The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by bersankelici, 2022-02-04 11:58:34

vesait dergi son4

vesait dergi son4

[vesait] >mevsimlik
Yolculuklar güzeldir, vasıtanız edebiyat ise. kültür, sanat ve edebiyat dergisi

dördüncü kış

İrem Hira Yuca * Ozan Saraçlar * Beria Rana Aktaş * Ümit Yılmaz * Elif Sude Atmaca
Yunus Emre Hasbek * Aleyna Altunsu * Şevvalnur Dildar * Fırat Abdullah * Dilara Tutku Kadem
Neslihan Demirci * Ceren Öztürk * Ezgi Damar * Zeynep Demir * Devrim Ali Demir * Fergan Fergana
Ezgi Yılmazbaş * Hatice Nazlıcan Özarslan * Çağla İrem Taşkın * Caner Kesim * Onur Güner
Esmer Aliyeva * Emin Furkan Er * Mete Savur * Murat Kağan * Ayşe Yapışık * Şamil Kaan İmirgi

Oysa özgürlük, belirsizlik demektir. Özgür yaşamak,
bilinmeyene yolculuk yapmak demektir. Bu anlamda
özgürlük, bir doğrulama niteliği de taşır. Bireyin,
sonsuz sorgulama potansiyelini, sonsuz bir arayış
içinde olmasını, sonsuz sayıda düşünceyi ve deneyimi,
sonsuz farklılıktaki bileşimler içinde bir araya
getirme/dışlama potansiyelinin doğrulanmasıdır.
Özgürlük, özgürlüğün doğrulanmasıdır.

YAZI İŞLERİ EKİBİ
Fırat Abdullah

Yunus Emre Hasbek
Beria Rana Aktaş
Emir Görpüz
Emre Koç
Gülse Akbulut
Dila Berfin Özpolat
Sevgi Aksoy
Tansu Türker
Esmer Aliyeva
Neslihan Demirci
Mecit Ceylan
Çiğdem Pehlivan

“Belki de edebiyatçılık, anlatmaktan çok, bir anlama uğraşına dayanıyordu...”

-Z. Livaneli

Mart 2020; içimizdeki kimlik arayışının, dönüşümlerin, değişimlerin ve
bağımsızlık savaşlarının başlangıç noktası oldu her birimiz için. Attığımız
adımlarda nereye, kim olarak gittiğimizi bilmek istedik. Oysa her yolun bir sonu,
her sonun bir aydınlığı yoktu lügatlerde geçen. Belirsiz geldik, belirsiz de
gidiyorduk önümüze çıkan sokaklarda.

Sekizinci sayımız olan dördüncü kış, hem yazar olan bizleri hem de okurları
çıkardığı yolculukta bir sona erdirmeyi amaçlamıyor. Sonlar hep başkadır
bakışlara göre, buradan bakınca kesin bir son olamayacağını gördük.

Sonsuz olan edebiyat yolculuğunda “belirsizlik” temasını ele alarak
kördüğümlerin temeline indik, o temellerde daha da kaybolduk. Çünkü anlatmayı
umduk, anlaşılmayı göz ardı ederek. Oysa Livaneli’nin dediği gibi edebiyatçılık
anlama uğraşıydı. Bu nedenle bu sayıda okurlarımıza çok görev yükledik. Baş
koyduğumuz yollarda belirsizliklerimizin anlaşıldıkça sakinleyeceği, her birimizi
daha kolay çözümlere ulaştıracağı bir okuma süreci diliyoruz. Yolculuğumuz
daim olsun, iyi okumalar!

VESAİT DERGİSİ YAZI İŞLERİ EKİBİ

İç Dizgi, Mizanpaj ve İllüstrasyon: Cansu Meşe
Kapak Tasarımı: Cansu Meşe
Teşekkürler: Dr. Kenan Sayacı, Tuğba Kıral Özkan, Kazım Balsarı, Yücel Çınar,
Ece Günbay ve Bahçeşehir Üniversitesi Edebiyat Kulübü Üyeleri

Benden sonrası tufan! Bu tren Şimdi el sallıyorum camlardan
nereye varıyor bilmiyorum. sarkarak. Potansiyel halkım
İçinde bulunduğum eziyet duyar beni, geçtiğim
vagonu, çocukluktan beri istasyonlarda görmeyi bekler.
taşıdığım acıların lokomotifine Artık kompartıman görevlisi de
bağlı yalnızca. Diziliyor, uyarmıyor farkındayım, ilk
diziliyor, diziliyoruz; varmak vatandaşım olma şerefine
için de binmemiştik işin doğrusu. eriştiğinden onu da
Geçerken bir uçurumdan kutlamalıyım. Gözyaşlarından
yuvarlanacaktık işte. Hepsi bu. alaşım ile ona bir plaket

