The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by nevzat-celebi, 2021-06-17 14:03:36

MPAL BAKIŞ.pdf-Y

MPAL BAKIŞ.pdf-Y

MPAL 2021

Mehmet Pısak Anadolu Lisesi Eğitim, Bilim ve Sanat Dergisi YOLUMUZ SİZSİNİZ/HAYAL KUR, MERAK ET, MOTİVE OL/BİLİŞSEL ÇARPITLAR/KAPILAR/MADDENİN 5. HALİ BOSE EİNSTEİN
YOĞUŞMASI/İNSAN/CÖMERT UYKU/GRAF TEORİSİ/SAMAN ARABASI/MEÇHUL KARANLIK/NEDİR BU MATEMATİK KORKUSU/ANNESİNİ
KAYBEDEN TÜM KIZLARA/ŞEMA TERAPİ NEDİR/POPÜLER KÜLTÜR VE BAĞIMLILIK/MEDUSA'NIN LANETİ/ÜÇ BOYUTLU YAZICILAR/SEVGİLİ
ATAM-FARKINA VARMAK/FİKİRLERİ KADAR ÖLÜMLERİDE İLGİNÇ OLAN FİLOZOFLAR/CUMHURİYET İLE BÜYÜMEK/KİM OLDUĞUNUZ
ÜZERİNE/ENDEMİK/GÜVEN İNANMAKTIR/İŞTE RODOS, HAYDİ ATLA/YARDIMSEVERLİK/ŞİİRLER/FEMİNİST YAZAR VİRGİNİA WOOLF/PANDEMİ
SÜRECİ VE GENÇLER/TÜRKİYE'NİN F35 MESELESİ VE ALTERNATİFLER/SPOR SAYFASI/SOSYAL MEDYA/ZEKA OYUNLARI/DÜŞÜNME
KULESİ/GÖRSEL SANAT ÇALIŞMALARI/OKULUMUZUN BAŞARILARI/UZAKTAN YAKINDAN

ŞİİR-ÖYKÜ-DENEME-MAKALE

SPOR-KÜLTÜR-SANAT-EĞİTİM

ARAŞTIRMA-İNCELEME-ÖNERİ-TANITIM



Yolum Sensin



İÇİNDEKİLER

YOLUMUZ SİZSİNİZ...........................................................................6

HAYAL KUR, MERAK ET, MOTİVE OL...............................................7

BİLİŞSEL ÇARPITLAR......................................................................9

MEHMET PISAK ANADOLU LİSESİ KAPILAR ..............................................................................11

ADINA İMTİYAZ SAHİBİ MADDENİN 5. HALİ BOSE EİNSTEİN YOĞUŞMASI...........................13
EMİNE DENKDEMİR/OKUL MÜDÜRÜ
İNSAN..............................................................................................14
EDİTÖR/HAZIRLAYAN
NEVZAT ÇELEBİ CÖMERT UYKU................................................................................15

YAYIN KURULU GRAF TEORİSİ.................................................................................17

SAMAN ARABASI............................................................................19

MEÇHUL KARANLIK...................................................................... 21

SEDA POLAT NEDİR BU MATEMATİK KORKUSU................................................ 22

GÜLBEYAZ ASLAN ÇELEBİ ANNESİNİ KAYBEDEN TÜM KIZLARA............................................23

NİLAY TURŞUCU ŞEMA TERAPİ NEDİR?....................................................................25

ŞENOL DİKME POPÜLER KÜLTÜR VE BAĞIMLILIK................................................27

DÜZELTİ: ŞENOL DİKME MEDUSA'NIN LANETİ......................................................................28

DERGİ TASARIM ÜÇ BOYUTLU YAZICILAR............................................................ ..29
SEVGİLİ ATAM-FARKINA VARMAK.................................................31

CEM ASLAN [ 0543 261 40 54 ] FİKİRLERİ KADAR ÖLÜMLERİ DE İLGİNÇ OLAN FİLOZOFLAR.......33

KATKIDA BULUNANLAR CUMHURİYET İLE BÜYÜMEK..........................................................35
KİM OLDUĞUNUZ ÜZERİNE.............................................................36
EMİNE DENKDEMİR, NEVZAT ÇELEBİ, ESMA GÖKKAYA, ENDEMİK...................................................................................... ...37
SEDA POLAT, RÜZGAR EMRE PİRES, YAĞMUR YAY, ELİF GÜVEN İNANMAKTIR.................................................................. ...39
DURU AYDIN, NEŞE ÇANAKÇI, M. AYKUT KEKEÇ, SÜHA İŞTE RODOS, HAYDİ ATLA.............................................................40
ESGİN, GÜLSÜM AKÇA, DİLEK ÖZAD, ŞÜKRÜ KAYĞISIZ, YARDIMSEVERLİK...................................................................... ....41
İSMAİL GÜLTEKİN, BÜŞRA BATTAL, TUĞBA ATAŞ, ARDA ŞİİRLER..........................................................................................45
AKBAŞ, ZEYNEP NİSA KILIÇ, ELİF REİSOĞLU, ERTUĞRUL YAZAR VİRGİNİA WOOLF...............................................................47
PANDEMİ SÜRECİ VE GENÇLER....................................................48
SERENLİ, SUDE ADATEPE, SILA KÜLTÜR, DUYGU TÜRKİYE'NİN F35 MESELESİ VE ALTERNATİFLER.......................49
BAĞİNK, ŞEVVAL BİLEN, ZEYNEP İREM DENİZ, TALHA SPOR SAYFASI................................................................................51
ÖZKAYNAK, ŞULE AKGÜN, EKİN UTKU YETER, SUDE NUR SOSYAL MEDYA.............................................................................53
GÜNEY, YAĞMUR ÖZÇELİK, YİĞİT GELİBOLU, BURCU ZEKA OYUNLARI............................................................................55
GÜLTEKİN, NEŞE KAP, BİLGİSAYAR BİLİMİ ÖĞRENCİLERİ, DÜŞÜNME KULESİ..........................................................................57
GÖRSEL SANAT ÇALIŞMALARI......................................................59
GÜLAY NALDÖGEN

İLETİŞİM

MEHMET PISAK ANADOLU LİSESİ PAŞA
MAH. POYRAZ 1 SOKAK NO:29 ŞİŞLİ /

İST.
TEL: 0212 225 98 33-0505 398 64 85

FAKS: 0212 225 98 23
www.sislimpal.meb.k12.tr
[email protected]

* Tüm yayın hakları Mehmet Pısak OKULUMUZUN BAŞARILARI...........................................................65
Anadolu Lisesi Müdürlüğüne ve YAKINDAN UZAĞA/UZAKTAN YAKINA .......................................67
yazarlara ait olup yazılar izinsiz
yayımlanamaz.

MEHMET PISAK ANADOLU LİSESİ
EĞİTİM, BİLİM ve SANAT DERGİSİ

Yıl: 2021

EĞİTİM ÖĞRETİM ANLAYIŞIMIZ

VİZYONUMUZ

Eğitim sistemimizin ilke ve hedefleriyle örtüşen çağdaş, evrensel, laik ve bilimsel eğitim
sunmak, bu eğitimin sürekliliğini ve gelişimini destekleyerek; kurumumuzun etkinliğini,
verimini, güvenilirliğini, saygınlığını artırmak. Öğrencilerimizin insanlar ve kültürler arasında
köprüler kurmalarına, merak duygularını öne çıkarmalarına olanak sağlayan yenilikçi bir okul
olmak.

MİSYONUMUZ

Mehmet Pısak Anadolu Lisesi araştırmaya ve sorgulamaya dayalı çağdaş yöntemlerle eğitim
verir. Düşünen, sorgulayan, ilkeli, planlı ve disiplinli bireyler yetiştirir. Öğrencilerimizin bilimsel,
sosyal, kültürel ve sportif çalışmalarını destekleyerek üst öğrenim kurumlarının ihtiyaçlarını
karşılayabilecek yeterlilikte bireyler yetiştirmek için çalışır.

26 Nisan 2007'de PAK Holding ile İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü
arasında yapılan protokol kapsamında okulumuzun yapılmasına karar
verilmiştir. Okulumuz ismini, yapılmasında büyük katkıları olan Pısak
ailesinin merhum babaları Mehmet Pısak'tan almıştır. 12 Kasım 2007
tarihinde eğitime başlamıştır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında
anadolu lisesi olmuştur. 21 sınıfta tam gün eğitim vermektedir.
Okulumuz OBP (6.7.8. sınıf ortalaması) ile öğrenci almaktadır.

YOLUMUZ
SİZSİNİZ...

Emine DENKDEMİR “Bir gün okuduğunuz bir kitap, bir dergi, bir
Okul Müdürü gazete veya bir makale bütün hayatınızı
değiştirebilir.”

Okumanın ve okuduklarımızı yeniden anlamlandırmanın önemi giderek artıyor. Çağdaş toplumlar
yaptıkları kültürel atılımlar sayesinde ölümsüz sanat eserleri inşa ederek geleceğe kalıcı izler
bırakabiliyor. Kültürlü, bilgili, birbirine saygı duyan, sevgi ve muhabbet besleyen bir nesil ortaya
çıkarmak için verdiğimiz emek dergimiz aracılığıyla ete kemiğe bürünmüş oluyor. Kültür, ekin
demek ve ektiğimiz tohumların kalitesi okumaya, kitaplara, düşünceye verdiğimiz değerle
ölçülebilir. Dergiler okuma sevgisi aşılamanın, özgün metinlerle derinleşmemizin bir imkânıdır. Bu
imkândan yeterince istifade edebilmemiz için okumaya, öğrenmeye, yazmaya, kendimizi ifade
etmeye ayırdığımız zamanları çoğaltmamız gerekiyor.

Günümüzde kitle iletişim araçları kendisinden beklenen olumlu etkiyi tam olarak gösterememekte,
gençlerimizi tembelliğe ve faydasız eğlencelere sevk edebilmektedir. Toplum olarak okuma
alışkanlığımız istenen düzeyde değil, faydalı ve kaliteli eserlere ulaşabilmemiz her geçen
gün zorlaşıyor ve dergimiz vesilesiyle gözden kaçırdığımız kimi güzellikleri fark etme şansını
yakalayabiliyoruz. Amacımız öğrencilerimize çağın gerçeklerini, tarihi ve kültürel zenginliklerimizi,
unutulmaya yüz tutan değerlerimizi tekrar hatırlatmak ve onları kendine güvenen, yaratıcı
çözümler üretebilen, düşünceleriyle önümüze yeni ufuklar açabilen bireyler olarak toplumsal
yaşama kazandırabilmektir. Öğrencilerimizin akademik başarılarını arttırmanın yanında temel
insani yönlerini geliştirmesini arzu ediyoruz.

Aydınlık bir geleceğe bilgilerimizi paylaşarak, çoğaltarak, yeteneklerimizi geliştirerek ulaşabiliriz.
Yaşadığımız dünyada olup biten olayları doğru yorumlayabilmek için okumaya, dergilere ve
kitaplara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Her alandaki gelişmeleri yakından takip eden,
yeteneklerinin farkında olan, diğer canlılara ve insanlara duyarlı öğrenciler yetiştirmek istiyoruz.
O halde kültüre, sanata, yazıya, edebiyata ve düşünceye sahip çıkalım. Dergimiz bu amaç yolunda
fedakâr çabalarla sizlere ulaşmıştır. Bu başarıların artarak devam etmesi pozitif bir okul ikliminin,
özgün bir kurum kültürünün oluşturulmasıyla mümkündür. Dergimizin bu iklimin oluşturulmasına
önemli katkılar sağladığı bir gerçektir.

Okulumuzu güzelleştirmek, akademik başarımızı artırmak, öğrencilerimizin duygusal ve zihinsel
yönden gelişmesine katkıda bulunmak noktasında dergimiz üzerine düşeni yapmıştır. Bunu bir
geleneğe dönüştürmek ise öğretmen ve öğrencilerimizin görevidir. MPAL Bakış’ın ilk sayısının
yayına hazırlanmasının tüm aşamalarına emek veren Müdür Yardımcımız Nevzat Çelebi’ye,
çalışmalara destek olan tüm öğretmenlerimize ve katkıda bulunan bütün öğrencilerimize teşekkür
ediyor, yapılan çalışmaların daha da zenginleşerek iyi noktalara taşınmasını temenni ediyorum.
Dergimiz okulumuzda yaşanan güzellikleri ve başarıları paylaşma/ geliştirme noktasında üzerine
düşeni yapıyor. MPAL Bakış’ın öğrencilerimizin yazı becerileri konusunda belirli aşamalar kat
etmesini sağlaması, kendini ifade etme ve iletişim kurma becerilerine katkı yapması dileğiyle
hepimize iyi okumalar…

HAYAL KUR, MERA

Birçok bilim insanı eğitim alanında hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağından ve 21. yüzyıl becerilerinden bahsetmektedir. Peki
bu yeterlilikler ve beceriler nelerdir? Nasıl tanımlanmaktadır? Biz
eğitimcileri ne kadar ilgilendirmektedir? Bu süreçte bizler ne yapabiliriz?

Nevzat Çelebi - Müdür Yardımcısı Toni Wagner, artık klasikleşen Global Achievement Gap adlı çalışmasında,
“Başarılı olabilmek için yedi temel beceriye sahip olunması gerekir.”
diyor. Artık pek çok eğitim sisteminin benimsediği yedi evrensel beceri
şunlardan oluşuyor: Eleştirel düşünme, iş birliği, zihinsel çeviklik ve
esneklik, inisiyatif alma, sözlü ve yazılı iletişim, veri analizi ve tahayyül!
Bu temel becerileri kısaca açıklamakta fayda var.

Eleştirel Düşünme ve Problem Çözme Becerisi: Eleştirmeden, itiraz etmeden yeni bir ürün, hizmet ya da fikir ortaya
koymak çok zor. Var olanı, olduğu gibi kabul eden birinden, her şeye evet diyen birinden ne mucit olur ne de kâşif.

Hayatın Farklı Katmanları Arasında İş Birliği Kurma Becerisi: Hayatımız her gün biraz daha karmaşıklaşıyor. Göçlerle,
global ısınma gibi doğal afetlerle ve tabii ki sosyal paylaşım ağları gibi global bağlarla hayatımız her zamankinden daha
fazla birbirine eklemlenmiş durumda. O nedenle farklı katmanlar arasında iş birliğini arttırmak her zamankinden daha
hayati bir ihtiyaç. Önümüzdeki dönemde farklı kültürlerden ve hayatın farklı alanlarından gelen bireyler arasındaki iş
birliğini arttıracak kişilere ihtiyacımız olacak. Bu nedenle çocuklarımıza iş birliği becerisini kazandırmak gerekiyor.
Günümüz dünyasında uzmanlık demek artık sadece bir alana hapsolmak anlamına gelmemekte. Çok yönlü ve eleştirel
bir bakış açısına sahip olmak eğitimin ve bilimin gelişimine katkı sağlayan ana olgulardan biri haline gelmiştir. Çok
yönlü olmak, kişinin bir alanda yoğunlaşmasının önünde engel olarak görülmemelidir. Aksine bir alanda uzmanlaşmanın
temel koşullarından biri disiplinler arası çalışma alışkanlığa sahip olmaktır.

Zihinsel Çeviklik ve Esneklik: Teknolojinin bu kadar hızla değiştiği bir çağda, yeni yaşam biçimlerine hızlı ve uyumlu bir
şekilde müdahil olmak ayrı bir beceri. Bu beceriye zihinsel esneklik ya da Wagner’ın deyimiyle çeviklik deniyor. Tek
bir fikre sonuna kadar bağlananların, fikir değiştirmeyi aklının ucuna getirmeyenlerin, değişime direnen insanların
çocuklara kazandıracağı bir şey olmadığı da aşikâr.

İnisiyatif Alma ve Girişimcilik: Mevlâna, bu beceriyi en güzel şekilde anlatmıştır. “Dünle beraber gitti, cancağızım, ne
kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Yeni şeyler söyleyebilmek için yeniliklere açık olmak, bunun
için de inisiyatif almak, adım atmak gerek. Çünkü çocuklar erken yaşta bu beceriyi almayınca sonrasında ne inovasyon
(yenilik) yapacak cesarete sahip olabiliyorlar ne de yeni bir girişimi hayata geçirecek özgüvene ulaşabiliyorlar.

Sözlü ve Yazılı İletişim: Bu çağda başarılı olmak için çocuklarımıza kendilerini ifade etmeyi ve okuduklarını anlamayı
öğretmemiz gerek. Bu konuda elimizdeki veriler maalesef durumun iyi olmadığını gösteriyor. Ana dilini hakkıyla
kullanamayan bireylerden oluşan bir sistemde insanların ne birbirini anlamasını ne de iş birliğinde içinde çalışmasını
bekleyebiliriz. Tek yönlü iletişim yerine, çok yönlü iletişimin tercih edildiği yani kullanıcıların içerik geliştirebildiği, iş
birliği yapabildiği, kullanıcılar arasında bilgi ve fikir alışverişini destekleyen platformlara ihtiyacımız bulunmaktadır.

