KIZILOĞLAN-SARAYDÜZÜ GİRİŞ Saraydüzü, kendine has değerleri ile önemli bir kültürel birikime sahip çok eski bir yerleşim yeridir. Ancak ilçe henüz tam olarak keşfedilmemiş ve potansiyeli ortaya çıkarılmamıştır. Bu eserde: gerek bölge tarihini ve kültürünü konu eden arşiv vb. kaynaklardan gerek açık kaynaklardan gerek yerinde yapılan alan araştırmalarından ve gerekse de bu kültürü yaşatan canlı şahitleri ile yapılan görüşmelerden elde edilen verilerle derlemeler yapılarak, ilçenin kimliği açığa çıkartılmaya ve kültürüne ışık tutulmaya çalışılmıştır. Saraydüzü Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü görevini yürütürken halkla yakın temas halinde bulunmam nedeni ile bölge kültürünü daha yakından tanıma fırsatını buldum. Bu fırsatı değerlendirerek ilçeye katkı sağlayacak bu çalışmayı meydana getirmek istedim. Eserin hazırlanmasında destekte bulunan Saraydüzü Kaymakamlığına, Saraydüzü Belediye Başkanlığına, arazi gezilerinde yardımcı olan köy muhtarları ve köy sakinlerine, ilçenin tarihi ve kültürüne tanıklık eden ve bu tanıklığı paylaşan ilçe halkına ve kaynak temininde yardımını esirgemeyen tüm kamu kurumlarımıza teşekkür ederim. Tamer ÇELİK ( Başöğretmen- Tarih Öğretmeni )
TARİHİ GEÇMİŞİ Çok eski bir yerleşim yeri olduğu tahmin edilen Saraydüzü’nün tarihi geçmişinin antik dönemlere kadar (M.Ö. 3000) indiği tahmin edilmektedir. Tarihi süreç içerisinde ilçe sırasıyla Gaşkalılar (M.Ö 1400-1300), Hititler (M.Ö. 1300-1100), Paflogonya (M.Ö 1100-700), Lidyalılar (M.Ö. 546-377), İranlılar (M.Ö.373-183), Pontus (M.Ö.183-64), Romalılar (M.Ö. 64-M.S.33) ve Bizans (395-1125) dönemlerini yaşadıktan sonra Türk beyliklerine geçmiştir. Candaroğlu beyliği ile başlayan bu Anadolu beylikleri döneminde Saraydüzü, Osmanlı egemenliğine geçene kadar çeşitli Türk beylikleri ve devletlerinin egemenliğinde kalmıştır. İlçe, köy iken Osmanlı Devleti zamanında Kızıloğlan adı altında bucak haline getirildiği bilinmektedir. Kızıloğlan isminin, bucak ismi olarak kullanımının nereden geldiğini araştırdığımızda ise buraya yerleşen ilk kişinin kızıl görünümlü olmasından dolayı bu ismi aldığı iddia edilmektedir. Ancak bu coğrafyanın tarihsel süreç içerisinde geçirdiği evreleri ve demografik değişimi dikkate alındığında farklı sonuçlara da ulaşılmaktadır. Bu görüşler arasında en öne çıkan ise “Kızıl” ifadesinin buraya yerleşen ilk kişi/kişilerin görünümünden dolayı değil, yerleşen topluluğun mensubiyetinden kaynaklı olarak kullanıldığı yönündedir. Nitekim Anadolu’da soy kütükleri ve Türkmen boyları üzerine araştırmaları olan Hüseyin Şekercioğlu’nun "Atatürk’ün Soy ve Sülalesi Hakkında Anadolu’da Yaptığım Araştırmalar” adlı eserinde; ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de soyunun dayandığını söylediği Kızıl Oğuzlar’ı veya Kızıl Oğuz Türkmenleri’nin varlığından bahsetmektedir. Hüseyin Şekercioğlu’nun “Kızılkocalılar” olarak ifade ettiği Kocacık Yörükleri veya Türkmenleri ile aynı yörük grubu olarak ele aldığı bu Türkmen grubunun 1041 yılı civarında Hazar Denizi’nin güneyinde ve güneybatı bölgesinde Tahran, Kazvin, Reşt, Zencan ve Tebriz bölgelerinde oturduklarını belirtmektedir. Araştırmacıya göre; “Kızıl Özen” veya “Kızıl Ören” ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve İldeniz hükümdarlarından Arslan Şah’ın oğlu Kızıl Bey’in oymakları oldukları için bu Türkmenlere “Kızıl Oğuz Türkleri” adı verilmekte idi. Tarihsel süreç içerisinde bu Türkmen boyu Tuğrul Bey’e bağlı olarak, başlarında Mansur, Gök-Taş, Buka Beyler olduğu halde Anadolu’ya yapılan akınlarda aktif olarak rol aldıkları ve 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ve Zaferi’nden sonra Kars, Erzurum, Erzincan ve Sivas illerine doğru akınlara başlayarak Sivas ve Tokat arasındaki Kelkit Vadisi’ni ele geçirmişlerdir. Anadolu’nun fethi sürecinde Selçuklu Devleti’nin iskân politikaları çerçevesinde Tokat, Amasya, Konya, Karaman, Ankara, Aydın, Isparta, Balıkesir, Bolu, Kastamonu ve Sinop illerine yerleştirilen Kızıl Oğuz Türkmenlerinin; 1410 yılında Reşadiye ve Mesudiye arasındaki "Kızıl Özenliler Yurdu” olarak anılan (bugünkü Reşadiye-Kızıl Ören Köyü civarı) bölgede "Kızıl Ahmetliler” isimli bir de beylik kurmuşlardır. Nitekim Faruk Sümer’in XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerine dayanarak yaptığı araştırmalarda XVI. yüzyılda Anadolu’da Kızıl Oğuz Türkmenleri ’ne bağlı "oymaklar” olduğunu Maraş’tan Ankara, Kayseri, Kırşehir’e kadar olan sahada yayılmış olarak yaşadıklarını belirtmektedir. Ayrıca 1960 yılında Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğüne uzman olarak tayin edilip 15 yıl süren bir mesaiden sonra emekliye ayrılan ve “Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak Aşiret ve
Cemaatler” adlı eseri bilim dünyasına kazandıran olan Cevdet TÜRKAY da bu tespiti doğrulamaktadır. Bilindiği gibi “yer adları”, kültür tarihi bakımından çok büyük bir önem taşır. Anadolu’nun ve Rumeli’nin Türkleşmesinde de görüldüğü gibi Türkler, çeşitli geleneklere bağlı olarak yer adı vermektedirler. Bazen milli kültürün bir parçası olarak Orta Asya’daki yer adları, Anadolu ve Rumeli’deki benzer yerlere vermiş ya da bir boy veya oymak yerleştiği yere boyunun veya oymağının adını vermiştir. Bazen de boy beyi veya boyun bir büyüğünün adı verilmiştir. Arazi şekline, yerleşme esnasındaki bir olaya, eski bir totem olan ve silik izleri hatıralarda devam eden bir hayvanın adına göre de isim verilir veya alınırdı. Anadolu’da dün ve bugün gördüğümüz bütün “Kızıl” sözü ile başlayan yer adları da bu gelenek çerçevesinde bahsettiğimiz Kızıl Oğuz Türkmenlerin hatıralarını taşır. Bazı misaller şu şekilde verilebilir: Kızıl-ırmak, Kızılca-hamam, Kızılca-viran vb. Bu bağlamda Osmanlı döneminde de yaşamın hareketli olduğu görülen ilçenin “Kızıloğlan” olarak adlandırılması Atatürk’ün de soyunun dayandığı Kızıl Oğuz Türkmenlerinden geldiği tezini de göz ardı etmemek gerekir. Nitekim Kızıloğlan adı ile anılan bucak, 1954 yılında Mehmet Peker’in muhtarlığı döneminde, bucak isminin “Saraydüzü” olarak değiştirilmesi teklifi üzerine isim değişikliğine gidilmiştir. “Saraydüzü” adının nereden geldiğine dair kabul gören kanaate göre: ilçenin güney batısında Tepeköy köyü hudutları içerisinde yer alan, eskiden yerleşim yeri olarak kullanılan ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmeyen enkazlar bulunmaktadır. Saraya benzer olduğu kabul edilen bu kalıntıların Tepeköy köyüne bakan tarafının düz ve açık bölge olması dolayısıyla “Saray-yüzü” olarak adlandırılmıştır. Daha sonra bu isim “Saraydüzü” olarak son şeklini almış ve ilçenin ismi olarak kullanılmaktadır. Saraydüzü Boyabat ilçesine bağlı bir bucak iken 20 Mayıs 1990 tarih ve 20523 sayılı Resmî Gazete' de yayınlanan 3644 sayılı Kanun ile ilçe olmuştur. Saraydüzü halkı; birinci dünya savaşı sonrası Anadolu’nun işgallere uğrayıp milletimiz bağımsızlık mücadelesini verirken gelişmelere duyarsız kalamamış, sınırlı imkânları ile milli mücadeleye destek vermiştir. Bu maksatla Sırma Hatun ve Topal Osman önderliğinde toplanan yardımlar insan ve hayvan sırtlarında Saraydüzü-Sinop hattında bulunan Kurtlu Han üzerinden İnebolu’ya ulaştırılmıştır. İlçenin köylerinde çeşitli dönemlere ait cami, çeşmeler ile Osmanlı dönemine ait, sanatsal açıdan zengin görünüme sahip, işleme ve oymalarla süslenmiş pencere, kapı ve balkonları ile ilgi çeken tarihi evler bulunmaktadır. Ayrıca ilçenin sınırları içerisinde bulunan bazı mağaraların tarih öncesi çağlarda yerleşim amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Tarihsel süreç içerisinde günümüze kadar geçen zaman diliminde bu bölgede yaşayıp medeniyet kurarak ilçenin kültürel mirasına katkıda bulunan toplulukların bıraktıkları eserleri inceleyecek olursak ilçenin nasıl zengin bir geçmişi olduğunu görme fırsatını bulmuş oluruz.
SARAYYÜZÜ BÖLGESİ İlçenin güney batısında Tepeköy köyü hudutları içerisinde bulunan ismini ilçeye veren ne zaman yapıldığı ve ne amaçla kullanıldığı bilinmeyen kalıntılar bulunmaktadır. CUMA KÖYÜ NEKROPOLÜ Saraydüzü ilçesi sınırları içerisinde bulunan Cuma Köyü Tuğluk Mevkiinde, Türbe denilen tepenin eteğinde, tarla içerisinde, ana yoldan açılan ve tarla kenarından devam eden yolun kıyısında bulunmaktadır. 11.01.2013 tarihinde Sinop Müze Müdürlüğünce l. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiştir. Mezarın bulunduğu ve eskiden beri Türbe olarak anılan söz konusu tepe, büyük bir alanı kaplamakta olup bu alanın nekropol (antik şehir toplu mezar alanı) alanı olarak kullanıldığını göstermektedir. Bu nedenle tepenin koruma altına alınıp burada gerekli olan kazı çalışmalarının yapılmasını gerekmektedir. Yapılacak kazı çalışmalarında alanda bulunması muhtemel olan diğer mezarların bilimsel metotlarla açılması ve muhtemel buluntuların sağlam bir şekilde kültürümüze kazandırılması uygun olacaktır.
Ayrıca ilçe sınırları içerisinde Hanoğlu köyünün güneyi Sivritepe mevkiinde Sivritepe tümülüsünün (yığma mezar) gerisinde yer alan nekropol bölgesinde birçok mezar kalıntısı daha bulunmaktadır. Geniş bir araziye yayılan bu yerde bazı arkeolojik kalıntı ve buluntular açık alanda yer almaktadır. HÖYÜK VE TÜMÜLÜSLER İlçe sınırları dâhilinde Uluköy köyünden başlayıp Bahşaşlı Köyü Zeyve Mahallesine kadar ulaşan vadide çok sayıda tümülüs ve höyük bulunmaktadır. Bu höyük ve Tümülüsler: Bahçeköy sınırları içerisinde Kadıoğlu Mahallesi’nde köyün kuzey-batı istikametinde yüksekliği yaklaşık 10 metre, alanı ise yaklaşık 30 x 30 metre olan bir tümülüs bulunmaktadır. Yine aynı köyün Kendirli Mahallesi’nde; Mahallenin güneyinde Yüzbaşının Korusu adı verilen bölgede bir Tümülüs daha bulunmaktadır. Bu tümülüs 5-6 metre yüksekliğe ve 30 x 40 metre alana sahiptir. Tepenin en üstünde büyük bir kaçak kazı çukuru mevcuttur. Bahçeköy Kadıoğlu Tepesi Tümülüs’ü Bahçeköy Kendirli Mahallesi Tümülüs’ü
Bahşaşlı köyünün 2-3 km doğusunda yer alan Avcıtepesi diye adlandırılan yerde bir tümülüs bulunmaktadır. Avcıtepe Tümülüs’ü yaklaşık olarak 3 yükseklikte 10 x10 metre genişliğe sahiptir. İlçe merkezi Çit Mahallesinde bulunan Tümülüs ise Çiğdem Tepesi olarak bilinen yerde bulunmaktadır. Yine ilçe merkezine bağlı Enbiye Mahallesinde Aşıkömer Tepesinde de bir tümülüs bulunmaktadır. Başaşlı Köyü Avcıtepesi Tümülüsü Merkez Çit Mahallesi Çiğdem Tepesi Ayrıca Hanoğlu köyünün güneydoğusunda Sivri Tepe’de yer alan başka bir tümülüs daha vardır. Bu Tümülüs yaklaşık olarak 25-30 metre yükseklik ve 10 x 10 metre genişliğe sahiptir. Tepenin en yüksek yerine Şanlı Bayrağımız yerleştirilmiştir. Enbiye Mahallesi Aşık Ömer Tepesi Hanoğlu Köyü Sivri Tepe Tümülüsü BAYRAMTEPE HÖYÜK
Saraydüzü sınırları içerisindedir. İlçenin 1 km güney doğusunda yer alır. Enbiye Mahallesinin kuzeyinde Bahçeağaçlı (Bahşaslı) Köyü güney batısındadır. Kuzeykuzeybatısında Körmen Çayı, güney-güney batısında Çeş Tepesi bulunmaktadır. 20.04.2011 tarihinde Sinop Müze Müdürlüğünce l. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen tepe; 1977 yılında Hollanda Arkeoloji Enstitüsü adına yapılan araştırmada Donceol Voute tarafından keşfedilmiştir. Bayramtepe Höyükte, İlk Tunç Çağı dışında Demir Çağ ve Orta Çağ çanak çömlek parçaları da ele geçirilmiştir. Höyük, 1998 yılında Ş. Dönmez tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırmaları sırasında tekrar ziyaret edilmiştir. Yaklaşık 9m x10 m boyutlarında ve 10 m yüksekliğindedir. Ş.Dönmez’e göre; yüzeyden sadece İlk Tunç Çağı çanak çömlek parçaları bulunmaktadır. YUKARI ARIM KÖYÜ KAYA MEZARLARI Paphlagonia-Paflagonya Krallığı zamanından kalma kaya mezarlarıdır. (Bazı araştırmacılara göre Paflagonyalılara ait olduğu tahmin edilen kaya mezarları, bazı araştırmacılara göre Roma dönemine tarihlenmektedir.) Tarihi 4 bin yıl önceye kadar
inen krallık Pontus ve Bitinya arasında kalan bölgede; batıda Parthenius (Bartın Çayı), doğuda Halys (Kızılırmak) Nehri, güneyde Firigya ve Galatya, kuzeyde Karadeniz arasında kalan bölgede hüküm sürmüştür. Günümüzde Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı, Karabük illerinin tamamı ile Çorum, Bolu, Zonguldak ve Samsun illerinin bir kısmını kapsayan bölgeye Türklerden önce Paflagonya denmiştir. M.Ö.1000 tarihinde bu bölgeye hâkim olan Paflagonlar kendi adlarını bu coğrafyaya vermişlerdir. Ancak tarihçi Homeros’un İlyada destanında da yer alan Paflagonya, yapılan arkeolojik kazılarda çıkan verilerin ışığında Paflagonya bölgesinin tarih öncesi kalıntıları 4 bin yıl öncesini işaret etmektedir. Bu bölge M.S. 1.yy da Helenlerin, 180’li yıllarda Pontusların ve 1100’lü yıllardan sonra da Danişmentliler’in egemenliğine geçmiştir. Bu eski ve köklü bir tarihi geçmişe inen devletin krallarına ait kaya mezarları ilçenin Yukarı Arım Köyü Vadisinde Arım Çayı etrafında bulunmaktadır. Kayalar oyularak oluşturulan çok sayıda mezar bu vadide bulunmaktadır.
