Yoongi
15 Haziran, Yıl 22
Öyle olmadığına inanmak istedim. Ama Jungkook
orada yatıyordu. Jungkook ölü gibi hastaların olduğu
koridorda yatıyordu. İçeri girmekten tamamen aciz-
dim. Kendim gidip kontrol edemedim. Ayağa kalk-
tığımda, bacaklarım yığılmak üzereydi. Akan göz
yaşlarıyla oradan ayrıldım. Komikti. En son ne zaman
ağladığımı hatırlamıyordum bile.
Sokağın karşısına geçecektim ama biri kolumu ka-
vradı ve kendime geldim. Kimdi o? Hayır, umurumda
değildi. Kim olursa olsun, hepsi aynıydı. Bana yaklaş-
ma. Git. Sadece beni yalnız bırak. Beni kendi halime
bırak. Sana da zarar vermek istemiyorum. Zarar
görmek istemiyorum. Bu yüzden lütfen, daha fazla
yaklaşma.
Taehyung
25 Haziran, Yıl 22
Birinin küçük adımlarla beni takip ettiğini fark
ettiğimde yavaşladım. Bugün markette üçüncü
karşılaşmamızdı. Bu seferki karşılaşmanın tek farkı
beni görür görmez marketten hızlı adımlarla
uzaklaşması olmuştu. Marketin yakınlarında
takılıyordu, geldiğimi fark ettiğinde bir yere saklandı.
Saklandığını sandı daha doğrusu, uzanan gölgesinin
göründüğünü fark etmeden. Gülümsedim kendi
kendime, orada olduğunu fark etmemişçesine
yürümeye devam ettim ve yine sessizce arkamdan
gelmeye devam etti.
Dar bir ara sokağa girdim, mahallede lambaları sönük
olmayan tek sokaktı burası. Oldukça uzundu, lamba
ise ortalarında bir yerdeydi. Işık, kaynağına
yaklaşıldıkça yaklaşan cismin arkasında gölge bırakır.
Lambanın olduğu yere biraz daha yaklaştığımda
benim de arkamdan uzun bir gölge belirmeye
başlamıştı. Belki de nefesini tutarak beni takip eden
kişinin ayaklarına kadar uzanmıştı. Sokak lambasının
altından geçerken beni kısalarak takip eden gölgem
ayağımın altında kaybolmuştu.
Taehyung
25 Haziran, Yıl 22
Adımlarımı hızlandırdım, sokak lambası arkamda
kalıyordu, şimdi ise gölgem önüme doğru uzanmaya
başlamıştı. Çok geçmeden yürüdüğüm bu tozlu asfalt
yolda bana ait olmayan bir gölge daha belirdi.
Yürümeyi bıraktım ve olduğum yerde durdum, beni
takip eden kişi de benimle birlikte durdu. Farklı
boyutlara sahip iki gölge yan yana uzanıyordu.
“Sen buraya gelene kadar yerimden
kıpırdamayacağım.” dedim. Gölge ürkek bir şekilde
sıçradı. Yine de nefesini tutmaya devam etti sanki
orada değilmişçesine. “Her şeyi görebiliyorum,
biliyorsun değil mi?” dedim gölgesini göstererek. Bir
süre sonra ayaklarını yere vurarak bana doğru
yaklaştığını duydum. Gülmeye başlamıştım.
Namjoon
30 Haziran, Yıl 22
Elim kendine özel bir beyni varmış gibi, merakla
'açma' düğmesine bastı. Anlık bir hareketti. İlk defa
yaşadığıma emin olduğum bir andı, fakat birkaç defa
başıma gelmiş gibi hissediyordum. Asansör kapısı
kapanmadan önce, yeniden açıldı ve insanlar bindi. O
insanlar arasında, saçında sarı lastik bant olan birisini
fark ettim. Düğmeye basma sebebim onun orada
olduğunu bildiğimden değildi, bir şey beni buna
itmişti. Geriye doğru bir adım attım. Asansörün
duvarına sırtım değdiğinde, gözlerim sarı lastik
bandını aradı.
İnsanın sırtı çok fazla hikaye anlatabilir. Sadece bir
kısmını anlayabilirsin. Bazılarınınki çok az tahmin
edilebilir, bazılarınınki ise bilinmez olarak kalır.
Birden, hayatımda ilk defa onu sırtından
okuyabiliyordum. "Bu kişiyi tanımalı ve hikayesini
öğrenmeliyim." diye düşünürken buldum kendimi.
Öyleyse, beni de sırtımdan okuyabilecek insanlar
olmalı, değil mi? Başımı kaldırdığımda bir bakışla
karşılaştım. Uzun süre bundan kaçındım. Bu tür şeyler
sık sık oluyordu ve başımı yeniden kaldırdığımda,
aynada sadece ben vardım. Arkamı görmüyordum.
Jimin
3 Temmuz, Yıl 22
Yere uzandım. Müziği kapattım, kendi nefesim ve
kalp atışım dışında başka bir şey duymuyordum.
Telefonumda, o gün çalıştığım dansın koreografi
videosu oynuyordu. Videoda, hyung'un dans
hareketleri yumuşak ve kusursuzdu. Sayısız saatlerce
çalışmanın ve onca ter akıtmanın sonucuydu bu.
İçimdeki dans etme arzusunu fark edeli çok
olmadığını biliyorum. Ama anlamak ve bir şeyi geçici
bir heves ile istemek farklı şeyler olduğundan, çoğu
zaman iç geçiriyordum.
Ayağa kalktım, döndüm ve hareketleri tekrar ettim.
Aynı zamanda, pozisyonları sıralarken hata yapmaya
devam ediyordum. Yarın düzelteceğim ama bugün
de düzgün yapmak istiyorum. Bu benim yöntemim.
Alaycı övgüler yerine, ciddi bir şekilde tasdiklenmek
ve düzenli bir partner istiyordum, tıpkı insanın nefesi
ile bütünleşmesi gibi.
Jimin
4 Temmuz, Yıl 22
Kendime geldiğimde kollarımı derimi yüzercesine
yıkadığımı fark ettim. Ellerim titriyordu ve kesik kesik
nefes alıyordum. Aynada yansıyan gözlerim
kanlanmıştı. Yaşananları yavaş yavaş hatırlıyordum.
Bir anlığına dikkatimi kaybettim. Dans kulübünden bir
noonayla beraber dans ediyordum. Ama ritmimi
kaybettim ve çarpıştık. Sert zemine düştüm ve kolum
kanamaya başladı. O anda 'Çiçek Botaniği'nde ne
olduğunu hatırladım. O şeyi atlattığımı zannetmiştim
ama işin aslı öyle değildi. Koşup uzaklaşmam, yıkayıp
temizlemem gerekiyordu; uzaklara bakmam
gerekiyordu. Aynadaki ben, yağmurda koşan 8
yaşındaki çocuğun aynısıydı. Yine hatırladım ki;
noona da düşmüştü.
Pratik odasında kimse yoktu. Kapıyı açmaya giderken
yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığını
görebiliyordum. Az ileride Hoseok hyung’un
koştuğunu görebiliyordum. Yağmurun altında
ıslanıyordu. Bir şemsiye kaptım ve dışarı koşmaya
başladım. Koştum, sonra durdum.
Jimin
4 Temmuz, Yıl 22
Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Benim gibi birisinin
yapabileceği tek şey insanların canını yakmak ve
kendi yaralarımdan ötürü tir tir titremek ve insanları
ardında bırakmaktı; ya da her şey için geç olduğunda
onları kovalayıp, sonra durmaktı. Geri döndüm. Her
bir adım atışımda yağmur suyu ayakkabıma
doluyordu. Arabanın farları yanımdan geçip gitti. İyi
değildim. Hayır iyiydim. İncinmemiştim. Ciddi bir yara
gibi değildi. Oldukça iyi durumdaydım.
