www.eeo.org.tr
ISGENCIYARI
ARALIK 2016 YIL:3 SAYI:6
ŞİZOFRENİ
TEDAVİSİNDE
DEV ADIM
Biyografi:
MARIE CURIE
DÜNYA’YA EN ÇOK
ZARAR VEREN ADAM:
THOMAS MIDGLEY
SOĞUK KIŞ GÜNLERİNİN
DOĞAL SAVAŞÇILARI:
BİTKİSEL TIBBİ ÇAYLAR
TEDAVİSİ OLMAYAN
HASTALIKLAR
ESKON2016-9.BÖLGE ESKİŞEHİR ECZACI ODASI
ULUSAL ÖĞRENCİ KONGRESİ ÖZEL SAYISI
İMTİYAZ SAHİBİ
9.BÖLGE ESKİŞEHİR ECZACI ODASI
YÖNETİM KURULU ADINA
Ecz. Yücel YENİLMEZ
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Ecz. Ayça DEMİRYÜREK
EDİTÖR
Ece KÜÇÜKERDEN
YAYIN KURULU
Ece KÜÇÜKERDEN
Melda HANGİŞİ
Aylin ÖZEL
Aibak NEWZAD
Elif ŞENDUR
Naciye ALTINBAŞ
Mirsad İBRAİMİ
Duygu ÇAVUŞ
İzgi BAYRAKTAR
İrem ARAL
Ozan DEMİRKILIÇ
Deniz KOCA
Tuğba YALVAÇ
İÇİNDEKİLER
3 Önsöz Değerli okurlar,
4 ESKON Yazı
5 Yeni Başlayanlar İçin Eczacılık 9. Bölge Eskişehir Eczacı Odası Öğrenci Komisyonu olarak
7 Aylin’in Güncel Haber Köşesi eczacılığın farklı alanlarını, ilginç yanlarını,
10 Saç Dökülmesi Hakkında gündemini size yansıtmak için her dönem çıkardığımız
dergimizin 6. sayısını sizlerle büyük bir mutluluk ve gururla
Bilinmeyenler paylaşıyoruz.
12 İzmir Biyotip Genom ESKON 2016 Ulusal Öğrenci Kongresi Özel Sayısı olma
özelliğini taşıyan bu sayıda, alışılmış konulardan başka,
Uygulama ve Arastırma Merkezi sektörde yeni, farklı konuları ele aldık. Mesleğin bilimsel
Hakkında söyleşi yönlerine olduğu kadar tarihine, sanatsal yönlerine de
eğildik. Keyif alacağınızı umuyoruz. Dergimizi sizlerle
14 Dünyanın En Sağlıklı 5 ili buluştururken yardımlarını bir an olsun eksik etmeyen 9.
15 Biyografi: Marie Curie Bölge Eskişehir Eczacı Odası Başkanı Sn. Ecz. Yücel Yenilmez
17 Soğuk Kış Günlerinin Doğal ve saygıdeğer yönetim kurulu üyelerine ayrıca teşekkür
ediyoruz. Dergimizin sizlere yararlı olmasını umuyor, keyifli
Savaşçıları: Bitkisel Tıbbi Çaylar okumalar diliyoruz.
18 Şizofreni Üzerine: Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle!
Tayfun Uzbay Röportaj İsgençiyari
Dergisi Yayın Kurulu
22 Dünyaya En Çok Zarar Veren İnsan:
Thomas Midgley
24 Medicine at Methaphor
26 Placebo Etkisi
27 Küba’da Eczacılık
29 Modern Araştırmaların Eski Bulgusu:
Oil Pulling
30 IPSF Öğrenci Değişim Programı
Üzerine Roportaj
33 Hastane Eczacılığı Hakkında
Bilmedikleriniz
35 Tedavisi Olmayan Hastalıklar
37 Tedaviye Çin Tıbbı Penceresinden
Genel Bir Bakış
40 LSD’nin Kısa Tarihi
42 WTF Notlar
44 Zaman Yönetimi Nedir?
46 Burcunuz Sağlığınız Hakkında
Neler Diyor?
48 Bulmaca
2016.İSGENÇİYARİ 3
“Dare to be different today,
allow you to become extraordinary tomorrow.”
Okuyacak ihtiyaç duyacağınız kilit noktalara da değinmek
olduğunuz dergiyi, için çabaladık. Katılacağınız tüm etkinlikler
bu derginin eminim ki size bir şeyler katacak ve sizi
ithaf edildiği besleyecektir. Ancak, biz bu programda başarılı,
ESKON 2016 özgün ve farklı olmanın ipuçlarını vermeyi
Ulusal Öğrenci hedefliyoruz.
Kongresi’ni
hazırlarken bizim Bütün bunları mümkün kılan, başta 9.
aklımızdaki temel Bölge Eskişehir Eczacı Odası Başkanı Sn.
düşünce buydu. Yücel YENİLMEZ’e, oda yönetim kuruluna ve
Çağımızda her şey personeline, Anadolu Üniversitesi Eczacılık
büyük bir hızla Fakültesi Dekanlığı’na, her zaman yanımızda
tükenir, değişir hissettiğimiz ve bize güven veren destekleriyle
ve gelişirken biz yerimizde sayamayız ve Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
kendimizi tekrarlayamayız, yaptıklarımız da Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.
öyle. Dr. Yasemin YAZAN’a, tecrübe ve mantığıyla
bize her daim yol gösteren Ecz. Kemal Can
Kongremizin ilkini Aralık 2014’te o Demirkılınç’a, maddi/manevi varlıklarıyla
dönemki başkanımız, komisyonumuzun bizi güçlü kılan tüm sponsor kuruluşlarımıza,
kurucusu Ecz. Ufuk KIR ile beraber
düzenledik. Farklıydı, fark edildi, ve herhangi bir kurum çatısı altında
çünkü ortada her etkinlikte belirtemediğim Türkiye’nin her
gösterilen büyük emekten yerinde bizler için emek vermiş
başka, bir de muhteşem tüm arkadaşlarımıza gönülden
bir enerji ve sinerji vardı. teşekkürlerimizi sunarız.
Eczacılık fakülteleri bu
denli yoğun bir eğitime Bizler daha işin çok
tabii tutulurken, başında, merdivenin henüz
meslek üyelerinin bazı ilk basamaklarındayız.
noktalarda istediği Ama öğrenciye bu kadar
yerde olmamasının kıymet verilen, öğrencinin
temel sebebi bu denli desteklendiği
belki dedijitalleşen, bir atmosferde bizler,
kurumsallaşan iş hayatına arkamızda hissettiğimiz
hak ettiği hızda eşlik güveni boşa çıkarmamak için
edemiyor oluşu. Biz bu noktada var gücümüzle çalışmaya devam
bilinçlenmeye neden kendimizden, edeceğiz. Kongreden ayrılırken
neden öğrenciyken başlamadığımızı yanınıza, kulağınızın arkasına aldığınız
sorguladık ve harekete geçtik. 3 gün her bilgi ve düşünce bizler için en büyük ödül,
süresince katılacağınız etkinlik için bizler, umuyoruz ki keyif alırsınız.
iş hayatının en iyilerine, iş hayatının en iyi
“eşlik edenlerine” ulaştık. Bizleri kırmayan Saygıyla,
ve tecrübelerini bizlerle paylaşacak olan
tüm konuklarımıza şimdiden teşekkürler. Ece KÜÇÜKERDEN
Konuşmacılarımız çok farklı alanlardan, çok
farklı değerler. Bazısından liderliğin tanımını ESKON 2016 ULUSAL ÖĞRENCİ KONGRESİ
yeniden öğreneceğiz, bazısında bizde üzeri DÜZENLEME KURULU BAŞKANI
örtülü olan girişimci ruhu hissedeceğiz.
Program boyunca başarılı bir kariyer için
4 İSGENÇİYARİ . 2016
YENİ BAŞLAYANLAR
İÇİN ECZACILIK
S on yıllarda üniversite tercih döneminde üzerinde en çok tartışılan bölümlerin başında “Eczacılık” geliyor. Ne
yazık ki öğrenciler tercih yaparken ilgi alanlarından ve yeteneklerinden çok bölümün geleceğiyle ve iş garantisi
olup olmadığıyla ilgileniyor. Pek tabii, bu da gözardı edilemeyecek kadar ciddi ve üzerinde durulması gereken
bir nokta; ancak tercih döneminde ele alınması gereken birçok konudan yalnızca biri. Bizler de bu yazımızda
“Eczacılık nedir, eczacılık fakültesi öğrencisinin ders programında hangi dersler vardır ve bu genç eczacılar hangi alanda
mesleklerini icra edebilirler?’ sorularının cevaplarını bir de biz eczacılık öğrencilerinden okuyun istedik!
Eczacılık; beş yıllık bir lisans Eczacılıkta dersler yarıyıl Bu derslerin içeriklerinden çok
eğitimidir ve öğrenciyi ilaç bilimi sistemiyle işlenir ve toplamda kısa bahsetmek gerekirse;
üzerine donanımlı bir şekilde on yarıyıldır. İlk yarıyıl: Fizik, bileşiklerin tasarımı,
yetiştirmeyi amaçlar. Özveri ve Genel Kimya, Matematik, Tıbbi sentezlenmesi ve analizleri
disiplinli çalışmayı gerektirir. Biyoloji, Eczacılık Terminolojisi ve farmasötik kimyayı kapsar.