Bilgiye Ulaşma ve İşleme Becerisi: Her zamankinden daha çok bilgi var artık hayatımızda. O yüzden bilgiyi akılda
tutmanın, ezberi sınavlarla yüceltmenin hiçbir karşılığı yok çünkü artık o işi internet de yapıyor. Okulu içerik aktarma
mekanizması olarak gören yaklaşımın miadı doldu. Bu çağda ihtiyaç duyulan beceri ve bilgiye hızlı bir şekilde ulaşmak
ve daha da önemlisi pek çok farklı kaynaktan elde edilen bilgiyi etkili bir şekilde analiz etmek gerekiyor. Bilgi
hamallığına değil, bilgiyi işleme ustalığına ihtiyacımız var.

Meraklanma ve Hayal Kurma Becerisi: Hayal kurmakla başlıyor her ilerleme. Merak etmeyenlerin, hayal kurmayanların
bu yeni sistemde bir değer ortaya koymaları mümkün değil. O nedenle çocuklarımıza soru sormaları, tutkularının
peşinden gitmeleri, merak ettiklerinin üzerine ısrarla gitmeleri için yeni bir dünya, yeni bir yol sunmalıyız.

AK ET, MOTİVE OL...

Peki bu süreçte biz eğitimcilere düşen temel sorumluluklar nelerdir?

Ortaokul son sınıf öğrencileri arasında yapılan PISA ve OECD araştırmasına göre ülkemizde her üç öğrenciden
ikisi okuduğunu anlamada ciddi sıkıntı yaşarken yetişkinlerde ise bu oran maalesef %1 civarında. Artık iyi eğitimci;
farklı öğrencilerinin nasıl düşüneceğini, nerede hata yapabileceğini ve ne hissedeceğini öngörebilen ve öğrencisine
özel yöntem geliştirebilen kişi olarak tanımlanmaktadır. Klasik anlamda sınıfa girip dersini anlatıp çıkan eğitimci
tipolojisinin yerini rehberlik eden, motive eden, öğrencilerinin hayallerini, tutkularını, meraklarını besleyen ve bunları
büyütüp üretime, bilgiye ve bilime eriştiren kişi almaktadır. Bu durum, eğitim yöneticileri için de geçerlidir. Öğretmen
ve eğitim yöneticisi, klasik tavırlarıyla yaratıcılığın üstünü örten değil yaratıcılığı körükleyen kişidir. Eğitimci, fikirleri
besleyen ve büyütendir. Eğitimci, bir çocuğun mizacını iyi tanıyandır çünkü öğrenciyi tanımadan onu yetiştirmek
mümkün değildir. Öğrenciyle güvene dayalı diyalog içinde olan, onun farklı yeteneklerini üretime dönüştüren kişidir
eğitimci.

Klasik eğitim ve klasik öğretmen Dorothea Brande’nin deyimiyle “Bir çocuğun aklını doldurulması gereken bir sandık
gibi görür.” Oysaki yeni eğitimci “çocuğun aklını canlandırılması gereken bir ateş olarak” görmelidir. İyi bir eğitimcinin
rolü bir çocuğa yeni pencereler açmaktır. Klasik eğitimci, becerilerin doğuştan olduğuna dair görüşlere sahipken yeni
eğitimci modeli “zihni geliştirilebilir” olarak görmektedir.

Öğretmenlik mesleği 21. yüzyılda büyük bir değişim ve dönüşümün eşiğindedir. Artık ders verme işlevi öğretmenle
bir araya gelmeden de sağlanabiliyor. Okul ve öğretmen, bilgi kaynağı olmaktan çıkıyor. Ancak eğitimci, özellikle
motivasyon, merakı büyütmek ve beslemek noktasında işlevsel bir rol edinmiş olacaktır. Bilgiye, veriye, kaynağa niçin
gidilmesi gerektiği noktasında eğitimci, işlevsel bir konuma sahip olmalıdır.

Değerli meslektaşlarım, klasik çocuk yetiştirme yöntemleri miadını doldurmuş olmakla birlikte bu, geleneği ve birikimi
yok saymak şeklinde algılanmamalıdır. Nitekim, eğitim aynı zamanda kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültürdür. Çocuk
yetiştirme pratiklerimiz de buradan geliyor. Şehirleşme ve bilgi dünyasına erişim olanaklarının artmasıyla birlikte
artık eski geniş ailelerimiz, çekirdek aileye dönüştü. Mahalle kültürü dediğimiz, herkesin birbirine destek olduğu çocuk
yetiştirme pratiği yok olmak üzere. Öte yandan herkesin kendi odasına, kendi telefonuna ya da kendi sosyal medya
hesaplarına kapandığı bir dönemde eğitimcinin işi, birlikte problem çözme ve iş birliği içinde bilim üretme becerisini
önemsemektir. Kültürümüzde buna imece denmektedir.

Tutkularını bulmak için çocukların kendilerini iyi tanımasına aracı olmalıyız. Bunun için de onların seçeneklerini
artırmak ve onlarla diyaloğa dayalı güven ilişkisi kurmak lazım. Hayat ya da eğitim süreci, test çözmekten ibaret
değildir. Çok güzel bir mesleğimiz var, genç insanlar her gün gözlerimizin içine bakıyorlar, açık zihinli, gelişime açık ve
açık yürekli olabilirsek çocuklarımızı daha iyi yerlere taşıyabiliriz.

Zaman hızlı akıyor. Geleceğin belirsizliğinde yaşamayı, ayakta kalmayı, bilim üretmeyi öğrenmemiz lazım. Belirsizliklerin
arttığı gelecek dünyasında değişimlere ayak uydurmaktan ziyade değişime ön ayak olabiliriz. Unutmayalım ki Prof. Dr.
Selçuk Şirin’in ifadesiyle “Bir şey yaparken zamanı ve mekânı unuttuğunuz iş neyse o işi veya o alanı seviyorsunuzdur.”
Sağlıcakla kalın…
Kaynak:

1) Prof. Dr. Mihaly Csikszentmihalyi, Akış, Mutluluk Bilimi, Buzdağı Yayınevi

2) Prof. Dr. Selçuk Şirin, Yetişkin Çocuklar, Doğan Kitap

3) Tony Wagner, Yenilikçiler Yaratmak, Global Achievement Gap -İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları

4) Dorothea Brande, Uyan Yaşa, Drarma Yayınları

BİLİŞSEL ÇARPITMALAR

Öncelikli olarak, şu zamanlarda en çok ihtiyaç duyduğumuz hâl hatır sorma faslından başlamam gerektiğini
düşünüyorum. Aslında genel olarak bu soruların cevabı tek bir iyiyim kelimesiyle yanıtlansa da çoğumuzun gerçek
cevabı o değil. Neden peki?.. Neden anlatmıyor ya da anlatmak istemiyoruz? Buna kendi açımdan cevap verecek
olursam ya anlatacak bir ruh halinde değilizdir ya da belki çevremizdekilerin bizi anlayabilme olasılığına ihtimal

vermiyoruzdur.
Belki içten içe reddediyoruz ama açık bir gerçek olan pandemi ve günümüzdeki salgın, her hâlükârda benliğimizde
derin etkiler bıraktı. Eh, tabii bir elin beş parmağı da aynı olmadığı gibi, şu zamanları kendini geliştirerek
değerlendirenler de vardır fakat bu kitlenin olduğunca küçük bir zümre olduğu fikrindeyim. Bu süreç içinde gerek
ruh halimiz gerekse tavırlarımız olumlu veya olumsuz değişti. Peki, biz yine de bir salgının benliğimizi tamamen
ele geçirmesine izin verecek miyiz? Ya da vermeye devam ediyor muyuz hâlâ? Psikoloji ile ilgili okuduğum bir
makalede şöyle cümleler yer alıyordu; “İngiltere, Kanada ve Mısır’da yapılan bilimsel bir çalışmada, son dönemlerde
insanların %70’inin kaygı seviyesinin yüksek olduğu ve sahte korona vakalarının ortaya çıktığı belirtilmiştir.”
Beynimizin inanılmaz bir güce sahip olduğunu düşünmeyen yok denilecek kadar azdır sanırım. Bu yüzden her
şeyden önce biz kendimizi, beden sağlığımızı korumak için aslında zihnimizle anlaşabilmemiz, ruh sağlığımızı
kendimizin yönetebilmesi gerekmektedir. Bireylerin yaşadığı ve belki hâlâ sürmeye devam eden endişe, kaygı,
belirsizliklerin getirmiş olduğu bıkkınlık hisleri, vücudumuzu daha da kötü etkileme olasılığına sahiptir aslında.
İnternet sitelerinde bu virüs hakkında gördüğümüz yalan yanlış haberler de buna dahil, gerçek olmasına rağmen

bize kötü bir etki bırakacağını bildiğimiz haberler de.
İşte bu noktada konuyu zihnimiz ve düşüncelerimiz devralıyor. Bahsettiğim zihnimizi yönetme kavramıyla alakalı bir

cümle gözüme çarpmıştı okuduğum bir yazıda ve bunu da sizinle paylaşmak isterim;

Esma Gökkaya 9/A

“ hakbbaielnerKalyeötolrtaüiknrtıhuavaryab.arekdrlılare,rriıiyni

“Yoğun şekilde bilişsel çarpıtmaları olan kişiler zihinlerinin doğru olmayan durumlar hakkında
kendilerini ikna ettiğini deneyimlerler ve kişi zihninde tasarladığı kurguya inanır ve öyle

olmadığına bir türlü ikna olmaz.” Tüm mesele bu şekilde ilerliyor en nihayetinde.
Son olarak ise sizinle, evde kalmak zorunda olduğumuz bu günlerde fiziksel ya da ruhsal fark
etmeksizin her açıdan iyi hissetmek için birkaç kaynaktan toplayıp derlediğim faaliyetleri

paylaşmak istiyorum.

• Tükenmişlikten kaçının. Can sıkıntısı ve izolasyon strese neden olur; örneğin, nefes
egzersizleri, farkındalık, meditasyon gibi çalışmalar yapmak stresle başa çıkmanıza yararlı

olacaktır.
• Psikolojik dayanıklılığı ve dolayısıyla da bağışıklık sistemini güçlendirmek için sağlıklı

beslenmeye dikkat etmeniz gerekmektedir.
• Psikolojik dayanıklılığı artırmanın en önemli yollarından biri de sağlıklı ve düzenli bir

uykudur.
• Yapboz, sudoku, okuma-yazma, bulmaca çözme gibi aklınızı aktif tutan hobilere zaman

ayırın.
• Kişi güvende olduğu hissini duyacağı alanlarda olmalıdır ve bu dönemde keyif aldığınız,

size iyi geldiğini düşündüğünüz uğraşlara zaman ayırın.
• Yanlış ve aşırı bilgi yüklemesinden kaçının. Bilgi almak için yetkili ve uzman kaynakları

takip etmeniz daha sağlıklı olacaktır.

KAPILAR

Seda Polat
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Kapı, “Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya
bölme açıklığı” (Akalın vd., 2011: 1306) demektir. “İnsanoğlunun dış dünya ile şahsî
dünyası arasında perde vazifesi gören” (Atmaca) kapı, şiirde daha çok “içerdekinin
dışarıdakini, dışarıdakinin içerdekini beklemesinin imgesi” (Narlı, 2007: 60) olarak
kullanılır. TDK ise “Yapıda, girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar
ya da bölme boşluğu.” der ve ekler: elir, geçim sağlanan yer, işyeri, iş.; devlet dairesi,
Osmanlı döneminde, sadrazam, vezir, eyalet valisi, beylerbeyi gibi devlet büyükleri
yanında hizmet gören kimselere verilen genel ad...

Gündelik dilde kapılar için birçok mecaz yaratılmıştır. Kimilerine ardına kadar
açtığımız, kimilerine tamamen kapattığımız, kimilerine aralık bıraktığımız kapı aslında
hem mecaz hem gerçek anlamıyla hayatımıza yön veren bir kavramdır. Tedirgin
hissettiğimizde kapatır, sürgüsünü çekeriz, kapının arkasına saklanırız ki güvende
olalım. Kalbimizin kapıları vardır, kimisine sorgusuz sualsiz açarız, kimisinden anahtarı
olabildiğine saklarız. Bazı günler tebessümle yüzümüze açılan kapılar, bazı günler
yüzümüze çarpıverir.

Ne zaman eski zamanlardan bahsedecek olsak illaki biri çıkıp “Eskiden kapılarımızı
kilitlemeden yatardık.” der. Eskiye duyulan bir özlemdir kapı. Komşunun çalmadan
girebildiği, açtığında ne olursa görmeyi kabullendiği samimiyetidir. Güvendir,
güvenlidir.

Ne kadar heybetliyse o kadar güvenlidir üstelik. Kocaman tokmaklı, iki kanatlı “taç
kapı” denilen başkapılar, Osmanlı devrinde binaların en önemli kısmıdır. Mimaride
dış cephe çok önemsendiğinden taç kapılar tüm ihtişamı üzerlerinde toplayabilir.
Dikdörtgen bir çerçeve etrafında şekillenen bu kapılar süslemeli bir kemerle çevrelenir.
Yapının inşa tarihine göre de süslemeler farklılık gösterir.

Taç kapı gibi, “çat kapı” da bizim kültürümüzü yansıtan bir kavramdır. “Beklenmedik
bir zamanda kapıyı çalarak.” şeklinde açıklar TDK. Genelde kişiler için, günlük dilde,
sevilenin ansızın gelme durumu olarak kullanılır. Günümüz şartlarına pek uygun
olmayan bu misafirlik türü bizi çocukluğumuza götürür, komşunun “huu,huu!” sesi
kulağımıza gelir. Annelerin her daim evi toplu tutma, “Ya biri gelirse ..” alışkanlığının
müsebbibi çat kapı, günümüzde yerini haftalar öncesi alınan “Müsaitseniz size
geleceğiz.” randevularına bırakmıştır.

Edebi yönüne bakarsak, Divan şiirinde bu kavram daha çok eşiği ile gündeme gelir.
Eşik, içerisi ile dışarısı arasındadır, araftır bir bakıma. Aşık, sevgilinin kapısının
eşiğinde yatar. Ev, insanla özdeşleşen, mahremiyeti ifade eden bir kavramken, eşik
o mahremiyete dahil olabilmenin sınırıdır. Aşık o kapıların eşiğini aşındırır, sevgilinin
eşiğine yüz sürer, onun eşiğini bekler. Kapısında kul olur, köpekleri ile sohbet eder, o
eşikleri gözyaşları ile yıkar. Bu yaklaşımlardan dolayı divan şiirinde kapı yüceltilerek
kozmik veya kutsal mekânlarla aynı mesafede görülür.

“Bir Kul oglı âfetün kûyında kaldı cân u dil
Kapuya çıkmaz görinmez n‟eylesün bî-çâreler“

Sevgilinin kapısı, aşığın ona en çok yaklaşabildiği yerdir. Baki’ye göre, burada ağlayıp
inleme hali elinde olmadan gerçekleşir. Çektiği sıkıntıların büyüklüğünü, sevgilinin
kapısının dönüştürücülüğünü bize böyle aktarır. Aşık Veysel’e göre ise “İki kapılı bir
han” dır. Doğarken bir kapıdan gireriz, yürürüz gündüz gece ve ölürken bir başka
kapıdan çıkarız.

Kapının diğer tarafında kim olduğu da en az kapının kendisi kadar önemlidir. O
kapının ardında Özdemir Asaf’ın dediği gibi:

“Kim o, deme boşuna...
Benim, ben.

Öyle bir ben ki gelen kapına;
Baştan başa sen.”

diyebileceğimiz birinin varlığını hissedebilmek, birinin arkamızda kapı gibi
durduğunu bilmenin verdiği güç,dinlenmek,anlaşılmak,o kapının arkasında huzur
bulabilmek, vakitli vakitsiz bir kapıya dayanabilmek, çalacak bir kapının olması en
insani ihtiyaçlarımızdır. Velhasıl ister mecaz ister gerçek anlamda olsun kapılar ne
tam içerisidir ne de tam dışarısı… Hem bizi içeri alandır hem içeri hapseden… Hem
bizi dışarı atandır hem de özgürleştiren… Hem bir giriştir hem bir çıkış... Hep bir yer
değiştirme halidir kapı... Yani hep bir “eşik” hali...

Bir kapı önündeyim;
Girsem suç,
Gitsem ayaz...

(Şükrü Erbaş)

MADDENİN 5. HÂLİ:
BOSE-EİNSTEİN YOĞUŞMASI (BEY)

Parçacıkları bozonlardan oluşan maddelerin en alt enerji seviyesinde yoğunlaştığı, kuantum
etkilerinin gözlenebildiği maddenin bir hâlidir. Bozonik atomlar için, seyreltilmiş gaz hâlinde lazer
soğutması aracılığıyla mutlak sıfır sıcaklığına doğru inerek (Mutlak sıfır: 0 Kelvin yani -273.15
oC) bu hâle geçiş yani yoğunlaşma sağlanabilir. Atomların klasik gazlardan farklı olarak Maxwell-
Boltzmann istatistiği yerine Bose-Einstein makrosobik ölçekte uyması BEY’in belirleyici özelliğidir.