Hoseok
4 Temmuz, Yıl 22
Onun ilk yardım aldığı süre boyunca koridorda
bekledim. Gece olmasına rağmen, hastane koridoru
insanlarla doluydu. Ter ve yağmurdan ıslanmış
saçlarımdan bir damla düştü. Ondan aldığım çantayı
düşürmüştüm. İçinden çeşitli şeyler düştü. Birkaç
bozuk para, tükenmez kalem ve bir havlu yuvarlandı.
Hepsinin ortasında bir uçak e-bileti vardı. Onu aldım
ve inceledim. O anda, doktor beni çağırdı. Hafif bir
sarsıntı olduğunu ve endişelenecek bir şey olmadığını
söyledi. Sonra, o da çıktı. ''İyi misin?'' Başının biraz
acıdığını söyleyip çantasını benden geri aldı. Sonra
e-biletin göründüğü fark edip yüzüme baktı. Çantamı
diğer omzuma aldım, hiçbir şey olmamış gibi
gitmemiz gerektiğini söyledim. Hastaneden
ayrılırken, yağmur çok şiddetli yağıyordu. Kapının
dışında yan yana durduk.
''Hoseok-ah,'' dedi. Diyecek bir şeyi varmış gibi
görünüyordu. ''Bir saniye bekle. Şemsiye alacağım.''
Düşüncesizce yağmura doğru koştum. Uzakta bir
dükkan vardı. Onun önceden yurtdışında dans takımı
için seçmelere katıldığını biliyordum. Uçak bileti bunu
başardığı anlamına geliyordu. Onun bunu söyleyişini
duymak istemedim. Onu tebrik edecek özgüvenim
de yoktu.
Namjoon
13 Temmuz, Yıl 22
Başımı otobüsün camına yasladım. Kütüphaneden
benzin istasyonuna kadar. Camdan, her gün aynı
yerden geçtiğim için korkutucu derecede tanıdık
olan manzarayı izledim. Bu manzarayı geride
bırakabileceğim bir gün gelecek miydi? Yarının neler
getireceğini tahmin etmenin imkânsız olduğunu ve
hiçbir şey için ümitlenmemek gerektiğini düşündüm.
Önümde saçını sarı bir lastikle bağlamış bir kadının
oturduğunu görebiliyordum. İç çekiyormuş gibi
omuzları kalkıp indi. Sonra kafasını cama yasladı.
Yaklaşık bir aydır aynı kütüphanede ders çalışıp aynı
duraktan otobüse biniyorduk. Birbirimizle hiç
konuşmamıştık ama her gün aynı manzarayı görüp
aynı zamanda yaşıyor ve aynı şekilde iç çekiyorduk.
Saç lastiği hala cebimdeydi.
Kadın otobüsten hep benden üç durak önce iniyordu.
Gidişini her gördüğümde, el ilanı mı dağıtacak diye
merak ederdim. Nasıl zaman geçiriyordu, nelere
katlanıyordu? Yarının gelmeyeceği ya da aslında en
başından beri “yarın” diye bir şeyin olmadığı
düşüncesi ne kadar nefesini daraltıyordu? Böyle
şeyler düşünürdüm.
Namjoon
13 Temmuz, Yıl 22
Kadının ineceği durağa yaklaşıyorduk. Birileri otobüs
dursun diye düğmeye bastı ve diğer yolcular
koltuklarından kalktı. Bunlar olurken kadın yerinden
kıpırdamadı. Kafası hala cama dayalı, koltukta
oturmaya devam etti. Uyuyakalmış gibi
gözüküyordu. Gidip uyandırmalı mıydım? Bir anlığına
kendimle mücadele ettim. Otobüs durağa yanaştı.
Kadın hareket etmiyordu. İnsanlar otobüsten indi.
Kapı kapandı ve otobüs tekrar hareket etti.
Kadın uyanmamıştı, üç durak daha geçtiğimizde bile.
Otobüsün kapısına yürürken yine kendimle mücadele
ediyordum. Ben indikten sonra kimsenin kadınla
ilgilenmeyeceği belliydi. Kendi durağından çok uzak
bir yerde uyanacaktı ve bu yüzden ne kadar
yorulacağını tahmin bile edemedim.
Duraktan ayrıldım ve benzin istasyonuna doğru
yürümeye başladım. Otobüs hareket etti ve arkama
bakmadım. Saç lastiğini çantasının üstüne
bırakmıştım, ama bu kadardı işte. Bu bir son olmadığı
gibi, bir başlangıç da değildi. Hiçbir şey değildi ve
herhangi bir şey olması için bir sebep yoktu. O
yüzden, “Fark etmez” diye düşündüm.
Jungkook
16 Temmuz, Yıl 22
Pencerenin önünde kulaklıklarım takılı bir şekilde
duruyordum, biraz şarkıya eşlik etmeye çalıştım.
Çoktan bir hafta geçmişti, sözlerine bakmasam da
şarkıyı söyleyebiliyordum. Sesimi duyabilmek için,
tek kulaklık takılı bir şekilde alıştırma yaptım. Şarkı
sözlerini güzel olduğu için beğenmiştim ama şimdi
sözler silikti ve kafamı kurcalıyordu.
Temmuz güneşi tüm odayı ışığı ile doldurmuştu.
Rüzgar esiyor, ağacın üstündeki sallanan yapraklar
parıldıyordu. O anda, yüzüme vuran güneş ile
beraber bir şey farklı geldi. Gözlerimiyumdum.
Gözlerimin derinliklerinden, mavi bir şey saçılıyordu
ve devam ettim şarkı söylemeye. Sözler yüzünden
miydi? Güneş yüzünden mi? Bir şey içimi
gıdıklıyordu.
Taehyung
17 Temmuz, Yıl 22
Yanım sanki parçalanıyormuşçasına acıyordu.
Terliyordum. Tren yolunun kuytu köşelerinde, küçük
marketin arkasındaki boş arazide, üst geçidin
altında... O kız görünürde hiçbir yerde yoktu. Otobüs
durağına bile koşup baktım. Ama tahmin
edilebileceği üzere yine göremedim. Otobüs
bekleyen insanlar bana tuhaf bakışlar attılar. Neler
oldu? Buluşmak için sözleşmemiştik fakat bu yine de
tuhaftı. O sürekli bir yerlerden çıkar ve beni takip
ederdi. Rahatsız edici olduğunu söylediğim halde, bu
sözler bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu sanki.
Ama şimdi hiçbir yerde yoktu, eskiden beraber
gittiğimiz yerlerde bile.
Tanıdık görünen bir duvarın yanına geldiğimde
adımlarım yavaşladı. Duvarda beraber yaptığımız
grafiti vardı. Bu onun çizdiği ilk şeydi. En üstünde
kocaman bir çarpı işareti vardı. Bunu yapan oydu.
Bunu yaptığına şahit olmamıştım, ama biliyordum.
Neden mi? Buna verecek bir cevabım yok. Ayrıca
duvardaki çizimler birbirinin üzerine binmişti.
Taehyung
17 Temmuz, Yıl 22
Tren raylarına uzanırken kafamı çarptığım zamanki
gülüşü... Kaçmasına yardım etmeye çalışırken
düştüğümde onun bana yardım edişi, ekmeğini çalıp
yedikten sonraki kızgın suratı, vitrininde aile fotoğrafı
olan bir fotoğrafçının önünden geçerken takındığı
puslu ifadesi, kendi bile farkında olmadan yanından
geçtiğimiz öğrencilere attığı bakış… Duvarı beraber
boyarken "Eğer bir sorunun varsa, anlat bana. Kendi
başına savaşma." demiştim. O anıların üzerine
kocaman bir çarpı çizilmişti. Her şeyin sahte
olduğunu söylüyordu sanki. Her şeyin bir yalandan
ibaret olduğunu anlatıyordu. Farkında olmadan
yumruklarımı sıktım. Neden mi? Buna hala bir
cevabım yok. Yürümeye devam ettim. Yeniden
yalnızdım. Ve o da…
Jungkook
26 Temmuz, Yıl 22
Gizlice hastanenin çelenginden bir çiçek kopardım.