Seçmeli ve mesleki seçmeli Eczacılığa Yönlendirme, Eczacılık İlaçların kimyasal yapıları ile
dersler ile ilgi alanlarınıza Tarihi gibi tüm eczacıların bilgi aktivitesi arasında nicel ve
yönelmek için size fırsatlar sunar. sahibi olması gereken temel nitel ilişkiler kurulması ve
Yeniliklere haliyle de araştırmaya dersler öğrenciye kazandırılır. ilacın vücuda alınmasından
son derece açık bir bölümdür. İlerleyen yarıyıllarda mesleki atılmasına kadar geçen
Her yıl alanında uzman kişiler derslerin ve laboratuvar süreçteki davranışlarının
tarafından düzenlenen kongreler, derslerinin yoğunluğu ilk kimyasal yönü hakkında
sempozyumlar, mesleki gelişim yarıyıllara oranla artar. Zorunlu bilgiler sunar. Farmasötik
kariyer günleri gibi etkinliklerle olan ve eczacılık fakültesinin teknoloji ise; ilaç şekli, üretimi,
öğrencilere mesleklerini ve temel taşlarını oluşturan bu üretimde kalite güvencesini
çalışma alanlarını daha yakından dersleri şu şekilde sıralayabiliriz: temin eden her türlü aşama
tanıma imkanı sağlar. Farmasötik Kimya, Farmasötik ve girdinin denetlenmesi
Teknoloji, Farmakognozi ve ve sorunların giderilmesi,
Farmakoloji. üretilmiş olan ilaç şekillerinin
2016.İSGENÇİYARİ 5
biyoyararlılığı ve stabilitesi ile Bu dersler belli yarıyıllarda teorik
ilgilenir. Farmakognozi, doğal
kaynaklı etken maddeleri ve uygulamalı olarak verilir.
inceleyen ve araştıran bilim
dalıdır. Bitki kimyası araştırma ve Özellikle uygulamalı derslerde
analiz teknikleri, tıbbi bitkilerin
folklorik kullanımı, fitoterapi ve kendimizi geleceğin eczacısı olarak
diğer tamamlayıcı tedavilerde
kullanılan bitkisel kaynaklar gibi hissetmenin verdiği keyif bir
konularda bilgi sağlar.
Alanımızın vazgeçilmezi başkadır!
farmakoloji ise, organizmadaki
ilaç etkilerini ve canlı organizmaya Peki eczacı ne yapar? Eczacı
alınan ilaçların yapısını inceleyen
bir bilim dalıdır. İlaçların biyolojik denilince akla gelen ilk ve belki de
sistemlerle etkileşimini inceler.
Böylece hastalıkların teşhisi, tek şey eczanelerdir. Çoğu insan
tedavisi ve önlenmesi için
gereken en uygun ilacı saptar. eczacılığın aslında ne kadar geniş
İlaçların kökenleri, elde edilişleri,
vücutta yaptıkları etkiler, yan bir sahaya sahip olduğunu bilmez;
etkileri, zehirlenme durumları ve
bunların tedavileri ile ilgilenir. ama biz, geleceğin eczacıları, bilmek
ve hatta göstermek zorundayız. Haydi biraz hangi sektörlerde yer
aldığımıza göz atalım.
Dünyada yapılan toplam AR-GE harcamalarının sektörel
dağılımında zirveyi ilaç ve biyomedikal sektörü alıyor. Aynı
zamanda ilaç sektörü gözardı edilemeyecek kadar ciddi bir
pazar büyüklüğüne sahip. Hal böyle olunca, eczacının ilaç ve
biyomedikal firmalarının çeşitli departmanlarında söz sahibi
olması fırsatı kaçınılmaz. Fırsatlar seni beklemiyor aslında, sen
onları kovalıyorsun. Ama çok şanslıyız, çünkü fırsatları çok geniş
bir alanda konuşlanmış
durumda. Herkesin
bildiği gibi eczane
eczacısı olabiliriz. Yeni
yasaya tabii olacağımızdan
3500 kişiye 1 eczane
sınırlaması sebebiyle kendi
eczanemizi açmamız epey zaman alabilir, ama imkansız da değil.
Cirosu müsaade eden eczanelerde ikinci eczacı olarak çalışabiliriz,
kendi işletmemizi yönetmeye başlamadan önce böyle bir deneyim
kazanmaktan daha önemli ne olabilir? Hastane eczacısı olabiliriz,
ama bunu klinik eczacılıkla karıştırmayalım çünkü pek
yakında onu da duymaya başlayacağız. Kariyerine
akademiyle devam etmek isteyenler, çalışmalarına
ve araştırmalarına devam ederken bu yolla mesleğini
yeni nesillere öğretmenin tadını alabilir. Üstelik bir
eczacılık fakültesinde akademisyen olarak kalmak
da şart değil, ilgili başka fakültelerde de akademik
yaşantıya devam edilebilir. Sonra, pastasından
aldığımız payı gitgide büyüteceğimiz ilaç endüstrisi
var. Çok sayıda departmanda, ilacın üretiminden
pazarlamasına Her ne olursa olsun mesleğinizi
her aşamasında seviyorsanız ve ilgi alanınızı keş-
görev alabiliriz. fetmiş, bu keşfinize göre haya-
Üniversite hayatı boyunca kendimize kattıklarımızla ve elbette tınızı idame ettirmişseniz sizden
istekliliğimizle, aldığımız kalifiye eğitim bize endüstrinin kapılarını
aralayacak. Ecza depolarında, ecza odalarında, SGK’da, Türkiye İlaç daha mutlusu olmayacaktır.
ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nda çalışabiliriz. Kozmetik üretim yapan Hayat yolunuzda başarılar!
ve radyofarmasötiklerin üretiminden sorumlu tesislerde sorumlu
personel olarak görev alabiliriz. Bütün bunlar ve daha fazlası mezuniyet
sonrası bizi bekliyor olacak. İşini aşkla yapan için imkanlar, seçenekler Melda HANGİŞİ
6hİiSç GbEitNmÇiyİYoAr,Rbİit.m2e0y1e6cek.
DIŞLERIMIZ ARTIK
ÇÜRÜMEYECEK!
Ağzımızda binlerce bakteri aynı anda yaşamını sürdürmektedir.
Dişlerimizi düzenli olarak
fırçalamadığımızda bu bakteriler
diş aralarında kalan yemek
artıklarını parçalayarak laktik
asit oluşumuna sebep olur.
Oluşan laktik asit de diş minesini
ve kemiğini oyar. Oyukların
zamanla diş özüne ulaşması
ve iltihaplanması ise; artık
dişlerimizin çürüdüğü anlamına
gelir.
Florida Üniversitesi’nde yapılan
çalışmalara göre Streptococcus
mutans adlı bakterinin A12 adında başka bir türü keşfedilmiş. “Applied and Environmental Microbiology”
dergisinde yayınlanan makaleye göre bu bakteri, diş çürümesine neden olan laktik asit miktarını
düşürüyor. Araştırma ekibinde bulunan Robert Burne bu bakterinin laktik asit düşürümünü, aminoasit
arjinini parçalayarak yaptığını ve ayrıca solüsyon veya ağız spreyi haline getirilebilir olduğunu söylüyor.
Hayvanlar üzerinde denenen bu uygulamanın şimdi insanlar üzerinde test edilmesi bekleniyor.
FARKLI IRKLARDA
GÖRÜLEN HASTALIKLAR
Genetik açıdan bakıldığında, ırk kavramını farklı DNA dizilimleri
olarak tanımlayabiliriz. Üzerine katliamların, savaşların
yaşandığı ırk kavramı, aslında sadece DNA dizilimlerinin
kombinasyonları sonucu oluşmuştur. Saf ırk yoktur. Fakat her
kombinasyonun kendine has avantajları ve dezavantajları bulunur.
Beyaz ırk denilen DNA kombinasyonunda kistik fibrozis adlı
genetik hastalık en sık görülen hastalık iken, Afrika’da bulunan
siyah ırkta orak hücreli anemi görülür. Bu hastaların alyuvarlarında
Hemoglobin-S denilen bir madde bulunur, ki bu madde siyah ırkı
sıtmaya dirençli hale getirir.
1881 yılında ilk kez ismi konulan Tay-Sachs hastalığı ise kistik fibrozis ve orak hücreli anemiye göre daha az
yaygın olsa da Doğu Avrupa’da görülen ve zeka geriliği yapan genetik bir hastalıktır. Kemik büyümesinin
hızlandığı, kemik bütünlüğünde bozulma yaratan Paget Hastalığı ise İngilizler’de sıklıkla görülen ve net bir
tedavisi olmayan bir hastalıktır. Küçük çocuklarda iyi bir şekilde sindirilen süt, bazı ırklarda yaş ilerledikçe
sindirimi zor bir besin haline gelir. Mongol ve siyah ırkların %90’ı süt içince rahatsızlanırken, beyaz ırkın
%90’ı sütü rahatça sindirebilir. 20’lik diş olarak bilinen akıl dişi Asya ve Avrupalı’larda apse yaparken,
Afrikalı’larda böyle bir sorun görülmez.
