleri, gerçekleşme zamanı gelip de
geçen ama unutulan hayalleri… Sadece hayallerimizi değil hayal kurmayı
da unuttuk. Hayallerimizin yerini hedefler aldı, baş koltuğa oturdu. Şim-
di hedefleri tutturabilmek için içlerine yaşamlarımızı hapsettiğimiz her
gün daha da büyüyen kaygı balonlarımız var, hayal balonları yerine...
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Hayır demeyi de bilirdik çocukken. Kendimizi severdik. “Ben”
diyebilirdik yüceltmeden benliğimizi. Hatta bencillik gibi görünen bu tu-
tumumuz en dürüst yanımızdı. İstemeden yapılan hiçbir şeyin iyi sonuç
veremeyeceğini o zamandan bilirdik sanki. Bir şey başardığımızda bir
ödül beklerdik bir de. Bugün en büyük eksikliğimiz kendimizi ödüllendir-
meyişimiz. Hiç kötü de düşünmezdik. Aklımıza gelmezdi ne keşkeler ne
gerçekleşmeme ihtimalleri. Bizim için yalnız istekler, hayaller ve yaşa-
nanlar vardı. Belki iyi düşündüğümüzden iyi olurdu her şey çocukken.
Bol bol uyurduk sonra. Şimdiyse küstük uykuya, dinlenmeyi unuttuk.
Uyurken dinlenen tek bedenimiz değildi. Uyumaya uyumaya ruhumuzu
yorduk, dirençsiz bıraktık, hasta ettik hatta onu. Toprağa dokunurduk,
basardık. Bugün toprak ananın şefkatli kollarından ne de yoksunuz. Çizgi
filmlerimiz vardı, masallarımız. İyinin kazanacağına inanırdık. Biz inandı-
ğımız sürece iyi kazanırdı. Sonra bize dünya kötü dediler. İyiliğin kay-
bettirdiğini öğrettiler. Düşünemedik o sıra kaybettirenin kötünün kaza-
nacağına inanç olduğunu… Kötülüklerin yaraladığını, yaralamanın yara-
dan kaynaklandığını… O sıra düşünemedik. Düşünmeyi unuturken yavaş-
lığı da unuttuk. Yavaşlığın hazzını… Yemek sofrasında saatlerce oturdu-
ğumuz zamanları ya da legolarımızdan yaptığımız kule için saatler harca-
dığımızı... Ve sonunda kuleyi yıktığımız anki değil, yaparkenki hazzı
anımsadığımızı… Şimdi koşturmacayla geçiyor ömrümüz. Dakikalar için-
de yaptığımız kuleleri saliseler içinde yıkarken şimdi ne anımsanan bir
haz ne de hazdan bahsedecek zaman var. Zamanla yarışıyoruz, zamana
karşı yaşıyoruz.
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
En acısı da öyle uzaklaştık ki birbirimizden sarılmak yoksunluğu çe-
kiyoruz. Kucaklar dolusu sarılmanın şifasını başka hiçbir şey veremez oy-
sa bize. Tutup çeksek kolundan, sarılsak ya yanı başımızdakine.
Ne yapmalı peki şimdi? Çocuklar kadar şen olmak, mutluluğu yeniden
tatmak için?..
İçimizdeki soru mezarlığından kurtulalım önce. Zaman yaratalım ce-
vaplara kafa yormak için. Yavaşlayalım. Bizi hızlandıran ne varsa asılalım
ucuna, yavaşlayana değin. Yavaşlığın farkına varmadığımız birçok şeyi bi-
ze sunduğunu görelim.
Hayal kurmaya başlayalım yeniden. Hayal panoları oluşturalım. Ha-
yal panolarımızdan ilham alıp yaşamımıza taşıyalım. Hayallerimizin ger-
çeklik olduğunu görüp şaşıralım bir tutam.
Önceliklerimizi belirleyelim mesela. Sevdiklerimizle aramızda tutun-
maya engel ağları sarılarak yırtalım. Sarılmanın kamburlaşmayı azalttığı-
nı, akciğer kapasitesini arttırdığını, bağışıklık sistemimizi güçlendirerek
acı hissini azalttığını bilelim mesela ya da gülümsemeye başladığımız an
mutluluk hormonunun salgılanmaya başladığını… Bize bakıp gülen bir
çocuğu anımsayalım, sebepsizce nasıl güldüğümüzü ona bakınca. Ayna
nöron etkisiyle nasıl da bulaşıcı olduğunu mutluluğun, esnemek gibi ha-
ni. Ağlamanın verdiği rahatlığı hatırlayalım, ne zaman döktük en son içi-
mizi?..
Bir defteri alıp elimize, yazalım; varsın olsun yalnız kendimize. Renkli
giyinelim mesela, tadını çıkaralım renklerin. Uyku düzenimizi kuralım.
Kuralım ki ruh yorgunluğumuza da çare olalım. Ne anlatırsak anlatalım
çizgi film basitliğinde olsun. En karmaşık konuya bile yalın aktarsın, bü-
yülesin.
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Yardım edelim. Başkasına ettiğimiz yardımın bizi iyileştirdiğini bile-
rek... Çaresiz olduğumuzu düşünmektense, kendimizi açalım iletişime ki
açık olalım yardıma da. Çünkü hep ver, hep ver olmaz. Sadece elimizdeki
işe odaklanalım. Dikkat dağıtan ne varsa; ister sosyal medya, ister masa-
daki not, ortadan kaldıralım. Hani çocukken oyunumuza odaklandığımız
gibi...
"Ben" demeyi, "hayır" diyebilmeyi deneyelim yeniden. Boyun eğme-
menin güzelliğini tadalım. Mutluluk bizim seçimimiz olsun. Her fırsatta ye-
ni bir şey öğrenelim. Ayşe hanımın elbisesinin fiyatını değil de yeni bir ba-
lık türü mesela, aynı havayı soluduğumuz... Zihin temizliği yapalım. Gerek-
siz ne varsa; kaygı, üzüntü, silmek için yerine yeni şeyler koyalım. Yeni yer-
ler, yeni insanlar, yeni bilgiler…
Tutkularımızı ertelemeyelim. Sesimiz kötü diye şarkılardan kaçmaya-
lım. İyisi kötüsü yoktur bazı şeylerin. Bazı şeyler terapidir bize, bir yol bu-
lup yararlanalım.
Bir hayvan sahiplenelim, ya da bir çiçek. Bakmanın, karşılıksız sevme-
nin, büyütmenin güzelliğini tatmak için.
İyi düşünelim. Enerjimizle çevremizi de şekillendiriyoruz çünkü. Işık saçan
bir auramız olsun. İyi gelmenin güzelliğini keşfedelim.
Yere basalım bir de. Zor değil; çıkar ayakkabılarını, kurtul betondan.
Ne kaybedersin? Topraktan uzaklaşmak, özden uzaklaştırır. Seril yeşillere,
havayı çek içine. Bir su kenarında, su gibi dingin ol bir saatliğine. Arkadaşı-
nın gitarını ödünç al mesela. Ya da her zaman yediğinden farklı yerde ye.
Mutluluk Çocukluktur
Gizem Günendi
Hafızanı güçlendir. Ara ara düşün son mutlu anını. Buldukça yerine bir
yenisini koy. Başarılarını kutla. Kendi kendini ödüllendir her başarında ki
artsın özgüvenin ve motivasyonun. Yeniden başarmaya isteğin ve gücün
olsun. Bu sayede yaptığın iş ne olursa olsun tutkuyla, adanmışlıkla ve oda-
ğını bölmeden yap.
