The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Sporda Nefret Suçları Sempozyumu Kitapçığı

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by edebice, 2016-12-29 18:53:58

Sporda Nefret Suçları Sempozyumu

Sporda Nefret Suçları Sempozyumu Kitapçığı

Keywords: spor,nefret,ırkçılık,ayrımcılık,aşağılama,yanancı düşmanlığı,islamofobi

Sporda Nefret Suçları Sempozyumu

21-22 Mart 2016
ISBN: 978-605-4222-40-7

Editör
Dr. Necati CERRAHOĞLU

Çanakkale / 2016

Düzenleme Kurulu

Prof. Dr. Yücel ACER Prof. Dr. Osman ŞİMŞEK
(Çanakkale Onsekiz Mart (Namık Kemal Üniversitesi,

Üniversitesi, Rektör) Rektör)

Prof. Dr. Yener YÖRÜK Prof. Dr. Mustafa AYKAÇ
(Trakya Üniversitesi, Rektör) (Kırklareli Üniversitesi,
Rektör)

Bilim Kurulu

• Prof. Dr. Azmi Yetim, Gazi Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Arslan Kalkavan, Recep Tayyip Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Bernd Straß, Münster Üniversitesi, Almanya
• Prof. Dr. Cengiz Arslan, Fırat Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Erdal ZORBA, Gazi Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Günter A. Pilz Hannover Üniversitesi, Almanya
• Prof. Dr. İ. Hakkı Mirici, Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
• Prof. Dr. Ken Hardman, Worcester Üniversitesi, İngiltere
• Prof. Dr. M. Akif Ziyagil, Mersin Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Osman İmamoğlu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, TR
• Prof. Dr. Peter Kapustin, Castle Seeburg Üniversitesi, Avusturya
• Prof. Dr. Ron McBriede, Texas A & M Üniversitesi, USA
• Prof. Dr. Sebastian Kaiser, Duisburg – Essen Üniversitesi, Almanya
• Prof. Dr. Yang Changyong, Southwest China Normal University,

China
• Doç. Dr. İlker TOKSÖZ, Trakya Üniversitesi, TR
• Doç. Dr. İlker ÖZMUTLU, Namık Kemal Üniversitesi, TR
• Dr. Necati CERRAHOĞLU, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,

TR
• Dr. Alaattin İŞERİ, Kırklaeli Üniversitesi, TR

• Dr. Gülşah ŞAHİN, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, TR

Sempozyum Organizasyon Kurulu

Dr. Necati CERRAHOĞLU
Başkan

Doç. Dr. İlker TOKSÖZ
Üye

Doç. Dr. İlker ÖZMUTLU
Üye

Dr. Alaattin İŞERİ
Üye

Dr. Gülşah ŞAHİN
Üye

Lokal Organizasyon Komitesi

Dr. İlhan ADİLOĞULLARI
Dr. Şakir SERBES
Dr. Erdal DEMİR
Dr. Cevdet CENGİZ

Dr. H.Özden YURDAKUL
Dr. Özhan BAVLI

Dr. Kadir KOYUNCUOĞLU
Dr. Gülçin GÖZAYDIN
Dr. Bilal KARAKOÇ
Öğr.Gör. Hasan ABANOZ
Öğr.Gör. Harun SUYÜNÇ

Öğr.Gör. Türkan SÖĞÜTÇÜ
Öğr Gör. Uğur ŞENTÜRK
Öğr.Gör. Zeynel DOHMAN
Arş. Gör. Ali Adnan ÇAKIROĞLU
Arş. Gör. S. Gizem ENGİN
Arş.Gör. Zülbiye KAÇAY

Okt. Mutlu DURMAZ
Okt. Ali COŞKUN

Okt. H. Ahmet TAŞPINAR
Okt. G. Elif ADİLOĞULLARI

Uzm. Oya DEMİRCAN

EDİTÖR
Dr. Necati CERRAHOĞLU

EDİTÖR YARDIMCILARI
Öğr. Gör. Hasan ABANOZ
Okt. H. Ahmet TAŞPINAR

Arş. Gör. Ali A. ÇAKIROĞLU
Arş. Gör. S. Gizem ENGİN
Arş. Gör. Zülbiye KAÇAY

Arş. Gör. Bilgetekin Burak Günar

PROGRAM
Prof. Dr. Mazhar BAĞLI
Dünya Genelinde Nefret Suçlarının Tarihi ve Bugünü

Kurt WACHTER
Sporda Ayrımcılıklar ve Mücadelede Uygulama Örnekleri

Doç. Dr. Ahmet TALİMCİLER
Türkiye’de Sporda Ayrımcılık Örnekleri

Av. H. Alpay KÖSE
Sporda Nefret Suçlarının Hukuki Boyutu

Gül KESKİNLER
DFB Entegrasyon Politikaları ve Sığınmacılarına Yönelik Uygulama

Örnekleri

Murat ÖZBAY / Semra DEMİRER
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Fair Play Yaklaşımı

Prof. Dr. Gıyasettin DEMİRHAN
Spor Bilimi ve Bilimsel STK’lar Açısından Sporda Nefret Suçları

Analizi

Zeki ÇOL
FİFA - UEFA’nın Sporda Nefret Suçları Politikası

Gül KESKİNLER
DFB-Aktiviteleri Film Gösterimi

Yrd. Doç. Dr. Necati CERRAHOĞLU
Sporda Nefret Suçları İle Mücadelede STK’ların Yeri ve Önemi

SEMPOZYUM AFİŞİ (TÜRKÇE)

SEMPOZYUM AFİŞİ (İNGİLİZCE)

12

NEFRET SUÇLARI NEDİR?
NEFRET SUÇLARI TEMASININ TEORİK ÇERÇEVESİ

Dünya genelinde 1990’lı yılların sonlarına doğru ise nef-
ret yasalarının kapsamı genişletilerek ırk, renk, etnik köken, uy-
ruk, din, cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, fiziksel ve zihinsel engel
gibi farklılıklar da yasa kapsamına alınmıştır. Toplumda baskı
görmeye açık, savunmasız grupların, diğer grupların ve sınıfla-
rın önyargıya dayanan her türlü saldırılarına karşı güvence altına
alınması gereği doğmuştur. Nefret suçları her ne kadar bireylere
karşı işleniyorsa da aslen hedef alınan o bireyin üyesi olduğu sos-
yal gruptur.

Ekim 2006’dan itibaren gelişmeleri takip etmek ve nef-
ret suçlarını önlemek için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
(AGİT), bir internet sitesi aracılığıyla (TANDIS – Tolerance and
Non-Discrimination Information System http://tandis.odihr.pl )
yaşanan gelişmeleri takip etmektedir. AGİT nefret suçlarını ön-
lemek için hazırladığı kılavuzda “nefret suçlarını” aynı zamanda
“önyargı suçları” olarak da tanımlamaktadır.

Nefret suçları oldukça özeldir. Çünkü fail nefret suçunu
gerçekleştirirken mağdur ve mağdurun ait olduğu topluma yöne-
lik bir mesaj yollar. Bu sonuç olarak nefret suçlarının diğer suç-
lardan farklı bir şekilde yapılması gerektiğini ve farklı bir yasal
yaklaşımla meşrulaştırılması gerektiği anlamına gelir. Nefret suç-
ları önyargının şiddet manifestosudur.

Spor, bizatihi nefret üretmez, sporun bileşenleri (Oyun-
cu–Antrenör–Yönetici–Taraftar vb. gibi) spor ortamının müsait
zeminde içlerinin derinliklerinde barındırdıkları “nefret suçunu”
sergilerler. Spor, barış - dostluk – kardeşlik gibi pozitif değerler
sunarken, bu değerlerin tam karşıtı nefret suçlarının da spor saha-
larında varlığı artık inkâr edilemez bir gerçektir.

13

Sporda Nefret Suçları genel anlamda kategorize edildiğinde;
1. Irkçılık,
2. Ayrımcılık,
3. Aşağılama,
4. Yabancı Düşmanlığı,
5. İslamafobi.

Spor, toplumda bir cazibe merkezidir, sporcular ve sporun
paydaşları da gösterinin aktörleridir. Sporcular aynı zamanda top-
lumda çocuk ve gençlerin İdolleri ve rol modelleridir. Sporcular-
dan ya da sporun paydaşlarından gelen tutum tavır ve davranışlar
toplumda geometrik tesirlere sebebiyet verir.

Sporda nefret suçları teması dünyada ve Avrupa’da olduk-
ça yeni bir alan iken Türkiye’de ise hiç çalışılmamış bir sahadır.
Avrupa Komisyonu 2007 yılında yayınladığı Beyaz Kitap isimli
Raporunun “Irkçılık ve Şiddetin önlenmesi ve bunlarla Mücade-
leyi Güçlendirme” başlıklı bölümünde “Spor; cinsiyet, ırk, yaş,
engel, din ve inanç, cinsel tercih ve sosyal ya da ekonomik durum
ayrımı gözetmeksizin her vatandaşı kapsamaktadır. Komisyon,
AB değerleri ile örtüşmeyen ırkçılık ve yabancı düşmanlığını ba-
şından beri kınadığını belirtirken 18 numaralı çağrısında da;

(18) Komisyon, ırkçı ve yabancı düşmanlığı içeren tutum-
larla ilgili olarak, Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol Ağı (FARE)
gibi var olan işbirliği çerçevelerindeki diyalogu ve en iyi uygula-
ma değişimini geliştirmeye devam edecektir.

Komisyon, mevcut girişimlere dayanarak, spor fede-
rasyonlarına maç süresince ırkçı suiistimallerle baş etmek için
yöntem geliştirmesini tavsiye etmektedir. Komisyon ayrıca, ku-
lüplerin lisans sistemlerindeki ayrımcılıkla ilgili hükümleri güç-
lendirmeyi de tavsiye etmektedir (bkz. Bölüm 4.7).

14

Komisyon:
(19) Uygulanabilir ulusal kurallar ve AB kuralları uyarınca, işlev-
sel bilgi ile pratik uzmanlık bilgisi paylaşımını geliştirecektir ve
kanun uygulama hizmetleri ile spor organizasyonları arasındaki
şiddet içeren ve ırkçı vakaların önlenmesini teşvik edecektir;

(20) Spor olaylarındaki halk hareketlerini önlemek üzere yeni ya-
sal araçlar ve diğer AB çapındaki standartlar için olanakları analiz
edecektir;

(21) Taraftar eğitmenliği (olumlu ve şiddet içermeyen bir tutum
geliştirmek için taraftarlarla uzun süreli çalışma) gibi sosyal/eğit-
sel eylemlere verilen özel bir önemle, anti-sosyal davranışları ön-
lemek için çok disiplinli bir yaklaşım geliştirecektir;

(22) Emniyet güçleri, spor organizasyonları ve diğer taraflar ara-
sındaki düzenli ve yapısallaştırılmış işbirliğini güçlendirecektir;

(23) Sporda şiddet ve ırkçılığı önlemeye ve bunlarla mücadele
etmeye katkı sağlamak için aşağıdaki programların kullanımını
teşvik edecektir: Gençlik Harekete Geçti, Vatandaşlar için Av-
rupa, DAPHNE III, Temel Haklar ve Vatandaşlık ve Suça Karşı
Önleme ve Mücadele;

(24) Spor olaylarında şiddet ve ırkçılığı önlemek ve bunlarla mü-
cadele etmek amacıyla yetkililerle tartışmak için yüksek seviyede
bir konferans düzenleyecektir.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi üyesi olduğu Trak-
ya Üniversiteler Birliği (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi–
Namık Kemal Üniversitesi–Trakya Üniversitesi–Kırklareli Üni-
versitesi) ve STK’lar ile birlikte Türkiye’de spor alanında yeni
temayı tartışmaya ve kamuoyuna sunmaya karar vermiştir. Av-
rupa Birliğinin karar vericilere de tavsiye ettiği konularda bilinç
oluşturmak,

15

toplumsal anlamda bir hastalık olan sporda nefret suçlarını ta-
nımak, kayıt altına almak, arşiv oluşturmak ve bilinçlendirmeyi
tabana yaymak anlamında, alanın yetkin yerli ve yabancı uzman-
larını bir araya getirmeye karar vermiştir. Alanda ikinci büyük
organizasyonu Çanakkale Savaşlarının 100. Yılını Anmak ve An-
lamak sürecinde düzenlenmesi, sempozyumun Dünya Irkçılıkla
Mücadele gününde yapılması da daha bir anlam ifade edeceği
öngörülmüştür.