2016.İSGENÇİYARİ 7
Bir tür sinir hastalığı olan MS ekvatorda hemen
hemen hiç görülmezken, kutuplara doğru gidildikçe
risk artış gösterir ve beyaz ırkın bu hastalığa daha
yatkın olduğu görülmektedir. Sarı ırk olarak anılan
Japonların çocuklarında sıklıkla görülen Kawasaki
Hastalığı ise ilk kez 1967’de “Mükokutenöz Lenf
Nodu Sendromu” olarak tanımlanmıştır. Sarı ırkta
damar ve kalp rahatsızlıkları düşükken, mide vb. organların kanserlerine sıklıkla rastlanır. Beyaz ırkın ise,
diğer ırklara göre enfeksiyonlara karşı çok daha dirençli olduğu görülmektedir.
UMUDUMUZ
DENİZ CANLILARINDA
Polip, sünger ve diğer omurgasız maddeler keşfetmekle kalmayıp
canlılar, tıpkı karada yaşayan aynı zamanda sürdürülebilir
diğer bitki ve hayvanlar gibi bir üretim yapmak da
kendini korumak için çeşitli olan bu projede, gelen ilk
zehirler üretiyor. Üretilen sonuçlara göre deniz altındaki
bu zehrin insan hayatına ve mikroorganizmalar hem
sağlığına yararlı olup olmadığını yaşlanmayı geciktiren maddeler
tespit etmek için “TASCMAR” üretiyor; hem de Alzheimer,
projesi kapsamında çalışmalar Parkinson, eklem zayıflaması
yapılıyor. Akdeniz’in 30 ve bunun gibi pek çok hastalık
metre derinliğinde yapılan için umut vaat ediyor. 2020’de
çalışmalarda numuneler sonuçlanacağı söylenen bu
toplanıp Fransa’ya gönderiliyor. proje; sonuçları heyecanla
Amacı, sadece biyoaktif beklenen projeler arasında.
8 İSGENÇİYARİ . 2016
UYKUNUN
HAYATIMIZDAKI YERI
Hayatımızın üçte birini kapsayan uyku, yemek içmek kadar gerekli Peki vücudumuzda bunlar
bir alışkanlığımız. Üstelik faydaları saymakla bitmiyor. Biz uyurken olurken beynimizde neler
devreye giren binlerce işlem, günün bütün yıpranmalarını onarırken;
salgılanmasını sabahları artıran seratonin hormonu sayesinde yeni olur?
bir güne mutlu başlıyoruz. Alınan iyi bir uyku gün içinde kişiyi daha
dinç, daha konsantre tutuyor. Odaklanmayı kolaylaştırıp yaptığımız Beynimiz uyku sırasında iki tip
işten daha çok verim almamızı sağlıyor. Uyurken hücreler ve evre geçirir. Bunlardan biri REM:
damarlar daha aktif çalışıyor, cildimiz daha gergin oluyor. Böylelikle Rapid Eye Movement. Yani
güzel bir cildin formülü de uykudan geçiyor. Bilim adamları, bir gece “Hızlı Göz Hareketleri” evresi.
uyunmaması durumunda, tıpkı fiziksel baskıya maruz kalındığında Diğeri ise Non-REM’dir. İnsanlar
yaptığı gibi, vücudun bağışıklık hücrelerini serbest bıraktığını uykuya Non-REM ile başlar ve
belirtiyor. Yani stres halinde enfeksiyonlara açık hale gelen kişi, asıl dinlenmenin gerçekleştiği
uykusuz kaldığında da aynı tehlikeyle karşı karşıya kalıyor. 2004’te evre bu evredir. İstemsiz çalışan
Kolombiya Üniversitesi Obezite Araştırma Merkezi’nde yapılan birçok organımız yavaşlar.
ve yayınlanan çalışmalara göre az uyuyan insanlarda iştah artışı Tansiyonumuz, solunum
olduğu görülüyor. Uyanıklık halinin unutmayı hızlandırdığı, uykunun hızımız ve nabzımız düşüktür.
ise unutmayı sağlayan hormonların aktivitelerini durdurarak anıları Beyin sıcaklığı da düşüktür
saklamamızı sağladığı da Ron Davis’in çalışmaları arasında. Gece ve parasempatik aktivitemiz
uyunan kaliteli uykuda tümör oluşumuna engel olan melatonin artmıştır. Yaklaşık 90 dakika
hormonu salgılanıyor. Gece çalışan insanlarda kanser riski bu sonra REM uykusu başlar. Bu
nedenle artmış oluyor. Aynı şekilde gece uyurken salgılanan bir evrede ise beyin uyanıkmış
diğer hormon da büyüme hormonu. Bebeklere söylenen “Uyusun gibi çalışır. Gözler sürekli
da büyüsün” ninnisi de buradan geldiği düşünülüyor. Brock hareket halindedir. Çünkü rüya
Üniversitesi’ne göre az uyuyan erkeklerde testesteron azalması görülmektedir. Kişi bu evrede
görülüyor. Ayrıca uyku eksikliği ağrı algısını artırıyor. Düzenli uyku iyi uyandırılırsa rüya hatırlanır. 5 ile
bir ağrı kesici görevi görüyor. 30 dakika arasında süren REM
evresinde kas tonusu azalır. Kalp
Aylin ÖZEL atışları ve solunum ise düzensiz
artış gösterir. Beyin aktivitesi de
arttığı için bu evrenin dinlendirici
olmadığı ve hafif uyku olduğu
görülmüştür. Uyku sırasında
vücut ısımız 2 derece düşüktür ve
rüya anında vücut sıvı üretimini
artırır. Sabahları saç diplerimizin
terli olma sebebi de budur.
Kortizol vb stres hormonları
uyurken azalır. Uyanmaya yakın
ise bu hormonlar pik yapar
ve kalp krizi görülebilir. Bu
sebeplerle uyku hayatımızdan
çıkarabileceğimiz lüks bir ihtiyaç
değildir. Sağlıklı ve mutlu bir
yaşam için düzenli uyumaya,
odamızın temiz ve karanlık
olmasına özen göstermeliyiz.
2016.İSGENÇİYARİ 9
Aslında birçoğumuz günlük hayatta “Saçlarım dökülüyor!” cümlesini ya duyarız ya da söyleriz.
Bize sıradan gibi gelen bu cümle, sandığımız kadar da masum olmayabilir! Bu yazımızda
mevsimsel değişikliklerin, stresin, demir eksikliğinin ve hormonal bozuklukların neden olduğu saç
dökülmelerine yer vereceğiz.
PEKI NEDIR BU
SAÇ DÖKÜLMESI?
S açlı deride ortalama 100 bin adet saç bulunmakta ve erişkinlerde yıkama ve taramaya bağlı olarak
günde ortalama 100-150 adet saç teli dökülebilmektedir. Saç dökülmesi; hormonal ve besinsel
faktörler, kimyasal maddeler, genetik yatkınlık, sistemik hastalıklar, kıl gelişimi bozuklukları, ilaçlar, psikolojik
stres ve saçlı deri hastalıklarına bağlı olarak ortaya çıkabilmektedir. Sağlıklı bir insanda saç dökülmeleri
2 aya kadar sürebilmektedir. Yılda 3 kez tekrarlanan saç dökülme süresinin 2 ayı aşması ise bazı ciddi
hastalıkların habercisi olabileceği gibi uzman yardımı alınmasını gerektirebilir. Saç dökülmesi genellikle
tetikleyici faktörden 3-4 ay sonra başlamakta ve bu faktörler tedavi edildikten 6-12 ay sonra normale
dönebilmektedir.
Saç dökülmesinin birkaç sebebi olaraksa uzun
süreli hipotiroidi, demir eksikliği, çinkü eksikliği,
B6 ve B12 vitamini eksiklikleri sayılabilir.
Saç dökülmesini kendi içinde 2
ana başlığa ayırabiliriz: yaygın
görülen saç dökülmesi (Effluvium)
ve bölgesel saç dökülmesi (Alope-
si Areata)
YAYGIN
SAÇ DÖKÜLMESI
(Effluvium)
Bazen aşırı fiziksel ya da psikolojik
strese bağlı olarak ani ve yaygın Stres sonrasında büyüme evresindeki saçların çoğu aniden dinlenme
saç dökülmesi görülebilir. Bu evresine geçer. Dinlenme evresindeki saçların artışı ve dökülmesiyle
tür saç dökülmesi yüksek ateş, kendini gösteren bu duruma “telogeneffluvium” adı verilir. Büyüme
doğum, ciddi enfeksiyonlar, büyük evresindeki saçların ani kaybıysa “anajeneffluvium” olarak adlandırılır.
ameliyatlar, tiroid hastalıkları Bu tür dökülmelerin kadınlarda en sık sebebi demir eksikliğine bağlı
ve aşırı diyet gibi vücudu strese kansızlık (anemi) ve tiroid bezi hastalıklarıdır. Başta kanser tedavisinde
sokan durumlardan 2-3 ay sonra kullanılan kemoterapi ilaçları olmak üzere antidepresanlar, tiroid
görülebilir. ilaçları, kan sulandırıcılar, doğum kontrol hapları ve gut hastalığında
kullanılan ilaçlar da ani saç dökülmesine yol açabilir. Saçlar daha incelmelerine fırsat kalmadan çok ani
döküldüğü için yaklaşık yarısı kaybedilmeden durumun anlaşılması zor olur. Çekme testinde çok miktarda
saç teli gelir. Bu tür saç dökülmesinin, yol açan sebebin bulunup düzeltilmesi durumunda geri dönüşü vardır
ve genellikle 6 ay .iç2in0d1e6saçlar yeniden çıkmaya başlar.
