Taehyung
11 Ağustos, Yıl 22
Canım yanmıyor değildi, korkmuyor da değildim. Ama
eğer şu an bırakırsam her gün yaşadığımız o döngü
devam edecekti. Bu sefer farklı olmasını istedim.
Yaşadığımız bu şeyi değiştirmek istedim.
Hayır. Ben babam gibi değildim. Ailemizi koruyacaktım.
Hoseok
13 Ağustos, Yıl 22
Jimin ve o kız pratik odasının ortasında duruyordu.
Başlangıçtan sonra 5 saniye beklemek her zaman sonsuza
kadar sürüyormuş gibi hissettiriyordu. Müziğin sesi hopar-
lörden duyulur duyulmaz, ikisi ilk hareketlerini yapmaya
başladılar. Bu o kızla uzun zaman öncesine kadar pratik
yaptığım koreografiydi. Pratik odasında yere oturdum ve
izledim.
Bileğim yüzünden kısa süreliğine de olsa dans edemeye-
ceğimi öğrendiğim zaman benim için gerçekten zor ol-
muştu. Sadece başkalarının dans edişini izlemek boğucuy-
du fakat Jimin’in pratik yapmasına yardım edip gelişimini
izlediğimde, bir gerçeğe uyanmıştım. Dans edemiyor
olmam o kadar da büyük bir sorun değildi, başka yollardan
dans ederek mutlu olmaya devam edebilirdim.
Jimin’le pratik yaptığımızda, küçücük bir hataya bile yer
vermezdim. Bazen Jimin zeki bir şekilde zamanlamayı
kaçırır veya beklediğimden daha küçük hareketler yapardı.
O zamanlarda, müziği durdurur her hareketi tek tek inceler-
dim. Fakat pratik odasında bir seyirci gibi yerde oturup onu
izlerken, Jimin’in dansı bana farklı gelmeye başladı.
Hoseok
13 Ağustos, Yıl 22
Yaptığı o küçük hareketlerde çok daha fazlasını gördüm.
Pratik yaptığımızda sadece hata olarak düşündüğüm
şeyler, farklı bir şekilde gelmeye başlamıştı artık bana.
Önemsiz hatalar ve kusurlar benzersiz bir duyguya
dönüştü. Tabiki benimkinden farklıydı, fakat Jimin’in kendi
zamanlaması ve ifadeleri vardı. Dansı önceden olduğu gibi
parlak ve kalbi daha da hareketlendirecek cinstendi.
Müzik biter bitmez, Jimin’in dansı da sona erdi. Yüzünün
heyecan ve neşeyle parladığını gördüm. O kız yanında
duruyordu ve belki yakında denizaşırı bir yolculuk yapacak-
tı. Birden göz göze geldik, elimi havaya kaldırıp kocaman
bir şekilde gülümsedim. Bu garipti, çünkü o anneme ben-
zemiyordu. Annemin yüzünü bile hatırlayamıyordum, öy-
leyse neden onların benzediğini düşündüm? Aniden kalbim
ağrımaya ve henüz iyileşmemiş ayak bileğime sancı girm-
eye başladı.
İnsanlarla iç içe olmayı seviyordum. Yetimhaneden ayrıldık-
tan sonra, insanlarla etkileşimde olduğum, her zaman
güldüğüm ve neşeli olduğum fast-food restoranında part
time işe başladım. Bu işi sevmiştim ve dürüst olmak gere-
kirse hayatımda gülmek veya neşeli olmak için çok az ned-
enim vardı.
Hoseok
13 Ağustos, Yıl 22
Şüphesiz, iyi insanlardan çok, kötü insanlar görmüş olmam
bu işi neden bu kadar çok sevdiğimi açıklıyordu. Zorunlu
olarak gülüp, yüksek sesle konuşup, neşeli davransam bile,
sonunda kendimi böyle hissettiğime inandırıyordum. Sesli
bir şekilde güldüğüm zaman ruh halim değişiyordu, ve in-
sanlara nazikçe davrandığım zaman ben de nazik biri
olmaya başlamıştım. Zor günler de geçirdim, mağazayı
temizledikten sonra eve gittiğimde, bir adım bile atmak zor
geliyordu. Telaşlı müşterilerle uğraştığım zamanlar oluyor-
du, fakat öyle olsa bile arkadaşlarım olduğunda o şeylere
katlanmak, şimdiye kıyasla daha kolaydı.
Bazen müşterilerle dolu mağazaya baktığımda ark-
adaşlarımı düşünüyorum. Bir kelime etmeden okulunu
değiştiren Seokjin hyung, bir sabah kaybolan Namjoon,
sınırdışı edildikten sonra aramalarımıza cevap vermeyen
Yoongi hyung, başının belaya girip girmediğini ve nerede
olduğunu bilmediğimiz Taehyung; ve en son onu acilde
gördükten sonra okula hiçbir zaman gelmeyen Jimin.