16

YRD. DOÇ.DR. NECATİ CERRAHOĞLU
Sempozyum Organizasyon Kurulu Başkanı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi BESYO Müdürü

Sayın Valim, Sayın Rektörüm, değerli protokol sevgili
öğrenciler…
Protokolün çok yoğun iş zamanı içinde buraya zaman
ayırıp gelmelerinden dolayı çok mutlu olduk. Bundan dolayı ben
konuşmamı çok kısa tutacağım. Gerçekten Avrupa birliğinin, FI-
FA’nın üzerinde hassasiyetle çalıştığı sporda nefret suçları konu-
sunda biz üniversite olarak, STK olarak çalışmalar yapmaktayız.
Bu da o çalışmalardan biri. Ben bu çalışmamızın vücut bulma-
sında bize desteğini hiç esirgemeyen Sayın Rektörümüze, Sayın
Valimize ve Gençlik ve Spor Bakanlığına özellikle Milletvekili-
miz Bülent TURAN’a katkılarından dolayı huzurlarınızda teşek-
kür etmeyi borç biliyorum. Üniversite, akademia ilköğretimden
farklı olarak araştırma yapmak zorunda. Çağın dünyadaki aktü-
el gelişmelerini masaya yatırmak zorunda. Biz de bu bağlamda
bu çalışmayı düşündük. Trakya üniversiteler birliği ile beraber
kurguladık. Gerçekten de günümüzde özellikle mülteciler soru-
nundan dolayı Avrupa’da insanlık dramı yaşanmakta. Bununla
beraber genel manada insan hakları açısından, özelde spordaki

17

nefret suçları çağımızdaki sosyal bir hastalık olarak karşımıza çı-
kıyor. Bunun geçmişi, günümüze olan yansımaları ve muhtemel
gelecekteki durumlar hakkında da çok değerli sosyolog hocamız
Prof. Mazhar Bağlı hocamız aramızda. Kendisi bizi bilgilendire-
cek. Ben zahmet edip geldiğiniz için teşekkür ediyorum, hepinize
saygılar sunuyorum.

18

PROF.DR. YÜCEL ACER
Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü

Saygıdeğer Valim, değerli konuklar, sevgili öğrenciler…
Bir araya gelişimizin anlamı gerçekten çok büyük. Spor, her top-
lumda ve ülkemizde çok büyük bir faaliyet alanıdır. Sporu müs-
tesna bir alan kılmak için yapılan çalışmaları konuşacağımız bir
sempozyum için bir aradayız. Doğrusu ben temel bir noktadan
kısaca başlamak isterim. İnsanoğlu birlikte yaşamaya muhtaç bir
varlık olarak yaratılmıştır. Bizi, hem maddi ihtiyaçlarımız hem de
manevi ihtiyaçlarımız bir arada yaşamaya zorlar. Ancak insanoğ-
lu yaradılışı gereği bir arada yaşamaya başladığı zaman birbirine
sorun çıkarmaya da başlar. Bu temel gerçekten hareket ederek
hayatımıza hâkim olması gerek bütün kurallar geleneklerimiz,
göreneklerimiz, dini inancımız, manevi değerlerimiz ve nihaye-
tinde hukuk kurallarımızın tamamının varlık gerekçesi insanların
yani bizlerin bir arada barış ve huzur içerisinde yaşamasını temin
etmektir. Temel gaye budur. Dolayısıyla birlikte yaşamamızın te-
melini barış ve huzur oluşturduğuna göre ve onu koruyan değer-
lerimiz oluşturduğuna göre hayatımızın her alanında bu değerleri
korumak, muhafaza etmek esas amacımız olmalıdır, bir arada

19

yaşamamızı devam ettirebilmek için. Buradan hareket edersek,
insanın huzur ve güven içerisinde birlikte yaşadığı her alan, her
faaliyet değerlidir, müstesnadır. Aile değerlidir çünkü bir arada
yaşamanın temelini teşkil eder. Ülke değerlidir, toplum değerlidir
çünkü bir arada yaşamanın, insanların bir arada yaşayabilmesinin
temelini teşkil eder. Bir bütün olarak insanlık değerlidir çünkü bir
arada yaşamanın kendisidir. Bu anlamda gerçekten bu birlikteliği
huzur ve güven içerisinde yaşayacağımız, bu birlikteliği koruyan
her şey, her değerimiz, her inancımız değerlidir, muhafaza edil-
melidir. Özellikle Türkiye gibi hem konumu gereği, hem tarihi
geçmişi gereği her zaman dikkatli olması gereken, huzurunu ve
güvenliğini daha fazla koruması gereken bir toplum olarak biz
birçok dönemde olduğu gibi yine aslında huzurumuzu, güvenli-
ğimizi bozacak girişimlerle karşı karşıya kalıyoruz, kalabiliriz,
kalacağız da. Spor, bütün insanların ama özellikle gençlerimizin
içerisinde bulunduğu temel faaliyet alanlarından bir tanesidir.
Faydaları birçok açıdan değerlendirilebilir ama en temel fayda-
larından bir tanesi de insanların bir arada olmasını sağlayan bir
faaliyet alanıdır. Ama biliyoruz ki insanların aslında keyif alarak
huzur içerisinde gerçekleştirmesi gereken bu faaliyet, sporun çe-
şitli dalları, görebiliyoruz ki nefretin sokulmaya çalışıldığı, ki-
nin sokulmaya çalışıldığı, aşağılamanın, dışlamanın sokulmaya
çalışıldığı bir faaliyet alanı haline gelebiliyor. Başka alanlarda
yaratılan nefret, başka alanlarda yaratılan huzursuzluk spora dâ-
hil edilmeye ya da spor üzerinde yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.
Bu anlamda gerçekten sporda nefretin, aşağılamanın, dışlamanın
karşısında durmak aslında kötülüğün karşısında durmanın kendi-
sidir. Bunu sadece duygusal çalışmalarla, duygusal konuşmalarla
gerçekleştiremeyiz. Her alanda olduğu gibi bunun doğru düzgün
incelenmesi, temellerinin tespit edilmesi, yapılması gerekenle-
rin mantıksal olarak, bilimsel olarak ortaya konulması gerçekten
bu işin temelini teşkil etmesi gerekir. Bu anlamda üniversitelere
özellikle spor okulları bulunan üniversitelere büyük görev düşü-
yor. ÇOMÜ’nün spora verdiği önem, gerçekleştirdiği başarılar
malumken biz sadece bununla yetinmeyip sporun gelişimine,

20

sporun huzur ve güven içerisinde yapılmasının sağlanmasına kat-
kı sağlamak için çalışan bir eğitim ve araştırma kurumu da ol-
mak zorundayız. Ben bu vesileyle emeği geçen arkadaşlarımıza,
başta Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulumuzun Sayın Müdürü
olmak üzere emeği geçen bütün arkadaşlarımıza, öğrencilerimi-
ze huzurlarınızda çok teşekkür ediyorum. Onların çabaları sa-
yesinde böyle önemli bir meseleyi konuşabilmek için bir araya
gelmiş oluyoruz. Biz belki tamamında bulunamayacağız ama ço-
ğunlukla öğrencilerimizin bu sempozyumu takip etmesini özel-
likle istirham ediyorum. Çünkü onlar aynı zamanda bu ülkede
sporumuzun geleceğidir. Onların sporu ve sporun kardeşliğini,
huzurunu anlıyor olması, bunun için çalışıyor olması bence çok
daha önemli bir şey. Onların bu sempozyumu sonuna kadar ta-
kip etmesini özellikle istirham ediyorum. Konuşmamın sonunda
şehir dışından gelme ve bizimle bilgilerini paylaşma zahmetinde
bulunacak olan değerli konuklarımıza bu zahmetlerinden dolayı
çok teşekkür ediyorum. Sayın Valimize çok teşekkür ediyorum.
Zira üniversitemizin spor faaliyetlerinde Sayın Valimizin her za-
man desteğini görüyoruz. Çanakkale’nin desteğini görüyoruz. Bu
anlamda Çanakkale’yi temsilen Sayın Valimizin şahsına burada
teşekkürlerimizi arz etmek istiyorum. Umuyorum ki başarılı, fay-
dalı bir sempozyum olacak. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlı-
yorum.

21

Prof. Dr. Mazhar BAĞLI
(Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyolog)
1965 yılında Şanlıurfa, Halfeti’de doğdu. Selçuk Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aynı Üniversite’de Yüksek
Lisans, Sakarya Üniversitesinde doktora yaptı. Kanada Toronto
Üniversitesinde, ABD Houston Üniversitesinde misafir öğretim

DÜNYA GENELİNDE NEFRET SUÇLARININ
TARİHİ VE BUGÜNÜ
Prof. Dr. Mazhar BAĞLI

Sayın Valim, Sayın Rektörüm,
Az önce arkadaşlar Sayın Valimizin sportmen bir hareket-
te bulunduğunu söyledi, bende bunu denedim ama galiba aramız-
da biraz yaş farkı var. Çok nazik davet için üniversitemizin rek-
törüne, beden eğitimi ve spor yüksekokulumuzun yöneticilerine
çok teşekkür ediyorum. Sizinle beraber olmaktan da gerçekten
çok keyif aldığımı ve çok memnun olduğumu altını çizerek vur-
gulamak istiyorum. Çanakkale önemli bir yer. Ben de Çanakka-
le’yi çok seviyorum
Gerçekten bugün dünyada insan haklarıyla ilgili, nefret
suçlarıyla ilgili var olan temel konseptin ne olduğunu ve bizim
neyi planladığımızla ilgili özel bir çerçeve sunmak istiyorum.

22

Tabi ben sporla çok ilgili biri değilim. İşin teknik kısmından çok
da fazla anlayan birisi değilim. Ama işin teorik kısmını, şu boyu-
tunu biliyorum: özellikle Antik Yunan felsefesinde ve Yunan top-
lumunda sporun diğer bütün insanların öğrenmek zorunda olduğu
gymnasiumlarda, sporun da müzik gibi matematik gibi mutlaka
öğrenilmesi gereken temel alanlardan birisi olduğunu ve ideal in-
sanın ancak bahsedilen alanlarda kendini geliştirmesiyle tekâmül
ettiğini biliyoruz. Bedeni geliştirmek için spor, zihinsel gelişim
için matematik, ruh gelişimi için ise estetik ve güzel sanatların
kullanıldığı antik yunan sisteminde bunun için sistemli bir eği-
tim sürecinden geçirilmenin gerekli olduğunu biliyoruz. Buradan
hareketle sporun tarihin en eski çağlarından itibaren gelişmiş bir
toplum inşasının önemli unsurlarından biri olduğu aşikârdır.