İstemsizce gülmeye başladım ve bunu saklamak için
kafamı eğmek zorunda kaldım. Hastane odasının
kapısını tıklattım ama cevap gelmedi. Tekrar tıklattım
ve kapı hafifçe aralandı. İçerisi tuhaf bir şekilde
soğuktu. Oda sadece sessiz bir karanlıkla doluydu.
Hastane odasından ayrıldım. Koridorlarda tekerlekli
sandalyemi çılgınca bir aşağı bir yukarı sürerken,
sıkıldığım ve boğulacakmış gibi hissettiğim bir anda
tanışmıştım onunla burada. O kadar hızlı karşımda
belirdi ki duracak zamanı zor buldum ve işte saçlarını
tokayla atkuyruğu yapmış bir kız karşımda
duruyordu. Hastaneden ayrılırken bir bank gördüm.
Orada otururken birlikte müzik dinleyip bir şeyler
çizdiğimizi hatırladım. Ve işte şurada, şu çatıda bir
kutu çilekli sütü paylaşmıştık. O zaman da ellerimde
kır çiçeği tutuyordum ama şu an bunu verebileceğim
kimse yok.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Depo olarak kullanılan sınıfın kapısını açıp içeri adımımı
attım. Bir yaz gecesiydi, Hava henüz serinlememiş, birbirine
karışan küf ve toz kokusu sarmıştı etrafı. O an anılar
gözümün önünde canlanıverdi. Müdürün göz alan cilalı
ayakkabıları, kapının dışında dikilen Namjoon’un yüzündeki
ifadesi, Hoseok’u arkamda bırakıp gittiğim ve eve yalnız
döndüğüm o son gün...Aniden başıma bir ağrı girmişti,
ürpermiştim. Nasıl hissettirdiğini açıklayamadığım, ne öfke
ne de korku diyebildiğim karmaşık bir his ele geçirmişti
bedenimi acıyla. Kalbimin ve vücudumun vermeye çalıştığı
mesaj oldukça açıktı, Bir an önce buradan çıkmam
gerekiyordu.
Taehyung aklımdan geçenleri okuyormuşçasına kolumu
tuttu ve “Hyung biraz daha sık dişini, çabala. Burada neler
olup bittiğini hatırla.” dedi. Elini ittim ve arkamı dönüp
ilerledim. Saatler boyunca bunaltıcı sıcağın altında dolanıp
durmuştum. Gerçekten inanılmaz yorulmuştum. Çocuklar
bana sanki ne diyeceklerini bilemiyorlarmış gibi
bakıyorlardı.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Anılar. Taehyung’un anlattığı yaşanmışlıklar bana o kadar
uzak ve anlamsız geliyordu ki... Bunu yaptığıma... Bunun
başıma geldiğine… Birlikte bir şeyler yaptığımıza dair
hikayeler. Yapmış olabilirdik, hikayeler doğru olabilirdi, lakin
anıları anlamak veya inanmak hatırlamakla bir olmuyordu.
Yaşanmışlıklar, deneyimler, öyle basitçe dinleyip
edinebileceğiniz şeyler değildi. Zihnimizde, kalbimizde ve
ruhumuzda sağlam kökleri olması gerekiyordu. Ancak
benim bu yerle ilgili anılarım sadece kötü şeylerden ibaretti,
bana acı veren ve kaçma isteği uyandıran şeylerden.
Beni durdurup, gitmekten alıkoyan Taehyung’la kavga
etmiştim. İkimiz de yorgunduk. Vurmak, çekilmek, durmak.
Her şey sıcak ve akışkan olmayan bir sıvının içinde
yaşanmışçasına ağır ve yavaş hissettirmişti. Beklemediğim
bir anda Taehyung’un bacağına takıldım. Omzumun duvara
çarpacağını düşündüm fakat hemen peşinden dengemi
kaybedip tökezledim.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Başta, ne olduğunu idrak edemedim. Oda tamamen tozla
dolu olduğundan ne gözlerimi açabiliyordum ne de nefes
alabiliyordum, ki zaten durmadan öksürüyordum. “İyi
misin?” Bu sesi duyduğumda yerde yatıyor olduğumu fark
ettim. Ayağa kalkarken duvar olduğunu düşündüğüm şeyin
ufalanmış olduğunu gördüm.
Toz buz olan duvarın arka tarafında kocaman bir boşluk
vardı. Hepimiz donakalmıştık. “İnanamıyorum, ne kadar da
çok zaman geçirdik burada” dedi birimiz. Duvarın ardında
böylesine bir boşluk olduğundan hiçbirimizin haberi yoktu.
Fakat o da neydi? Tozlar durulmaya başladığında, boşluğun
ortasında bir dolap belirmişti, o an hepimizin gözleri bu
dolaba doğru çevrilmişti.
Namjoon dolabın kapağını açtı. Ben de bir adım ilerleyerek
dolaba doğru yaklaştım. İçerisinde bir defter vardı.
Namjoon defteri eline aldı ve ilk sayfasını çevirdi. Nefesimi
tuttum bir anlığına. Bir hayli eski görünüyordu defterin ilk
sayfası. Hiç beklemediğim bir kişinin adı yazılıydı sayfada.
Babamın adıydı.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Namjoon yeniden sayfa çevirmeye yeltendiğinde, defteri
elinden kaptım. Şok içinde bana bakan gözlerini
umursamadım. Masaya geçtim. Sanki her an parmaklarımın
arasında ufalanacakmış gibi olan sayfaları çevirmeye
başladım.
Babamın kendi el yazısıyla tuttuğu, lisede kendisinin ve
arkadaşlarının başlarından geçenleri anlatan bir günlüktü
bu. Her gün düzenli olarak yazılmamıştı, eksik günler vardı.
Hatta bir ay bile yazılmadığı olmuştu, bazı sayfalar ise kan
lekeleri yüzünden okunması zorlu bir haldeydi. Buna
rağmen, benim katlanmak zorunda olduğum şeylerin
babamın da başına geldiğini söyleyebilirdim. O da benim
gibi hatalar yapmıştı ve onları düzeltebilmek için koşturup
durmuştu.
Defterde yazılı olan şeyler babamın başarısızlıklarının bir
kaydıydı. Nihayetinde vazgeçmiş ve başarısız olmuş.
Unutmuş, görmezden gelmiş ve kaçmıştı. Arkadaşlarına
ihanet etmişti.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Günlüğün son sayfası koyu bir renk mürekkebe bulanmıştı.
Mürekkep arkasındaki sayfaya da bulaşmış, hatta son
sayfalara kadar bu lekeyle kaplanmıştı günlük. Sanki
babamın başarısızlığını resme dökmüştü bu leke.
Zamanın hızla akıp gittiğinden bihaberdim, hiçbir şey
hissedemez olmuştum.. Camdan esen rüzgarın soğukluğu
günün en karanlık saatinde, gün doğmadan hemen önceki
anda olduğumu fark ettirmişti. Namjoon dahil herkes
oturdukları yerde uyuyakalmıştı. Kafamı kaldırıp duvara
baktım. Babamın adının buralarda bir yerde yazılı olduğunu
gördüğüm aklıma gelmişti. Altında şu yazıyordu “Her şey
burada başladı.”