10 İSGENÇİYARİ
BÖLGESEL
SAÇ DÖKÜLMESI
(Alopesi Areata)
S açlı deride yer yer dökülmeyle kendini gösteren alopesi areata, toplumun %1,7’sini etkiler. Bu tür saç
dökülmesi her yaş grubunda görülse de genellikle gençlerde olur. Günümüzde kişinin kendi immün
sistemi hücrelerinin kıl köküne saldırmasının bölgesel saç dökülmesine yol açan temel mekanizma olduğu
düşünülüyor. Hastalığın oluşumunda genetik ve çevresel unsurlar önemli rol oynar. Bölgesel saç dökülmesi
olanların yaklaşık üçte birinde ailelerinde diğer bireylerinde de aynı hastalık vardır. Hastalık hayli düzensiz
ve tahmin edilemez bir seyir izler. Dökülen saçlar genellikle tekrar çıkar. Ancak vakaların yaklaşık onda
birinde hastalık ağır seyreder ve saçlar geri gelmez. Hastalığın genç yaşta başlaması, aile öyküsü, dökülen
bölgenin geniş olması ve tırnak yapısında bozulma gibi olgular hastalığın ağır seyredeceğinin göstergeleridir.
Halk arasında saçkıran olarak bilinen “tinea kapitis” bölgesel saç dökülmesine benzer bir tabloya yol
açar. Buradaki etken bir tür mantardır. Genellikle ergenlik öncesi görülen bu hastalıkta saç kılları incelir,
kırılır, kepeklenme görülür ve bölgesel saç dökülmesi olur. Dökülen saçların potasyum hidroksit dökülüp
mikroskop altında incelenmesi sırasında mantarlar görülür ve bu şekilde kesin tanı konur. Tedavide mantara
yönelik ilaçlar kullanılır. ?
Peki saç dökülmesini
önlemek için
* Demir ve çinko eksikliği varsa ek yeterlidir. Saçları sık yıkamak, saç neler yapmalıdır?
vitaminlerle eksiklik giderilmelidir. derisinin yağ dengesini bozar ve
* Karbonhidrat ağırlıklı saçlar daha fazla yağlanır. * Saç ve saç derisine zarar veren
beslenmeden kaçınılmalıdır. * Jöle kullanılmamalıdır. Jöle ürünlerden kaçınılmalıdır.
* Stresten uzak durulmalıdır. saçın nefes almasını önler ve * Protein ağırlıklı besinlerin
* Sigara ve alkol kullanımı dolayısıyla saç kaybına neden tüketimine özen gösterilmelidir.
alışkanlık haline getirilmemelidir. olur. Jöle kullanılsa bile aynı gün * B grubu vitaminler (biotin ve
* Saçı her gün yıkamak doğru saçı yıkamak gerekir. d-pantenol) alınabilir.
değildir. 2-3 günde bir ph5.5 * Yüksek miktarda A vitamini
değerinde bir şampuanla yıkamak alınması saç dökümünü tetikler. A vitamini alımı kesilerek bu
problem çözülebilir.
* Saç derisinin kanlanmasını
sağlayan damarların akışı
yönünde saçlı deriye masaj
yapmak saç dökülmesini
önlemektedir.
Aibak NEWZAD
2016.İSGENÇİYARİ 11
Dergimizin bu sayısında Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Uluslararası Biyotıp
ve Genom Enstitüsü iBG-İzmir’e konuk olduk. Bakalım merkezde bizi neler
bekliyor?
biyotıp ve genom alanında nitelikli eğitimler verebilmek için İzmir
Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü (iBG-İzmir) kurularak
merkezin enstitüye bağlanması sağlanmış.
Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’e uzanan sürede, sağlık ve
yaşam bilimleri alanında Güney Doğu Avrupa ve MENA ülkelerini
kapsayan bölgenin en etkin araştırma enstitülerinden biri olmak
Öncelikle iBG-İzmir Merkezi’ni vizyonu ile geçen yıl 9 Eylül tarihinde İBG-izmir resmi olarak açılmış.
oluşturma fikri nasıl ortaya
çıkmış merak ediyoruz... Merkezin Türk ilaç sektörüne katkısı ne olacak?
2016 yılında dönemin Dokuz
Eylül Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Emin ALICI ile bilimsel
danışmanlığını yapan Prof.
Dr. Sıraç DİLBER’in Karolinska
Enstitüsü Klinik Araştırma
Enstitüsü’nden esinlenilerek,
DEÜ Sağlık Kampüsü içerisinde Multidisipliner bir yaklaşıma sahip olan merkez; moleküler biyoloji,
‘’Hücre ve Gen Tedavi Merkezi’’ genetik, tıp, eczacılık, biyomühendislik ve bilgisayar mühendisliği gibi
kurma fikriyle iBG-İzmir pek çok bilim alanını çatısı altında barındıran, Türkiye’nin en büyük
Merkezi’ni oluşturma fikri ortaya yaşam bilimi araştırma kompleksine sahip. Merkezde gerçekleştirilen
çıkmış. Aynı yıl temelleri atılan araştırmalar öncelikli olarak kanser ve dejeneratif hastalıklar gibi acil
merkezin inşaatı bazı finansal küresel sağlık sorunlarına bilgiye dayalı çözümler sunmaya yönelik.
nedenlerden ötürü sekteye Bu bilgiye dayalı değer üretimi süreci de dört önemli faaliyetin
uğramış. İnşaata 2009 yılında entegrasyonu ile sağlanmakta diyor bize merkezi tanıtan Sayın Dr.
Devlet Planlama Teşkilatı’nın Özlem DALAN. Ve ekliyor, ‘’Bunlar; yaratıcı araştırmalar, hedef odaklı
desteğiyle eski rektör Prof. Dr. yenilikler, beceri tabanlı merkezi hizmetler ve yetenek üreten eğitim
Mehmet FÜZÜN ve dönemin faaliyetleridir. Hedef odaklı yenilikler kapsamında ilaç sektöründe
merkez müdürü Prof. Dr. Kemal biyobenzer, biyobetter ve yeni biyoteknolojik ilaç stratejileri
BAYSAL zamanında devam bulunmaktadır.’’ Ayrıca bu kapsamda başvuru aşamasında oldukları
edilmiş. 2013 yılında Prof. Dr. Horizon 2020 projelerinden ve bu proje ile DEÜ Teknoloji Transfer
Mehmet ÖZTÜRK’ün merkez Ofisi ve Fransa’nın önde gelen iki araştırma enstitüsü ile ortaklıkları
müdürlüğüne atanmasıyla olacağından bahsediyor.
merkez misyonu yeniden Ayrıca iBG-İzmir bünyesinde Biyofarmasötik Ar-Ge birimi de kurulma
tanımlanmış. Böylece merkez aşamasındaymış. Bu alanda hedefe yönelik tedaviler kapsamında
29 Eylül 2014 tarihinde ‘’İzmir biyobenzer ilaç ve monoklonal antikor geliştirme çalışmaları ile cGMP
Biyotıp ve Genom Uygulama koşullarında pilot üretimlerin gerçekleştirilmesi de hedeflenmekte.
ve Araştırma Merkezi’’ olarak
resmen kurulmuş. 9 Mart 2015 Peki, bu çalışmalara devletin katkısı ne yönde
tarihinde ise merkezin tıbbi olmakta?
buluşlar ve Ar-Ge faaliyetleri
ile toplum sağlığına, ekonomik iBG-İzmir, T.C. Kalkınma Bakanlığı tarafından 180 milyon TL
refah ve insan faydasına hizmet tutarında fon ile desteklenmekte. Bunun yanında iBG-İzmir’de
etmek amacıyla gerçekleştirilen; kurulduğu tarihten itibaren yürütülen toplam 62 projeden 24 tanesi
bir taraftan da sağlık personeli, tamamlanmış olup, 38 proje ise halen devam etmekte. Bu projelerden
öğrenciler ve katılımcılara toplamda yaklaşık 41 milyon bütçe sağlanmış. %59’u TÜBİTAK , %32’si
İzmir Kalkınma Araştırma Ajansı , %5’i Dokuz Eylül Bilimsel Araştırma
Projeleri , %3’ü Uluslararası kaynaklar ve %1 diğer kaynaklar tarafından
sağlanan fonlardan oluşmakta.