Bugün dünyada farklılıkların bir arada barış ve kardeş-
lik içerisinde yaşatılması ve bir başkasının sahip olduğu etnik
köken dolayısıyla yahut inancı dolayısıyla yahut da doğduğu
yer dolayısıyla ötekileştirilmemesi nasıl sağlanabilir? Bu belki
de insanlığın en eski sorunlarından bir tanesidir. Babamın şöyle
bir ifadesi vardır: Der ki “Esma’ül Hüsna’da bir terkip var. İsm-i
Azam duasıdır. Siz bu terkibi bilirseniz bütün kapılar size açılır.”
Biliyorsunuz Esma’ül Hüsna Allah’ın doksan dokuz ismidir. “Bu
isimlerden bir terkip var. Onlardan birini bulup zikrettiğinizde
İsmi Azam duası denilen dua ortaya çıkar. O da hayatınızdaki
bütün kapıları açar.” Peki, bu terkipte tam olarak hangi isimler
var bilmiyoruz. Onun için siz bu doksan dokuzdan istediğiniz
kombinasyonları oluşturarak sürekli zikredeceksiniz ki denk ge-
lip gelmediğinizi de bilemezsiniz. Ama bunu söyledikten sonra
da şöyle der: “bütün bu terkiplerin ne olduğunu bilmiyoruz ama
olabilecek olan terkiplerde bildiğimiz ve kesin olarak emin old-
uğumuz bir isim var ki o da El-Adl’dır.” adalettir. Hakikaten bugün
dünyada da farklılıkların bir arada yaşamasıyla ilgili dünyanın
değişik yerlerinde hem akademik hem siyasi birtakım toplantılara
katılıp konuşmalar yapmış, çalışmalar yapmış bir akademisyen
olarak söyleyebilirim ki bugün dünyanın en fazla ihtiyaç duyduğu

23

kavram hem sporda hem diğer alanlarda yönetimle ilgili temel,
vazgeçilmez prensip adalet duygusudur. Adaletten kastımızın ne
olduğu ve bunu nasıl tesis edileceğiyle ilgili çok kısa, bir toplum
tarihi değerlendirmesinden hareketle okuma yapmamız müm-
kündür.

Bildiğiniz gibi 1200’lerde İngiltere’de zenginlerle devlet
arasında çıkan kavgada Magna Carta’yla bir toplum sözleşmesi
yapmak suretiyle zenginlerin mülkiyetinin devletin hegemonyası-
na açık bir hale gelmesini engelleyen bir mutabakata varılmıştır.
Bu mutabakat sonrasında da dünyanın her yerinde evrensel in-
san haklarıyla ilgili çalışmalar hızla devam etmiştir. Bana göre bu
insan haklarıyla ilgili arayış sürecinde yani evrensel insan hak-
ları beyannamesinin 1940’larda ete kemiğe büründüğü süreden
önceki 1200’den 1900’e kadar gerçekten insanlığın çok büyük
acılar yaşadığını biliyoruz. Bu acıların her birisinin bir tecrüb-
eye dönüştüğünü, bu tecrübenin sonucunda da nasıl bir gelecek
vizyonu ortaya koyabileceğimizin üzerine kafa yorduğumuzu,
toplumsal olarak ortaya koymamız gerektiğiyle ilgili çalışmaları
derin bir biçimde devam ettirmişiz. Şu konu bizim için vazgeçil-
mez temel prensiplerden birisidir: Bir kişi doğduğu zaman hangi
tür haklarla birlikte doğuyor. Eğer buna özde bir cevap verebil-
irsek, felsefe açısından söylüyorum, gerçekten bunun karşılığında
nasıl bir insan hakları çerçevesi çizmemiz gerektiğini de çok rahat-
lıkla bilebiliriz. Zannediyorum ki problem biraz da buradan orta-
ya çıkıyor. Ne için insan haklarıyla ilgili, tekrar cümleyi kurayım
isterseniz çünkü karmaşık bir konu olması dolayısıyla, bugün hala
bu problem devam ediyor ki az önce gördünüz, bir nevi dünyayı
dizayn etme iddiasında olan batı toplumlarında insan haklarıy-
la ilgili sırf ten rengi dolayısıyla kendisini maymuna benzett-
ikleri için, insanlara bir ayrımcılık yapıldığını açık bir biçimde
gördüğümüz bir dünyada bile bu meselenin niçin ortaya çıktığını
anlamakta daha kolay bir yol edinmiş oluruz. Bir insan doğarken
hangi haklara sahiptir ve onun doğuştan var olan haklarını kul-
lanımıyla ilgili ona imkânları kim sunacaktır? Bu iki soru etrafın-

24

da dönen bir mesele. Bir örnek vereyim izniniz olursa: Houston
Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesiyken, namus cinayetleri-
yle, töre cinayetleriyle ilgili bir mevzuda da çalışıyorum. Bir gün
“Stoning of Soraya” adlı, İran yapımı bir film orada gösterildi. Biz
oradaki meslektaşlarımızla birlikte sinemaya gittik. İran’da geçen
dramatik bir film. Bir kasabada eşi vefat eden bir kadınla başka
birisi evlenmek istiyor. Kadın kabul etmeyince kadına bir tezgâh
kuruyor, iftira ediyor. Sonunda kadını lekeleyerek kadının oradaki
insanlar tarafından taşlanarak öldürülmesine neden oluyor. Film
konu itibariyle çok dramatik. Biz tam inerken yanımdaki Amer-
ikalı dedi ki “bütün Müslümanlar böyledir.” Ben de dedim ki
bütün Amerikalılar Irak’ta bir buçuk milyon insanı katleden hun-
har katillerdir. Afganistan’daki katliamları yapan Amerikalılardır,
Amerika’dır. Bana cevaben dedi ki onlar teröristtir. Şimdi şuraya
bağlamak istiyorum: biz doğduğumuz esnada hangi donanımlarla
birlikte dünyaya geldiğimiz konusu netliğe kavuşmadan evrensel
insan haklarıyla ilgili ortaya koyulan perspektif mümkün old-
uğu kadar çifte standartlı olacaktır. Bundan kurtulması mümkün
değildir. Batı toplumlarının bize sunmuş oldukları insan haklarıy-
la ilgili çerçeve büyük oranda insanın bütün sahip olduğu değer-
lerden arındırmak suretiyle bir makine şeklinde varlık göstererek
ancak bu yönde bir insan hakları çerçevesinin çizilebileceğini
söyler. Kant’tan Descartes’a kadar belki Marx’tan Spinoza’ya ka-
dar Thomas Hobbes’tan Jean Jacques Rousseau’ya kadar pek çok
düşünürün, filozofun gerçekten insan haklarıyla ilgili çok evren-
sel diyebileceğimiz kurallardan bahsettiklerini ve bunların çizmiş
olduğu çerçevede bir yasal yapılanmanın gerçekleşmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Yine de büyük oranda problemler var. Çok ciddi
anlamda çifte standartlar var. Brüksel’in göbeğinde PKK örgüt
çadırı açılıyor, buna insan hakları diyorlar. Aynı çadırın yanına
bir IŞİD çadırının açılmasına imkân verirler mi? Asla vermezler.
Dolayısıyla insan haklarından kasıtlarının bir ideolojik akrabalık-
la bağlantısı olduğu gerçeğini mutlaka ama mutlaka dikkate al-
mamız lazım. Bunun nereden kaynaklanıyor olduğuna bir aka-
demisyen gözüyle, gerçekten bu konulara kafa yoran birer aktör

25

olarak hep birlikte üzerine düşmemiz lazım. Eğer biz ontolojik
bir konu olarak bakıyorsak, verili bir şey insanların sahip olduğu
temel hakları biliyorsak, verili olan başka konuların da mümkün
olabileceği gerçeğini dikkate almamız lazım. Bizim bir inanç for-
muna sahip olabileceğimizi, bizim bir kültür koluna sahip olabi-
leceğimizi, bizim kişisel olarak bir sosyalizasyon sürecinde edinmiş
olduğumuz kendi tecrübelerimizin var olabileceği gerçeğinden
hareketle daha evrensel, daha çifte standartlardan uzak bir insan
haklarıyla kalıcı bir çerçeve ortaya koymamız lazım.

İnsan haklarının bütün dünyada olduğu gibi tamamlayıcı
bir unsuru, bireyleri iki mekanizmadan korumaktır. Birincisi in-
sanları çoğunluktan korumaktır. Yani az önceki kısa videoda da
gördüğümüz gibi çoğunluğun baskısından korumaktır. İkincisi de
devletten korumaktır. Bu iki mesele bugüne kadarki ayrımcılık-
la ilgili, insan haklarıyla ilgili ve faşizmle ilgili karşılaştığımız en
önemli sorunlar olarak görülmektedir. Çünkü maalesef Türkiye’de
böyle işlemediği için gerçekten bunun tam olarak neye tekabül et-
tiğini bilmekte çok zorlanacağımızı tahmin ediyorum. O da şu: di-
yelim ki hepimiz burada siyahiyiz. Aramızda bir beyaz varsa hepi-
mizin varlığı dolayısıyla bile o beyaz ırktan gelen kişinin üzerinde
bir gizli baskı kurma ihtimali vardır. Dolayısıyla kamu otoritesi iki
konuyu hedeflemek zorundadır. Devletin adil olması için insan
haklarıyla ilgili ortaya koyması gerek iki temel prensip var: ilki
azınlığın hukukunu korumak ve çoğunluk tarafından ezilmesine
izin vermemek. İkincisi de kamu otoritesinin bizzat kendisinin
bir egemenlik alanı oluşturması, bir hak ihlalinde bulunmasına
imkân vermemek. Türkiye maalesef bu iki konuda hiçbir şekilde
bugüne kadar bizim düşündüğümüz Anadolu’daki insanların sa-
hip olduğu sosyolojisine uygun bir mekanizmaya sahip olmadı.
Zannediyorum pek çoğunuz Fatih’in İstanbul’u fethettiğinde-
ki fermanı bilirsiniz. Bunun çok tipik bir örneğidir. Bütün gayrı
Müslümleri, Ermenileri, Ortodoksları, Protestanları, Yahudileri
koruyacak bir ferman yayınlamak suretiyle, hatta Kur’an-ı Kerim
ve kılıcının üzerine yemin ederek asla buna izin vermeyeceğini

26

açık ve net bir biçimde deklare ediyor. Bu çok uzun bir süre Os-
manlı’nın aslında birlikte yaşamayla ilgili, insan haklarıyla ilgili
nasıl bir çerçeve ortaya koyduğunu açık bir biçimde gösteriyor.
Bundan dolayı da İyonya’dan sonra “Pax Ottomana” dediğimiz
Osmanlı sözleşmesi ve birlikte yaşamayla ilgili dünyaya örnek
olabilecek büyük bir siyasal sistemin ortaya çıktığını görüyoruz.
Farklılıkların bu anlamda ötekileştirilmeden, özgürce kendi-
ni var etmelerine imkân tanıyan bu mekanizma daha sonra ne
yazık ki Türkiye’de bir ötekileştirmek ve hatta mümkünse reddi
mirasta bulunmak suretiyle dışlandığını biliyoruz. Bu bahset-
tiğim farklılıkların yahut da başka bir inançtan gelen bir kişinin
çoğunluk içerisinde kendini koruması anlamında Osmanlı’nın
öngörmüş olduğu mekanizmalardan birisi şudur: “siz inancınızın
gereği bir simge taşımalısınız. Bu şunun için değil, bugün öyle
bir şey taşırsak, taşımasını önerirsek zannediyorum pek çok kişi
bize şunu söyleyecektir: “siz bu insanların herhangi bir ideolo-
jinin, inancın simgesini taşıyarak diğerini tehdit etmek istiyor-
sunuz.” Hâlbuki tam tersine onun hukukuna uygun bir mekaniz-
ma sürekli devrede olsun diye. Hristiyanlar “zünnar”, Yahudiler
“kippa” takıyorlar ve Müslümanlar da “sarık” veya İslam’ın gereği
başka bir kıyafet giyiyorlar. İnsanlar bir kişi sokaktan geçerken
onun hangi inanca sahip olduğunu biliyor ve onun inancına say-
gısızlık edecek herhangi bir tutum veya davranıştan olabildiğince
uzak duruyor. Ama bizim ülkemizde bugün böyle değil maalesef.
Dünyanın pek çok yerinde de böyle değil. Bunun mutlaka o kad-
im olan geleneğin ortaya koymuş olduğu insan haklarıyla ilgili te-
mel prensibe geri dönmesi gerekiyor. Yani 12. yüzyıl Magna Car-
ta’dan bugüne kadar Avrupa’nın üretmiş olduğu insan haklarıyla
ilgili çerçeve bir yere kadar geldi ve bunun bir sonraki aşamasına
geçemiyor. Bundan dolayı çifte standartlarını aşamıyorlar. Bun-
dan dolayı insan haklarıyla ilgili baktığı çerçeve şu Afganistan’daki
kişi için insan hakları diye bir mefhum yok ama Paris’teki için var.
Kafasında İstanbul’daki bir Türkiyeli için insan haklarıyla ilgili bir
parametre yok, başka bir yerdeki için var. Geçen bir film izledim
filmin son sahnesinde Birleşmiş Milletler heyetinden Belçikalı bir