Dürüst olmayı dene, sıyrıl yalanlarından. Sıyrıl çünkü hepsi birer yük
sana, farksız endişe ve korkulardan.
Hiçbir şey yapamıyorsan bir mektup yaz çocukluğuna. Özlemini gider,
barış onunla. Ben yazmadım, senin daha ne mutlulukların oldu oysa. Ne
gerek var başka yerde aramaya mutluluğu? Mutluluk, içindeki çocuğun
mikrofonu ele almasıdır.
Diyeceğim o ki, mutluluk bir varış değil yolculuktur. Her şeyin sende
başlayıp bittiğini, iplerin elinde olduğunu bilme halidir. İpler sende değil-
ken bile duyacağın sonsuz güvendir. Çekinmemek ama en çok da kendin-
den korkmamaktır mutluluk. Ne pahasına olursa olsun tutkunu yaşamak-
tır. Gülümsemenin, sarılmanın, dokunmanın ve iyiliğin şifasına inanmanın
en büyük getirisidir. Kendine verdiğin ödüllerdir. Yaşam amacındır. Mutlu-
luk yolunda attığın her adım içindeki çocuğun besinidir. İşte bu yüzden
mutluluk ne çikolata, ne aşk, ne de bilgisizliktir fikrimce. Mutluluk dediğin
olsa olsa çocukluktur. Çocukluk içinde, pek de uzağa gitmene gerek yok-
tur...
Özumuze Donmek
Efe Janberk Baykan
Sabahın altısında telefonunuzun o monoton alarm sesiyle uyanıyoruz.
Üç yıldır duyduğumuz o gıcık melodiyle. Geçen gece “çok önemli illerimizi”
halledebilmek için geç yatmıştık. Dört saatlik uyku ile duruyoruz. Halbuki
insan vücudunun sekiz saatlik uykuya ihtiyacı var, hele hele çok “çalışan” ki-
şilerin. Kahvaltıyı es geçiyoruz. Yolda bir şeyler atıştırırız nasıl olsa. Bir kura-
biye, bir atıştırmalık alırız sabah kahvemiz yanında. Daha dünya uyanma-
mışken, Doğa Ana mışıl mışıl uyurken biz, “yakıt tasarruflu ve ergonomik”
son model arabamızda doğru ilerliyoruz. Kontağı çevirir çevirmez hemen bir
radyo kanalı açıyoruz ki beynimiz içinde bulunduğu bu rezil durumun far-
kında olmasın, müzik dikkatimizi dağıtsın. Hep aynı ritimli müzikler çalıyor
radyoda. O yüksek tınılı, elektronik ve baskı şarkılar. Bu son model araba
için beş yıldır tasarruf yapmışız, sıkmışız dişimizi. Sonunda değecekti, bili-
yorduk da neden yolda herkeste aynı arabayı görüyoruz o zaman? Rengi bi-
le aynı sanki. Neyse şimdi bunlara odaklanmayalım. Önümüzde on dört sa-
atlik bir ofis vardiyası var. Patronu uzun mutlu etmek lazım, ev kredisini
ödeyebilmek için “o” terbiye ihtiyacımız var. Elif de istiyordu bu terfiyi, san-
ki Baran da istiyordu. Çok sıkı çalışmamız lazım çok…
Hayat bu mu gerçekten? Nerede duygular, eğlence, zevk, sevmek, sevil-
mek, aşık olmak, hayal kurmak? Bunları okuyunca herkesin aklına ilk gelen-
ler bunların hippinin tekinin aptalca hayalleri olduğu olacak, biliyorum. He-
men herkes savunmaya geçecek, nasıl geçen gün çok eğlendiklerinden bah-
sedecek, benim durumu abartılmış söyleyecekler. Kendilerince haklılar da!
Onlar, özlerinden o kadar uzaklaşmışlar ki onun ne olduğunu unutmuşlar.
Bir tencere dolusu suya konulan kurbağaların yavaş yavaş ısınan suyu fark
etmemesi gibi onlar da fark edememişler, iş işten geçmeden önce.
Özumuze Donmek
Efe Janberk Baykan
Nedir bu “öz”? Başkalarının farklı tanımları olabilir fakat benim tanı-
mım “Doğallık” olacaktır. Elli yıl öncesine kadar su duyulmamış hastalıklar,
orta yaş sendromu, hayattan zevk alamama, kaybolmuş hissetme, çevre
kirliliği, stres bozukluğu, obezite, yeme bozuklukları, tamamen yapay stres
kaynakları, yapay hedefler… Bunlar eskiden niye yoktu da şimdi varlar? Sa-
bah köy halkıyla birlikte ağaç kesmeye giden bir Anglosakson bundan bin
yıl önce neden Kartal Tünel Sendromu geçiriyordu? Yayını iyice gerip atının
ağerini alan bir Türk neden stres ve anksiyete bozukluğu yaşamıyordu?
Doğanın istediği gibi yaşayan insanoğlu mutluydu. O kısa hayatları onlara
tatmin edici geliyordu. Şimdi modernleştik “medeni” olduk da ne oldu?
Günümüzde eğlence sektörünün bu kadar rağbet görmesinin nedeni ne?
Ne oluyor, eğlenmeye ve mutlu olmaya bu kadar mı muhtacız yoksa?
Saat beş buçuk. Bir fincan daha kahve alıyoruz ve ilaç çantamızı açıyo-
ruz. Osteoporoz için bir hap, Kartal Tünel Sendromu için iki hap anksiyete
için bir tane ve son olarak da kronik depresyonumuz için iki tane. Tüm bu
hastalıkların sebebi yaşam tarzınız fakat şimdi düşünecek zamanımız yok.
Masamıza geri oturuyoruz ve kulunçlu sırtımız ağrımaya başlıyor, yine. Bir
ara spor yaparız zaman bulunca…
Saat on bir Evimizin önündeki sokak lambasının anormal derecede
parlak ışığı altında arabamızı park ediyoruz. Son kalan enerjimizle kendimi-
zi kanepeye atıyoruz ve… Huzur. Artık uyuyabiliriz. Günü bitirdik. Böyle bir
günü yedi bin üç yüz altmış sekiz kere daha atlatırsak kafamız rahat zaten,
az kalmış belli ki. Sonra emekli olunca rahatlarız zaten. Önce “Liseyi kazan,
rahatla.” idi, sonra üniversite oldu. Sonra askerlik… Sonra evlilik… Bunları
düşünürken yavaş yavaş “huzurlu” bir uykuya dalıyoruz. Çok çalıştık bu-
gün. Sorsalar ne yaptığımızı bilmiyoruz ama bu uykuyu kesinlikle hak ettik.
Özumuze Donmek
Efe Janberk Baykan
Daha fazla sözde soru cümlesi ile sizi yormak istemiyorum. Bir yerden
sonra, güneş gibi parlayan gerçekleri görmek için yardıma ihtiyacınız olmu-
yor.
Gerçek mutluluk olarak adlandırdığım bir duygu var. Bu sene tanımla-
dım bu duyguyu bu sene yapay ve gerçek mutluluğu ayırabildim anca. Bu
gerçek mutluluğu yaşadığım farklı bir sürü olay oldu. Hepsinin ortak özelli-
ği ise şuydu: Olaylar olması gerektigi gibi ilerliyordu. Doğada olması gere-
ken gibi.
