The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Şubat2020

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by ffaksoy, 2020-02-01 13:43:28

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Şubat2020

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Şubat2020

ÇİĞDEMİN SESİ BU SAYIDA NELER VAR…

Aylık Online Dergi  MERHABA
Şubat 2020  KÜTÜPHANEMİZDEN

www.cigdeminsesi.com SEÇTİKLERİMİZ
 SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ONLINE DERGİ  KİTAP TANITIMI
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu  ÇİĞDEM’DEN HABERLER
 GEÇEN AY NELER
Yayın Kurulu: Dilek Yüceel, Fatih Fethi Aksoy, M.Sinan Kayalıgil,
Zuhal Yüksel, YAPTIK?
 MUHTARIMIZDAN
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak  ARVEN’İN HAYVAN
gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına
aittir. RESİMLERİ
 DÜNDEN BUGÜNE

ÇİĞDEM
 ARAMIZA KATILANLAR
 ARAMIZDAN

AYRILANLAR
 YÜZYIL ÖNCE ANKARA2
 HAYAT YÜK OLMAKTAN

ÇIKARTIP….
 BELGESEL FİLM
 ÇOCUK MECLİSİ SİVİL

DÜŞÜN TOPLANTISINDA
 TURANDOT OPERASI
 EYLEMDE BİR GÜZEL
 27 ARALIK
 ADAMINI BUL
 RADYO HARMAN
 BÜTÜN 24 OCAKLAR

ANISINA
 ANKARA’DA MÜTHİŞ BİR

“GANGSTER”
 CASABLANCA
 TÜRKİYE’NİN 9 SICAK

BÖLGESİ


Çiğdem Eğitim, Çevre ve
Dayanışma Derneği

Çiğdem Mah. 1551.Cadde
No:14-A Çankaya-ANKARA
www.cigdemim.org.tr
Tel: 0312 2852047

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 2

Sevgili komşularımız,

12 Ocak tarihinde Genel Kurulumuzu gerçekleştirdik. Sizlerin güveni ve desteği ile yeni
dönemde görev alacak arkadaşların listesi ve görev dağılımı aşağıdaki gibi olmuştur. Yeni
dönemde de hız kesmeden çalışmaya devam edeceğiz.

Sizleri de tüm çalışmalarımızda aramızda görmek istiyoruz. Her konuda gönüllü olarak katkıda
bulunabilirsiniz.

Fatih Fethi Aksoy
Yönetim Kurulu Başkanı

YÖNETİM KURULU

1 Fatih Fethi Aksoy Başkan

2 Halil Ferit Uyar Başkan Yardımcı Çevre ve dayanışma

3 Gönül Öner Genel Sekreter Kültürel Faaliyetler
4 Murat Çıtlak Sayman Toplumsal Faaliyetler

5 Hasan Hüseyin Aslan İletişim ve Sosyal Medya
6 Neriman Acar
Üye ve Gönüllü Eğitsel faaliyetler

7 B.Dilek Yüceel Diğer
YÖNETİM KURULU YEDEK

1 Nilgün Türker Üye ve Gönüllü Toplumsal Faaliyetler
2 Meliha Bilge Kurumsallaşma

3 Mübehher Özbek Kültürel Faaliyetler Eğitsel faaliyetler
4 Aytül Aksongur Sanatsal Faaliyetler

5 O.A.Feyyaz Özer Kültürel Faaliyetler Kültürel Faaliyetler
6 Nizamettin Yılmaz Sayman yardımcısı

7 Elvan Akbay İletişim ve Sosyal medya
DENETİM KURULU

1 Tuncay Gökduman Eğitsel faaliyetler
2 Bener Özgürgil İletişim ve Sosyal Medya

3 Müjdem Demet Yücelgen Toplumsal Faaliyetler

DENETİM KURULU YEDEK

1 Filiz Hodul Eğitsel Faaliyetler
2 Kemal Akın Sosyal Yardımlaşma

3 Mustafa Özgün Sosyal Yardımlaşma

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 3

YÜZ YIL ÖNCE ANKARA-2
“UZUN” VE ENDİŞELİ BİR AY ŞUBAT 1920

Vecdi Seviğ – Gökkuşağı Sitesi

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi’nde Misak-i Milli belgesinin kabulünü izleyen günlerde
Şeyhülislam, bir İngiliz ajanına “(İstanbul) hükümeti iki değirmen taşı arasına sıkıştı. Meclis’in açılmasına
rağmen Mustafa Kemal, Meclis’i ve hükümeti açıkça kontrol ediyor. Bu durumda hükümet istifa etmek
zorunda kalacak” değerlendirmesini yapıyordu.

Mustafa Kemal Ankara’da durumu izliyor, gelişmeler tam istediği gibi olmasa da kararlı tutumuyla
kurtuluşa gidecek yolun taşlarını diziyor, endişelerini paylaşma gereksinimi duyuyordu. Yakın çalışma
arkadaşlarından bir bölümü, meclisin toplanmış olmasını, düşman için mücadelenin Osmanlı bayrağı
altında sürdürebileceğinin belirtisi kabul ediyordu. Bu durum, Kuvayı Milliye’nin etkisini azaltmak
isteyenlerin güç kazanmasına yol açıyordu.

Erzurum’dan Ankara’ya kadar en yakınında bulunan ve Hakkâri Milletvekili olarak kısa süre önce
toplantıya katılmak üzere İstanbul’a giden Mazhar Müfit Bey, Mustafa Kemal’e gönderdiği ve “Muhterem
efendim” diye başlayan bir mektup gönderdi. Mektupta, “Öncelikle Heyet-i Temsiliye’nin faaliyetten
çekilmesi ve Kuvayı Milliye’nin dağıtılması ve işi meclis ve hükümete bırakmak gibi bir karar
çıkarılmasına aracılık edip memlekete ihanet edemem” diyordu.

Mustafa Kemal bu mektuba yanıtında, “Heyet-i Temsiliye” adı altında fedakârca görev yapanların yurdun
kurtarılması için ölünceye kadar çalışmak istediklerini belirttikten sonra, ortaya çıkan görünümün taşıdığı
önemi şöyle vurguluyordu:

“Milletvekillerinin toplanma yeri olan İstanbul’da kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, iki bin Yunan ve
dört bin İtalyan kara askerinin yığınak yaptığını ve İngiliz Akdeniz donanmasının da Fındıklı sarayına
karşı demir atmış olduğunu gözönünde bulundurmak lüzumunu hatırlatırım.”

Mustafa Kemal’in çizdiği tablo içinde İstanbul hala ne yapacağını bilmez halde görünüm sergilerken,
Kuvayı Milliye işin gereğini yerine getiriyordu. İşgal güçlerinin karşısına çıkan direnişçilerin geri çekilmesi
için İstanbul hükümetine baskı yapılıyor, ancak yanıt olumsuz oluyordu. Zaten aksi de olsa böyle bir
emrin dinlenmesi beklenmiyordu.

Direniş için Ocak ayının son günlerinde, Gelibolu yakınlarındaki Akbaş mevkiinde bulunan Fransız
koruması altındaki cephaneliğe, Damat Ferit hükümeti tarafından görevden alınan Balıkesir’e bağlı
Burhaniye’nin kaymakamı, Köprülü Hamdi Bey ile Dramalı Rıza Bey ve arkadaşlarınca baskın
düzenlenmişti. Bu baskın sonunda Anadolu hareketine sekiz bin tüfek, kırk ağır makinalı tüfek ve
binlerce sandık cephane kazandırıldı.

Ancak Köprülü Hamdi Bey, Anadolu hareketine başkaldıran Anzavur Ahmed’in adamlarınca 18 Şubat
günü Biga dolaylarında şehit edilirken, Dramalı Rıza Bey de kısa süre sonra İstanbul’da yakalanarak
Damat Feirit’in adamlarınca katledilecekti. İşgal güçleriyle Osmanlı hükümet kalıntılarının umudu
Anadolu hareketinin karşısına isyancıları dikmeye kalmıştı.
1920 yılı Şubat ayının 29. günü endişeli ve zorluklarla dolu geçti. Kurtuluş Savaşı’na uzanan yolun
önemli bir dönemeci alınıyordu. Padişah ve İstanbul’dakilere son uyarının yapılması zamanı
yaklaşıyordu. Mustafa Kemal birlikte yola çıktığı arkadaşlarının zor günlerde hatalı anımsatmalarını
kararlı tutumuyla engelliyordu.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 4

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 5

HAYATI YÜK OLMAKTAN ÇIKARTIP,
YAŞANMAYA DEĞER KILMAYI İSTER MİSİNİZ?

Dilek Yüceel – Mavikent Sitesi

Kim istemez ki böyle bir şeyi dediğinizi duyar gibiyim. Gerçekten de her bireyin
istediği şey de budur aslında. Ama günlük hayatın koşuşturmacası ve yaşamımızın
getirdiği olağan sorunlar sebebiyle hep tersini yaşarız. HAYAT BÜYÜK BİR
YÜKTÜR. Ve biz insanlar altında ezilmekten kurtulamayız.

Neler hayatımızı böylesine zor koşullara çeviriyor acaba? İsterseniz öncelikle onlara
bir göz gezdirelim.

Evet yaşarken sorunlarımız mutlaka olacak ama önemli olan bu sorunlara yaklaşım
biçimimiz değil midir? Çoğumuz sorun odaklı olduğumuz için bir türlü bir çıkış yolu bulamayız,
yaşadığımız sorunlar da içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Çözüm nedir o zaman bu kısır döngüyü kırmak
için. Çözüm ise sorun odaklı olmak yerine çözüm odaklı olmaktır kısaca. SORUN VARSA ÇÖZÜM DE
VARDIR. Tek yol soruna sahip çıkmak fakat çözüm sürecine odaklanmaktır.

“Evrenin geliştirebileceğinizden emin olabileceğiniz yalnızca bir yeri vardır; Kendiniz” demektedir ünlü
yazar Aldous Huxley.

Senaryo yazarı yönetmen ve oyuncusu sizsiniz. Olayların akışını ve değişikliğini belirleyecek kontrol
tamamen sizin elinizde. Bu film kendi yaşam öykümüzdür. Kontrol tamamen elinizde. İşte bu yüzden
yaşayacaklarınızdan siz sorumlusunuz.

Bir yaz tatili için Antalya’ya doğru eşimle yolculuk ederken her zamanki gibi
etrafımla ilgileniyor, çevrenin güzellikleri ilgimi çekiyordu. Birden önümüzde
gitmekte olan bir kamyon ve arkasındaki yazısı dikkatimi çekti. Sıradan
kamyon arkası yazılarından çok farklıydı bu ve büyük bir ders içeriyordu
aslında. “HAYATINIZIN YÖNETMENİ OLUN” hem şaşkındım hemde
böylesine öğretici bir kamyon yazısı olduğu için yazanı kutladım kendimce.

Evet kaçımız hayatımızın yönetmeyi olmayı başarıyoruz acaba? Ya da bunu
deniyoruz. Yönetmek mi yönetilmek mi. Yönetmezsek yönetiliriz ve kendi
hayatımızın figüranlık görevini üstleniriz.

Hayatınızın senaryosunu tekrardan yazsaydınız hayatınızda neleri
değiştirirdiniz acaba?

Yapabilmeyi isteyip de, buna ulaşmanın çok zor olduğunu düşündüğünüz bir şey düşünün. Ve bunu
yapabildiğinizi canlandırın, senaryoyu yazın, yönetin ve oynayın. Göreceksiniz ki başarılı olacaksınız.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 6

Aslında hepimizin yaşamı bir şekilde programlanmıştır. Kimi zaman düşüncelerimiz, kimi kez
korkularımız, güvensizliklerimiz gibi duygularımız aracılığıyla bizim tarafımızdan, bazen de başkaları
tarafından. Buna dur demek zamanı şimdi.
Kendi yaşamımız için sorumluluk almalı ve değişmeyi istemeliyiz.
Kendi geleceğinizin sorumluluğunu alın.
Hayatınızın senaryosunu yazın
Yönetmen sandalyesine oturun
Evet şimdi başlama zamanı.......

BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ !

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 7

BELGESEL FİLM (ASFALTIN ALTINDA DERELER VAR)

Turhan Demirbaş / Zuhal Yüksel – Çiğdem Mahallesi
Ocak ayındaki filmimiz yapım ve yönetimi Yasin Semiz’e ait “Asfaltın Altında Dereler Var” adlı belgesel
filmdi. Geçen yıl Hasan Akyar ile söyleşisini yaptığımız Ankara’nın derelerinin bu kez belgesel filmini
izledik.

20. yüzyılın ilk yarısında yeniden inşa edilen kent büyüdükçe derelerini yitirdi.
Günümüzde “gri kent” olarak zihinlerde yer eden Ankara caddelerinin altından
dereler sessizce akıyor, kent sakinlerinin çoğunluğu bunun farkında olmadan
günlük hayatlarına devam ediyor. Bu kaybolan dereleri hatırlayan ve onlara ne
olduğunu merak edenler ise derelerin izini sürmeye devam ediyor. Yönetmen
Yasin Semiz de derelerin izini sürenlerden.

Yasin Semiz tarafından çekilen belgeselde Ahmet Demirtaş, Ahmet Soyak, B. İdil
Börtücene, Doğan Altınbilek, Duygu Cihanger, Erman Tamur, Hasan Akyar, İsa Çapanoğlu, Onur
Bektaş, Mehmet Tunçer, Önder Algedik gibi işin uzmanları ile yapılan söyleşiler yer alıyor. Ayrıca İnşaat
Mühendisleri Odası komisyon üyeleri yaptıkları araştırma sonuçlarını aktarmış.

Filmde çözüm önerileri de yer alıyordu. Dünyadan Güney Kore’nin başkenti Seul örneği verildi. Burada
10 km. boyunca bir bulvarın altında kalmış derenin üzeri açılmış ve insanların hizmetine sunulmuş.
Ankara’da ise Bentderesi orta bordürün altından aktığı için dere suyuna kanalizasyonun karışması
sorunu çözülünce buranın açılabileceği anlatıldı. Ayrıca derenin üstünün bazı kısımlarında açılmasının
düşünüldüğü belirtildi.

PLASTİK POŞETLER ARTIK ÜCRETLİ

ŞİMDİ BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTERELİM,
YENİ BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN
7.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR. (3 ADET 20 TL.)

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 8

ÇİĞDEMİM ÇOCUK MECLİSİ
SİVİL DÜŞÜN YUVARLAK MASA TOPLANTISINDA

Eylem Naz Keskin - Çiğdemim Çocuk Meclisi üyesi

Ben, Çiğdemim Çocuk Meclisi üyesi, Eylem Naz Keskin, 21 Ocak 2020
tarihinde meclis kaptanımız Meliha Bilge ile SİVİL DÜŞÜN programına
katıldık. Bu programın konusu “ Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik ve Sivil
Katılım”dı. Bu program aracılığla fikirlerimizi paylaşmış ve yeni isimlerle
tanışmış olduk. Yuvarlak masa toplantısında fikirlerimizi üst kurumlara
taşımış olduk. Bu toplantıya katılmak benim için büyük bir avantaj oldu.
Toplantıda yer almak gerçekten çok güzeldi. Bu programda ilk olarak 20 Ocak
tarihinde bir tanışma yemeğine konuk olduk. Tanışma yemeğinde yuvarlak
masa moderatörleri Mert Altıntaş, Adem Arkadaş ve Akif Türkel ile tanıştık.
Ankara Büyükşehir Belediyesi Çocuk Meclisi üyeleri ve aktivistler ile de
tanıştım. Bu yemekte, toplantı günü olan planı konuştuk ve nasıl olacağını
öğrendik. Yemeklerimizi yedikten sonra, 21 Ocak programıyla ilgili kısa bir bilgilendirme yapıldı. Tanışmayı
noktalandırmış olduk.