27

adam dünyaya adalet dağıtmak üzere bir kahraman olarak çıkıyor.
Belçika kim biliyor musunuz? Hutu, Tutsi kabileleri arasında sırf
burun yapıları dolayısıyla, çıkardıkları ayrımcılık dolayısıyla iki
buçuk milyon insanın birbirini hunharca katletmesine neden olan
ülkedir. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Ruanda’daki katliam-
lara silah taşıyan ülkelerden birisi de Belçika’dır. Bugün bize sine-
malarda, konferanslarda, akademik makalelerde dünyaya adalet
dağıtan, evrensel insan haklarıyla ilgili temel parametreleri su-
nan temel bir referans mekanizması olarak kendilerini gösteriy-
orlar. Bunu bilerek yaptıklarını düşünenlerden değilim. Yani bir
kasıtla yapıldığını düşünmüyorum. Adamların kafasındaki insan
tanımıyla ilgili problem, benim bahsettiğim ilk önermeyle ilgili
sorundur. Yine yurtdışında, Kanada’da bulunduğum günlerde bir
öğretim üyesinin odasına girdim. Sinirli duruyor odasında. Çok
sinirli, gergin. “Hayrola” dedim, “görmediniz mi?” dedi. “Gör-
medim” dedim. “Nasıl görmezsiniz!” dedi. “Vallahi görmedim
bir şey” dedim. “Benim odamdan çıkanı görmediniz mi?” dedi.“
Gördüm, bir öğrenci çıktı odanızdan.” dedim. “Burada nasıl böyle
gezebiliyor.” dedi. “Allah Allah! Ne var?” dedim. Çıktım koridor-
dan baktım bir öğrenci geçiyor. Kanada’yı bilenler var sanıyorum
içinizde. Kanada’nın kendisini tanıtırken dünyaya anlattığı şey,
farklılıkların bir arada barış ve kardeşlik içerisinde yaşatılması
prensibidir hatta bununla ilgili bakanlık var. Bununla ilgili pek
çok mekanizması var. “Görmedin mi?” dedi. “Evet, gördüm.” ded-
im. Bir başörtülü öğrenci oradan çıkarken inanılmaz öfkeli. Bi-
zim buralı yani Ortadoğulu. “Ne var?” dedim. “Ben tanımıyorum,
tanınmayacak halde” dedi. Dedim ki “siz gerçekten bu öğrenci-
nin kim olduğunu bilmiyor musunuz?”. “Biliyorum, 2. sınıftaki
öğrencimiz”. “Biliyorsunuz ama niye bu kadar kızgınsınız?” ded-
im. “Pencereden dışarıya bakar mısınız? Çok affedersiniz bahçede
dolaşan ne kadar çok kedi köpek var.” dedim. Bunların hiçbiris-
inin bu toprağa basması sizi rahatsız etmiyor da, bir başkasının
farklı inancı dolayısıyla, farklı rengi dolayısıyla, farklı kültürü
dolayısıyla bu topraklara basması niye sizi rahatsız etsin ki? Bun-
dan niye bu kadar tedirgin oluyorsunuz ki? Arkadaşlar esas prob-

28

lem şurada düğümleniyor: bahsettiğim kamu otoritesinin adil
olma özelliği eğer bu vasıf kaybolursa gerçekten insanlar birbirler-
ine karşı son derece gaddar ve acımasız olabilirler. Dolayısıyla bu
mesele sadece kişilerin vicdanına bırakılabilir bir mesele değildir.
Sadece kişilerin vicdanlarına bıraktığımızda biz bu meseleyle ilgili
insanların merhametsiz olabilecekleri anlarda hiçbir tedbir sahi-
bi olamayız. Dolayısıyla biz çoğunluk olarak kuşkusuz azınlığın
hukukunu vicdanen gözetmekle mükellefiz. Fakat devlet de aynı
zamanda bize şunu söyleyecek: “Aranızda farklı ideolojiden, farklı
etnik yapıdan, farklı mezhepsel bir yapıdan gelen insanlar varsa
siz onların hukukunu ihlal edecek herhangi bir adım atarsanız
karşınızda ben varım!”. Biz de uzunca bir süre tam tersi olmuştur
yani gayrimüslimlere karşı buradaki var olan anlayış bunun tam
tersidir. Türkiye’nin mesela uzunca bir süre misyonerlik diye bir
suç ihdas edilmiş olması gerçekten de bu ayrımcılıkla ilgili duru-
mun ne kadar vahim olduğunu göstermesi bakımından önemli
bir konudur. Yine aynı şekilde devlet otoritesinin her zaman bi-
reyler üzerinde bir baskı kurabileceğini ve onların hukukunu ihlal
edebileceği gerçeğini asla gözlerden uzak tutamayız.

Bugün kamuda çalışanlar, yargıda çalışanlarla ilgi-
li yapılan pek çok ankette “bireyin hukuku mu önemli, devletin
hukuku mu önemli?” diye bir soru sorulduğunda, %70 oranın-
da devletin hukukunun önemli olduğunu söyleyen yargı bireyleri
ferdi asla devlet otoritesinin baskısından koruyamaz. Bu kapsam-
da Avrupa’daki gelişmeler doğrultusunda, yani devletin giderek
gaddarlaşmış olması, özellikle kiliseyle el ele verip uzunca bir
süre insanların gündelik hayatının her alanına nüfuz etmiş olması
bakımından büyük bir sorun teşkil ettiğini biliyoruz. Aynı şekil-
de bildiğiniz gibi Nazizmle birlikte farklılıklara karşı, yani inanç
ve farklı etnik kökenden gelenlere karşı büyük bir kindarlığın
olduğunu biliyoruz. Nazizmi, Hitler’in yaptıklarını detaylandır-
maya gerek yok. Özellikle Yahudilere ve Romenlere karşı son
derece gaddarca ve vahşice bir katliam yaptığını ve bu katliamı
yaparken kafasındaki mantığın az evvel bahsettiğim insanla ilgili

29

kurduğum ilk önermeden kaynaklandığını biliyoruz. İnsanları bu
tür ideolojilerden, çoğunluktan nasıl koruyabiliriz? Bunun bir-
icik yolu nefretle mücadele ve ayrımcılıkla ilgili kanunun çıkarıl-
masıdır. Türkiye’nin çok şiddetle buna ihtiyacı var. Gerçekten bir
insan hakları bakanlığının bile olması gerektiğine inanıyorum.
Ama en azından Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu var. Ayrıca bir
başkanlık olarak da daha bağımsız, bütçesi olan, kendi kurulu, iş-
leyişi olan bir mekanizmanın hayata geçirilmesiyle ilgili yasal bir
değişiklik yapıldığını biliyorum ama bunların sahiden yeterli old-
uğunu düşünmüyorum. Bizde çok insan hakları ihlali olduğun-
dan dolayı değil. Bu meselenin insanlığın ortak sorunu olması,
kıymetli bir konu olması dolayısıyla mutlaka bir ayrımcılıkla mü-
cadele kanununun çıkarılmalı. Bütün vatandaşlar kendilerine eşit
bir hukuk uygulandığına inanmalıdır. Biz sürekli şunu söyleyelim:
“bütün vatandaşlarımıza eşit davranıyoruz. Başörtülü başörtüsüz
ayrımı yapmıyoruz. Uzun boylu kısa boylu ayrımı yapmıyoruz.
Kilolu kilosuz ayrımı yapmıyoruz. Kürt Türk ayrımı yapmıyoruz.
Alevi Sünni ayrımı yapmıyoruz.” Gerçekten bunun sistematik
olarak yapıldığını düşünenlerden de değilim. Samimiyetle
söylüyorum. Ama insanların emin olmaları gerekiyorsa böyle bir
yasal düzenlemenin mutlaka yapılması gerekiyor ki ayrımcılıkla
mücadele kanunları ülkelerin bu konudaki standartlarını gös-
termesi bakımından çok çok önemlidir. Diğeri konuda da yani
toplumsal çoğunluğun azınlık üzerinde baskı kurması konusunda
da yine aynı şekilde ayrımcılıkla mücadele ve nefret suçları ka-
nununun devreye girmesi gerekiyor. Birini tahkir edici herhangi
bir ifadenin kullanılması, bir sosyolojik kategoriyi aşağılayacak
bir ifadenin kullanılması gerçekten bu kanun kapsamında mutla-
ka bir cezai yaptırımla karşılık görmeli. Hanımefendiler bu konu-
da çok şanslıdırlar, biliyorum. Onların oluşturmuş olduğu lobiler
gerçekten hükümetler nezdinde çok önemli değişikliklere neden
olduğunu ve bilakis bir pozitif ayrımcılığa tabi olacak bir yasal
düzenlemenin ve bir kamuoyunun oluştuğunu biliyoruz. Yani
“bize bayan demeyin, kadın deyin” dedikleri zaman bile biz ısrar-
la bayan demeye cesaret edemiyoruz çünkü onunla ilgili bir algı

30

var oluşturmuş oldukları bir kamuoyu var. Bu konuda da mut-
laka Türkiye’nin bir kamuoyuna, lobiye kavuşması gerekiyor. Bu
bilincin gerçekleştiği bir atmosferde birbirimize karşı ayrımcılık ve
nefret suçundan uzan düşmüş oluruz. Şu konuyla bitirelim izniniz
olursa: Türkiye’nin bu mücadeleyle ilgili, Avrupa’yla ilgili, Avru-
pa’nın değerlerine entegre olması süreciyle ilgili çok mesafe kat
ettiğini ama yine de bu mesafenin arzu edilen düzeyde olmadığını
biliyoruz. Türkiye’nin temel vazgeçilmezlerinden birisi olarak
önerdiğimiz ayrımcılık ve nefretle mücadele kanununu, kendi
değerlerimizin dışında birilerinin bize dayattığı için oluşturursak
hakikaten işlevsel bir altyapı oluşturabileceğimize inanmıyorum.
Birileri bize dayattığı için değil hakikaten buna inandığımız için
bu çerçeveye, bu vizyona sahip olarak bir düzenlemeye gitmek
durumundayız. İlişkimizi de bu çerçevede ortaya koymak du-
rumundayız. Demem o ki bizim için batı toplumlarından farklı
olarak doğu toplumlarının bilgi kuramında esas olan insanların
sahip oldukları doğuştan verili olan parametrelerin önemli bir
kısmının değer yüklü olduğudur. Yani insan doğarken bir makina
değildir. İnsan doğarken bir sürü donanımla birlikte dünyaya ge-
lir. Batı düşünce sistemine göre insan Tabula rasa dedikleri boş bir
levha gibidir yani John Locke’un söylediği üzere doğduğu zaman
insan hiçbir bilgi birikimine sahip değildir. Hatırlayın lütfen pek
çok Batı toplumlarının bu meselelerle ilgili çalışmalarının özetin-
de “acaba insan herhangi bir sosyolojik baskı, inanç, ideoloji, her-
hangi bir toplumsal çevrenin içerisinde yetişmezse nasıl bir varlık
olur?” sorusunu çokça sorduklarını ve bunu deneyimlediklerini
biliyoruz. Decameron öyküleri, Robinson Crusoe’dan tutun da
“Kumsal” romanındaki gibi ya da “Sineklerin Tanrısı” kitabında
olduğu gibi pek çok batılı entelektüelin “insanın üzerinde toplum-
sal bir baskı olmadan kendisini nasıl gerçekleştirir?” sorusu gün-
demdedir. Niçin bu soruyu soruyorlar? Şundan dolayı: diyorlar ki
“temelde insanlar doğarken herhangi bir ahlaki prensiple, herhan-
gi bir inanç formuyla, değer yargısıyla dünyaya gelmezler. Bunları,
içinde bulunmuş oldukları toplumdan edinirler. Bunları, insan-
ların veya ailelerinin kendilerine söylemiş oldukları temel kültür

31

kodlarından edinirler. Dolayısıyla bu kültür kodlarıyla bezenmiş
ve bu kültür kodları içerisinde büyümüş bir insanın doğaldır ki o
kültür kodlarının ona söylediği temel çerçevenin dışına çıkmay-
acağı noktasındadır.” Bu kısmen doğru ama bütün hayatı bunun
üzerine oturttuğunuzda siz bireyüstü bir varlıktan bahsetmiş
oluyorsunuz. Bireyüstü süper organik bir yapı olarak toplumdan
bahsetmiş oluyorsunuz. Süper organik bir varlık olarak insanın
üzerinde Tanrı’nın eli gibi bir toplumun varlığı yahut da bir ku-
rallar manzumesinin varlığı gerçekçi bir durum değil ve insanın
özüne ilişkin bir konuyu içermiyor.