Defterin kapağını kapatmaya karar verdiğimde parmak
uçlarımda bir şeyler hareket ediyordu sanki. Mürekkep
lekesiyle kaplı sayfadaki harf kabartılarını yarım yamalak
görebilmiştim. Pencereden gelen kasvetli havayı
hissedebiliyordum. Güneş doğmak üzereydi. Lakin gece
henüz sona ermemişti.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Ne geceydi, ne de gündüz. Karanlığın ve puslu ışığın
birbirini sarmaladığı (iç içe geçtiği) o anda, hafifçe
kendisini belli etmeye başladı satırlar arasındaki cümleler.
Defter, yazılanlardan çok daha fazla anıyı barındırıyordu
içinde. Babamın unutmak istediği, hatırlamamak için
çabaladığı her şey hala sayfalar arasındaki boşluklarda ve
doldurulmayan satırlarda benliğini koruyordu. Renkler
solmuş olsa da, kalemin deftere yaptığı baskının izleri hala
varlığını koruyordu. Üstesinden gelemeyeceğini
düşündüğü sayısızca korku, çaba ve o minicik kırılgan
umudunu hissedebiliyordum parmak uçlarımda. İncinmiş
ruhunun haritası hala o günlüğün içindeydi.
Defteri kapattığım an gözlerimden yaşlar boşaldı. Uzun bir
süre oturdum öylece, başımı kaldırdığımda da uyumaya
devam eden arkadaşlarımla karşılaştım. Hepsine teker
teker baktım. Belki de kaderimizde vardı buraya dönmek.
Bizim için her şey burada başlamıştı. Bir arada olmanın,
birlikte kahkaha atmanın verdiği mutluluğun değerini
öğrenmiştim.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Kendime bile itiraf edemediğim o ilk hatam, o yanlışım... Bir
yara izi gibi varlığını sürdürüyordu içimde.
Belki de bunların hiçbiri tesadüf değildi. Belki de en
sonunda, yaptığım hataların ve yanlışların, o ya da bu
sebeple deneyimlediğimiz tüm bu sıkıntıların ve ıstırapların
anlamını kavramak için buraya gelmek zorundaydım. Ve
belki de kendi ruhumun haritasını bulma yolunda bir adım
atabilmek için, yine buradaydım.
Seokjin
15 Ağustos, Yıl 22
Kavşaktaki trafik yoğunluğundan çıkıp da, arabayı
hızlıca sürebileceğim bir zamanın olacağını
bilmezdim. Yanımdan yavaşça bir araba geçti, sanki
birisi bana seslenmiş gibi hissettim ama hiçbir şey
duymadım. Sokağın köşesinde küçük bir çiçek
bahçesi gördüm ama uğramadım. Daha çok, birden
bire o dükkanı bulmuşum gibi hissettirdi. (T/N:
Serendipity gibi, tesadüfen bulduğun bir şeyin
getirdiği mutluluk.)
Dosyalarını düzenleyen dükkan sahibinden pek bir
beklentim yoktu. Çoktan birkaç çiçek dükkanına
uğramıştım fakat çiçekçiler, çiçeğin hangi renk
olduğunu bile bilmiyordu. Aynı renkteki çiçekleri
gösterdim. Sadece BU çiçekleri istiyordum. Dükkan
sahibine çiçeğin adını söyledim, bana uzun uzun
baktı. Dükkan henüz açılmadığından, bana çiçekleri
kargolayabilme imkanları var mı diye sordum.
"Neden bu çiçeğe ihtiyacınız var?"
Direksiyonu çevirirken, dükkana yeniden girmeyi
düşündüm. "Neden ihtiyacım vardı ki?" Fakat aklıma
tek bir neden bile gelmiyordu. Sizi mutlu etmek
istiyordum. Sizi gülümsetmek istiyordum. Yüzünüzde
güzel bir ifade belirsin istiyordum. İyi bir insan olmak
istiyordum.
Seokjin
30 Ağustos, Yıl 22
Aşık olduğu o anı hatırlayan var mıdır? Ya da aşkının
sona ereceği anı önceden tahmin edebilen? İnsanların
bu yeteneklere sahip olamamasının sebebi ne olabilir?
Ve bana bütün bunları eski haline getirme gücü neden
verildi?
Araba aniden durdu, farlar yandı, çarptı, yerinden fırladı,
düştü. Ben bütün bu anlar karşısında savunmasız bir
şekilde durmaktan başka bir şey yapmadım. Hiç bir ses
işitmedim ve hiç bir şey hissetmedim. Yaz mevsimiydi,
ama rüzgar soğuk esiyor gibiydi. Cadde boyunca bir
şeyin yuvarlanış sesi işitiliyordu. Bir de çiçeklerin kokusu
vardı. Ancak o zaman gerçeklik duygusu bana ulaştı.
Smeraldo çiçeklerinden oluşan buket ellerimden düştü.
O kız orada, sokağın ortasında öylece yatıyordu.
Saçlarının arasından kanlar süzülüyordu. Koyu kırmızı
kan cadde boyunca akıyordu. Keşke zamanı geri
alabilsem diye düşündüm.
Taehyung
25 Haziran, Yıl 22
Birinin küçük adımlarla beni takip ettiğini fark
ettiğimde yavaşladım. Bugün markette üçüncü
karşılaşmamızdı. Bu seferki karşılaşmanın tek farkı
beni görür görmez marketten hızlı adımlarla
uzaklaşması olmuştu. Marketin yakınlarında
takılıyordu, geldiğimi fark ettiğinde bir yere saklandı.
Saklandığını sandı daha doğrusu, uzanan gölgesinin
göründüğünü fark etmeden. Gülümsedim kendi
kendime, orada olduğunu fark etmemişçesine
yürümeye devam ettim ve yine sessizce arkamdan
gelmeye devam etti.
Dar bir ara sokağa girdim, mahallede lambaları sönük
olmayan tek sokaktı burası. Oldukça uzundu, lamba
ise ortalarında bir yerdeydi. Işık, kaynağına
yaklaşıldıkça yaklaşan cismin arkasında gölge bırakır.
Lambanın olduğu yere biraz daha yaklaştığımda
benim de arkamdan uzun bir gölge belirmeye
başlamıştı. Belki de nefesini tutarak beni takip eden
kişinin ayaklarına kadar uzanmıştı. Sokak lambasının
altından geçerken beni kısalarak takip eden gölgem
ayağımın altında kaybolmuştu.
Taehyung
25 Haziran, Yıl 22
Adımlarımı hızlandırdım, sokak lambası arkamda
kalıyordu, şimdi ise gölgem önüme doğru uzanmaya
başlamıştı. Çok geçmeden yürüdüğüm bu tozlu asfalt
yolda bana ait olmayan bir gölge daha belirdi.
Yürümeyi bıraktım ve olduğum yerde durdum, beni
takip eden kişi de benimle birlikte durdu. Farklı
boyutlara sahip iki gölge yan yana uzanıyordu.
“Sen buraya gelene kadar yerimden
kıpırdamayacağım.” dedim. Gölge ürkek bir şekilde
sıçradı. Yine de nefesini tutmaya devam etti sanki
orada değilmişçesine. “Her şeyi görebiliyorum,
biliyorsun değil mi?” dedim gölgesini göstererek. Bir
süre sonra ayaklarını yere vurarak bana doğru
yaklaştığını duydum. Gülmeye başlamıştım.
Jimin
28 Haziran, Yıl 22
Pratik odasında yine tek başıma kalmıştım. Saat 12yi buçuk
geçiyordu ve tren çalışmayı durdurmuştu. Gerçekten,dur-
ması için bekliyordum. Sadece o durduktan sonra pratik
odasını tamamen yalnız kullanabilirdim. Birlikte pratik
yaptığımızda, gözlerim kendi yetersizliğim sebebiyle bitik
ve tükenmiş görünüyorlardı. Hiç durmuyor olmamın sebebi
buydu. Korkuyordum da. Ama yapmayıda çok istiyordum.