21 Ocak gününün ilk oturumunu Adem Arkadaş ile gerçekleştirdik. Bu oturumda; “Sürdürülebilir Kentsel
Hareketlilik Planlarına Aktif Sivil Katılım: Sorunlar, Beklentiler ve Farklı Yöntemler” üzerine değindik. Doç. Dr. Eda
Beyazıt, Müge Yorgancı ve Utku Cihan’ın sunumlarını dinledik ve 20 dakikalık bir mola verildi. Bu molanın
sonrasında birinci tartışma oturumuna katıldık. Büyükler Mert Altıntaş ile bir çalışma yürütürken, bizde Adem
Arkadaş ile çalıştık. Tartışma oturumunda “ Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik hakkında hayalimiz nedir?”, “Bu
hayali hayata geçirebilmek ve sürdürebilmek için neler yapmalıyız?” sorularına cevap olarak, fikirlerimizi belirten
bir tartışma oturumu yürüttük. Öğle yemeği sonrasında ben de Çiğdemim Çocuk Meclisi temsilcisi olarak Bisiklet
Yolu hakkındaki düşüncelerimizi açıkladım. Yine iki ayrı grup olarak (çocuklar ve büyükler) bir grup çalışması
yürüttük. Her iki grubun da çalışma yapacağı konu aynıydı. “Sürdürülebilir Hareketlilikle Katılımcı Politika ve
Uygulamalar”ın tarafları ve bizim bu konudaki beklenti ve
ihtiyaçlarımız.

Bizler konuları büyüklerin, devletin ve çocukların beklenti ve
ihtiyaçları olarak kendi aramızda üç grupta inceledik ve bu
konudaki düşüncelerimizi bir sunumla paylaştık, büyüklerimizin
fikirlerini dinledik. Bir kahve arasından sonra da son
oturumumuzu gerçekleştirdik. Bu tartışma oturumuydu.
Konumuz “Sürdürülebilir Hareketlilikte Sivil Katılım Süreçlerinin
Tasarlanması ve Güçlendirilmesi”ydi. Bu konu hakkında, söz
alan bireylerin düşüncelerini dinledik. Ve böylece programımızı
sonlandırmış olduk.

Sonuç olarak amacımıza ulaşmış olduk. Çiğdemim Çocuk Meclisi olarak sesimizi duyurmuş olduk. Daha az karbon,
çocukların yaşayabileceği şehirlerin bisiklet yollarının olduğu bir dünyada yaşamak istediğimizi belirtmiş olduk.
Beni her zaman destekleyen Çiğdemim Derneği’ne teşekkür ederim.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 9

SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ

Hatice Caymaz - TSF Satranç Antrenörü / TSF Ulusal Hakem

Morphy’nin Boğmaca Matı
Boğmaca matı, şahın kendi taşları tarafından sıkıştırıldığı için kaçacak karesi olmadığı bir durumda at ile
şah çekilmesiyle oluşan bir mat çeşididir.

At ile şah çekerek yapılan mat türüdür. Genelde vezir fedası gerekir.

Aşağıdaki bulmacada altı hamlede oluşmuş bir boğmaca matı var. Sonuçta şahın etrafındaki kareler boş
görünüyor, kaçacak yer sıkıntısı yok gibi?

Bu satranç efsanelerinden biri olan Morphy’nin oyunlarından biri. Birçok maçta buna benzer konumlarla
karşılaşabilirsiniz. Bir kere bu konumu gördüğünüzde artık görmeniz kolaylaşacak oyunlarınız daha da
güzelleşecek.

Yukardaki konumu hamleleriyle inceleyelim.

Ac5+ Açarak saldırı, şah. Şahın kaçacak tek bir karesi var. Şb8, (Şd8 oynarsa Vd7 mat oluyor.)

Ad7+ Şah! Şahın yine yapacak tek bir hamlesi var. Şc8 Ama bu da açarak saldırıya imkân veriyor.

Ab6+ Açarak Şah çekiyor beyaz. Yine şahın kaçacak tek bir karesi var. Şb8
Ve Ölümcül hamle geliyor. Vc8+ Şah. Siyah veziri şah ile alamaz çünkü vezir atın korumasında. Kaleyle
alması gerekiyor. Şahın çevresindeki tüm kareler kendi taşları ile dolu. Hareket edecek tek bir karesi bile
yok. Beyazın bir şah yetmesi yetiyor ve At o görevi yerine getirmek için burada: Ad7# Mat…

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 10

Boğmaca matını farklı bir konumda inceleyelim.
Önemli olan burada taşlarımızın doğru zamanda doğru yerde olup olmadığı.

Beyaz Veziri g8 karesine oynayıp, şah çekiyor. Siyah, kale ile almak zorunda. Beyaz daha sonra atı f7
karesine oynayıp, mat yapıyor.

Geçen haftanın cevapları
1.Vf2 Şah mat
2.Kale g8 mat.
3.Vezir h7 mat
4.Vezir e2 mat

BAĞIMSIZ, TARAFSIZ, GÖNÜLLÜ

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 11

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 12

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 13

TURANDOT OPERASI

Elvan Akbay – Çamlık Sitesi

Sürekli kendini, üyelerini, komşularımızı ve bünyesinde yer almak isteyen
herkesi yenilemeye, geliştirmeye ve bireylere olabildiğince katkı sunmaya
çalışan mahalle derneğimiz ÇİĞDEMİM, sanat ve kültür etkinlikleri
kapsamında hep birlikte operaya gidebilmemiz için de bize kolaylık
sağlamaya devam ediyor.

Derneğimizin temin ettiği ve kısa sürede tükenen biletlerimizi alıp, 4
Ocak’ta opera binasında sergilenen Puccini’nin Turandot operasını
komşularımızla birlikte izleme olanağımız oldu. Bilmeyenler için yeniden
belirteyim. ÇİĞDEMİM derneği sadece biletlerimizi değil, aynı zamanda
sanata ulaşmamızı kolaylaştırmak amacıyla etkinliğin yer aldığı mekâna
rahatça gidebilmemiz için bize otobüs de sağlıyor.

Elbette eseri izledikten sonra uzun süre etkisinden kurtulamadık. Dönüş
yolunda da komşularımızla hem Turandot hem de önümüzdeki kültür-
sanat etkinlikleri hakkında konuşup, fikir alışverişi yapmanın keyfini yaşadık. Kendi adıma, bir sonraki
operayı sabırsızlıkla bekliyorum. Şimdiden Sevil
Berberi için derneğimizden biletimi aldım bile.

ÇİĞDEMİM derneğinin “SANATA EVET” diyen
yüreğini de çok seviyorum. Evet! Derneğimizin “muasır
medeniyetler seviyesi”ne giden yolda ilerlememizi
sağlayan birçok güzelliğe imza atan bir sürü yüreği
var; EŞİTLİĞE EVET diyen yüreği, KÜLTÜRE EVET,
OKUMAYA EVET, EDEBİYATA EVET, BİLİME EVET
diyen yüreği ve daha niceleri… Bu yüreklerin hepsi birbirinden değerli, hepsi birbirinden güzel.

Şimdi biraz da eser hakkında, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin web sitesinden özetleyerek
alıntıladığım bilgileri paylaşmak istiyorum.

Birinci Perde:

Puccini’nin bestelediği ve Pekin’de geçen eser 3 perdeden oluşuyor. Prenses Turandot, yıllar önce
öldürülen ninesinin intikamını almak için kendisiyle evlenmek isteyen soylu gençlere üç bilmece
sormakta ve yanlış yanıt verenlerin başlarını kestirmektedir. Perde açıldığında, bu vahşete alışmış olan
halk saray önünde toplanmış ve İran prensinin sabaha karşı gerçekleştirilecek idamını beklemektedir.
Muhafızlar taşkınlık yapan insanları uzaklaştırmak isterler. Kamçılar nedeniyle kaçışanlar arasında
ülkesinden sürülen yaşlı kral Timur da vardır. Genç bir adam krala yardım eder. Bu genç adam kralın
uzun süredir aradığı oğlu Calaf’tır. Baba oğul sonunda kavuşmanın sevincini yaşarlar. Timur’un yanında
ona rehberlik eden ve eskiden beri Calaf’ı seven Liu vardır. Halkın, İran prensini bağışlaması isteğini
kabul etmeyen Turandot merdivenlerin başında görünür ve prensesi görür görmez ona âşık olan Calaf
yarışmaya girmeye karar verir. Hiç kimse Calaf’ı kararından vaz geçiremez ve prens, açılan saray
kapısından içeri girip gözden kaybolur.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 14

İkinci Perde:

Maskeli üç saray adamı; Ping, Pang, Pong bu

kanlı olaylardan bıktıkları için

dertleşmektedirler. Halk yavaş yavaş sarayın

önünde, bilmece yarışmasını izlemek için

toplanmaya başlar. İmparator da tören tahtına

oturmuştur. Calaf, Turandot’un sorduğu

soruların hepsine doğru cevap verir. Bunun

üzerine Turandot, imparator olan babasına

kendisini Calaf’la evlendirmemesini rica eder

fakat baba, kurallara uyması gerektiğini

söyler. Calaf, ancak prenses rıza gösterirse onunla evleneceğini söyler ve bir teklifte bulunur. İsmini

Pekin’de kimsenin bilmediği prens (Calaf), eğer Turandot şafaktan önce ismini öğrenip kendisine

söylerse intihar edecek ve Turandot’u onunla evlenmekten kurtaracaktır. Turandot teklifi kabul eder.

Üçüncü Perde:

Halk Turandot’un emriyle uykusuz bir
gece geçirir ve herkes bu gizemli
prensin ismini öğrenmeye çalışır. Bu
arada askerler, bir gün önce Calaf’la
konuşan ve ismini bildikleri tahmin
edilen Timur ve Liu’yu getirir ve işkence
etmeye başlarlar. Bunun üzerine Liu
öne atılarak prensin ismini sadece
kendisinin bildiğini ve asla
söylemeyeceğini açıklar. Turandot
Liu’ya işkence etmek ister ama Liu
birdenbire yanındaki askerin hançerini
alır ve intihar eder. Turandot artık
direnemeyeceğini ve prensle
evleneceğini söyler. O da Calaf’ı görür
görmez aşık olmuştur. Evleneceğini bildirdikten sonra artık prensin ismini öğrenmesine bir engel
kalmamıştır. Prens bağırarak “Ben Kral Timur’un oğlu Calaf’ım!” der.

Güneş doğmadan Turandot, Prens Calaf’la evlenecektir. Prenses Turandot, çevresini saran halka
gizemli delikanlının ismini öğrendiğini söyler. Prensin ismi “AŞK”tır. Calaf Turandot’u kucaklarken, halk
coşkulu bir biçimde gösteriler yapmakta, sevgilileri selamlamaktadır.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 15

EYLEMDE BİR GÜZEL

Celal İlhan - Keçiören

Coşkun duygular içindeydi Songül.

Durağa yürürken özgüveni giderek arttı.

Üstünde yürüdüğü yola, gergin bedenini okşayan sabah yeline, bahçe duvarlarından taşan, kokusuyla
soluklandığı leylaklara yürekten bir “merhaba” gönderdi.

Bugün yaşamayı umduğu duygular, bedeninde binlerce kanadın varlığını duyumsatmıştı ona. İyi bir gece
geçirmesinin, mevsimlerden bahar olmasının da bu haline katkısı yadsınamazdı.

İçine az da olsa korku salan, meydanlarda, sokaklarda sıkça yinelenen kalkışma eylemleriydi. Su sıkan
araçlar, acımasızca atılan gaz fişekleri, coplar, tekmeler ve tokatlar…

Uzak durmaya çalıştığı eylemlerle ilgili duydukları, art arda gelen ölüm haberleriyle mutluluğu
gölgeleniyordu. Baskıları kınıyor, doğru bulmuyordu ama yaralanmayı, içeri tıkılmayı, ölümü bile göze

alan halkı, gençleri nasıl onaylayabilirdi ki.

Ne olurdu herkes işine baksa, öğrenci öğrenciliğini, işçi
işçiliğini bilseydi.

Tüm bu tatsız olasılıkları düşünerek, buluşma saatinden
erken çıktı evden.

Gezip dolaşacak, ona küçük de olsa, zevkinin inceliğini
gösterebileceği bir armağan seçecekti.

Otobüse binerken kaygıları değil mutluğu ağır basıyordu Songül’ün. Kızılay’a değin uzanan otobüs
yolculuğunda, üstüne çevrilmiş hayran erkek bakışları coşkusunu daha da artırdı.

Güvenpark’ta, orta kapısından indiği otobüsün uzaklaşmasını içi kabararak izledi.

Yirmi dakika süren bir mutluluktu bu yolculuk.

Yaya geçidinden, bulvarın karşı yakasına geçti.

Yolu üstündeki şık mağazalardan birkaçına girip oyalanabilirdi.

Girdiği mağazalarda prenses gibi karşılanması şaşırtmadı onu.

Kızılay’da her zamanki gibiydi kaldırımlar.

Yürüdüğü cadde giderek kalabalıklaşıyordu. Yüksel Caddesi, Konur Sokağı, Akay Caddesi ve Tunus
Caddelerini geçti.

Her adımda, sayısı artan polis ekipleriyle, su sıkma araçlarıyla, tomalarla karşılaşıyordu.

Haftalardır bu görüntüler hep vardı bu caddelerde.

Kalabalıklardan, ülkeyi yönetenleri aşağılayan savsözler yükseliyordu. Hükümet, çıkarcılıkla, yeşile
düşmanlıkla, parkları yok etmekle, insanların özgürlüğünü kısıtlamakla; güvenlik güçleri, acımasızlıkla ve
sonu ölüme varan kıyıcılıkla suçlanıyordu.

Kimin haklı kimin haksız olduğu konusunda kararsız ve ikircikliydi.

Aradığını, Kuğulu Park’ın hemen yanındaki Yeliz Pastanesi’nin önünde beklerken buldu.

Sımsıkı sarıldılar…

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 16

Delikanlı, biraz önce içinde yer aldığı kargaşadan, vuruşmadan kopmuş, haklı bir kavganın doldurduğu
yüreğini, onun ateşleyen, coşturan varlığına teslim etmişti.

“Songül’üm, güzeller güzeli sevgilim, dayanılmaz bir kızsın, gözümü kamaştırıyorsun” dedi. Onun ışıklı
gözlerine bakmakta zorlanıyordu.

Çevresine korkuyla göz atarken, “Ne olur buradan uzaklaşalım” dedi
Songül.

“Herkes canı pahasına savaşırken nasıl, nereye gidebiliriz ki?” dedi
delikanlı.

Şaşıran Songül, ürkek bakışlarını sevdiğinin yüzünde dolaştırdı. Ne
demek istediğini anlayamamıştı. Neye katılacaklardı? Ortalığı savaş alanına çeviren bu başıbozuk
kalabalığa mı?

Sevdalı yüreğiyle uçarak, polisle kavga etmek için mi gelmişti buralara?

Çok korkuyordu itilip kılmaktan. Canlı müzik yapılan bir ortamda oturup söyleşmeyi, armağanını o
romantik havada vermeyi düşlemişti.

Arkadaşının eyleme katılma önerisini, “Kapalı bir yerde otursak daha iyi olmaz mı canım?” diye yanıtladı
sitemli. “Sevdalı iki gencin ne işi olur bu kargaşada” diye geçirdi içinden.

“Olur” dedi arkadaşı. Elele tutuşup, gençlerin hoşlandığı bir kafeye yöneldiler.

Patlamaların ardı arkası gelmiyor, kargaşa artıyordu.

Songül, “Daha sakin, eylemcilerden uzak bir yer bulalım ne olur!” diye naz etti arkadaşına.

“Nasıl istersen” derken sesi kırgın ve kaygılıydı arkadaşının. “Çankaya’ya doğru çıkalım…” sözünü
tamamlamadan yakınlarında bir çığlık yükseldi. Elinde büyükçe pankart taşıyan genç bir kadının
çığlığıydı bu.

Polisin, saçlarından yakaladığı kadını arkadaşları yalnız bırakmadı. Bir dalgalanma oldu ve gençler hep
birlikte polisin üstüne yürüdüler. Başka polisler de onların üstüne çullanıverdi bir anda. Ortalık karışmış,
birkaç elden sıkılan biber gazı, topluluğun geriye doğru kaçmasına neden olmuştu.

Songül neye uğradığını şaşırdı. Biber gazının etkisiyle gözleri yanıyor, soluk alamıyordu. Polisin
çelmesiyle yere yuvarlandı.