Tartışmalı bir konu olsa da bizim açımızdan, doğu
toplumları açısından ve özellikle Müslümanlar açısından bu
meseleye baktığımızda batılılardan farklı önermelere sahip old-
uğumuzu görürüz. İnsanda iyinin ve kötünün bilgisi vardır. İy-
inin ve kötünün bilgisinin olması demek bizzat kendisi pozitif bir
durumdur, olumlu bir durumdur. Yani biz nötr bir varlık değiliz.
Biz pozitif bir varlığız ve önemli olan bizim kötülüğü, şiddeti
kontrol edebilecek bir irade beyan edebilmemizdir. Bir irade bey-
anında bulunacak enstrümanlara sahip olmamızdır. Bu, dünyanın
gidişatının bu eksende olduğu zamanlarda hakikaten çok önemli
ölçüde insan haklarıyla ilgili adımların atıldığını ve çerçevelerin
çizildiğini hem Antik Roma’dan hem ortaçağdan biliyoruz. Özel-
likle İslam dünyasında yine aynı şekilde Antik Yunanda da benim
bahsettiğim çerçevede insanlar doğarken birtakım donanımlarla
doğdu ve daha sonra Aristoteles’in “insan düşünen bir hayvandır.”
demesiyle birlikte bu işin sekteye uğradığını söyleyebilirim. Bi-
zim için eğer kalıcı bir sosyolojinin geleceğini planlıyorsak, bu
coğrafyada önemli bir aktör olmak istiyorsak bu iki meseleyi mut-
laka bir çözüme kavuşturmamız gerekiyor. Son iki cümle söyley-
eyim. Bu meseleler yani farklılıkların bir arada yaşaması ve nefret
suçlarıyla, ayrımcılıklar ilgili düzenlemelerin yahut da var olan
örnek uygulamaların en iyisinin burada olduğunu söylediğim-
de bir hamaset yaptığım düşünülmesin. Bir toplum tarihi hocası
olarak söylüyorum. Gerçekten Anadolu’nun Osmanlı’dan önceki

32

durumu da dâhil olmak üzere özellikle Osmanlı Dönemi bu çerçe-
vede inanılmaz bir biçimde örnek teşkil edebilecek uygulamalarla
doludur. Bize söylenen, (biz çoğu zaman buna bir hamaset, re-
torik olarak bakıyoruz) askerler bir bağdan geçerken kopardıkları
üzüm kadar akçeyi bir kesenin içerisine koyarak oraya bağlama-
larının insan haklarıyla ilgili, hukukla ilgili, evrensel bir prensibi
gözettiğini biliyoruz. Biz köyde yaşarken (köyümüz küçücük bir
köy, üç haneli; biz varız, amcamlar, dayımlar… Başka kimse yok)
benim annem, evdeki hayvanlar kaybolduğu zaman şöyle bir şey
söylerdi: “çabuk olun bir Vedduha suresi okuyun, bir ipliğe düğüm
atın ya da bir bıçağın ağzını kapatın.” Niye? Dağdaki kurtlar, vahşi
hayvanlar bizim evcil hayvanlarımızı yemesinler diye. Biz de yap-
ardık. Yani ya bir düğüm atardık ipe, ya da bir bıçağın ağzını kapa-
tırdık. Ondan bir gün sonra hayvanlar bulunurdu doğal olarak.
Bulunduğunda annem pür telaş “çabuk gidin o ipin düğümünü
çözün!” yahut da “o bıçağın ağzını açın!” der. “Niye anneciğim?
Yani hazır bu vahşi kurtların, çakalların ağzını bağlamışken baş-
ka yaratıklara, komşularımızın hayvanlarına zarar vermesinler
daha iyi değil mi?”. “Olur mu evladım. Onun da bu dünyada bir
hukuku vardır, bir rızkı vardır.” diye söylerdi. Gerçekten bu kadar
çok hassasiyet sahibi bir geleneğin bugün insan haklarıyla ilgili
konularda şamar oğlanına dönmüş olması bizim kendi köklerim-
izle aramıza koymuş olduğumuz mesafeden kaynaklanıyor. Bizim
bugün dünyaya bakışımızı sadece ve sadece kendi köklerimizle
ilgili, kendi bilgi kuramlarımızla ilgili değil başkalarının bize ver-
miş olduğu çerçeveden dünyaya bakmamızdan kaynaklanıyor.
Eğer biz kendi bilgi kuramımızı, kendi vizyonumuzu ortaya ko-
yarak kendi geleneklerimizi ve değerlerimizi dikkate alarak bir
insan tanımı yaparsak Batıdaki insan hakları çerçevesini kuşatan
daha evrensel, daha kapsayıcı bir yaklaşımla ayrımcılıkla da mü-
cadele edebilecek bir vizyona sahip olabiliriz. Bunun olabileceğine
inanıyorum.
Sabrınız için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

33

Kurt WACHTER
(FAIR-PLAY)

1968 yılında doğdu, Dornbirn spor lisesini bitirdikten sonra
Viyana ve Cape Coast / Gana’da etnoloji ve Afrika-bilimleri
okudu. Fair Play, Farklı Renkler, Bir Oyun” kampanyası 1997
yılında Viyana Uluslararası Diyalog Enstitüsü ve İşbirliği
(VIDC) tarafından başlatıldı. 1999 yılından bu yana (FARE)
“Avrupa’da Irkçılığa Karşı Futbol” Avrupa ağında Proje
Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

SPORDA AYRIMCILIKLAR VE MÜCADELEDE UY-
GULAMA ÖRNEKLERI
Kurt WACHTER

Ben kimim?
Avusturya’da FairPlay olarak adlandırılan futbolda ırkçı-
lık karşıtı ilk girişime 1997’de başladım. Farklı Renkler. Viyana
Uluslararası Diyalog ve İşbirliği Enstitüsüne (VIDC) bağlı Farklı
Renkler, Tek Oyun., Viyana’daki FARE ağının kuruluşunun ar-
dındaki itici kuvvet 1999’da FairPlay’di. 1999’dan 2010’a kadar
görevim, genel FARE ağını koordine etmekti.

Sunumum, Avusturya temelli FairPlay girişiminin, büyük
futbol turnuvalarında ırkçılıkla mücadele ve buna bağlı hoşgörü-

34

süzlükler konusundaki pratik deneyimi vurgulayacak.

Balkanların Batısın’da futbolla ilgili milliyetçilik, ırkçılık
ve ayrımcılıkla mücadele (Batı Balkanlar’daki ulusal futbol der-
nekleri ve Avusturya ile ortak olarak).

Şubat 1999’da Viyana’da Avrupa’daki Irkçılıkla Müca-
dele Paneli (FARE) ağının kurulmasıyla birlikte Orta ve Doğu
Avrupa’da ırkçılık, milliyetçilik ve aşırı sağcılık konuları FA-
RE’in odağı haline geldi. FARE ağının genel koordinatörü olarak
(1999’dan 2010’a kadar) FairPlay girişimi, Sırbistan’daki ve eski
Yugoslavya’daki diğer ülkelerdeki profesyonel futbol kulüpleriy-
le uygun bağlantılar kurdu.

2007’de FairPlay, Balkan Alpe Adria Projesi (BAAP) ile
birlikte “Milliyetçiliğe Karşı Savaş ve Balkanlarda Gençlik De-
ğişimlerini Geliştirme” amaçlı Nikes Stand Up, Speak Up fonu
tarafından desteklenen bir FARE programını başlattı. Bunu taki-
ben, UEFA’nın desteğiyle gerçekleştirilen FairPlay girişimi, Bos-
na-Hersek, Sırbistan, Makedonya ve Karadağ’ın futbol federas-
yonları ve daha yakın bir tarihte Hırvatistan’ın Futbol Kurumu ile
çok yıllık programlar tasarladı ve uygulamaya koydu. Yugoslav-
ya’daki iç savaş öncesindeki başarılı ve zengin spor kültürü göz
önüne alındığında, sporun ve özellikle futbolun, anlayış, hoşgörü,
dayanışma ve sosyal dahil olmayı teşvik etme konusunda güçlü
potansiyeller sunduğu açık bir hale geldi.

Tehlike altındaki sorunlar

Çeşitliliğin ve dâhil olmanın simgesel temsili, birçok eski
futbol takımının serisinde ve giderek ulusal takımlarda - hatta
önceki Avrupa FIFA 2014’te gördüğümüz gibi Doğu Avrupa’da
görülebilir. Fakat bu hikâyenin tamamı değil. Avrupa futbol saha-
ları, sadece çeşitlilik ve entegrasyon alanları değil aynı zamanda
ayrımcılık ve ırkçılık alanlarıdır.

35

Ayırımcılığın aşırı biçimleri, siyahlara ve diğer azınlık
oyuncularına karşı şiddet içeren şakaları, sağ aşırı radikal mesaj-
ları ve sembolleri veya homofobi ve cinsiyet ayrımcılığının açık
formlarını kapsar.

- 2014 Dünya Kupası FIFA’sında açıkça kötü muamele örnekleri:

Doğrudan ayrımcılık biçimleri yanında, genellikle ku-
rumsallaştırılmış ya da yapısal ayrımcılık olarak adlandırılan
daha katı türden dışlama türleri vardır. Örnekler, göçmenlerin ve
azınlıkların sistematik olarak yetersiz temsili ve otorite veya statü
pozisyonlarından çıkarılmalarını içerir. Avrupa çapında azınlıklar
sadece spor idaresinde, yönetimde ve koçlukta az temsil edilmek-
le kalmaz aynı zamanda stadyumlarda taraftarlar olarak ve bazı
ülkelerde profesyonel liglerde oyuncular olarak da az temsil edi-
lirler.