Arım Kaya Mezarları Saraydüzü ilçe merkezinin kuzeydoğusunda yer almakta olup ilçe merkezine yaklaşık olarak 4-5 km mesafededir. Arım Vadisi doğu-batı istikametinde yaklaşık 2 km uzunluğa ve 400-500 metre genişliğe sahiptir. 2014 yılında tescil edilen batıdaki Gülören(Kelperen) kaya mezarlarında 3 adet kaya mezarı bulunmaktadır. Vadinin doğusunda bulunan Yukarı Arım bölgesinde kaçak kazı yapılmış birçok kaya mezarı, kale ve tünel kalıntıları vardır. Tescil belgesinde tünel ve kale hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
BAŞEKİN KÖYÜ ANTİK YERLEŞİM ALANI Orta Başekin mevkiinde Karayaprak olarak adlandırılan bir alanda antik bir yerleşim yeri tespit edilmiştir. ZAİM KÖYÜ ANTİK MEZAR ALANI Zaim köyüne bağlı Kozluca ve Bürüm Mahalleleri arasındaki yolun batısında bulunmaktadır. Bahse konu alanda yol güzergâhında bulunan oluğun 50 metre güneybatısında yer alan antik mezarlar geniş bir alana yayılmıştır. Çok sayıda mezar kalıntısının bulunduğu alanda kaçak kazılar yapıldığı görülmektedir. Kaçak yapılan bu kazılarda mezar kapakları açılmış, tahrip edilmiş ve kemik kalıntıları açığa çıkarılmıştır.
GÖYNÜKÖREN KAYA MEZARLARI VE AMBAR KAYALARI Köyün güne batısında Aksu Yaylası yolu güzergâhında kaya mezarları ve ambar kayaları bulunmaktadırlar. Ambar kayalar, Göynükören köyü yanı sıra Arım ve Çorman vadilerinde de bulunmaktadır. Ambar kayalar, kayaların içerisi oyularak veya doğal olarak hazır bulunan yüksek ve sarp kayaların bölge halkı tarafından “Ambar Kaya” olarak adlandırılmasıdır ve bu kaya oyukları daha çok yiyeceklerini saklamak için kullanılmıştır.
CAMİİ-KEBİR CAMİİ Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen ancak 18.yy ikinci yarısında yapıldığı tahmin edilen (Cami girişinde bulunan levhada camiyi yaptıranın Çavuşzade Binbaşı Hasanağa olduğu yazılmakta ve Çavuşoğlu’nun soy kütüğünün İbn-i SüleymanSüleyman’ın oğlu İbn-i Muhammed-Muhammedin oğlu İbn-i İbrahim-İbrahim’in oğlu şeklinde belirtilmesinin yanı sıra caminin muharrem ayı 1216 -1795 yılında yapıldığı yazılmaktadır.) Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 15.07.2010 gün ve 2684 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenen Camii-Kebir Camii Saraydüzü ilçe merkezinde yer almaktadır. Moloz taş ve kesme yerel taşlardan yapılmıştır. Cami-i Kebirde çift kanatlı pencere uygulaması yapılmış pencereler küçük ve dikdörtgen olarak inşa edilmiştir. Son Cemaat yeri sonradan tuğla ile örülerek kapatılmış ve beton sıva ile sıvanmıştır. Son Cemaat yeri önünde kare kaideli, silindirik gövdeli, iki şerefeli tuğladan yapılmış minaresi yer almaktadır. Cami inşa sürecinde anlatılanları derlediğimiz şu şekilde bir sürecin yaşandığı ortaya çıkmaktadır. Cami yapılmadan önce Kızıloğlan (Saraydüzü) köyü dâhil bölgede Cuma namazları merkezi cami konumunda olan Cuma Köyünde bulunan camide kılınırmış. Arım (Yukarı Arım) köyünde yaşayan (Kızıloğlan Beldesinde yaşamını sürdürürken Yukarı Arım Köyüne göç ettiği iddiası vardır ) ve Saraydüzü dâhil çevre köyler tarafından tanınan ve bilinen Çavuşoğlu Hasan denen meşhur bir ağa varmış. (Halen Yukarı Arım köyünde bu adla anılan bir sülale bulunmaktadır. Bu gerçeklik anlatılan tarihi hikâyeyi doğrulamaktadır. Bunu yansıra halk arasında Çavuşoğlu Hasan’a ithafen bir deyim sıkça kullanılır. İkramlarda çayların demsiz olması halinde “Çavuşoğun suyu gibi olmuş” derler.) Bu ağa da diğer köylüler gibi Cuma Köyünde bulunan camiye cuma namazını kılmaya gidermiş. Her hafta namaza başlamadan önce
Cuma köyü ile çevre köylerden gelecek kişiler beklenir cemaat hazır olunca namaza geçilirmiş. Ancak bir cuma namazının kılınacağı haftada Çavuşoğlu namaza vaktinde yetişememiş. İmam “Çavuşoğlu bekler, namaz beklemez” diyerek Çavuşoğlu Hasan’ı beklenmeden namaza vaktinde başlamıştır. Cuma namazı için köye ulaşan Çavuşoğlu kendisinin beklenmeden namazın kılındığını görünce, daha rahat ulaşabileceği bir yere cami yaptırmaya karar vermiştir. Cami yaptıracağı yer olarak kendi topraklarının da bulunduğu Saraydüzü’ndeki mevcut yeri seçmiştir. Cami yapımı sürecinde değişik efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin en bilinenleri; Cami-i Kebiri yaptıran Çavuşoğlu bir gece rüyasında, yaptırmayı planladığı caminin taşlarını nereden alabileceğini görmüş ve uyanığında rüyasını gördüğü yere gitmiş. Akbelen Köyünün sınırları içerisinde bulunan bu yeri satın alarak cami inşaatında kullanılacak taşları mevcut yerine taşıtmıştır. Bir diğer efsaneye göre ise; cami inşaatında kullanılan taşlar geceleri geyikler tarafından cami yapılacak yere taşınmıştır. Başka bir efsaneye göre; camiin güney tarafını duvarında zeminden 1 m yükseklikte bulunan 0,8 m x 1,70 m ebatlarında ve 1 m. derinliğinde tek parça taşın insan gücüyle duvara yerleştirilmediği yönündedir. Bu efsaneye göre cami inşaatındaki işçilerin gün bitimi ile işi bırakmasından sonraki gün geldiklerinde taşın duvara yerleştirilmiş halde bulunmuştur. ÇALPINAR KÖYÜ CAMİİ VE KÖY ODASI Köy Odasının Dıştan Görünümü Camii Dıştan Görüntü Camii İç Görüntüsü Camii İç Görüntüsü
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 22.03.2000 gün ve 3709 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenmiş olup yapım tarihi bilinmeyen cami ve köy odası Saraydüzü ilçesi Çalpınar Köyünde bulunmaktadır. Cami kuzey-güney konumlu, dikdörtgen planlıdır. Duvar yarısına kadar ahşap yatay kiriş arası moloz taşlarla örülü, üzeri ise ahşap olarak inşa edilmiştir. Doğu cephesinde duvar kalınlığına uygun olarak derin ve küçük pencerelerle kaplanmış, kaş kemer biçiminde sonlanan pencereler profilli çıtalarla birleştirilmiştir. Ortada yarım daire çıkıntı yapan ahşap kadınlar mahfilinin korkulukları asma kat gibi diğer uzun kenardan devam ettirilmiştir. Ahşap minare gövdesi bu katta başlayıp dış yüzeyi sac ile kaplanmıştır. Kuzey cephede mahfil seviyesinden camiye birleşen köy odası yer almaktadır. CUMA KÖYÜ CAMİİ Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 29.09.2012 gün ve 584 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenen ve yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami Saraydüzü Cuma Köyünde bulunmaktadır. Cuma günleri köy ve çevre köy halkına merkez cami olma niteliğine sahip olan cami; düzgün kesme taş duvarlı dikine dikdörtgen planlı ve ahşap aksamlıdır. Yöre cami geleneğinin en karakteristik ve değerli bir örneğidir. Camii 23,30 x 14,10 ölçülerinde sonradan tuğla ile yapılan minarenin olduğu cephede genişlik 16,20 metredir. Nefsicuma Köyü Camii olarak bilinen camii şimdiki hali ile 3 nefli ahşap bir Kuzey-Batı Anadolu yapısı özelliği gösteren cami, Boyabat kazası naibine 18. yüzyıl başlarında yollanan bir hükme göre tamire muhtaç olduğu tarihi kayıtlara geçmiştir.
Caminin Sultan Bayezid tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Belgelerde adı geçen Sultan Bayezid’in Osmanlı Sultanı I. Bayezid, II. Bayezid veya Candaroğlu Beyi Celalettin Bayezid ’tan hangisine ait olduğu net olarak bilinmemektedir. Ancak belgelerde “Sultan” tabirinin geçmesi ve yörenin kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girdiği dikkate alınırsa bahsedilen Bayezid’in Osmanlı Sultanı Bayezid olduğu ve bu yapının da, Boyabat Bayezid Camii gibi ll. Bayezid Devrinde ve 15. yüzyıl sonunda yapıldığı söylenebilir. Bu caminin yapımı ile ilgili çeşitli efsaneler mevcuttur. Halk arasında kabul gören efsaneye göre bu cami geceleri yapılırmış. Caminin yapımını merak eden köylüler gece camiyi izlemeye karar verirler ve bir gece bunu gerçekleştirirler. Daha sonra bu gözlemi yapan köylüler göremez ve kör olurlar. Cuma Cami; bölgedeki köylülerin kolayca ulaşarak Cuma ve bayram namazlarını eda edebileceği, suyu bol, bağlık ve bahçelik bir yerde inşa edilmiştir. Cuma günleri ibadet günü olarak görüldüğünden o gün başka bir iş yapılmazdı. Çevre köylerde yaşayan insanlar, kahvaltıdan sonra bineği ile Cuma Köyü’ne gelir diğer köylerden gelenlerle tanışır ve kaynaşırlardı. Namaz vaktinden en az bir saat öncesinde camiye girer, dini konularda hatibin vaaz ve nasihatlerini dinlerler ve vakit geldiğinde de cuma namazını kılarlardı. Sonra ev sahibi konumundaki Cuma Köy halkının davetlerine uyarak evlere gidilir, yemekler yenilir ve sohbetler edilirdi. İkindi vaktine kadar köyde kurulan hayvan, sebze ve meyve pazarından alışverişler yapılır, ikindi namazına müteakip vasıtasına binen çevre köylüler köyünün yolunu tutardı. Böylece birbirinden uzak köylerin insanları tanışır, kaynaşır, dostluklar kurulur ve gelişirdi.
Cuma Köyü ve çevre köylerin atalarının, Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın 1071- Malazgirt Zaferi ile gelişen Anadolu’nun fethinden sonra bu bölgeye gelerek yerleşmiş olan Türkmen aşiretlerinden olduğu bilinmektedir. Mescidin yapılmasına müteakip bir imam, bir müezzin ve bir hatip bu mescitte resmi olarak görevlendirilmiş ve bu görevliler bu köye yerleşmişlerdir. Hatta bugün bu köyde yaşamakta olan İmam Oğulları, Müezzin Oğulları ( Mazinler ), Hatip Oğulları sülalelerinin bu camide görevlendirilen din adamlarının soyundan gelmektedir. Yakın tarihe kadar Cuma Köylüleri ile birlikte çevre köylerin sakinleri de cuma ve bayram namazlarını Cuma Köyü Cami’nde kılarlardı. Günümüzde ise her köyde Cuma namazı kılınmakta olduğundan çevre köylerin ilgisinin azalmasına rağmen Cuma Köyü Cami beş asırlık ihtişamı ve mimari özellikleriyle bölgede ziyaret edilebilecek gözde bir eser olarak ayakta durmaktadır. BABAYİĞİTLERİN EVİ Osmanlı Dönemine ait olan Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 15.07.2010 gün ve 2684 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenen ev Saraydüzü Merkez Mahallesinde bulunmaktadır. İki katlı olarak inşa edilen yapının alt katı ahşap hatıl arası moloz taş örgülü olup üst kat ahşap malzemeden yapılmıştır. Giriş çift kanatlı ahşap kapıdan sağlanmaktadır. Kapının yanında ahır olarak kullanılan mekâna geçişi sağlayan tek kanatlı, basık ve dikdörtgen formlu bir kapı daha bulunmaktadır. Küçük dikdörtgen formlu pencerelere ve üst katın yarısını kaplayan bir balkona sahiptir. Üst kat yatay ve dikey olarak yerleştirilen ahşap plaklarla kaplanmıştır. Kırma çatılı olup alaturka kiremit örtülüdür. Çatının üzerinde Kedilik adı verilen bacası bulunmaktadır.
SATILMIŞ TÜRK EVİ Osmanlı Dönemine ait olan Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 15.07.2010 gün ve 2684 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenen ev Saraydüzü Merkez Mahallesinde bulunmaktadır. İki katlı olarak inşa edilen yapı, tuğla malzeme üzerine beyaz badana ile sıvalıdır. Giriş çift kanatlı ahşap bir kapıdan sağlanmaktadır. Giriş kapısı üstünde ikinci katta ahşap direğe oturan bir balkon bulunmaktadır. Pencereleri çift kanatlı dikdörtgen formludur. Üst kat pencereleri üzerinde ahşap süsleme mevcuttur. Kırma çatılı olan yapı alaturka kiremit örtülüdür. FADİME TAŞKIN EVİ Osmanlı Dönemine ait olan Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun 15.07.2010 gün ve 2684 sayılı kararı ile “Anıt” olarak tescillenen ev Saraydüzü Merkez Mahallesinde bulunmaktadır. Zemin + bir kat olarak inşa edilen yapıya giriş, çift kanatlı ahşap bir kapıdan sağlanmaktadır. Zemin kat ahşap malzeme ile üst kat ise tuğla malzeme üzerine beyaz badana ile sıvalıdır. Pencereleri giyotin formludur. Üst kat pencereleri üzerinde ahşap süsleme mevcuttur. Kırma çatılı olan yapı alaturka kiremit ile örtülüdür. Çatının üzerinde “Kedilik” adı verilen bacası bulunmaktadır.