12 İSGENÇİYARİ . 2016
Sayın DALAN eşliğinde laboratuvarları gezme şansı yakalıyoruz. iBG -İzmir’de şu anda 18 araştırma
laboratuvarı aktif olarak çalışmakta. Ve bu laboratuvarlarda çalışmalar altı ana başlık altında
yürütülmekte.
Bunlar; Ç oğunlukla araştırmaya hizmet eden akış sitometrisi ve
• Kanser, hücre ayrımlama, eş odaklı mikroskopi, taramalı elektron
• Biyomühendislik, mikroskopi, konfokal mikroskopi, floresan ve optik mikroskopi,
• Genomik ve biyoinformatik, histopatoloji ve deney hayvanları merkezi gibi hizmetler de
• İmmunoloji, yürütülen çalışmalara destek vermek ile birlikte dış kullanıcılara
• Nörolojik bilimler, da hizmet vermekteymiş. En çok ilgimizi çeken bölümlerden biri
• Kök hücre, rejenerasyon ve Deney Hayvanları Merkezi’nde yürütülen Zebra Balığı Birimi oluyor.
homeostazi. Burada zebra balığının üretilmesi, yetiştirilmesi ve kullanılması
için gerekli standart çevre koşullarının sağlanması için otomatik
filtrasyon sistemi bulunan akvaryum tankları kullanılmakta. Ayrıca
birime bağlı mikromanipülasyon
ünitesinde erişkin ve embriyolara
yüksek hassasiyette enjeksiyon
uygulamaları da yapılabilmekte.
Yüksek riskli patojenler için BSL3/
ABSL3 tesisleri ile genomik ve
biyoinformatik birimlerinin 2017
yılı içerisinde hizmete açılması
planlanmakta.
Laboratuvarları gezerken
şu anda merkezde uzman
kadrosunda çalışan tek
eczacı ile karşılaşıyoruz. Bize
çalışmalarından, daha önceki iş
deneyimlerinden ve merkezin araştırmayı seven eczacılar için yeni
bir istihdam yaratacağından bahsediyor.
Peki merkezde eczacılık fakültesi öğrencileri için staj
yapma veya lisansüstü eğitim fırsatları neler?
iBG-İzmir’de İngilizce Moleküler Biyoloji ve Genetik yüksek lisans ve doktora programları bulunmakta.
Programlar ilk defa bu yıl öğrenci almak üzere başvuruya açılmış. Dört yıllık lisans diploması veren
Fen Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi mezunları, Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık ve
Veterinerlik Fakültesi mezunları ile Sağlık, Fen ve Mühendislik Bilimleri Enstitüleri ve ilişkili enstitülerden
yüksek lisans derecesine sahip olanlar web sitesinde yer alan online başvuru formunu doldurarak
programlara başvurabilmekte.
Öğrenciler de gönüllü ya da zorunlu stajları için iBG-İzmir’e staj
başvurusunda bulunabilirler. Staj yapmak isteyen öğrencilerden okuduğu
üniversite ve bölüm not ortalaması, varsa TOEFL ya da YDS puanı ile ALES
puanları ile başvuru yapmalarını istiyorlar. iBG-İzmir kısıtlamaların olmadığı
bir merkez diye belirtiyorlar. Burada staj yapmak isteyen öğrenciler ilgi
duydukları alanda ve çalışmak istedikleri kişi ile staj yapabilirler. Başvurular
staj komisyonu tarafından değerlendirilmekte. Örneğin, bu sene iBG-İzmir’e yapılan toplam 104 staj
başvurusundan 27 kadarı kabul edilmiş. Bu başvurulardan 4’ü eczacılık fakültesi öğrencilerinden
olmasına rağmen henüz kabul edilen eczacılık fakültesi stajyeri bulunmamakta.
Biz bu yazıdan sonra eczacılık fakültesi öğrencilerinden de başvuruların artacağına inanıyor ve bize ev
sahipliği yapan iBG-İzmir Merkezi’ne ve keyifli sohbeti için Sayın Özlem DALAN’a teşekkür ediyoruz.
Elif ŞENDUR
2016.İSGENÇİYARİ 13
DÜNYANIN EN SAĞLIKLI 5 İLİ
1) Singapur
Yaş ortalamasının 84 ve bebek
ölümlerinin en düşük orana sahip
olduğu illerden biri olan Singapur
dünyanın en iyi sağlık hizmetlerini
sunmaktadır. 2012 yılında yapılan
bir araştırmaya göre Singapur sağlık
turizmi kapsamında 850.000 yabancı
hasta almıştır. Bu hastalardan sağlık
tesislerinin tahmini gelir toplamı
3.5 milyar dolar olduğu tahmin
edilmektedir. 2012 yılındaki araştırmaya
göre 2015 yılında Singapur’un
1.000.000 hastadan daha fazla kişiye hizmet vereceği tahmin edilmekteydi. 2000 yılında yapılan Dünya
Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmaya göre sağlık sisteminin kalitesi açısından değerlendirmeye alınan
191 ülke içinde 6., Asya ülkeleri arasında 1. olmuştur. 2010 yılında Uluslararası Gelişim Yönetimi Enstitüsü
tarafından oluşturulan listeye girmeyi başaran 55 ülke arasından 3., Asya ülkeleri arasında 1. olmuştur.
2013 yılında Bloomberg en iyi sağlık servisi sunan ülkeler arasında, 48 ülke içinden 2. olmuştur. 2015
yılında ise çeşitli kaynaklardan derlenerek yapılan araştırmada en sağlıklı beş il içinde birinci sırayı almayı
başarmıştır.
2) Tokyo
Ortalama ömrün 84.19 olmasını sağlayan faktörler arasında, öncelikle
kamu sağlığına yapılan yatırımların fazla olması yer almaktadır.
Japon’ların genel temizliği, balık ve sebzeye dayalı diyetleri artı etki
etmektedir. Japonya’da sağlık hizmetleri sistemi oldukça karmaşıktır.
Birçok yönden batının büyük ülkelerindeki sağlık bakım sistemine
benzemektedir. Ama aynı zamanda o sistemden önemli farklılıkları
da vardır. Batı ülkelerinde olduğu gibi koruyucu, tedavi edici ve
rehabilitasyon hizmetleri örgütsel ve işlevsel açıdan birbirlerinden
önemli ölçüde ayrılmış durumdadır.
3) Perth
Women’s Health dergisinin Avustralya sayısına göre, bu kent sağlıklı beslenme, ruh sağlığı, tıbbi sağlık ve
yaşam doyum seviyesi bakımından en üstlerde yer almıştır.
4) Kopenhag
Ülkede çevre temizliği konusuna azami dikkat gösterildiği için, sağlık
koşulları bakımından bilinen herhangi bir problem bulunmamaktadır. Ayrıca
ülkedeki yeşil enerji politikası ve bacalı sanayinin azlığı nedeniyle hava, su
ve toprağında herhangi bir kirlilik söz konusu değildir. BBC’nin haberine göre
dünyanın en sağlıklı yerleri arasında 4. sırada yer alan Danimarka’nın başkenti
Kopenhag, bisiklet kültürü ve karbondioksit salınımındaki düşüş nedeniyle
dünyanın en sağlıklı kentlerindendir.
5) Monako
Dünyanın en uzun ömür ortalamasına (89.6) sahip bu şehir devleti aynı zamanda nüfus yoğunluğunun en
fazla olduğu ülkedir.
Naciye ALTINBAŞ
14 İSGENÇİYARİ . 2016
Biyografi Polonya asıllı bilim kadını
Maria Sklodowska ya da
Fransız fizikçi Pierre Curie ile
yaptığı evlilik sonrası, dünyada
bilinen adıyla Marie Curie. Tüm
bilim insanları arasında, kimse
onun kadar zorluklara göğüs
germek zorunda kalmadı ve
kimse onun kadar ağır bir bedel
ödemeye mecbur bırakılmadı.
Buluşları, sonunda yaşamına
mal oldu.
Marie Curie, radyoaktivitenin kurucusu olarak kabul edilen çok önemli bir bilim insanıdır. 1903’te
Nobel Fizik, 1911’de ise Nobel Kimya ödülünü kazanarak bu ödülü alan ilk kadın ve 2 Nobel alan ilk insan
olmayı başardı.
Üniversite eğitimi için geldiği Paris’te fizik ve matematik alanında 3 yılda master derecesini almıştı.
Fizik alanındaki üstün çalışması bir grup sanayicinin dikkatini çekmiş, farklı çeliklerin manyetik özellikerini
araştırması için ona maddi destek (burs) sağlamışlardı. İşini yürütmesi için bir laboratuvara ihtiyaç duyan
Marie 1894 baharında Pierre Curie ile tanış(tırıl)mıştı. Pierre, laboratuvar olanakları kısıtlı olmasına
rağmen Marie’nin orada çalışmasına izin vermişti. Aralarındaki ilişki derinleştikçe, Pierre Marie’yi
Polonya’ya dönmeyip, bilimsel araştırmalarını Paris’te devam etmeye ikna etmiş, karşılığında Marie de
onu manyetizma araştırmaları hakkında tez yazıp doktora derecesini almasına ikna etmişti.