Büyük futbol karşılaşmalarında ırkçılığa karşı müca-
dele etmek - EURO 2004 ve 2006 Dünya Kupası’nda FARE
FARE - EURO 2004’teki FSI Programı
Geçtiğimiz yıl Portekiz’de düzenlenen Avrupa Şampiyo-
nası için UEFA, ilk defa fan büyükelçilikleri ve ırkçılık karşıtı bir
program yürütmede kullanılacak finansal kaynaklar oluşturdu.
Kısacası, FARE’nin EURO 2004 sırasında Portekiz’de neler yap-
tığını açıklayacağım:

Birçok Avrupa liginde devam eden ırkçılık ve ayrımcılık
sorununa karşı farkındalık yaratmak ve önleyici çalışmalar yap-
mak için çok uluslu bir FARE ekibi (6 ülke, 17 kişilik) Portekiz’e
gitmiştir.

FARE ağı tarafından Portekiz’de düzenlenen etkinlikler
arasında birçok farklı metodoloji yer alıyordu:
- Porto’nun açılış gününde eski oyuncuların, UEFA’nın futbol yö-
neticilerinin ve katılımcı ekiplerin, uluslararası medyanın katıldı-

36

ğı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox’un açtığı bir FARE
Resepsiyonu.

- Çek yıldız oyuncusu Pavel Nedved’in de aralarında bulunduğu
16 takım kaptanının açıklamalarıyla “O Jogo” adlı spor gazetesi-
ne ırkçılık karşıtı bir FARE takvimi yayınlandı.

- Fanların ırkçılık veya yabancı düşmanlığı yapanları arayıp ra-
porlaması için telefon ihbar hattı ve deneyimli FARE çalışanları
yoluyla ırkçı olayların gözlenmesi

- Çok dilli bir ırkçılık karşıtı taraftar dergisinden 15.000 kopya,
maç öncesi ve sonrası ve Porto, Guimaraes, Amadora ve Liz-
bon’daki Streetkick olaylarında ücretsiz olarak dağıtıldı

- Bir mobil futbol oyunu - ‘Streetkick’ ile hayran ve yerel halkı
oyalamak için bir grup genç çalışan eşliğinde futbol salonlarının
gezilmesi -

FARE, ırkçılık karşıtı programının yanı sıra, futbol taraf-
tarları arasındaki şiddeti sosyal olarak önleme konusunda uzman
olan Futbol Taraftarları Uluslararası Birliği (FSI) ile birlikte ça-
lışmıştır. Taraftarları ziyaret etmek için sekiz mobil taraftar elçili-
ği işlettiler.

Taraftar elçiliklerinin felsefesi taraftarların taraftarlara
yardım etmesidir. Taraftar örgütlerinden işe alınan sosyal hizmet
uzmanları ve destekçiler, taraftarların karşısına çıkabilecek her
türlü talihsizliğin üstesinden gelmelerine yardımcı olmak için her
türlü bilgiyi sağlarlar.

37

FARE - 2006 Dünya Kupası Programı

FARE, 2006’da Almanya’daki FIFA Dünya Kupasında bir
ırkçılıkla mücadele programı düzenledi.
On bir şehirde, ırkçılığa muhalefetimizi göstermek için Streetkick
turnuvaları düzenlendi.

Hayranlar, yöre halkı ve azınlık grupları birlikte saygı du-
yarak oynadılar. Ayrıca bir Taraftar Dergisi dağıttık ve bir sergi
açtık.

Ayrıca FARE stadyumların içinde ve çevresinde ırkçı afiş-
leri ve tezahüratları izledi. Hannover’deki İtalya-Gana maçında
faşist selamlar verildi ve bir Ganalı oyuncu topa her dokunduğun-
da muz gösterildi.

Oyun öncesi tüm takım kaptanlarının ırkçılığa karşı ko-
nuşmaları da dâhil olmak üzere çeyrek finallerde aktivitelerin dü-
zenlenmesinde FIFA’ya yardımcı olduk.

Avusturya ve İsviçre’de UEFA EURO 2008

Avusturya / İsviçre 2008, FARE ağı ve diğer STK’ların
ırkçılık karşıtı ortak kampanyasını içeren ilk UEFA turnuvasıydı.
Irkçılıkla Mücadele faaliyetleri arasında; tüm maçlarda gösterilen
özel olarak oluşturulmuş bir TV spotu, sahada yan reklam pano-
ları, maç biletlerinin markalaştırılması ve dört takım kaptanı yarı
finaller boyunca ırkçılık karşıtı ifadeleri yer almıştır. Stadyumla-
rın dışında da ‘StreetKick’ oyunu, taraftar kitlesi ve etnik azınlık
topluluklarının katıldığı bir programla ev sahibi şehirleri gezdi.
Ayrıca oyunlarda bir dizi monitör mevcuttu ve bir raporlama sis-
temi vardı. Dahası, FairPlay, Avrupa Futbol Taraftarları (FSE) ile
birlikte 8 ev sahibi şehirde Taraftar Elçilikleri organize etti.

UEFA EURO 2008 FARE Programı: Stadyumlarda Irk-

38

çılıkla Mücadele EURO 2008’deki ırkçılık karşıtı mesajı küresel
bir izleyici kitlesine yaymak için “Irkçılığa Hayır” sloganı her
maçta yan panellerde gösterildi. Ayrıca 30 saniyelik video spotu
31 maçta dev ekranda oynatıldı.

Avusturya ve İsviçre’de Irkçılıkla Mücadele Kampanya-
sı’nın etkinlikleri, yarı finalistlerin takım kaptanlarının ırkçılığa
ve çeşitliliğe karşı doğrudan sahadan mesajıyla ana sahnede yer
aldı. Ayrıca, seyirciler ırkçılık karşıtı bir koreografide yer aldılar.

Ek aktiviteler arasında kıdemli oyuncu ve yedek oyuncu-
ların markalı önlükleri, özel kaptanlar kol bantları vardı ve tüm
EURO 2008 maç biletleri, Irkçılıkla Mücadele İletisi mesajını ta-
şıyordu
.
Ultra Kısa

FARE’nin Avusturya ve İsviçre EURO 2008’de ırkçılıkla mü-
cadele faaliyetleri:
• Yarı Finaller, “Irkçılıkla Mücadele” sloganına atfedildi,
• Street kick etkinlikleri ve fanzinleri (taraftar dergisi) aracılı-

ğıyla fanlar ve yerel halkla etkileşimde bulunuldu
• Personel için ırkçılığa karşı eğitim rehberi ve izleme, rapor-

lama planı

Taraftar Deatek Programı: 8 ev sahibi şehirdeki fan elçilikleri,
çok dilli Fan kılavuzları ve web sitesi

3. EUROSCHOOLS 2008: Okullar, Fair Play ve 53 UEFA mil-
leti için elçilik oldu

Önleyici Çalışma: Streetkick Tour & Fanzine(Taraftar Dergisi)
Stadyumların dışında ve fan elçiliklerine ek olarak, Streetkick
oyunu hayranların ve etnik azınlık topluluklarının yer alabileceği
etkinliklerle beş ev sahibi şehri gezdi. FARE taraftar dergisinin

39

de olduğu malzemeler, nitelikli takımların dillerinde hazırlanan
broşürler, tişörtler, mobil bir sergi ve temalı posterler mevcuttu.

Yeni meydan okuma: Avrupa Futbolunda Homofobi

Kilometre Taşları: UAR Konferansı Barselona, FARE AW 2010
Posteri)

Eşitlik için Futbol: Homofobiyi Avrupa futbolunun gündemine
sokmak

2009’da FARE ağına bağlı çeşitli STK’lar ve spor organi-
zasyonları “Eşitlik için Futbol” projesine başladı. Girişim, Temel
Haklar ve Vatandaşlık Programı çerçevesinde Avrupa Komisyonu
(GM Adalet) tarafından desteklenmektedir.

Ortaçağ ve Doğu Avrupa’ya odaklanan ırkçılık, etnik ay-
rımcılık ve homofobiden arındırılmış futbolun önemine vurgu
yapılmaktadır. Bilinçlendirme faaliyetlerinin yanı sıra, Orta ve
Doğu Avrupa ile LGBT (Lezbiyen / Eşcinsel / Biseksüel / Tran-
seksüel) gruplar, göçmenler ve etnik topluluklar arasında bilgi
değişimi ve bilgi aktarımı ön plandadır.

Proje önlemleri (2013 yılına kadar) şunları içermektedir:

İtalyan proje ortağı UISP, Mondiali Antirazzisti (Irkçılık
karşıtı Dünya Kupası) sırasında Temmuz 2011’de başlamış olan
İtalya sporundaki homofobiye karşı kapsamlı bir kampanya dü-
zenliyor.
Futbolda Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadelede FARE ey-
lem haftası girişimleri ve taban örgütlerinin faaliyetleri destekle-
necektir.
Rotterdam’daki EuroGames 2011’in organizasyon ekipleri, Bu-
dapeşte’deki EuroGames 2012 organizasyon ekipleriyle yakın-
dan işbirliği yapacaklar. EuroGames, proje ortağı Avrupa Gey ve

40

Lezbiyen Spor Federasyonu (EGLSF) tarafından organize edilen
Avrupa’nın en büyük LGBT spor etkinliğidir.

Bilinçlendirme önlemleri ve kampanyaları Polonya ve
Ukrayna’daki UEFA EURO 2012 de uygulanacak; Taraftar Elçi-
liklerinin görevlileri için eğitimler düzenlenecek , LGBT grupları
için özel Fan rehberi ve LGBT taraftarları için bir irtibat noktası
olarak Pride House (gurur evi) kurulacak.

Cinsel yönelime dayalı ayrımcılık futbolda büyük bir so-
run teşkil etmektedir. Profesyonel futbol oynamak ve gay olmak-
la birlikte başarılı bir oyuncu olmak genellikle genel bir çelişki
olarak görülüyor. Bu tür sıradan bir homofobi, geleneksel olarak
profesyonel futbola idari, koçluk ve oyun oynama düzeylerinde
nüfuz etmiştir. Futbolda homofobi görünmezlik taşıyor. Bir yan-
da, hiç bir Avrupa profesyonel liginde açıkça gey olan tek bir
erkek oyuncu yok; Öte yandan kadın oyuncular genellikle ‘lez-
biyen’ olarak damgalanmaktadır. Avrupa’nın dört bir yanındaki
‘gay’ birçok taraftarın sevmediği her şeyin eşanlamı haline geldi.
Oyuncuların şimdiye kadar neden çıkmadıklarının bir nedeni de
futbol yapılarının eşit haklar sağlamadığıdır.

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen Eşitlik için Fut-
bol (2009-2013) projesinin amacı, homofobi, ırkçılık ve futbolda
ayrımcılığa karşı (yabancı düşmanlığı, anti-Çingenecilik ve an-
ti-Semitizm) mücadeleyi savunmak için Orta ve Doğu Avrupa ‘ya
ağırlık vererek katkıda bulunmaktı.

Projenin başlıca hedefleri şunlardı:
Futbolda ayrımcı uygulamalar, söylemler ve stereotiplerin
farkında olunması ve anlaşılması, özellikle de gay ve lezbiyenle-
rin ayrımcılığının devam etmemesi (homofobi) ve göçmenlerin
ve etnik azınlıkların, özellikle Romanların dışlanmaması

Her gey, lezbiyen, biseksüel ve travestinin eşit haklardan

41

yararlanmasına ilişkin iyi uygulamalar, bilgi ve eğitim materyal-
leri alışverişinde bulunarak (ülke çapında ve Ulus ötesi) Doğuda
yeni üye ülkeler ile Batı’daki eski üye ülkeler arasındaki uçurumu
kapatmak

Ana unsurlar arasında UEFA EURO 2012’de taraftar
odaklı kalite önlemleri yer alıyordu. Fan Elçilikleri programı,
UEFA EURO 2012’de resmi fan barındırma programı idi. Faali-
yetler şunları içerecektir: FanGuides ( taraftar rehberinde) LGBT
bölümü (çevrimiçi ve basılı), fan Elçilik çalışanları için Çeşitli-
lik Eğitimleri ve seminerler. Ayrıca, Varşova’da bir “Gurur Evi”
kurulması. Gurur evi, LGBT topluluğu için bir bilgi birikimi ve
servis noktasıdır ve ilk kez Vancouver’daki Kış Olimpiyatları’n-
da tanıtıldı. Ayrıca “Tüm Farklara Karşı - Lezbiyen ve Gey Spor”
adlı uluslararası bir tur sergisi tasarlandı. Sergide, 5 dilde ünlü
eşcinsel erkek ve kadın sporcu portreleri (İngilizce, İtalyanca, Al-
manca, Slovence ve Slovakça) yer almaktadır.