Yapılan deneylerin karmaşık etkileşimler ortaya çıkarmasına rağmen, maddenin bu hali ilk olarak
Satyendra Nath Bose ve Albert Einstein tarafından 1924-1925 yıllarında genel olarak tahmin edildi. Bose
ilk olarak Einstein`a “ışık kuanta”sının (artık foton olarak adlandırılıyor) kuantum istatistiğiyle ilgili bir
makale yollamıştır. Einstein bundan etkilenir ve makaleyi İngilizce’den Almanca’ya çevirerek “Zeitschrift
für Physik Bose” sunar ve makale yayımlanır. Einstein daha sonra iki farklı makalede Bose’un fikirlerini
madde parçacıkları konusuna genişletir. Bose ve Einstein in çalışmaları sonucunda birbiriyle
eş parçacıkların tam fırıllarının istatistiksel dağılımını tanımlayan (bozon) Bose-Einstein
istatistiği ile yönetilen Bose gazı kavramı ortaya çıkmıştır. Einstein bozonik atomlarının
çok düşük derecelere kadar soğumasının yeni bir madde formu oluşturarak ulaşılabilir en
düşük kuantum durgusuna dönüştüğünü göstermiştir. 1938 yılında Fritz London, BEY’i alfa
parçacığının üstün iletkenlik mekanizmasıyla tasarladı. 1995 yılında, ilk gaz yoğunlaşması
Cornell ve Wieman tarafından Colorado Üniversitesi Laboratuvarı’nda rubidyum atomu
gazlarının 1.7 nanokelvine (nanokelvin = 1 x 10-9 Kelvin) soğutulmasıyla elde edilmiştir. Bu
başarılarıyla Cornell, Wieman ve Ketterle, MIT’de 2001 Nobel Fizik Ödülünü almışlardır.
Kasım 2010’da ilk BEY fotonu gözlemlenmiştir. 2012’de ise BEY foton teorisi geliştirilmiştir.

Rüzgar Emre Pires 12/A

İNSAN

İnsan bir şarkının notalarında süzülendir. Uçsuz bucaksız, nereye
gittiğini bilmeyen ama yoluna devam edendir. Yakan ve yıkandır.
Düşen ve yeniden kalkandır. Gülen ve ağlamasını bilendir. Aynı
şeyi yapan ama farklı sonuç bekleyendir. İnsan budur işte.

Yıkıntıların arasından kocaman binalar yükselten evrende
ruhun gerçek evine duyduğu özlemle yaşayandır. Yeni bir renk
oluşturamayacağını bildiği halde hikmete kavuşmaya çalışandır
insan.

Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. (Muallim Naci) Yani insan
hafızasının eksikliği unutkanlıktır. Beşer yokluktur, o yüzden beşer
yokluğunda kalırsa “insan” olmayı unutur, hatırlayamaz, kendisine
hatırlatılmaz. O insanın bize hissettirdiklerini hatırlayabiliyoruz.
Zaman kavramından bağımsız olarak hayal edebiliyoruz. Belki
de çoktan öğrendiğimiz bir şeyi artık hatırlayamıyoruz.

Hatırlamak üzerine kurulu bir düzenin zayıf noktasıdır unutmak.

Bittiğini sandığımız her şeyi yeniden yaşıyor olabiliriz. Sizin
de başınıza gelmiştir, hatırlayamadığınız bir olayı hislerinizle
hatırlamak. Bütün bunlar Füruğ Ferruhzad’ın kuş ölür, sen uçuşu
hatırla dizelerini aklıma getiriyor, edebiyat dersinde karşıma
çıkmıştı.

Peki bütün o yaşanılan anlar hafızamızdan silinecekse neden
o anı yaşıyoruz? Bu sorunun cevabını öğrendiğimizde yine
unutacağız ve bu böyle bir döngü oluşturacak.

Bir replikle yazımı sonlandırmak istiyorum;
- Zaten ne demiş şair ‘’Hayat hatıradır, unutursan ölürsün.’
+ Ne güzel söylemiş. Kim bu?
- Unuttum.

Yağmur Yay 10/B

CÖMERT

Bir varmış, bir yokmuş insan az, hayvan çokmuş, kanatlısı,
kanatsızı, gagalısı, gagasızı, kısa boylusu, uzun boylusu, kel
kafalısı, saçlısı, uçanı, kaçanı, iki ayaklısı, kırk ayaklı olanı...
Dünyamızda boy boy, çeşit çeşit, renk renk, soy soy, milyonlarca
farklı varlık, farklı yaratık varmış. Ama bunlardan en zenginleri
tabii ki padişahlarmış. Ooo masalımız demek ki bir sarayda
geçiyor! O zaman haydi saraya gidelim.

Bereket Ülkesi, adından da anlaşılacağı gibi çok bereketli bir
ülkeymiş. Gür pınarların olduğu, sık ormanlarla çevrili, asmaların
çeşitli şekillerde dolanarak oluşturduğu motiflere kadar çok
ihtişamlı bir ülkeymiş. Hindistan cevizinden hurmaya, ananastan
fındığa kadar meyve sebze doluymuş ülke. Hatta mamuller o kadar
bolmuş ki halk artık küpe yerine kiraz takmaya başlamış.
Gelgelelim biz bu bereketli ülkenin padişahına...

Padişahımız da ülkeye yakışacağı gibi pek bir zenginmiş. Altın ve
zümrüt işlemeli desenli tacını başından eksik etmez, gece gündüz
takarmış. Ayakkabıları özel yapımmış. Tabi ki o da diğer ülkelerin
kralları gibi sarayına düzenli terziler çağırır, kendisini özel yapım,
nadir kumaşlarla donatmalarına izin verirmiş. Padişahın sarayı da
kendisi gibi çok görkemliymiş. Bulutlara kadar uzanan kuleler,
uçsuz bucaksız çiçekli, çimenli bahçeler, birer su perisini andıran
fıskiyeli su havuzları. Padişah gerçekten bir bulutun üstündeymiş
gibi bir hayat yaşıyormuş. Sabahları sonu görülmeyen bir masada,
ülkenin bir ucundan getirilen bin bir çeşit peynir, zeytin, reçel
çeşitleri, akşamları ise bin türlü et çeşidi olan ziyafet sofraları.
Gerçekten özenilecek bir zenginlikmiş padişahınki. Tabi bu kadar
paraya sahip olup da cimri olmamak elde değil. Padişahımız da
cimriymiş. Günlerden bir gün padişahın defterdarları günlük
olarak yaptıkları kasayı sayma işlemini yaparlarken, altınların
eksildiğini görmüşler. Padişahın bu konuda ne kadar hassas
olduğunu bildiklerinden sessiz kalmayı daha uygun bulmuşlar.
Ancak kasadaki altınlar her geçen gün daha fazla azalıyormuş.

Elif Duru Aydın 9/E

UYKU

Artık el mahkûm durumu padişaha anlatmaya karar vermişler. Haliyle padişah bu işe çok sinirlenmiş,

köpürmüş.

- Hangi hadsiz, padişahın sarayını soymaya cüret eder ki?

Padişah hemen harekete geçilmesini emretmiş. Bu hırsız kimse hemen yakalanıp idam edilsin demiş.
Ayrıca halktan yakalanmasına yardımcı olanlara sarayda iş sahibi olabilmek gibi bir ödül koymuş.
Günler günleri kovalamış ne gelen var ne giden. Hırsızın yakalanamadığı her vakit padişah daha da
sinirleniyor, bulan kişiye para ödülü vereceğini söylüyor, yeter ki bulunmasını istediğini istekle ve net
bir şekilde ifade ediyormuş. Hırsız bulunamıyor, üstüne kasadaki altınlar her gün biraz daha
azalıyormuş. Kasa dairesindeki nöbetçiler iki katına çıkarılmış. Yine hırsızın nefes almadan arandığı
günlerden birinde, saray muhafızlarından biri, halkın arasına karışıp bilgi almaya çıkmış.
Kuyumcunun birisinin kasaba hararetli hararetli bir şeyler anlattığını fark edip dikkat kesilmiş.
Kuyumcu her akşam dükkânı kapatmaya yakın bir saatte bir adamın gelip külçe külçe altın
bozdurduğunu sonra da sokakların karanlığına karışıp gözden kaybolduğunu anlatıyormuş. Muhafız
durumun çok şüpheli olduğunu fark etmiş ve kuyumcuyla konuşmuş. Kuyumcu gelen adamın çok
fakir görünümlü olduğunu, yırtık pırtık ve solmuş kıyafetler giyindiğini ve asla bu altınların ona ait
olamayacağını düşündüğünü söylemiş. Muhafız hırsızın o adam olduğunu düşünüp yanına şövalyeleri
de alarak kuyumcunun dükkânına pusu kurup beklemeye başlamış. Bir süre sonra tam da
kuyumcunun anlattığı gibi bir adam çıkagelmiş ve çuvalla altını bozdurup sokağın karanlığına doğru
hızla uzaklaşmaya başlamış. Muhafızımız ve şövalyeler bu kadar parayı kime, nereye götürecek acaba
diye düşünerek adamı takip etmeye başlamışlar. Daha birkaç sokak gitmeden adamın durduğunu ve
paraları tek tek insanların evlerinin penceresine bıraktığını fark etmişler. Bulundukları yer ülkenin
en fakir insanlarının yaşadığı sokaklarmış. Tabi padişahın cimriliğinden insanlar, ülkenin bolluk ve
bereketinden hiç faydalanamıyor sefil ve aç bir hayat yaşıyorlarmış. Olayın üzerindeki sır perdesi
böylece ortadan kalkıp, paraların kime gittiğini görünce muhafız ve şövalyeler çok duygulanmışlar
ancak görevlerini yerine getirmeye mecbur olduklarından adamı yakalayıp bağlamışlar. Adamın
yüzünü gördüklerindeyse büyük bir şok yaşamışlar... Aman tanrım, bu hırsız padişahtan başkası
değilmiş ki! Ancak ortada bir gariplik varmış ve padişah uyuyormuş, uyurgezer bir padişahları
varmış. Sabah olup da olan biteni padişaha anlattıklarında o da çok şaşırmış uyurgezer olduğuna.
Padişah gece olduğunda, öncelikle kıyafetlerini değiştirip yırtık pırtık eski elbiseler giyiyor, sonra kasa
dairesinden çuvalına doldurduğu altınları kuyumcuda bozdurup, fakir halka dağıtıyormuş. Padişah
gündüz cimri, gece uykusunda cömertmiş. Bu esrarengiz olay muhafızın dikkati sayesinde bu şekilde
çözümlenmiş. Padişah ülkenin en iyi hekimlerini getirtip tedavi olduktan sonra bu kadar cimri
olmaması gerektiğini anlamış.

Gökten üç elma düşmüş, biri cimri padişahın başına, biri işini layıkıyla yapan saray muhafızı ve
şövalyelerinin başına, biri de bu masalı dinleyen siz sevgili okurların başına...

Elif Duru Aydın 9/E

GRAF TEORİSİ
Graf(çizge), düğümler ve bu düğümleri birleştiren kenarlardan oluşan
bir tür ağ yapısıdır. Graf teorisi, günümüzde güncel olarak üzerinde
çalışılan bir alan. Kompleks yapıları basite indirgeyerek düşünmemizi
şekillendiren grafları inceler.
Çizgeler; böbrek takasında(sağlık), öğrenci yerleştirmede(eğitim),
ulaşımda, sosyal medya platformlarında, bilimde, istatistik
oluşturmada ve daha birçok alanda kullanılmaktadır.
Königsberg kentinin, graf fikrinin doğuş noktası olduğu söylenebilir.
Bu kentte iki nehir(Eski ve Yeni Pregel) birleşerek Pregel (Pregolya)
nehrini oluşturuyor. Bu nehirler, şehri dört bölgeye ayırıyor ve bu
bölgeler yapılan köprülerle birbirine bağlanmak isteniyor. 7 köprüyle
bu iş tamamlanıyor. Merak edilen ise şu: Bütün köprülerden yalnızca
bir defa geçerek şehirde bir yürüyüş yapılabilir mi?
Bu soru, İsviçreli matematikçi Euler tarafından 1736’da cevaplandı.
Soru hakkında biraz düşünülmeli, cevap aşağıda bulunuyor ancak
Euler gibi düşünmek veya düşünmeye çalışmak sonucu okumaktan
daha kalıcı bir etki bırakacaktır.

(Şekil 1)

Euler, çözümünde kara parçalarına harfler; köprülere de sayılar atayarak şekli daha basite indirgedi. Kara
parçalarını düğüm, köprüleri kenar, bir düğüme bağlı olan köprü sayısını (kenar sayısı) da o düğümün
derecesi olarak adlandırdı. Soru artık “Herhangi bir düğümden(noktadan) başlayarak ve 7 kenarı da
birer defa kullanarak 4 düğümden geçen yürüyüş yapılabilir mi?” oldu. Başka bir deyişle, bu şekli elimizi
kaldırmadan çizip çizemeyeceğimizdir. Euler’in bu soruya cevabı böyle bir gezinin mümkün olmadığıdır.

(Şekil 2) Çizilen grafta A,C ve D noktalarının dereceleri 3; B noktasının derecesi
de 5’tir. Euler, grafta bu tarz bir gezinin mümkün olması için bazı koşullar

olduğunu ileri sürmüş ve kanıtlamıştır. Bu koşullar: bir grafta gezi,(tüm
düğümler çift dereceli değilse) tek dereceli düğümle başlar ve yine tek

dereceli bir düğümle biter. Yani tek dereceli düğüm sayısının çift (0,2,4,6...
tane) olması gerekir. Örneğin (Şekil 2)’deki grafta iki tane tek dereceli
düğüm vardır (1 ve 2) bu yüzden tüm düğümlere uğrayabildiğimiz bir

gezi oluşturulabilir. Hepsi çift dereceli ise işimiz daha kolay, hangisinden
başladığımız önemli olmamakla birlikte kesinlikle böyle bir gezi
planlanabilir.

Neşe Çanakçı 12/A

Graf teorisi, çizge teorisi veya çizit teorisi, grafları inceleyen matematik dalıdır. Graf,
düğümler ve bu düğümleri birbirine bağlayan kenarlardan oluşan bir tür ağ yapısıdır. Bir
graf, çizge veya çizit, düğümlerden (köşeler) ve bu düğümleri birbirine bağlayan kenarlardan

(yaylardan, bağıntılardan) oluşur.

Bir örnek: Elinizde bir harita var, bu haritayı binbir renkle
boyayabilirsiniz ancak yeterli boya yok, hiçbir şehir de komşusuyla
aynı renkte olmamalı. En az kaç renk kullanabiliriz? Graf burada
da yardım ediyor. Hatta bu tarz soruların cevabı 4 renk teoremi ile
verilmiştir.

Şekil 3’te grafa çevrilmiş resmin en az 4 renkle boyandığını görüyoruz.
Peki 3 olabilir mi? Maalesef bu kanıt königsberg gibi el kaldırmadan
çizme veya tek dereceli düğüm bulma tarzı bir kanıt değil. Birçok
bilim insanı 150 yıl boyunca 4 rengin yeterli olup olmadığını araştırdı.
Yapılan bir iki ispat yalnızca bilgisayar destekli olduğu için insanlarda (Şekil 3)

güvensizlik yarattı. Yazılıma güvenip güvenmemek hala tartışılıyor,

Çapraz Böbrek Nakli insan eli değmeden yapılan bu ispatlar günümüzde
kabul görülüyor. Bilgisayar desteksiz ispat da
bulunmuş değil ve çalışmalar sürdürülmektedir.
İlginçtir ki, çok alanlı bir resmi 5 renkle yarım
saatte boyayabiliyorken 4 rengin yettiğini
göstermek 150 yıl sürdü.

(Şekil 4) İki çift eş düşünelim, 1. çiftte hasta olan
Yandaki graf, birbirine bağlı birçok yapıyı barındırıyor. h1, donör ise d1 olsun. 2. çiftte hasta h2,
Düğümlerin kümeleştiği alanlar için çok fazla örnek donör d2 olsun. d1, h1 ile uyumsuz ve d2 de
verilebilir. Ayşe’nin 3. Dereceden akrabaları yeşil, 5. h2 ile uyumsuz ancak d1, h2 ye d2 ise h1 ile
Dereceden akrabaları sarı düğümlerle belirtilebilir. Ya uyumlu. Bu denklem için kimin kimle böbrek
da bir Instagram kullanıcısının kimleri beğendiği, hangi takası yapacağı belli. Bu sistemi ülke genelinde
hesaplarla bağlantılı olduğu, yazılan makalelerde kim kullandığımızda donörleri hastalara atamak
kimden yardım almış, kim kime atıfta bulunmuş, bu giderek zorlaşacak. Graf, burada bu sistemi
diyagramdan çıkarılabilir. Facebook’ta bir arkadaşlık düzenleyerek bize sunuyor.
ağı, Twitter’da retweetlenen gönderi ağı da gösterilebilir.
Elektrik devrelerinde kablo birleşim yerlerinde düğümler
oluşturarak grafı kullanmış oluyoruz. Biyoinformatik ve
genetik alanında protein geçişlilik ağı, organik kimyada
karbon dizilim gösterimi(Şekil 6) ve sosyoloji alanında
toplumların birbiriyle ilişkisi de grafa dönüştürülebilir.

Graf teorisi, akademik olarak da derin bir konu.
Hem bu yazıyı hazırlamak hem bilgi altyapısı-
nı oluşturmak için “ ResearchGate Graf Teorisi
PDF”inden yararlandım, bu isimle arama moto-
rundan kolayca bulunabilir bir PDF. İlgili olanlar
okuyabilirler.