İki saat deniz kenarında bisiklet sürerek incirliklerin, güllerin, papatya-
ların kokusu arasında İnciraltı’na geldim. Yanımda sevdiğim insanlar vardı,
vücudumu, doğanın yarattığı kullanmıştım. Pedal çevirmiştim, yürümüş-
tüm, koşmuştum, yorulmuştum . Güzel bir yorgunluktu bu, öyle 'of aman’
dediğimiz tarz bir yorgunluk değil. Sadece kendinizi, gerçekten yaşamanız
gerektiği gibi yaşarken içinde bulduğunuz bir yorgunluk. Sahile uzandım.
Ayaklarıma hafif hafif dalgalar çarpıyordu, arkadaşlarımla sohbet edi-
yordum. Kuşların cıvıltısı duyuluyordu arkada. Tüm sıkıntılarım, stresim
yok olmuştu o anda. Sonradan düşündüm, neydi bu anı bu kadar güzel ya-
pan? Bilgisayar oynarken, televizyon izlerken veya telefonuma bakarken
niye aynı hisleri yaşamıyordum? Cevap doğada saklıydı, sonradan anladım.
Günlük hayatın sorumluluklarıyla o kadar meşgulüz ki bu hissi unut-
muşuz, tanımlayamıyoruz.
Özumuze Donmek
Efe Janberk Baykan
Hissettiğinizde anlıyor-
sunuz ancak, “Benim bunu yapmam lazımmış” diyorsunuz. Ellerimiz eğer
bir ekrana basmak için yaratılmış veya evrilmiş olsaydı, bu şekilde olmaz-
lardı. Gidin, elinizle bir şeyler tutun, çekiştirin, kurcalayın. Hissedin, elinizle
bir cisim alıp kavrayın, dokusunu hissedin. Gidin bir meyveyi doğrayın bı-
çakla, eliniz için “doğal” olan bu. Bacaklarınız da siz tüm gün rahatsız bir
sandalyeye oturun diye yoklar. Bir süre hiç durmadan koşun, merdiven çı-
kın, zıplayın, bacaklarınızı esnetin hemen nasıl da farklı hissediyor.
Hepinizi bir doğa yürüyüşüne davet ediyorum. Ayaklarınıza dallar bat-
sın, nefes nefese kalın, etrafınıza bakın bir. Bir saatinizi böyle geçirirseniz
bitmiş tükenmiş hissedeceğinizi sanıyorsunuz fakat olmuyor. Apayarı şey-
ler hissediyorsunuz. Vücudunuz çalışması gerektiği gibi çalışmaya başlıyor
bir anda, çarklar dönmeye başlıyor. Serotonin, dopamin, endorfin salgılı-
yorsunuz bir anda. Bunun üstünde durmayı çok istiyorum. Yaşanmadan
hissedilmeyecek veya anlatılamayacak bir duygu bu. Bu hissi de kimse siz-
den alamaz, doğayla iç içe ve olmanız gerektiği gibi yaşarkenki o his… Mo-
dern toplumun en büyük korkusu işte, unutulup gittiği sanılan o his, o “öz”
aslında herkesin içinde. Bu yazıyı okumadan da bunu bulabilirdiniz ama ar-
tık biliyorsunuz. Geriye de, gidip o hissi yakalamak kalıyor sadece.
Vaat Edilmiş Yalnızlık
M. Didem Üçpunar
Cam kürelerimizden gördüğümüz ve cam kürelerin karanlıkta yansıttı-
ğı kadar olanı, belirli bir zaman aralığı içerisinde olup biten hayatımızda
“başarı” adını verdiğimiz şeyin tam olarak ne olduğunu bile düşünmeden
devamlı olarak başarı peşinde koşuyoruz. En büyük sıkıntı da bu sanırım.
Kavramlara onların anlamlarını bulmadan fazla bağlanıyoruz. Mutluluk da
başarıyla aynı kaderde bir kavram. Onun ne olduğunu bilmeden, ki herkes
için kavramların anlamları farklıdır. Bizim için ne ifade ettiğini kavramadan
onun bizde olmadığına ve ona ulaşmak için çabalamamız gerektiğine takı-
lıyoruz. Oysa suretini bilmediğin bir şeyi ne kadar arasan da bulamazsın.
Bu yüzden öncelikle mutluluk ve başarı kavramlarının en azından bendeki
anlamı ve ikisinin arasındaki bağa değinmek gerek.
Mutluluğun halk arasındaki anlamı gülümsemek ve enerjik tavırlar
göstermek olarak düşünülse de bu tavırlar tam olarak mutluluk belirtisi ol-
mayabilir. Asıl mutluluk farkında olunmadan gelir ve çoğunlukla insan yal-
nızlığın huzurunu keşfettiğinde ortaya çıkar. Zaten tek duvar arasında sıkış-
tırılmış bir bedende ve bu bedene sıkıştırılmış zihinde gerçekleşenlerin
kendi gerçekliği olduğunun farkına varmak, iyisi ve kötüsüyle kendini ka-
bullenmek bir insanın kendine yapabileceği en doğru şeydir ve asıl mutlu-
luğu da beraberinde getirir çoğunlukla. Elbette istisnalar da mevcuttur.
Başarının anlamıysa genelde insanların bir amaçla yaptıklarının olum-
lu bir ürünü olarak ele alınır. İnsanın bu tanımdaki başarıya ulaşabilmesi
ise yalnızlığındaki mutluluğa erişmesiyle mümkün olacaktır.
Vaat Edilmiş Yalnızlık
M. Didem Üçpunar
İnsan kendini varıyla yoğuyla kabul ettikten sonra başarı her ne ise onun
için kovalanması daha kolay hâle gelir. Çünkü tam olarak hareket etmeye
başlamıştır. Ve aynı zamanda kendisiyle kavga etmemektedir. Zamanını ba-
şarmak ve istediği şeye ulaşmaya çabalayarak geçirmektedir ki ulaşmak ve
başarmak istediğiniz ne olursa olsun çalışmadan elde edilemez.
Başarı zamanla beraberinde
mutluluğu da getirmeye başla-
dıkça kişi daha fazlasına ulaş-
mak için uğraşacaktır. Bu uğraş
olacaktır zamanla ona asıl mut-
luluk veren ve kişi sadece çalış-
makla bile mutlu olacaktır; ama
kişi zamanla bu uğraştan vazge-
çerse ve anlık zevklerine zaman
ayırmamaya daha fazla önem
verirse bu uğraş durumu onun
artık özleyeceği ve onu hüzün-
lendiren bir şey hâline gelecek-
tir. Bundan ötürü mutluluğun
nasıl kazanıldığı unutulmamalı
ve insan arada anlık haz çukuru-
na düşse de kendini bu çukur-
dan kurtarabilmeli. Bunun için
de kendini tanımalı, yalnızlığını
kötümsememelidir. Yalnızlık bize
kişisel huzurla mutluluğu ve ba-
şarıyı vaat eder.
Kardelen Ölduk
Umut Mert Acar
Bana mutluluktan bahset diyorlar.
Anlat, yaz, oku diyorlar.
Yay, yayıldıkça ışık saç diyorlar .
Sanıyor musunuz ki onlar karanlık zamanımızı fark etmiyorlar .
Kör ediyorlar bizi, kör ediyorlar!
Burnumuzun ucundakini görmemizi istemiyorlar.
Değnek kullandırıyorlar, burnumuzun ucundakini görebilmemiz için değ-
nek!
Ne var ki değneği de onlar satın almışlar, bize yön veriyorlar!
Kör olduk!
Kurdukları karanlık imparatorlukta kardelen olduk
Kestiler bizi, kestiler toprak olduk!
Ama toprak olurken umut olduk, hayal olduk, hedef olduk!
İşte şimdi biz geliyoruz oluk oluk!
Karanlık imparatorluklarında kardelen ordusu kurduk.