Temmuz 1895’te evlenen çiftin Eylül 1897’de ilk kızları Irene doğduğunda, Marie çeliklerin manyetik
özellikleri araştırmasını tamamlamıştı. Pierre’in babası Irene’in yetişmesi için yardımcı olmak adına
yanlarına taşındığında, Marie doktora yapmak için bir araştırma teması arıyordu. O güne kadar Fransa’da
hiçbir kadın bu dereceyi tamamlayamamıştı.
Wilhelm Röntgen’in X-ışınlarını keşfetmesinden sonra Marie, uranyum ışınlarını araştırmaya karar verdi.
Pierre ile beraberlik aşamasında, uranyum içeren kristallerden doğan etkinin yoğunluğunu ölçmekle işe
başladılar. Bu etki, Marie’nin adını verdiği “Radyoaktivite”ydi... Kocasının daha önceki çalışmalarından
yararlanarak, farklı kristallerin ortaya çıkardığı radyoaktivite düzeyinin tek bir unsura bağlı olduğunu
buldu: kristal içindeki uranyumun miktarı. Ancak, mineralleri radyoaktifleştiren etken tek başına uranyum
olmayabilirdi. Bu etkiyi, periyodik tabloda, uranyumun hemen altında yer alan toryum da yaratabilirdi.
Marie, bu olasılığı göz önüne alarak araştırma alanını genişletti ve radyoaktivite için çok sayıda maddeyi
test etti. Bunlar arasında, bir madde üstünde yoğunlaştı: uranyumdan arta kalan katranlı zift cevheri.
Marie, yüzde 65 oranında uranyum içeren bu cevherde, uygun radyoaktivite düzeyini bulmayı amaçladı.
Ölçümleri sonucunda, cevherin gerekenden çok daha radyoaktif olduğunu anladı. Bunun anlamı çok
açıktı; bu siyah renkli tehlikeli cevherde yepyeni ve bilinmeyen bir radyoaktivite kaynağı gizliydi. Kocasıyla
birlikte yeni kaynaklara yöneldiler ve olağanüstü yorucu ve son derece tehlikeli araştırmalarına giriştiler.
Toplayabildikleri kadar çok katranlı zift cevherini aylarca ayrıştırmakla uğraştılar. Haziran 1898’de,
uranyumdan 400 kat daha radyoaktif bir kimyasal elementi bularak ilk başarılarına ulaştılar. Bu elemente
Marie’nin ana yurdundan esinlenerek “Polonyum” adını verdiler.
Saf Polonyum’un bir gramı Arsenik’ten 250.000 kat zehirlidir, fakat Curie’nin yaşadığı zamanlarda bunu
kimse bilmiyordu. Polonyum, uranyumdan çok daha radyoaktifti; ancak, cevherdeki olağanüstü değerlere
ulaşan radyoaktiflikten tek başına sorumlu değildi. Curie’ler, araştırmalarını sürdürdüler ve Kasım
2016.İSGENÇİYARİ 15
1898’de, polonyumdan da güçlü bir başka radyoaktif
element keşfettiler.
Bu element ölçüm yapmak için çok küçüktü ama, katranlı
zift cevherinin gizemini çözebilirdi. Curie’ler, bu elemente
de Latince’de “ışın” anlamına gelen “radyum” adını uygun
gördüler.
Araştırmaları sırasında, Marie yaklaşık 20 kilo vermişti.
Pierre de sık sık yorgun düşüyor ve acı çekiyordu. Sebebi
çok çalışmak ve stres miydi, yoksa radyasyon mu? Marie
o zamanlar radyasyonun zararlı olduğunu reddediyordu,
ama bugün bilim camiası tersini düşünüyor.
1903’te doktora tezini tamamlayan Curie, Fransa’da
doktora derecesini alan ilk kadın olmuştu. Komite, onun
çalışmasının şimdiye kadarki en kapsamlı doktora tezi
olduğunu beyan etmişti.
Bundan sonraki yıllar içinde eşiyle birlikte çalışma fırsatı
bulamadı. 19 Nisan 1906’da da, o trajik kaza gerçekleşti.
Pierre Curie atlı bir arabanın altında kalmıştı. Marie, acısını
kendini işine vererek dindirmeye çalıştı. Sorbonne’da
eşinin kürsüsüne profesör olarak atandığında, bu okulda
ders veren ilk kadın unvanını kazandı.
Ağustos 1914’te Almanya Fransa’yı işgal ettiğinde bilimsel araştırmalar bir süre durdurulmasına
rağmen, Marie bir şekilde kendi çalışmalarıyla yardımcı olmanın yollarını arıyordu. O, doktorların
X-ışınlarını kullanarak yaralı askerlerin hayatını kurtarabileceğini biliyordu. Sorun, makinelerin cephedeki
doktorlara ulaşmasıydı. Curie, zengin insanlarla arabalarını bağışlamaları için konuşup, 20 mobil X-ışını
istasyonundan oluşan filo(set,donanma) kurmuştu. İlk asistanı olarak genç kızı Irene’i seçmişti. Irene tek
başına bir istasyonu yönetmeye başlayınca, Marie de askerlerin hayatını kurtarmak için radyoaktiviteden
başka türlü yararlanmanın yolunu arıyordu. Radyum içeren minerallerden gelen radyoaktif gaz (Radon)
dan oluşan ufacık cam tüpler hazırladı. Doktorlar da bu tüpleri yaraların olduğu noktalara koyup
bozulmuş dokuları ortadan kaldırabiliyorlardı.
1918’de savaş bittiğinde Marie Curie işine geri dönmüştü. Yaşayan bir efsane haline gelmiş ve şöhretini
arttırmaya kararlıydı. Mücadelelerinin hikayeleri, insanların bilim insanlarına daha yardımcı olmalarını
teşvik ediyordu.
1920’de ağır katarakt hastası olan Marie buna radyoaktivitenin sebep olduğundan haberdar değildi.
Artık tek amacı, araştırmasının diğer bilim dallarına da yardımcı olmasını sağlamaktı. İlk olarak radyumun
tıbbi uygulamalarda kullanılmasına öncülük etti. Kansere karşı çok etkili sonuçlar veren “radyoterapi”,
uzun yıllar boyunca milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Bu başarılı gelişme birtakım spekülasyonları
da beraberinde getirmişti. Avusturya’da kaplıcalarıyla ünlü kasabalar, katranlı zift cevheri bulunan
bölgelerde kampanyalar başlatarak, sularının sağlık kaynağı olduğunu ileri sürdüler. Yine bir Fransız
kozmetik firması daha da ileri giderek, toryum ve radyum içeren “Tho-Radia” adlı yüz kremini piyasaya
sürdü. Bu kampanyaların ve iddiaların tümü, radyumun öldürücü etkisi ortaya çıkınca birdenbire
durduruldu. Gece gündüz demeden birlikte yaşadığı element kendisine ihanet etmişti. Marie, Mayıs
1934’te çok ciddi şekilde rahatsızlanmıştı. Testler, şiddetli bir kansızlığı, aplastik anemiyi işaret ediyordu.
Fransız Alpleri’ndeki sanatoryuma gönderildiyse de artık çok geçti. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı radyum
nedeniyle kan kanserine yakalanmıştı ve çok geçmeden 4 Haziran 1934’te gözlerini hayata yumdu. Yıllar
süren mücadelesinin izleri ellerine de yansımıştı, parmakları nasırlarla ve radyasyon yanıklarıyla doluydu.
Savaşla geçen bilimsel kariyerinde, binlerce kişinin hayatını kurtaran Curie, yine kendi adını verdiği
maddenin kurbanı olmuştu.
Kızı Irene ve kocası Frédéric Joliot-Curie’nin yapay radyoaktivite keşfi ile 1935’te Nobel Kimya ödülünü
kazandıklarını görmeye ömrü yetmemişti.
“Bazen fazla odaklanmak yanı başınızdaki tehlikeyi görmeyi engeller.”
Mirsad İBRAİMİ
16 İSGENÇİYARİ . 2016
SOĞUK KIŞ GÜNLERİNİN
DOĞAL SAVAŞÇILARI:
BİTKİSEL TIBBİ ÇAYLAR
Bu başlığımızda;ilginizi çekebileceğini düşündüğümüz soğuk kış
günlerinde bağışıklık sisteminizi güçlendirecek bitkisel tıbbi çaylara yer
veriyoruz. İşte bunlardan birkaçı!
Zencefil Çayı: Sindirime yardımcı Nane Çayı: Nezle ve grip için
ülkemizde de popüler olarak
olmak, mide bulantısı ve kusmaya kullanılan nane çayı, (limonla
karşı kullanılabilir. Grip, nezle birlikte) öksürüğü hafifletirken
gibi hastalıklara karşı bağışıklık tahriş olan boğazı yumuşatır.
sistemini güçlendirir. 3-4 santim Ticari olarak üretilen pek çok
büyüklüğünde, kabuğu soyulmuş burun açıcı preparatlar ve
zencefili çok ince dilimleyerek öksürük ilaçları içinde de aktif
kaynamış suya atıp 10-15 dakika Kuşburnu Çayı: Cilt sağlığını bileşen olarak kullanılan nane,
bekletmek çayınızı hazırlamak korumak ve bağışıklık sistemini gribe neden olan virüslerin
için yeterli olacaktır. Birkaç güçlendirmek için gerekli olan C yayılmasını önleyici antiviral
damla limon ve 1 çay kaşığı balla vitamini için çok iyi bir kaynaktır. özelliklere sahiptir.
tatlandırabilirsiniz. Soğuk algınlığının daha çabuk
geçmesini sağlar ve diğer bulaşıcı
hastalıklara karşı direnci arttırır.