Birkaç kez pencereden doğru baktığımda Jungkook’u üni-
formalarıyla görmüştüm, fakat o bazı sebeplerden dolayı
hiçbir zaman mağazaya uğramadı. Bu zamanların hepsinin
geçip geçmediğini merak ettim.
Seokjin
15 Ağustos, Yıl 22
Kavşaktaki trafik yoğunluğundan çıkıp da, arabayı
hızlıca sürebileceğim bir zamanın olacağını
bilmezdim. Yanımdan yavaşça bir araba geçti, sanki
birisi bana seslenmiş gibi hissettim ama hiçbir şey
duymadım. Sokağın köşesinde küçük bir çiçek
bahçesi gördüm ama uğramadım. Daha çok, birden
bire o dükkanı bulmuşum gibi hissettirdi. (T/N:
Serendipity gibi, tesadüfen bulduğun bir şeyin
getirdiği mutluluk.)
Dosyalarını düzenleyen dükkan sahibinden pek bir
beklentim yoktu. Çoktan birkaç çiçek dükkanına
uğramıştım fakat çiçekçiler, çiçeğin hangi renk
olduğunu bile bilmiyordu. Aynı renkteki çiçekleri
gösterdim. Sadece BU çiçekleri istiyordum. Dükkan
sahibine çiçeğin adını söyledim, bana uzun uzun
baktı. Dükkan henüz açılmadığından, bana çiçekleri
kargolayabilme imkanları var mı diye sordum.
"Neden bu çiçeğe ihtiyacınız var?"
Direksiyonu çevirirken, dükkana yeniden girmeyi
düşündüm. "Neden ihtiyacım vardı ki?" Fakat aklıma
tek bir neden bile gelmiyordu. Sizi mutlu etmek
istiyordum. Sizi gülümsetmek istiyordum. Yüzünüzde
güzel bir ifade belirsin istiyordum. İyi bir insan olmak
istiyordum.
Seokjin
30 Ağustos, Yıl 22
Aşık olduğu o anı hatırlayan var mıdır? Ya da aşkının
sona ereceği anı önceden tahmin edebilen? İnsanların
bu yeteneklere sahip olamamasının sebebi ne olabilir?
Ve bana bütün bunları eski haline getirme gücü neden
verildi?
Araba aniden durdu, farlar yandı, çarptı, yerinden fırladı,
düştü. Ben bütün bu anlar karşısında savunmasız bir
şekilde durmaktan başka bir şey yapmadım. Hiç bir ses
işitmedim ve hiç bir şey hissetmedim. Yaz mevsimiydi,
ama rüzgar soğuk esiyor gibiydi. Cadde boyunca bir
şeyin yuvarlanış sesi işitiliyordu. Bir de çiçeklerin kokusu
vardı. Ancak o zaman gerçeklik duygusu bana ulaştı.
Smeraldo çiçeklerinden oluşan buket ellerimden düştü.
O kız orada, sokağın ortasında öylece yatıyordu.
Saçlarının arasından kanlar süzülüyordu. Koyu kırmızı
kan cadde boyunca akıyordu. Keşke zamanı geri
alabilsem diye düşündüm.
Seokjin
30 Ağustos, Yıl 22
Şaşkın görünüyordu, kaybolduğunu sandığı günlüğüne ba-
karak. Sevdiği filmler, gitmek istediği yerler, sevdiği çiçekler
ve hayalini kurduğu gelecek sayfayı her çevirdiğinde belir-
di. Bu onun için yaptığım bir şeydi. ''Üzgünüm'' sözü ağzım-
dan kolay kolay çıkmamıştı. Kırmızı günlük, aramızda tıpkı
bir trafik ışığı gibi yatıyordu.
Onu mutlu etmek istedim. Onu güldürmek istedim. İyi bir
insan olmak istedim. Günlükte yazanları takip etseydim,
öyle olurdum diye düşünmüştüm. Ama öyle olmadı.
Başkası olmaya çalıştıkça, daha da korkar hale gelmiştim.
Gerçek benliğim keşfedilmez miydi? O, hayal kırıklığına
uğrayıp beni terk etmez miydi? Telaşla kendimi sakladım ve
kendime yüz çevirdim. Ama nasıl biri bir cümleye özne ol-
madan nokta koyamıyorsa, kendini kaybetmiş ben de
gelişemedim ve onun yerine aynı yerde dolanıp durdum.