Yetmedi yıkılacak o imparatorluk!
Alamadılar, alamıyorlar, alamayacaklar, en büyük gücümüz mutluluk!
Kardelen Ölduk
Umut Mert Acar
Seçil San
Şansı Seçmek
Bora Bayçora
İnsanın varoluş amacı nedir? Bu soru için binlerce cevap üretilebilir. Bu ce-
vaplardan istediğinizi seçebilirsiniz. Hayatımızda ne kadar çok seçim var değil
mi? Hergün yaptığımız seçimlerle binlerce olasılığı eleyip onlarcasını gerçekleşti-
riyoruz. Belki de doğru cevap budur. Belki de insanın amacı sadece seçim yap-
maktır. Yıllarca hayvanlarla veya bitkilerle aramızdaki farkın düşünebilmek oldu-
ğunu söyledik. Ya bu bilgi kısmen yanlışsa, ya aramızdaki fark seçebilmekse ve
düşünme yeteneği bize sırf bu seçimleri yapabilmemiz için verildiyse. Bir anlığı-
na bu soruların hepsinin cevaplarının evet olduğunu ve bizi özel kılan tek şeyin
seçimlerimiz olduğunu varsayın. Böyle bir durumda hayatımızı şekillendiren tek
şey seçimlerimiz mi olur? Gerçekten yaşanan her şeyi seçebilir miyiz?
Keşke bu soruların tek bir cevabı olsaydı ancak ne yazık ki yok. Basit bir ör-
neği ele alalım. Diyelim ki bir eşyanızı kaybettiniz. İlk seçiminizi yaptınız ve ara-
maya başladınız. Ardından olabileceği yerleri belirlediniz yani önünüzdeki seçe-
nekleri elediniz ve ikinci bir seçim yaptınız. Sonra hepsini teker teker kontrol
ettiniz ama bulamadınız. Yani bir hata yaptınız. Hata yapmayı seçmemiştiniz de-
ğil mi? Ama yine de yaptınız ve başarısız oldunuz. Böyle bir durumda başka yer-
lere bakmaya başlarsınız ve sonunda bulursunuz. Yani en başta yaptığınız hata
hiç yaşanmamış olur.
Bu durumdan iki sonuç çıkarılabilir. Hatanızı rastgeleliğe kanıt olarak görebi-
lirsiniz ya da ilk seçtiğiniz şeyin gerçekleşmesini sebep göstererek hayatın se-
çimlerden oluştuğunu savunabilirsiniz. Ne olursa olsun ikisinden birine kesin di-
yemeyiz. Neyse ki kesin bir sonuca ihtiyacımız yok. Benim bu durumdan kesin
olarak çıkarabildiğim tek şey devam ettiğiniz sürece hataların sonucu değil sade-
ce yolculuğu değiştirdiği.
Şansı Seçmek
Bora Bayçora
İlk sorumuza geri dönelim. İnsanın varoluş amacı nedir? İnsanın varoluş
amacı varacağı noktayı seçmektir. Eğer varış noktanız belliyse bırakın yolu hata-
larınız göstersin. Şansı seçmek mi istiyorsunuz? Üzgünüm seçemezsiniz. Bırakın
hayat seçimlerinizi alsın, şansla harmanlasın ve yolunuzu aydınlatsın.
Mutluluk İçimizde
Zeynep Gülbay
Hayatın yoğunluğunda koşturuyoruz. Hep bir yerlere, bir şeylere ve hatta
“birilerine” yetişmeye çalışıyoruz. Bir şeylerin daha fazlasını istiyor, daha yük-
seklere ulaşmaya çalışıyoruz. Peki arayıp da bir türlü bulamadığımız şey ne?
Mutluluk mu? Acaba kaybettik de mi arıyoruz yoksa hiç sahip olamadık mı?
Bana sorarsanız, kimse mutluluğun farkında değil. Daha doğrusu mutlu ol-
duğunun.
Günümüz şartlarında oluşturulan ve bizim de mutluluğun ancak o koşullar-
da bize geleceğine inandığımız bazı standartlar var. Şu kadar para olsun, şunlara
sahip olayım, şu kişi benimle olsun, kendimi buraya kabul ettireyim, en başarılı
olayım... diye diye hem sahip olduklarımızla yetinmiyoruz hem de içimizde
olumsuz bir sürü duygu barınmasına kucak açıyoruz. Her şey tam mı olmalı ger-
çekten de? Mutluluk o zaman gelir mi? Kaç evi olması lazım insanın? Okul birin-
cisi olmuş her çocuk mutlu mudur? Cevap veriyorum: Hayır. Hayır. Hiç evi olma-
sa da olur. Hayır.
İnsanı mutlu kılan şey, iç huzurdur. Bizse gidip dışarda arıyoruz mutluluğu.
Huzur için başta sağlık gelir, bana göre. Sonra sevmek, sonra güvende olmak...
sonra... Böyle sıralamakla bitmez. Ama mutluluğu yaratan, insanın kendisidir.
Mutluluk için milyarlara, yatlara katlara ihtiyaç yoktur.
Bazen bir kelebek konar insanın omzuna. Fark etmez. Yağmur yağacağı yer-
de güneş açar. Bazen ılık bir rüzgar okşar birini. Yoldan geçen biri gülümser.
Dört yapraklı bile bulur bazen insan. Sahip olmak istediği çok şey vardır birinin,
ama karnı toktur. Mutluluk sebebidir onca şey. Ama insan, fark etmez. Mutlu
olduğunun da sahip olduklarının da hatta şanslı olduğunun da farkına varmaz
insan.
Mutluluk İçimizde
Zeynep Gülbay
Diyeceğim o ki, gökyüzüne bakmalı mutluluk için. Maviye şükretmeli.
İçindeki sevgiye bakmalı, sahip olduklarını görmeli. Mutluluk dışarıda değil. İçi-
mizde...
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
I.
Kafamda dönüyordu
Yarın yolunu arıyordu
Bugün önünü görmezken
Dün bir şeyleri kovaladıkça kovalıyordu
Bilmiyordum dahası:
Onlarca göz yummayı,
Sonlara değin peşinden gitmeyi.
Tutunup da bırakmadığım tek aidiyetim aslında
Kendimce yaşamak fikrinin
Hakkını verdikçe
Var oluyordum.
II.
Bir yandan gözlerinden sonra
Kaybolsam da
Gözlerinin mavisinde
Savrulsam da
Boğulman bırak, dedim
Derinlikten olsun.
Soğuklar geçti de yani
Bu saatten sonra üşümem sudan olsun.
Olmadı.
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
III.
Anlattım durdum
Dinleyenler tebessüm edenler
Ve dahi
Öylece çekip gidenler
Oynadığım tiyatronun dekoru hiç silgi olmadı
Sufle alsam da
Senaryoya uymadım
Şiirle diyorum
Kıyaslayın lütfen tiyatral
Metinlerin hedeflerini
Ha ben de savurdum anlamları
Oldu zamanlar tükendim
Bak dedim yalan sevinç ya
Bırak, koşma peşinde
Doğrusunu henüz bilemesem de
Sevincin önüne geçmiş bir şey var ki
Kafamı yastığa koyduğum anda
Uyuyabiliyorsam işte
“huzur” yani, mutluluktan da öte.
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
IV.
“sen özledim derken susup dinlerdik tekmil dünya!”