Doğal bir antioksidandır.
Papatya Çayı: Yoğun bir günün Okaliptüs Çayı: Avustralya
ardından bir bardak papatya çayı kıtasına özgü bir bitki olan ancak
içmek tüm stresinizi alacaktır. günümüzde dünyanın pek çok
Sedatif özelliğinin yanı sıra boğaz bölgesinde yetiştirilen okaliptüs,
ağrısını hafifletir, öksürüğü göğüs ve burun tıkanıklığı başta
alır ve ağız içinde oluşan olmak üzere gribin belirtilerini
iltihaplanmalara iyi gelir. hafifletmek için kullanılabilir.
Avustralya yerlilerinin (Aborjinler)
yüzyıllardır yüksek ateş
tedavisinde kullandığı okaliptüs
çayı, balgamı söker ve göğüs
bölgesini rahatlatır. Okaliptüs
çayının buharını solumak burun
tıkanıklığına ve akıntısına iyi gelir.
Okaliptüste bulunan “ökaliptol”
adlı kimyasal bileşenin, grip
virüsünün normalden çok
daha kısa sürede etkisiz hale
getirilmesine yardımcı olduğu
belirtilmektedir.
Duygu ÇAVUŞ
2016.İSGENÇİYARİ 17
Röportaj
Prof. Dr.
Tayfun UZBAY
1-İ. Tayfun Uzbay kimdir? Öncelikle sizi tanımak istiyoruz
Basitçe ifade etmek istersem Tayfun Uzbay: Türkiye’de yaşayan bir bilim insanıdır. Ordu’nun Ünye
ilçesinde
doğmuştur. Tüm temel öğretimini Ünye’de tamamlayıp İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni
kazanmış
ve 1982 yılında bitirmiştir. Askeri öğrenci olarak okuduğu için teğmen rütbesiyle orduya katılmış ve 29
yıl GATA’da çalışmış, GATA Tıp Fakültesi’nin kuruluşuna katkı sağlamış, Tıbbi Farmakoloji Bölümü’nün
kurulmasına ciddi katkı vermiş ve 8 yıl bölüm başkanlığı yapmış, oradan da emekli olmuştur. Bugün
Üsküdar
Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmalarını sürdüren bir
akademisyendir.
2-Türkiye’de şizofreni üzerine çalışmış ve tedaviye bu kadar yaklaşmış önemli bir bilim insanı olarak
bu hastalığı nasıl tanımlarsınız?
Tedaviye ne kadar yaklaştığımı tam olarak belirtmemiz mümkün değil. Tedavi derkenradikal tedaviden
bahsediyorum, yani kökten tedaviden. Bu konuda kuvvetli iddialarım var ve bu söylemlerde bulunmak
benim hakkım; çünkü profesyonel bir akademisyenim, bir farmakoloji hocasıyım ve uzmanı olduğum
bir konu hakkında konuşuyorum. Heyecan verici bir hipotez bu. Şizofreni nasıl bir hastalık dersek;
nöropsikiyatrik hastalıklar içerisinde bazı bilim insanları Alzheimer’dan sonra 2. Sıraya koyuyorlar fakat
ben 1. Sıraya koyuyorum. Çünkü Alzheimer bir yaşlılık hastalığı, yaş ilerledikçe ortaya çıkıyor. Fakat
şizofreni bir ergenlik dönemi hastalığı. İlk tanı bu dönemde konuluyor ve hastalar maalesef ömür boyu
buna mahkum halde yaşıyorlar. Çünkü mevcut ilaçlar sadece etkileri baskılıyor ve çeşitli yan etkileri var.
Kronik ilaç tedavisine maruz kalınıyor. Hem hastalar için, hem çevresindekiler için çok zor bir durum.
Şizofreninin dünya üzerinde
görülme sıklığı 100 kişide 1 ve
bu ciddi bir sıklık. Bunun görülme
sıklığını genetik ve çevresel faktörler
doğrudan etkiliyor. Çevresel
faktörlerden stres ciddi bir deprem
yaratıyor. Beynimizdeki fay hatları
kırılıyor, bu kırılmalar şizofreniyi
ortaya çıkarabiliyor. Erkeklerde daha
agresif seyrederken kadınlarda
daha yumuşak seyrediyor. Asıl
hastalığı oluşturan neden beynin
kapı kontrol sisteminin bozulmasıdır.
Bu sistem filtrasyon ve realizasyon
ile ilişkili. Beynimize birçok uyarı
geliyor, bunları filtre ediyoruz,
işimize yarayanları alıyoruz. Şizofreni hastaları bu filtreleme işini çok iyi yapamıyorlar. İkinci durum daha
önemli, biz uyarıları realize edip doğru şekilde yorumlayıp ona göre hareket ediyoruz. Şizofreni hastaları
18 İSGENÇİYARİ . 2016
bunu uygun şekilde yapamıyor. Doğru yere koyamama,
yorumlayamama söz konusu. Bu hastalıkta alevlenme
dönemleri dediğimiz şiddetli psikotik ataklar gözleniyor.
Hasta kendine ve çevresine zarar da veriyor.
3-Günümüzde şizofreni tedavisinde nasıl bir yol
izleniyor? Siz bunu geliştirmek adına ne gibi çalışmalar
yürütüyorsunuz?
Dopamin hipotezi söz konusu, bu hipoteze göre beyinde
aşırı dopamin aktivitesi nedeniyle çeşitli sanrılar;
hastanın ajite olması gibi aşırı semptomlar gösteriyor.
Beynin başka bölgesinde de dopamin azlığı sebebiyle
aşırı küntleşme kendini dış olaylardan soyutlama
sosyal aktivitelerini sıfırlama, hijyenine dikkat etmeme,
bilişsel işlerde azalma gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Bunlar benim kafama yatmıyor açıkçası. Bu hipotez
60 yılın üzerinde. Reseptörlerin her tarafına dokunuldu; kimi dopamini azalttı, kimi reseptöre bağlandı,
bağlanamadı. Bu ilaçlar işe yarıyor fakat sorunu kökten çözmüyor ve ciddi yan etkileri var. Mesela önemli
yan etkilerinden bir tanesi metabolik sorunlar, genç
yaşta diyabet hastası oluyorlar, çabuk yaşlanıyorlar, başka kronik ilaçlar kullanmak zorunda kalıyorlar
ve bu ilaçlar insanları donuklaştırıyor, cinsel işlevlerde bozukluk ortaya çıkarıyor. Genç hastaların ilaçları
almayı reddetmesinin altında bu sebep yatıyor. Monoamin hipotezinde ise, ketokolaminler: dopamin,
seratonin, noradrenalin bir de poliaminler var.Agmatin de bir poliamin, aynı dopamin gibi beyinden
salınan bir kimyasal fakat dopamin kadar incelenmiş değil. Yeni yeni inceleniyor. Biz de agmatin ve
şizofreni ilişkisini incelemek için hastalar üzerinde önemli çalışmalar yaptık. Korelasyon analizlerimiz
var, 8-9 hasta grubu ilk atakla geldi, geri kalan 7-8 hasta da en az 6 ay hiç ilaç kullanmamışlardı. Bu
hastalıkların süresiyle agmatin konsantrasyonları arasında pozitif bir oran bulduk. Hastalık ne kadar uzun
sürmüşse agmatin o kadar yüksek ölçüldü. Cinsiyetler arasında da belirgin farklar gördük, erkeklerde
agmatin konsantrasyonu daha yüksekken kadınlarda daha düşük gözlendi.
4-Agmatin maddesinin şizofreni ile ilintili olduğunu düşünmenizdeki etken nedir?