Son gördüğü, üstüne kapanıp onu korumak isteyen arkadaşını, polislerin yaka paça bir arabaya tıkmaları
oldu.

Onu, düştüğü yerden kıvırcık saçlı, çelimsiz bir genç kız kaldırdı. Her yeri sıyrık içindeydi. Canı
yanıyordu. Koluna giren kızla birlikte bir kafeye sığındılar. Limon ve suyla yüzünü yıkamasına yardımcı
oldu kız. Sığındıkları kafede başka gençler de vardı. Kimi inliyor, kimi ağlıyor, kimi yaralı kolunu
gömleğiyle sarmaya çalışıyordu.

Dışarıda çığlıklar patlıyor, polis arabalarının tiz, ürkütücü sesi susmuyordu. Ona yardımcı olan genç kız
cep telefonuyla konuştuktan sonra, “Yirmi beş kişi götürmüşler, çok yaralı varmış, ikisinin durumu
ağırmış” haberini verdi.

Songül’ün durumu az da olsa düzelmişti, soluk alabiliyordu.

Bir an önce bu karabasandan kurtulmak umuduyla hızla uzaklaştı olay yerinden.

Şimdiye değin yaşadığı en büyük acıyla yüzyüzeydi. Arkadaşı için hiçbir şey yapamıyordu.

Eve döndüğünde duyduğu ilk çığlık annesininki oldu. Sonra babası…

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 17

Ne olmuştu dünya güzeli kızlarına. Saldırıya mı uğramış, savaştan mı çıkmıştı, bu ne haldi? Saçları
darmaduman, gözleri, dudakları şişmiş, kolları, bacakları sıyrıklarla doluydu.

Baba, “Sonunda bize de bulaştı o kahrolası kalkışma mikrobu. Keşke dışarı çıkmana izin vermeseydik!”
diyerek sarıldı kızına.

Kalkışma mı? boyun eğme mikrobu muydu uzak durulması gereken…

Rahatsız oldu babasının bu sözünden. Bir güvensizlik dalgası vurdu Songül’ün düşüncelerine.

Uyku tutmayan Songül, duygu ve sorumluluk karmaşası içinde döndü durdu yatakta.

Gece yarısı arayan, oğlundan haber alamadığı için kaygılanan arkadaşının annesine, hıçkırıklar içinde
anlattı yaşadıklarını.

Kafasında, şimdiye değin uzak durduğu düşünceler yanıp sönüyor, dalgalanıp duruluyordu.

Güzelliğini çok mu önemsemişti, toplum sorunlarına bu nedenle mi ilgisiz kalmıştı…

Sonu nereye varırsa varsın, yarın arkadaşını bulup hep yanında olacağını söyleyecekti ona.

Türkü Yarası (Ocak 2020)

27 ARALIK
Turhan Demirtaş - Başak Sitesi

Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 100.yılı nedeniyle, Ankara
Kulübü öncülüğünde birçok sivil örgütün katkılarıyla 27 Aralık
2019 günü Meclis önünden Ulus Atatürk anıtına kadar halkında
katılımıyla anma yürüyüşü gerçekleşti. Bu yürüyüşte, aşağıdaki
etkinlikler yer aldı.

 Anıtkabir ziyareti, saat; 10.00
 Kara Harp Okulu-Anıtkabir güzergahı ‘Garnizon Koşusu’,saat; 11.00
 Hacı Bayram Camii-1. TBMM güzergahı ‘Milli Mücadele Başlangıç

Yürüyüşü’, saat; 13.30
 Dikmen Keklikpınarı ‘27 Aralık Kutlama Töreni’, saat ;13.45
 Dikmen Keklikpınarı-Gar güzergahı ‘84. Büyük Atatürk Koşusu’,saat

;14.20
 Genelkurmay Kavşağı-Atatürk Bulvarı-1. TBMM güzergahı

‘Seymenler Kortej Yürüyüşü , saat; 15.00
 Ankara Spor Salonu ‘Atatürk Koşusu Ödül Töreni;’ saat; 15.30
 Ankara Spor Salonu ‘Kızılca Gün Bir Cumhuriyetin Doğuşu Tiyatral

Gösterisi ve MANGA Konseri,’ saat; 19.00

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 18

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 19

ADAMINI BUL!

Sinan Kayalıgil – Park Sitesi

Ilk kez tanıştığım birinin iki sorusundan korkarım. Bir “Nerelisiniz?” sorusu. Bir de “Nerede çalıştınız?”.
Çünkü bu iki sorunun ardından hemen her durumda “Benim kardeşten ileri sevdiğim (ya da dayımın
gelini, olmadı eski komşumun annesi) vardı oradan. Adı ……. Tanır mısınız?” gelir. Sıkılırım çünkü
çoğunlukla tanımam. “Görsem bilirim belki.” beylik kaçamağım olur. Bilirim ki, tanısam da tanımasam da
pek fark etmez. Laf dönüp dolaşıp o adın etrafında birlikte yaşananlara, yenilen içilenlere, şirin
muzırlıklara, beceri ve iyiliklere gelecek, şimdi o kimsenin acaba nerelerde olduğunda düğümlenecektir.
Ben istediğim kadar sözü güne, havaya, yaşam çevremizde bildiğim gelişmelere getireyim, öyleleri ne
yapıp ederek sözü o benim olduğum yerden tanıdıklarına getireceklerdir. “Bilsen ne iyidir o. Bak bir
seferinde..” ile sürer.

İstanbul’da kalabalık bir uluslararası konferansta orta yaşı geçkin yabancı konuşmacı, kendini kısaca
tanıtırken, o vakitler dünyanın en önde gelen, hemen her ülkede temsilciliği bulunan dev bilgisayar
donanımı firmasının ana merkezinde çalıştığını açıkladı. Konuşmanın hemen bundan sonraki cümlesini
hiç unutmadım: “Rica ederim bizim firmanın herhangi bir yerinde çalışmış ya da çalışmakta olan
tanıdığınızı bana sormayın. Çünkü tanımıyorum.” demişti. Sıkıntıyı baştan bertaraf etmek istedi
adamcağız.

Merak daha ziyade kişilerle ilgilidir bizde. Geçen aylarda merak konusunda bir dergi aracılığıyla dizi
seminerler yapıldı. Orada bilimsel merakın yetersizliğine değinen çok olmuştu. Gelgelelim kişilerin özel
yaşantılarına, yakınlıklarına, geçmişlerine, öz ve öz nereden olduklarına… duyulan merak, bunları ille de
‘öğrenme’ azmimiz eşsizdir.

Kişilerle fazlaca ilgilenmek, birinin varlığına, bize yakın durması umuduna bağlanmak, ya da o “biri”
ortalıkta olmasa, işlerin yolunda gideceği inancı nedense kuvvetlidir. Yalnızca yukarıda andığım,
konuşurken sözü ne yapıp edip bir kişiye getirme alışkanlığı değil, iyi ya da kötü olan biteni; okul,
askerlik, gezi, işyeri anılarını; bilgi edinmeyi; sorun ve çözümleri; başarı ve düşüşleri kişilerle açıklamak
da neredeyse bir tutkudur kimilerinde. Kolayımıza mı gelir, kestirme yol olduğundan mıdır, aklımız daha
çoğuna ermediği için mi, işi başkasına havale ediverme sorumsuzluğundan mı? Bunlar etkilidir, ama ağır
basan nedenler bana kalırsa bunlar değildir.

Geçenlerde bir toplantıda çok başarılı bulduğum bir kuruluşun yeni bir atılım yapmasında, kurumsal değil
kişisel ilişkilere yaslanmasından kaynaklı sıkıntılar olduğunu dinledim. Aynı yorumu bambaşka kuruluşlar

Adamını bul / tamir etmek ister misin çatını /çıkmak istermisin katını
Sucuk diye, sosis diye / satmak ister misin atını /adamını bul
‘O yok’ deme birader, bulunur / adamını bul
‘Bu yok’ deme birader /adamını bul….
‘….
‘Sırattan geçemem’ deme geçersin / adamını bul,
Dünyada olsan da ahrete gitsen de / adamını bul,
‘O adam o işi yapmaz’ deme, yapar / madamını bul.....

Celal Şahin

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 20

için de düşünmüş, başkalarından dinlemiştim. Yani kişisel ilişkiye yalnız bireyler takılı değildir. Kurumlar
da kişilerin peşine düşer. Bırakın son onbeş yirmi yılı, çalışmaya başladığım 40 yıl öncesinden beri bu
kuruma değil kişiye bağlanma ikiliğinin sözü edilir durur.

Bakın Celal Şahin’in 30 yıldan fazla geride kalmış o müzikal taşlaması Adamını Bul’da ne denir?

Kişisel ilişkiye takılı kalmaya yatkınlığımız nereden gelir? Öncelikle süreçten, etkilerinden,
biçimlenmelerden daha çok sonuca önem vermemizden. Fazlaca ‘pratik’ oluşumuzdan, etraflı
düşünmenin bizi korkutmasından, yıldırmasından. Sözde “Mükemmel iyinin düşmanıdır.” lafıyla
davrandığımızı sanmaktan. Unutmayalım ki, yaşanan an kişinin, gelecek ise topluluğun, kurumların
derdidir.

Ayrıca tek kişiyle “iş bitirmek” konforludur. Bir kişiyi ikna etmek, bir gruba kabul ettirmeye göre genellikle
daha kolaydır. Kişiler, gruptan daha az yorucu olur. Yetersizlikler kişisel ilişkide pek ortaya dökülmez.
Kişiyle ilişki gizli kalabilir, sırlar saklanabilir. Oysa kurumlar pek öyle örtülü iş yapamazlar. Devlet
sırlarının bile bir süre sonra açıklandığını biliriz. Oysa insanlarla mezarlarına giden sır az mıdır? Kişilerin
yetkileri sınırlıdır. Kişisel ilişkiyle o sınırlar içindeki her şeyi kazandığımızdan emin oluruz, Rakiplere daha
fazlası verilemeyeceğinden içimiz rahattır. Yarışın tek hakemiyle kişisel ilişkim varsa, pek kolay
yenilmem demektir.

İşin bir de öteki tarafı var. Yani kişisel ilişkinin karşı tarafı.
İlişki kurulan tarafı. İlginç olan karşı tarafın da kişisel ilişki
kurulmasından çoğunlukla mutlu olduğudur. Kendisinden
başkasına gerek duyulmaması onun hoşuna gider. Kişisel
ilişki ona rakiplerinden bir adım ileride olduğunu
duyumsatır. “Canım niye resmen, usulüne uygun
başvurdunuz? Direkt bana gelecektiniz.” diyen yöneticileri
çok duymuşuzdur.

https://www.kunzt.gallery/art/keith-hari

Kişisel ilişkinin istek yapılan tarafa güç kazandıracağı bilinir. Ne kurum, ne de kural ağır basıp, öncelik
verilen birebir ilişki kurmak oldukça, otorite keyfileşip mutlaklaşmaya yüz tutar. Keyfi davranmaya
başlayıp güç kazanan herkes bundan keyif duyar. Olan önce o kurulan ilişkinin dışında kalanlara olur.
Sonra da gücü elde edenler dışında kalan herkese. Tabii işin bir de “Etme bulma dünyası” yanı vardır.
Her şeyin kişisel ilişkiyle yürüdüğü yerde, günü gelir başvurulanın da ilişki kurana işi düşer ve…

Oysa hakları kollayan, eşitliği, adaleti kovalayan kurum ve kurallardır. Yani kişiler değil usulüne uygun
süreçler. Ne yazık ki ilkeler hatır gönülle eğilip bükülünce etkisizleşir, kimsenin umurunda olmaz. Aslında
herkes kaybeder, ama şimdi, ama sonra. Sizin anlayacağınız kurumları, kuralları, planları bir kıyıda
unutturan kişisel ilişkiler, iki yanlı çalışan testere gibidir. İleri giderken de keser, geri gelirken de. Süreç,
grup, ekip yerine kişisel ilişki dünyası, erişen ve erişilen razı olduğunda kolayca işleyen bir düzendir.
Zaten o yüzden, ‘Adamını Bul!’dan rahatsız olanlar çoğalıp düzene el koymadıkça yüzyıllar boyu dimdik
ayakta durur, sürer de sürer.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 21

KARA MUSA ÖLMÜŞ

(Berfin Bahar Dergisi / Eylül 2017 sayısından alınmıştır)

Fazilet Ünsal Eliaçık – 100. Yıl Mahallesi

Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim.

Ne bu türküyü duymak isterdi ne de Zeynep diye seslenilsin. “Çocuklarınıza Zeynep adını
vermeyin” derdi. “Kadersiz olur, benim gibi.”

Sessizliğin, yavaşlığın, inceliğin, titizliğin simgesiydi, bir noktaya dalıp giden durağan bakışlarıyla
Zeynep teyzem. İlkokula başlayıncaya kadar halam bilmiş, hala demiştim.

Dayımlarla kalıyordu, dayı çocukları hala diye seslendikçe, öyle benimsemiştim tüm kardeşlerim
gibi. Kimse de düzeltmemişti, önemsemediklerinden olsa, Zeynep teyzem bile. Söylenişin, anlam
farklılığının ayırdında mıydı, hatırlamıyorum.

Okulda akrabalık terimlerini öğrenmiştik. Ödev olarak yakınlarımın adlarını sıralarken annemin
ablası olduğundan teyze demem gerektiğini kavradım. Duygularıma daha uygun düşmüş olmalı hemen
de yerleşti dilime.

Hep uzaklara, bilinmez, görünmez bir noktaya bakardı gözleri,
düşünür dururdu. Hiç konuşmadan, kıpırdamadan, gözünü bile
kırpmadan… Belki de arada kapayıp açardı, kimse görmeden.

Kocasının öldüğünü duyduğunda konuşmuştu son olarak. Yıllar
önce, ben dünyaya gelmeden boşandığı, üstüne birkaç dönüm tarla
tapulayıp baba evine gönderen kocasının ölüm salasını işitince. “Musa
öldü!” demişti, yavaşça, usulca, üzgün. “Kara Musa öldü” demişti tekrar
ederek; tanınan bilinen adıyla, başkası sanmayalım diye. Bir şey
söylemek, paylaşmak, anlatmak istemesi ilk oluyordu yıllar yılı…

Muradiye Camisi’nden okunan salayı herkes işitmiş, ölenin
adını dinlemiş, kim olduğu sözsüz, bakışlarla fısıldanmıştı. “Zeynep
duyarsa çok üzülür.”

Bahçede, söğüdün altındaki çeşme başında çamaşıra
oturmuştu, her gün yaptığı gibi. Basma elbisesini bakır leğende yeşil sabunu bol suyla köpürterek, bütün
gücüyle çitileye ovalaya, ağarıncaya, çiçeklerinin rengi soluncaya dek yıkarken duymuş demek ki. Zaten
temiz olan, daha kirlenmeden gün aşırı leğene koyup oyalandığı, gönlünce hayallere, düşüncelere
daldığı çamaşırlarını ağartırken...

Boğuk, anlaşılmaz, yükselip alçalan camii hoparlöründen; sokaktan geçen satıcıların
bağırmalarına, duvara bitişik okulun bahçesinde koşan, oynayan çocukların çığlıklarına karşın duymuş,
anlamış: “Vefat eden merhumun” kimliğini.

Hiç söylemezdi, konuşmazdı oysa yakınları, komşuları olsa da ölen. Anımsar mı, üzülür mü
anlaşılmazdı. Gitmezdi kimseye ne bayramlaşmaya ne nişana düğüne ne de hasta yoklamaya, baş
sağlığı dilemeye. Dünyadan elini eteğini çekeli, insanlarla bir kelime bile konuşmayalı, özünü, sözünü,
dilini yitireli yıllar olmuştu.

“Kara Musa öldü!” dedi kırpılmamaktan kurumuş gözlerinde iki damla yaşla. Çabucak sildi sonra
sabunlu elleriyle. Kimse görsün istemiyordu ağlarken. Ufak da olsa duygulanmış, bir şeyler değişmişti,
dokunmuştu tenine, ruhuna, yarasının kabuğunu koparmıştı. Ağlıyordu teyzem.