Polonya’dan çıkmıştım yola, bak oluşturmalıyım, trenin
gazinosunda bir tören de
bunu hatırlıyorum hâlâ, insan düzenlerim, konuşmalar
unutmaya sondan başlıyor,
ondan hikâyelerin artık sadece yaparım: “Benden sonrası
tufan!” derim, biliyorsunuz
girişten ibaret oluşu. Bir tünel bunu. Bu trenin parça parça yok
vardı, karanlıkta soluğumu tutma
oyununu uydurduğumu olacağını da.
Yine de âşık olun mesela
söylediler. Farkında değilim, kendinize.
büyüdüm geçerken, “öldüm” de
Aynada rastladığınız surete,

denebilir esasen nefessizlikten. kim olduğunu asla
Bir trenden dökülen bavulları ne öğrenemeyecekseniz dahi...
yapsın geride kalanlar? Bu tüneller çoğalır biterler,
Başkalarının anılarından vagonlar devrilirler, kişiler de
gülümsediği fotoğraflarından göçüp giderler.
kime ne? Bir gün dağılırsın Yani benden sonra...
buğulu sisler ardından, şarkını Siz de kalmazsınız burada.
artık duyamazlar. Benim gözümden bakınca.

Kısa kibrit çöplerine benziyor
raylar: Yandıkça yenisine
atlamaya hak kazanıyorsun
alevden. Küçükken niye dinledik
o sokakta donarak ölen
kızcağızın masalını?

Her kâbusun bir uyanma anı var
derlerdi, yolculukların da başı ve
sonu olurdu tabii, oysa beni
bağlayan hiçbir zincir yok
demirlere kayarak, kayarak,
kayarak gidiyoruz. Travmalarımı
yolluk yaparak.
Çizgilerim acıya çentikti, her
kavşağa bir işaret bırakmalı geri
dönmek istersem bulmak için,
çıkardığım yılan derisini.



















‘’Önümüzde bir yere gitmeyen yollar,
Sabaha kadar sustuk’’

İkindinin en çok bu vakitlerinde ona Dört yüzüncü yıl, bayrağı beş yüzüncü
gelirdi uyku hâli. İşlerin bir hayli yıla doğru bırakırken artık dükkânın
gözünde büyümesi de müthiş bir arkasına da bir kapı yaptırmıştı. Gün
tutarlılıkla bu anlarda olurdu. Ciltlenmek boyunca bir iki kitap ciltliyor ya da
üzere bekleyen eski veya diğerlerine göre ciltlemiyor, kitaplarını almak üzere
yeni kitaplar, soğuk bir hükümet binası gelenleri bahanelerle yolluyordu. Bu
gibi gözükürdü gözüne. Toz sesini yollamanın içinde kızgınlık da yok
duyduğu anda ise kalkardı yerinden en değildi, çünkü toz sesinden onları
hızlı şekilde, toz sesi de ne ola ki diye beklediği kitap sanıyordu, çıkmayınca da
bazen kendi kendisine bile sorardı. bir parça daha inanıyordu geleceğine
Dükkânın olduğu yere yalnızca yaya ya kitapların. Dükkânın içinde koşturma
da bisikletle gelinebiliyordu. Tozların hâlindeydi, iki kapı arasında sürekli gidip
bile duyamadığı sesi bu şekil duyar, o geliyor, ön kapıda toz sesi ona
beklediği yedi yüz yıllık kitabın bu sefer yardımcıyken, arka taraf için bir erkete
geldiğine inanırdı. Toz sesini daha iyi memuru yoktu. Arka tarafın girişine de
duyabilmek için zaten dört yüz yıldır bir ses buldu, bu ses de taş sesinden
kapının eşiğinde çalışırdı. Kapıda başka bir şey değildi. Kitapların olduğu
bekleyince gelecek olana da gelmeyecek rafın destekçisi taşlardan bazılarını almış,
olana da daha hızlı kavuşulacağı kırdırmış oraya koymuştu. Artık ayakları
düşüncesi, onu ziyadesiyle ikna etmiş; bu koşturmaktan uyuşunca biraz kitap
düşüncenin en iyi uygulayıcısı hâline ciltlemeye oturmuştu, tam o esnada toz
getirmişti. Toz sesini ezberlemen sesini de duydu, taş sesini de. Taş
boşadır, şu kapıya zil koyman boşadır, sesinden tarafa bakınca, elinde kitaplarla
diyenlere karşı sessiz kalırdı. İnatla da birini gördü, iyi de bu o değildi, şimdi
sessiz olabiliyordu çünkü. odağı toz sesine çevirmeliydi, çevirdi.
Eyvah! Uyku falan kalmamıştı artık, İşte beş yüz yıldır beklediği ve artık sekiz
destancı genç yine bağırıyordu yüz yıllık olan kitapların getiricisiydi
sokaklarda, destandan on dize okumadan karşısındaki, fakat elleri cepsiz bir
susmaz şimdi. ‘’Onun guzelligi ugruna kumaşın kıyısındaydı, ortalıkta torba da
ne gelecekse gelsin basıma / goze aldım. yoktu, meğer ona getirilmeyeceğinin
Tanrı nasip etsin bana/onu yanım işaret fişeğiymiş bu ziyaret. Kapının
sıra/Ren boyuna getirmeyi.” Bu sefer eşiğinden zor doğrulup düzeldi.
merhamet lütfedip sonuna kadar Düzeldikten sonra, kitaplığındaki
okumamıştı, ilk dizeler yeterli olmuştu eksikliği fark etti, en az yarısından fazla
ahaliyi etkileyip etrafına toplamaya sonra olmalıydı bu kitaplar, uçmadı ya bir anda
da yazılı destanı satın almaya. diye düşündü. “Taaaaaak!” diye bir ses
Yine böyle kapıda beklediği duyuldu eş zamanlı, kitapların olduğu raf
zamanlardan bir zaman kendisini yedi yüz üstü çakıldı yere, birçoğu ezilmişti,
yüz yıllık kitabın yerine koydu, sonra o toparlamaya çalışırken bir elinden dört
kitabı getirdiği zaman ne bedeni kapı yüz yıl tuttu bir elinden sekiz yüz yıl, kar
eşiğinde ne kulağı zilde geçecek anda yağmaya başlamıştı, kar tuttu, ne toz sesi
düşündü kendisini. Önce gelen oldu, vardı etrafta kalan kitapları kurtarırken,
sonra getiren oldu, sonra bütün getirenler ne de taş sesi.
ve bütün gelmişler oldu. Kendisini
ötekilerden daha az dinleyen, yüzünü
ayna sayesinde görebilen, sesini bir
başkasıyla duyan varlık için bir
başkasının yerine geçip acısını
deneyimlemek ne kadar zor olabilirdi?
Her inanış Tanrı’yı sevenlerin gönlünde
görüyordu ne de olsa.





