Ve suskunluğu lütuf bilirdin bir gün aşkı duysaydın şurda
Bana sakın anlatma
Gözlerinin rengini
Neden döndüğünü kafamda
Rengarenk paletlerin
Ben dedim gözlerinle senden çok konuştum
Her sabah aynaya bakıyor olsan
Oysa benden yansıyan bendlerinden fazlası değildi
Çarpı iki bu günlerin gecesi
Çarpamadığım berrak mavilik
Ve dört yüz sekiz göz kalbim
Biricik uktesinden
Daha da vazgeçemedi.
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
V.
Şimdi kakıp bana “gitme!” diye
Hastane kapılarında beklediklerini söylüyorlar
Gelip yiten
Gerçekliğimi yutturmayı deniyorlar
Bakın diyorum
Dinlediğiniz şarkılar ezberimde
Kuracağınız cümleleri de bırakın okuyayım.
“ama neden anlaşamıyoruz?” diyorlar
Aradığım başka.
Peşinde koştuğum ne oydu aslında
Ne başkası
İçeride bir kendim
Kavga ettiğim ama sevdiğim
Yeri gelince sürdüğüm
Ama muhtaç döndüğüm
O insana hasret kalmamak için
Varsın ağlayayım
Varsın bir başıma
Çünkü o lazım insan
Şu zihinden uzakta olmadı
İnsanlık koşsa ardından yok çare
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
Yakasına yapışmadıkça eksiksin kendinden
Kesik hatıraların batar derinlere
Çıkamazsın içinden
Çırayı tutuştur
Kavgaya tutuştur
Sevmeye alıştır yüreğini.
Kalmak kolay olsaydı yalnız olmazdık.
Gitmeyi de aklında bulundur fakat
Öyle savaş ki gözlerin dolsun “bırakmam!” dediğinde.
VI.
Beni soracak olursan
“bagajsız gitti” yanıtı gelirse avuçlarının içine
Bir zamanlar eline tutuşturduğum
O zamanlar tutmadığın
Satırları düşünebilirsin.
Bir zamanlar çalan o alarmla
Gözlerimi açmadan aklıma geldiğin
O zamanlar aklından geçmediğim için belki
Saçları karıştırıp gününe
Devam ettiğin için
İhtimal, ondan bagajsızdım
İhtimal, sevdan ağırdı
Bin deva acıttı tebessümün onardı
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
VII.
Karmaşık resimlerde
Tek anladığımdın
Boşluklardan yolup çıkardığım
“Doludoluydun.”
Sonra bir solukta anladım ki
Sana yükselmek
Sana
Sana güzelleşmek
Ve sana bu denli anlam bulmak hakkını vermiştim
Çoktu öyle
Ceplerinden taşmıştı, paçalarından akmıştı
Sırıtmıştı demeyelim de,
Çoktu da baya,
Sırtına yük bildin.
Ben senin hayalini
Bir dört yüz sekiz gün daha taşıyamazsam
Göğüs kafesimden taşmış
Dünyaya karışmış say kendini.
Atıl sokaklara
Atıl artık sonsuzluğuna
Mutluluk zaten bana
Senin üzerinden insanları sevmek olmuş
11.5.18- 01.17
Zeynep Üstün
IIX.
Ey küçük dünya!
Bana bir daha dönmeyi öğret.
Bu kez insanı kırmadan
Başka başka gözlerle
Güzel bakarak
İnsanı insan yapan bilinci
Doğruca kirletmeksizin
İşleyen çarklarını bozmayarak
İnsanı insan yapandan sonrası:
Huzuru tadarak
Ey küçük dünya:
Bir iki dakika dönmeyecek olursan,
Sarılabilir miyiz?
03.30
Adım Adım Mutluluk
Kaan Mungan
Herkesin mutluluk anlayışı farklıdır. Bana göre mutluluk ilk önce sağlıklı ka-
labilmekten, daha sonra da yapmaktan zevk aldığın işlerde ilerlemektir. Sağlıklı
olabilmemiz için düzgün beslenmeliyiz, düzgün uyumalıyız ve kendimizi eğiterek
toplum içerisindeki yerimizi belirlememiz yani kendimizi tanımamız gerekiyor.
''para'' denen zımbırtı ile bütün sıkıntılarımızı giderip mutlu olabilir miyiz? Ben-
ce asla.
Her hedefe giden yollarda çeşitli engeller, basamaklar vardır. Koşarak bu en-
gelleri çıkmamız ne kadar doğru? Okul, iş hayatı ve sorumluluklar bu basamak-
ların sadece birkaçı. Derslerinde başarılı olup çok iyi geliri olan bir iş sahibi ol-
mak kesinlikle hayatının sonuna kadar mutlu etmeyecek. Bana kalırsa, hayatta
öncelikle doğru ve yanlışı ayırt edebilmemiz lazım, lazım ki iyi ve kötü insanları
seçebilelim. Bizi rahatsız etmeyecek, arkamızdan işler çevirmeyecek gerçek
dostluklar kurmak, bana göre mutluluğa giden küçük bir adım. Bu kişileri doğru
seçebilmen için biraz da açık sözlü, yerine göre kırıcı olman gerekebilir -
gerektikçe tabii-. yoksa boş yere insan kırmanın anlamı yok.
Zevk aldığın işlerde ilerlemek bence en önemli basamaklardan. Çünkü bu
senin hayatın, sıkılacağın veya eziyet çekeceğin işlerde neden zaman kaybedesin
ki? Yazmayı mı seviyorsun, kalemin son mürekkebine kadar yaz. Spor yapmak-
tan mı zevk alıyorsun, çalış ve en iyisi olmaya çabala. Çünkü bu seni mutlu ede-
cek. Şarkı söylemeyi, kendine hakim olamıyor musunuz? Kim ne derse desin ha-
yallerinin peşinden koşmayı bırakma. Ailen sana karşı çıkabilir ama direnmek zo-
rundasın. Mutluluğu elde etmek hiçbir zaman kolay olmadı zaten. Hiç kimse sa-
na basit olacağını söylemedi. Emin ol, başarıya bu yolla ulaştığında ailen eskisi
gibi olmayacak. Seninle gurur duyacaklar, bunun nedeni de senin mutluluğunu
görmek olacak.
Adım Adım Mutluluk
Kaan Mungan
Benim mutluluk hakkında düşündüğüm ve benimsediğim hayat felsefesi bu.
Sağlıklı kalır, iyi ve düzgün insanlarla dost olup onlara arka çıkarsan, sevdiğin işi
yapıp bunu tüm engellere rağmen en üst düzeyde yapmak için inat ediyorsan,
başarı ve mutluluk vazgeçilmezdir.
Niçin Mutluluk Nasıl Mutluluk
Arda Canbaba
Mevzu bahis mutluluk... Söze gelince hepimiz mutluyuz ama yine sözde he-
pimiz kendi hayatımızın en mutsuzuyuz. Peki neden böyle? Çünkü mutluluğa,
mutlu olmaya o denli odaklanıyoruz ki, asıl mutluluk noktasını göremiyoruz. Ta-
bii bunun yanı sıra bu odaklanma sonucu, mutsuz anların en küçüğü bazı insan-
lar için işkenceden beter. En ufak aksilikte bazılarının dünyasının çatısı üzerlerine
çöküveriyor.
Niçin Mutluluk Nasıl Mutluluk
Arda Canbaba
Oysa ne anlamı kalır hazansız baharın, hüzünsü yaşamın. Gel gelelim
kimse ne hazanın ne de hüznün yüzünü görmek istemiyor. Hep bir şeylerden
şikâyet içerisindeyiz. Çünkü o anın tadını çıkarmak kimsenin aklına gelmiyor.
Hepsi nasıl olduğunu tasavvur edemedikleri o "mutluluğun" peşinde.