ASARCIK AHŞAP EVLERİ Asarcık köylerinin bulunduğu vadide Asarcık Kazaklı köyünde 100 yıldan fazla geçmişi olduğu tahmin edilen çivi veya başka kaynaştırıcı kullanmadan ahşap malzemelerin birbirine geçirilmek suretiyle inşa edilen evler bulunmaktadır.
Asarcık Camili Köyünde ise 100 yıllık geçmişi olduğu tahmin edilen taş duvardan temel üzerine oturtulan aralarında dolma tahsisat kullanılan beton kullanılmadan 3 kat olarak inşa edilen tarihi iki bina bulunmaktadır. Asarcıkcamili Köyü Köy Girişindeki Ev Asarcıkcamili Köyü Cami Yanındaki Ev BAHÇEKÖY SU KUYUSU SEREN VE DİREĞİ Su kuyusunun ne zaman açıldığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak 150 yıldan fazla kullanıldığı tahmin edilmektedir. (1884-1977 yılları arasında yaşamış Nazire Özyiğen’in çocukluk yıllarında kuyunun başında oynadıklarını ve kuyunun çalıştığını
söylemesinden hareketle -Yeğeni İbrahim Güler tarafından aktarılmıştır- bu kuyunun 1883 öncesinde yapıldığını göstermektedir.). Kuyu suyunun sıtma hastalığına iyi geldiğine inanılmaktadır. Su kuyusundan su çıkarmak için oluşturulan seren direği kuyunun kullanılmaya başlamasından beri hizmet vermekte iken kuyudan su çekilmesini sağlayan ve sabit direğe bağlı olan seren zaman içerisinde bir kaç kez kullanılmaz hale geldiğinden en son 2016 yılında köy muhtarı Ekrem ALTAYLI tarafından değiştirilmiştir. 24 metre uzunluğunda sarıçam ağacından yapılan bu direğin yerine monte edilmesi ile birlikte tarihi su kuyusu kullanılır hale getirilmiştir. NAZMİ GÜLER EVİ İlçenin Bahçeköy sınırları içerisinde Değirmendere vadisinde bulunmaktadır. Evin yapılmasından önce bu vadide şerit atölyesi bulunmakta idi. Bu atölyenin yapımından sonra ev ile birlikte değirmen, yazıhane ve samanlık ilavesi ile bir yaşam alanı oluşturulmuştur. Evin 1940’lı yıllarda Nazmi, İsmail ve Mustafa GÜLER kardeşler tarafından o dönemdi ustalığı ile tanınır olan Boyabatlı Ali Usta tarafından yapılmıştır. Bina taş duvar temel üzerine oturtulan aralarında dolma tahsisat kullanılan beton kullanılmadan 2 kat olarak inşa edilmiştir. DEĞİRMENDERE VADİSİ Bu vadi üzerinde bulunan su değirmenlerini ayrıca ele almak gerekmektedir. Bu vadi üzerinde 2000’li yılların başına kadar faal olarak kullanılan 12 su değirmeni bulunmaktaydı. Günümüzde bu değirmenler tamamen kullanım dışı kalmış olmakla birlikte biri hariç tamamı harabe haline gelmiş veya yok olmuştur.
COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ Saraydüzü, Sinop iline bağlı bir ilçe olup il merkezine 108 km uzaklıktadır. İlçenin dağlık sayılabilecek engebeli bir yapısı vardır. İlçe Karadeniz Bölgesinde bulunsa da Karadeniz kıyı kesimleri kadar arızalı ve dikey topografik şekilde değildir. Arazi nispeten yüksek dağ silsilelerinden teşekkül etmiş olup tepeler halinde yükselip alçalmaktadır. Çöküntü ve sel yarıkları dikkati çekmektedir. İlçenin güneyinde Çorum'a bağlı Osmancık, güneydoğusunda Samsun'a bağlı Vezirköprü, güneybatısında Çorum'a bağlı Kargı, kuzeyinde Boyabat ve kuzeydoğusunda Durağan ilçeleri vardır. Saraydüzü, 292,8 km² yüzölçümü ile ilin en küçük ilçelerinden biridir ve de ilin en güney ucundaki ilçesidir. İlçenin rakımı 410 m (1.340 ft) olup ilçeye bağlı belde yoktur. İlçeye bağlı köy sayısı ise 32’dir. 2020 yılı nüfus sayımına göre ilçe nüfusu 5.885 kişi olup, bunun 1.806 kişisi kentsel (%30.7), 4.079 kişisi (%69.3) kırsal nüfusu oluşturmaktadır. Bununla birlikte ilçedeki kentleşme oranı il kent nüfusuna oranla yüksek değildir. İlçe daha çok kırsal bir yerleşim niteliği taşımaktadır. Saraydüzü ilçesi nüfusunun da Sinop’taki genel eğilime paralel olarak azaldığı görülmektedir. İlçede kentsel nüfus artış oranı yıllara göre yükselirken, kırsal nüfus artış oranlarında düşüş görülmektedir. Kızılırmak Havzası’nda yer alan ilçede Tarım Master Planına göre dağlık alanlar II. agro-ekolojik alt bölge, ovalık alanlar ise III. alt bölgede kalmaktadır. Verimli tarım toprakları ilçe merkezi ve kuzeyinde yoğunlaşmıştır. Diğer alanlar ise VI. ve VII. sınıf nitelikli topraklardan meydana gelmektedir. İlçe sınırlarından geçmekte olan Kızılırmak (Bu vadi büyük bir oranda HES nedeni ile baraj gölü haline gelmiştir.) ve Asarcık Çayı birer vadi meydana getirmiştir. Yüksek tepeler ve dağlar kısmen ormanlık, kısmen fundalık ve büyük bir kısmı çıplaktır. İlçe Karadeniz bölgesinde olmasına rağmen Karadeniz İklimi hâkim değildir ve İç Anadolu iklimi özelliği gösterir. Karayel ve poyraz rüzgârlarının hâkim olduğu ilçenin en sıcak ayları temmuz ve ağustos, en soğuk ayları ocak ve şubat aylarıdır. Yılın 80 günü yağışlı olup metrekareye 360-400 kg yağış düşmektedir. Saraydüzü ilçesindeki ekonomik yapının sektörel dağılımı; hizmetler, tarım ve sanayi şeklindedir. İlçede hizmetler sektörü oranı %58.3 iken, ilçedeki hizmetler sektörünün il genelindeki payı %1.2 ile en düşük değerlerden birini teşkil etmektedir ki bu ilçenin gelişmişlik düzeyinin bir yansımasıdır. Tarım sektörünün ilçe genelindeki oranı %36, il genelinde oluşturduğu pay ise %0.2’dir. İlçenin en önemli ekonomik girdisi bu sektörden sağlanmaktadır. Bununla
beraber arazinin büyük ölçüde engebeli olması tüm arazi içinde yapılan tarımı %30’la sınırlamaktadır. İlçede tahıl ürünleri ve çeltik tarımı yanı sıra, meyvecilik de yapılmaktadır. Tarım sektörü ilçede her geçen gün ekonomik değeri anlaşılan bir üretim alanı olmaktadır. Saraydüzü ilçesinde sanayi tesisi yoktur. (2023 yılı şubat ayı ortalarında ilçede devlet destekli Saraydüzü Belediyesi tarafından 200 kişinin istihdam edilmesi planlanan ve özel müteşebbis tarafından işletilen bir tekstil fabrikası açılmıştır.) Sanayi sektörünün il geneli içindeki oranı %5.7, ilçe içindeki sektörel dağılımdaki oranı ise %0.5'tir. (2023 yılı başında tekstil alanında üretime başlayan tesisin ilçe ve il ekonomisine etkisi henüz ölçülemediğinden istatistiğe yansıtılamamıştır.) Saraydüzü ilçesinin yaklaşık 3.5 km güneydoğusundaki Akbelen köyü civarında linyit kömür ocakları bulunmakta olup daha önce işletmede olan ocaklar heyelan nedeniyle terkedilmiştir. İlçenin coğrafi yönden öne çıkan değerleri olarak belirtebileceğimiz; Cuma Ovası, Aksu Yaylasını ayrıca ele almak gerekmektedir. 1.Cuma Ovası Bazı Ovaların Büyük Ova Koruma Alanı Olarak Belirlenmesine İlişkin Kararın Yürürlüğe Konulması Hakkında Cumhurbaşkanı Kararı doğrultusunda Ovaların korunması amacıyla yaklaşık 550 bin 802 hektarlık alana sahip 61 ova, “büyük ova koruma alanı” olarak ilan edildi ve bu kapsamda ilçenin sınırları içerisinde yer alan “Cuma Ovası” da bu 61 ova arasında bulunmaktadır. 2.Aksu Yaylası Pek çok köyün yayla olarak kullandığı doğal güzelliği ile insanları cezbeden Aksu Yaylası Çorum iline sınır olan bölgede bulunmaktadır.
YEMEK KÜLTÜRÜ Saraydüzü ilçesinde zengin mutfak kültürünün olduğunu görmekteyiz. İlçede en yaygın olarak yapıla gelen yemekleri sıralayacak olursak: 1.GATAMUR, KAŞIK KESMESİ, MAMALİKA, HAMUR (Sinop’un her ilçesinde yapılan olan bir yemek olup ismi her ilçeye göre farklı anılıyor. Saraydüzü’nde daha çok Hamur olarak bilinir.) Malzemesi 2 kg un, 1 kg su, 2 bardak pekmez, 3 kalık tereyağı, 0,5 kg keş ( çökelek peyniri) veya peynir, 0,5 kg ceviz, 1 çorba kaşığı tuz Yapılışı Kaynamış suya tuz ilave edip unu azar azar karıştırarak pişirilir. Kaşıkla alıp tepsiye dökülür. Erimiş tereyağı ile veya pekmez, ceviz, keş konulup servis yapılır. 2.SÜTLÜ DENE ÇORBASI Malzemesi 250 gr çorbalık denesi ( Değirmenden ince çekilen buğday keşkeği), 2 L su, 1 tatlı kaşığı tuz. Yapılışı 250 gr çorbalık denesi 2 L su ile pişirilir.1 tatlı kaşığı tuz ilave edilir Suyunu çekince 1 L süt ilave edilir isteğe göre tereyağı ile servis yaparlar. 3.KARMAKATMA AŞI, KARI YEMEĞİ, ÇULLAŞ Malzemesi 1 kg taze tevek üzüm yaprağı. 2 soğan, 4 diş sarımsak, 1 kaşık tereyağı, 1 tatlı kaşığı tuz, yarım kg yoğurt, 2 L su Yapılışı Taze üzüm yaprakları toplanır. Yıkanıp ince ince kıyılır, 2 soğan tereyağı ile kavrulur, kıyılan yapraklar içine 1 su bardağı bulgur ve dene ile pişirilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt ile servis yapılır. 4.MISIR EKMEĞİ Malzemesi 1 kg mısır unu, Yarım kg beyaz un, 1 çorba kaşığı tuz, 1 çorba kaşığı tuz Yapılışı Beyaz un ile tuz su katılarak normal bir hamur yoğrulur, tıpkı mayalı ekmek yapar gibi el yaslağacında parmakların ucuyla vurarak şekil verilir yaklaşık 25 cm camında açılıp saçta pişirilir. Tereyağı üzerine sürülür. Yanında mutlaka pancar pekmezi ile servis yapılmalıdır. 5.ÇEVİZLİ ÇÖREK Malzemesi 1 kg un, 1 çorba kaşığı tuz, 250 gr ceviz, 4 soğan, 2 su bardağı sıvı yağ, 1 tatlı kaşığı tuz, Yarım çay kaşığı karabiber Üzerine 1 Yumurta sarısı,1 çorba kaşığı yoğurt Yapılışı Normal bir hamur yoğrulur. Soğanlar yağda iyice kavrulur. Ceviz ve karabiber ilave
edilir. Hamurlar bezelere bölünerek yarım metre çapında açılır, içine cevizli yağ iyice serpilir. Katlayarak rulo şeklinde katlanır tepsiye döşenir üzerine yoğurt ve yumurta sarısı sürülür. 6.PİRİNÇ ÇORBASI Malzemesi 1 su bardağı Pirinç, 2 L su, 1 tatlı kaşığı tuz, 2 çorba kaşığı tereyağı, 1 tatlı kaşığı salca. Yapılışı Suyla birlikte yıkanmış pirinçler pişirilir. Tereyağı ve salca kavrulup üzerine ilave edilerek servis yapılır. Not: Salça arzuya göre konulur 7.KÜL ÇÖREĞİ (DEĞİRMEN ÇÖREĞİ ) Malzemesi 1 kg un, 1 yaş maya, 1 çorba kaşığı tuz, 4 su bardağı su Yapılışı Yumuşak bir hamur yoğrulur. Mayası gelen hamura yuvarlak şekil verilerek önceden hazırlanmış ocak başında pişirilir. Odunlar yakılıp kül ve kor haline getirilir. Ocağın ateşi yana sıyrılıp hamur koyulur ve üzerine bolca un serpilir. Onunda üzeride sıcak kül ile iyice kapatılır. Yaklaşık 2 veya 3 saate kadar yavaş yavaş pişer ve kızarır. 8.ÇİZLEMBE BÖREĞİ Malzemesi Hamuru için; 2 kg un, 1 L su, 1 çorba kaşığı tuz. İçine; 2 su bardağı ceviz içi Şerbeti; 5 su bardağı şeker, 5 su bardağı su, Pişirmek için 300 gr kuyruk yağı Not: Çizlembe böreğinin lezzetinin püf noktası kuyruk yağıyla pişirilmesidir. Yapılışı Una tuz katılarak suyla akışkan bir hamur yapılır. Sacın üzerine kuyruk yağı sürülerek hazırlanan akıtma dökülür. Sacın üzerinden akıtmadan ince oklava ile yayılarak yuvarlak bir şekil verilir. Tek tarafına kuyruk yağı sürmek yeterlidir. Su 10 dk kaynatılır, ılımaya bırakılır. Yuvarlak tepsiye hazırlanan Çizlembeler aralarına bolca ceviz serpilerek döşenir. Yaklaşık 10 kat olur. Sonra kare şeklinde kesilir ve ılık şerbet üzerine dökülür. 15 dk. dinlendirerek servis yapılır. Afiyet olsun. 9.SÜTLÜ DENE ÇORBASI Malzemesi 250 gr çorbalık denesi (Değirmenden ince çekilen keşkeklik), 2 L su, 1 tatlı kaşığı tuz Yapılışı Kısık ateşte çorbalık dene 2 L su ile pişirilir. 1 tatlı kaşığı tuz ilave edilir. Suyunu çekince 1 L süt ilave edilir ve isteğe göre tereyağı ile servis yaparlar. 10.TİRİT YUFKASI Malzemesi 1 kg un, 1 tatlı kaşığı tuz, 1 L Su, 1 çay bardağı sıvı yağ
Yapılışı Su ile normal hamur yapılır ve eşit parçaya bölünerek yufkadan daha kalın şekilde açılır. Saçta az pişirilir. 11.SARAYDÜZÜ USULÜ TİRİT Malzemesi 1 tane horoz eti, yarım kg nohut, 3 soğan, 1 çorba kaşığı tuz, 3 çorba kaşığı tereyağı Yapılışı Horoz pişirilir ve etinden ayrılır. Tirit yufkası rulo şeklinde sarılır, dilim dilim kesilerek tepsiye yerleştirilir. Haşlanmış nohut ile haşlanmış horoz eti serpilir. Son olarak et suyu ile tereyağı buluşturulur ve üzerine gezdirilir. 12. MANTARLI BULGUR AŞI Malzemesi 2 su bardağı bulgur, 1 adet soğan, 0,5 kg mantar, 1 tatlı kaşığı pul biber, tercihen 1 domates ve 2 adet yeşilbiber Yapılışı Önce soğan kavrulur, üstüne tercihen yeşilbiber ve domates eklenir. Mantar çiğ olarak yerleştirilip kavrulur sonra bulgur ilave edilir. Bulgurun yüzüne kadar su eklenir ve kısık ateşte pişirilir. 13.HASUDA Malzemesi 1kg süt, 1 bardak nişasta, 0,5 su bardağı toz şeker, 0,25 kg ceviz, 2 yemek kaşığı tarçın Yapılışı Sütü pişirilir ve kıvamına gelince nişasta ilave edilerek karıştırılır. Son olarak toz şekeri katılarak karıştırılır. Pişirdikten sonra kâselere yerleştirilen tatlı üzerine tarçın ve ceviz eklenir. 14. SARAYDÜZÜ TARHANASI Malzemesi 20 kg un, 5 kg yoğurt, 2,5 kg kırmızı kapya biber, 3 kg domates, 1 dereotu, 2 demet maydanoz, 1 demet tarhana otu, 0,5 kg acı biber, 2 demet yeşil nane, 0,5 kg tuz, 2x2 m ebadında bez. Yapılışı Yoğurt içerisinde bütün malzemeyi birleştirilir ve 3 gün boyunca ılık bir ortamda bekletilir. Bir leğene un elenir ve beklettiğimiz malzeme ile un kulak memesi sertliğine gelene kadar karıştırılır. Elde edilen malzeme temiz bir beze sarılır ve 1 hafta bekletilir. 5 veya 6 gece ılık bir ortamda bekletilen malzeme sabah erkenden alınarak çarşaflara dökülerek kurutulur. Kurutulan malzeme elle ovularak un haline getirilir. Sonra elekten geçirilerek kapalı ortamda kurutulmaya alınır. 15. KAVURMALI SİNİ BÖREĞİ Malzemesi 1 kg un, 2 yemek kaşığı tuz, 0,5 kg kıyma, 0,5 kg soğan, 1 çay kaşığı kırmızı ve karabiber, 2 su bardağı su. Yapılışı Un, tuz ile yoğrulur. Yaslı ağaç ile yufka büyüklüğünde ve inceliğinde açılır. Alt tarafı