‘Bir hiçmişçesine yaşıyorsun.’ denemiştim. Belki de kaçamıyor

demişti, hakkında hatırladığım tek insan hayatından, döngüdür bu.

şeyin kambur olduğu olan birisi. Körlerin bile duyabileceği alkış

‘Sanki yaşanmamış gibi.’ Oysa dev seslerinin yükseldiği sahnede en

umutlarla koyulmamış mıydım o derin sessizliğin ve uzun süreçli

yola? Sonsuz uzunluktaki boy bekleyişin gerçekleşeceğini

aynamın her metre karesini renkli unutmamam gerek. Neyi

sözlerle süsleyen ben değil miydim yapmayacağımı söylediysem onu

yoksa? Evvel zaman önce, yani ilmek ilmek işlerken

yalnız ve eğilmişken boynum, beni inançsızlığımın üstünü başka bir

bünyesinden atmaya kararlı bu insana duyabileceğim güvenin

şehre her yaklaştığımda yüreğimin ölçüsüyle hızlı hızlı karaladım, yok

kuytu köşelerinin yeşeriverişini ettim. Şimdi bir oda, iki kırık cam

hatırlıyorum ansızın. Yeniden ve tramvay seslerim var.

yaşamanın mümkün olabileceğine Bir de hiç kararım,

inanabilecek kadar genç, hayatımı

güvensizlik üzerine inşa etmeyi akıl Sanırım başladığım yerdeyim.

edebilecek kadar yaşlıydım. Zaman Kuzeyim ve güneyimin
cevapsızlığında adımlarımı nasıl
geçti, soluklar değişti, tenim sağlam atabilirim? Varlık da
yokluk da beni aynı süratte
karardı, ardından beyazladı, kendilerine çekerlerken ben, nasıl
olur da tek parça kalabilirim? Bir
saçlarım boyandı, sözler verildi, ürpertidir gitmiyor içimden. Sis
usulca yaklaşırken yalnızlığıma,
ona doğruldum, kendimi buldum, kayboluyor sözcüklerim. Gözümü
karartan aydınlık, belirsizliğimin
onu kaybettim. Şimdilerdeyse şifası olmak yerine onu sıfır
noktasına daha da yaklaştırıyor.
kalabalık bir metro kadar yalnızım. Öylece duruyorum, bir şeyler
olmasını bekliyorum; sisle
Ayaklanan kalp atışlarımın üstüne bütünleşiyorum, ben sis oluyorum.