Gelgelelim ki herkes de inadına bir o kadar mutlu. Yüz yüze gelmeye, yüze
yüze konuşmaya korkan. Birinin gözlerinin içine bakmaktan kaçan ama ne kadar
mutlu olduğumuzu takipçilerimizle paylaşmaktan haz alan sefil varlıklar haline
geliyoruz yavaş yavaş. Sonumuz hayrola...
İnsan nasıl mutlu olur sorusuna ise kafamda beliren cevap "değişim" olmuş-
tur her zaman. Çünkü insanlar yapısı gereği değişim isterler. Bunu istese de iste-
mese de...Bu değişim hepimiz için zaruridir. Çünkü bana göre monoton bir dön-
gü içinde bulunmak kimseye mutlu edemez, kimi zaman küçük kimi zaman da
büyük değişimler hayatimizin her evresinde bize gereklidir. Biz bu değişimlerden
korktuğumuz, üzülmekten, heyecanlanmaktan, hayal kırıklığından hatta kork-
maktan korktuğumuz sürece maalesef kolay kolay o aradığımız gerçek mutlulu-
ğu bulamayacağız.
Sinema Sanatı Üzerine
Selin Alkan
Sanat kavramı, insan ruhunu yükselten ve yücelten haz duygusunun estetik
kaygısıyla birleşiminden doğmuştur. Bu maddelerin yanında duygu ve düşünce
yoğunluğunu da göz ardı edemeyiz. Bu düşünceden hareketle nasıl ki iki ressam
baktığı aynı manzarayı farklı yansıtabiliyorsa, bedenlerinden fırçaya; fırçaların-
dan tuvale geçen tüm bu coşkulu hisler kişiye özgüdür. Benite’e göre sanat; ne
bir oyun ne de bir eğlencedir, o ancak ruhun dışarıya vurarak, kendisini göster-
mesi ihtiyacıdır. Olaylara bakış açısı, ruhun yansıması ve uyanan duygular süzge-
cinden geçmeden sanat eserinin ortaya çıkması mümkün müdür?
Güzel sanat dallarından sinema ve tiyatronun insan hayatında kapladığı yer
bakımından değeri unutulmamalıdır. Bu sanatsal yapıtlar, üretiliş ve sergileniş
yolları gibi hususlarda aralarındaki bariz farklara rağmen ortak temelde var ol-
muşlardır: insan. Tiyatro eleştirmeni Oğuz Arıcı’ya göre amaç, insanlığın gerçek-
liği denetleyebilmesini sağlamak ya da “denetleyebildiği yanılsamasının” yaratıl-
masıdır. Bu yanılsama sayesinde de gerçekliğin gerçekten denetlenebileceği dü-
şüncesi mevcuttur. Gerçekliğin üzerinde insanın hakimiyet kurması arzusu yüz-
yıllar boyunca insanlık tarihini belirleyen temel eylemi ifade eder. Sinema ve ti-
yatroda direkt olarak insana seslenilerek kişide çeşitli duygular uyandırılmaya
çalışılır ancak başkası adına kitap okunamayacağı gibi, film/tiyatro da izlenemez;
kişi ve sahne/kadraj arasında birebir iletişim sağlanmalıdır. Bizzat deneyimlen-
mesi gerekilen bu tecrübeler bakımından bahsi geçen sanat dalları son derece
kişiseldir.
Sinema Sanatı Üzerine
Selin Alkan
Günümüze popülaritesi bakımından tiyatronun bir hayli önüne geçmiş sine-
ma –replikleri ve müziği katmadan – filmin renk paletiyle, arka plandaki objeler-
le, aktörlerin üzerlerindeki giysilerle, hava durumuyla duygu aktarımında başarı-
lıdır. Animasyon filmlerindeyse bütün evren kurgusal olduğundan daha geniş bir
duygu aktarımı spektrumu olduğunu söyleyebiliriz. Sinemanın marifetlerini bun-
larla kısıtlayamayız elbette, insan düşünce sistemi yönetiminde de önemli bir
yeri vardır. Stalin’in söylediği haliyle, “Eğer elimde Hollywood gibi bir silah olsay-
dı, komünizmi yaymak için başka bir şey ihtiyacım olmazdı.”
Sinema, karmaşık insan davranışlarını tüm detay ve inceliği ile perdeye yan-
sıtabilen bir sanat dalıyken, insan davranışlarının doğasını anlama gayretinde bir
bilim dalı olan psikolojide de yararlanılır. Terapistler sıklıkla seanslarında meta-
forlara, sembolizme ve hayal gücüne yer vererek hastanın duygularına, düşün-
celerine ulaşmayı ilke edinir. Filmlerin bu amaç doğrultusunda kullanılmasının
terapide ilerlemeyi sağladığı saptanmıştır. Kişinin filmi izleyerek empati kurabil-
mesi, iletişim becerilerini geliştirebilmesi ve kendisinde daha önce farkına var-
madığı duyguların uyanıyor olması terapinin faydası olarak görülebilir. Bize baş-
ka bir insanın gözünden bakma şansı veren bu sanat dalı, kendimize itiraf et-
mekte zorlandığımız düşüncelerin netleşmesini, benzer sorunlarla boğuştuğu-
muz karakterlerde kendimizi bulup yine benzer çözümler arayabilmemizi sağla-
maktadır. Bu yönleriyle sinemanın; duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlat-
mak için en iyi yollardan olduğunu düşünüyorum.
Sinema Sanatı Üzerine
Selin Alkan
Uzm. Uğur Kaya’ya göre iletişimde beden dilinin etkisi %60, ses tonunun %
30, kelimelerin ise %10 iken filmdeki başarılı oyunculuğun seyirciler üzerindeki
etkisinin de büyük olacağını söyleyebiliriz. Hayatlarımızdan kesitler barındıran
filmlerde de doğru kullanılmış beden dili filmle bağ kurabilmemizde yarar sağlar.
Senarist Paul Laverty’nin, “Sinemanın insanlarla kurduğu ilişki muhteşem. Haber
bültenlerinde başınızı çevirdiğiniz bir olayı eğer iyi anlatılmışsa sinemada göz-
den kaçırmıyorsunuz. Bu da insanın dramını geniş kitlelere anlatmak açısından
son derece önemli ve büyülü bir yol.” sözlerine –sinemanın cehaleti ortadan
kaldıracağını asla savunmadığımı ekleyerek – sonuna kadar katılıyorum. Etkili bir
ifade biçimiyle birçok şey başarılabilir, daha çok insana rahatlıkla ulaşılabilir.
Tüm bunların yanı sıra, filmlerin bizde uyandırdıkları duyguların kıymetini es
geçmek istemem. Ne zaman bir film izlesem içimde uyanan merak duygusu beni
araştırmaya, derine inmeye itiyor ister istemez. Özellikle gerçek olaylardan esin-
lenmiş filmlerde; konunun aslını öğrenmek, bana ne kadarı aktarılmış bilmek is-
tiyorum. Senaryosunu okuyup aktör kendisinden neler katmış öğrenmek istiyo-
rum. Seyrederken bir anda ben de karakterde olabiliyorum. Bir kitap okur gibi,
en ufak bir mimikte satır satır hissedebiliyorum aynı duyguları.
Sinema Sanatı Üzerine
Selin Alkan
Etkisinden çıkmam günler süren filmler izlediğim oluyor. Karakterler geli-
şimlerini adım adım görmek umut verici. Eriştikleri başarının verdiği mutluluğu
hissedebilmek de öyle. Bu duygu yüklemesinde kendime yeni ufuklar açıyorum.
Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi, “"Her yeni filmde hayatımı nasıl idare edeceğimi
öğretiyorum.” Asıl film ise, sinema salonunu terk ettikten sonra başlıyor!
Devin Adı
Gizem
Kapı çaldı
Mavi gölgeli bir devdi
Evi sardı
Epeydir renk görmemiş gözüm
Karanlığa aşinalığım şaşırttı
Anımsamıyordum zamanı
Örttüğüm perdeleri sıkı sıkı
Bahçede kurumuş erik ağacı
Kim bilir son çiçeği ne zaman açtı?
Mut'tan sonra gelen suz eki bünyemi saralı
Kötülüklerin zaferlerine kanalı
Susuz kalmışım
Dev ellerini açtı
Elinde su vardı, anladım
Dudakları oynadı devin
Adı neydi bu eylemin
Yukarı doğru bir yaydı şimdi devin ağzı
Yaptım aynısını, sonra daha çok yaptım
Devin Adı
Gizem
Zihnimde dönmeye başladı renkler
Suyu içtim
Mezarlardan beraat eden hayal imgeleri
Beni aynaladı, hatırladım
Kanatlarım vardı bir zamanlar
Yarı zamanlı meşe palamutlarından
Süsler yapıp asardım kalbimin odacıklarına
Kalbim taşardı.
Tırmanan bülbül meşe palamutlarına
Başlardı söylemeye şarkısını
Bense onu boyardım.
Bülbül devin omzunda, bana bakıyor
Sanki her kesikten acıyor.
Karnında yetişen çiçekten bir dal kesiyor
Boynuma sarıyor dev
Beni yoruyor
Kafa tutuyorum ona
Başıma taç takıyor
İnatçı devleri de varmış masalların
Yamalı başucu kitabım söylüyor
Devin Adı
Gizem
Bir mikrofon uzanıyor
Devden bana bulaşıyor
Ama ben şarkı söylemeyi unuttum ki
Gözümden akan yüzümü yakıyor
İsmini de unutmuşum.
Saçlarımı topladı şimdi de dev
Ayakkabılarımı çıkardı
Korktum beni kucaklamasından
O da korktu, elimi tuttu
Toprağa değdi yüzüm, aklandı
Bir su aktı içime, içim şifalandı
Artık büsbütün bendeydim
İyi de ben nereye gitmiştim, geri geldim?
Dev yanıma oturdu
Yazdıklarımı okuttu
Yazdıklarım beni epey korkuttu
Devin Adı
Gizem
Aradan birkaç gün geçti, dev kayboldu
Çiçeğimi sularken camda beliriyor ara sıra
Ya da yazarken ansızın kağıtta
Hayal panomun köşesi kıvrılmış, düzelt diyor
Misafirliğe de gelecekmiş yakında
Hiç gitmeyecekmiş sarılırsam ona
Bilmediğim bir o kaldı
Gelip onu da öğretecekmiş
Rüyama geldi dev, sarıldık
Mavisi akmıştı, bana bulaşık
Mutlulukmuş devin adı aynada yaz-
dı
Şimdi ne zaman baksam aynaya
Bir dev, mavi boyalı
Yukarı doğru bir yay olmuş ağzı
Şimdi ne zaman baksam aynaya
Anımsarım:
bir dev...
Meğer
benmişim o dev
Bir Çift Yaşlı Kırışık Goz
Bilge Gezgen
Tan vaktinin ve karga seslerinin efsanevi harmonisi eşliğinde yürümeye başla-
dı adam. Attığı her adımda derin derin nefer alıp veriyor, müthiş deniz kokusu-
nu içine çekiyordu. Yolda bisiklet süren çocuğa sevgiyle baktı. Kendi çocuklu-
ğunu hatırladı. Bir zamanlar tek düşüncesi gideceği yer olan, tek korkusu, stre-
si bisikletinin zincirinin atması olan küçük çocuk ne ara bu denli yaşlanıp dert
ve sıkıntıya boğulmuştu. Gördüğü bir kelebek yahut yeni açan nar çiçekleri o
küçük çocuğu heyecanlandırırken bu yaşlı adam için ne ara bu kadar sıradan-
laşmıştı? Gördüğü her yaşıtına potansiyel arkadaş gözüyle bakan o cıvıl cıvıl
gözler ne ara bu kadar çökmüş, kırışmış ve eskimişti?
Bir Çift Yaşlı Kırışık Goz
Bilge Gezgen
Zamanın hızının onda yarattığı sinirle yürümeye devam etti. Çıkmaz yo-
la girdiğinin farkındaydı, fakat yoluna devam etti. İçindeki bir ses devam et diye
haykırıyordu. Yolun sonunda denizden dönen kayıkçıları gördü. Eski dostu bura-
larda olmalıydı. Ne çok zaman geçmişti onu son gördüğünden beri. Bir zamanlar
yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki yakın dost, yollarının ayrılmasıyla kopmuşlar-
dı. Lise sıralarında ergenliğin sancılı günlerini beraber atlattıkları dostu, ne za-
man aklına gelse hüzünlü bir gülümseme kaplardı yüzünü ve fark ederdi ki en
güzel, en mutlu günlerini onunlayken yaşamıştı. Yatakhaneden çıkmak için kır-
dıkları pencere kolunun hafızasında bu kadar yer edeceğini bilebilir miydi o za-
manlar? Şimdi her gördüğü pencere kolunda, aramaya cesaret edemediği ama
görünce boynuna sarılmak istediği dostunu hatırlıyordu.
Yürümeye devam etti…
Kayıkların bağlandığı kıyıya yaklaştı. Deniz havası hep iyi gelmişti ona. Küçük bir
çocukken her pazar babasıyla balık tutmaya çıkardı. Bozcaada'nın en eski balıkçı
dükkanı onlarındı. Babası çok istemişti balıkçı olmasını ama o İstanbul'a gidip
okumayı tercih etmişti. Bir sandal kiralayıp balığa çıkma isteği belirdi o anda
içinde. Bu sefer yalnız olacaktı, babası göçüp gideli yıllar olmuştu çünkü.
Bir Çift Yaşlı Kırışık Goz
Bilge Gezgen
Sandala bindi. Her kürek çekişinde babasının o kürek çekerken söyledi-
ği şarkı geliyordu aklına. Geleceğe yönelik hayallerine değil de geçmişteki anıla-
rına tutunmaya başladığına göre artık yaşlanmış sayılırdı. Daha hızlı çekmeye
başladı kürekleri. Her çekişinde zorlanıyordu fakat daha çok yol alıyordu ve bu
onda başarının tarifsiz keyfini yaşatıyordu.
Mutluluk, yavaş yavaş bulmaya başlamıştı onu. Geçmişin tozlu raflarında
kaldığını sandığı o duygu, adamın labirentli duvarlarını aşıp, yüzündeki güçlü gü-
lümsemeyle gün yüzüne çıkmıştı. Bu küçük deniz turundan sonra sandalı kıyıya
bağladı. O sırada bir el dokunda omzuna. Arkasını dönüp baktığında şişman, saçı
sakalı birbirine karışmış, gülümseyen bir adam gördü. Eski dostuydu bu. Gözle-
rinde hala on beş yaşındaki gencin sıcak parıltısı vardı. Yıllar sonra eski dostunu
bulmuştu. Hiçbir şey olmamış gibi, araya yıllar, yollar girmemiş gibi sevgiyle ku-
cakladılar birbirlerini. İki yaşlı, gülen gözün içinden mutluluk sesleri yükseliyor-
du. Yıllarca aradığı mutluluğun tanımı bulduğunu hissetti o sırada. Ait olduğu
yerde, hayatına dokunan en güzel dostuyla uzun zamandır hissetmediği kadar
mutlu hissediyordu öyle ki daha önce hissettiği tüm güzel duygular gölgesinde
kalmıştı bu mutluluğun. Yaşadığı her güzel an önemini kaybetti bir anda ve mut-
luluğun bütün sırrını bir çift yaşlı, kırışık gözde buldu.