“Senin hiç çocuğun oldu mu teyze?” dedim leğenin başına çömelerek. Çocuklara hiç kıyamazdı.
“Düşersiniz, yaralanırsınız, terler hasta olursunuz!” diyerek peşimizde dolanır dururdu çamaşır
yıkamadığı zamanlarda. Yüzüme baktı, sorumu duydu, anladı. Bugün konuşmak istiyordu, eski günleri
anımsamıştı. Üzerine oturduğu iskemleyi altıma koydu “Karnın ağrır, sancılanırsın” diyerek. Sesi her
zamankinden daha ince, cılız, titrekti.

Çitilemeye, ovalamaya, bol bol yeşil sabun sürdüğü köpükler içindeki zaten kirli olmayan elbiseyi
yıkamaya devam ediyordu. Basma kumaşı birbirine sürterken avucuna da bastırıyor tüm gücüyle,
kıpkırmızı ediyordu elinin üzerini.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 22

Suda beklemekten buruşmuş parmakları, hafif sallanarak oturuşu, bükülmüş beli, tek siyahı
kalmamış saçlarına bakarken yaşını düşündüm. “Benden çok büyük “ demişti bir ara annem. Ne kadar
büyüktü, kaç yaşındaydı? Bu görünüşe bakılırsa seksen bile denebilir. Aslında kırk elli yaş aralığında
olmalı en fazla.

İnce bir yüzü, hafif kavisli fazla gür olmayan kaşları, açık kahve gözleri, küçük bir burnu, biçimli
az dolgun pembe dudakları, beyaz lekesiz cildi. Güzeldi hala. Gençliğinde çok güzelmiş, Zeynebim
türküsünü söyletecek kadar delikanlılara.

Kara Musa da öyle. Gramofon elinde bu türküyü dinlermiş kahvelerde, köy meydanında. Zeynep’i
sevdiği, istediği günlerde, onu ilk gördüğünden beri…

“İki” dedi teyzem, bana değil de söğüdün yere değen dallarına, yapraklarına söyler gibi. Ne
sormuştum, unutmuştum sabun köpüklerine dalıp gidince gözlerim.

Elimi soksam, ben de yıkamaya çalışsam, suyla oynasam diye aklımdan geçiyor. Köpükleri
çalkalasam, coştursam, avucuma doldurup üflesem, kocaman baloncuklar yapsam. Ama teyzem izin
vermez, çamaşır leğenine elimi sokturmaz titizliğinden. “Yorulursun, üşütürsün, annen kızar!” der en
yumuşak ses tonuyla, kesin bir dille… Uçan balon isteyince de kızar büyükler, ağlar, zırlardık aldırıncaya
kadar. “Balon karnını doyurmaz!” derlerdi. Üstelik simitten, gazozdan, dondurmadan da pahalıydı. Balon
elimizden uçup gidince de zıplar, tepinir arkasından koşardık, ebruli, parlak renkleriyle gözden yitinceye
dek. Sır olur giderdi gökyüzünde, bulutlara karışırdı.

“İki” demişti. Demek iki çocuğu olmuş teyzemin. “Neredeler?” dedim. Aile içinde hiç konuşulmazdı
bunlar. Yıllardır “Hasta, sıkıntısı var, içi daralıyor, bunalıyor” derdi annem, dayım. “Üstüne gitmeyin,
kendi haline bırakın!” demiş doktorlar mı, hocalar mı öyle bir şey. “Delirdi, çıldırdı, zavallı kafayı üşüttü!”
diyordu, gençliğini, eski halini bilenler, onu iyi tanıyan yaşıtları…

Çocukları neredeydi, konuşur anlatır mı? Üzgün şimdi. Kara Musa’yı düşünüyor. “Öldü!” dedi.
“Kara Musa mı?” dedim gözümü yıkadığı çamaşırdan, ışıldayan köpüklerden ayırmadan. O nasıl insanın
gözüne bakmadan duruyor, konuşuyorsa, şu an ben de öyle. Hiç göz göze gelmezdi, kimsenin yüzüne
bakarak konuştuğu görülmemişti, “hastalandıktan” sonra. Delirdi demeye hiç dilim varmadı, hasta bile
değildi bence. Çok dertliydi, yaralıydı, örselenmişti. Kadersizdi onca da.

“Çocuklarım” dedi. “İkisi de öldü!”

Üzüldüm mü, acıdım mı? Hayır! Sevindim bile, benimle söyleşmesine, dertleşmesine. Kimseyle
paylaşmadığı, sır olmayan yaşamını öğreniyordum. Ben hep böyle bildim, öyle sevdim onu: Yalnız,
düşünceli, dilsiz, sözsüz…

“Kız mı erkek miydi?” diye sordum. Şimdi daha bir yakın buldum kendime. Yüzüne baktım bu kez.

“Önce Lütfiye öldü” dedi. “Hastalıktan.”

Ne hastalığı diye düşünüyordum anlamış gibi “Kuşpalazı!” dedi. Her şeyi hatırlıyor demek ki.
Anlamaz, bilmez diye düşünüyor görenler, tanıyanlar. “Aklını yitirdi!” diyorlar ya hep.

Ne güzel bir kızdı kim bilir, teyzeme benzemişse. Beş yaşındaymış öldüğünde. Konuşur, oynardı
onunla teyzem, sever okşardı yaşasaydı. Saçını tarar, güzel elbiseler giydirirdi ona. Çok zenginmiş Kara
Musa, konak döşemiş evlendiklerinde. Gözümün önünde canlanıyor tüm bunlar. Bize bile kıyamaz
düşeceğiz, yaralanacağız diye. Koca çocuk olmuştuk yine peşimizde dolanırdı kollarını açarak, merdiven
kenarlarında beklerdi inip çıkarken.

“Öbür çocuğun?” dedim. İyice meraklanmıştım.

Evde kimse onunla ilgili konuşmaz, anlatmazdı; annem, büyük teyzem, anneannem. Saklamak
değil de unutulursa hastalığının da geçeceğini, sıkıntılarının azalacağını düşündüklerinden olsa gerek.

Numan, Lokman gibi bir isim söyledi, üstelemedim. Zorlukla konuşmuştu. Sustu, çamaşır
yıkamayı bıraktı, leğenin kenarına daldı gözleri. Bir zaman kımıldamadan, konuşmadan bekledi. Elindeki
sabun köpüklerini sıvazladı, akıttı. Elbisesinin cebinden çıkardığı mendiline sildi gözünden, burnundan
akan yaşları. Sessizce ağlıyordu, nefes almaya, yutkunmaya korkar gibi, içten, yüreğinden. Yemek
yerken ağzını açmadan, şapırdatmadan yer, burun çekmeyi, sesli gülmeyi ayıp sayardı. Gülmeyi
unutmuştu doğrusu ya. Hapşırmasını, öksürmesini, esnemesini, ağlamasını görür müydük? Hiç
hastalanır mıydı? Çoğu zaman farkında olmazdık varlığının…

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 23

Ağlaması üzmedi, aksine içimi ılıttı, heyecanlandırdı, ilgim arttı. Gidemedim yanından. “Yeter
yıkadığın teyze, bak tertemiz olmuş, durula as!” da demedim. Çamaşırını gönlünce yıkamasına dalmış
gibi, konuşmasını bekledim. Söyleşsin, çocuklarını, içini yakan, dilini bağlayan, insanlardan
uzaklaşmasına neden olan sıkıntısını paylaşsın istiyordum. İyi geleceğini duyumsadım çocuk aklımla.
İsteyerek, içinden gelerek anlatıyordu.

“Kara Musa bir gece yine içkili geldi” dedi. Ayıp, günah bir şeymiş gibi söylediği, utandı sanki
sustu. Sabun köpüklerine daldı gözleri. Daha kuvvetli, sert hareketlerle çitilemeye başladı çamaşırını.
Elbisenin kol altlarına, yakasına sabunu defalarca sürttü, ovaladı, yoğurdu, birbirine, elinin üzerine
sürerek, öne arkaya hafif salınımlarla sır verircesine fısıldadı:

“Beşikte uyuyan çocuğu aldı, sevmeye başladı!” Durdu, hatırlamaya çalışır gibi iyice kıstı
gözlerini. “Bırak uyusun dedim, dinlemedi beni!” Yıkamayı bıraktı, kaşı çatıldı, başını sallamaya devam
etti, iki damla yaş birikti kirpiğine, dokunmadı bu kez.

“Uyuyan çocuğu hoplattı zıplattı, kucakladı, öptü. Yatağımıza götürdü, alamadım elinden, ikimizin
arasına yatırdı. İçince bir başka oluyor, gözü hiçbir şey görmüyordu, beni bile. İçince başka biri
oluyordu.”

Yıllardır hiç bu kadar çok konuşmamıştı. Bütün ömrünce söylediği üç beş sözcüğü geçmeyen
teyzemin dili çözülmüştü birden.

“Duydum salayı, dinledim, Kara Musa ölmüş!” dedi bu defa ağlamadı, yaş gelmedi gözlerinden.
“Ne oldu sonra teyze?” dedim. Yatağına almıştı ya oğlunu. Bir daha konuşmazsa öğrenemezdim.

Anneannem, büyük teyzem hatta annem bile anlatmamıştı bunları. Unutmak, unutturmak istemiş
olmalıydılar. Ya da hiç bilinmesin. Zeynep hiç yaşamadı, sevilmedi, evlenmedi, çocukları olmadı,
sevmedi, gülmedi… Böyle biri hiç olmadı. Bir hayal, serap…

Oysa etten kemikten, duyan düşünen ağlayan üzülen, herkes gibi biri şu an. Her şeyi bugün gibi
anımsayan, aklı başında biri. Duygun, elemli, içli. Kasılır gibi irkildi, bakışları dondu, başı sallanmaz oldu.

“Sarhoşlukla üzerine yatmış olmalı çocuğun, sabah ölüsünü buldum yatakta!” dedi.

Şimdi kaskatı olan bendim. Leğenden gözlerimi ayırmıyor, köpükleri sayıyorum başımı
kaldırmadan. İrili ufaklı yüzlerce, binlerce köpük. Çitilendikçe çoğalıyor, renkleniyor, parlıyor, yükseliyor,
taşıyor. Her yer sabun köpüğü, saymakla bitiremiyorum.

Evde bardağa koyardım sabunlu sulardan, annem izin veriyor. Teyzem kadar titiz değil. Ya da
başından savmak için. Tahta çamaşır mandalını bu suyun içine daldırır çıkarırdım. Mandalın delik
kısmına kuvvetlice üfürdüğüm zaman boy boy sabun köpükleri havada uçuşmaya başlardı. En
büyüklerinin peşinden koşar yakalamaya çalışırdım. Elim değmeden patlardı baloncuklar. Yine defalarca
üfler, yeni köpükler üretir, peşlerinden koşar, yakalamaya çalışırım. Söndükçe tekrar…

Sabun köpüğü gibi geçen bir yaşam teyzeminki…

Çok sevmiş Musa Zeynep’i, alana kadar suyolu etmiş kız evini. Bu kadarını biliyordum, anlatırdı
büyüklerimiz.

“Sevmezdim. Delişmendi, hovardaydı, kaba sabaydı görüntüsü, malına mülküne güvenirdi.
Bırakmadı peşimi.”

Teyzem bu gün bir başka her zamankinden. Konuşmak, anlatmak istiyor. İyi geliyor bu ona
sanırım. Pişman mıydı, üzgün müydü? İlahi adalet, kader bu muydu? Ne düşünüyordu şimdi.

“Son… İstemeye gelmişlerdi yine. Allah’ın işi işte. Gözüme pek bir iyi geldi. Güzel bile göründü o
gün. Olur dedim!”

Evlenmişler. Anlatmadı düğünü nasıl olmuş, neler almışlar. Konu komşu, yakınları ne demiş,
sevinmişler mi, şaşırmışlar mı? “Evlendiğimiz gece kurdu içki sofrasını. Belli etmeden, o görmeden hep
su ekledim rakı bardağına. Sarhoş olursa bana zarar verir diye korktum!”

Çamaşırı yeterince temiz oldu sanırım, çeşmenin altında iyice duruladı, sıktı. Mutfak penceresinin
demirinden, bahçe duvarının dikenli teline doğru gerili ipe astı kuruması için. Elbiseyi tersine çevirmeyi
de ihmal etmedi. Ben peşindeyim, öyküsünün. Çeşmenin suyu sıçramasın diye önünde küçük bir havuz

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 24

var. Kenarına oturduk teyzemle, altımıza çaput çulu koyup. Kaldığı yerden sürdü konuşması: “Evde
içtiğim içkiden bir şey anlamıyorum demeye başladı önce. Sonra da dışarda içip sabaha karşı gelir oldu.”

Ne zaman boşamış teyzemi, eline birkaç dönüm tarlanın tapusunu tutuşturup. Soramıyorum.

“Lokman’ın ölümünden sonra kirlenmedim bir daha!” dedi. Anlamadım niye kirlenmemiş.
Çocuksun, bilmezsin der gibi baktı bir an. Onu da soramadım. Sır gibi bir şeydi anlaşılan. İsterse
anlatırdı daha fazlasını.

“Hep hamileyim sandım. Olmadı bir daha çocuğum.”

Yine ağladı. Ağlamadı da gözünden yaş geldi, burnunu sildi usulca, sümkürmeden.

Akşam evde anneme anlattım konuştuklarımızı, şaştı kaldı. “Teyzen mi söyledi bütün bunları,
kimseyle paylaşmazdı?” dedi. İçerledi, alındı sanki. Ya da Musa’yı unutmamış olmasına üzüldü belki.
Hikâyenin gerisini büyük teyzem anlattı. Zeynep teyzemin söylemeye dilinin varmadığı, anımsamaktan
kaçındığı…

Her gün mezarına gidermiş çocuklarının. Ağlar, dertlenir, konuşurmuş minicik toprak yığınıyla,
başucu taşlarıyla. Musa kızsa da, bağırsa da, dövse de. Sabah, öğle, akşam hatta gece yarısı bile
gitmeye başlamış. Özledikçe, susadıkça, acıktıkça… Musa kendisi gitmeye üşenir olmuş, adamlarını
gönderirmiş peşinden. “Gelmek istemezse kırbaçlayarak getirin!” dermiş üstelik. Kıyamazlarmış, kimi
zaman duyurmazlarmış Musa’ya kapısında çalışanlar. Sever, sayarlarmış Zeynep bacılarını…
Hırpalansın, acı çeksin istemezlermiş, gençliğini, güzelliğini bildikleri, iyiliğini gördükleri, ailesini
tanıdıkları için.

O günden sonra “kirli” yıkamaktan başka iş yapamaz olmuş.

(TYB İstanbul- 2016 1.Ulusal Şiir ve Hikâye yarışması Mansiyon ödülü)

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 25

KEDİLERDE DİYABETİ ANLAMAK

H. Fatoş GÜR - Ayrancı

Artık evcil hayvanlarımızda diyabetin sıklıkla
görüldüğünü biliyoruz. Elbette nedenlerini de:
Metabolizmalarına aykırı beslenme şekli! Beslenme ile
ilgili olarak gerekli bilgileri içeren yazımızı daha önceki
aylarda paylaşmıştım. Bugün, diyabeti anlayarak, tüylü
dostumuzun tedavisi veya onunla birlikte kaliteli bir
yaşam sürebilmesini nasıl sağlayabileceğimiz konusuna
değinen yazıyı paylaşmak istiyorum.

Diyabeti anlamak, başlamanın en iyi yoludur. İhtiyacınız olan
ilk bilgiler, diyabet nedir, ne değildir, vücutta neler olup bittiği
ve diyabetin nasıl kontrol edileceğidir. Kedigillerde bazen bu beta hücreler tatilden geri döner,
iyileşir ve çalışmaya başlar! Bu geri dönüş insanlarda olmaz… Kediler bu anlamda şanslılar
diyebiliriz…

Tarçınımın diyabetini düzene sokmam ve 20 yıl bu hastalığa rağmen kaliteli bir yaşam sürmemiz
konusunda değerli bilgileri ve destekleriyle yanımda olan www.felinediabetes.com isimli sitedeki,
FDMB üyeleri Michele (hemşire) ve Esse tarafından hazırlanan yazı ile devam etmek istiyorum.