Bu yüzden her gece kendi başıma kaldım. Günlerimi bu
şekilde harcadıkça, ilginç bir şekilde, kalbimdeki korku yok
oldu. Dans etmenin eğlencesinin farkındalığı vardı sadece.
Uzun bir süre kafamda uydurduğum kendimin küçük,
güçsüz ve zayıf olduğuna inandım. Dans ettiğimde, kendi-
mi en sonunda kilomu, kollarımın ne kadar kısa olduğunu
ya da yaratabileceğim hız veya gücü düşünürken buluyord-
um. Küçük ya da güçsüz olmayan, dans eden ben... Pratik
yaptıkça yeteneklerimde gelişti. Takıla takıla yaptığım
hareketler bir düzene girdi. Büyüyordum. Tırnağımın ucu
kadar küçük de olsa büyüyordum. Aslında ne kadar konuş-
kan bir insan olduğumun farkına vardım. Dans ettiğim
zaman, söylemediğim ya da söyleyemediğim bütün şeyleri
söylediğimi hissettim. Dans etmeye başladığım zaman, ilk
defaya mahsus, kendimi sevmeye başladım.
Namjoon
30 Haziran, Yıl 22
Elim kendine özel bir beyni varmış gibi, merakla
'açma' düğmesine bastı. Anlık bir hareketti. İlk defa
yaşadığıma emin olduğum bir andı, fakat birkaç defa
başıma gelmiş gibi hissediyordum. Asansör kapısı
kapanmadan önce, yeniden açıldı ve insanlar bindi. O
insanlar arasında, saçında sarı lastik bant olan birisini
fark ettim. Düğmeye basma sebebim onun orada
olduğunu bildiğimden değildi, bir şey beni buna
itmişti. Geriye doğru bir adım attım. Asansörün
duvarına sırtım değdiğinde, gözlerim sarı lastik
bandını aradı.
İnsanın sırtı çok fazla hikaye anlatabilir. Sadece bir
kısmını anlayabilirsin. Bazılarınınki çok az tahmin
edilebilir, bazılarınınki ise bilinmez olarak kalır.
Birden, hayatımda ilk defa onu sırtından
okuyabiliyordum. "Bu kişiyi tanımalı ve hikayesini
öğrenmeliyim." diye düşünürken buldum kendimi.
Öyleyse, beni de sırtımdan okuyabilecek insanlar
olmalı, değil mi? Başımı kaldırdığımda bir bakışla
karşılaştım. Uzun süre bundan kaçındım. Bu tür şeyler
sık sık oluyordu ve başımı yeniden kaldırdığımda,
aynada sadece ben vardım. Arkamı görmüyordum.
Jimin
3 Temmuz, Yıl 22
Yere uzandım. Müziği kapattım, kendi nefesim ve
kalp atışım dışında başka bir şey duymuyordum.
Telefonumda, o gün çalıştığım dansın koreografi
videosu oynuyordu. Videoda, hyung'un dans
hareketleri yumuşak ve kusursuzdu. Sayısız saatlerce
çalışmanın ve onca ter akıtmanın sonucuydu bu.
İçimdeki dans etme arzusunu fark edeli çok
olmadığını biliyorum. Ama anlamak ve bir şeyi geçici
bir heves ile istemek farklı şeyler olduğundan, çoğu
zaman iç geçiriyordum.
Ayağa kalktım, döndüm ve hareketleri tekrar ettim.
Aynı zamanda, pozisyonları sıralarken hata yapmaya
devam ediyordum. Yarın düzelteceğim ama bugün
de düzgün yapmak istiyorum. Bu benim yöntemim.
Alaycı övgüler yerine, ciddi bir şekilde tasdiklenmek
ve düzenli bir partner istiyordum, tıpkı insanın nefesi
ile bütünleşmesi gibi.
Jimin
4 Temmuz, Yıl 22
Kendime geldiğimde kollarımı derimi yüzercesine
yıkadığımı fark ettim. Ellerim titriyordu ve kesik kesik
nefes alıyordum. Aynada yansıyan gözlerim
kanlanmıştı. Yaşananları yavaş yavaş hatırlıyordum.
Bir anlığına dikkatimi kaybettim. Dans kulübünden bir
noonayla beraber dans ediyordum. Ama ritmimi
kaybettim ve çarpıştık. Sert zemine düştüm ve kolum
kanamaya başladı. O anda 'Çiçek Botaniği'nde ne
olduğunu hatırladım. O şeyi atlattığımı zannetmiştim
ama işin aslı öyle değildi. Koşup uzaklaşmam, yıkayıp
temizlemem gerekiyordu; uzaklara bakmam
gerekiyordu. Aynadaki ben, yağmurda koşan 8
yaşındaki çocuğun aynısıydı. Yine hatırladım ki;
noona da düşmüştü.
Pratik odasında kimse yoktu. Kapıyı açmaya giderken
yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığını
görebiliyordum. Az ileride Hoseok hyung’un
koştuğunu görebiliyordum. Yağmurun altında
ıslanıyordu. Bir şemsiye kaptım ve dışarı koşmaya
başladım. Koştum, sonra durdum.
Jimin
4 Temmuz, Yıl 22
Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Benim gibi birisinin
yapabileceği tek şey insanların canını yakmak ve
kendi yaralarımdan ötürü tir tir titremek ve insanları
ardında bırakmaktı; ya da her şey için geç olduğunda
onları kovalayıp, sonra durmaktı. Geri döndüm. Her
bir adım atışımda yağmur suyu ayakkabıma
doluyordu. Arabanın farları yanımdan geçip gitti. İyi
değildim. Hayır iyiydim. İncinmemiştim. Ciddi bir yara
gibi değildi. Oldukça iyi durumdaydım.
Hoseok
4 Temmuz, Yıl 22
Onun ilk yardım aldığı süre boyunca koridorda
bekledim. Gece olmasına rağmen, hastane koridoru
insanlarla doluydu. Ter ve yağmurdan ıslanmış
saçlarımdan bir damla düştü. Ondan aldığım çantayı
düşürmüştüm. İçinden çeşitli şeyler düştü. Birkaç
bozuk para, tükenmez kalem ve bir havlu yuvarlandı.
Hepsinin ortasında bir uçak e-bileti vardı. Onu aldım
ve inceledim. O anda, doktor beni çağırdı. Hafif bir
sarsıntı olduğunu ve endişelenecek bir şey olmadığını
söyledi. Sonra, o da çıktı. ''İyi misin?'' Başının biraz
acıdığını söyleyip çantasını benden geri aldı. Sonra
e-biletin göründüğü fark edip yüzüme baktı. Çantamı
diğer omzuma aldım, hiçbir şey olmamış gibi
gitmemiz gerektiğini söyledim. Hastaneden
ayrılırken, yağmur çok şiddetli yağıyordu. Kapının
dışında yan yana durduk.
''Hoseok-ah,'' dedi. Diyecek bir şeyi varmış gibi
görünüyordu. ''Bir saniye bekle. Şemsiye alacağım.''
Düşüncesizce yağmura doğru koştum. Uzakta bir
dükkan vardı. Onun önceden yurtdışında dans takımı
için seçmelere katıldığını biliyordum. Uçak bileti bunu
başardığı anlamına geliyordu. Onun bunu söyleyişini
duymak istemedim. Onu tebrik edecek özgüvenim
de yoktu.
Namjoon
13 Temmuz, Yıl 22
Başımı otobüsün camına yasladım. Kütüphaneden
benzin istasyonuna kadar. Camdan, her gün aynı
yerden geçtiğim için korkutucu derecede tanıdık
olan manzarayı izledim. Bu manzarayı geride
bırakabileceğim bir gün gelecek miydi? Yarının neler
getireceğini tahmin etmenin imkânsız olduğunu ve
hiçbir şey için ümitlenmemek gerektiğini düşündüm.