SAMAN

M. Aykut Kekeç
Görsel Sanatlar Öğretmeni

Vakti zamanında Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan büyük bir ressam Hyronimus Bosch, bir sabah vakti
atölyesinde çalışırken eserinin karşısında derin düşüncelere dalmış. Üzerinde çalıştığı muhteşem
resminin adı “Saman Arabası”ymış. Bosch, resminin merkezine kocaman bir araba çizmiş ve üzerini
de güneşin altın sarısı ışıklarıyla olgunlaştırdığı samanlarla ağzına kadar tepeli olarak göstermiş.
Verimli toprakların bereketiyle dolup taşan bu arabanın çevresine de arabaya tırmanabilmek için
birbirini çekiştiren, itişip kakışan, olgun buğdaylardan bir parça olsun kapabilmek için çırpınan bir
sürü insan yerleştirmiş. Bu kavga gürültü içinde ortaklık toz duman olmuş...

Bosch’tan yüzyıllar sonra onun “Saman Arabası”na bakıp düşünüyorum. Kimim ben bu resimdeki?
Güneşin berrak ışıklarıyla aydınlanan buğday yığınlarının en tepesinde dünya yansa umurunda
olmayacak aşıklar mı? Aşağıda paralarını saymakla meşgul hırslı tüccar mı? Atı üzerinde arabanın
peşi sıra kasılarak ağır ağır giden şu kral mı? Yoksa arabayı çeken delilerden biri mi? Ya sen? sen
kimsin? Bulabildin mi kendini bu resimde? Dünyayı geçip giden kısacık ömürlerinde saman arabasını
aç gözlülükle yağmalamak için itişip kakışan şu zavallılar gibi mi görüyorsun? Bu dünyadaki her şey
insanlar için mi? Sahiden dünyanın sahibi sen misin?

Zihnimin derinliklerinden belirginlik kazanarak yavaş yavaş yüzeye çıkan cümleyi fark ediyorum;
‘Varlığı son bulduğunda dünyanın aynen devam edip gideceği tek canlıdır insan…’

Hayretle evirip çeviriyorum bu tuhaf cümleyi. Kim bilir ne kadar gizlemiş kendini orada öylece.
Beni hiçbir şey yerine koymayan ne şaşırtıcı bir cümle bu. Cahil insanların kendi ölümlerinden
sonra dünyanın nasıl olup da hala devam edip gideceğine inanamayışları gibi yadırgıyorum bu
cümleyi. Deniz mercanları, arılar, planktonlar, köknarlar, meşeler, denizşakayıkları… ve adlarını
bile koyamadığımız binlerce tür canlı… Dünya adıyla çağırdığımız harikulade düzenin bir parçası da
biz değiliz öyle mi? Oysa ne de alışkınız dünyanın efendisi olmaya. Ne de alışkınız dünyanın bizim
için var olduğunu düşünmeye.

Tüm heybetlerine, görkemlerine rağmen dinozorlar yok olup gittiklerinde yerlerini memeliler
doldurdu. Doğa da bir zamanlar dünyanın en kudretli varlıklarının yerine bizi koydu. Aklıyla
övünen insan, dinozorlar gibi dünya üzerinden silinmeden önce gecikmiş bir kararı vermek zorunda
şimdi. Dünyanın hâkimi iddiasıyla, doğayı yiyip tüketirken kendini de mi bitirecek? Yoksa dünyanın
bir parçası olması gerektiğini mi hatırlayacak?

O sabah resminin karşısında hangi düşüncelere dalmıştı ressam Bosch? Emin değilim. Bildiğim bir
şey var ama! Saman Arabası, üzerinde tepinenlere ne olduğuna aldırış etmeden ağır ağır yoluna
devam edecek.

ARABASI

Hieronymus Bosch, Samanlık Üçlüsü Orta Kanat, 1516, 147 x 112 cm., Museo del Prado, Madrid. Panel üzeri yağlı boya.

MEÇHUL KARANLIK

Uzay hepimizin gözünde boş, karanlık ve hiçlik gibi bir şekle bürünüyor. İşte işler pek öyle değil. Uzay boşluk
değildir. Hele ki hiçlik değildir. Evren Uzay-Zamanın ta kendisidir ve sürekli genişlemekte olan bir olgudur.
Big Bang (Büyük Patlama) bize evrenin nokta büyüklüğünün milyarların milyarda biri kadar ufak halden
bir anda oluşan devleşme sürecini söylüyor. Tam bu esnada, bu patlamada, Space-Time (Uzay-Zaman)
dediğimiz kavram meydana çıkıyor. Patlamanın hemen ardından o küçücük olan ve inanılmayacak derecede
enerji seviyesine sahip olan nokta, bir saniyeden kısa sürede atom büyüklüğünden tenis topu büyüklüğüne
ulaşıyor. Size bu benzetme çok ufak gelebilir bu yüzden gelin bir de bu büyümeyi kozmik terimle açıklayalım.
Kozmik olarak evren kum tanesi büyüklüğünden, evrenin gördüğümüz kısmının büyüklüğüne ulaştı o
patlamada. İşte bu patlama saniyenin milyarda birinde gerçekleşti. Büyük patlamada evren Uzay-Zamanla
genişliyordu ve bu genişleme evrenin şekil almasını sağladı. Bazı bölgeler diğer bölgeler gibi genişlemedi
ve birdenbire bir şeyler bütünleşmeye başladı. Evren soğumaya başladı ve enerji nesneye dönüştü. Yoğun
bölgede bu nesneler bütünleşti ve sonunda bu bölgeler kütlesel olarak diğerlerinden yoğun hale geldi. Bir
yerde ne kadar çok nesne varsa zaman o kadar bükülür. Yani fiziki yoğunluğu olan her şey bu bükülmeye
katkıda bulunur. Bunu okuyan sen bile şu anda bu bükülmeye katkıda bulunuyorsun. Uzay-Zaman
dendiğinde aklınıza “ee ne işte, bomboş bir yer. Biz de o boşlukta süzülüyoruz.” gibi düşünceler gelmesin.
Uzay boş değil, koskocaman büyüklükteki çarşafın üstünde sayısız nesnenin olması gibi şekle sahip.

Evrende nesneler kendini kozmik bir ağla düzenlerler. Galaksiler, gökadaları, gezegenler bir düzlemde
birbirine bağlıdırlar. Yani demek istiyorum ki Dünyanın şeklinin dünyadaki alacağımız yolu belirlemesi gibi
aynı şekilde Uzay-Zaman geometrisi de ışık ve nesnelerin hareketini belirliyor.

Aslında kural çok basit; kütlesi olan her nesne Uzay-Zamanı bükme özelliği taşır. Uzay-Zamanın bükülmesi
nesnenin hareketine etki ediyor. Tıpkı yokuşun eğiminden dolayı tepesinde bırakılan bir topun aşağı doğru
yuvarlanması gibi. Bir de şunu söylemek istiyorum ki Uzay-Zaman karmaşık eğrisi bizi yanıltabilir.

İşte Uzay-Zaman eğrisi “şekil 1”de gördüğümüz şeyin aslında kırmızı spektrum yayan galaksinin ötesinde
bulunan mavi spektrum yayan galaksinin ışıklarının kırmızı spektrum yayan galaksinin etrafından bölünerek
geçip daha sonra tekrar birleşmesi sonucu göz yanılsaması oluşturabilir. Uzay-Zamanı anlamak gerçekten
zordur. Bilim insanları bile henüz tam ne olduğunu kavrayamamıştır.

Süha Esgin 9/A

Matematik Zümresi

NEDİR BU MATEMATİK KORKUSU?

Sevgili Gençler, matematik dediğimizde hepinizde olmasa da çoğunuzda bir korku, bir
güvensizlik ya da ben zaten yapamam gibi söylemleri sıkça duyarız. Neden? Hiç düşündünüz
mü gerçek sebebini? Bugün size aslında matematik öğrenmenin de matematikte başarılı
olmanın da imkânsız olmadığını anlatacağız.

Araştırmacılar matematikten çok korkan insanlarda, matematikteki başarı ile beynin frontal
ve parietal loblarındaki bazı bölgelerin oluşturduğu, dikkatin kontrol edilmesinde ve
olumsuz duyguların denetlenmesinde işlev gören bir ağın etkinliği arasında kuvvetli bir
bağlantı buldu. Bu tepkiler tam da bir matematik problemi çözmek söz konusu olduğunda
devreye giriyor. Avuçlar terler, kalp atışı hızlanır, boğazınız kurur. Bazıları için
insan içinde basit herhangi bir toplama-çıkarma işlemi yapmak bile büyük bir korkuya yol
açabilir.

BU DUYGULARI TANIDINIZ MI?

Araştırma bizlere, öğrencilere matematikle uğraşmadan önce duygularını kontrol etmeyi
öğretmenin matematik korkusuyla birlikte görülen güçlükleri aşmanın en iyi yolu
olabileceğini gösteriyor. Bu olmadan, sınavda öğrencilere yol göstermenin ya da onları
duygularını bastırma çabasıyla baş başa bırakmanın başarısızlıkla sonuçlanması muhtemel…

Araştırmacılar, matematik korkusunu yenmenin ne bildiğinizden çok, işe koyulmak ve
başarmak için kendinizi ikna etmenizle ilgili olduğunu söylüyor.

Pek çok öğrenci gibi belki siz de matematiğin zor olduğunu ve matematiği başaramayacağınızı
düşünmekte ve matematiğe karşı olumsuz tutum geliştirmektesiniz. Hatta daha da kötüsü;
matematiği öğrenecek kadar zeki olmadığınızı matematiğin sizlerin uğraşacağı konular
arasında bulunmadığı kanaatine varmış olabilirsiniz. Unutmayın ki ilkokul sıralarından
başlayıp sizi lise yıllarına kadar takip eden matematikteki başarısızlığınızın en
önemli sebebi derse karşı geliştirmiş olduğunuz negatif duygularınızdır. Öncelikle
bu duygulardan sıyrılmanın matematik başarınızı olumlu yönde etkileyeceğine inanarak
harekete geçmeniz lazım.

Bugün başaramadığımız bir konuyu yarın da başaramayacağız, hatta hiçbir zaman
başaramayacağız diye kural yoktur. Bunun farkına vararak başarıya ulaşmanın pes etmeden,
çalışmayla elde edilebileceği motivasyonuyla derslere aktif katılım göstermeli, konuları
günlük yaşamla ilişkilendirmeye çalışmalı, matematiğin günlük alışverişimizden en ileri
matematiksel işlemlere varıncaya kadar hayatın her alanında kullanıldığını hatırlayarak
matematik fobimizi yenmeye çalışmalıyız.

GALILEO’NUN DEDIĞI GIBI;
“DOĞANIN MUAZZAM KITABININ DILIDIR MATEMATIK.”
“NE YAPARSINIZ YAPIN, MATEMATIK HEP YAPTIĞINIZ IŞIN IÇINDEDIR.”

Sağlıcakla kalın…

Gülsüm Akça, Dilek Özad, Şükrü Kayğısız,
İsmail Gülten, Büşra Battal

ANNESİNİ KAYBEDEN
TÜM KIZLARA

Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım

Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp

Ağlayışımı.

-Orhan Veli Kanık

Varken kıymetini bilmedin,

“ ”gitti özlüyorsun.
Seni düşünürüm,
anamın kokusu gelir burnuma,
dünya güzeli anamın.
Binmişim atlıkarıncasına içimdeki bayramın,
fır dönersin eteklerinle saçların uçuşur,
bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü.

-Nazım Hikmet

Tuğba Ataş 11/A

Varken kıymetini bilmedin, gitti özlüyorsun.
Bugün yeni bir seneye daha gireceğiz anne.

“ ”Zor olacak gibi,
Sensiz yeni yıla girmek.
Saat 23:59.
Televizyonda yine Yeşilçam filmi açık.
Abim, babam ve ben aynı koltuklarımızda oturuyoruz.
Senin yerin boş.
Belki gelirsin, olmaz mı anne?
Ev işleri, yemek falan değil ama.
Hani uyurken zor mesela.
İhtiyacım olduğunda sarılamamak falan.
Sarılmak güzeldi ama
Sarılmayı özlemek tarif edemediğim bir acı içimde.
Sen hala hayattayken diyememiştim;
“Seni seviiyorum anne.”
Hani ben eskiden her şeyden korkan bir kızdım ya
Tamam bazen hala korkuyorum gök gürültüsünden,
Karanlık alanlardan, böceklerden.
Ama korkmamaya alıştığım bir yer var sayende.
Mezarlık.
Çiçeklerle dolu mezarlığın, senin toprağın orası.
Sen varsın içinde.
Senin bedenin, senin artık atmayan kalbin var orada.
Nasıl korkarım senden ben?
Anne ben çok büyüdüm biliyor musun?
Ama hep derdin ya “sen büyüsen bile ruhun büyümeyecek” diye.
Büyümedi anne.
Hala daha çizgi film izliyorum,
Bebeklerle oyunlar oynuyorum.
Ben hala çocuk ruhluyum.
Sanırım hayatımdaki her şeye alışmış gibiyim.
Çok bir şey değişmedi sen gittiğinden beri zaten.
Hala yalnız takılıyorum.
Hala daha evi, gezmeye tercih ediyorum.
Ve hala daha babamın kızıyım.
Hırçın, delidolu, çocuk ruhlu, merhametli.
Biraz kalbi kırık bir kızım.
Artık dertleşecek kimsemin olmayışı.
Artık keşkelerim ve belkilerim çok anne.
Keşke sen varken kıymetini bilseydim.
Belki o zaman sen giderken bu kadar kırılmazdım.
Doya doya yaşamış olurdum seninle bütün anılarımı.
Saat 00:00.
Bir yıla daha sensiz girdiğimi hissediyorum.

ŞEMA

Şema terapi, birçok psikoterapi türlerinin ve şemaların bir araya gelerek kullanılan bir psikoterapi türüdür.
İlk başlarda az sayıda psikolojik bozukluk için kullanılan bu terapi yöntemi artık daha fazla psikolojik sorun
için kullanılmaya başlandı. Şema terapi bir psikoterapi modelidir. Değiştirilmesi zor, çocukluk ve ergenlik
döneminde belirgin kökenleri bulunan psikolojik bozuklukların, açıklanması ve tedavisine ilişkin kuramsal ve
uygulamaya yönelik bir model olarak tanımlanmaktadır.

Şemalar (Kader Motifi) Nedir?
Bir bebek dünyaya geldiği zaman birtakım kodları, içgüdüleri vardır, kader motifinin insanın içindeki kodlardır.
Bebek örneğinden devam edelim, o bebeğin iki önemli duygusu vardır korku ve huzur, bebek kendisine tehlike
yaratan her şeye ağlayarak tepki verecektir, eğer tehlike yoksa huzur içerisinde olacaktır. Bu duyguları da
bebeğe temin eden kişi annesi ve ebeveynleridir. Bebeğin içinde sürekli kayıt yapan bilgisayar vardır, bebeğin
yaşadığı ev onun kaderini yansıtır, o ev bebek için hayatı yansıtır duygularını ve onları sürekli kaydeder,
çocuğun tepkilerine dış dünyadan bir cevap gelir, bu tepkiler amacı kendisini yaratmak olan bilgisayara dünya
hakkında bir fikir sahibi olmasını sağlar ve bu verilerle bir şema oluşturmaya çalışıyor, bilgisayarın o sistemi
yaratırken (yani karakterimizi) ortaya çıkan şablon bizim kader motifimizi belirler, bu şablonlar sürekli
kendisini tekrar ederek (bir yazılım gibi) sizin geçmişinizi, bugününüzü ve geleceğinizi yazmış oluyor. Böylece
çocukken aldığımız yaraların bizi götürdüğü yere gideriz. Bu sistem, seçimini tanıdığı şeyler üzerinden yapıyor
ve böylece kaderimiz yazılmış oluyor.
“Çocukluk acılarımızı bize yeniden yaşatacak kişileri gözünden tanır ve gider başkasına değil ona aşık oluruz”

Şemalar Nasıl Oluşur?
Yukarıda da dediğim gibi şemalar doğduğumuz andan itibaren oluşmaya başlar, ama bunları etkileyen birkaç
unsurda vardır:
1- İyi şeylerin abartılı şekilde bize sunulması
2- En temel ihtiyaçlarımızın (sevgi, güven, ilgi) engellenmesi
3- Travma

Arda Akbaş 10/D

TERAPİ

NEDİR?
Şemaların Özellikleri
1- Şemalar sürekli tekrarlanarak hayatımızdaki olaylara etki eder,
2- Gelecek hakkında bilgi sahibi olmamıza yarar,
3- Bu şemaları hayatımızdan silmek zordur ancak bunu başarırsak diğer şemaları yıkmamız çok kolay olur,
4- Şemalar birbirine bağlıdır.