Ayrımcılığa uğratmama ve katılımı artırmak için turnuva
organizatörleri, dernekler veya kulüpler neler yapabilir ve yap-
malıdır?

Ayırımcılık, bir anlayış ve cehalet eksikliği ile ortaya çı-
kabilir ve hatta iyi niyetli fakat ipucu veren sözcükler veya ey-
lemlerden kaynaklanır.

Bu nedenle, başlangıç noktası, dışlayıcı uygulamaları ve
bu günlük usullerin kulübü veya birliği nasıl etkilediğini anlama-
ya çalışmaktır.

Spor organları toplumun her kesimine açılmalı ve azınlık,
göçmen topluluklar ve diğer marjinal gruplardan tavsiye almak
istediklerini garanti etmelidirler. Bu, dudak bükümü veya hayır
işi olarak değil, spor gelişiminin bir gereğidir.

42

Kilit noktalar

Büyük müsabakalardaki açık ayrımcılık biçimlerini ce-
zalandırma yollarını bulun (ör. Brezilya’daki 2010 FIFA Dünya
Kupası stadyumlarındaki ırkçı ve homofobik eylemlerin uygun
şekilde onaylanmamış olması)
Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele için proaktif kampanya, eğitim
çalışmaları ve bilinçlendirme hayati öneme sahip olmakla birlik-
te etnik, göçmen ve cinsel azınlıklar, aktif futbolseverler ve in-
san hakları STK’ları gibi hedef kitlelerin bu çalışmalara katılımı
önem arz etmektedir. FIFA gibi spor yönetim organları tarafından
ayrımcılığa karşı verilen yukarıdan aşağıya mesajlar sınırlı güve-
nilirlik riski taşımaktadır (UEFA EURO 2008’deki UAR progra-
mının değerlendirme sonuçlarına da bakınız)

Futbol federasyonları, dernekler, kulüpler ya da spor ba-
kanlıkları ayrımcılıkla mücadeleye dahil olmayı daha gerçeğe
dönüştürmek için ne yapabilir? Ayırımcılık, bir anlayış ve cehalet
eksikliği ile ortaya çıkabilir ve hatta iyi niyetli fakat ipucu veren
sözcükler veya eylemlerden kaynaklanır. Bu nedenle, başlangıç
noktası, dışlayıcı uygulamaları ve günlük işlemlerin futbol ku-
lüpleri, dernekler ve büyük turnuvaları nasıl etkilediğini anlamak
ve analiz etmektir. Asıl sorun, hiper-erkeklik ve Avrupa genelinde
hetronormatif futbol ve fan kültürlerinin tanımlanması ve sorgu-
lanmasıdır.

Futbol yapılarının topluma geniş şekilde açılması ve azın-
lık, göçmen topluluklar ve diğer marjinal gruplardan tavsiye al-
malarının sağlaması gerekir. Bu, dudak bükümü veya hayır işi
olarak değil, spor gelişiminin bir gereği olarak görülmelidir.
Bu nedenle, ortaklıklar, aktivitelerin planlanmasına katılım ve
LGBT’ler ve ırkçı olmayan fan grupları da dahil olmak üzere
ayrımcı grupların görünürlüğü önemlidir. Bu, azınlık gruplarının
fonlama ve spor altyapısına adil ve eşit erişime ihtiyaç duymasını
gerektirir.

43

Doç.Dr. Ahmet TALİMCİLER
(EGE ÜNİVERSİTESİ)

1970 yılında İzmir’de doğdu. 1994 yılında Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. ‘Tür-
kiye’de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi’(1998) başlıklı
teziyle yüksek lisansını, ‘Türkiye’de Futbol ve İdeoloji İlişki-
si’(2005) adını taşıyan çalışmasıyla doktorasını tamamladı.
2000 yılı Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı.
Ağırlıklı çalışma alanları: Spor sosyolojisi, sporun medyada-
ki temsili, popüler kültür, gündelik hayat, spor-ideoloji-söylem
ilişkisi. TRT İzmir Kent Radyo’da ‘Arka Plan’ isimli bir spor
programını her Salı akşamı hazırlayıp, yorumlamayı sürdürme-
ktedir.

TÜRKIYE’DE SPORDA AYRIMCILIK ÖRNEKLERI
Doç.Dr. Ahmet TALİMCİLER

Medyanın bunu bize nasıl aktardığı ve hangi dolaşımlar-
dan geçirdiği meselesi bizi başka şeylerle karşı karşıya bırakıyor.
Şimdi tam bu noktada şöyle bir vurguda bulunacağım. Spor aslın-
da gerçek bir sosyal fenomen ve sonuna kadar ideolojik bir alan-
dır. Yani spor bizim inşa ettiğimiz ve bu inşa sürecinde bir takım
değerler yüklediğimiz alandır. Bunun üzerinden baktığımızda
spor ideolojisi, daha da yaygın olarak futbolun kullandığı değer-

44

ler bazen sosyal yapıdan transfer edilir, bazen sosyal yapıdan
transfer edilir bazen de sosyal yapıda pekiştirici etkiler yapar.
Şimdi baktığınızda ilgilendiğimiz alan üzerinden konuştuğumuz-
da, az önce Alpay Bey’in burada bize gösterdiği örnekler üzerin-
de konuştuğumuzda böyle bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyoruz.
Özellikle son dönemde ortaya konulan cezai yaptırımlara baktığı-
mızda şöyle bir mesele var önümüzde; ülkenin içinden geçtiği
dönemin ve bununla ilgili yansımaların bu alana doğrudan doğru-
ya ne gibi etkileriyle karşı karşıya kalırız? Şimdi biraz baktığınız-
da nefret söylemi nedir? Bireylere ırkları, ten renkleri, etnik kö-
kenleri, toplumsal cinsiyetleri, milliyetleri, dinleri, cinsel
tercihleri, yetersizlikleri diğer bireysel ayrımcılık biçimleri gene-
linde yöneltilen, nefret içeren ve teşvik eden söylemler olarak ta-
nımlanabilir. Hatırlarsanız geçen hafta Avrupa’da bir olay oldu.
Hatta ben pazar günü taraftar gazetesinde son yazımda da futbo-
lun ırkçılık ile imtihanı diye yazı kaleme aldım. Olayı görenler
Madrid kentinde gerçekleşen PSV taraftarlarının yapmış olduğu
insanlık ayıbına şahit oldular. Aynı zamanda o olay içerisinde bir
tane İspanyol vatandaşın tepkilerini de gördüler. Görünen tablo
aslında Avrupa’da sıkça karşı karşıya kalınan bir olayın yansıma-
sıdır. Aynı zamanda sözünü etmiş olduğum meselelerin de özel-
likle futbol üzerinden ne şekilde gündeme gelebildiğini göster-
mesi açısından önemli bir örnektir. Şimdi nefret suçu, nefret
söylemi neyle beslenmekte? Bunların arasında farklı etnik veya
dini kimlikler, cinsel görünümlere karşı ön yargılar, ayrımcılık,
ırkçılık, yabancı düşmanlığı, cinsiyet, transfobi gibi nedenler bu-
lunmaktadır. Baktığımızda özellikle dil, nefret söylemi ya da spor
üzerinden konuşmaya başladığımızda oldukça etkilidir. Çünkü
biz kendimizi ifade ederken kullanmış olduğumuz dil asla masum
değildir. Hatta çoğu zaman dil üzerinden çalışmalar yapan kişile-
rin vurguda bulunduğu gibi dil aslında bizim kendisiyle oynadığı-
mız değil, bizimle oynayan bir araçtır. Böyle bakıldığında top-
lumsal yaşam içinde bireyler dil aracılığıyla anlaşarak sözlü ve
yazılı kültürlerinin buluşmasına, kuşaktan kuşağa aktarılmasına
katkıda bulunur. Dil, dünyaya bakışımızda yaşananları yorumla-

45

mada kullandığımız bir araç olarak aynı zamanda ideolojinin ak-
tarılmasına ve işlenmesinde de olanak sağlamaktadır. Çünkü bi-
reyler dil ve dilin içerdiği ideolojiyi paylaşarak toplumsal yaşam
içindeki varlıklarını sürdürebilir. Böyle baktığımızda söylem, dil
içinde kodlanan toplumsal kökenli bir ideolojidir. Yani spor saha-
larını bize aktarmakta olan medyanın kullanmış olduğu dil ve
söylemin gerçeği şudur ki, medya kullanmış olduğu dil ve söy-
lemler aracılığı ile ideolojinin ve bir takım değer ve statü kapıla-
rının toplumsal yaşama aktarılmasına aracı olmaktadır. Medyanın
takınmış olduğu tavır kimliklerin şekillenmesinde etkilidir. Çün-
kü medya aynı zamanda toplumsal algımızın şekillenmesinde
önemli unsurlardan biri olarak nefret söyleminin oluşmasında ve
yaygınlaşmasında etkili olmaktadır. Burada özellikle dikkatinizi
şu noktaya çekmek istiyorum! Medyayı sadece genel yazılı ve
görsel medya olarak ele almayın. Medya, içinde bulunduğumuz
dönemde çok daha yaygınlaşmaya başladı. İşin sosyal medyada
da ayağı var ki burası çok daha etkileyici bir mecra olarak karşı-
mıza çıkıyor. Özellikle de taraftarlar açısından. Nefretin suça dö-
nüşmesinde ise kişilik özellikleri kadar nefreti körükleyen ve teş-
vik eden nefret söylemi de gözden kaçırılmamalıdır. Bu açıdan
özellikle haberin nasıl kurgulandığı ve nasıl oluşturulduğu mese-
lesi aslında bizim, biz ve öteki kavramlarını oluşturmamıza neden
olur. Baktığımızda sürekli olarak öteki kavramını nasıl koruduğu-
muz gerçeği ile karşı karşıya kalırsınız. Mesela bakın bu 1500 m
de altın madalya alan sporcularımız o döneminde gazetelerinden
bir tanesi tarafından sansürlenmiştir. Futbolu bize aktarmakla gö-
revli olan futbol medyası, kullandığı dil ve söylem aracılığıyla
nefret söyleminin kitlelerle buluşmasında ve şiddetin alt yapısı-
nın hazırlanmasında etkin bir rol oynamaktadır. Futbol alanında
zihinsel anlam haritalarımızın oluşturulmasında gazetelerdeki
futbol sayfaları, televizyondaki futbol programları, sosyal med-
yadaki yorumlar, internet yayıncılığında kullanılan ifadeler aracı
bir rol oynamaktadırlar. Spor haberlerinde kullanılan provokatif
dil, rakip taraftarlar arasında gerginliği körüklemekte ve kalıp
yargıları güçlendiren birer araca dönüşmektedir. Bu, bizim yıllar