Kağıttan Mutluluklar?
Yağmur Okuyucu
Başı ve sonu bilinmeyen insanlık tarihi boyunca en küçük taşın altında bile
aranmış bir kavram, mutluluk. Daha tanımını bile yapamadığımız bir kelime,
kimsenin açıklayamadığı. Bence mutluluk, biraz para kelimesine benziyor. Para.
Anlamlar yüklenişmiş, uğruna her şeyden vazgeçilmiş bir kâğıt parçası. Oysa, hiç
kimse bir a4 sayfası için kalp kırmaz, yalan söylemez, ama üstüne bizim kurdu-
ğumuz koskoca devletlerin simgesi basıldı mı o kâğıda, Dünya’nın en büyük sila-
hına dönüşür. Kâğıdı anlamlı kılan şey, bizim ona yüklediğimiz değerlerdir, bir
nevi kendi yarattığımız tanrımızdır.
Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, ‘mutluluk’ kelimesini de biz büyütüyor olabilir
miyiz? Bir kâğıttan her şeyi satın alabilen bir araç yaratan insanlık, bir kelimeden
de uğruna hayatlar feda edilebilecek bir kavram yaratmış olamaz mı? Her insa-
nın hayatının amacı mutlulukken ve gelip geçici olarak yüzünü görenler olsa da
kimsenin tüm çıplaklığıyla görmediği kavramı biz mi yarattık? Belki de hayat yo-
lunda, peşinden koşabileceğimiz bir şey gerekiyordu hepimize, koşabileceğimiz
ama asla elde edemeyeceğimiz bir şey. Böylece, ta ki yol uçurumun kenarına ge-
lene kadar durmayacaktık, hayatımızı onu yakalamak için harcadığımız mutluluk
kendini bırakınca boşluğa, bu sefer ölümde arayacaktık mutluluğu; cennette.
Mutluluk belki de sadece minik bir mum ışığıydı içimizde, küçük küçük ya-
nan, en ufak esintide sönen. Hayalimizdeki gibi Güneş değildir, belki daha kü-
çük, o kadar küçüktür ki hissedilmez, fark edilmez genelde. Nefes alıp vermek
kadar doğal bir şeydir bizim için, odaklanamadığımız, onu aramadığımız sürece
varlığından haberdar olmadığımız ama tıpkı nefes gibi orada olan bir mum ışığı.
Bir kedinin, minik mırıltılarının arasında saklanmıştır belki, ağacın dans eden
yapraklarının arasındadır, bir çocuğun zevkle yaladığı dondurmasının külahının
dibinde, sevdiğimiz insanın göz bebeğindeki saniyelik titremededir belki de…
Koca bir araba mıydı bizi mutlu eden, yoksa iki katlı bir ev mi? Bize asla yetme-
Kağıttan Mutluluklar?
Yağmur Okuyucu
Mutluluk belki de sadece minik bir mum ışığıydı içimizde, küçük küçük ya-
nan, en ufak esintide sönen. Hayalimizdeki gibi Güneş değildir, belki daha kü-
çük, o kadar küçüktür ki hissedilmez, fark edilmez genelde. Nefes alıp vermek
kadar doğal bir şeydir bizim için, odaklanamadığımız, onu aramadığımız sürece
varlığından haberdar olmadığımız ama tıpkı nefes gibi orada olan bir mum ışığı.
Bir kedinin, minik mırıltılarının arasında saklanmıştır belki, ağacın dans eden
yapraklarının arasındadır, bir çocuğun zevkle yaladığı dondurmasının külahının
dibinde, sevdiğimiz insanın göz bebeğindeki saniyelik titremededir belki de…
Koca bir araba mıydı bizi mutlu eden, yoksa
iki katlı bir ev mi? Bize asla yetmeyen, asla
karnımızı ve gözümüzü doyurmayan mad-
deler nasıl yakacak o mumu?
Bu tür mutluluklar, ay ışığı gibidir. Evet,
diğer yıldızlara göre daha parlak durur, da-
ha çekici. Fakat hepimiz biliriz ki, geceleri
titrek gözlerle bize bakan yıldızlar, gerçek
büyüklüklerinde aydan çok daha fazlasıdır.
Mutlulukla bunun gibi, uzaktan bir mum ışı-
ğı; yakından bir Güneş olabilir. Kendi kendi-
mize şişirip, havalandırdığımız, bir kuşun
kanatlarına özenle saklayıp yüksek dağlara
gönderdiğimiz bu kavram, biz ona ulaşmaya
çalışırken hala içimizde yanan bir mumda
gizli olabilir. Akreple yelkovanın arasındaki
sonsuz zamanda değil de onların kesiştiği
andadır belki de.
Mutluluk, Hayat ve Noktalar
Arda Canbaba
Hayatımızın bazen dışında kaldığını sandığımız bazen önemsemediğimiz
ama aslında hayatın ta kendisi olan noktalar...
Bu noktaları kimi zaman hayat gayesi kimi zaman yaşama sebebi olarak de-
ğerlendirebiliriz kanımca. Burada aslolan o hedefe varmak, ulaşmaktan ziyade
hedefin kendisi ve o hedefe gidilirken harcanan emek o noktayı daha anlamlı kı-
lar. Çünkü hiçbir sonuç hiçbir gaye tek başına değerli değildir. Asıl noktaysa kafa-
mızdaki hedefe ulaşırken sarf edilen emek çaba ve şevktir. Sonuca vardığımızda
sonuç her ne olursa olsun, sırtımızı yaslayıp geçmişe kimi zaman gözümüzde
ufak bir damla yaşla kimi zaman dudağımızın kenarında ufak bir tebessümle ba-
kabiliyorsak biz zaten asıl hedefi asıl mutluluğu belki de farkında olmadan yaşa-
mışızdır.
Bu yolculukta hüznü de sevinci de tatmamız gerektiğine inanırım ben ki iki-
sinin de bir anlamı olsun. Göremediğimiz nokta belki de budur. Her şeyin her
anın tadına sonradan varmak, değerini sonradan kavramak...Hazin olan da belki
budur. Tabii eminim ki yerine göre herkes için geçerlidir. Kimi zaman kör olacağı-
mız tutar ve bazen bazı mutlulukları yasayamayacağızdır. Ancak bu konuda eli-
mizden bir şey geleceğini sanmam. Biz insanoğulları olarak bir şeylerin değerini
elimizdeyken anlayamıyoruz ne yazık ki…
Hepimiz için gizli olan nokta gizli olan mutluluk burada yatıyordur belki de...
Yanıyorum
Umut Mert Acar
Duyuyor musun ?
Gün be gün artan sessiz çığlığımı
Yoksa ayırt edemiyor musun
Gerçek mi peri masalı mı?
Beni bıraktığın o an
Söz vermiştim inan
Hala aynıyım , aynı adam
Tek fark var kafam duman
Belki anlatamam , inandıramam
Zamanın alıp götürdüğü usta şairler gibi
Ama şunu bil ki yedi bitirdi beni
Tek taraflı aşkın izleri ve makus talihi
Ne yapılır ne edilir bilmiyorum
Sadece sensiz günleri sayıyorum
Keşke balık hafızalı olmasaydım diyorum
O güzel gözlerinin bana güldüğü günleri özlüyorum