Şemalar
1- Duygusal Yoksunluk Şeması: Duygusal ihtiyaçlarımızın yeterince karşılanmayacağı beklentisi inancıdır,
“insanlar beni sevmez, bana destek olmazlar, gerektiğinde bana yardım etmezler” düşüncelerini benimserler,
kendilerini üvey çocuk gibi görürler.
2- Sosyal İzolasyon Şeması: Kendisini, bir grubun ya da toplumun parçası hissetmez, insanlar tarafından
dışlandığı düşüncesi taşır.
3- Kusurluluk Şeması: Kendilerini kusurlu hissederler, bu şema insanı eleştiriye, suçlanmaya aşırı duyarlı kılar,
kendini utangaç ve güvensiz hissederler.
4- Haklılık Şeması: Kişi kendisini her durumda haklı görür, kendi çıkarları doğrultusunda karşı tarafa baskı
uygulayabilir, bu tür kişilerin empati duygusu gelişmemiştir.
5- Fedakârlık Şeması: Kişi kendi ihtiyaçlarından önce sürekli başkalarını düşünür ve sürekli fedakârlık yapar.
Zaman zaman kendi ihtiyaçları giderilmeyince iyilik yaptığı insanlara karşı öfke duyar.
6- Cezalandırıcılık Şeması: Kişi, yapılan her yanlışın cezalandırılması, hatalara asla katlanamama durumu
vardır.
7- Onay Arama Şeması: Kişi sürekli başkalarının onayını almak ister.
8- Dayanıksızlık Şeması: Kişi kendisinin her an bir felaketle karşılaşabileceğini düşünür ve içinde hep endişe
duygusu ile dolaşır.
9- Bağımlılık Şeması: Kişiler günlük hayatta kararlar verirken sürekli başka insanlara sorarlar ve onların
kararlarını verirler, tek başlarına karar vermekte çok zorlanırlar.
10- Terk Edilme Şeması: Karşısındaki insanın onu sürekli terk edip gideceğiyle alakalı endişe duyar, birlikte
oldukları insanlara güvenilmez ve tutarsız gözüyle bakarlar.
Bu şemalardan kendinize birkaçını yakın hissetmiş olabilirsiniz, şemalar birbiriyle bağlantılı olduğu için bu,
çok normaldir. Şimdi bu şemaları nasıl yıkabileceğimize bakalım.

Şemaları Yıkmak
Önceden de dediğim gibi bu şemaları yıkmak zordur, ama bir tanesini yıktıktan sonra diğerleri de çorap söküğü
gibi gelir, şemaları yıkmak için bizim şu soruları kendimize sormamız lazım
Bu şema bana ne anlatıyor?
Bu şemayı nasıl değiştirebilirim?
Bu soruları sorduktan ve cevapladıktan sonra psikolojik farkındalık sürecinde olacaksınız ve böylece bu
sorunlarınıza çözüm bulabileceksiniz.
Mesela fedakârlık şeması olan bir insanın, günde ne kadar fedakârlık yaptığıyla alakalı bir ajandaya not alması
çok faydalı olur… Bunun gibi yöntemleri kullanarak bu şemaları yıkabilirsiniz.
Not: “Bu yazı içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.”

POPÜLER KÜLTÜRveBAĞIMLILIK
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Đ“ ”ışarıya çıktığınızda sokakta, sokakta, yaşadığınız binada,
gittiğiniz okulda, çalıştığınız işyerinde, oturduğunuz
kafede birçok insan görebilirsiniz. Belki bu insanları
hiç tanımıyorsunuz, belki de bazılarını tanıdığınızı
düşünüyorsunuz. Ama gerçekte olan öyle değil. O insan
sadece sizin onu nasıl tanımanızı istiyorsa o şekilde tanıtıyor.
Aslında size mutlu veya neşeli halini yansıtıyor olabilir. Aynı
hayalinizdeki profil gibi... Kimse göründüğü gibi değil sadece
nasıl görünmek istiyorsa kendini bu şekilde yansıtıyor ve biz
de öyle olduğunu düşünüyoruz.

Kültürel biçimlerin kategorik olarak değerli şeylermiş gibi
sunulması veya düşünülmesi tehlikelidir. Aslında popüler
kültüre ait bir takım genel geçer olgular sizin doğrularınızmış
gibi yansıtılır. İnsanlar popüler kültürün yarattığı güzellik,
zayıflık, özentilik, kusursuz olma vb. düşüncelerin peşine
takılır. Yani yaygın olarak beğenilen, tüketilen, reklamı
yapılan her değeri önyargısız kabul etmemek gerekir.
Gerçek kültür, emekle, düşünceyle, çalışmayla elde edilir.
Haketmediği şekilde reklam ile sürekli öne çıkan bir kimse
veya bir ürün popüler kültürün aldatmacasıdır.

« »Örneğin, bazı insanların sırf modaya uymuyor diye kılık
ve kıyafetinizle, dinlediğiniz müzikle, kullandığınız telefon
modeliyle bizleri yargılaması ne kadar doğrudur? Peki ya
güzellik algısı? Bu kime göre ya da kim tarafından oluşuyor?
Şişman olmanız ya da zayıf olmanız sizin çirkin olduğunuzu
mu gösterir? Siz bunu ister fark edin, ister fark etmeyin
yine de bir şekilde belirli insanların kendi fikirlerine, tarzına,
düşüncesine yöneliyorsunuz. Bir influencerın önerdiği
ürün, bir politikacının görüşü, bir gazetecinin haberi gibi...
Bu insanların öneri veya fikirlerini yargılamadan direk bu
düşüncelere kapılıp içerisinde kendinizi kaybediyorsunuz.
Sizi bu durumdan kurtaracak tek şey sosyal medyaya ve
sosyal medyanın sahte güzelliklerine fazla kapılmamaktır.
O insanlardan eksik olduğunuzu düşünmemelisiniz. Onların
da eksikleri, acıları, üzüntüleri vardır. Belki de sizden
kötü durumdalar ama size yansıttıkları profil bunun tam
tersi. Hayatta hiçbir fikre, düşünceye, insana veya eşyaya
bağlanmayın; bunları sevin, benimseyin ama asla ve asla ve
bunu hayatınızın vazgeçilmez bir parçası yapmayın.

Zeynep Nisa Kılıç 9/F

MEDUSA’NIN LANETİ

» Atina’daki Athena tapınağında; Phorkus ve Keto’ nun kızları
olan Sthenno, Euryale ve Medusa isminde üç kız kardeş
yaşarmış. Bu üç kız kardeşten sadece Medusa (Medusaise)
ölümlüymüş. Medusa’ nın güzelliği yüzünden yeryüzündeki
bütün kadınlar onu kıskanırmış. Medusa kendisini tanrılara
adamış. Athena kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı
gördüğünde onun güzelliğinden etkilenmiş fakat kendisi kadar
güzel ve akıllı bulmadığı için onu umursamamış. Poseidon,
karısı Athena’ nın tapınağındaki Medusa’ nın güzelliğinden
etkilenip ona aşık olmuş fakat bir ölümlüye aşık olduğu için
küçümsenmekten korkup aşkını gizlemiş.

Athena bu olayı duyunca derin bir kıskançlık içinde Medusa’
yı çok kötü bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. Medusa
ve kız kardeşlerini Gorgon denilen korkunç dişi canavarlara
çevirmiş. Medusa ve kız kardeşleri kanatlı, yılan saçlı ve
korkunç yüzlü yaratıklara dönüşmüş. Medusa artık o kadar
çirkinmiş ki kimse yüzüne bakmaya cesaret edemiyormuş.
Ona bakmaya çalışan herkes taşa dönüşüyormuş. Athena
verdiği cezayla yetinmeyip Medusa’ yı öldürmek için Zeus ve
Danae’ nin oğlu Perseus’ la (üvey kardeşi ile) iş birliği yapmış.
Bu iş birliği kan bağı ve iktidar erkine bağlıymış.

Perseus, Hesperidler denen akşam perilerinin ülkesine gitmek
için Gri Cadılar’ı bulmuş. Gri Cadılar, aralarında tek bir gözü
paylaşan üç yaşlı kadınmış. Perseus, bu gözü cadılardan çalarak
Hesperidlerin yerini öğrenmek için koz olarak kullanıp gözü
cadılara geri vermiş. Tanrıça Hera’ ya ait olan altın elmalarla
dolu Hesperidlerin ülkesine gelip akşam perilerinden bir
Kibisis (sırt çantası) almış ve Medusa’ nın başını bu çantaya
koymayı planlamış.

Tanrılar, Perseus’ u çeşitli silahlarla kuşatmışlar. Perseus,
Medusa’ nın uyuduğu mağaraya doğru gitmiş. Perseus,
uyuyan Medusa’ ya bir ayna yardımıyla doğrudan bakmadan
ona yaklaşıp kılıcı ile Medusa’nın başını tek hamlede kesmiş
Medusa’ nın gövdesinden kanatlı at Pegasus ile dev Khrysaor
doğmuşlar. Bu iki Gorgon, Medusa’ nın intikamını almak için
Perseus’ un peşine düşmüşler. Perseus, Hades’ in kendisine
verdiği görünmezlik miğferi ile onları atlatıp Medusa’ nın
başını Athena’ ya sunmuş. Athena, bu başı efsanevi kalkanına
düşmanlarını mahveden koruyucu bir güç olarak yerleştirmiş
ve bunu düşmanlarına karşı bir koz olarak kullanmış.

Alıntı: https://twitter.com/Orionunevi

Elif Reisoğlu 9/C

ÜÇ BOYUTLU YAZICILAR

MERAK ETTİĞİNİZ HER ŞEY

Sanal ortamda tasarlanmış 3 boyutlu nesneleri katı formda somut
nesnelere dönüştüren makinelere 3 boyutlu yazıcı denir. 3B baskı
teknolojisi ile ihtiyaç duyduğunuz bir aparat basabilir, 3B tarayıcı
ile taradığınız bir cismin çıktısını alabilir, çizdiğiniz bir tasarımı
prototipleyebilir, hatta kendi ürününüzü oluşturabilirsiniz.
Kısacası 3 boyutlu yazıcılar ile dilediğiniz her şeyi basabilirsiniz.
İlk 3B yazıcı teknolojisi Charless Hull tarafından 1984 yılında
ortaya çıkmıştır. 1986 yılında 3D Systems adlı ilk 3B yazıcı
şirketinin kurulmasıyla yeni bir sektör doğmuştur.

90’lı yıllarda bu teknoloji hızla ilerlemiş, Amerika’da ilk renkli baskı alınmıştır. 2005 yılında başlayan ve 2007
yılında ilk açık kaynak kodlu, kendi parçalarını dahil prototipleyebilen yazıcıları çıkaran RepRap projesi ile
3B yazıcılar evlerimize kadar ulaşmıştır. Bu girişimin amacı maliyeti azaltarak kullanımı yaygınlaştırmaktı ve
günümüzde ne kadar büyük bir başarıya ulaştığını görebiliyoruz.

3B yazıcılar, katmanlı imalat (Additive Manufacturing) diye nitelendirilen bir üretim yöntemi ile çalışırlar.
Baskı için birçok hammadde kullanılsa da genellikle filament diye nitelendirilen termoplastik materyaller
kullanılır.

3B yazıcıların çalışabilmeleri için 3 boyutlu modele, tasarıma
ihtiyacı vardır. Bilgisayar ortamında AutoCAD, Solidworks,
3DsMax gibi bir CAD (Bilgisayar Destekli Tasarım) program
ile tasarlanmış çizimler veya 3 boyutlu tarayıcı ile taranmış olan
nesneler genellikle ‘.stl’ uzantısında dışa aktarılırlar. 3B yazıcı
‘.stl’ uzantısındaki dosyayı algılar ve baskı işlemini gerçekleştirir.
Çalışma prensibine biraz daha detayına inmek istiyorum.
Baskı işlemine başlamadan önce yazıcının ucunda ‘nozzle’
diye adlandırılan kafa bölgesinin belirli bir sıcaklığa gelmesi
gerekmektedir. Çünkü 3B baskı işlemi eriyen filamentin katman
katman ve üst üste serilmesiyle gerçekleşir.

Filamentin düzgün bir şekilde yayılabilmesi için de kafa noktasından çıkartırken yüksek
sıcaklıkta erimesi gerekir. Kafa noktasından eriyerek çıkan filament yüzeyde yayılır
yayılmaz donar ve katı formuna geçer. Tüm katmanlar tamamlandıktan sonra model

tamamen katı formda hazır hale gelir.

Ertuğrul Serenli 12/B

3B Yazıcı ile yapabileceklerinizin herhangi bir sınırı yok. Örneğin çiçekleriniz için
tasarladığınız veya hazır tasarımını bulduğunuz bir vazo basabilirsiniz. Yapmayı
düşündüğünüz bir robotun gövdesinde 3B baskılara yer verebilir, hatta gövdenin
tamamını 3B baskı ile yapabilirsiniz.

NASA (Ulusal Havacılık ve Uzay
Dairesi) astronotları ihtiyacı olan
materyalleri uzaya gönderdikleri
özel bir 3B yazıcıdan basarak
el de ediyorl a r.

Ortopedik çözümlerde, giysilerde, saat
ve bileklik gibi aksesuarlarda 3B baskı
teknolojisinden yararlanılmaktadır.

Ünlü spor markaları son dönemlerde
spor ayakkabılarının tabanlarında
ve çeşitli bölgelerinde 3B baskı
kullanarak seri üretime geçirdiler. Bu
sürece baktığımızda yüksek maliyet
ve seri üretim sorunlarını bir nebze
a ş tıkl a rı görül üyor.

Gördüğünüz gibi 3B yazıcı ile gerçekten
yapabileceklerinizin bir sınırı yok.

SEVGİLİ ATA’M!

Yokluğunda cirit atıyor sokağın
dengesiz kuşları. Özgür sanıyorlar
kendilerini bir kasabanın içinde.
‘’Bütün ümidim gençliktedir!’’

demiştin ya hani bir zamanlar...

Umudum var. Belki de sadece bir

beklenti. Bir şeyler başarmak

ister bu deli yürekler. Kendileri tek

bir söz söylediğinde herkesin onları

umursadığını düşünürler. Bu yüzdendir

beklentim. Bir gün olacak, inanıyorum.

Hissediyorum belki de.

Senin olduğun dünyada yaşamak nedir

bilmem. Ağladığımda elime uzatılan

bir mendil gibi midir, yoksa bisikletten

düştüğümde yardımıma koşan

annem gibi mi? İnsan, varlığından

emin olmak için, bir şeylere inanmak

zorunda hissediyor kendini. Ben,

geleceğin varlığına inanmak için sana

inanıyorum. Senin izinden yürüyüp

sadece kendim için değil herkes için

mücadele etmeye çalışıyorum. Bu ülke,

bu dünya, bu insanlık için. Evet, bencil, kendini bir o kadar
önemli hisseden, ama aslında dünya
üzerinde bir kum tanesi kadar
önemsiz olan insanlık! Belki benim
attığım küçük bir adım milyonlarca
adım eder umuduyla; ben yaptım
diyebilmek için değil, biz başardık
diyebilmek için çabalıyorum. Ancak
korkuyorum, atamıyorum o adımı.

Tek kalırım, önemsenmem diye
endişeleniyorum. Bir cesarete

ihtiyacım var: Senden gelecek olan
cesarete. ‘’Senin yanındayım.’’

diyebileceğin bir yerde, yanımda
olduğunu hissettiğim bir yerde o
adımı atabileceğimi biliyorum. Bu

inançla görmesem de bilmesem
de seviyorum ve sana inanıyorum.

Yokluğunda bile seni düşünürken
içimi ısıttığın ve ‘’Başarabilirsin!’’

dediğin için. Her zaman
kalbimdesin, rahat uyu Ata’m.

Sude Adatepe 9/C

FARK VAR

C umhuriyet; yokluğunu en çok hissedebileceğin şeydir belki de. Olmadığı zamanları düşündüğümde,
düşüncelerinim sadece beynimde yer edinmesini ve içeride hapsedilip dışarıya çıkmamasını anlatan bir
filmi izlediğimi sanıyorum. Ancak tek sorunun bu olmadığı gerçeğiyle tanışmaya hazır değilmişim gibi
hissediyorum. O dönemin hayalini kurmak bile acı verirken insana, yaşamayı göze alamıyorum bile.
Bazı insanlar sadece Cumhuriyet Bayramı’nda bir şeyler paylaşıyorlar. Evet bu özel bir gün ancak
bugünün dışında varlığından bile habersiz oldukları haklarını savunamayan ve daha önemlisi bilmeyen
insanların olması beni bulunduğum toplumdan soğutuyor. Her kız çocuğunun okula gidebilmesi, her
kadının oy kullanabilmesi şu an normalleşmiş bir şey.
Önceden kadınların sokağa çıkabilmesi bile zar zor görülen bir olayken bu kelimelerin her sene sarf
edilmesi zoruma gidiyor büyük ihtimal. Çok kolay bir olaymış gibi söylüyorlar. Nasıl çıkarıyorlar o
kelimeleri ağızlarından, nasıl fark etmiyorlar ne kadar büyük bir olay olduğunu. Sadece söylemek
için söylüyorlar bazı kelimeleri. Dikkat çekmek için çırpınıyorlar sosyal medyada. Gerçekten isteyerek
ve farkında olarak mesaj veren var mı acaba? Haklarını bilerek yaşayan ve her daim teşekkür eden.
Ben yaptım demeyen, biz başardık diyebilen. Zor bir olasılık bu. Çok zor ve çok az. Geçmişini bilen ve
geçmişinden dersler çıkarabilen insanlardır bir şeyler başarmak isteyenler.
Cumhuriyet, bizi gururlandıran her şeyde vardır. Eğer varsak biz bu dünyada, kimin sayesinde
olduğunu söylemeye bile gerek duymayız. Eğer gezebiliyorsak sokaklarda özgürce biliyoruzdur,
minnettar olmamız gerektiğini. Daha iyisi için çaba göstermeliyiz. Bu milleti, bu topluluğu daha iyiye
dönüştürmeliyiz.
İlan edilen bu cumhuriyeti nice milyonlara taşımak için savaşmalıyız. Bilmeliyiz bu günlerin değerini.
Geçmişin üzgün yüzündeki kötülükleri fark etmeliyiz. Sebebimiz olmalı savaşmak için, amacımız olmalı
ulaşmak için iyi günlere. Her gün başımızı yastığa koyduğumuzda rahat bir uyku çekebiliyorsak,
korkmadan gezebiliyorsak caddelerde, mutluysak arkadaşlarımızın yanında, düşünmemiz gereken biri
yoksa uzaklarda, beklemiyorsak kimseyi, ya da düşünmüyorsak ona bir şey olacağını; işte o zaman
bilmeliyiz minnettar olmamız gerektiğini.
Bazıları belki de geçmişlerine, geleceklerine ve bulundukları duruma inanırlar. Mutlu olduklarını
düşünürler. Gerçekten mutlular mıdır acaba ya da gerçekten inanırlar mı? Düşünmek yorar bazen
insanı. Bazıları yaşları ilerledikçe düşünmeyi bırakırlar. Bir sürünün devamında ilerlerler sadece.
Denileni yaparlar. İnanmak isterler herkese….
En azından birazcık olsa düşünebiliyorsak bunu ve farkına varabiliyorsak geçmişin, o zaman
ilerlemeliyiz geleceğe. Emin olduğumuzda atmalıyız o adımı. Her kadınımızın, her gencimizin, her
yaşlımızın izi kalmalı toplumda. Hepsinden bir parça olmalı cumhuriyeti oluşturabilmek için. Herkesten
bir armağan olmalı geleceğimizin taşlarını yerine oturtabilmek için. Hepimiz için ilan edilen bu
cumhuriyetin her bir zerresine aşığız…

Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi dimağlarında iyice
kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirimi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak

ondan sonra ortaya atmalıdır.