46

önce oynadığımız İsviçre Milli Müsabakası öncesi, dönemin fo-
tomaç gazetesinin kullandığı ‘Futbol Erkek Oyunu’ başlığıdır.
Şimdi çok dikkat edin 4 tane İsviçreli futbolcunun travesti kılığı-
na sokulduğunu görürsünüz. Bunu altta geçen ifadelere baktığı-
mız zaman “Futbol erkek oyunudur, buyurun er meydanına’ ifa-
deleri mevcuttur. O erkekli değerlerin nasıl öne sürüldüğünü
görmekteyiz. Normal şartlarda şöyle bir düşünün; benzer bir gö-
rüntü kendi sporcularımıza yapıldığında ne hissedersiniz? Aynı
şeyi bir başkasına yaptığımızda gayet normal karşılanabileceği
gerçeği ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Başka bir örnek sunabili-
rim size. Galatasaray’ın UEFA kupasını alma sürecinde dönemin
Star Gazetesinin yazarları Yılmaz Özdemir ve Uğur Dündar’ın
atmış olduğu başlıklar da tarihte belge olarak durmaktadır. En
utanç verici başlık o “tüh size” yazılan başlıktır. Şimdi sosyal
medyadaki nefret söylemi ve futbolumuzdaki örneklerine baktı-
ğımız zaman da buralarda ilginç şeylerle karşılaşırız. Gündelik
yaşamda söylemsel protiklerde üretilen ve geleneksel medya me-
tinlerinde dolaşıma sokulan homofobik, transfobik, heteroseksist,
cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik, milliyetçi ve ayrımcı
söylemler, medyanın saydığımız özelliklerinden dolayı daha ko-
lay bir şekilde yaygınlaşmakta ve sıradanlaşarak dolaşıma gir-
mektedir. Burası çok daha enteresan çünkü burada mecrayı denet-
leyen mekanizma çok daha az olduğu için özellikle taraftar
platformlarında çok daha yaygınlaşıyor. Bununla ilgili birkaç ör-
nek de göstereceğim. Bu başka bir örnek: yıllar önce 2004’te
Bolu Belediye spor, Hendek spor karşılaşması öncesinde ‘Filenin
Sultanları’ sahneye çıkıyor. Özellikle bacak kıvrımlarını ve bazı-
larının kol kıvrımlarının nasıl kapatıldığı ile ilgili bir örnek. Bu
konu özellikle yeni iletişim teknolojileri yani klavye başındaki
taraftarlar ile bambaşka bir platforma doğru gidiyor. Burada bak-
tığımız zaman çok daha net kavgalarla karşı karşıya kalmaya baş-
lıyorsunuz. Orada bir dönem çok bilinen, Melo’ya kemik atılma-
sını, Mateja Kezman’la ilgili Beşiktaşlı taraftarların hazırlamış
olduğu ‘Kezban yenge muhtar mı oldun Kadıköy’e’ pankartlarını
görüyorsunuz. Burada bazı platformlarda kullanılan ‘Adamı ma-

47

dam yapar cimbomun erkekleri’ ‘Bizimle kimse başa çıkamaz’
‘Galatasaraylı olmak adam olmaktır’ gibi ifadeler var. Bu mecra-
ya baktığımızda kişilik haklarını ihlal edici, ırkçı, erkek egosunu
besleyen, şiddet ve cinsellik yüklü dil ve erkek egemen ideoloji,
televizyonlardaki futbol programları ile gazetelerdeki haber ve
köşe yazılarıyla, sosyal medyada paylaşılan görseller, yapılan yo-
rumlar ya da kurulan formlarla yeniden üretilmek sureti ile dola-
şıma sokulmaktadır. Genç Fenerbahçeliler Facebook sayfalarında
2012 yılında Kıbrıs Rum kesimi ile oynanmadan önce kullandık-
ları ifadeler: ‘Sabah kurban kesimi, akşam Rum kesimi’. Bir son-
raki, Galatasaraylılar ve Fenerbahçelilerin atışmalarından bazı
örnekler: Genç Fenerbahçeliler Facebook sayfalarında ‘Oruç ol-
san tutulmazsın’ yorumunu yazan bir Galatasaray taraftarına kar-
şı ‘Oruç köpeklere farz değil zaten’ diyerek karşılık verilmiş.
Bunlar aslında beraberinde gerginliğin artmasına başka boyutlara
taşımasına vesile oluyorlar. Buradan baktığımızda, nasıl bir çıkış
yakalayabileceğimiz meselesi üzerinde de kısa bir şeyler söyle-
mek istiyorum. Çünkü giderek nefretin arttığı ortamdan geçiyo-
ruz. Futbolun kitlelerle buluşmasında aracı rol oynayan sosyal
medyada kullanılan söylemlerin bu açıdan ne gibi etkiler bıraktı-
ğının tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır.

Futbol ağırlıklı spordaki nefret suçlarından söz edeceğim sizlere.
Futbol 19. yy. sonlarında oynanmaya başlanmıştır. 20. yy. da po-
pülaritesi artan, o günden bu güne de gerek ekonomik potansiyeli
gerekse ulaştığı kitleler açısından dünyanın en önde gelen spo-
rudur. Futbol da nefret suçlarının başlangıç aşaması futbolun ilk
oynandığı yıllardan itibaren ortaya çıkıyor. O dönemlerde önce-
likle Latin Amerika ülkelerinde azınlıklara dönük bazı eylemlerin
olduğu ortaya çıkmış, daha sonra Nazi Almanyası ile birlikte olay
siyasi bir boyut almıştır. 1970’lerde işsizliğin yoğunlaşması, eko-
nomik anlamda sıkıntıların artması nefret suçlarını farklı boyutla-
ra taşımaya yöneltmiş ve bunlarla ilgili ilk organize çalışma 1997
yılında Avrupa Birliği’nin konuya el koyması ile gerçekleşmiştir.
Ancak Avrupa Birliği bu aşamaya gelmeden öncesinde Fair’in

48

yaptığı bir çalışmaya dikkat etmek lazım. 1995‘lerden itibaren
Fair ve bir taraftar organizasyonu devreye giriyor. Avrupa Birliği
de ondan esinlenerek o çalışmaya farklı bir boyut kazandırıyor.
Daha sonra 2001 yılında FIFA 1.000.000 Franklık bir ekonomik
destek ile Fair’in çalışmalarını farklı boyuta taşıyor. Bugün Fair
35 farklı ülkede 150’den fazla üyesi ile bir çatı kuruluşu olarak
spordaki nefret suçlarının engellenmesi konusunda çalışmalarını
sürdürüyor. FIFA‘nın ilk toplantısı 6 Temmuz 2011’de “Irkçılık
yasağı” başlıklı konferansla Buenos Aires ‘de yapılıyor. 7 Tem-
muz’da ırkçılığa karşı ilk kararın kabul edildiği olağan üstü FIFA
kongresi ilan ediliyor. Aynı yerde 7 Temmuz 2002’de FIFA ırk-
çılığın futboldan dışlanmasının 1. yıl dönümünde ırkçılık yasağı
gününü resmen kabul etmiştir. Daha sonraki aşama 21 Haziran’da
başlayan 2003 konfederasyon kupası Fransa’da yapılmıştır. Kon-
federasyon kupasının farklı yönlerinden de söz etmeliyim size.
Biz ilk maçımızı Amerika ile oynadık. İlk kez bizim takım kap-
tanımız Bülent Korkmaz rakip takım kaptanı ile el ele tutuşup
birlikte saha ortasında beklerler ve FIFA‘nın ilk olarak resmi du-
yurusu futbolcular nezdinde başlamış olur. Daha sonraki aşama-
da, 2004’te FIFA “bir ülke veya kişiye ırk, din, siyasi düşüncele-
ri nedeniyle ayrımcılık uygulanamaz” maddesiyle sporda nefret
suçlarının, tahmin ettiğimiz ayrımcılığın her türlü karşısında ol-
duğunu ilan etti. Sporda nefret suçlarıyla mücadelede çıkış nok-
talarından bir tanesi, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesine dayalı FIFA‘nın aldığı eğitimdir. Nelerden bah-
sediliyor bu eğitimin içerisinde? Hiçbir grup aleyhine ırk, renk,
etnik, cinsiyet, din, dil, siyasi ve diğer kanaatler herhangi bir ay-
rımcılık nedeni olarak yapılamaz ve yasaktır. 2004’te yine FIFA
Birleşmiş Milletler barış günü ile bağlantılı olarak 18-19 Eylül
gününü ırkçılıkla mücadeleye adıyor. 2004’ün 6 Ekim’inde de bir
etik kodu devreye sokuyorlar. Bu kodun ilgi alanına giren kişiler
küçük düşürülüyor. Ayrımcı, kötüleyici bir ifadeye veya eylemle-
re ırk, renk, etnik, ulusal köken, cinsiyet, dil, din, siyasi ve diğer
kanaatleri herhangi bir neden ile bir ülkenin veya kurumun üze-
rine dayatamazlar, onların saygınlığını rencide edemezler. Daha

49

sonraki aşamalarda FIFA’nın yine farklı çalışmaları var ama en
dikkat çeken çalışmalardan bir tanesi Mayıs 2015 yılında alınan
karar. Bu karara göre 2018 Dünya Kupası’nda FIFA ırkçılıkla
mücadeleyi denetleme sistemi kuruyor. Özel gözlemciler tayin
edilecek bunlar daha önceden belirli çalışmalarla yetiştirilecekler
ve anında ırkçılıkla ilgili ya da nefret suçları ile ilgili herhangi
bir eylem tespit ederlerse müdahalede bulunarak cezai işlemlere
geçecekler. FIFA dışında UEFA’nın da çalışmaları var. FIFA’ya
paralel olarak giden çalışmalar var. Bunların içerisinde 2012’de
devreye soktuğu yeni uygulamalar bulunuyor. Avrupa şampiyo-
nası esnasında ve halen bütün milli maçlar öncesinde bununla
ilgili etkinlikler yapılageliyor. Peki, bunların disiplin açısından
yansıması nasıl oluyor? FIFA’nın disiplin uygulamalarında para
cezası var, saha kapatma cezası var, müsabakalardan men ceza-
sı var, gerekiyorsa turnuvalardan men cezası var. Benzer şeyleri
UEFA yapıyor. Yine benzer şeyler Türkiye Futbol Federasyonu
Disiplin Talimatında mevcut. Farklı uygulamalar farklı cezalar-
dan da söz etmeliyim size. Enteresan bulduğum birkaç tanesini
söylemeliyim: Mesela 2014’te Feyenoord-Beşiktaş maçında Fe-
yenoord taraftarının Tanrıya karşı yapmış olduğu küfür etmesi ve
bu nedenle UEFA’nın Feyenoord sahasının tribününü kapatması.
Yine 2014’ün Temmuz’unda Francis fort-Andreas maçında seyir-
cilerin maymun sesi çıkarması ve ırkçılık pankart açması nedeni
ile ev sahibine kısmi kapatma cezası verilmiştir. 2014 Eylül’de
Roma CSK-Moskova maçında ırkçı tezahüratlar nedeni ile Rus
kulübüne 200.000 Euro ceza veriliyor. Sahası kapatılıyor ve 3
maç seyircisiz oynaması öngörülüyor. Yine bildiğiniz gibi Luis
Aragones İspanya Milli Takımını çalıştırdığı dönemde Thierry
Henry ile ilgili kendi oyuncusuna taktik verirken ‘O siyah pisliğe
ondan daha iyi olduğunu göster’ diyor ve o sırada İspanya tele-
vizyonu kayıtta. Ardından İspanyol taraftarların yapmış olduğu
ırkçılık tezahüratları ve UEFA İspanya’ya 100.000 Frank ceza ve-
riyor. Yine yakın tarihte hatırlarsanız Luiz Suarez’in seneler önce
Partice Evra’ya yaptığı bir hareket var. O dönemde aldığı ceza 8
maç 40.000 Paunt. Çok daha farklı bir örnek Dani Alves’e tribün-

50

den atılan bir muz var. Dani Alves kalkıyor o muzu korner atışı
sırasında soyuyor, yiyor ve gülerek tribünlere dönüyor, ardından
Barcelonalı oyuncular bir muz ile birlikte fotoğraf çektiriyorlar.
Sosyal medyada inanılmaz bir etki uyandırıyorlar ve nefret suçla-
rı ile birlikte farklı bir etki yaratıyor.


Click to View FlipBook Version