Diyabet Nedir, Ne Değildirin Farkını Anlamak

Veterinerden henüz haber aldınız, tüylü dostunuz diyabet hastası! İnsülin iğneleri, kan testleri, şeker değerleri,
enfeksiyon… Hayatınız birden alt üst oldu.

Hepsi bu kadar mı? Hayır, elbette değil. Daha diyabet hakkında öğrenilecek ve yapılacak çok şey var. Ama
üzülmeyin, her şey yoluna girecek.

Diyabeti anlamak, başlamanın en iyi yoludur. İhtiyacınız olan ilk bilgiler, diyabet nedir, ne değildir, vücutta neler
olup bittiği ve diyabetin nasıl kontrol edileceğidir. Çok kısa sürede, durum sizin kontrolünüze geçecektir.

Vücudun, yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan enerjiyi üretmek üzere belirli bir miktar şekere ihtiyacı vardır.
Vücudun temel yapı taşı olan hücreyi küçük bir küre olarak düşünün, içinde giriş ve çıkış ‘kapıları’ olsun. Kan
yoluyla tuz, şeker ve protein gibi bazı maddeler özel ‘kapılar’dan hücreye girer ve hücrenin işini yapabilmesi (başka
bir hücre oluşturmak, hormon üretmek, enerji sağlamak veya daha fazlası) için ihtiyaç duyduğu maddeleri sağlar.
Bazı hücrelerin birden fazla, bazı hücrelerin sadece bir veya iki görevi vardır ancak hepsi de vücut sağlığı için
önemlidir.

Özellikle şeker için hücre kapısının üzerinde bir kilit vardır. Bir hormon olan insülin de bu kilidin anahtarıdır. İnsüline
“anahtar” diyorum çünkü ancak bir şeker ve bir insülin molekülü bir araya geldiğinde, insülin hücre kapısını açar,
şekeri içeri alır ve arkasındaki kapıyı kapatır. İnsülin olmadan kapıyı açmanın yolu yoktur. Şeker gün boyunca
kapıyı çalabilir ama kapı açılmaz çünkü hücre kapıyı açıp, şekeri tek başına içeri alamaz. Ancak hücrenin şekere
ihtiyacı vardır. Enerji üretmek, yeni bir hücre duvarı yapmak ya da bir protein oluşturmak için hücre, şeker olmadan
işini yapamaz. Her canlı hücrenin özellikle de beyin hücrelerinin şekere ihtiyacı vardır ve eğer mevcut değilse,
sistemde bazı şeyler aksamaya başlar. Vücut enerji üretemez ve enerji olmadan kan akışını sürdürme, sinirlerden
gelen sinyallerin gitmesi gereken yerlere ulaşmasını sağlama ve sonunda nefes alma ve düşünme eylemleri
etkilenir ve durabilir.

Özetle, insülin kapının anahtarıdır. İnsülin yoksa şeker hücrelere ulaşamaz. Hücrelerin şekeri yoksa işlevlerini
yerine getiremezler.

Peki şeker nereden sağlanıyor?

Çoğunlukla yediğimiz yiyeceklerden. Yediklerimizde şeker vardır:
şekerli kahve ve çay gibi, proteinlerdeki şeker (et ve baklagiller gibi) ve
karbonhidratlardaki şeker (ekmek, patates, tahıllar, pirinç, makarna
gibi). Kediler insanlardan daha az karbonhidrata ihtiyaç duyar, bu
yüzden onlara karbonhidrat verdiğimizde, bu kullanamayacakları şeker

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 26

olarak ortaya çıkar. Kediler aslında şekerli içecekler içmez veya dondurma yemezler. Vücutları, hücrelerinin ihtiyacı
için gerekli olan şekeri şekerli malzemelerden veya karbonhidratlardan değil, proteinden almak üzere tasarlanmıştır
(bu konuda daha fazla bilgi için, Dr. Peirson‘ın kedi diyetine ilişkin makalesine bakabilirsiniz).

Sistemde çok fazla şeker olduğunda, diğer organlar fazla şekeri temizlemek için daha fazla çalışmak zorundadır.
Karaciğer, böbrekler ve dolaşım sistemi yüksek vitese geçer ve ekstra şekeri vücuttan atmak için ellerinden geleni
yaparlar. Karaciğer şekeri alır ve ileride kullanmak üzere depolar. Buna rağmen ve hala fazla şeker vardır. Bu defa
şeker, böbreklerden idrar yoluyla vücuttan dışarı atılır. Ancak bazen karaciğerin deposu dolu olabilir, böbrekler
daha fazla şeker alamaz ve durum değişene kadar şeker kanda birikir. İşte o zaman “yüksek” kan şekeri değerleri
ortaya çıkar.

Peki insülin nereden geliyor? Pankreastan. Pankreas, midenin üstünde ve karaciğerin yanında bulunan yumuşak
bir doku parçasıdır. “Beta hücreleri” adı verilen ve sadece insülin hormonu üreten özel hücreleri vardır ve insülin
yapmak dışında başka hiçbir işleri yoktur. Vücut, hücrelerde yeterince şeker olmadığını fark ettiğinde, pankreastan
insülin salınır, insulin bir şeker molekülü arar ve ihtiyaç duyan hücreye ulaştırılmasına yardım eder ( düşünme, sinir
iletimi, hareket veya yeni hücreler oluşturmak için gerekli olan enerji için).

Peki, neden yeterli insülin salgılanmaz? Beta hücreleri bir şekilde hasar görmüş olabilir. Bu durum bazen geçici,
bazen kalıcı olabilir. Virüs, enfeksiyon, travma, bazı ilaçlar (steroidler) veya hatta çok fazla şeker veya karbonhidrat
tüketimi buna neden olabilir. Ama sebep ne olursa olsun, beta hücreleri artık çalışmamaktadır yani şekeri hücreye
iletmek için insülin üretememektedirler. Bu, hücrenin görevlerini yapamayacağı anlamına gelir ve diyabet olarak
adlandırılıyor.

Bu durumda, kan dolaşımında yüksek şeker değerleri ölçülür (glucometre insülin eksikliği nedeniyle hücrelere
iletilemeyen şekeri ölçer). Ayrıca çok fazla idrara çıkma ve çok fazla su içme, çok acıkma, kilo kaybı, saç
dökülmesi, cilt değişiklikleri gibi belirtiler de görülür. Çünkü hücrelerin işlerini yapmasına izin verecek olan şeker
yoktur.

İnsülin dışarıdan vücuda verildiğinde, vücudun doğal olarak üretemediği hormonu yerine koymuş oluruz. Verilen
insulin, şekeri kan dolaşımından hücrelere alır ve hücrelerin görevini yapabilmesi için kullanmasına izin verir. Yeterli
insülin hormonuna ve doğru şeker dengesine sahip olduğunuzda, idrara çıkma normalleşir, iştah normale döner,
saç uzaması tekrar başlar ve enerji geri gelir. Neden? Çünkü tüm hücreler ihtiyaç duyduklarını alıp, işlerini tekrar
yapmaya başlarlar.

Tüm bunların nedeni, insülin adı verilen küçük bir hormondur.

Ancak insülin fazlalığı, az olmasından çok daha tehlikelidir. İnsülin moleküllerinin hücre kapısının yanında
durduğunu, geçecek şekerin yolunu beklediğini, gizlendiğini hayal edin. Bir şeker molekülü geldiğinde, insülin onu
kaçırır, hücreye atar ve kapıyı kapatır (ben buna “Gestapo İnsülin” diyorum). Bu durum bir süre daha devam
ederse, hücrelerin geri kalanı için yeterli şeker kalmaz. Bu yüzden şekeri sisteme geri koyarak, düşük şekeri tedavi
ederiz (böylece ‘Gestapo insülin’i kullanabilir ve ihtiyacı olan hücrelerin almasına ve işlerini yapmasına izin
verebiliriz). Düşük şeker olayını şeker ile desteklemenin ardındaki fikir budur. Fazla insülini yok ediyoruz ve gerekli
şekerin hücreye girmesi için şeker ve insülin dengesini oluşturmaya çalışıyoruz. Ancak şekeri kaçıran ve bulduğu
ilk hücreye atan aşırı aktif bir insülin molekülü ile değil.

Bu nedenle dengeyi bulmak (şekerin insülinle doğru oranı) önemlidir. Bunu yapmanın tek yolu, kanı sık sık test
etmek ve kanda ne kadar şeker kaldığını ve orada durduğu süreyi saptamaktır. Bu bilgilere dayanarak, insülini
azaltabilir veya artırabilir ve hücrelerin bu işi yapmak için sürekli, düzenli bir şeker kaynağına sahip olmasını
sağlayabiliriz. Kan dolaşımında ne kadar şeker olduğunu bilmek, hayati önem taşır çünkü “Gestapo insulin”in
oluşmasını istemeyiz. Bunu bilmenin tek yolu test yapmaktır. Tekrar ve tekrar test yapmak…

Diyabet, anlaşılması oldukça kolay bir hastalıktır. Ancak gerçekten anlamak önemlidir çünkü anahtar, şeker ve
insülin hormonu arasındaki dengedir. Buna “şeker dansı” denir (şeker ve insülinin hücrelerde içeri girişi ve dışarı
çıkışı, vücudun herhangi bir nedenle yapamadığı insülinin yerine konulması ve doğru miktardaki insülinin verilmesi).
Kanda yeterli şeker olmalı. Çok fazla veya çok az değil. Bunlar gıdaya, strese, mutluluğa bağlı olarak günden güne,
hatta bir gün içinde saatten saate değişkenlik gösterebilir.

Peki çok işeme, aşırı susuzluk, kuruyan saçlar, kepek, kilo kaybı neden olur?

Çok fazla işemenin nedeni, böbreklerin: “hey, burada çok fazla şeker var. Biraz süzüp idrarla atalım ve ondan
kurtulalım” demesidir. Böbrekler işe koyulur, kısa sürede çok fazla idrar üretir ve mesaneye inip, dışarı atılmasına
izin verir.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 27

Susuzluk neden? Çünkü vücut şekerden kurtulmak için idrarla şekeri atmak amacıyla vücudun geri kalanından su
çeker ve işeme gerçekleşir. Ancak vücut, böbreklerin normalden daha fazla su kullandığını fark eder ve “hey, daha
fazla suya ihtiyacımız var!” diyerek, susuzluk hissini tetikler, bu yüzden su içme isteği artar. Vücudun idrar üretimi
aşırı hızdadır ama vücudun diğer organlar için de yeterince suya sahip olması gerekir ve büyük bir susuzluk
başlar.

İşeme ve su içme tamam. Peki açlıktan ölüyormuş gibi yemek yemek niye?

Vücudun hücreleri, kanda olmasına rağmen (kapı ve anahtarı hatırlıyor musunuz?)
şeker alamadıklarını düşünüyorsa, vücut “hey, biraz gıda alın, böylece şeker
parçalanıp enerji için hücrelerin içine şeker girsin. Biz açlıktan ölüyoruz !!” der. Sorun
şu ki, bu aslında yiyecek eksikliği değil, şekeri hücrelere alacak insülin anahtarlarının
eksikliğidir ama hücreler bunu bilmiyordur. Daha fazla yiyecek gelirse, ihtiyaç
duydukları şekeri alabileceklerini sanırlar. Yanlış bir mesaj ama durum budur. Vücut
hayatta kalmaya çalışırken, hücreler de işlerini yapmaya çalışır ancak şeker
yetersizdir (çünkü kapı kilitlidir ve anahtar insülindir), yapamazlar. Böylece açlık
tepkisi tetiklenir ve daha fazla yiyecek tüketilir. Tabii ki, bu durum kan şekerini daha
da yükseltir, karaciğerin çok fazla şeker depolamasına neden olur ve daha sonra böbrekler, kandaki fazla şekerden
kurtulmak için fazla mesai yapar, bu da elbette daha fazla işemeye ve daha fazla su içmeye yol açar. Kısır döngü,
değil mi?

Peki, neden kilo kaybı olur?

Çünkü eğer vücut ona yiyeceklerle gönderilen malzemeleri kullanamazsa, deposuna yönelecektir. Depo, vücudun
sahip olduğu depolanmış ‘yağ’dır ve tam da bu durumlar (açlık zamanları) için saklanmaktadır. Hücreler depoya
baskın yapar, boşaltır ancak depo yeniden doldurulamazsa (kilidi açmak için insülin olmadığından), vücut
depolanan tüm yağları tüketir ve daha sonra kendini parçalamaya başlar. Böylece beyin, kalp ve akciğerlerdeki
hayati fonksiyonlar azalır. Kilo kaybı, depo baskınından kaynaklanır. Ve vücuda yiyecek girmesine rağmen,
hücreler bunu kullanamaz. Çünkü kapının kilidini açmak ve yenen yiyeceklerden gerekli şekeri almak için insülin
yoktur.

Vücut, depolanan yağdan yeterli gıda ve şekeri alamazsa, kaslara yönelir. Bu süreci, sanki dışarıda kötü bir kar
fırtınası olan bir ev gibi hayal etmek bize anlamakta yardımcı olabilir. Diyelim ki, bu fırtına şiddetleniyor.
Buzdolabındaki her şeyi yedik, odunluktaki tüm odunları yaktık. Şimdi üşüyoruz ve açız. Kilere girmeye başlarız ve
kısa sürede oradakilerin de hepsini tüketiriz. Sandalyeleri ve yemek masasını da ısınmak için yaktık. Fırtına daha
da şiddetleniyor ve görünürde bir yardım umudu yok. Şimdi ne yapacağız? Dolapları sökmeye ve yakacak odun
olarak kullanmaya başlayalım. Sırada sabit raflar ve sonra duvarlar var. Vücudun kasları parçalayarak yaptığı şey
de budur. Hayati sistemleri devam ettirmek için evin tüm yapısını (beden) kaynak olarak kullanmak.

Tüm yağlar tükendikten sonra, vücut besin kaynağı olarak kaslara döner. Çünkü hayati fonksiyonları korumak ve
kasların yapıldığı proteini parçalamak için kendini yeniden onarmaya çalışacaktır. Bu ciddi bir sorundur. Hücre,
ihtiyaç duyduklarını bu hasarlı kaslardan alır ve gerisinin kanda kalmasına izin verir. Bunlar kan yoluyla böbreklere
ulaştığında, böbrekler yine aşırı hızlıdır, keton adı verilen bu maddelerden kurtulmaya çalışır ve idrarla dışarı
atar. Ketonlar protein fazlalığı veya kastan geriye kalan maddelerdir ve şekerin hücrelere girmesine izin verecek
olan insülinin kanda olmamasının bir sonucudur. Vücut kasları (“evin” dolapları ve duvarları) parçalar ve bu yan
ürünlere ketonlar denir.-

Ketonlarla ilgili en büyük sorun, böbrek filtrelerini ve toplama noktalarını tıkamasıdır. Bir drenajdaki saçlar gibi.
Birikmiş saçlar ve tıkanmış tahliye borusu. Yani ketonlar drenajı tıkarsa, böbreklerin vücuttan göndermesi gereken
maddeler (şekerler, aşırı protein artıkları ve toksinler) kanda kalır ve kısa sürede böbrekler bu şartlar altında
çalışamaz hale gelir ve ellerini kaldırıp greve giderler. Buna “akut böbrek yetmezliği” denir ve oldukça ciddidir.

Oysa insülin olsaydı, hücreler ihtiyaç duydukları şekeri alırlardı. Çünkü insülin şeker girişi için anahtar sağlar,
hücrelerin kasları parçalamak için beklemeleri gerekmez, enerji üretmek için başka kaynaklar bulmak zorunda
değildirler. Açlık moduna girmezler ve susuz kalmazlar çünkü böbrekler vücuttaki tüm suyu tüketmemiştir. Her şey
olması gerektiği gibidir ve hiçbir yedekleme sistemi tetiklenmez. Hücreler çalışır, vücut için gereken enerjiyi üretir ve
denge sağlanır (“homeostaz”).

İnsülin desteği gerekir çünkü vücuttaki her işleyişin temeli budur. Diğerlerinden daha önemli bir hormondan
bahsedilecekse, bu insülindir ve tehlikeli bir hormondur. İnsülin dışarıdan verildiğinde, her zaman “Gestapo

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 28

İnsülin“in ortaya çıkarak, düşük şeker olayına (‘hipoglisemi’) neden olma ihtimali vardır. Bununla başa çıkmanın
yolu, Gestapo’yu tüketmek (onlara işleyebilecekleri şekeri vermek), yormak ve parçalamaktır.