yağlanan tepsiye döşenir. Kavrulan kıyma her yufka yerleştirmesinde tepsiye yayılır. 8 kat olacak şekilde işlem yapılır. En üstüne fırça ile sıvı yağı dağıtıp fırına veriyoruz. 16. İNCİR UYUŞTURMASI Malzemesi 1 kg incir, 0,5 kg toz şeker, 1 L süt Yapılışı İncirler ince şekilde doğranır. Süt pişirilir ve doğranmış incirin üzerine dökülür. Daha sonra ezilir. Ezilmiş ürün kâselere yerleştirilir ve ılık derecede fırına verilir. İncirler uyuşunca fırından alınarak soğutmaya bırakılır. 17. SIRIK KEBABI Malzemesi Küçükbaş hayvan, 3 baş soğan, 2 yemek kaşığı karabiber, 10 yemek kaşığı tuz Yapılışı Derisi yüzülen ve iç organları alınan küçükbaş hayvanın içine soğan, tuz, karabiber konur. Sonra uzun bir sırığa takılır hazırlanmış olan fırında az ateşte çevrilmek suretiyle yavaşça pişirilir. Sırık kebabı; düğünlerde, ikramlarda, köy kaynaşma yemeklerinde tercih edilen bir yemek olup bölge kültüründe önemli bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. DİĞER KÜLTÜREL DEĞERLER EFSANELER Köleoğlu Efsanesi Halen Çorman Köyü’ne bağlı durumda olan Hamitli Mahallesinde (Muhtemelen o dönemlerde köy durumunda idi) Köleoğlu ( Halen Saraydüzü’nde ikamet eden Kayagil, Peker, Can ailelerinin atası olduğu söylenmekte) diye birisi varmış. Komşu köyden bir kızı severmiş ancak kıza onu sevdiğini söyleyemezmiş. Günün birinde sevdiği kız, gelin alayında gelin atına binmiş, damat evine gidiyormuş. Köleoğlu; sevdiği kızın atı üzerinde gelinliğiyle damat evine giderken görünce içinden derin bir ah çekmiş.(Anlatılanların bir kısmına göre yörenin saygın kişisinin Babayiğit ailesinin atası olduğu iddiası vardır.) Köleoğlu’nun bu üzüntüsüne tanık olan ve ona yardımcı olup sevdiği kızın gelin olacağı eve ulaşmadan gelini alıp Köleoğlu’na verdiği ve kendi kardeşini gelin olarak damat evine gönderdiği -diğer anlatımlara göre ise Köleoğlu’nun arkadaşlarının yardımcı olup gelini Köleoğlu’na verdikleri bunun karşılığında da Hamitli ile Çit Mahallesi arasında Ören bölgesi diye adlandırılan yerden 60 dönümlük araziyi yardımları karşılığında bu kişilere bağışladığı yönündedir. Nitekim Köleoğlu’nun derin ah çekmesi ile birlikte “Bu gelin benim olsa Ören’deki 60 dönümlük arazimi vermeye hazırım” demesi arkadaşları tarafından gelinin Köleoğlu’na verildiğinin daha doğru olduğunu gösteriyor. Ancak her iki anlatımda ortak nokta Köleoğlu’nun sevdiğine kavuştuğudur. Sevdiğine kavuşan Köleoğlu’nun sevdiğine doyamadığı çünkü sevdiği kız ile evlenmelerinden üç ay sonra eşi ölmüştür. Köleoğlu’nun sevdiği kızı alma karşılığı bağışladığı araziler ise arkadaşlarına da yaramamış; bu araziler daha sonra el değiştirmiş ve en sonunda Necati ŞEN ve Kemal ÖZTÜRK’e satışla intikal etmiştir.
TEKKEŞİNOĞLU EFSANESİ Başaşlı Köyü Zeyve Mahallesinden Tekkeşinoğlu denen meşhur bir pehlivan varmış. (Bu ailenin Boyabat Göve Köyü kaynaklı olduğu ve bu köyden göç eden ailenin bir kolunun da Başekin Köyüne yerleştiği söylenmektedir.) Anlatılan efsaneye göre Tekkeşinoğlu, padişahın huzurunda yapılan güreşlerde rakiplerini zorlanmadan yenermiş. Başka milletlerden pehlivanların katıldığı yarışmalarda da rakiplerini rahatlıkla tuş edermiş. Bir defasında padişahın huzurunda yapılan bir güreşte rakibini yenmekle kalmamış, öldürmüştür. Bunun üzerine padişah tarafından Tekkeşinoğlu cezalandırılmış ve ölüm fermanı verilmiştir. Ancak fermana rağmen cellatlar tarafından canı alınmayan Tekkeşinoğlu hayatını kurtarmıştır. Daha sonraları padişahın huzurunda yapılan güreşlerde yabancı bir güreşçi Osmanlı güreşçilerini rahat rahat yenince Padişah ferman vermiş: bu yabancıyı yenecek bir pehlivan bulunmasını istemiştir. Padişahın yaverleri bu soruna çözüm bulmak için akıllarına daha önce padişahın hakkında ölüm fermanı verdiği ve canı alınmayan Tekkeşinoğlu gelmiştir. Padişahın yaverleri Tekkeşinoğlu’nu bularak padişahın huzuruna getirmişler ve O’nu meşhur pehlivanın kardeşi diye tanıtmışlar. Ancak güreş yapan kişi canı alınmayan Tekkeşinoğlu imiş ve eskisi gibi bu pehlivan rakiplerini yenmeye devam etmiş. Padişah bu başarılarının karşılığı Tekkeşinoğlu’na Durağan, Saraydüzü, Kargı bölgesinin vergilerinin verilmesini emretmiş. Efsanevi olarak anlatılan bu pehlivan gerçek hayatta var olan bir şahsiyet olup bu meşhur pehlivanın sülalesi halen bu köyde Aslan soyadı adı altında yaşamakta ve her yıl bu aile kurban bayramı öncesindeki günde-arife günü- büyükbaş hayvan keserek çevredeki insanlara dağıtmaktadır. Tekkeşinoğlu hakkında başka efsaneler de anlatılmaktadır. Bu efsane Tekkeşinoğlu’nun gücü ve kuvvetini izah etmek için anlatılmaktadır. Efsaneye göre Osmanlı döneminde İstanbul’da katıldığı güreşlerde başarıları ile ün yapmış bir pehlivan Anadolu’yu gezip her gittiği yerde o bölgenin pehlivanları ile güreşip galibiyet elde etmesiyle meşhur bir pehlivan varmış. Bu pehlivan, namını duyduğu Tekkeşinoğlu’nu bulup onunla güreşmek istemiştir. Nitekim bu pehlivan sorup soruşturarak Tekkeşinoğlu’nun köyünü öğrenir ve Tekkeşinoğlu’nu bulur. Meşhur pehlivan köye geldiğinde Tekkeşinoğlu tarlasında sapanı ile toprağını sürmektedir ve pehlivan Tekkeşinoğlu ile selamlaşır. Köyünün nerede olduğunu sorar. Tekkeşinoğlu, sabanla toprağını sürmeye devam ederken bu pehlivana köyünü ve evini göstermek için sabanının tutağına basarak hayvanları da havaya kaldıracak şekilde sapanının yönünü köyüne çevirerek köyünü gösterir. Bu hareketten etkilenen meşhur pehlivan ile Tekkeşinoğlu bir sonraki gün güreşmek üzere anlaşırlar ve Tekkeşinoğlu gelen pehlivanı misafir etmek için evine davet eder. Misafir pehlivan Tekkeşinoğlu’nun evine geldiğinde içeri girmeden önce çarıklarını çıkarır ve evin direğini tutup kaldırarak direğin altına kor. Bu sefer Tekkeşinoğlu misafir pehlivanın bu güç gösterisinden etkilenir ve kız kardeşine tedirginliğinden bahsederek bir sonraki gün yapacakları güreşi kayıp edebileceğini söyler. Kız kardeşi Tekkeşinoğlu’nu sakinleştirir bir çözüm yolu bulunabileceği güvencesini verir. Gece olur yatmak için döşekler hazırlanır. Olayın geçtiği zamanda genelde evler tek odalıdır ve bütün hane halkı gelen misafirlerle aynı mekânda yatmak zorundadır. Tekkeşinoğlu’nun evi de tek odalı olduğundan bütün döşekler aynı odaya serilmiştir. Tekkeşinoğlu’nun kız kardeşi bir plan yaparak misafirin
döşeğini kendi ayakları tarafına denk getirecek şekilde serer. Misafir pehlivan ayakları kendine dayalı olan Tekeşinoğlu’nun kız kardeşinin bu kurnaz hareketi nedeni ile sabaha kadar uyuyamaz. Sabah olur pehlivan uyanır evden ayrılırken misafir pehlivan çarıklarını koyduğu yerden almak için evin direğini kaldırmak ister ancak başaramaz, artık pehlivanın bir önceki gücü yoktur. Güreşe geçilir ve Tekkeşinoğlu bu misafir pehlivanı yener. Misafir pehlivan Tekkeşinoğlu’nu tebrik eder ve ona “Beni sen değil kız kardeşin yendi” der. AHMET DEDE EFSANESİ Bu bölgede anlatılan başka bir efsane Ahmet Dede’ye ait olan efsanedir. Efsaneye göre Ahmet Dede hac vazifesi için veya herhangi bir sebeple gittiği Mekke'den memleketi olan Sinop'un Korucuk köyüne gelemeyen yaşlı amcaya yardım etmiştir. Hac görevi için gittiği Mekke’den dönemeyen Korucuk köylü yaşlı kişi Mekke'de bulunduğu yerin imamından ve cemaatinden köyüne dönmek için yardım ister ve mağdur kişi; cemaatin ve imamın tanıdığı (Anlatılanlara göre Ahmet Dede vakit namazlarını Kâbe’de kılarmış) Sinoplu Ahmet Dede'ye getirilir. Bu yaşlı kişi sabah namazını Mekke’de Ahmet Dede'yle birlikte kılar. Namaz kılındıktan sonra cemaatin imamı, o şahıstan isteğinin yerine gelmesi Ahmet Dede'ye sıkıca sarılmasını ister. Kişi isteneni yapar fakat Ahmet Dede kişiyi silkeleyip bırakır. İmam, ondan yarın aynı şeyi tekrar yapmasını ister. Bu yaşlı kişi, ikinci gün sabah namazından sonra Ahmet Dede' den kerametiyle kendisini köyüne geri götürmesini ister. Ahmet Dede şahsın bu isteğini geri çevirmez ve ondan kendisine sıkıca sarılmasını ister. Bu kişi, göz açıp kapatıncaya dek köyünün yakınlarınki Çakmak Belen’in tepesinde kendini bulur. Sevinç içinde yaşlı amcanın gözleri Ahmet Dede'yi arar fakat Ahmet Dede ortada yoktur. Ahmet Dede'yi merak eder araştırır. Ama bir şey bulamaz. Yolu Akbelen köyüne düşer. O yıllarda köy ahalisi köy odalarında, misafirlerle oturur, sohbet edermiş. Sohbet sırasında arka sıralarda oturanlardan birini Ahmet Dede'ye benzetir. Yakınına gider bakar ki Ahmet Dede. Heyecan içinde ona sarılır ve onun önemli bir zat olduğunu söyler. Ahmet Dede hakkında anlatılan başka bir rivayete göre Ahmet Dedenin buğday tarlası varmış. Ahmet Dede kendi imkânları ile bu tarlayı sürüp ekme imkânı olmadığından tarlayı; komşu ve arkadaşları ile sürer, biçermiş. Ancak komşu ve arkadaşları Ahmet Dede’nin bazı gizli güçleri olduğu yönünde bir takım şüpheleri oluyormuş. O dönemlerde jandarma tütün denetlemesi için köyleri geziyormuş. Bir jandarma denetlemesinde, tarlasında çalışanlar Ahmet Dededen “Hızır Aleyhiselamı” göstermesini istemişler. O da bu isteği kabul etmiş. Ahmet Dede ve komşuları bir gün Ahmet Dedenin tarlasında çalışırken jandarma rutin denetlemesini yaparken jandarmaların yanında yaşlı bir adam tarlaya uğramış. Tarlada çalışanlara bu yaşlı adam, bu bölgeye çağrıldığını ve çağrıya olumlu karşılık verip ziyarete geldiğini söyleyerek atını nereye bağlayacağını sormuş. Ahmet Dede, o kişiye yer göstermiş. Yaşlı adam ve jandarma o bölgeden ayrıldıktan sonra köylüler Hızırı ne zaman göreceklerini Ahmet Dedeye sorunca O da “Az önce buraya gelen yaşlı Hızır idi” demiş. Ancak köylüler bir karışıklık esnasına geldiklerini bunu fark edememenin pişmanlığını duymuşlar. Köylü arasında kendi halinde, gariban olarak bilinen Ahmet Dede'nin aslında evliya olduğu öğrenilir. Ahmet Dede, kimliğini daha fazla saklayamaz ve üç gün içinde öleceğini söyler ve ölür. Türbesinin öldüğü yere gömülmesini vasiyet eder. Köylü vasiyetini
yerine getirir. Ahmet Dedenin Türbesi, Akbelen Köyünde bulunmaktadır ve köy muhtarlığı tarafından türbeye düzenlemeler yapılarak sahip çıkılmıştır. KADİREANA’DA ÇAMLARIN SECDEYE YATMASI EFSANESİ Zamanın birinde kadının birisi, evinde namaz kılarken secdeye gittiği anda çamların secdeye gittiğini görüyor ama inanmıyor. İkinci gün yine aynı şekilde sabah namazını kılarken çamların tekrar secdeye gittiğini görüyor bunu köy halkına anlattığında da köylülerden de kimse ona inanmıyor. Kadın, bu durumu köy halkına bunu ispatlamak için sabah namazını ormanda kılıyor ve köylülerin de buna şahit olmalarını istiyor. Namazda secdeye gittiği anda eğilen çamların birinin tepesine başörtüsünü bağlıyor ve namaza devam ediyor. Namaz bitiminde ağaçların eski hallerine dönmesi ile başörtüsünün ağaçların tepesinde olduğunu gören köylüler ona inanıyor. Aksu Yaylası tarafında olan bu bölgeye, bu olayı yaşayan kişinin adının Kadire olmasından, dolayı Kadireana veya Kadirenene adı veriliyor. AT NALI İZİ EFSANESİ Rivayetlere göre bölgenin köylerinde at nalı izleri varmış ve bu izler Peygamber Efendimiz (s.a.v) atının nal izleri imiş. Bölgedeki efsanelere göre Peygamberimiz buralara kadar geldiği anlatılır. Bu at izlerinin bazı rivayetler de Peygamberimizin atı Burak’ın izleri olduğu, Peygamberimizin Miraç'a çıkarken atı Burak’ın nal izleri etrafa dağılmış olduğu ve buradaki bazı köylere nal izleri bu şekilde geldiğine inanılır. KAYROĞUN SEYİSİ EFSANESİ Anlatılan efsaneye göre Osmanlı Devleti zamanında bir kış günü akşam ile yatsı arasındaki bir zamanda Hacıçayı Köyü ile Karaçaygöleti arasındaki bir mevkide çığlık sesi duyulur. Bilinmeyen bir sebeple yolu bu bölgeye düşen ve Osmanlı devletinde önemli bir görevde olduğu belli olan bir kişi yardım istemektedir. Bu çığlık seslerine duyarsız kalmayan ve Karaçaygöleti sakini olan köyde Kayraoğlu veya halkın söylemiyle Kayroğlu diye bilinen kişi Osman adındaki oğlunu yardıma gönderir. Kayroğlu, oğlu vasıtasıyla bu kişiyi kurtartır ve evine alır. Soğuktan ve açlıktan bitap düşen devlet görevlisi olduğu zannedilen kişi ocak yakılarak ısıtılır aynı ocakta Kayroğlu ağılından bir seyis(keçi) keser ve çevirir kebap yapar. Gizemli misafir, iyi bir şekilde ağırlanır. Aile fertleri ile tanışıp kaynaşan misafir belli bir süre sonra buradan ayrılır. Zaman içerisinde Kayroğlunun çocuklarından Osman, büyür askerlik çağı gelir ve askere gider. Kayraoğlu’nun Osman Bağdat’ta askerlik görevini yerine getirirken birlik komutanının askerlerinden birinin Sinop Boyabat doğumlu olduğunu öğrenir ve bu askeri çağırır. Görür görmez bu komutan Osman’ı tanır. Bu komutan zamanında Osman’ın hayatını kurtardığı ve ağırladığı o gizemli kişidir ve bu sayede Osman iyi bir askerlik dönemi geçirir. Nitekim zamanında hayatını kurtarıp kendisine iyilik yapan komutan bu şekilde az da olsa Kayraoğlu ailesine borcunu ödeme fırsatı bulur. Bu hikâyeyi nakledenler yapılan iyiliğin zaman ve mekânın uzaklığına rağmen nasıl karşılık bulduğunu ifade etmek için “Kayroğun seyisi Bağdat’ta meledi” şeklinde anlatmaktadırlar.