mat süngerler çekerken,

beklentilerimin bildirimlerini

sessize aldım. Ne kadar

duymamaya inat etmiş olsam da

insanların suallerini

okuyabiliyorum gözlerinden. ‘Ne

oldu kırmızı? Son gülüşünü hangi

otobanda unuttun? Güvendiğin

kimsesizlerden yolun kaçıncı

yarısında ayrı düştün?’ İnan

bilmiyorum, konuşmak da

istemiyorum. Çünkü kendime artık

hüzünle yıkanmayacağımı her

hatırlatışımda, o keyifli yolların

sonunda, belirsizlik surlarının

kendinden emin duruşuyla beni

selamlamak için beklediğini

biliyorum. Yine de unutmayı

Yırtık sayfaların ardında adım adım “Çarpışma Tutkusu” adlı kitaptan bir parça.
Rüzgârın uğultusuyla yardım çığlıklarım Bütün bu kalabalık nedir, bilmiyorum.
Kapalıyım, hiçbir zaman tam açılmadım Utku’nun aklında yeni fikirler var ve bu iş her
Kapıldım, alabora olmayı özlemişim yere dağılmış durumda. Garaj organik bir
Yosunlar da özlemiş olmalı sarıp sarmalıyor fabrikaya dönüşmüş durumda. Burayı Utku ile
Kaybolmuş balıklar nağmelerimde toplanıyor geliştirdik ve son hâli artık beni hayrete
düşürmekte.
Silik fısıltılar zihnimde koşturuyor Utku bana, “Garaj dışında bir yere pek gitme.”
Kulaklarım duymak diyor. “Gideceksen aynı gün içinde gel, yoksa
Ellerim yazmak isterken yollarımız ayrılmak durumunda kalır. Şahsi bir
Suskunlukta boğulmak korkakların işidir şey değil, şirketimizin politikası böyle. Kusura
Korkuyorum bakma.”
Kendime verilmiş sözlerim Çarpışma testlerini bir kenara yaz. Verileri
Defterler dolusu yeminlerim var benim şirketlere sat ve bunu tekrar et her gün. Sonunda
Sözün bittiği bahçelerim insanlar bilgisayarlara değil kendilerine
Umut kokan rengârenk çiçeklerim güvenecekler. Telefonun ön kamerası yerine
basit bir aynada kendilerine bakmayı tercih
Ne olurdu koşup bir yerlere varabilsem edecekler.
Yoruldum, kafamı koyabilsem Satıcıya güven.
Gülümsemekten boğulabilsem mesela Ama Utku hayatımıza bir sürü basitlik
Bilsem hiç bilemediğim nefesimi sunduğunu iddia eden ürünlerin bizi
Gidiyorsun bak içinde ne sen ne ben değiştirdiğini söyler. İnsanlar böyle doğmamıştır.
Ardında hayaller karalama bir kâğıt, Utku’ya güveniriz.
Tükenmiş bir kalem Utku hurdaya çıkmış otomobilleri alır ve
onları bir sürü teste sokar. Otomobiller
parçalarına ayrılana dek buna devam eder ve işi
bitince otomotiv şirketlerine gidip o arabayı
üretenlere bu verileri satar.
Lütfen trafikte lüks arabalara öncelik veriniz.
Utku’ya güveniriz.
Saat böyle işler. Utku parasını alır ve buraya
dönüp o firmaların yeni üretecekleri arabayı
kendi isteklerine göre değiştirmek için elinden
geleni yapar.
Utku gerçekte kim için çalışıyor kimse bilmez.
Ama bu dünyada değişimi reddedenler var. İyi ya
da kötü... Siz karar verin.
Ertesi gün Özlem’i garajın kapısında
görüyorum. O esnada yabani otlarla dolu bahçede
yürüyorum ve Özlem’i görünce duruyorum. Saç
boyası yavaştan akmaya başladığından, bir
zamanlar kiraz ağacını andıran pembelikler, güz
gelmiş gibi yerini sarıya bırakmış. Kapının
önünde sigara içiyor ve muhtemelen aklından ya
beni öldürmek ya da garajı ateşe vermek geçiyor.
Sigarasını tuttuğu eli havada, öteki kolunu ise
karnının üstüne koymuş dikiliyor. Düşüncelere
öyle bir dalmış ki bir süre sonra sigara
parmaklarını yakmaya başlıyor ve Özlem ana
















Click to View FlipBook Version