İnsülini dikkatli kullanın. “Düşük dozda başlayın, yavaş ilerleyin” slogan budur.

Başlangıçta çok fazla insülin vermeyin çünkü dostunuzun gerçek şeker düzeyini bilmiyorsunuz. İnsulin dozunu
artıracaksanız, bunu çok yavaş yapın. Şeker değerinin düşmesini, yapacağınız ölçümlerle dikkatle izleyerek,
“Gestapo Insulin”in oluşmasını önleyin. Diyetinizi yüksek proteinli, ultra düşük karbonhidratlı bir diyetle
değiştiriyorsanız, yüksek dozda insülin yapmayın. Kedi sahiplerinin, duruma göre diyet değişikliği yapmaları
gerekebilir. Ancak buna düzenli test yapılarak karar verilebilir. Diyeti değiştirdikten sonra insulin dozunu
değiştirebilirsiniz ancak aynı anda değil. Aksi takdirde, hangisinin etkili olduğunu bilemezsiniz.

Testler ve enjeksiyonlar hakkında bilgilere boğulmadan önce başarabileceğinize inanın. Bazı iniş çıkışlar
yaşayacaksınız ancak siz ve tüylü dostunuz birlikte öğreneceksiniz. Çok fazla bilgi var ama size yardımcı olacak
pek çok insan da var. Bunu başarabilirsiniz!

Özetle diyabet budur. Hastalık, hem insanlar hem de kedigiller için yaygın, hayati, kronik bir konudur. İyi haber şu
ki, kedigillerde bazen bu beta hücreler tatilden geri döner, iyileşir ve çalışmaya başlar! Bu geri dönüş insanlarda
olmaz… Kediler bu anlamda şanslılar diyebiliriz… Kaynak: https://www.diyabetikkedi.com/diyabeti-anlamak/

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 29

Fotoğraf için Bener Özgürgil’e teşekkür ederiz.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 30

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 31

PİYASA YAPMANIN YENİ BİÇİMLERİ
Zuhal Yüksel – Seğmen Sitesi

“Mahallede Söyleşiyoruz” etkinliğimizin 2020’deki ilk konuğu Feyzan Erkip idi.
“Piyasa Yapmanın Yeni Yüzleri” konulu söyleşide alışveriş merkezlerinin kent
yaşamındaki yerine değinildi. İşletme, Şehir ve Bölge Planlamacılığı, İç
Mimarlık, Çevre Tasarımı, Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı gibi farklı
disiplinlerde çalışmış olan Erkip’in “Piyasa Yapmanın Yeni Yüzleri” adlı bir
araştırma kitabı geçtiğimiz yıl yayınlandı. Kitabı ile kentsel yaşamın
odaklarından biri haline gelen alışveriş merkezleri (AVM) olgusuna çok yönlü bir
yaklaşım getiriyor.

Feyzan Erkip, farklı bir bakış açısıyla sorguladığı kent kültürü, kamusal alan
tanımı ve kullanımı, tüketim ve kent ilişkisi hakkındaki düşüncelerini bizimle
paylaştı.

Söyleşi, kentlerimizde 1980 sonrasında değişen tüketim anlayışı, perakende planlamasının kentsel
alanlara etkisi ile örgütlü sermayenin, AVM’lerin sektöre girişi, kentlerimizin, sokaklarımızın kamusallık
durumu, AVM’lerin tercih edilme nedenleri ana başlıkları altında gerçekleşti.

AVM’ler aracılığıyla kamusal alanın özelleşmesini dünyada ve Türkiye’deki örneklerle açıklarken
araştırmalarının özellikle Ankara üzerinde yoğunlaştığını dile getirdi.

Son yıllarda kentlerimizin çoğunun olumsuz değişime uğradığını belirten Erkip, bu değişimin nedenlerinin
tarihsel, ekonomik ve politik kaynaklı olmakla birlikte küreselleşmenin etkisiyle yaşanan hızlı
dönüşümlerin, bunlara direnme ve/veya uyum sağlama yolundaki uygulamaların da katkısının olduğunu

ekledi.

Erkip tüketim anlayışı ve kültüründe

büyük bir dönüşüm yaşadığımızı, “Ak

akçe kara gün içindir”, “Sakla samanı

gelir zamanı” gibi tutumluluk öneren

atasözlerinden kısa zaman içinde kredi

kartları, taksitler, kampanyalarla

“Bugün al, aylar sonra öde”

yaklaşımıyla üretmeden tüketmeye

nasıl alıştırıldığımızı açıkladı.

Bakkaldan süpermarkete, oradan da

AVM’lere geçişimizin çok hızlı

olduğunu, AVM’lerin büyük değişiklik

yarattığını belirtti

Ankara’nın AVM serüveninin KARUM ile başladığını söyleyen Erkip bugünlerde AVM sayısının
Ankara’da 40’a, Türkiye’de ise 500’e ulaştığını bildirdi.

Araştırması sırasında görüştüğü insanların AVM’den yakındıklarını ancak bir ölçüde de yaşamlarında yer
vermiş olduklarını belirtti. Modern kamusal alan olarak nitelendirdiği AVM’lerin iklim koşullarından
etkilenmemesi, güvenlikli olması, özellikle çocuklu aileler için tercih edildiğini dile getirdi. Örgütlü
sermaye tarafından kentsel tüketim mekânının yeniden düzenlenmesi sonucunda ortaya çıkan
AVM’lerdeki çalışanların gün ışığından yoksun kalması, ziyaretçilerde fiziksel çevreye duyarlılığın düşük
olması, değişik mekân deneyimlerinin azalması, “sokak korkusunun” artması gibi sakıncalarının da
bulunduğunu ekledi.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 32

Her katında 50’ye yakın kamera ile AVM’deki yaşamın sürekli kayıt altında tutulmasının görüştüğü
kişilerce güvenlik nedeniyle sakınca görülmemesini yadırgayarak aktardı.

Erkip, AVM’lerin giderek

yaygınlaşırken toplumda bir çıban

olarak görüldüğünü buna rağmen

kullanılıp benimsendiğini söyledi.

AVM’lerin kentleri, sokakları ve

küçük esnaflığı öldürdüğü

düşüncesine karşı çıkan Erkip yirmi

yıllık araştırmalarda görüldüğü gibi

hiçbir şeyin ölmediğini, her şeyin

sadece değiştiğini, biz hoşlansak

da hoşlanmasak da kentlerimizin

değişmeye devam edeceğini belirtti.

Konuğumuzun düşüncesi,

AVM’lerin kentleşme açısından iyi

ürünler olmasa da kentimizde

olmayan kamusal alan özelliklerini

biraz da olsa sağladığı yönündedir.

Sınıf ayrımının AVM’lerde de diğer yerlerden farklı olmadığını söyleyen Erkip, kentlerde giderek

derinleşen sınıfsal ayrımın AVM’ler için de geçerli olduğunu iletti.

Söyleşisiyle bizleri kent kültürü üzerine, kentlilik bilinci üzerine düşündüren Feyzan Erkip’e teşekkür
ederiz.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 33

BAŞKANIMIZ SAYIN FATİH FETHİ AKSOY’UN
RADYO HARMAN’DA 16.01.2020 TARİHLİ SÖYLEŞİSİ

Deşifre Eden: Elvan Akbay – Çamlık Sitesi

Çiğdem Eğitim, Çevre ve Dayanışma (Çiğdemim) Derneği Başkanı Sayın Fatih Fethi Aksoy 16 Ocak
2020 tarihinde Bahçelievler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Kenan Paltun’la birlikte
Radyo Harman’da Cemal Emir’in hazırlayıp sunduğu “Gönüllü Kuruluşlar” programının konuğuydu.

Güzel dilekler ve duyguların ifade edilmesini takiben, gönüllü kuruluşlar hakkında yapılan bu 8. program
Sayın Aksoy’un eğitim geçmişinin sunulmasıyla başladı.

Başkanımızın A.Ü. Astronomi ve Uzay Bilimleri (lisans), A.Ö.F Halkla İlişkiler (lisans), A.Ö.F. İktisat
(lisans) ve Ahmet Yesevi Üniversitesi Yerel Yönetimler Bölümü (yüksek lisans) mezunu olduğu
belirtildikten sonra kendisine söz verildi.

Aksoy, derneğimizin sesinin duyurulması açısından bu davetin çok değerli olduğunu söyleyip teşekkür
ettikten sonra konuşmasına başladı.

Bundan sonrasını başkanımızın ağzından aktarmak istiyorum.

-------

Derneğimizin adı Çiğdem Eğitim, Çevre ve Dayanışma Derneği olmasına karşın, kısaca Çiğdem demek
yerine, bağlılığımızı ve sahiplendiğimizi
göstermek için “Çiğdemim” diyoruz.

Derneğimiz 1996 yılında kuruldu.
Mahallemizde ise ilk defa muhtarlık 1994’de
oluşturuldu. Çiğdem Mahallesi Konya yolu ile
ODTÜ ormanı arasındaki bölgede bulunuyor.
Sınırları çok net olan mahallemizin en büyük
sorunlarından biri, mahallenin giriş çıkışının
olmamasıdır.

1994 yılına dönecek olursak, muhtarlığın
kuruluşunu takiben ilk yıllarda okul, yol,
sağlık ocağı gibi hizmetler bulunmuyordu. Biz
de 13-14 kişilik bir grup, çalışmalarında
destek olmak için muhtarımızın çevresinde toplanmaya başladık. Daha sonra da kurucuları arasında
bulunduğum Çiğdemim Derneği’mizi kurduk.

Daha önce de belirttiğim gibi ilk zamanlar amacımız, mahallenin sorunlarına sahip çıkmak ve bunları
çözmek için muhtarımıza destek olmaktı. Yıllar içinde bu amacımıza büyük ölçüde ulaştık. Asfalt sorunu,
otobüs sorunu, okul yapımı, sağlık ocağı gibi sorunların çözümü için muhtarımızla birlikte uyum içinde
çalıştık. Çok büyük bir sorun kalmayıp, muhtarımız da deneyim kazandıktan sonra kendimize farklı bir
yol haritası çizmeyi düşündük ve yeni bir misyon / vizyon belirleyerek, mahalle sakinlerinin yaşam
kalitesini yükseltecek etkinlikleri gönüllülük ve katılımcılık ilkesiyle gerçekleştirmeye karar verdik.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 34

Yaşam kalitesi kavramı hayli kapsamlı olduğu için
etkinlik ve faaliyetlerimizi çok geniş bir yelpazeye
yaydık. Çalışmalarımızı 8 ana faaliyet başlığı
altında yürütüyoruz. Bunlardan bazılarını
paylaşayım:

Kültürel faaliyetler kapsamında toplu olarak
komşularımızla birlikte çeşitli kültürel etkinliklere
gidiyoruz. Bu gidiş-gelişler için de servis
sağlıyoruz.

Edebiyat topluluğumuz var. Her ay, önceden
belirlenmiş olan bir kitap seçiliyor ve üzerinde tartışılıyor.

Yurt içi / yurt dışı kültür gezileri düzenliyoruz.

Mahalle sakinlerini bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve her fırsatta bir araya getirmek için önemli konuları
içeren “Mahallede Söyleşiyoruz” etkinliklerimiz var. Bu söyleşilerde konunun uzmanı konuklarımız oluyor.

Ayrıca bir mahalle kütüphanemiz var. Türkiye’de bir mahalle derneğine ait bu ölçekte başka bir
kütüphane yok. Kütüphanemizde 30.000 kitabımız var ve tamamen komşularımızın desteğiyle
oluşturuldu.

Sanatsal faaliyetler kapsamında koromuz, fotoğraf topluluğumuz, el sanatları ve kırkyama kurslarımız,
enstrüman kurslarımız var.

Toplumsal faaliyetlerimiz dâhilinde yılda 4 defa 2. El Takas ve Paylaşım Panayırı düzenliyoruz.
Komşularımız kullanmadıkları eşyaları getirip satıyorlar. Ayrıca yine komşularımızın derneğimize
bağışladıkları eşyaları da bu panayırda satarak ihtiyaç sahiplerine, özellikle de öğrencilere destek
oluyoruz.

Bütün bunlar tabii ki 2-3 kişiyle yapılmıyor. Geniş bir gönüllü kadromuz var. Hep birlikte çalışıyoruz.

---------

Başkanımızın ardından Sayın Kenan Paltun’un da Bahçelievler
Derneği hakkında verdiği bilgilerden sonra sunucu Cemal Emir,
her iki derneğin de çok büyük işler yaptığını ve mahalle
derneklerinin aynı zamanda Ankaralı olmanın da bir yolu olduğunu
belirterek bu derneklerin çok değerli olduklarını vurguladı ve
programın 2. oturumuna geçmek üzere ara verildi.

Dinleyicilerden gelen soruların cevaplanacağı ikinci oturumda Bahçelievler sakini Şevket Özgün’ün
sorduğu soruları, başkanımız Fatih Fethi Aksoy şu şekilde cevapladı:

Soru: Çiğdemim ve Bahçelievler derneklerinin Ankara’daki diğer mahallelerle birlikte yaptıkları ortak
çalışmalar var mı?

Aksoy: Biz yıllardır Çankaya’daki mahalle derneklerini bir araya getirmeye çalışıyoruz. Çankaya’da
belirlediğimiz Kavaklıdere, Çayyolu, Ayrancı, Seyran, Çukurambar gibi 9-10 mahalle derneği
bulunmaktadır. Bu dernekleri kapsayan bir “Çankayalım” platformu oluşturmaya çabalıyoruz.
Bahçelievler derneğiyle birlikte bir AB projesi yazdık. Bu proje geçerse, söz konusu proje

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 35

çerçevesinde, geçmezse de kendi olanaklarımızla bu “Çankayalım Platformunu” kurmaya
çalışacağız.

Soru: Derneğinizin Yönetim Kurulu’nda kadın ve erkek üye sayısı dengeli
mi?

Aksoy: Bizim 20 kişilik Genişletilmiş Yönetim Kurulumuz var ve bu kurul 10
kadın, 10 erkek üyeden oluşuyor. Her dönem bu dengeye çok dikkat
ediyoruz.

Soru: Ankara’daki kentsel dönüşümün mahalleniz üzerindeki olumsuz
etkileriyle ilgili hangi çalışmalar yapılıyor?

Aksoy: Şirindere Kentsel Dönüşüm Projesi, mahallemizin en büyük
sorunudur. Şu anda bölgede büyük bina yapılması konusunda
yürütmeyi durdurma ve plan iptali söz konusu, fakat bölge işgal
altında ve bu işgalci kâğıt toplayıcıların yarattığı hırsızlık, gasp,
cinsel taciz gibi çok büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bir taraftan
kentsel dönüşümün, diğer taraftan işgalcilerin yarattığı bu sorunları çözmemiz gerekiyor ancak
çözecek herhangi bir yetkili yok.

Soru: Kent konseyleri hakkında ne düşünüyorsunuz, ne gibi çalışmalar yapılıyor?

Aksoy: Kent konseyi konusuna şimdilik hiç girmeyeyim.

Biz, mahallemizle ilgili yapılacak her türlü çalışmanın
karar alma süreçlerinde etkili olmak istiyoruz. Bu
nedenle geçen sene misyon / vizyonumuzu revize ettik
ve bu önemli konuyu da dahil ettik.

Somut bir örnek vereyim; Belediye Meclisi toplantısında
Çiğdem Mahallesi’nde bir imar değişikliği yapılıyor ve
pazar yeri olarak ayrılmış olan alan, düşük ölçekte bir
ticari alana çevriliyor. Bu karardan o bölgede yaşayan
hiç kimsenin haberi yok. Mahalle muhtarının haberi yok.
Çok faal olan mahalle derneğimizin yani bizim
haberimiz yok. Daha da acısı, Belediye Meclis
üyelerinin %90’ının haberi yok ama bu karar Belediye
Meclisi’nden geçiyor. Bilgi almak istiyorsunuz. Bilgi
almakta bile zorlanıyorsunuz. Temel derdimiz bu.