Önümde saçını sarı bir lastikle bağlamış bir kadının
oturduğunu görebiliyordum. İç çekiyormuş gibi
omuzları kalkıp indi. Sonra kafasını cama yasladı.
Yaklaşık bir aydır aynı kütüphanede ders çalışıp aynı
duraktan otobüse biniyorduk. Birbirimizle hiç
konuşmamıştık ama her gün aynı manzarayı görüp
aynı zamanda yaşıyor ve aynı şekilde iç çekiyorduk.
Saç lastiği hala cebimdeydi.
Kadın otobüsten hep benden üç durak önce iniyordu.
Gidişini her gördüğümde, el ilanı mı dağıtacak diye
merak ederdim. Nasıl zaman geçiriyordu, nelere
katlanıyordu? Yarının gelmeyeceği ya da aslında en
başından beri “yarın” diye bir şeyin olmadığı
düşüncesi ne kadar nefesini daraltıyordu? Böyle
şeyler düşünürdüm.
Namjoon
13 Temmuz, Yıl 22
Kadının ineceği durağa yaklaşıyorduk. Birileri otobüs
dursun diye düğmeye bastı ve diğer yolcular
koltuklarından kalktı. Bunlar olurken kadın yerinden
kıpırdamadı. Kafası hala cama dayalı, koltukta
oturmaya devam etti. Uyuyakalmış gibi
gözüküyordu. Gidip uyandırmalı mıydım? Bir anlığına
kendimle mücadele ettim. Otobüs durağa yanaştı.
Kadın hareket etmiyordu. İnsanlar otobüsten indi.
Kapı kapandı ve otobüs tekrar hareket etti.
Kadın uyanmamıştı, üç durak daha geçtiğimizde bile.
Otobüsün kapısına yürürken yine kendimle mücadele
ediyordum. Ben indikten sonra kimsenin kadınla
ilgilenmeyeceği belliydi. Kendi durağından çok uzak
bir yerde uyanacaktı ve bu yüzden ne kadar
yorulacağını tahmin bile edemedim.
Duraktan ayrıldım ve benzin istasyonuna doğru
yürümeye başladım. Otobüs hareket etti ve arkama
bakmadım. Saç lastiğini çantasının üstüne
bırakmıştım, ama bu kadardı işte. Bu bir son olmadığı
gibi, bir başlangıç da değildi. Hiçbir şey değildi ve
herhangi bir şey olması için bir sebep yoktu. O
yüzden, “Fark etmez” diye düşündüm.
Jungkook
16 Temmuz, Yıl 22
Pencerenin önünde kulaklıklarım takılı bir şekilde
duruyordum, biraz şarkıya eşlik etmeye çalıştım.
Çoktan bir hafta geçmişti, sözlerine bakmasam da
şarkıyı söyleyebiliyordum. Sesimi duyabilmek için,
tek kulaklık takılı bir şekilde alıştırma yaptım. Şarkı
sözlerini güzel olduğu için beğenmiştim ama şimdi
sözler silikti ve kafamı kurcalıyordu.
Temmuz güneşi tüm odayı ışığı ile doldurmuştu.
Rüzgar esiyor, ağacın üstündeki sallanan yapraklar
parıldıyordu. O anda, yüzüme vuran güneş ile
beraber bir şey farklı geldi. Gözlerimiyumdum.
Gözlerimin derinliklerinden, mavi bir şey saçılıyordu
ve devam ettim şarkı söylemeye. Sözler yüzünden
miydi? Güneş yüzünden mi? Bir şey içimi
gıdıklıyordu.
Taehyung
17 Temmuz, Yıl 22
Yanım sanki parçalanıyormuşçasına acıyordu.
Terliyordum. Tren yolunun kuytu köşelerinde, küçük
marketin arkasındaki boş arazide, üst geçidin
altında... O kız görünürde hiçbir yerde yoktu. Otobüs
durağına bile koşup baktım. Ama tahmin
edilebileceği üzere yine göremedim. Otobüs
bekleyen insanlar bana tuhaf bakışlar attılar. Neler
oldu? Buluşmak için sözleşmemiştik fakat bu yine de
tuhaftı. O sürekli bir yerlerden çıkar ve beni takip
ederdi. Rahatsız edici olduğunu söylediğim halde, bu
sözler bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu sanki.
Ama şimdi hiçbir yerde yoktu, eskiden beraber
gittiğimiz yerlerde bile.
Tanıdık görünen bir duvarın yanına geldiğimde
adımlarım yavaşladı. Duvarda beraber yaptığımız
grafiti vardı. Bu onun çizdiği ilk şeydi. En üstünde
kocaman bir çarpı işareti vardı. Bunu yapan oydu.
Bunu yaptığına şahit olmamıştım, ama biliyordum.
Neden mi? Buna verecek bir cevabım yok. Ayrıca
duvardaki çizimler birbirinin üzerine binmişti.
Taehyung
17 Temmuz, Yıl 22
Tren raylarına uzanırken kafamı çarptığım zamanki
gülüşü... Kaçmasına yardım etmeye çalışırken
düştüğümde onun bana yardım edişi, ekmeğini çalıp
yedikten sonraki kızgın suratı, vitrininde aile fotoğrafı
olan bir fotoğrafçının önünden geçerken takındığı
puslu ifadesi, kendi bile farkında olmadan yanından
geçtiğimiz öğrencilere attığı bakış… Duvarı beraber
boyarken "Eğer bir sorunun varsa, anlat bana. Kendi
başına savaşma." demiştim. O anıların üzerine
kocaman bir çarpı çizilmişti. Her şeyin sahte
olduğunu söylüyordu sanki. Her şeyin bir yalandan
ibaret olduğunu anlatıyordu. Farkında olmadan
yumruklarımı sıktım. Neden mi? Buna hala bir
cevabım yok. Yürümeye devam ettim. Yeniden
yalnızdım. Ve o da…
Namjoon
20 Temmuz, Yıl 22
Dergideki haberleri hızla geçip kafamı kaldırdım. Birkaç
gündür pencere kenarındaki masada farklı bir yüz
oturuyordu. Kalın bir kitap, büyük bir çanta ve beyaz kağıt
bardak aynıydı ama yüz aynı değildi. Dikkatimi tekrar
dergiye çevirdim. Şu an bir saatten uzun süredir aynı
sayfaya bakıyordum. Kafamda dönen düşünceler
yüzünden kelimelere odaklanamıyordum. Neden burada
oturuyordum ki? Bir cevap bulamadım. Bir şeylere
odaklanmış insanların arasında ben, boş boş dergi
sayfalarını inceliyordum. Bir şeylere başlamak konusunda
sabırsız hissettim. Ama içten içe işlerin öyle yürümediğinin
de farkındaydım.
Dergiyi yerine koyup raflar arasında gezinmeye başladım.
Kitaplar, benden daha uzun raflarda dizilmişti. Açık camdan
bana kitapların kokusu ve toz esintisi ulaştı. Lise yıllarımı
düşünmeye başladım. Derslerden kaçıp arkadaşlarımla
gizlediğimiz sınıf da aynı böyle kokuyordu. 'O zamanki ben'
büyüyüp 'şimdiki ben' mi oldu? İstesem de pozitif
kalamıyordum. O zamanlar benim için her şey durmuş
gibiydi. Karşı taraftaki rafa yürüdüm ve eskiden çalıştığım
bir kitabı görüp elime aldım. Her şeye yeniden başlamak
zorundaydım. Vazgeçtiğim her şeye, teker teker.
Jungkook
26 Temmuz, Yıl 22
Gizlice hastanenin çelenginden bir çiçek kopardım.
İstemsizce gülmeye başladım ve bunu saklamak için
kafamı eğmek zorunda kaldım. Hastane odasının
kapısını tıklattım ama cevap gelmedi. Tekrar tıklattım
ve kapı hafifçe aralandı. İçerisi tuhaf bir şekilde
soğuktu. Oda sadece sessiz bir karanlıkla doluydu.