Sude Adatepe 9/C

BMuunByladİruLınBİuilYziy?OoBrRUNMLUAYRDI UNUZ?

"Düşünüyorum o halde varım" cümlesiyle zihinlere kazınan Biz de buradan
Descartes, analitik geometriyi gördüğü bir rüyanın ardından Descartes’e
teşekkür ediyoruz.
geliştirdi.
1619’da, 10 Kasım’ı 11 Kasım’a bağlayan gece, Almanya
Neuburg’dayken, Descartes kendini soğuktan koruma adına
içinde bir (eski usul) fırının bulunduğu odaya kapattı ve
içerideyken kutsal ruhun kendisine yeni bir felsefe konusunda

aydınlattığına dair üç imge gördü.
Çıkana kadar analitik geometriyi formüle etmişti ve
matematiksel metodu felsefeye uygulama fikrini bulmuştu.
Gördüğü imgelerden bilim arayışı onun için gerçek bilgelik
arayışıydı ve hayatındaki çalışmalarının merkezi bir kısmıydı.

Sabahları Kant o kadar dakikti ki, esnaf onun yürüyüş vaktine göre,
uzaktan eğitimde saatlerini ayarlardı.
bilgisayarları
açmak için kant Öylesine organize bir yaşamı vardı ki, günlük rutini asla
kadar dakik olun! şaşmazdı:
Nietzsche, Basel Üniversitesi Klasik
Filoloji Bölümü'ne profesör olarak Her sabah, saat 04.55'te uyanır. Saat 07.00 sınıfa girerek ders
atandığında henüz 24 yaşındaydı ve verir. İki saat sonra, yani saat 09.00'da, çalışma odasına dönüp
üniversite tarihinin gelmiş geçmiş en
12.45'e kadar çalışırdı.
genç profesörü olmuştu. Sonrasında bir kadeh alkol içme zamanıdır. Öğle yemeğini

Daha da ilginç olan o sırada daha doktora dahi yapmamıştı. genelde konukları ile birlikte yerdi. Yemeklerde devlet
adamlarını, profesörleri, hekimleri, rahipleri, tüccarları ve genç
Demek ki
neymiş öğrencileri ağırlardı.
hayatta hiçbir Öğle yemeğinden sonra, şekerleme yapmadan önce ise "filozof
şey imkansız
değilmiş, yolu" diye isimlendirilen günlük yürüyüşüne çıkardı. O kadar
vazgeçmeyin…
Albert Cdaakmiktiuksi, ofugetçbeorkleun esnaf saatini ayarlardı.
tutkuyla seven bir kişiydi
ve gençliğinde kaleciydi.
Futbolu her zaman
edebiyat
ve tiyatroya tercih
ettiğini belirtmiştir.

Şöyle diyordu Camus:

Ahlak ve insanın yükümlülükleri Arkadaşlar siz futbolu
hakkında derslerinize tercih
güvenebileceğim ne biliyorsam
onu futbola borçluyum; çünkü etmeyin yoksa doğru
ahlakta olduğu gibi üniversiteye gol
futbolda da top hep atamazsınız.
beklemediğim köşeye geldi.

Sıla Kürtür 11/B

FİKİRLERİ KADAR ÖLÜMLERİ DE İLGİNÇ OLAN

HERAKLEİTOS; (yaklaşık M.Ö 540–480) FİLOZOFLAR
insanlardan nefret ettiği için dağ başına kaçtı
ve burada ot ve sebze ile beslenmekten vücudu

su topladı. Doktorlar bu durumun tedavi
edilemez olduğunu söyleyince kendi tedavisini

kendisi yapmaya kalkışıp bütün vücudunu
baştan aşağı gübre ile kapladı ve açık havaya

çıktı.Üzerindeki gübreyi temizleyemedi ve
böyle tanınmaz halde köpekler tarafından

parçalandı.

EMPEDOKLES: Empedokles'in
ölümü hakkında iki görüş vardır.

Birine göre kırık bir bacak
nedeniyle öldü, diğerine göre bir
"tanrı" olduğunu kanıtlamak için
Etna yanardağının kraterine atladı.

PYTHAGORAS; (yaklaşık M.Ö
580–500) tatminsiz birkaç

müşterisi ile tartışmasından sonra
korkudan kaçmaya başlamış.

Müşterilerinin kovalamasıyla bir
fasulye tarlasına geldi, fasulyeleri

ezip kaçacak yerde, durduğu
noktada kaldı ve öldürüldü.

STOACI CRİNİS: Bir farenin
çığlığından korkarak öldü.

STOACI CHRYSİPPUS: Kendi
korkunç şakalarından birine
gülerken öldü.

Sıla Kürtür 11/B

CUMHURİYET İLE
BÜYÜMEK

Eşi görülmemiş bir kurtuluş mücadelesi ile gücünü ve azmini
tüm dünyaya kanıtlayan, bağımsızlığını var gücü ile canına dişine

takarak kazanan bir milletin ve Başkumandan Atatürk’ün
sayısız başarılarından, attığı hayati adımlardan birinin yıl

dönümünü kutladığımız gün 29 Ekim. Bugün, bağımsızlık ve
demokrasinin sönmeyen meşalesi olan Cumhuriyet'in bayramı.
Bense bu meşalenin aydınlattığı yolda geleceğe emin adımlarla

yürüyen milyonlarca gençten biriyim.
Daha çocukken anlamıştım bugünün büyük bir gün olduğunu. Her
tarafa donanmış kırmızı bayraklarla, bando sesleriyle, ellerimizde
balonlarla, okul bahçesinde, pır pır atan minicik kalplerimizdeydi

Cumhuriyet.
Artık büyüdüm. Hayallerim var geleceğe dair, hedeflerim ve umutlarım var. İyi bir insan olmanın
isminin önündeki etiketten değil, karakterinden geçtiğini biliyorum. Bunun benim en büyük sermayem
olduğunu biliyorum. Bu bilinçle cumhuriyetin aydınlattığı yolda ilerliyorum. Ayağım takıldığında,
karamsarlığa kapıldığım zamanlar da oluyor elbette. İşte o anlarda en büyük gücü ülkenin geçmişinden

alıyor ve daima geleceğe büyük umutlarla bakmam gerektiğini hatırlıyorum.
Bu yüzden iyi ki var Cumhuriyet! Güçsüze güç, güçlüye sınır olan... Bu vatanın bir karış toprağı için,
bize bu mirası bırakabilmek için gözünü kırpmadan canını feda eden Türk milletine teşekkürü

borç bilirim.

Duygu Bağink 11/E

KİM OLDUĞUNUZ ÜZERİNE

Ben kimim? Niçin buradayım? Yapmak istediğim şey bu mu? Genellikle bu üç soruyu kendimize sormadan yaşar
gideriz. Önümüze bir hedef koyar ve o hedef için koşturup dururuz. Çoğu zaman niye olduğunu bilmeden…
Kendinize hiç sordunuz mu ben kimim diye? Yeteneklerinizi, hobilerinizi ve başarılı olduğunuz şeyleri? Bunları
sormanız çok önemli, sormadığınız sürece üretken bir hayata dolayısıyla da mutlu bir hayata sahip olamazsınız.
“Aslında, nereye gideceğini bilmenden daha önemlisi, kim olduğunu bilmen. Kim olduğunu bilirsen, gideceğin
yer değiştiğinde ortalıkta dımdızlak kalmazsın ve nereye gideceğini çok daha iyi belirlersin.”
“Bütün dünya sizsiniz, yine de başka bir şey var sanmaya devam ediyorsunuz.”

BENLİK ÜZERİNE
En çok değer verdiğiniz şeyler nelerdir? Ben size ilk başta söylemeniz gereken şeyi söyleyeyim: BEN!
Kendinize çok değer vermelisiniz. Değerli bir benliğiniz ve değerli bir hayatınız olmalı. Çünkü bunu yaptığınız
sürece etrafınıza da değer vereceksiniz. Etrafınızdaki her şey siz olduğunuz için var ve kendinizi ne oranda
geliştirirseniz etrafınızı da o oranda anlar ve yararlı olabilirsiniz.
Değer vermek kendinizle başlar. Kendine değer vermeyenin çevresine değer vermesi imkansızdır. O yüzden
kendinizle başlayın şaheserlere. Siz hayattan keyif aldıkça hayat da farklılaşır. Etrafınıza bakın; kendisinden
memnun olmayanların fiziğini, benliğini sevmeyenlerin etrafıyla hep kavgalı olduğunu görürsünüz. “Kepçe
kulağınızı, ayrık dişlerinizi, çarpık bacaklarınızı, kısa boyunuzu, koca göbeğinizi, çipil gözlerinizi sevin.”

MÜCADELE ÜZERİNE
Üniversitelerde, okullarda önce ders alırsınız, sonra sınav olursunuz. Gerçek hayatta ise tam tersidir; önce
sınav olursunuz sonra ders alırsınız. Zekilerin de aptalların da başarısızlıkları vardır, önemli olan başarısızlıklar
karşısında ders almaktır. İşte zekilerin aptallardan farkı da budur; başarısızlıkları karşısında ders alırlar.
“Başarıya ulaşmak için asansör kullanamazsınız, mutlaka merdiven kullanmak zorundasınız.”

İYİLİK ÜZERİNE
Birilerini yaraladığınızda, öç aldığınızda rahatlamazsınız; öfkeyle dolarsınız. Bir iyilik yaptığınızda huzuru ve
mutluluğu, suya atılan taşın etrafındaki dalgalar gibi yayılır. İyilikten kastettiğim akrabanıza, annenize, babanıza
yaptığınız iyilikler değil. Hiç tanımadığınız, belki de bir daha hiç görmeyeceğiniz, sizi hiç tanımayan birilerine
yaptığınız iyilikler sizi daha bir insan yapar, var olma nedeninizi hissettirir. En önemlisi de kendinizi daha mutlu
hissedersiniz, yani asıl iyiliği kendinize yaparsınız. “İçinde hep en iyi ikinci olacağı inancını koruyanlar hep o işi
en iyi ikinci yapan olurlar, birinci olarak değil.”

GÜLÜMSEMEK ÜZERİNE
Gülümsemek taşı suya attığınızda yayılan dalgalar gibi yüzden yüze yayılır. Gülümsemek size de iç huzur verir. En
mutsuz anınızda gülümseyin rahatlarsınız. Gülümsemek iletişime değer katar. Kendinize gülümsemediğinizde
kimseyle beraber gülemezsiniz. Kendinize gülmediğinizde, herkes size güler. Gülümseyin; dünya da sizinle
birlikte gülümser. Dünyanın en güzel görüntüsünü görmek mi istiyorsunuz? Geçin aynanın karşısına kocaman
gülümseyin.

Şevval Bilen 9/A

ENDEMİK

Endemik kelimesi Yunanca endemos kelimesinden
gelmektedir. Anlamı ise o yere ait demektir. Endemizm

ise bir bitkinin o yere ait olma durumu şeklinde
açıklanmaktadır. Fransızcadan dilimize girmiş olan
endemik kelimesinin sözlük anlamı ise sadece bir
bölgede yaşayan veya yetişen bitki, hayvan şeklinde
açıklanmaktadır. Birçok kaynakta karşılaşılan endemik

bitki sınırları belli olan ve dar bir alanda yayılış
gösteren bitkilere denmektedir.

Endemik bitki, dünyanın yalnızca bir yerinde
yetişen bitkiye verilen isimdir. Türkiye’de yetişen
endemik bitki türleri yaklaşık 3000 civarındadır.
Yani diğer bir deyişle Türkiye’de yetişen bitkilerin
yüzde 30’u endemik bitkidir.

Zeynep İrem Deniz 9/A

Türkiye'de Endemik Bitki
Çeşitliliğinin Fazla Olma Nedenleri Nelerdir?

Türkiye'nin, barındırdığı endemik bitki türleri bakımdan
zengin olmasının nedenleri arasında ülkemizin kıtaları
birbirine bağlayan kritik bir coğrafyada oluşu, dağlık ve
engebeli bölgelerinin fazla oluşu, yağış yönünden zengin
oluşu ve dört iklimin yaşanıyor oluşunu sayabiliriz.

Avrupa’da toplam endemik bitki türü 2500 iken,
ülkemizde 3100’dür. Ülkemizde gördüğünüz üç bitkiden
biri endemik ve ne yazık ki, yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya olan pek çok harika bitkimiz var. Türkiye’de
yaklaşık 1500 endemik bitki türü yok olma tehlikesiyle
karşı karşıyadır. Türkiye Flora Araştırmaları Derneği 20
ciltten oluşan, resimli ve Türkçe yazılmış bir kitap
projesini 2009’da başlattı, 2023’te bitirmeyi planlıyor.

Türkiye’de Yetişen Bazı
Endemik Bitkiler

KASNAK MEŞESİ

En sık görüldüğü bölgeler Konya, Afyon, ısparta
ve Kütahya illeridir. Odunları değerli kabul

edilen bir ağaç türüdür. Genellikle mobilya
kaplaması ve parke üretiminde kullanılır.

İSTANBUL NAZENDESİ

LATHYRUS UNDULATUS

Yaprak döken ormanlar ve yol kenarlarında
yetişir. Nisan-Haziran arasında çiçek açar.
Kuzeybatı Anadolu’da bulunur. İstanbul’un
Asya yakasındaki fundalıklarda zengin
popülasyonları bulunur.

SEVGİ ÇİÇEĞİ

Papatyagiller (Asteraceae) familyasından, Türkiye' ye özgü,
nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir çiçek türü.

Halk arasında yanar döner, gelin düğmesi, türbe ya da kırmızı
peygamber çiçeği ve hasırcı çiçeği olarak da bilinen sevgi

çiçeği dünyada yalnızca Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Hacı Hasan
Köyü yakınında yetişmektedir. Nesli, tarım ilaçları yüzünden
yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Bern Sözleşmesi
kapsamında koruma altına alınmıştır. İlk kez 1848 yılında Rus

bilim insanı Pierre de Tchihatcheff tarafından Ankara: Gölbaşı,
Gölbek-Yavrucak arasından toplanmıştır. Türkiye bitkileri
eserinde belirtilen Afyonkarahisar-Mehmetköy kaydı
yanlışlıkla yazılmıştır.

Ülkemiz yaklaşık 10.000 bitki türüne ev sahipliği yapıyor.
Peki bunların yaklaşık ne kadarı endemik dersiniz?

A)10 B)3000 C)2000 D)50

GÜVEN "inanmaktır"

Bazen “hocam netlerim artmıyor, problemleri anlayamıyorum, düzenli çalışamıyorum,
konularım eksik, motive olamıyorum, hiçbir şey net değil! Öff derse oturamıyorum,
pöff sıkılıyorum! gibi söylenseniz de birçoğunuz bu sürecin kahramanı oldunuz. Bu
nedenle kendinizi “moralim bozuk, motive olamıyorum, başarısızım, yapamıyorum”
adı altında damgalamayı bırakın.

Aynı şeyi, aynı stille yapıp sonuç alamayanlarınız varsa belki de baktığınız yer
yanlıştır, o zaman yer değiştirin, karar değiştirin! Kendinizi yetersiz görüyorsanız
farklı bir yol deneyebilirsiniz. Bazen geçmişe dönüp bak, kendini ve yaptıklarını
değerlendir, eksiklerini tespit et ve onlara yoğunlaş. Doğru yaptıklarından esinlen.

Seni, senden iyi kimse bilemez. Kendine göre, imkanlarına göre çalışmanı
çeşitlendir. Yanlış yapmaktan korkma. Yaptığın yanlışa dönüp mutlaka bak.
Doğrusunu öğren. Yapamadıysan demek ki bir eksik var. Bu eksiği tespit edip
üzerine gitmeye üşenme…

Böyle zamanlarda sakin kalırsan, sabırlı olursan, durumu abartmazsan ipi göğüslersin.

Gücünün yetmediği an geldiğinde şunu düşün: vazgeçeceksem buraya kadar niye
geldim?