Bir de olumlu örnek vermek isterim. Alper Başkan’ın ilk döneminde Ankara’da bir ilki gerçekleştirdik
ve mahallede referandum yaptık. Yıllardır mahalledeki halı saha tesisinin hiçbir faydası olmadığını
düşünüyorduk ve onun yerine bir park yapılmasını istiyorduk. Bunun üzerine muhtarlığa bir sandık
koyduk ve halk oylaması yapıldı. Sandıktan %95 oranında park yapılması kararı çıktı. Çankaya
Belediyesi güzel bir proje çizdi ve Komşuluk Günü’nde bu projeyi mahalle sakinlerinin onayına
sundu. Öneriler doğrultusunda proje revize edildi ve sonunda uygulandı. Mahalleli çok memnun.
Hepimiz bu parkı sahipleniyoruz.

Son olarak tüm sosyal medya hesaplarımızı ve web sayfamızı takip etmenizi rica ediyoruz. Her
gün 10.00 – 17.00 arasında derneğimiz açıktır. Üyelerden ve mahallelilerden beklentimiz ise
katılımcı olmaları, sahip çıkmaları ve ellerini taşın altına koymaları.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 36

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 37

BÜTÜN 24 OCAKLAR ANISINA

Elvan Akbay - Çamlık Sitesi

Hiç unutamam o Pazar gününü. Öğlen saatlerinde televizyonda alt yazı
olarak geçmişlerdi haberi. Ayağa kalkıp, çoktan kaymış gitmiş olan o yazının
izine uzun süre, donmuş gibi bakakalmış, neden sonra da evdekilere
seslenmiştim:

"Uğur Mumcu öldürülmüş! ÖLDÜRÜLMÜŞ!"

Yüreğimden sadece bir inilti yükselmiş olduğunu, içeriden birinin "Anlamadım
Elvan, ne oluyor?" diye sorarak telaşla yanıma koşmasının ardından
anlamıştım.

Sonrası... Biz de o gece oradaydık. Bırakılan binlerce boynu bükük karanfilin arasında, bizim de
gözyaşlarımızla sulanmış çiçeklerimiz, kırılan umutlarımız, ağdalı hüzünlerimiz, ruhumuza hapsolmuş
çığlıklarımız vardı. Biz de Karlı sokağın mateminde yitip gitmiştik, o gece…
...Ve gökyüzünün parça parça kırılıp, Ankara'nın üzerine bir kara külçe gibi çöktüğü o cenaze günü…

Hüngür hüngür ağlıyordu şehir. Soğuktu Ankara elbette, yağmurluydu, ama o gün bambaşka bir ayaz
vardı içimizde, bizleri tir tir titreten. Yağmur muydu bizi ıslatan, yoksa gözyaşlarımız mı, bilinmez...
Konvoyun sonu camideyken, başı Cebeci'ye ulaşmıştı bile.

Ne kara bir gündü, ne ağır bir gündü o gün...

Ankara, ne kadar karaydı o gün...

Açıklama: Fotoğraflar Eskişehir’deki Uğur Mumcu Parkında çekilmiştir. Görseldeki araba, altına
bomba düzeneği konularak patlatılan, Uğur Mumcu’nun katledildiği, kendisine ait Renault marka
arabadır. Suikast öncesinde sürekli tehditler aldığı bilinen Mumcu, ailesiyle birlikte bir yerlere
gideceği zaman önce kendisi tek başına arabaya binmekte, ortamın yeterince güvenli olduğuna
karar verdikten sonra eşi ve çocuklarının da arabaya binmesine izin vermekteydi.

Bu cinayet de faili meçhuller arasında yer almıştır. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın
Yılmaz Büyükerşen, bu suikastın ve cinayetin failleri bulunana dek Mumcu’nun arabasının bu
parkta bu şekilde kalacağını belirtmiş, “Ne zaman katiller bulunursa, bu arabayı parktan
kaldıracağız” demiştir.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 38

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ GENÇLER İÇİN ÖNEMİ

Bengünas Erbaş – Çiğdemim Derneği Bursiyeri

STK nedir? İlk başta bu sorumuzun cevabını verebilmeliyiz. Bu sorunun cevabını verebilen
gençlerimizin sayısının düşük olduğunu düşünüyorum ki zaten veriler de bu yönde. O halde sorumuzu
yanıtlayalım. STK’nın açılımı “Sivil Toplum Kuruluşları”dır. Kısaca tanım olarak ise resmî kurumların
dışında kalan, kar amacı gütmeyen tamamen gönüllülük esasına dayanan kuruluşlar olarak

açıklayabiliriz. Peki gençlerimizin burada rolü ne
kadar? Gün geçtikçe Türkiye’deki STK’ların
artış göstermesi ile gençlerin katılımındaki
artışın doğru orantılı olduğunu görmekteyiz.
Fakat bu oran oldukça düşük ilerliyor. Evet
artmasına artıyor ama çok az bir katılım oranı
var. Gençlere sorulduğunda %72.4’lük bir kesim
bu tür kuruluşların faaliyetlerine katılmadığını
belirtiyor. Peki neden katılım oranı düşük?
Çünkü gençlerin katıldığı çalışmalarda
alabilecekleri olumsuz yorumlar düşüncesi,
yeterli olmayan bilgiler, verilen emek karşılığı
maddi çıkar beklentisi gibi maddeleri sıralayabiliriz. Peki bu düşünceler aslında birer özgüvensizlik,
zihinsel ve duygusal gelişim eksikliği, yaşam ve başarı becerisinin eksikliğinden ortaya çıkmıyor mu?
İşte tam olarak burada devreye giriyor STK’lar.

STK’lar gençlere sosyalleşme imkanı veriyor. Özgüvensizliği yenebileceğinizi ve başarılı bir birey
olabilmek için katıldığınız her faaliyette yeni bir bilgiyle evinize dönmenin avantajını veriyor bir bakıma.
Faaliyette bulunduğumuz süre içerisinde yeteneklerimizi keşfedebiliyoruz. Ne kadar sosyal bireyler
olduğumuzu fark ediyoruz.

STK’ları bir kitap olarak düşünebiliriz. Şöyle ki bir kitap okuduğumuzda bir sürü yeni kelime öğreniriz,
anlamlar çıkartırız. Hatta aynı kitabı birkaç kere okuduğumuzda yeni yeni anlamlar çıkartabiliyoruz.
Buradan yola çıkarak STK’lar bir kitap görevi görüyor aslında. Bu kuruluşlar sayesinde para kazanma
amacı gütmeden tamamen gönüllülük esasıyla günlük yaşantımızı canlandırarak, monotonluktan
çıkararak aktif bir birey oluyoruz. STK’lar için gerçekten gençlerin katılımı çok önemli. Gençlere çok
değer veriliyor ve hepimiz bunun farkında olmalıyız. Kısacası STK’lar gençlere avantaj sağlıyor.
Gençlerin bu tür kuruluşlara katılımları ile hem kurumlara gönüllülük esasıyla fayda sağlıyorlar hem de
kendilerini geliştirip bağımsız bir birey olma yolunda ilerleyebiliyorlar.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 39

TÜRKİYE'NİN 9 SICAK BÖLGESİ – 1
Jeoloji Yük. Müh. Cengiz Karaköse - Ande Sitesi

Bir önce ki yazımda belirttiğim gibi, Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) 1999 yılında 100 kadar
sıcak bölgeyi, Avrupa'da acil koruma bölgesi olarak belirledi. Bunlardan 9'u Türkiye’de bulunan
alanlardır Dünya Doğa Koruma Örgütüne göre sıcak nokta tanımı; biyolojik çeşitliliğin fazla olduğu
zengin orman florasına sahip, insanlar tarafından yok edilme ihtimali oldukça yüksek, acil koruma altına
alınması gereken bölge anlamına gelmekte...

Norman Myers tarafından gündeme getirilen bu sıcak nokta kavramında, bir alanın sıcak nokta
olabilmesi için; endemik türde bitki sayısı 1500 ve daha üstü olacak şekilde ve %70 oranında orijinal bitki
örtüsünü kaybetmiş bölgeler tanımlanıyor.

Türkiye’de belirlenen 9 sıcak nokta için gerekçe de; barındırdığı biyolojik türlerin, dünyanın hiçbir
yerinde olmaması ve bu türlerin insanlar tarafından yok edilme tehdidi altında olması nedeniyledir...

Diğer taraftan
bu listeye göre,

Avrupa'da en fazla

sıcak orman

noktasına sahip ülke

Rusya olmasına

karşın, ikinci sırada

Türkiye yer

almaktadır..!

Türkiye’deki bu sıcak

noktaların büyüklüğü

ise, bir milyon dört

yüz bin hektarın üzerindedir (Türkiye alanının %2’sine yakını)...

Söz konusu sıcak noktalar, Kastamonu-Bartın arasında ki Küre Dağları, Hatay ile Osmaniye
arasında ki Amanos Dağları, Karabük'te bulunan Yenice Ormanları, Rize’de ki Fırtına Vadisi, Artvin'in
Karçal Dağları, İstanbul Ormanları, Antalya'nın İbradı-Akseki Ormanları, Muğla'nın Datça ve
Bozburun Yarımadaları ve Fethiye-Babadağ'dır.

Küre Dağları
Milli park statüsünde koruma altına alınan bu dağlar, Karadeniz Bölgesi’nin batısında yer almakta

olup, çevresindeki tampon bölgeyle birlikte 134 bin 366 hektarlık alandan oluşmaktadır. Bartın Çayı ile
Kızılırmak Nehri arasında doğu-batı yönünde uzanan Küre Dağları, toplamda 300 kilometre uzunluğa
sahiptir. Topografik açıdan çok fazla inişli çıkışlı bir araziye sahip olup, orman, çayır, mera, kayalık
alanlar, pek çok mağara, akarsu ve zengin ekosistem çeşitliliği ile dikkat çekmektedir.

MAHALLENİN SAKİNİ DEĞİL SAHİBİYİZ!

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 40

Küre Dağları’nın 9 sıcak noktadan biri olmasının en önemli nedeni, 157 adet endemik bitki türü ve
59 adet nesli tehlike altında bulunan bitki ve hayvan türünün bulunmasıdır. Bölge, insan etkisinin en az
olduğu yörelerden biri olup, yüksek karstik platolar, sağlıklı ve yabanıl bir ormanın ekosistemini bağrında
barındırır.. Biyolojik açıdan önemi ise, çok sayıda hayvan türü için farklı yaşam ortamlarını sunmasıdır.
Bunlardan ulu geyik (Cervus elaphus), yaban kedisi (Felis sylvestris), susamuru (Lutra lutra), bozayı
(Ursuz arctos) önemli memeli türleridir. Türkiye'de yaşayan 160 memeli türünden 48'i burada
yaşamaktadır...

Valla Kanyonu

Bölgede, bu güne kadar 129 kuş türünün yaşadığı belirlenmiştir. Bunlardan küçük akbabaların
(Neophron percnopterus) nesli, küresel ölçekte tehlike altındadır.! Ayrıca diğer kuş türleri için de, bölge
coğrafyasındaki geniş vadiler ve bu vadilere bakan yüksek kayalıkların yörede bol olması, akbaba, şahin,
kartal ve diğer gece yırtıcıları için oldukça uygun barınma alanları oluşturur.. Küre dağları, bu nedenle
Doğa Derneği ve Dünya Kuşları Koruma Kurumu tarafından, 2004 yılında güncellenen "Türkiye'nin
Önemli Kuş Alanları" listesinde yer alır.. Bölgede 113 omurgasız türünün varlığı da belirlenmiştir. Ayrıca
yörede tespit edilen çift yaşamlı "amfibi" türü ise 23'tür...

ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.

HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE GETİREBİLİRSİNİZ.
LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE KARIŞTIRMAYIN.

PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA AŞAMASINDA OLUMSUZ
SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 41

YAZARLARLA SÖYLEŞİ – BENİM HİKAYEM

Elvan Akbay – Çamlık Sitesi

O kadar da kötü bir kuşak değildik. Biz yüzme havuzları, "pub"ları olmayan okullarda okuduk. Sigara
dumanına hapsolmuş pastanelerin tahta sandalyeleri üzerinde zehir gibi çaylarını keyifle içerek tartıştık,
konuştuk. İnsanları sevdik. Politize olduk. Aynı zamanda da som sevdalar yaşadık. Videolardan değil,
kasetlere kaydedilmiş ezgilerden dinledik şarkıları. Kendimiz imgeledik, ezginin bize hissettirdiklerini. Kim
bilir belki de bu yüzden bazılarımız biraz daha derin bakar, ufka doğru…

Dakiktik; Yeni Karamürsel önündeki buluşmaya gecikeceğimizi haber
vereceğimiz cep telefonlarımız yoktu. Biz radyo tiyatrosunu dinleyerek
büyümüş bir kuşaktık çünkü.

Ahh… Kimi zaman yolum düşer Sakarya’ya. Meydanda güvercinler
var artık. Gençliğimin ayak izlerini görürüm, arnavut kaldırımlarında.
Sadece izler kalmış, kırık dökük. O izlerin üzerini de, çağa
uydurulmuş masalarda karşılıklı oturup cep telefonlarıyla oynayan
insanların teknoloji izleri kaplamış.

Okuldan otostopla “şehre” inerdik. Biraz paramız olduğunda, kimin
cebinde ne kadar varsa ortaya koyar, sonra da gider bir güzel ziyafet
çekerdik kendimize.

Paramız yeterli değilse de, olduğu kadarıyla doyururduk karnımızı.
Sigaramız bittiğinde bonkörce doldurduğumuz kül tablasından izmarit
ayıklardık. Ankara ayazında saatlerce soğukta yürüyüp, üşüsek bile
hissetmezdik. Biz mi üşümezdik yoksa o genç yaşlarımız mı, bunu hiç
bilemedim.

Paylaşır, paylaştıkça çoğalırdık. Birbirimizin ruhlarına ve yüreklerine
sevdalanırdık, ayakkabılarımızın ne marka olduğunu bilmeden. Ne
şanslıyız ki, “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi
kardeşçesine” diyebildik.

Güzeldi, çok güzeldi.

Bazen burulsam da, hep keyifle hatırlıyorum o yılları. Hatalarımla,
doğrularımla, cesurluğumla, korkaklığımla iyi ki yaşamışım, iyi ki
yaşamışız ki, bunca anlatılası anı biriktirmişiz deneyim heybemizde. İyi ki
o "an"lar girmiş hayatımıza.

İşte bu yaşanmışlıkların attığı tokat yetmemiş gibi, bu akşam ÇİĞDEMİM derneğimizin düzenlediği “Eski
Ankara Mekânları” söyleşisi hepimizi hırkalarımızın yakasından tuttu, şöyle bir salladı ve daha da geriye,

taa çocukluğumuza savurdu, nemli gözlerle...

Sayın Şebnem Avcıoğlu bu akşam kendininkiyle birlikte
aslında hepimizin hikâyesini anlattı bize. Kitabının gelirini de
derneğimizin burs fonuna bağışladı!

İyi ki sayın Avcıoğlu gibi güzel yürekler var.

İyi ki derneğimiz var.

İyi ki varız.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 42

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 43

KADIN KOOPERATİFLERİ - 2

SARIKONAK KADIN GİRİŞİMİ
ÜRETİM VE İŞLETME KOOPERATİFİ

Mihriban Tüfekci
Sarı Konak Kadın Girişimi
Üretim ve İşletme Kooperatifi Başkanı

KASTAMONU

Kooperatifimiz 10.12.2018 tarihinde Kastamonu Belediyesi ve altı ortak birlikteliğinde kurulmuştur.
Amacımız üretim yapan ve pazarlamada sorun yaşayan
kadınların ürünlerini tüketiciye ulaştırmak ve bölge
ekonomisine katma değer yaratmaktır. Başta ilimizi, bölgemizi
Sarı Konak adıyla ülke çapında ve hatta yurt dışında
tanıtabilmektir. Kastamonu Belediyesi tarafından
kooperatifimize bir konak tahsis edilmiştir.