Ama artık anlıyorum. Hatalar yapan, başarısız olan ve ye-
terli olamayan "ben" de benim bir parçamdı. Yaşananlar ne
kadar acımasız olursa olsun, ileriki adımı yalnızca kendime
sadık kalarak atabilirdim. Olduğum yerden kalktım ve o
beni durdurmayı bile denemedi.
Seokjin
30 Ağustos, Yıl 22
Caddeye çıktım ve şapkamı çıkardım. Saçlarımı arkaya
atarken, başka birisi olmak için harcadığım o zamanlar
ellerimden kayıp gidiyor gibiydi. Kafamı kaldırdım ve
pencereye olan yansımamla göz göze geldim. Zayıf bir
surat, solgun dudaklar, ince omuzlar. Kesinlikle zavallı
görünüyordum. Güldüm. Penceredeki yansımam da
gülmüştü.
Namjoon
11 Eylül, Yıl 22
Arabanın gazını doldurmuş içeri geçiyordum ki, birden bir
şey yüzüme çarpıp düştü. Şaşırdım ve geriye doğru bir
adım atarak yere doğru baktım. Ayağımın yanına düşen şey
parçalanmış bir fişti. Refleks olarak uzanıp onu aldım.
Arabadakiler gülmeye başlayınca bir saniyeliğine bekledim.
Seokjin hyung beni uzaktan izliyordu. Kafamı
kaldıramadım. Pahalı arabalar kullanıp, diğerleriyle alay
eden insanlarla göz kontağı kurarsanız ne yaparsınız?
Onlarla yüzleşmek zorundasınız. Eğer yaptıklarında haksız
olduklarını düşünüyorsanız onlara karşı çıkmalısınız. Bunun
cesaretle, gururla veya eşitlikle bir ilgisi yok. Bu yalnızca,
yapmanız gereken bir şey.
Ama burası bir benzin istasyonu ve ben sadece yarı
zamanlı bir çalışanım. Müşteri çöp fırlatsa,
temizlemek; küfür etse, dinlemek ve yere fişini atsa
toplamak zorundayım. Vücudum utançla titredi.
Yumruğumu sıktım ve tırnaklarımı avuç içlerime
geçirdim.
Namjoon
11 Eylül, Yıl 22
Tam o sırada, bir el yerdeki fişi aldı. Arabanın içindekiler,
benzin istasyonundaki eğlenceli hava birden çekilmiş gibi
donakaldılar. Onlar gittikten sonra bile kafamı
kaldıramadım. Seokjin hyungun gözlerine bakacak cesareti
toplayamadım. Hyungun benim korkalığımın, sefaletimin ve
içinde bulunduğum durumların farkında olmadığından da
değil. Sadece bunu açıkça göstermek istemedim. Hyung,
benim baktığım yerde durdu ve hiç kıpırdamadı. Bana
yaklaşmadı veya konuşmadı da.
Namjoon
28 Eylül, Yıl 22
Uzun zamandır Taehyung'un bir sıkıntısı olduğunun
farkındaydım. Görünüşte hiçbir sorun yokmuş gibi
davransa da, anlık hareketleri ve yüz ifadeleri anksiyetesini
ve ne yapacağını bilemediğini dışa vuruyordu. Onu sıklıkla
polis merkezinin içinde veya çevresinde görüyordum.
Vücudunda yaralar vardı ve geceleri kabuslar görüyordu.
Onu zorlamamamın veya ısrarla ne olup bittiğini
sormamamın sebebiyse, kendisinin bana gelmesini bekliyor
olmamdı. Aslında biraz da bunları duymaya hakkım var
mıydı emin değildim. Hyungu imişim, bir yetişkinmişim gibi
davrandım fakat, aslında dostlarım zor zamanlar
geçirdiğinde onları koruyamadım. Olgun olduğumu
söyleyerek her zaman beni göklere çıkardılar ama aslında
ben yetişkin bile değildim. Sadece bocalıyordum,
gözlerimin önündeki gerçeği bile görmekten acizdim.
Namjoon
28 Eylül, Yıl 22
Yoongi hyung öldü. Taehyung aynı kabusu bu gece de
gördü. Omzunu kavrayıp onu sarstım, yavaşça uyandı ve
uzun bir süre yatakta oturup yıldızları izledi. Gözyaşlarını
saklamaya tenezzül etmedi, fakat anlamsız şeyler
sayıklıyordu. Yoongi'nin olduğunu ve Jungkook'un kaza
geçirdiğini ve benimse bir kavgaya karıştığımı söylüyordu.
Sonra bu tarz rüyaları sıklıkla gördüğünden bahsetti.
Rüyanın içindeyken her şey o kadar netmiş ki, gerçekmiş
gibi hissettiriyormuş. Taehyung'un sesi endişeyle
dalgalandı, "Hyung hiçbir yere gitme."