GELENEKSEL OYUNLAR ELEKÇE OYUNU Yörenin erkeklerinin, aynı bölgenin kızlarına zarar verebilecek kişilere karşı yapılacak koruma mücadelesini konu alan bir oyundur. Köyün meydanında gece oynanan bir oyun olan Elekçe oyununda; erkekler kılık değiştirerek meydanda bulunan kızlara yaklaşmaya çalışanlara karşı, ellerinde sopalarla müdafaa mücadelesi verirler. Bu oyunda saldıran ve saldırıya karşı koruma mücadelesi veren iki ayrı grup vardır. Bu iki grubun mücadelesi oyunlaştırılarak etraftaki insanlar eğlendirilmeye çalışılır. KİBRİT (HIRSIZ-JANDARMA) OYUNU Her ne kadar uzun kış gecelerinde oynanan bir çocuk oyunu olsa da çoğu zaman büyükler de bu oyuna katılmadan duramazlar. Oyun için bir masa (bu çoğunlukla yufka açmakta kullanılan sofradır), bir kutu kibrit ve en az dört oyuncu gereklidir. Masanın etrafına oturan oyuncular, kenarı boşa çıkacak şekilde masaya konulan kibrit kutusuna alttan vurarak havaya fırlatırlar. Kutu masaya düştüğünde dik tarafı üzerine durursa atan kişi hâkim unvanını alır. Yan tarafı üzerine dik durursa o kişi jandarma görevini üstlenir. Düz kısmının bir tarafı davacı, diğer tarafı suçlu olarak belirlenir. Oyunculardan biri suçlu tarafı attığında jandarma onu hemen elinden yakalar ve hâkime "suçüstü yakaladım" der. Davacı da şikâyetini dile getirir. Suçun ehemmiyetine göre hâkim bir cezaya hükmeder. Bu ceza genellikle, ceviz kırarak oyunculara ikram etmek ve patates haşlayıp sofra kurmak seklindedir. ÇINGILSAK (CINGILDAK-ÇINGIRŞAK) BİNMEK Bir metre yüksekliğinde bir kazık yere dikilir. Bu kazığın ucuna mümkün olduğunca kalın ve uzun bir kalas, ortasından monte edilir. Bu kalasın her iki ucuna oyunu oynamak isteyenler oturur ve birbirlerini tahterevalli şeklinde hareket ettirirler. Tercihe bağlı olarak da bu kalasın her iki ucuna çıngırak konur. Çıngırak sesi ile oynanarak eğlenmeye çalışılır. ZIRT OYNAMAK Yere 15-20 cm uzunluğunda bir çomak dikilir. Oyuncular, belirlenmiş bir mesafeden bu çomağa ebatları birbirine benzer ebatta olacak şekilde seçilen sopalar atarlar. Dikilen çomağa en yakın mesafeye atış gerçekleştiren oyunun galibi olur. YUMURTA OYUNLARI Hayvanlar otlatılırken çocuk ve gençlerin, zamanlarını geçirmek için başvurdukları eğlenceli oyunlardandır. Hafif meyilli arazide pişirilip evden getirilen yumurtalar yuvarlanır. En uzağa ulaşan yumurtanın sahibi oyunu kazanırdı. Aynı
şekilde pişmiş yumurtalar yine hayvan güdülürken zamanı eğlenceli geçirmek için tokuşturulur. Tokuşma neticesinde kırılmayan yumurtanın sahibi oyunun galibi sayılırdı. CEVİZ OYUNU Hayvanlar güdülürken çocuk ve gençlerin zamanlarını eğlenceli geçirmek için başvurulan oyunlardandır. Düz bir arazi belirlenir. Arazinin hâkim yerine bir kuyu kazılır. Kazılan bu kuyuya hayvan gütme esnasında bahçelerden toplanılan aynı zamanda azık olarak kullanılan cevizler atılır. Kuyunun içine cevizleri atabilen oyuncu başarılı sayılır. Oyun mevcut cevizlerle oyuncuların hevesi gidene kadar tekrarlanırdı. DÜĞME OYUNU Düz bir alan seçilir ve oyuncular ellerindeki düğmeyi seçilen alanda yuvarlarlar. Sırası ile yapılan bu yuvarlama esnasında en uzağa düğmeyi ulaştıran oyuncu, oyunu kazanmış olur. HOD OYUNU 1-1,5 m uzunluğunda kiren ağacı veya yumuşak bir ağaç dalından hod adı verilen bir çubuk yapılır. Yapılan çubuğun kalın olmamasına ve esnek olmasına dikkat edilir. Hod adı verilen bu çubuk belirlenen hedefe sektirilerek veya yaylandırılarak atılır. Hedefe en yakın isabeti gerçekleştiren kişi oyunun galibi sayılır. ÇELİK ÇOMAK OYUNU İki kişi ile veya iki grup oluşturularak oynanan bir oyundur. Engül denilen bir metre uzunluğunda bir sopa ile bilik denilen yirmi cm uzunluğundaki bir çubuk bu oyunun araçlarıdır. Öncelikle yere büyükçe bir daire çizilir, sonra oyuna önce kimin başlayacağını belirlemek için sayışma yapılır. Oyuna önce başlama hakkını kazanan oyuncu biliki havaya atıp yere düşmeden engülle vurarak uzaklara fırlatır. Diğer oyuncu biliki düştüğü yerden alıp eliyle fırlatarak dairenin içine sokmaya çalışır. Dairenin yanındaki oyuncu ise engülle vurarak biliki daireye sokmamaya, uzaklaştırmaya çabalar. Uzaklaştırdığında ise daire ile bilik arasını engülle ölçer. Oyun öncesinde kararlaştırılan sayı hedefine önce ulaşan oyuncu oyunu kazanır. Oyuncu engülle, bilike vurup fırlatamazsa yani ıskalarsa ve diğer oyuncu geri fırlattığı zaman bilik dairenin içine düşürse oyun el değiştirir ÇİZGİ OYUNU Genelde okul bahçesinde öğrenciler arasında özellikle kız öğrenciler arasında oynanan bir oyundur. Yere kare veya dikdörtgene benzeyen çizgiler çizilir ve bu çizgiler arasında zıplayarak oynanırdı. Çizgiye basmamak esastı. Çizgiye basan kişi oyun dışı kalır veya değerlendirmede geri kalırdı. Oyun, kademeli oynanır; birbiri ardına oluşturulan kare veya dikdörtgenlerde zıplamaların derecesi artırılır iki veya
üç atlanmak şeklinde veyahut çapraz kare veya dikdörtgenlere zıplama şeklinde kademeli yarışlar yapılırdı. Bazen de okul bahçesi dışında oluşturulan ortamlarda aynı oyunlar oynanırdı. ATANAK OYUNU Bu oyun sert ama kırılmayan esnek ağaç veya ağaç dallarından yapılan sopalarla oynayan, kişinin yaşına veya boyuna göre sopanın boyunun ayarlandığı bir oyun türüdür. Hazırlanan sopa esnetilerek her iki ucuna kendirden veya buna benzer malzemeden yapılan ip bağlanır. Geleneksel Türk sporları olan okçuluktan esinlenerek oluşturulan bu oyunda; elle yapılan bu yaya, yayın uzunluğu ve ölçüsüne uygun oklar hazırlanarak belirlenen hedefe atılırdı. Bu oyun gerek hayvanları güderken gerekse mahalle aralarında çocukların sıkça tercih ettiği bir oyun türü olarak bu yörede kendini gösterir. EDE EDE GÖNDÜRE Yaz mevsiminin sıcak ve kurak geçtiği günlerde oynanan bir oyundur. Buğdayların sararmaya, fasulye sırıklarının ve mısırların güneşe boyun eğmeye başladığı günlerde, çocuklar; düz, genişçe ve iki metre civarında bir tahta temin eder. Tahta üzerine daire seklinde çamurdan bir yuva yaparlar. İçi su ile doldurulduktan sonra dereden bir kurbağa yakalanarak bu yuvanın içine yerleştirilir ve ağzı tas bir kapakla kapatılır. Sonra çocuklar tahtayı omuzlarına alarak ev ev dolaşmaya başlarlar. Bir yandan da aşağıdaki tekerlemeyi hep bir ağızdan avaz avaz bağırarak söylerler. Bu dönemlerde kuraklığın etkisi ile yağmur beklentisi oluştuğundan bir nevi yağmurun yağması için bir beklenti ve istek oluşur ve bu da tekerlemelere yansıtılır: “Ede ede göndüre Gökten yağmur indere, Sinekler sulu sulu Ambarlar dolu dolu Koca öküz kurban olur. "Ede ede göndüre, Dam üstünde boyunduruk, Susuzluktan bayıldık. Teknede hamur, Tarlada çamur, Ver Allah'ım ver! Sicim gibi yağmur" Her evin önünden geçerken çıkartma (balkon) dan üzerlerine su dökülür. Çocuklar ıslanmamak için tahtanın altına sığınmaya çalışırlar. Uğranılan her evden yumurta ve yağ alınır. Köydeki veya mahalledeki her ev ziyaret edildikten sonra istikamet dere kenarıdır. Kurbağayı özgürlüğüne kavuşturan çocuklar deredeki gölcüklerde doyasıya "suya yunduktan" sonra topladıkları yumurtaları pişirerek afiyetle yerler. KÖRSEMBE OYUNU Genelde ramazan aylarında oynanan bir oyundur. Akşamları
oynanmaktadır. Oyuna katılanlar kılık değiştirirler ve tanınmaz hale gelmeye çalışırlar. Oyuncular genelde erkek olup kadın kılığına girerler. Oyuncular; giydikleri ilginç kıyafetleri ile def çalarak, tekerlemeler söyleyerek ev ev dolaşırlar. Ziyaret edilen her evin sahibinin özelliğine göre tekerleme oluşturulur. Ziyaret edilen evlerden yiyecek ve türlü hediyeler talep ederler. Bu gezi esnasında oyunculara, çevreden insanlar da eşlik ederek eğlence ortamı oluşturulmaya çalışılır. Oyunun oynandığı yerdeki ailelerin, oyunculara hediye takdim ederek destek olmaları beklenir. Köylüler, kapılarına gelen ilginç kıyafetli ve bir o kadar da eğlenceli tekerleme söyleyen bu ziyaretçilerle, evlerinde o gece için yaptıkları yiyecekleri paylaşırlar. Oyuncular, mani ve tekerlemeler eşliğinde ev ev gezmek suretiyle hediyeler topladıktan sonra köy meydanında bir araya gelerek hem eğlenerek hem de aralarında konuşarak yaptıkları ziyaretleri ile izlenimleri birbirlerine aktarırlar ve alınan hediyeler bir araya getirilir. Oyunun ilk aşamasına zamanın ilerlemesi de dikkate alınarak son verilir. Bir gün sonra oyuncular köyün bir evinde veya bir yerinde tekrar bir araya gelirler. Bir gece önce toplanan hediyelerle birlikte kendileri de köy bakkalından alacakları üzüm, bisküvi ve benzeri ürünleri de ilave ederek yiyip içip eğlencelerine son veririler. Körsembe oyunu Saraydüzü bölgesinde özellikle Akpınar, Bahçeköy, Çorman köyleri vadisi ile Hacıçay köyü ve etraf köylerinde oynanmakta idi. Son dönemlerde köy dernekleri tarafından sahip çıkılan bu geleneksel oyun türü bu bölgelerden başka bölgelere göç eden köylülerin bir araya geldiği bayramlarda da oynanmak suretiyle yaşatılmaya çalışılmaktadır. YEDİ KAYA OYUNU Oyunun malzemesi yumruk büyüklüğünde bir top ve etrafı kırılarak daire sekline getirilmiş yedi adet küçük kayadır. Bu oyunda kullanılan top, eski bir çorap içine kumaş parçaları doldurularak yapılır. Oyuna katılacak çocuklar eşit şekilde iki gruba ayrıldıktan sonra oyuna önce hangi tarafın başlayacağını belirlemek için sayışma yapılır. Bu yörede en yaygın olarak söylenen sayışma tekerlemesi şöyledir: "Birem birem İkem ikem Demir diken Ayna kuran Zurna çalan Halp hulp Altın top Bundan başka Oyun yok Çit mit Nerden geldin Oradan çık. " Sayışmayı kazanan taraf oyuna baslar. Yedi adet kaya parçası yüksekçe bir yere üst üste dizilir. Beş adım sayılarak uzaklaşılan mesafeye bir çizgi çizilir. Sayışmayı kazanan taraf bu çizginin ardından topla atış yaparak kayaları devirmeye çalışır. Gruptaki çocuklardan hiç kimse bunu başaramazsa atış sırası diğer gruba geçer. Taşları devirmeyi başardıklarında ise oradan hızla uzaklaşırlar. Diğer grubun lideri taşların dağıldığı yerden topu fırlatarak rakip oyuncuları vurmaya (yakmaya)