Bu Sarı Konak’ta restoran hizmeti de verilmektedir.
Kooperatifimiz restoranda Kastamonu yemeklerinin
kaybolmaması için ilimize ait yöresel yemeklere önem vermektedir. Kastamonu yöresinde yaklaşık 813
yemek çeşidi vardır. Bu yemeklerin her birinin hikayesi, değeri olduğunu
unutturmamak amacıyla kooperatifimiz aracılığı ile bu yemeklerin
atalardan gelen tariflerle hazırlanmasına önem verilmektedir.

Kooperatifimizde kooperatif ortağı hanımların sosyalleşmesi için de çeşitli
eğitimler verilmektedir.

Bunun yanında il dışındaki fuarlara katılarak kooperatifimizin ve
Kastamonu’nun tanıtımı yapılmaktadır.

Çabalarımız ortaklarımızın en iyi yaptığı işe odaklanarak kadınların
piyasada var olmasını sağlamak içindir.

YÖRESEL KALKINMADA KADININ GÜCÜ diyerek kurulan
kooperatifimizde ortaklarımız bir nebze de olsa ekonomik özgürlüğünü
sağlamış olup çocuklarının ve kendi ihtiyaçlarının şimdilik bir kısmını
giderebilmektedir.

Tüm diğer kooperatifler gibi bizler de
pazar konusunda sıkıntı çekiyoruz. Bir de kooperatiflerin vergi
konusunda sıkıntıları var. Bunun için gerekli yerlere kooperatiflerce

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 44

ortak girişimde bulunuldu.

Kooperatif ortaklarının Sarı Konak’ta birlikte üretim yapmaları, omuz omuza
çalışmanın mutluluğu, eğitimler alarak kültürlerinin bilgilerinin geliştirilmesi,
dezavantajlı gruplara yardımda bulunulması, onların motivasyonlarını
artırmak için doğum günleri vb. organizasyonlar düzenlenmesi bizlere huzur
ve mutluluk vermektedir.

Kastamonu siyez buğdayının anavatanıdır. Bizler de yöresel ürünlerin
yanında genetiği değişmemiş buğday olan siyezin eriştesini, tarhanasını tamamıyla doğal ürünlerden
yapılan siyezli kurabiyesini, siyez galetasını, siyez yaprak ve siyez kurusunu ayrıca siyez ekmeğini
yapıyoruz.

Coğrafi işareti alınan taşbaskıdan da değişik çalışmalar (yelek, ceket çanta
şapka vb.) ortaklarımızca yapılıyor. Hanımların yaptığı tırnak bağı ile bu
çalışmalarımızı şekillendiriyoruz.

Yurtiçi ve yurtdışından gelen misafirleri konağımızda ağırlamak ve üretilen
ürünlerin görülmesini isteriz. Bunun için de herkesi Kastamonu ‘ya ve Sarı Konak Kadın Girişimi Üretim
ve İşletme Kooperatifimize bekleriz.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 45

ÇİĞDEM MAHALLESİ MUHTARLIK
ÇALIŞMA RAPORU

42.raporumuzda mahallemizde yapılan ve yapılması devam etmekte olan
çalışmalar ile yaptığımız görüşmeler hakkında bilgilerimizi paylaşıyoruz.

1. Düzenli olarak yapılan kaymakamlık toplantısına katılıp mahallemizin
sorunlarını tekrar dile getirdik.

a. Mahallemizde görev yapan bekçilerin mahalleli tarafından daha görünür olmasının mahallede
yaşayan komşularımızın kendilerini daha güvende hissetmelerinde yardımcı olacağını söyleyerek
konunun çözülmesini istedik.

b. Şirindere’den kaynaklanan sorunları tekrar gündeme getirdik.

2. Mahallemizin muhtelif yerlerinde yanmayan sokak lambaları, Enerjisa ile yaptığımız görüşmeler
sonucunda tamir edildi.

3. Meral-Yaman Okay parkında bulunan aydınlatma lambalarının arızaları Çankaya Belediyesi ekipleri
tarafından giderildi.

4. Büyükşehir Belediyesi Kent Estetiği Dairesi tarafından mahallemizde bulunan kaldırımdaki kurumuş
ağaçlar kesilerek alındı. İleri bir zamanda boş olan bu yerlere yeni ağaç diktirmek için girişimde
bulunacağız.

5. Büyükşehir Belediyesin CHP Meclis Üyelerinden Sercan Çığın’a; ben, Çiğdemim Derneği Başkanı
Fatih Fethi Aksoy ve M.Sinan Kayalıgil mahallemiz sorunlarını aktardık. Özellikle Şirindere konusunun
daha hızlı çözülmesi konusunda ve mahallemizin Karakusunlar Camisi karşısındaki alanda yapılan imar
değişikliği konusunda görüştük. AKP grubundan da randevu istedik ama henüz cevap alamadık randevu
verilirse Şirindere’nin durumunun aciliyetini bir kez de onlara anlatacağız.

6. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Kemal Çokakoğlu’nu Çiğdemim Derneği
Başkanı Fatih Fethi Aksoy ile birlikte ziyare ettik. Şirindere sorunu, Konya Yolu Mahalle girişindeki
kavşak sorunu ve sokak hayvanları konusunda neler yapılabileceği konusunda görüştük.

a) Şirindere sorununun çözümü konusunda ciddi bir irade olduğunu yeni adımlar atacaklarını, henüz
üzerinde çalıştıkları için ayrıntıya giremeyeceklerini ama sorunun büyük oranda çözüleceğine
inandıklarını söylediler.

b) Taurus kavşağı konusunda trafik dairesinden bir görevliye bu sorunun çözümü konusunda neler
yapılabileceğinin araştırılması talimatı verdi.

7. Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Dairesi Başkanı Hüseyin Çankaya ile yaptığımız
görüşmelerde de Şirindere konusunda yaptıklarını bizimle paylaştılar. Şu ana kadar bölgede özellikle
1586.sokak üzerinde 11 adet gecekondu yıkılmıştır.

8. Büyükşehir Zabıta Daire Başkanı Mustafa Koç ile ben, Çiğdemim Derneği Başkanı Fatih Fethi Aksoy
ve komşumuz Münir Doruk Şirindere’de oluşan kirliliğin ortadan kaldırılması ve Kızılay dolmuş hattında
komşularımızdan gelen şikayetleri ilettik. İlgileneceğini söyledi.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 46

9. Büyükşehir Belediyesi Kent Konseyi Çevre ve Sıfır Atık Çalışma Grubunun çalışmalarına muhtarlar ve
mahallemiz adına katkı vermek için katıldık.

10. Mahallemiz sorunlarının çözümü konusunda katkı veren Büyükşehir Belediyesi, Çankaya Belediyesi
ve Enerjisa’ya teşekkür ederiz.

11. Demokratik Kentsel Yönetişimde Güçlenen Sivil Toplum ve etkin iş birlikleri toplantısına ve OKUYAY
Platformunun Ankara Pilot Proje Bölge Toplantısına Çiğdemim Derneği Başkanı Fatih Fethi Aksoy ile
birlikte katıldık.

Şubat ayında doğan komşularımızın doğum günlerini kutlar, sevdikleri ile birlikte sağlıklı ve mutlu bir
yaşam dileriz.

Çiğdem Mahallesi Muhtarı
Hasan Hüseyin Aslan

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 47

FİKRİ MÜLKİYET DAVASIZ KLASİK OL(A)MAZ: CASABLANCA

(Yazarın https://iprgezgini.org bağlantısındaki kişisel sitesinden kısaltılarak alınmıştır)

Önder Erol Ünsal – IPR Gezgini web sitesi yöneticisi

1942 yapımı "Casablanca" filmi Michael Curtiz tarafından yönetilmiştir. Başrol oyuncuları Humphrey
Bogart (Rick Blaine), Ingrid Bergman (Ilsa Lund Laszlo), Paul Henreid (Victor Laszlo)'dir. Casablanca
unutulmaz bir aşk ve dram filmi olarak klasikler arasında yerini almıştır ve geçen onca yıla rağmen halen
hatırlanmaktadır. Unutmamak gerekli, filmin şarkıları da unutulmaz arasındadır ve filmin en bilinen
şarkısı "As Time Goes By", Rick'in "Play it again, Sam" repliğiyle de hafızalara kazınmıştır.

Filmin en unutulmaz anıysa, birçoğunuzun bildiği Rick ile Ilsa'nın vedası, yani "We'll always have
Paris" sahnesidir.

Bir dünya klasiğinin hiçbir fikri mülkiyet ihtilafına konu olmaması elbette düşünülemez. O zaman
anlatalım...

1941 yılında Murray Burnett ve Joan Allison, "Everybody Comes to Rick's (Herkes Nick'in Yerine
Gelir)" isimli bir oyun yazarlar. Oyun sahneye dahi koyulmadan, oyunun tüm hakları Warner Brothers
şirketine 20.000 Dolar karşılığında satılır.

Yazarlar ve Warner Brothers arasında yapılan anlaşmada, yazarların esere ait her tür ve özellikteki şu
anda var olan ve gelecekte ortaya çıkacak haklarını Warner'a verdikleri, devrettikleri, sattıkları, transfer
ettikleri belirtilmektedir. Buna ilaveten, alıcının eserin adaptasyonlarını edebiyat, drama, sinema, radyo
gibi birçok alanda yapabileceği de sözleşmede yer almaktadır.

Warner Brothers, 1942 yılında oyunu Casablanca filmine dönüştürür ve film olağanüstü başarı
kazanmakla kalmaz, klasik ve kült bir film haline dönüşür.

Warner, 1955-56 yıllarında on bölümlük bir Casablanca dizisi çeker. Bu diziye karşı oyunun yazarları
herhangi bir yasal girişimde bulunmazlar.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 48

1983 yılında ise Warner beş bölümlük yeni bir Casablanca dizisi yapar. Dizinin ilk bölümünün
yayınlanmasından yaklaşık 2.5 ay sonra oyunun yazarları, dizideki karakterlerin haklarının kendilerine ait

olması ve bu karakterlerin dizide kullanımının hukuka aykırı olması
nedenleriyle dava açar.

Yazarların ana iddiaları; Warner Brothers'ın 1942 yılındaki sözleşmeyi ihlal
etmesi, davalının aslında eserin sahiplerine (yazarlara) ait olan hakları
kötüye kullanması, davalının yetkisiz kullanım nedeniyle haksız biçimde
zenginleşmesi, davalının davacılarla haksız biçimde rekabet etmesi,
davalının aslında davacılara ait olan hakların gerçek sahibiymiş gibi
davranması, davacılara hak ettiklerinin ödenmemesi, davalının yeni
dizisinin kötü kalitesi nedeniyle davacıların haklarının değerinin düşmesi
olarak özetlenebilir.

Temyiz Mahkemesi'nin kararı davacıların aleyhinedir. Mahkeme,
davacıların 1942 yılında yaptıkları sözleşmeyle, orijinal eserden türetilmiş
eserler dahil olmak üzere esere ilişkin haklarından vazgeçmiş olmaları
nedeniyle davayı reddeder.

Sadece 20.000 Dolar karşılığında Casablanca filminin kaynağı olan oyunlarına ilişkin tüm haklarından
vazgeçmiş yazarlar, elbette hiç sahnelenmemiş oyunlarından türetilecek filmin bir dünya klasiği haline
geleceğini o anda bilemezlerdi. Ne diyelim, kasa her zaman kazanır!

AHMET HAŞİM; BİZE GÖRE VE BİR SEYAHATİN NOTLARI

Turhan DEMİRBAŞ – Başak Sitesi

Türkiye İş Bankası Kültür yayınları çok doğru bir iş yaparak Türk Edebiyatı
Klasikleri Dizisi’ni tekrar günümüz Türkçesiyle yayınlamaya başlamıştır.
Böylece Türk okuru adlarını belki de ilk defa duydukları yazarlarımızı okuma
fırsatını buldular. Fatma Aliye, Mizancı Murat, Safveti Ziya ve Filibeli Ahmet
Hilmi bu isimlerden başlıcalarıdır. Hasan Ali Yücel zamanında dilimize
çevrilen ve yenilenen kitapların, günümüz Türkçesiyle tekrar düzenlenmiş
olması ile çok iyi bir adım atılmıştır.

Ahmet Haşim’in “Bize Göre”isimli kitabı, 1928 yılında İkdam gazetesindeki günlük yazılarından alınmıştır.
Kitabın 45. ve 46. sayfalarında “Kutup Faciası” yazısında bu olayı şöyle yazmıştır.

Umberto Nobile; İtalyan Havacı, Mühendis ve Profesör 1885- 1978 Norge ve İtalia adlı iki uçak
tasarlamış ve üretmiştir. 1926 yılında Norge adlı uçakla kuzey kutbuna uçuş yapmış. 1928 yılında Kuzey
kutbuna yaptığı yolculukta kaybolmuş ve İtalia uçağıyla yere çakılmış, buz dağına sıkışmış, daha sonra
kurtarılmıştır. Sovyetler Birliğinde ve ABD’de bulunmuş 1944 yılında yurduna dönmüştür.

Kütüphane No; 11390

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 49

ANKARA'DA MÜTHİŞ BİR "GANGSTER"
Pınar Aydın O’Dwyer – Çamlık Sitesi

Şimdi Newyork’ta olmak vardı. Şehrin kalabalık
sokaklarında dolaşmak, bol bol müze, biraz alışveriş, güzel
bir yemek, ardından da Broadway’de harika bir müzikal

seyretmek ne iyi gelirdi. Aslında bunları şimdilerde canım
Ankara’mızda da yapmak mümkün. Özellikle de

sonuncusunu, yani harika bir müzikal seyretmeyi…

Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) Gangster adlı 2

perdelik müzikali sahnelemeye başladı; 11 Ocak 2020’de eserin dünyada ilk sahnelenişi gerçekleştirildi.
1930’larda Orta-Batı Amerika’yı kasıp kavurmuş, hakkında sayısız sinema filmi de çevrilmiş bir gangster
olan John Dillinger’ın (1903-1934) yaşamından kesitler içeren eser bir banka soygunu ile başlıyor.
Dillinger ve çetesi önce yakayı ele vermeden kaçmayı başarıyor ama bir süre sonra Dillinger yakalanıp

hapse atılıyor, ardından da oradan
kaçıyor. Arada uzatmalı sevgilisi Rita ve
revü dansçısı arkadaşları konuya giriyor.
Bu arada Dillinger başka bir kadına,
Kate’e âşık olunca Rita onu polise ihbar
ediyor. Sonuçta tüm çete sokak
çatışmasında polis kurşunlarıyla
öldürülüyor.

Nilgün Bilsel Demireller’in librettosunu

hazırlayıp, sahneye koyup,

koreografisini yaptığı eser dans ağırlıklı, şan, tiyatro ve caz orkestrası ile 90 dakikalık dört başı mamur

bir Brodway müzikali niteliğinde. Bilsel Demireller

koreografisinde caz, bing bang, tap, rock’n roll, çarliston,

twist, step, tango ve kabare türü dans adımlarını

kullanmış. Çeşitli tanıdık caz parçalarından ve hafif

müziklerden oluşan insanı oturduğu yerde kıpırdatan,

ayağıyla gizli gizli ritim tutturan müzik seçkisini (Hit The

Road Jack, Singing in the Rain, All That Jazz, There

Was a Girl ve diğerleri) Bilgehan Erten düzenlemiş.
Minimalist ama efektif dekor tasarımını Çağda Çitkaya,

döneme uygun ve estetik kostüm tasarımını Gazal
Erten ve konunun anlatımına doğrudan katkısı olan ışık

tasarımını Tahsin Çetin yapmış.

Eserde başrol Modern Dans Topluluğu’nun (MDT). 1992 yılında ADOB bünyesinde kurulmuş olan MDT
çağın gereği modern dans türlerini seyircilerle
buluşturuyor. Her yıl repertuvarına yeni eserler ekleyip
yurtiçi ve dışında temsiller vermenin yanı sıra çeşitli
etkinlikler ve söyleşilerle de gençlerle buluşup dans
sanatının yaygınlaşmasına ön ayak oluyor. Bilsel
Demireller’in şimdiki sahnelemesinde ise dans, şan ve
tiyatro ile buluşarak yepyeni ve kapsamlı bir açılımla

sunuluyor.

ÇİĞDEMİN SESİ ŞUBAT – 2020 WW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 50


Click to View FlipBook Version