Hastane odasından ayrıldım. Koridorlarda tekerlekli
sandalyemi çılgınca bir aşağı bir yukarı sürerken,
sıkıldığım ve boğulacakmış gibi hissettiğim bir anda
tanışmıştım onunla burada. O kadar hızlı karşımda
belirdi ki duracak zamanı zor buldum ve işte saçlarını
tokayla atkuyruğu yapmış bir kız karşımda
duruyordu. Hastaneden ayrılırken bir bank gördüm.
Orada otururken birlikte müzik dinleyip bir şeyler
çizdiğimizi hatırladım. Ve işte şurada, şu çatıda bir
kutu çilekli sütü paylaşmıştık. O zaman da ellerimde
kır çiçeği tutuyordum ama şu an bunu verebileceğim
kimse yok.
Jungkook
26 Temmuz, Yıl 22
Arkama baktığımda, hastane çok uzaklardaydı. Ne çiçekleri
bıraktığım bankı görebiliyordum, ne de o çocukla eskiden
nehri izlediğim pencereyi. Aklıma gelmişken, o çocuk sıkıcı
hastane hayatında nefes almak için bir yerdi. Akşamüstü
hastane bankına oturup havadan sudan konuşurken, biz
anlamadan güneş batardı. Ona özel bir yerde oynamaktan,
sahile tatile çıkmaktan ve tren istasyonuna kadar yürümek-
ten bahsettim. Bana hastanenin her köşesinden bahsetti.
Nehri hangi pencereden görebileceğimi, hangi merdiven-
lerden gizlice çatıya çıkabileceğimi. Hastane hakkında
bilmediği hiçbir şey yoktu.
Hastane odası boştu. Taburcu mu olmuştu, yoksa başka bir
hastaneye mi kaldırılmıştı? Hemşirelere sordum fakat hiçbi-
ri bilmiyordu. Nedense, kalbimin bir köşesinde boşluk hissi
oldu. Döndüm ve yürümeye devam ettim. Uzaktan okulu
görebiliyordum. Görünüşe bakılırsa ona anlattığım çoğu
şey abilerimle alakalıydı ve neredeyse bütün anlattığım
hikayeler onlarla başlıyordu. Tamamen yalnız olan bana
göre, abilerim benim arkadaşlarım, ailem ve öğretmenlerim
haline gelmişti. Hikayem onların hikayelerinin içerisinde yer
aldı ve ben yalnızca onlarla olan ilişkimde var olmuştum.
Jungkook
26 Temmuz, Yıl 22
Ama bir yerde, şöyle düşünmeye başladım. Artık benim
tarafımda olmadıkları günlerin gelme ihtimali vardı. Hiçbir
sebep göstermeden, sadece onları giderken bulabilirdim ya
da ondan da fazlası yaşanabilirdi, bilmiyordum.
O geceyi düşündüm. Büyük ayın gökyüzüne yükselişi, dün-
yanın ters dönmesi, tersten gördüğüm araba farları, beni
geçip kaybolan arabanın şekli. Motorun sesi, nedense
tanıdık geliyordu. Direkt sonuca varmak istemiyordum.
Ama yine de o anı düşünmeye devam ettim.
Yoongi
29 Temmuz, Yıl 22
Bu melodinin, benimle piyano çalışan kişiyi kaybettikten
sonra bu kadar sık çıkmasının sebebi neydi? Kanepeye
gömülmüş bir şekilde, biraz uzakta duran piyanoya çevir-
dim bakışlarımı. Dışarı atıldıktan sonra annemin piyano
tuşunu fırlatmıştım bir kenara. O, yanan binanın
kalıntılarından bana kalan tek şeydi, yarısı yanmıştı. Ve ben
de onu apartmanın penceresinden aşağı fırlatmıştım. Bir
kez daha asla bir piyanoya dokunmayacağımı tekrar ettim
kendi kendime.
Ertesi sabah erkenden, asansörü beklemekten aciz mer-
divenlerden inerken, bir anda uyuyakaldığımı düşündüm.
Ama güneş çoktan doğmaya başlamıştı bile. Birden, dün
akşam yaptıklarım geldi aklıma. Pencerenin dışındaki çiçek-
likte hiçbir şey yoktu. Güvenlik görevlisi kısa bir süre önce
çöp kamyonunun geldiğini söyledi bana. İşte böylelikle an-
nemin piyano tuşunu kaybetmiş oldum.
Bundan sonra bile, sayısız kez müzikten vazgeçtim. Yap-
mayacaktım. Geri dönmeyecektim. Müzik hiçbir şeydi
ancak kaçsam bile, biliyordum. Müziğe tekrar başlaya-
cağımı, tıpkı o merdivenleri koşarak indiğimdeki gibi bili-
yordum. Müzik benim için böyle bir şeydi.
Yoongi
29 Temmuz, Yıl 22
Müzikle birlikteyken, acı çekerken olduğum kadar
özgürdüm. Kafam karışmıştı, ancak aklım başımdaydı da bir
yandan. Korku ve kendine güven, umut ve çaresizlik.. Bu
birbiriyle çelişen duyguların içerisinde yaşıyormuşum gibi-
ydi.
Birden piyano çalmayı istedim. Bunun için de, gerçekte
ürkek ve ödlek olduğu halde, yalnızca güçlü gözükmeye
çalışan kendimle tanışmak istedim. Küfürler savurmak ve
şakalar yapmak ve yaralar vermek ve vurmak ve yok etmek
ve tutmak ve ağlamak istedim… Ve kaçmak istemedim ben.
Gitar ve piyanoyla birlikte yapılmış olan bu melodiyi
tamamlamak istedim. Bu sefer, yapabilirmişim gibi
görünüyordu.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Depo olarak kullanılan sınıfın kapısını açıp içeri adımımı
attım. Bir yaz gecesiydi, Hava henüz serinlememiş, birbirine
karışan küf ve toz kokusu sarmıştı etrafı. O an anılar
gözümün önünde canlanıverdi. Müdürün göz alan cilalı
ayakkabıları, kapının dışında dikilen Namjoon’un yüzündeki
ifadesi, Hoseok’u arkamda bırakıp gittiğim ve eve yalnız
döndüğüm o son gün...Aniden başıma bir ağrı girmişti,
ürpermiştim. Nasıl hissettirdiğini açıklayamadığım, ne öfke
ne de korku diyebildiğim karmaşık bir his ele geçirmişti
bedenimi acıyla. Kalbimin ve vücudumun vermeye çalıştığı
mesaj oldukça açıktı, Bir an önce buradan çıkmam
gerekiyordu.
Taehyung aklımdan geçenleri okuyormuşçasına kolumu
tuttu ve “Hyung biraz daha sık dişini, çabala. Burada neler
olup bittiğini hatırla.” dedi. Elini ittim ve arkamı dönüp
ilerledim. Saatler boyunca bunaltıcı sıcağın altında dolanıp
durmuştum. Gerçekten inanılmaz yorulmuştum. Çocuklar
bana sanki ne diyeceklerini bilemiyorlarmış gibi
bakıyorlardı.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Anılar. Taehyung’un anlattığı yaşanmışlıklar bana o kadar
uzak ve anlamsız geliyordu ki... Bunu yaptığıma... Bunun
başıma geldiğine… Birlikte bir şeyler yaptığımıza dair
hikayeler. Yapmış olabilirdik, hikayeler doğru olabilirdi, lakin
anıları anlamak veya inanmak hatırlamakla bir olmuyordu.
Yaşanmışlıklar, deneyimler, öyle basitçe dinleyip
edinebileceğiniz şeyler değildi. Zihnimizde, kalbimizde ve
ruhumuzda sağlam kökleri olması gerekiyordu. Ancak
benim bu yerle ilgili anılarım sadece kötü şeylerden ibaretti,
bana acı veren ve kaçma isteği uyandıran şeylerden.