çalışırken oyun arkadaşları da en kısa süre içinde topu tekrar ona ulaştırmanın mücadelesini verirler. Vurulan (yanan) oyuncu oyun dışında kalır. Yanmayanlarsa top geri dönene kadar hızla gelip devirdikleri kayaları yeniden dizmeye çalışırlar. Ekibin tamamı yanmadan dizme işlemini tamamlayabilirlerse bir oyun kazanmış olurlar. Taşlan hiç kimse deviremezse veya devirdikten sonra tekrar dizmeyi başaramadan ekibin tamamı yanarsa oyun hakkı diğer gruba geçer ve oyun böylece devam edip gider. LEKLEGÖÇ OYUNU Eşit büyüklükte iki ağaç -meşe ağacı tercih edilir- ayakların tutunabileceği şekilde kesilip değnek şeklinde hazırlanır. Oyuncular, bu değneklere ayaklarının yerden temasını kesecek şekilde yerleştirirler. Oyuncuların leklegöç denilen bu değneklerle yürüyebileceği veya koşabileceği bir zemin belirlenir ve oyuna geçilir. Oyundaki amaç en kısa zamanda hedefe yere düşmeden ulaşmaktır. GELENEK GÖRENEKLER BAYRAMLAŞMA VE KÖY KAYNAŞMA YEMEKLERİ Bayramdan bir gün önce köy halkı evinde hazırladıkları yiyecekleri cami avlusunda bir araya getirerek yerlerdi. Yüz yıllardır sürdürülen bu etkinliğe Hacıçay köyünde “Danış Ekmeği” adı verilmektedir. Bu geleneğe benzer bir örnek Aşağı Akpınar köyünde uygulanagelmektedir. Bu gelenekte; köylüler evlerinde hazırlayıp getirdikleri yemekleri ramazanın son iftar akşamında köy konağında bir araya getirerek yerler. İlçenin bazı köylerinde bütün köy halkının katkıları ile ramazan ayı boyunca iftar yemekleri düzenlenir ve köylüler köy odası veya tespit edilen başka bir ortak alanda yemeklerini birlikte yerler. Uluköy’de uygulanan ve kısmen günümüzde de devam eden bir gelenek vardır. Bu geleneğe göre Uluköy’e isim veren ermiş kişi olan Ulubaba’nın adını taşıyan ve halen Erenlik denilen yerde (şimdi bu bölgede köyün su deposu vardır) her sene dua yapılmakta idi. Yağmur ve şükür duası niyeti ile yapılan dua işleminde; kesilecek kurban Ulubaba yatırının etrafında döndürülerek tavaf ettirilir sonra kurban ettirilerek pişirilip köy meydanında halka ikram edilirdi. Uluköy ile aynı havza içerisinde bulunan Akpınar köylerinde bayramlar bir nevi ortak kutlanırdı. Bayram namazları bölgenin merkez camii olan Uluköy camiinde kılınır, namaz bitiminde köylülerle birlikte yemek yenir. Bu yemek ve birliktelik bayramın ikinci günü Yukarı Akpınar Köyünde üçüncü günü ise Aşağı Akpınar Köyünde tekrarlanır ve sonuçlandırılırdı. Bayramın üçüncü günü Aşağı Akpınar köyünde köylülerin katılımı ile yapılan bu uygulama yüz yıldan fazla geçmişi olduğu söylenen kızılağacın altında yapılmakta idi. Tepeköy’de bayram kutlamaları; salıncak kurmak Çıngılsak (CıngıldakÇıngırşak) binmek gibi eğlenceler yapılarak hayata geçirilmekte idi. PAZAR KURMA VE PANAYIR Araştırıldığında Uluköy’ün nispeten çevre köylere göre daha hareketli bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu köyde her Cuma günü pazar
kurulur çevre köy ve ilçelerden bu pazara alış veriş yapmak üzere insanlar gelirdi. Bu pazara seyyar kasap, seyyar berber gelir halkın ihtiyaçlarını görür ayrıca bu köyde hayvan pazarı ve emtia pazarı da kurulurdu. Saraydüzü merkezde ise Perşembe günleri Pazar kurulmakta olup Uluköy pazarı kadar hareketli olmadığı görülmektedir. Bölgenin bir nevi ticaret merkezi konumunda olduğu anlaşılan Uluköy’de her yıl eylül ayının 3. Haftası çarşambaya denk gelen günde panayır kurulurdu. Üç gün süren ( bazen de cumartesi ve pazarın eklenmesi ile beş güne kadar uzamakta idi ) panayırın son günü güreşler yapılırdı. Uluköy panayırı başlangıç ayına göre bölgede en erken kurulan panayır olma özelliğine de sahip idi. Uluköy panayırından sonra Saraydüzü merkezde ekim ayının ilk haftasında Arpalık denen mevkide ( Şu anda Ziraat Bankası ile Tarım Kredi Kooperatifin bulunduğu mevki) Saraydüzü Panayırı yapılmakta idi. ÖLÜ GÖMME ADETLERİ, MEZARLIK VE TÜRBE ZİYARETLERİ Saraydüzü bölgesinde tarihsel süreç içerisinde ölülerin mumyalama işlemi yapıldığına dair bir kanıt yoktur. Antik dönemlerden itibaren ölülere ve ölü gömme işlemlerine özel bir önem verildiği görülmektedir. Nitekim kaya mezarlarının ve nekropollerin bu bölgede bulunması bu anlayışın önemsendiğinin bir göstergesidir. Bölgenin Türkleştirilip Müslümanlaştırılmasından itibaren İslami geleneklere ölü gömme işlemlerinin yürütüldüğü ortadadır. İslami geleneklere göre yapılan bu uygulama ile ölüler yıkanıp kefenlenir, cenaze namazının kılınması ile camilerden kaldırıldıktan sonra ve mezarlılarda toprağa verilmektedir. Bu uygulamanın sürdürüldüğü bu bölgede özellikle ölünün toprağa verilmesinden sonra farklı ritüellerde göze çarpmaktadır. Zamanla değişiklik olmakla birlikte; cenazeler defnedildikten sonra cenaze evinde 3 gün yemek yapılmaz; komşular arasında cenaze evininin ihtiyaçları paylaşılarak karşılanmakta idi. Ayrıca cenaze için gelen misafirler komşular arasında paylaştırılır ve ihtiyaçları misafir eden ev sahipleri tarafından karşılanırdı. Ölünün arkasından ölümünün 7., 40., ve 52. Günlerinde dua okumak, Kur’an-Kerim tilaveti yapmak ve hatim indirmek geleneği halen canlı tutulmaktadır. Ancak cenaze evine yönelik yapılan destekler uygulamadan yavaş yavaş kaldırılmış onun yerine cenaze sahiplerinin cenaze defin sürecine katılan misafirlere yönelik ikramlarda bulunması ( genellikle pide ve ayran) geleneği başlatılmaya çalışılmakta ise de bazı köylerde bu geleneğin oluşmasının önüne geçilmeye ve eski geleneklerin geri getirilmesine gayret edildiğini görmekteyiz. Saraydüzü ve köylerinde geçmiş dönemlerde ve günümüzde mezarlıklara ve mezarlık ziyaretlerine önem verildiği görülmektedir. Bu gelenekler hemen hemen bütün köylerde farklı şekilde de olsa uygulanmakta olduğu görülmektedir. Bu uygulama bazı köylerde arife günü, bazı köylerde bayramın birinci veya ikinci günü yapıldığı anlaşılmaktadır. Örneklendirecek olursak; Uluköy de bayramların ikinci günü zilyad (Ziyaret kelimesinden türediği anlaşılmaktadır.) yapılmakta idi. Bu köyde yapılan mezarlık ziyaretlerinde; ramazan bayramında yapılan ziyaretlerde mezarlıkta ziyaretçilere pişi ve helva ikram edilir; kurban bayramında yapılan ziyarette ise pişi ile kebap ikram edilirdi. Mezarlık ziyaretleri Saraydüzüzü merkez ve Tepeköy’de arife günü yapılırken Akbelen Köyü’nde Uluköy’de uygulanmış şekliyle ( Ramazan bayramında pişi ve helva, kurban bayramında ise pişi ile kebap ikram edilme ) halen devam edilmektedir. Türk toplumunda tarihsel süreç içerisinde diri tutulmaya çalışılan bir gelenek de türbe ziyaretleridir. Toplumda saygı duyulan ermiş olduğu düşünülen önemli kişilerin mezarları saygı görmekte dua ve yakarış yeri olarak
kullanılmaktadır. Aynı saygıyı ve hürmeti gören Şehit mezarları da toplumumuzda ziyaret edilen önemli mekânlar olarak tarihsel önemini her zaman korumuştur. Saraydüzü ilçemizde de bu yerlerin varlığını görmekteyiz. Ahmet Dede Türbesi ( Akbelen Köyünde ) Ulubaba Türbesi ( Uluköy de ) Şehitlikler ( Tepeköy ve Yukarı Akpınar Köylerinde) bunlardan bazılarıdır. GÜREŞLER Saraydüzü’nün köylerinde bayramlarda, düğünlerde ve panayırlarda eğlencelerin yanı sıra güreş yapmak da bir gelenek olarak kendini göstermektedir. Tekkeşinoğlu gibi meşhur bir pehlivanın bu bölgeden çıkması bu güreşlerin bu bölgede bir hayli yaygın olduğunu göstermektedir. Uluköy ve Saraydüzü panayırlarında yapılan güreşler bölgede itibar görmekte iken Karaçaygöleti Köyü Meydanı ile Bahçeköy sınırları içerisinde bulunan tarihi kuyunun yanındaki çayırlık alanda yapılan güreşler de meşhurdu. DÜĞÜN GELENEĞİ Düğünler genelde Çarşamba veya Perşembe günlerinde yapılırdı. Düğünler açık alanlarda yapılmakta idi. Düğünlere komşu köylerden veya daha uzaklardan gelen davetliler davul çalınarak karşılanır ve düğün sabinin veya komşuların evlerinde ağırlanırdı. Düğün yemeklerinde pilav, keşkek, kebap (sırık kebabı), sarma, hobur (Elmadan yapılan hoşaf türü yiyecek), incir uyuşturması tercih edilirdi. Misafirleri konuk eden ev sahipleri düğün sahibi adına sabaha kadar misafirleri ile ilgilenirlerdi. Damat köy meydanında tıraş edilir ve giydirilirdi.(Son dönemlerde damat giysisi olarak; mintan, takım elbise, kravat ve ayakkabı) Düğün sahibi olan erkek tarafının yaptığı düğünün yansıra kız tarafının da “kına gecesi” adı ile düğün merasimi de vardı. Gelini almak için damat tarafı gelinin evine atlarla gider; gelin at sırtında veya öküz arabası ile yakınları ve diğer katılımcıların iştiraki ile damat evine getirilirdi. Buna “Gelin alayı” denirdi. Gelinin katılımı ile yapılan düğün merasimde; yemekler evlerde yenir, düğün sahibinin durumuna göre düğünler süresi belirlenirdi. Düğün esnasında eğlenmek için çoğunlukla çiftetelli oyunu tercih edilirdi. Zurnanın da enstrüman olarak düğünlere katılması ile birlikte oyunlar çeşitlenmiş, düğünlerin kapalı mekanlara taşınması ile birlikte oyun zenginliği de artmıştır. Bu bölgede (Özellikle Tepeköy’de) düğünden 3 gün sonra “Su Düğünü” adı verilen bir eğlence veya tören yapılırdı. Bu törende gelin; kız arkadaşları ile helke (Genellikle bakırdan yapılan, bakraçtan büyük bir çeşit kova) devirerek oyun havaları ile hem söyleyip eğlenir hem de ağlanırdı. Bu törende damat tarafının gönderdiği ikramlar yenirdi. Buna bazı yerlerde “El Öpme Merasimi” denirdi. GİYİM KUŞAM Geleneksel giyimde kadınlar; başlarına “fes” takarlardı (Boyabat ve Durağan ilçelerinde kullanılan feslere göre daha uzun ve motifleri daha farklı olan bir giysidir.), fesin üzerine çember örtülürdü.( Boyabat Çemberi olarak tescillenen bu çember türü Boyabat ve Durağan çember türlerine göre daha farklıdır, renkleri daha parlaktır. Ayrıca bu çember diğer ilçelerdeki çember türlerine göre birkaç motif farklılığı vardır.) Örtülen çemberin alına gelen tarafını krep saten üzerine pırpırı (bir nevi Bizans altını) denen pullar ile süslenirdi. Süslenmiş bu çember
kafaya boyundan veya enseden bağlanırdı. Bu geleneksel giyim tarzında bedene; vücudu boydan boya kapatacak “üçetek” adı verilen dış giysi giyilirdi. Bu üçetek üzerine bele kadar inen mintan adı verilen giysi giyilirdi. Havanın soğuması işe birlikte bu giysilerin üzerine kışlık olarak yelek de ilave edilirdi. Bele “kuşak” bağlanırdı. Kuşak evli kadınların kullandığı bir giysidir, genç kızlar kuşak takmazdı. Vücudun ayak ve bacak kısımlarına ise paça adı verilen “şalvar” giyilirdi. Şalvar belden aşağıya genişleyen ve ağı ayaklara kadar inen bir giysi idi. Bütün bu geleneksel kadın giyimi ayaklara giyinilen “çarık” ile tamamlanırdı. Ziynet eşyası olarak boyuna kurdeleye geçirilmiş “Beşibiryerde” veya Beşaltın dikkat çeken bir aksesuardı Erkeklerin giyimlerinde; Başa tercihen şapka takılırdı. Üste ceket; ceketin altına yelek ve gömlek giyilirdi. Pantolonlar zıpka şeklinde üstten geniş, arka tarafı körüklü, alt tarafı bacakları saracak şekilde dar ve yandan düğmeli idi. Manda derisinden yapılmış olan çarık ile giyim tamamlanırdı. Yelek veya pantolon belinde yapılan cebe takılan “Köstekli Saat” sıkça tercih edilen bir aksesuardı. AĞITLAR Size diyom size anamın gızı, Güller düşsün Sağdığ'ımın başına, Sağdığ'ımın için uğrayın bazı. Gelin dayanamaz gelir eşine, Daha küçüğdü Naziğ' in gızı Sağdığ'ımın tekeride düşmüş peşine, On altı yaşında gelin aldıydım. Gurbanlar olurum ıssız evlime, Verin benim kemanımı sazımı, Hemi allı giyer hem karalı Eyleyemiyom bu Naziğ'in gızını, Suhule burada murat nereli, N' olaydı oğlum görseydim yüzünü, Sadık gaza yapmış ağır yaralı, Gurbanlar olurum goç Sağdığ'ıma. Gadir asker olmuş duymadınız mı? . Sağdığ'ın götürmüş duymadınız mı? Can evimden vurdu felek neyleyim, Gider oldum Avşar ili yoluna, Ben ağlarım çelik teller iniler, Bakmam gayrı bu diyarın gülüne. . Ben ağlamadım toprak aldı koynuna, Karaları taksın çapar koluna. Ben ağlamadım toprak aldı koynuna, Yağız altı nice kollar iniler. Varayım da mezarına varayım, Aman deyze aman deyze! Yürü bire Dadaloğlu'm yürü git, Ben ağlarım geze geze! Baş uçunda el kavruşup durayım, Gurban olam Hatça Bacı! Dertli dertli, Çukurova yolunu tut. Mustafa'm geldi mi size? Anamın oğluna gurban olurum, Babamın oğlu da öldürdü beni, Gül gardaşım ben yoluna ölüyüm. Gülleri acarken soldurdu beni. Saçlarını taramışlar tel gibi, Gardaşı yok emmisi yok el gibi, Otuz beş yaşında gonca gül gibi. Gelmedi diye bana darılmış, Geliyor bayramlar ışıyın vakti, Halalaşmış bacısına sarılmış, Soğdu mu gül gardaşım bağrıyın tahtı. Yaz gelirken beş guzundan ayrılmış.