Olumlu düşün. Hayal et. Merak et.

Gitmediğini düşündüğün yerde dur, bazen bir adım geri çekildiğinde büyük resmi
görmen daha kolaylaşır.

Hedef de senin hayat da senin. Bahaneleri biriktirme. Bu süreci yaşayan yalnızca
sen değilsin.

Bu süreçte seni hedefinden uzaklaştıracak ne varsa onlarla vedalaş. Krizi fırsata
çevir, vaktini iyi değerlendir! Oku, yaz, çiz, söyle, izle…

Soru işaretleri, belirsizlikler seni yolundan alıkoymasın. Sakin ve sabırlı kaldığın
sürece yolun sonunda hayallerine kavuşacak olan sensin.

Düzgün konuşurdu, küfür bilmezdi. Etrafındaki insanlar onu sayıyor, konuştuğunda
zevkle dinliyorlar bazen de akıl danışıyorlardı. Halbuki o hep tüfeklerin dilinden konuşmak
isterdi, savaş alanında patlayan topların... Ama o bülbüldü, kuru barutun patırtısı
yerine hoş nağmeler çıkardı köse suratındaki tatlı dudaklarının arasından. Karşısında
korku dolu bakışlar değil de sempatik bir gülümseme görünce dehşete düşerdi. Belki
de onu dinlemelerinin sebebi, gerçekleri veya hissettiklerini söylemediği zaman
durmadan, kendine hoyrat davranan bir pancar motoru gibi üst üste fikirler üretmesiydi.
Durursa öleceğini sanan bir atlet gibi hiç durmadan yeni şeyler sunardı. Böylece bir
omzunu Haydarpaşa'ya verdi, gözleri ise Selimiye'yi arıyordu, soyluca toplandı.
''Biz yeni doğmuşuz bir milletiz, o yüzden yüzlerce yıllık tarihi binaları izlemeyiz,
modern mimarinin doruklarına göz dikmeyiz, insanlara bakarız. Çünkü onlar
da bizim gibi yeni doğmuşlardır. Neler giyiyorlar, ne yiyorlar, nasıl konuşuyorlar
veyahut ablak suratlarında nasıl bir ifade var, aşağıda mıyız yukarıda mı?''

Ne alakası vardı o da bilmiyordu, konuşması gerektiğini hissettiği zaman konuşurdu.
Şu an durdu demek ki konuşmamak gerekli olandı asıl. Aynı bu şekilde bir gün
sevmek gerekecek, sevecekti. Ölmek gerekecek, ölecekti. Öyleyse, öyle olurdu işte.
Düşünmek gereksiz bir erdemdi. Sonrasında yerine oturdu, her şey bitmiş gibiydi.
Halbuki karşısındaki adeta bir Çin efsanesinden fırlamıştı, ondan dünyayı baştan
yaratmak gerekirdi. Kaygısız geçmiş bir ömür kadar uzun kapkara saçları arada ona
da değiyordu, biraz da havaya karışıyordu. Hayat böyle birbirine küsmüş film şeritleri
gibi, alakasız sahneleri sunmayı severdi. Haydarpaşa gitmiş, kara bir vapura benzeyen
işgalci gözler karşısındaydı şimdi. Belki birazdan bir martı her şeyi mahvederdi veya
sessiz bir balıkçı teknesi selam verirdi. O da usta bir aktör gibi, her sahnede eşsiz
bir oyunculuk sahnelerdi. Her bir cümle, her bir mimik sanki daha önce çalışılmıştı.
Profesyonelliği ile tekrar konuşmak için ağzını açtı, yanlış alarmdı. Kavradı üstat
yanlışını, esnermiş gibi yaptı. Bin tavırla tekrar her şeyi yatıştırdı. Sonra beklemeye
devam etti. İçinde adeta bir ateş yanıyordu, konuşma gerekliliği, isyan gerekliliği,
tüzükler, manifestolar, güm güm eden yürek, yapılacak hareketin hangisi olacağına sıkı
bir iddiaya tutuşmuşlardı. Birden durdu, karşısındakinin elini tuttu, kalbine götürdü.
Düzgün bir cümle bulmalıydı, eski bir kitaptan hatırladı, ne alakası vardı düşünmedi.

''İşte Rodos, haydi atla!''

Talha Özkaynak / 2020 Mezunumuz

Koç Üniversitesi Tarih

YARDIMSEVERLİK

Sabah yedi sularıydı, küçük bir kasabadaydık yeni bir güne uyanmanın mutluluğunu yaşıyordum. Sanki
hayatımda ilk defa endişe, mutluluk aynı zamanda korku duygularını yaşıyordum. Belli mi olurdu başıma neler
geleceği, bir saat sonra neler yaşayacağım?

Tamamıyla aklımda çıkan soru kalıplarıyla uykudan uyanmaya başlıyordum. Yepyeni bir gündü hayatımda
yaşayabileceğim belki de en huzurlu gün olabilecekti. Odamın penceresinin önünde bana bakan düşünceli
kuşlarım, yanıma gelen bana uzaktan da olsa bakabilen ve bana göz kırpan bulutlar beni güne bağlayacak
önemli detaylardandı. Alt katta bana seslenen aile bireylerim, odama gelen sıcak ekmek kokusu sayabileceğim
daha güzel her şey beni merhaba, selam olsun sana güzel günüm dedirtebiliyordu.

Her zamanki gibi başucumdaki kitabımı açıp en sevdiğim bölümü tekrar tekrar okuyordum. Ne zaman içime
huzur dolsa kitabımın en güzel paragrafını okuyup tekrar dalarım düşüncelerime. Çevirdikçe kitabımın
kokusunu alıyordum ve her bir kitap sayfası benim için başka bir öyküyü anlatırdı. Kitabımı çekmecenin
içine bıraktıktan sonra kaloriferin üstündeki hırkamı giyip, merdivenlerden adım adım ilerliyordum. Aniden
annemin yanına doğru yöneldim. Benim için en önemli olan sabahları annemin beni kızgın gözlerle, gözlerinin
içindeki şimşek ve sevgiyle bakması çünkü ne kadar bana kızsa bile onun gözlerindeki ışığı ve bana göre en
güzel manzara olan sakinliği, coşkuyu gördükten sonra ona sarılmak isterim. Sanırım bu düşüncelerden sonra
annem bana bakıp masayı işaret edermişçesine kaşını kaldırdı. Kahvaltı masasına yavaş yavaş oturuyorduk.
Sabahları genelde kahvaltı yaptıktan sonra annemle keyif yapar sonra sohbet ederdik. Annemle uzun uzun
konuştuktan sonra birden aklıma zavallı dedeciğim geldi. Ne kadar severdi bizimle kahvaltı yapmayı, onun
adını duyunca çok mutlu oluyorum. Onun olmaması beni ne kadar üzse bile bana öğrettiklerini, katkılarını
hiçe saymam mümkün değil. Dedeciğim en çok da benimle sohbet etmeyi ve kendinin dinlenilmesini severdi.
Bir an duraksadım ve aklıma dedemin konuşmalarından oluşan bir bölüm geldi. Dedem vefat etmeden önce
beni yanına çağırmıştı. Birlikte uzun uzun oturmuştuk ve birden bana elini uzattı, bak yavrucuğum, ben yoksul
bir ailenin ilk evladıydım, annemin ilaç almaya, erzak almaya ne bütçesi ne de kudreti yeterdi. Babam desen ben
doğduktan sonra rahmetli olmuştu. Annem iki evladı ile beraber küçük bir kasabaya taşınmıştı. O kasabada
hayatımda hiç şahit olmadığım olaylar yaşanırdı; çocuklar okula gidemez, gençlerin kitap almaya bütçeleri
yetmez, çocukların karnı doymaz, hayvanlar için bir kap yemek bile koyacak durumda olmayan insanlar
yaşardı. Belki sana tuhaf gelecektir, bilmiyorum ama hayatı hepimiz kolay yaşamadık, önümüze nasıl zorluklar
çıktı bir bilsen diye eklemişti. Dedem öyle bir anlatıyordu ki sanki olayı bizzat yaşamış ve orada bulunmuşum
gibi gözümde o insanların halleri canlanıyordu. Dedem sıklıkla gözlerini kapatıyordu iki saniye duraksadıktan
sonra kaldığı yerden devam edip, gözlerimin içine bakıyordu.

Bak yavrum benim, ne yiyecek düzgün ekmeğim ne de anneme ve kardeşime destek olabilecek halim kalmıştı.
Annem de kardeşimden beş ay önce hayata gözlerini yummuştu, kardeşim dersen birlikte işleri yerine koymak
için az da olsa emek vermeye çalışıyorduk. Tabii o zamanlarda zor çalışıyorduk, kardeşim doğuştan engelli bir
bireydi ve evde üç tane sağlıklı bir birey olmadığı sürece geçinmek çok zordu. Sık sık olmasa da herkes yattıktan
sonra fırına gidip sabah ekmeklerini ben fırına atıyordum. Buradan alacağım ücret de o kadar masraf için
yetmeyebiliyordu. Kardeşimin ilaçlarını almak için bu ücret az da olsa bir umut kaynağı oluyordu ama uzun
süre götürmeyeceğini biliyorduk. Bu olaydan sonra aradan uzunca vakit geçmişti ve kardeşimi annemden
sonra kaybettik. Tek başıma hayata tutunmaya çalıştım bir şekilde derken bir anda sözünü bölmüştüm
dedemin. Bir an şöyle demiş bulundum: kardeşini kaybettikten sonra ayakta kalıp hayatına devam edebildiğini
“Anlayabiliyorum ama bunun çok zor olması gerek öyle değil mi?” diye ekledim.
Dedem, ne kadar da söylesem o anki durumumu anlamayacağını bilsem de şöyle söyleyeyim; sanki bir evdesin
ve bina üstüne yıkılıyor, kimsenin varlığından bir an haberin yok açıkçası, bu benim duygularımı anlatmak için
küçük bir ifade ama bir insan deprem anında nasıl korku ve endişeli yaşarsa o duyguları yaşadım. Söz gelişi
bütün her şey benim üstüme devrildi ve kardeşimin ölmesine öyle acıdım ki her seferinde onu düşünürken
kalbime bir ağrı saplanır.
Bir annem, bir babam, bir kardeşim vardı şu hayatta hepsi gittikten sonra yaşamak bile istemiyordum. Herkesin
hayatında bir mucizesi var derdi bana dedem bu cümlelerden sonra biraz dinleneyim ve sana önemli bir
konudan bahsedeceğim dedi. Heyecanla ve merakla bekliyordum. Çünkü dedemi hayatını anlatırken ilk defa
duyuyordum. Dedemin dinlenmesiyle bu sefer cam kenarına geçip karları izleyerek konuşmaya başlıyorduk.
Dedem önce kısık bir sesle tüm kuvvetini toplayarak söze başladı. Evet evlat bu da benim mucizelerim,
hayatımı sana bir film ile izletmek istesem de bu sözcüklerle anlatmak zorundayım. Şimdi senden bir şey
isteyeceğim evlat, hayatında her zaman için en az bir kişiye bir faydan olmadan gitmeni istemiyorum. Sana
oradaki insanların neler çektiklerini ve zorluklarını anlattım, her gün umutla yaşıyordu onlar. Anneleri
ekmek getirince gözlerindeki ışıltılar çiçekleri andırıyordu. Onlar güldükçe ben de mutlu oluyordum.
Pencereden izlerdim hep düşünürdüm okula gitseler, büyük insanlar olsalar, kasabamızı kurtarsalar ama nafile
bunları yapacak olanaklarımız yoktu. Senden ricam eğer bir gün öğretmen olursan köydeki, kasabalardaki,
çocuklarımıza yardım et olur mu? onlara elinden gelenin en iyisini yapmaya çalış. Onlara merhamet et, sevgini
göster. Beni en çok böyle mutlu edebilirsin eğer bu dediklerim gerçekleşirse seninle hep gurur duyacağım.
Beni bu hayatta üç şey mutlu etti: Birincisi, kardeşime ekmek götürebilmem, ikincisi babamın bana tahtadan
oyuncak yapmasıydı şimdi sen bunları gerçekleştirebilirsen üçüncüsünü sen yaratmış olacaksın o mutluluk
cümlesini sona bırakacağım dedi. Dedem babamın da öğretmen olmasını istiyordu her zaman öğretmenlik
için bir cümle söylerdi ve bu cümleyi unutmam mümkün değildir. “öğretmenler bir ağacın gövdesi gibidir ne
kadar faydalı olursa o kadar meyve verir.” Her bir dalı da öğrencilerdi, bilgiye muhtaç öğrenciler, öğretmenlerini
örnek alanlar ve sevdikleri öğretmenlerin yüzüne gözleri gülecek şekilde ve masum bir şekilde bakanlar derdi.
Empati yaparak yaklaşıyorum da onu anlıyorum o okula gidemedi içinde bir burukluk olduğunu her zaman
söylemiştir. Ve bu söylediklerinden kısa zaman sonra dedemi kaybettik. Son sözleri de bunlardı.

Şule Akgün 10/A

Bu söyledikleri ne zaman aklıma gelse dedemle oturduğumuz yerde kardan adam yapan çocukları izlerim. Ben
ne zaman eve gelsem dedem çocukları izler, onlarla konuşmadan mutluluklarına dahil olurdu. O sandalyeye
bile bakınca dedemin gülüşleri gelirdi aklıma. Bu olayların beni çok etkilediğini anlamıştım, hepsini kendimce
geçiriyordum, kitaplarıma belki uzun zaman sonra yaşadıklarımı anlatan güzel bir eser ortaya çıkarırdım belli
mi olurdu?
Kısa zaman sonra annemle babam gelmişler öyle bir dalmışım ki hem çizip hem de dışarıdaki insanları
izliyordum uzun süredir. Hemen yanlarına gideyim dedim küçük adımlarla. Babam her zamanki gibi
televizyonu açıp kumandayı koltuğun yanındaki küçük bir cebe bıraktı. Annem ise eve gelir gelmez işlerini
halletmeye çalışıyordu. Babam, ses tonunu bir an bir ton yükselterek, hep birlikte film izleyelim ne dersiniz?
dedi. Bir an ben bir kahkaha patlatacaktım içimden ah baba! Senin sayende keyfimiz yerine geldi gibi bir
cümle söyleyecekken vazgeçip susma hakkımı kullandım. Onun yerine çok güzel bir fikir olabilir anneme de
uygunsa hemen başlatıyorum diye ekledim.
Film öyle akıcıydı ki zamanın nasıl geçtiğini hiçbirimiz anlayamadık. Aradan bir iki saat geçtikten sonra filmi
bitirip hunharca yemeğe dalmaya çalışacakken babam, yemekten sonra size benim için değerli olan birkaç
eşyamı göstereceğim dedi. Babacığım kesin eski kasetlerini gösterecekti yeniden bize sonra altta kalan eşyaları
gösterecektir. Tabii annemin babamın gazına gelip göstereceği eski eşyalaarı da hesaba katarsak eğer yaklaşık
iki saat çatı katındayız demektir bu. Annem tam bir gazete hayranıdır, evimizin bir odası kitap, dergi, gazete
içerir. İşlerimizi hallettikten sonra çatı katına çıktık. Babam sepetini hemen buldu bizim de orada bir köşeye
sıkışıp kalmamamız, ona yardım etmemiz gerektiğini söyledi. Babamın yanında ki küçük taburelere oturduk
artık o kadar tozlanmış ki bu eşyalar tozlardan eşyaları görmekte zorlandık diyebilirim. Bir iki saat boyunca
babamın eşyalarındaki hayatı, lise yıllarını, arkadaşlarını, kasetlerini vb. bütün eşyalarına ve fotoğraflarına
baktık. Artık aşağıya inme vaktimiz geldikten sonra sevgili aile bireylerime söylemem gereken önemli bir konu
vardı.
Odama çıktım, önce biraz hazırlık yaptıktan sonra konuya girmeye karar verdim, aşağıya indim ve bütün
gözleri üstüme çekmeyi başardım. Dedemin bana anlattıklarını ve benden istediklerini anlattım. Ve onların
düşüncelerini beklemeden ben öğretmen olmak istiyorum, dedim. Meslek sahibi olmama az bir süre kalmıştı,
karar verme aşamasındaydım. Hemen ekledim merhamet duygusunu öğreteceğim, ben de onlara bir ışık olmak
istiyorum. Bence bana göre çocuklarla ilgilenmek onlarla vakit geçirmek ve onları şekillendirmek bana ve
onlara katkı sağlayacaktır diye düşündüm. Annem bana öyle bir bakmıştı ki o anda o bakışları ve üst dudağını
kaldırışı sanki çok rahatlatıcı bir şey söyleyecekmiş gibi gelmişti ve doğru bildiğimi umut ettim.