Beni durdurup, gitmekten alıkoyan Taehyung’la kavga
etmiştim. İkimiz de yorgunduk. Vurmak, çekilmek, durmak.
Her şey sıcak ve akışkan olmayan bir sıvının içinde
yaşanmışçasına ağır ve yavaş hissettirmişti. Beklemediğim
bir anda Taehyung’un bacağına takıldım. Omzumun duvara
çarpacağını düşündüm fakat hemen peşinden dengemi
kaybedip tökezledim.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Başta, ne olduğunu idrak edemedim. Oda tamamen tozla
dolu olduğundan ne gözlerimi açabiliyordum ne de nefes
alabiliyordum, ki zaten durmadan öksürüyordum. “İyi
misin?” Bu sesi duyduğumda yerde yatıyor olduğumu fark
ettim. Ayağa kalkarken duvar olduğunu düşündüğüm şeyin
ufalanmış olduğunu gördüm.
Toz buz olan duvarın arka tarafında kocaman bir boşluk
vardı. Hepimiz donakalmıştık. “İnanamıyorum, ne kadar da
çok zaman geçirdik burada” dedi birimiz. Duvarın ardında
böylesine bir boşluk olduğundan hiçbirimizin haberi yoktu.
Fakat o da neydi? Tozlar durulmaya başladığında, boşluğun
ortasında bir dolap belirmişti, o an hepimizin gözleri bu
dolaba doğru çevrilmişti.
Namjoon dolabın kapağını açtı. Ben de bir adım ilerleyerek
dolaba doğru yaklaştım. İçerisinde bir defter vardı.
Namjoon defteri eline aldı ve ilk sayfasını çevirdi. Nefesimi
tuttum bir anlığına. Bir hayli eski görünüyordu defterin ilk
sayfası. Hiç beklemediğim bir kişinin adı yazılıydı sayfada.
Babamın adıydı.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Namjoon yeniden sayfa çevirmeye yeltendiğinde, defteri
elinden kaptım. Şok içinde bana bakan gözlerini
umursamadım. Masaya geçtim. Sanki her an parmaklarımın
arasında ufalanacakmış gibi olan sayfaları çevirmeye
başladım.
Babamın kendi el yazısıyla tuttuğu, lisede kendisinin ve
arkadaşlarının başlarından geçenleri anlatan bir günlüktü
bu. Her gün düzenli olarak yazılmamıştı, eksik günler vardı.
Hatta bir ay bile yazılmadığı olmuştu, bazı sayfalar ise kan
lekeleri yüzünden okunması zorlu bir haldeydi. Buna
rağmen, benim katlanmak zorunda olduğum şeylerin
babamın da başına geldiğini söyleyebilirdim. O da benim
gibi hatalar yapmıştı ve onları düzeltebilmek için koşturup
durmuştu.
Defterde yazılı olan şeyler babamın başarısızlıklarının bir
kaydıydı. Nihayetinde vazgeçmiş ve başarısız olmuş.
Unutmuş, görmezden gelmiş ve kaçmıştı. Arkadaşlarına
ihanet etmişti.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Günlüğün son sayfası koyu bir renk mürekkebe bulanmıştı.
Mürekkep arkasındaki sayfaya da bulaşmış, hatta son
sayfalara kadar bu lekeyle kaplanmıştı günlük. Sanki
babamın başarısızlığını resme dökmüştü bu leke.
Zamanın hızla akıp gittiğinden bihaberdim, hiçbir şey
hissedemez olmuştum.. Camdan esen rüzgarın soğukluğu
günün en karanlık saatinde, gün doğmadan hemen önceki
anda olduğumu fark ettirmişti. Namjoon dahil herkes
oturdukları yerde uyuyakalmıştı. Kafamı kaldırıp duvara
baktım. Babamın adının buralarda bir yerde yazılı olduğunu
gördüğüm aklıma gelmişti. Altında şu yazıyordu “Her şey
burada başladı.”
Defterin kapağını kapatmaya karar verdiğimde parmak
uçlarımda bir şeyler hareket ediyordu sanki. Mürekkep
lekesiyle kaplı sayfadaki harf kabartılarını yarım yamalak
görebilmiştim. Pencereden gelen kasvetli havayı
hissedebiliyordum. Güneş doğmak üzereydi. Lakin gece
henüz sona ermemişti.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Ne geceydi, ne de gündüz. Karanlığın ve puslu ışığın
birbirini sarmaladığı (iç içe geçtiği) o anda, hafifçe
kendisini belli etmeye başladı satırlar arasındaki cümleler.
Defter, yazılanlardan çok daha fazla anıyı barındırıyordu
içinde. Babamın unutmak istediği, hatırlamamak için
çabaladığı her şey hala sayfalar arasındaki boşluklarda ve
doldurulmayan satırlarda benliğini koruyordu. Renkler
solmuş olsa da, kalemin deftere yaptığı baskının izleri hala
varlığını koruyordu. Üstesinden gelemeyeceğini
düşündüğü sayısızca korku, çaba ve o minicik kırılgan
umudunu hissedebiliyordum parmak uçlarımda. İncinmiş
ruhunun haritası hala o günlüğün içindeydi.
Defteri kapattığım an gözlerimden yaşlar boşaldı. Uzun bir
süre oturdum öylece, başımı kaldırdığımda da uyumaya
devam eden arkadaşlarımla karşılaştım. Hepsine teker
teker baktım. Belki de kaderimizde vardı buraya dönmek.
Bizim için her şey burada başlamıştı. Bir arada olmanın,
birlikte kahkaha atmanın verdiği mutluluğun değerini
öğrenmiştim.
Seokjin
3 Ağustos, Yıl 22
Kendime bile itiraf edemediğim o ilk hatam, o yanlışım... Bir
yara izi gibi varlığını sürdürüyordu içimde.
Belki de bunların hiçbiri tesadüf değildi. Belki de en
sonunda, yaptığım hataların ve yanlışların, o ya da bu
sebeple deneyimlediğimiz tüm bu sıkıntıların ve ıstırapların
anlamını kavramak için buraya gelmek zorundaydım. Ve
belki de kendi ruhumun haritasını bulma yolunda bir adım
atabilmek için, yine buradaydım.
Taehyung
11 Ağustos, Yıl 22
Dönmeye başladığımda 'X'in altındaki küçük harflere ilişti
gözüm.Duvara kazınmış olan kısa bir cümleydi bu. "Benim
yüzümden değil." yazıyordu. Bu o çocuktu. Onu
görmemiştim veya el yazısının nasıl olduğu hakkında en
ufak bir fikrim yoktu ama bir şekilde o olduğunu
biliyordum. Son bir selamlama gibiydi. Gidişinin benim
yüzümden olmadığını söylüyordu sanki. Başına gelenler
benim kötü biri olmam yüzünden değildi. Bana kendimi
suçlamamam ve kendime eziyet etmememi, cesur olmamı
söylüyordu.
Kendime geldiğimde evimin önündeydim. Kapının
ardından ablamın çığlıklarını duyabiliyordum. Kapıyı
açarak içeri girdim. Karşılaştığım sahne o kadar alışıldık bir
sahneydi ki. Babamı tutmak için ilerledim. Kolunu tutup
yüzüne baktım. Başta şaşırmış gibiydi fakat sonrasında
bana doğru bir yumruk savurdu. Yere düştüm, bu ilk
değildi. Ablamın ağlayışları daha da şiddetlenmişti. Çenem
acıyordu. O metalimsi tadı hissettim ağzımda. Yine de pes
etmedim. Babamın belinden tuttum, sesli bir şekilde
bağırdı. Sırtıma, omuzlarıma durmaksızın vurmaya başladı,
bense onu daha da sıkı bir şekilde tutuyordum.