ŞİİRLER Çanakkale Şehidi Boyabatlı Mustafa'nın yazdığı şiir 7 Haziran 1915 gecesi Arıburnu Merkez Cephesinde şehit düşen (Boyabatlı Ömeroğlu Mustafa-İlçe bu dönemde Boyabat Kazasına bağlı olduğundan bu isimle bilinmekte ise de Ömeroğlu Mustafa Saraydüzü’ne bağlı Cuma Köyündendir.) tarafından kaleme alınmış olup, kimlik kontrolü esnasında merhumun üzerinde bulunan destandır. ÇANAKKALE DESTANI - BOYABATLI MUSTAFA Üç yüz otuz sözüm Hakk’ın kelâmı Bugün bizden vatan razı olacak Padişah'ın geldi büyük selâmı Nefer şehit ordu gazi olacak Enver Bey'in düşman kırmak meramı Euzü besmele çektim çıkarken Bugün bizden vatan razı olacak Köye baktım şöyle yüksek bir yerden Nefer şehit ordu gazi olacak Karargâha koştum üç günde erken Kumandan emrini verdi bir gece Bugün bizden vatan razı olacak Anadolulardan lâyıktır nice Nefer şehit ordu gazi olacak Yiğitler şehadet şerbeti içe Rumeli toprağı yuğrulmuş kanla Bugün bizden vatan razı olacak Ün alınır ancak verilen canla Nefer şehit ordu gazi olacak Herkesi yüreği çarpıyor canla Kurşunlar atıldı düşmana karşı Bugün bizden vatan razı olacak Şehitler buldular göklerde arşı Nefer şehit ordu gazi olacak Gaziler döktüler hep sevinç yaşı Düşmanın gür sesli büyük topları Bugün bizden vatan razı olacak Delik deşik etti toprağı yarı Nefer şehit ordu gazi olacak Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı İngilizler Frenge dostmuş diyorlar Bugün bizden vatan razı olacak Bir kötü kötüye elbette uyar Nefer şehit ordu gazi olacak Onlara bu meydan gelecek pek dar Zırhlıların gitti deniz dibine Bugün bizden vatan razı olacak İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne Nefer şehit ordu gazi olacak Kaç durma geçerse fırsat eline Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler Bugün bizden vatan razı olacak İstanbul'umuzu alacak bir er Nefer şehit ordu gazi olacak Var mıdır dünyada nerde o asker Boyabat'lı Ömer oğlu Mustafa Bugün bizden vatan razı olacak Yazdı bu destanı girerken sofa Nefer şehit ordu gazi olacak Muradı gitmektir arşı tavafa
Saraydüzü ilçesi Hanoğlu köyü nüfusuna kayıtlı halk ozanı olan Zeynel Parmaksız (1960), ilçenin genel değerlendirmesini şiirleri ile şöyle anlatmıştır. Sinop Saraydüzü ve Köyleri Boyabat'tan: öte yolun düşerse Saraydüzü Çit, Embiyeli, Orman kaşı Saraydüzü'ne dön de bir bak Dualarla bölüşür biz keşkek aşı Tarih deki özüne sadık kal ey Sinop’lu Maden kaplıdır Saraydüzü’müzün Sadık ol verdiğin vaat sözüne Toprağı dağı taşı Akbelen madeni görür gelen Bir yanda Hacıçayı bir yanda Fakılı yer altında madeni takılı Darıçayı telaşlı geçer her yaz ayı Zor değildi Yaylacılıya varmak Bir araya geldi mi emmi dayı Baraj oldu şimdi o kızıl ırmak İçerler demli semaver çayı Daha gidersen ileri Yalmansarayı Durağan’dan gelirken görürsün Açmaz Sinoplu hiç kimse ile arayı Zeyve, Bahçeaşlı bu köyde yaşayanlar Göç yüzünden bulduk biz İstanbul Göç yüzünden hepsi yaşlı Gurbet olan burayı Arım, Kelperen kayalıklar olmuş önünü geren . Çok şükür oldu yoluna hizmet veren Hemitli, Çorman karşısı koruluk orman Avluca, Göynügören nedense olmamış Bahçe köyü Aşağıakpınar kuyudan suyu Yoluna hiç hizmet veren Yukarıakpınar İçen kanar, Hanoğlu gurbete çıkmış toplayan bavulu Çampaşa gücü yeten yok köy içindeki koca taşa bende bu köyden değirmenci Hasanın oğlu, Uluköy köylerin içinde en ulu . Kırından geçer şimdi nato yolu. Gidersin dere dikine varırsın Başekine Yemeye bulamazlar mantarı Zayım köyü dört parça Bürüm, Gozluca, Yonca Yeniceye kurmuşlar pancar kantarı bu köylerin her biri bir gonca Cumatabaklı, Cumakayalı . Cuma .köyünün camisi tarihe dayalı Gürlen köyün kelemi kalır tarlasında mayalı Tepeköy var Tepeköy birde Gölet ey Sinoplu Gerçekleşti şimdi Asarcık barajının hayalı Varlığını her yere şair Zeynel ile ilet Asarcıkcamili, kayalı Hacıköy altı Olacak Sazaklı Bizim köylerimiz sıralı hepsi bir birnin kralı Bu taraftan en son köylerimiz Çalpınar ile Kazaklı Maalesef göç yüzünden bu köylerimiz yaralı.
BENİM GÜZEL SARAYDÜZÜ’M Yarı ova yarı dağlı Namı değer Göktepe dağı Yavan ekmeği yenir yağlı Ovasında üzüm asma bağı Sinop iline bağlı Orman kaplı solu sağı Benim güzel Saraydüzü’m Benim güzel Saraydüzü’m Çalışır burada yaşlı genci. Yoksa ızgara balık Döktürür inci inci Kalpler olmasın kırık Üretir çeltik pirinci Meşhur bizde kebap sırık Benim güzel Saraydüzü’m Benim güzel Saraydüzü’m Ben her yıl gelmek isterim Bir gün mülk alırsam satın Köy köy gezmek isterim Kopmaz bağ olan hattım Güzellikleri görmek isterim Sende olsun sende tek bir katım Benim güzel Saraydüzü’m Benim güzel Saraydüzü’m BİZİM KÖY Sinop Saraydüzü Akpınar karşıdan bakar Güleç insanların yüzü Ortasından çay akar Hanoğlu’da tanırlar bizi Her yer tarih kokar İşte o köy bizim köy İşte o köy bizim köy Dört köyden oluşur Kabirleri bir arada Bir arada buluşur Çoğunluğu Ankara’da Sohbet ile konuşur Merhem olurlar yarada İşte o köy bizim köy İşte o köy bizim köy Kimisi dost kimisi düşman Sanmayın yolları tozar Deyil halinden pişman Çeken kalmadı hızar On iki çocuklu Osman Şimdi çok okur yazar İşte o köy bizim köy İşte o köy bizim köy Amiri memuru çoktur. Birkaç tane vardır doktor Bizde olmayan yoktur. İşte o köy bizim köy BİZİM KÖYDE Mis kokan topraklar Değirmen önü savak başı Üzüm asma yapraklar Sivri tepe Payemce karşı Çay başında yunaklar Taşçının kırdığı düven taşı Kaldı bizim köyde Kaldı bizim köyde Dostlara hatır sormamız Kalbur gözer elekler Onları hayra yormamız Havada uçan leylekler Muhtaca yardımcı olmamız Saf temiz yürekler Kaldı bizim köyde Kaldı bizim köyde
Düğün derneğimiz Canlara can katanımız Alın teri emeğimiz Kabirlerde yatanımız Azık olan yemeğimiz Bizim olan vatanımız Kaldı bizim köyde Kaldı bizim köyde SİNOP İLİMİZ Sinop kuzeyde bir il adıdır Çayın yanında pekmezli simit Mantısına yoğurt ceviz katılır Şehir kulübü parkta yer ayırt Âşıklar caddesinde hava atılır Günün çok güzel geçer gayet Harikadır bizim Sinop ilimiz Harikadır bizim Sinop ilimiz Çok lezizdir üzümlü nokulu Hamsinin doğduğu yerdir Su ürünleri üniversite okulu İki belde sekiz ilçesi vardır Gülleri çiçekleri mis kokulu Tatil yapılacak güzel yerdir Harikadır bizim Sinop ilimiz Harikadır bizim Sinop ilimiz Tarihi müze eski ceza evinde Merttir insanı kalleşlik bilmez Surları tarih kokar çok güzide Ahlaksız insanları pek sevmez Benimde anılarım var mazide Trafikte sabırlı her şeye kızmaz Harikadır bizim Sinop ilimiz Harikadır bizim Sinop ilimiz Deniz ile kaplıdır üç bir yanı Türkiye’miz de tek bir burun Seyit Bilal hazretleri tarihi anı Gelin çadırı kara kuma kurun Her gelen insana kaynar kanı Olmaz bizim il de hiçbir sorun Harikadır bizim Sinop ilimiz Harikadır bizim Sinop ilimiz NE OLDU BİZE Millet uymuş modern modaya Musibetler bırakmıyor peşimizi Eline telefon alan gider odaya Elden sayar olduk öz kardeşimizi Hatır soran yok anaya babaya Kaybettik gelenek örf adedimizi Gidemez olduk hısım akrabaya Allah af eder inşallah hepimizi Millet olarak ne oldu böyle bize Böyle değildik ne oldu böyle bize Çok insanımız şeytana uydu Öksüzü yetimi kayıran kalmadı Haram kazanç ile düzen kurdu Çok din adamı kurana uymadı Gayrimeşru yoldan parayı buldu İşine gelmeyen zaten okumadı Faizli para ile haçça giden oldu Allah uyardı ama uyan olmadı Millet olarak ne oldu böyle bize Biz böyle değildik ne oldu bize Haram ile helalı bir tutanlar var Ebette çok iyi niyetli insan var At etini dana diye satanlar var Onların yaptığı her iş namus ar Milletin aşına zehir katanlar var Gel birde sen o insanlara sor Para pul için ahiretini satanlar var Yanar onlarında içinde ateş kor Allah’ım milletimize ne oldu böyle Millet olarak ne oldu böyle bize
ESKİDEN EKMEK Tarlada verilen emek Kara saban toprak sürerdi Harmana sapını dökmek İmece ile iş görürlerdi Gerek ti çile çekmek Alın teri emek verirlerdi Zor elde edilirdi ekmek Zor elde edilirdi ekmek Sert toprağa batmazdı saban Tarlaya arpa buğday ekilir Patlardı el ayak taban Ardından tapan çekilir Çile çekerdi dedem babam İnsanın beli bükülür Zor elde edilirdi ekmek Zor elde edilirdi ekmek Sararır başaklar bükülür Düven ile dövünce harmanı Tırpan ya da orakla biçilir Kalmazdı insanın dermanı Biçerken ayrı çile çekilir Hayvanlar için ayrılır samanı Zor elde edilirdi ekmek Zor elde edilirdi ekmek Deneyi samandan ayırmak Kalbur gözerle buğday elenir Yaba ile gerek sam savurmak Yıkanan buğday biraz dinlenir Yağmur gelir diye yok durmak Sıra değirmene gitmeye gelir Zor elde edilirdi ekmek Zor elde edilirdi eskiden ekmek. Halk şairi Zeynel PARMAKSIZ, dışında bir başka şairimiz Mustafa PEKER’dir. Saraydüzü merkez nüfusuna kayıtlı Mustafa PEKER, yaşamış olduğu olaydan etkilenerek bir şiir yazmıştır. Olay şöyle yaşanmıştır; Sinop-Saraydüzü'nden Mustafa PEKER, 1967 yılında Boyabat pancar dairesinde çalışmakta iken ondan ilkokul diploması isterler. Mustafa PEKER, ilkokul üçten ayrılmıştır ve ilkokul diploması yoktur. İlkokul diploması almak için Boyabat - Atatürk İlkokulu'na başvurur ve tüm dersleri verir. Fakat Tabiat Bilgisi dersinden ikmale kalır. İkmal dersini vermek için gittiğinde sınav komisyonuna, kendisinin yazdığı bu şiiri sunar. Sınav Komisyonundaki öğretmenler şiiri Milliyet Gazetesine gönderirler, Milliyet Gazetesi yazarı Hasan PULUR, "Olaylar ve İnsanlar" köşesinde bu şiiri yayınlar.(1967) HOCAM Pancar şirketinde vazife aldım, Dersimiz başladı fişten Tabiattan ikmale kaldım. Diploma yok beşten, Ne olur ediverin yardım Vaz mı geçeyim bu işten? Diploma soruyorlar HOCAM. Diploma soruyorlar HOCAM. Üç oğlum var okulda Biri İmam-Hatip Çorum’da Para isterler yakında Halimi anlatayım durun da Şu halime bakın da Ekmeğim kalmadı fırında Diplomamı verin, HOCAM. Diplomamı verin HOCAM. İkisi ikiz Kastamonu Göl’de Size sığındım yazarım Acı konuşmam bir yerde Ne değirmenim var ne pazarım
Merhem olursanız benim derde Vermezseniz diplomamı kızarım Diplomamı verin HOCAM. Diplomamı verin HOCAM. Mustafa Peker Saraydüzü’nden Çok yarıştı 'Kerem Aslı’nın peşinde Ferhat kayaları yardı Şirin’in Beni sıkmayın ihtiyar yaşımda Sakın gücenmeyin benim sözümden Fakirlik var başımda Diplomamı verin HOCAM. İş bulacağım HOCAM. MANİLER, TÜRKÜLER VE SARAYDÜZÜ AĞIZ ÖZELLİKLERİ Maniler Saraydüzü ilçesi Bahçeköy Kendirli Mahallesi nüfusuna kayıtlı Mehmet Muslu (1960) tarafından okunup kayıt altına alınan; Pınara gel göreyim, Pınara varmadın mı, Eline gül vereyim, Gül koydum almadın mı, Dalga geçme lan yârim, Ben sevdadan ölüyom, Nasıl ömür vereyim. Sen sevdalanmadın mı? Pınar baştan bulanu, İnip dağı dolanu, Gel yârim konuşsayduk da, Buna can mı dayanu. Akpunar yapusuna, Akpunarun işleri, Gül koydum kapusuna, Hep değişmiş gençleri, Eminem mis yollamış, Eminem sorarsan, Uyandım kokusuna. Mehmet işler değişmiş Akpunar yapusuna, Gül koydum kapusuna,
İnsan böyle yapar mı, Kapı bir komşusuna Ekin ektim ot bitti, Ben gidiyom karadan da, Dalında bülbül öttü, Dağlar kalksın aradan, Ötme bülbülüm ötme, Mevlam sabır verecek de, Yârim gurbete gitti. Kavuştursun yaradan. Dere geliyor dere, Derenin yaylumuna, Kumunu sere sere, Kuş konmuş avlumuna, Dere beni al getü, Konuşsayduk lan yârim, Yârin olduğu yere. Gelduk yol ayrımuna. Bulgur koydum dibeğe, Yiğnemin sapu saru, Saçı benzer ipeğe, Görünen benim kapu, Kararmadan gel yârim da, Yari yardan ayıran da, Ben hoşt derim köpeğe. Dolansun kapu kapu. Kebabı ince doğran, Gelüken bize uğran, Yari yardan ayıran da, Bilinmez derde uğrar. İstanbul’un içinde, Sergendeki siniler, Sular bardak içinde, El değmeden iniler, Baykuş demem oraya da, Gurbette üç yavrum var da, Üç yavrum var içinde. Kulakları çıniler Şu dağlar bizim olsa, Orak biçerim orak, Yaprağı üzüm olsa, Ekinleri vurarak, Dediler yarın hasta, Ben yarimi bulurum, Yastığı dizim olsa. Gelinlere sorarak. Elma vidim eline, Erik dalı eğdi, Soydu koydu beline, Orda bir yol gördüm, Yemişini bilemedi, Hasta diye işittiğim, Vardı cahil eline. Nasıl oldun sevdiğim. Mehmet MUSLU, dışında anonim olarak halk arasında söylenen diğer maniler ise; Evin önü yoldur geçilmez, Saraydüzü'ne giderim Saraydüzü'ne, Suları soğuktur, Anam yok ağlasam, Bir tası içilmez, Mezarımın başını, Anadan geçilir yardan geçilmez. Çayır çimen bağlasa. Karpuz kestim yiyen yok, Denizin ortasında yuvarlandı, Halim nedir diyon, yok, Taş geldi, Yenice bir yar sevdim, Mektubunu okurken, Gözün aydın diyen yok. Gözlerimden yaş geldi.