Annem senin ile gurur duyuyorum unutma çocuklarımızın eğitime ve senin gibi vefalı öğretmenlere çok
ihtiyacı var. Küçük kasabadaki çocuklara, köydeki çocuklara eğitim olanağı sağlamak kadar güzel bir şey yoktur.
Her gün haberleri izliyoruz, görüyorsun çocuklarımızın yardıma bir ele ihtiyaçları var. Biz seni destekliyoruz
unutma merhamet duygunu arttırmalısın, bu dünyada hayvanlara, çocuklara, insanlara gösterdiğin merhametle
biz seninle gurur duyacağız, dedi. Sanırım biraz erken karar versem de yolumu şekillendirmek bana bağlı.
Dedem ve bütün sevdiklerim için bütün insanlara örnek olacağım. Günler öyle hızlı geçti ki bu yazdıklarımdan
sonra kaç gün olduğunu tahmin bile edemezsiniz, zamanın bu kadar hızlı geçtiğini ben bile tahmin etmedim,
her günümü anlatan defterime bakınca bile şaşırmıştım. Çok çalıştım, çok emek verdim, kararlıydım artık
ben hayvanlara, insanlara, bütün dünyadaki çocuklarıma yardım etmek ve onların da bu dünyada gözlerinin
içindeki güneşi, bulutları görmek için çırpınıyordum. Dedemin çocukluğu için onu güzel bir nesil bekliyordu
bundan sonra. Ben ise yolumu şekillendirmiştim bile öğretmenlerimden ve hayatımdan esinlendim bu kararı
verirken hepsini örnek alarak yetişmeye çalıştım. Ben de kalbinde sevgi besleyen, öğrencileri için elinden
gelenin en iyisini yapabilecek bir öğretmen oluyordum.
Hem de dedemin doğup büyüdüğü kasabaya çok güzel bir okul yaptırdık arkadaşlarımla. Oradaki hayvanlara
yaşayacak küçük bir yer ve küçük büyük herkese eğitim verilecek bir alan hazırlamıştık artık. Okulumuza
gelir gelmez buraya nasıl geldiğimi düşündüm? Her şey aniden gelişse bile çok mutlu olacağıma inanıyordum.
Annemin, babamın ve dedemin katkılarıyla bu yollara geldiğimi ve güzel öğrencilerimle, arkadaşlarımla bu
okulu güzel ve eğlenceli bir alana çevirmek adına her şeyi yapıyorduk. Bir akşam oturdum ve düşünüp kar
topuyla oynayan çocukların manzarasında ilk önce dedeme mektup yazmaya karar verdim. Onunla ne kadar
konuşmak isterdim yanımda olsaydı. Ama aradaki mesafe ne olursa olsun ben ona duygularımı iletecektim.
DEDECİĞİM, şu an ne kadar karşımda oturup bana sevgi dolu bakamasan da bugün üzülmeyeceğiz öyle değil
mi? Çünkü bugün sana söylemek için can attığım ve duymak istediğin önemli şeyler var. Senin yaşadıklarından
ve ilettiklerinden sonra bakış açım değişti. Sen bana çok güzel kapılar açıp, kapıdan elimi tutmadan kendim
geçmemi sağladın. Senin yolunda merhametli, sevecen ve öğrencilerimin gözlerindeki o renkli hayatı görmemi
sağladın. Yolda geçen hayvanlara bakıyorum, her gün onlara yemek veriyorum, çocuklara oyuncak alıyorum.
Ben şimdi öğretmen oldum ve orada o çocuklar için okul yaptırdım. Artık eğitim alıyorlar. Onlara senin bana
küçükken söylediğin hikayelerden anlatıyorum, örnek almalarını söylüyorum. Özellikle de sokak hayvanları
için çok elverişli alanlar hazırladım. Birine bile el olabilmek ne güzel mutlulukmuş meğer.

Şule Akgün 10/A

Bir aralık günüydü, durmamıştı kar daha
Gençlerin baş harfleri kazınmıştı çardağa
Bekliyorsun, saat sekiz buçuğa var daha

Ellerini ısıttın, çay koyup bir bardağa

Feriköy’e giden bir otobüsün arkası
Göğsünde taşıdığın bir lisenin arması
Üzerinde babanın koyu yeşil parkası
Gözlerini açmanla otobüsün varması

Bulutların yansıması gözlerine vurdu
Bir esinti saçlarını ardına savurdu
Kelebekler avuçlarında çırpınıp durdu
Kaburgalarında kalbinin ritmi kudurdu

Ekin Utku Yeter 12/C

İçimde çırpınıp duran kelebeklerin kanatlarını
parmak uçlarımla kopardım
Seviyor sevmiyor
Seviyor sevmiyor
Seviyor ve sevmiyor
İntikamım

Bilekleri bağlı bir deneğin gülümsemesiydi
Yazdım

Senin dalga geçtiğin şiirler bir intihar notuydu
Cam kırıkları parmaklarıma battı

Gözyaşlarım bir başkasının yanaklarından
aktığında

Ekin Utku Yeter 12/C

YAZAR
VİRGİNİA WOOLF

1882’de Londra’da dünyaya gelen Virginia Woolf, Victoria devrinin tanınmış yazarlarından Sir
Leslie Stephen’ın kızıydı. Annesi ve babası daha önce başkalarıyla evlenmişler, daha sonra ise bir
araya gelmişlerdi. Her ikisinin de ilk eşlerinden çocukları vardı.
O dönemlerde kadınlara çok hak verilmediği için Virginia okula gidememiş ve eğitimini evden almıştır.
Babasının görkemli kütüphanesi sayesinde kendi kendini geliştirmiştir. Özel öğretmenler sayesinde
Latince ve Yunanca dersleri almış olan yazar daha dokuz yaşlarındayken ağabeyi Thoby ile evlerinde
Hyde Park Gate News isimli haftalık dergi çıkarmaya başladılar.
Takvimler 1895’i gösterdiğinde annesini grip nedeni ile kaybeden küçük Virginia henüz 13 yaşındaydı.
Annesinin ölümü onu derinden etkilemiş 2 yıl boyunca sinir bozukluğu nedeni ile krizler yaşamaya
başlamıştı. Virginia ve kardeşi Vanessa üvey kardeşleri George ve Gerald Duckworth’ün tacizine
uğramışlardı. Bu yaşadığı ağır şok ve çok ağır depresyon nedeni ile zaman zaman hayali yaratıklar
görüyordu ve olmayan sesleri duyma gibi halüsinasyonları yaşamaya başlamıştı. 1904 yılında ise
babasını da kaybetmesiyle yaşadığı travmatik durum sonrası gerçek yaşama dönmesi bir hayli
zaman aldı.
Virginia Woolf 1912 yılında Leonard Woolf ile evlenmiştir. Leonard Woolf eşi için bir basımevi
kurmuştu ve bu da Virginia Woolf’un yazdığı kitapları yayımlatması için bir fırsat olmuştu.
Tarih 26 Şubat 1941’i gösterdiğinde Between the Acts’i bitiren Woolf müsveddesini okuması için
kocası Leonard’a vermişti. Bu romanı yazarken sıkıntı çekmeden büyük bir keyifle yazmıştı. Kitabı
okuduktan sonra kitaptan hoşlanmayan Virginia Woolf’un depresyonu iyice artmaya başlamıştı.
Okuyamayan ve yazamayan bu şekilde aklını tamamen yitireceğinden endişe eden Virginia Woolf
kendini ölmeye hazır hissetti. Takvimler 28 Mart 1941’gösteriyorken kocası Leonard’a veda mektubu
yazdı. Bastonu ile Ouse ırmağına yürüdü ceplerini kendini suda batırmaya yetecek kadar taşlarla

Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun
istemiyorum. Bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem.
Kaynak: Kidega

Sude Nur Güney 10/A

PANDEMİ SÜRECİ VE GENÇLER
Günümüzde birçok konuda yetkinlik ve objektif düşünebilme becerisine sahip olmak önem kazanıyor. Farklı
alanlarda beceriler kazanan bireyler de ülkelerinin kalkınmasına büyük fayda sağlıyor. Bunların hem zihinsel
hem de fiziksel becerilerle harmanlanması ve genç bireylere öğretilmesi ülkenin gelişimi için temel hazırlıyor.
İşte bu temelin pandemi sürecinde korunması ve güçlendirilmesi sağlam bir duygusal alt yapı ile mümkündür.
Pandemi sürecinde pes etme noktasına gelen pek çok genç, öz güvenlerini yitiriyor. Geleceğe kararlılıkla
bakabilmelerinde destek olmak için onlara hitap eden yöntemler bulmalıyız. Akademik başarı için derslere
katılımın desteklenmesinin yanı sıra, yeteneklerini keşfedebilecekleri etkinlikler bu amaç için önemli olabilir.
Özel ilgi alanları doğrultusunda gençlere spor, bilim, sanat ve kültür faaliyetlerinde kendilerini bulmalarını,
ortaya çıkardıkları ürünlerle hayatlarını zenginleştirerek olumsuz düşüncelerinden kurtulmalarını
sağlayabiliriz. Genç bireylerin kimliklerini oluştururken, farklı bir alanda beceri kazanarak hayatın farklı
yönlerini keşfederken problem çözme ve kriz yönetme becerilerinin de bu etkinliklerle geliştirilebileceğini
düşünüyorum.
Kişilerin kendilerini keşfetmeleri ve yeteneklerini değerlendirebilmeleri konusunda artık IQ tek başına yeterli
olmuyor. Çünkü gerçek başarının anahtarı kültürel ve duygusal zekâda gizli. Duygularını tanıma ve farkında
olma onları yönetebilme, kendini motive edebilme, empati, girişkenlik, liderlik önemli yaşam becerileridir.
Bu beceriler sayesinde kendini tanıyan ve öz güvenli olan bireyler gerek akademik gerekse profesyonel
hayatlarında başarılı olma yolunda iyi sonuçlar elde ediyorlar. Bu özelliğin erken yaşlarda kazandırılabilmesi
için gençlerin çok kültürlü ortamlarda bulunma, iyi arkadaşlar seçme, sosyal medya hesaplarında yıllar sonra
karşılarına çıkacak kimliklerini oluşturma gibi konularda okul yıllarından itibaren daha duyarlı olmaları
gerekiyor. Bu amaçla sözünü ettiğim konular ile ilgili etkinlikleri uzaktan eğitim sürecinin bir parçası haline
getirerek gençlerin bu alanlarda daha donanımlı olmalarına katkıda bulunabiliriz.
Sanat, spor ve bilim alanlarında yapılan çalışmalar yeteri kadar ilgi ve destek görmüyor. Bu alanlardaki
birçok meslek ve dalın tanıtılması ve gençlerle buluşturulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Onların
okul hayatları boyunca sanat faaliyetlerine katılıp ilgi göstermeleri, spor yaparak ruhen ve fiziken kendilerini
tazelemeleri, bilim alanında ilgilerini çeken çalışmalarda yer almaları her ne alanda çalışırlarsa çalışsınlar
başarılarına katkı sağlayacaktır. Çünkü ister müzik olsun ister spor olsun genç kendini ifade ederken bir
yandan da takımın bir üyesi olmayı öğrenir.
Farklı beceriler kazanmak ve geliştirmek sadece bireysel değil toplumsal varlığımıza da katkı sağlar. Kültürün
artık dünya ile iç içe durumda ve evrensel değerlere bağlı olduğu bir dönemin gençleri olarak yetenek ve
ilgilerimizi eğitimlerle keşfedip geliştirerek kendimizi olgunlaştırırken ülkemizin refahına katkı vermeye de
hazır hale gelebiliriz. Öz güvenli ve cesur bireyler olmak, dünyayı takip ederken vatanımızı, insanımızı da
tanımayı gerektirir. Geleceğin toplumunda onay beklemeden karar veren, çalışan insanlar bizi çağdaş uygarlığın
da ötesine taşıyacaklardır.
Bir krizde paniğe kapılmadan davranabilmek önemlidir. Aynı zamanda problemlerin çözümünde başkalarıyla
ortaklaşabilmek geleceğimiz için hayati önem taşır. Neden-sonuç ilişkisi kurabilmek, olayları çok yönlü
inceleyebilmek ve seçenek oluşturmayı da öğrenmeliyiz. Sorun çözme yeteneği kazanıp takım halinde farklı
alanlarda çalışabilmek sorunlar karşısında vazgeçen ve sorumluluk almaktan çekinen gençleri sorun anında
çözümler üreten, doğru kararlar veren parlak zihinlere dönüştürecektir. Neden-sonuç ilişkisi kurup problemlere
pratik ve doğru çözümler üretebilmek için sudoku, farklı seviyelerde bulmacalar, satranç, dama vb. etkinlikler
hem akademik derslerimizi hem de zihinsel becerilerimizi üst düzeye çıkaracaktır.
Sözün özü özgür bırakılan genç zihinler, ilerlemek, gelişmek için bekliyorlar. Çok daha güçlü bir ülkenin
kaderini belirlemek için sabırsızlanıyorlar.

Yağmur Özçelik 9/A

TÜRKIYE'NIN F-35 MESEL

Türkiye 1996 yılında başlayan ve 12 Temmuz 2002' de "3. seviye ortak" olarak katıldığı JSF/F-35 projesinden
17 Temmuz 2019' da "S-400 Krizi" nedeniyle ABD tarafından çıkarılmıştır. Bu 17 yıllık süreçte Türkiye askeri
havacılık sektöründe F-16 modernizasyonları ile birlikte JSF projesinde büyük tecrübeler elde etti. TAI,
ASELSAN, Tübitak SAGE gibi kurum ve kuruluşlar da büyük ölçüde kazanç elde ettiler ve prestijleri arttı.
Türk Hava Kuvvetleri 30 adedi kesin olmak üzere toplam 100 adet F-35A (Hava Kuvvetleri varyantı) sipariş
etmişti ve bu sayı ile Amerikan Hava Kuvvetleri (USAF) ve Kraliyet Hava Kuvvetleri' nden(RAF) sonra en fazla
F-35 sahibi olan ülke olacaktı. Hatta S-400 krizinden hemen önce resmi olmasa da Deniz Kuvvetlerinden
LHD de kullanılma amacı için 16 adetlik ek F-35B (Amfibi Deniz Piyadeleri Varyantı) alımı ile toplam sayıyı
116'ya çıkarmak gündeme gelmişti, fakat talep resmiyete geçemeden projeden çıkarıldık.

F-35'in 3 ana varyantı vardır. Bunlardan F-35A Hava Kuvvetleri için dizayn edilmiş olup 9'u aktif olarak
kullanmak üzere toplamda 13 adet ülke tarafından sipariş edilmiştir. Gövde içerisinde 25mm lik GAU-22
topu kullanılıyor. Kısa mesafeli inişler için drag chute podu takılabilir. Havada yakıt ikmali olarak boom
prensibini kullanıyor ancak kullanıcı hava kuvvetlerinin isteğine bağlı olarak sepet sistemi için "refuel probe'
u" entegre edilebilir. F-35B; Amfibik birliklerin kullanımına uygun, Dikey iniş kalkış özelliğine sahip (pratikte
dikey kalkış yapmak mümkündür ancak pist ile kısa kalkış tercih edilir) Kalkışta hafif olması gerektiğinden
dolayı gövde içi top bulunmamaktadır, göreve bağlı olarak centerline pylon a gunpod takılabilir. Havada
yakıt ikmali için tüm donanmalarda standart olan sepet sistemi (basket) kullanılır. Şu anda Birleşik Devletler
Deniz Piyadeleri (USMC), Kraliyet Donanması (RN) Güney Kore Donanması (ROKN) Japon Deniz Öz Savunma
Kuvvetleri (JMSDF) ve İtalyan Donanması (MM) tarafından kullanılmaktadır. F-35C ise donanmalar için
tasarlanan varyantdır. Uçak gemiden tam kapasite ile kalkış için diğer varyantlara göre daha geniş kanat
açıklığına sahiptir, gemide az yer kaplaması için park halindeyken kanatlarını katlayabilme yeteneği
var. Gemiye iniş için uçağın arkasında bir kanca sistemi vardır. Bunun dışında F-35B gibi F-35C de refuel
probe kullanır ve gövde içi top yerine gunpod kullanılır. Bu uçaklar Amerikan ve Fransız Donanmalarının
kullandığı uçak gemilerinin standartlarına uygun olduklarından şu an sadece Amerikan Donanmasının
(USN) kullanımındadırlar.

F-35' in bunlara ek, kullanıcı talepleri ile oluşturulan iki ayrı varyantı daha vardır. Bunlardan İsrail üretimi
olan F-35I "Adir", genel olarak F-35A ile birebir aynı fakat İsrail envanterindeki her uçağa yapıldığı gibi IAI
(Israil Havacılık Endütrisi) üretimi aviyoniklerle donatılmıştır. CF-35 ise Kanada için geliştirilen, "boom"
havada ikmal yönteminin yanı sıra "refuel probe" ile sepet yöntemini de kullanabilecekti. Ancak bu uçağın
geleceği, Kanada yerel seçimleri ve bütçe kesintilerinden dolayı muallakta.

Yunanistan'ın Doğu Akdenizde yaşanan krizde Fransa’dan 18 adetlik Dassault Rafale F3R siparişi ve
Amerika’dan F-35 talebi krizi daha da körükleyerek Türkiyeyi yeni bir uçak ihtiyacına sürükledi. Peki Türk
Hava Kuvvetlerinin F-35 yerine alabileceği alternatifleri var mı? Bunun cevabı hem evet, hem de hayır.
Hayır ,çünkü F-35 gibi kapsamlı ve yüksek teknolojiye sahip bir multirole uçağın şu an dünyada malesef bir
alternatifi yok. Ancak Türk Hava Kuvvetlerinin en azından F-35 sorunu çözülene kadar elindeki F-4E lerin
yerine alabileceği, ara ihtiyacı giderebilecek uçaklar mevcut.

CF-35 F-4E 2020

Türkiye'nin İlk F-35A'sı F-35A F-35B F-35C

F-35I Adir


Click to View FlipBook Version