Akşamlar olmasaydı, A benim bahtı yârim, Badeler olmasaydı, Gönülde tahtı yârim, Yar koynuna girince, Yüzünde göz izi var, Hiç sabah olmasaydı. Sana kim baktı yârim. Anne demeye geldim, Akpınar' dır köyümüz, Kaymak yemeye geldim, Zemzem akarsuyumuz, Meramım kaymak değil, Sevip sevip vazgeçmek, Yâri görmeye geldim. Yoktur öyle huyumuz. Bahçede gezme yârim, Yılana bak yılana, Bağrımı ezme yârim, Kıvrım kıvrım dolana, Beni sana vermezler, Yitirdim sevdiğimi, Boşuna gezme yârim. Bin altın var bulana. Gökte yıldız yüz altmış, Dağlarda kar kalmadı, Kaşına kara kalmış, Yüreklerde fer kalmadı, Kurban olanı Mevla'ya, Daha çok yazacaktım, Seni ne güzel yaratmış, Mektupta yer kalmadı Saraydüzü'nden çıktım ok gibi, Ey yerleri yerleri Arkada ceket yok gibi, Ne tatlıdır dilleri, Dönüp arkana bakmadın, Yine oyuna çıktı, Sanki Saraydüzü'nden yârin yok gibi. Saraydüzü'nün güzelleri. Ay doğar ambar gibi, Hıçkırık tuttu beni, Arkadaşı çember gibi, Tuttu kuruttu beni, Saraydüzü'nün sevdası, Elin oğlu değil mi? Ali ile çiçek gibi. Bitti unuttu beni? Ali'm sen tatar mısın? Sandıklarda saklıyım, Şeftali satar mısın? Kırmızı yanaklıyım, Şeftali çiçek açmış, Ah gadunum kaynanam, Dibine yatar mısın? Oğluna meraklıyım. Çitlembikte karınca, Sandık üstünde roman, Kamım yandı görünce, Okurum zaman zaman, İnsan bir hoş oluyor, A kız seni alırım, Sevdiğini görünce Memur olduğum zaman. Dereler düze kadar, Elifin hecesi var, Gel yârim bize kadar, Gündüzün gecesi var, Bir giyim çorap ördüm, Seversen kızları sev, Topuktan dize kadar. Gelinin kocası var. Camiinin ezanı yok, Çekmecenin kilidi, İçinin düzeni yok, Üstünü gül bürüdü, Şu viranenin içinde, Sen orada ben burada, Salınıp gezeni yok. Olan ömrüm çürüdü.
Mektup yazdım acele, Mavi yelek mor düğme, Al eline hecele, Yine düştün gönlüme, Mektubumu alınca, Her gönlüme düşende, Al koynuna gecele. Kan damlar yüreğime. Atımın attığına, Armudun irisine, Babamın sattığına, Ben yandım birisine, Babam beni verecek, Beni çoban tutsalar, Gözünün tuttuğuna. Kızların sürüsüne. Trenin penceresi Mini mini birler Evin çerçevesi Yanıma geldiler ………………..'yı sevmeyen Ne istiyorsunuz dedim Olsun bulaşık tenceresi Prensesim ……….. dedim Koydun bize kuralları Dolapta saklı sucuk Çıkartın kazakları Başlar oldu yolculuk …………….. yeter artık ……………. sınavından Kaldır bütün yasaklan Korkarız çoluk çocuk Yola giderim yavaş, Mendilimin yeşili, Kundurama değdi taş, Ben kaybettim eşimi, Yat ben senin yüzünden, Koyuverdin benim peşimi, Düşmana dedim gardaş. Ben bulurum eşimi. Merdivenim kırk ayak İn dereye dereye, Kırkına vurdum dayak Dere karanlık yârim, Yar kapıdan gelirken Kimselere vermesin, Yarıştı mı yalın ayak Böyle ayrılık yârim. Gide gide yoruldum, Dağları su gibi ovası derya, Duruldum şu karşı ki dağların, Bazen muhtaç asker sılaya, Gözlerine vuruldum. Ölürüm gelmem bir daha buraya, Kula kul ettin beni Saraydüzü. Geline bak geline, Dal ucunda kavurma, Kına yakmış eline, Kız saçını savurma, Ne mutlu bu geline, Bileğinden tutunca, Gidiyor sevdiğine. Acı acı bağırma. Evimiz karşı karşı, Saçım uzun tararsın, İkimizin bir yaşı, Anne beni ararsın, Gel yârim konuşalım İlk kızının sözüne, Dosta düşmana karşı. Öğün öğün ağlarsın. Halının başında kaldım, Altın tabakta reçel, İnce fikre daldım, Şimdi yar buradan geçen, Kapılar açıldıkça, Ağzı söylemez ama Annem geliyor sandım. Kalbimden neler geçer.
Kaynanayı ne yapmalı, Motor geliyor motor, Kazanda kaynatmalı, Motorun bacası yok, Ben yanıyom didikçe, Yârim şoför olacak, Altına odun atmalı. İspanyol paçası yok. Tarlaya ektim soğan, Orak attım tarlaya, Asmaya kondu doğan Parım parım parlıya, Aysel suya gidiyo, Nerde güzel varsa, Ahmet önüne dolan Gelsin bizim tarlaya. Güzel zeytinliğin var Saraydüzü gibi bulunmaz Halden almayan yar Havasına doyulmaz Ne olur bir kerecik Milyonluk ordu gelse Beni kollarınla sar Saraydüzü'mü alamaz Kalem elde kırıldı Ortasından yarıldı Şu Saraydüzü'nün kızları Neden bana darıldı Kuşburnu pirlenir mi? Yazı yabansız olmaz, Dibi süpürlenir mi? Öküz tabansız olmaz, Küçükten yar sevdim, Kız küsme darılma, Mendili kirlenir mi? Sürü çobansız olmaz. Mani maniyi eyler, Karanfil ezesim yok, Maniyi okur beyler, Ezipte süzesim yok, Manide vefa yok, Çöl olası Saraydüzü'nde, O da bir gün gönül eyler. Salınıp da gezesim yok Yağmur aştı geliyor, Dere depe düz olsa, Çolaplıyı deliyo, Güttüğüm koyun yüz olsa, Çolaplı 'nın kızları, Ben bu koyunu güderim, Koca diye ölüyo. Arkadaşım kız olsa. Kara kara kazanlar, Karatavuk tepeli, Kara yazı yazanlar, Kulakları küpeli, Ölmeyip de sürünenler, Beni everiyolar, Aramızı bozanlar. Şimdiki kızlar şüpheli. Kalem elde kırıldı, Denizde kum kalmadı, Ortasından yarıldı, Balıkta pul kalmadı, Şu Saraydüzü'nün kızları, Gel sarılalım yatalım, Neden bana darıldı. Saraydüzü'nde mum kalmadı. Sarı kavun dilimsin, Ben bir Saraydüzü kızıyım, Yüreğime ilimsin. Türk'ün tan yıldızıyım, Merak etme sevdiğim, Saraydüzü'nün tüm neşesi, Son gününde benimsin. Hem baharı hem yazıyım.
Taze yaprak dolması, İçindedir kıyması, Bu gün gözlerim seyri, Yakın yârin gelmesi. Eli eleklü gelin, Güller olur mu dikensiz, Sırtı yeleklü gelin, Hiç olur mu kız sensiz, Ne zaman adam oldun, Tepeköy'den bir yar sevdim, Bastan bacaklı gelin. Hem güzel hem sahipsiz. Mektup yazdım kış idi, Ana başa taç imiş, Kalemim gümüş idi, Her derde ilaç imiş, Çok daha yazacaktım, Bir oğlan pir olsa da, Ellerim üşüdü. Anaya muhtaç imiş. İnce iğne eğrisi, Ay doğar amber gibi ana sözüm doğrusu, Ortası çember gibi Cennetten melek çıksa, İkimizin sevdası Sevmem senden gayrısını. Arzuyla kamber gibi. Minarenin alemi kaşlar, Elma dalda bir sıra, Kudret kalemi ben, Yârim gitti Saraydüzü'ne Seni doktor sandım Koyun alsam milesem Niçin açtım yâremi. Yârimin arkasından. İndim aşağı durdum, Mavi yeleğin oğlan, Yedi güvercin vurdum, Nedir dileğin oğlan, Ben güvercin vurmadım, Ben sevdim sen sevmedim, Yedi sene bekâr durdum. Yansın yüreğin oğlan. Entarimin biçimi Gök paklayı pişirdim, Yalan dünya geçimi, Toprak tenceresinde, Gel yârim konuşalım, Gel yârim konuşalım, Bir cuvara içimi. Mutfak penceresinde Çeltiklerin ayağı birbirine bakar, Orak biçerim orak, Varına kızlar ovaya, Elikleri vurarak, Sıcak sizi yakar… Daha yârim geliyor, . Bıyıkları vurarak. Evimiz karşı karşı, Şu dere olmayaydı İkimizin bir yaşı Gülleri solmayaydı Gel yârim konuşalım Ölüm Allah' ın emri Dosta düşmana karşı Bu ayrılık olmıyaydı.
TÜRKÜLER TABAKLI’NIN DERESİ Tabaklının deresi de Ninani nininay Boyabat yolu neresi Ninayı nininay Doktor gelmiş sarıyor da Nininay nininay Sade kurşun yaresi Ninay nay Tabaklının kayası da Ninani nininay Cayır cayır yanası Ninayı nininay Oturmuş da ağlıyor da Nininay nininay Muhlisenin anası Ninay nay Çay aşağı çay taşlar da Ninani nininay Gözümden akan yaşlar Ninayı nininay Ben sevdaya tutuldum da Nininay nininay Siz tutulman gardaşlar Ninay nay Mustafa Önen’den alınan türkü Saraydüzü Cuma Tabaklı Köyü menşeli olup Muzaffer SARISÖZEN tarafından 05.05.1949 tarihinde derlenmiştir. AĞIZ ÖZELLİKLERİ Abu -Abla Ağba-Dede Amanısan-Aman Ha! Urba-Kıyafet Apollo-Hoparlör Aydaş-Zayıf Bar-Beraber Bayrakla-Oynak Bebek-Çocuk Biyol-Birkere Bızdık-Ufak Boğca-Bu Gece Cengürşek-Şimşek Cibes-Mısır Çetük-Kedi Yavrusu Dağnamak-Kınamak Dam-Ahır Damızlık-Bekletilen Diyeze-Teyze Emme-Ama Gadinge-Yenge Gaga-Kardeş Gayren-Etkili Olmak Gudurak-Lades Harf Etmek-Utanmak Haya-Demi Hayat-Ahır Hopan-İri Hölpüm-Bir Yudum Imırga-Taze Iprat-Kötü Irıp-Düzenbaz İbi-Hindi Kırtıl-Mısır Ekmeği Kodak-Sıpa Lalet-Pis Mal-İnek Mıh-Çivi Muzur-Yaramaz Pırtı-Giysi Sade-Bir Tek Sayı-Doğru Sepken-Dolu Sıçan-Fare Sıkı-Çok Sosı-Saf Teze-Yeni Torlak-Acemi Tufa-Çene Urba-Kıyafet Yanuç-Yengeç Yarışmak-Koşmak Abıla-Abla Alma-Elma Asku-Askı Bahca-Bahçe Batlucan-Patlıcan Bek-Pek Bekmez-Pekmez Etecek-Etek Torba-Çanta Basak-Merdiven Döşek-Yatak Kol-Tuvalet Bıldır Sene-Gecen Sene Lanet-Kötü/Pis Bizeğem-Biraz Aydaş-Zayıf/Çelimsiz Buba-Baba Pakla-Fasülye Gocamış-Yaşlanmış Bidon-Şişe Takke-Şapka Azık-Yanına Alma Pindik-Kümes