GATA’da psikofarmakoloji ünitesini kurmuştuk. Laboratuvarda madde bağımlılığı ve şizofreni ile ilgili
çalışıyorduk. Bir TUBİTAK projesinde nikotinle alkolik hayvan modelleri oluşturuyorduk. Elimde agmatin
maddesi vardı. Daha öncesinde bu maddede,alkol bağımlılığı sonucu yoksunluk belirtilerini azalttığını,
morfin yoksunluğuna sokulan hayvanlardaki şiddetli belirtileri yok ettiğini görmüştük. Agmatin
sanki madde bağımlılığına iyi gelecek bir ilaç gibi duruyordu. Başka bir çalışmada agmatinin ağrıyı
geçirdiğini gördük, morfinin analjezik etkisini potansiyelize ediyordu. Düşük dozlarda morfini agmatinle
verdiğimizde deney hayvanlarında çok yüksek doz morfinle elde ettiğimiz etkiyi elde ettik. Morfinin yan
etkilerini azaltmak amacıyla, kanser hastalarının ağrılarını geçirmek gibi iyi bir niyetimiz vardı. Şizofreni
modelinde de agmatini deneyelim dedik. Şizofreni hastalarının irkilme refleksleri çok yüksektir. Bağımlılık
yapan birçok madde bu refleksi bozuyor.Biz de irkilme refleksini bozduk, agmatin verdik ama düzelmedi,
birkaç doz daha verdik, yine düzelmedi. Sonra dozu arttırmaya başladık. Agmatin bir aminoasit, çok
zehirli bir yapı değil, bu yüzden yüksek dozlara çıkabildik ancak belli bir dozu geçtikten sonra deney
hayvanlarında şizofreni gözlemeye başladık. Agmatininşizofreniyi modelleyen ilaçla birlikte verdik çok
daha beter oldu. Gördük ki agmatin hastalığı düzeltmiyor aksine şizofreni yapıyor. Bu, çöp bir deney oldu
biz boşuna uğraştık denildi ama ben aynı fikirde değildim. Literatüre tekrar döndüm ve köşede kalmış
çalışmalara ulaştım.Ve gördüm ki şizofreniden ölen bazı hastaların beyinlerinde, BOS’ta ve kanlarında
spermin ve spermidin diye iki poliaminin oldukça yüksek olduğu bulunmuş. Agmatin, spermin ve
spermidine yıkılıyor, yani metabolitleri onlar. İnsanlar metabolitleri üzerine bir şeyler söylüyorlar fakat biz
bir üst basamağından tanımlıyoruz.
AGMATİNİN AŞIRI AKTİVİTESİ ŞİZOFRENİYE NEDEN OLABİLİR!
5-Agmatinin vücutta metabolizması nasıldır? Agmatin hakkında bilgi verebilir misiniz?
Arjinindenagmatin oluşuyor ve metaboliti olan spermin ve spermidine dönüşüyor. Ölümün kokusu
2016.İSGENÇİYARİ 19
diye bir parfüm var, putresinpoliamininden yapılıyor. Cesetlerin çürürken ortaya çıkardığı kokudur bu.
Bu şekilde Bosna’da toplu mezarları buldular. Hani şu kelebekler var; ölüm kelebekleri, mezarlıklarda
çok bulunuyor ve putresin kokusuna gidiyorlar. Agmatin putresine; putresin de spermin ve spermidine
yıkılıyor. Yani karanlık yüzlü bir bileşikle karşı karşıyayız. Agmatini vücut geliştiriciler çok kullanıyor,
kullanma sebepleri ilgimi çekti. Agmatini belli dozda aldıkları zaman ağrı hissini ortadan kaldırıyor ve
kendilerini daha agresif ve sınırlarını
zorlayacak bir noktaya getirebiliyorlar. Burada agmatinin kötüye kullanımı söz konusu. Diğer konuda ise
çok yüksek doz agmatin alıp ölümle yaşam arası gidiş geliş öyküleri var. Bu etkilerinden ötürü agmatin
severler kulübü bile var.
6-Şizofreni gibi nöropsikiyatrik hastalıkların nedeni enzimatik olarak biliniyor, hastalığın parazit ve
fungus kaynaklı olması söz konusu olabilir mi?
Baktığımız zaman patentini aldığım ilaçlar antifungal ve antiparaziter etkili ilaçlar. Öngörüler üzerine
enzimatik sistemi bloke ediyor da etkili oluyor diyecekken şimdi artık öyle de demiyorum, daha iddialı
şeyler söylemeye başladım. Çünkü mental hastalıklarla parazitler arasında ilişki kuran çok güzel
makaleler var. Kedi, fare ve toksoplazma ilişkisi çok enteresan bir ilişki, hamile kadını da koyuyoruz
buraya. Herkes kedileri fare avcısı olarak görüyor, fakat kediler fare avlamıyor. Genellikle fareler kedilere
geliyorlar. Bunun sebebi ise, kedinin dışkısı veya idrarını fare herhangi bir şekilde oral yoldan kendi
GIS sitemine alıyorsa,toksoplazma öncülünü almış oluyor ve bu farenin beynini ele geçiriyor. Burada
tirozinhidroksilaz aktivitesini arttırıp aşırı dopamin salıverilmesine neden oluyor. Bu, fareyi öforik yapıyor.
“O kedi buraya gelecek diyor.”ve kediye meydan okuyor. Kedi de fareyi mideye indiriyor ve faredeki
toksoplazma kediye geçip sürecini tamamlıyor, tam aktif hale geçiyor. Bu sırada kedi, hamile bir bayanı
tırmalamışsa, anne kedi nedeniyle kontamine olmuşsa, toksoplazma plasenta yoluyla bebeğe geçiyor ve
bu şekilde taşıyıcı olan annelerden doğan bebeklerde ciddi şizofreni görülüyor. Burada toksoplazma ve
şizofreni arasında bir ilişki olduğunu görüyoruz. Bu, hastalığa bir parazitin neden olabileceğiyle ilgili ciddi
bir veri.
Parazitten yola çıkarsak başka
bir hikayemiz daha var. Geçmişte
mide ülseri bir kaderdi ve bu
sebeple mideler alınıyordu,
cerrahi operasyonlar yapılıyordu.
Avusturalya’dan bilim insanları
karşı çıktılar ‘’Buna bir bakteri
neden oluyor!’’ dediler. Buna
karşılık: ‘’PH’sı 1 olan mide
ortamında yaşayacak bir bakteri
nasıl olabilir?’’ dediler. Ama
Helicobacterpylori’nin tam
da böyle bir ortamı sevdiğini
gördük. Adamlar haklı çıktılar
ama biraz geç oldu. Şu an basit bir antibiyotikle mide ülseri bizim için birincil bir problem olmaktan çıktı.3.
konu frengi meselesidir. 1920’ler 30’larda frengi Avrupa’yı kasıp kavurmuştur. Penisilin bulunana kadar
frengiden ölen ölüyordu, kalanlarda ise 10 yıl gibi bir süreden sonra şizofreni belirtileri ortaya çıkıyordu.
Hastalığa kısaca nörosifiliz adı verilmişti. Fakat frengi hastaları antibiyotik tedavisiyle bir anda tarih
sahnelerinden silindi, tedavi edilip spiroket bakteri ortadan kaldırılınca böyle bir hastalık da kalmıyor.
Burada 2. kanıtı görüyoruz yani bir bakteri yıllar içinde beyinde yerleşerek böyle bir etki yapabiliyor.
Bir başka ilgimi çeken veri ise bitkilerde gözlendi. Siz bahçede bir alanda bitki yetiştiriyorsunuz; su
aynı, ışık aynı, toprak aynı, hep aynı saatlerde gidip suluyorsunuz. Ama bu bitkilerin bir kısmı kül gibi
dökülüyorlar, yok oluyorlar. Buna ‘’plantsuicide’’ yani bitki intiharı deniyor. Bunu önlemek için patentini
aldığımız antiparaziter ilacı veriyorlar, bitki eski haline dönmüş oluyor. Yani ilginçtir ki o ölen bitkilerde
agmatin miktarı çok yüksek çıkıyor. O yüzden agmatin sentez inhibitörü orada kullanılıyor ki bitki kendini
geliştirsin. Buradan çok tehlikeli bir teoriye geliyoruz: Beyinde yerleşen özel bir parazit agmatini arttırıyor
mu? Bir şey oraya yerleşip bütün nörotransmitter sistemini altüst ediyor ve poliaminler yükselmişse
20 İSGENÇİYARİ . 2016
cinnet, intihar düşünceleri, agresyon; dopamin
çok yükselmişse hayal görme, sanrılar;
seratonin çok yükselmişse iştahsızlık, kendine
bakmama gibi belirtiler gözleniyor. İşte hepsi
böyle iç içe geçiyor. Aslında bunlar sonuç,
sebep başka bir şey. O sebep: spiroket,
toksoplazma ya da başka bir bakteri olabilir.
Bitkilerde böyle bir intihar olabiliyorsa, o
zaman bizim şizofreniye neden olan, beyine
özgü, beyine yerleşen ya da vücudun başka bir
yerinde olup beyine göç eden, belki de ergenlik
döneminde beyine göç eden, ya da beyinde
hep var olmuş ama bir stres faktörüyle,
genetik yatkınlık olması durumunda bu
bakteri/parazit aktif hale geçiyor, ya da
hepimizde var bazılarımızda aktif değil; aktif
oluyorsa da aktif olma oranı yüzde 1. Eğer
bu paraziti öldürürseniz şizofreni olmaz,
ortaya böyle bir hastalık çıkmaz. Burada
psikiyatristlerle ayrılıyoruz. Onlar şizofreninin
matruşka bebek gibi çok kompleks bir hastalık
olduğunu, böyle bir hastalığın asla çözülemeyeceğini düşünüyorlar. Ben öyle düşünmüyorum. Zamanında
verem de çok komplike bir hastalıktı, veremli hastalar birçok problem yaşıyorlardı tedavi edemiyorduk,
semptomları baskılıyorduk. Sanatoryumlara götürüyorduk, genellikle yüksekağaçlıklı yerler oluyordu.
Ne zaman antibiyotik devrimi oldu ve bunu antitüberküloz ilaçların geliştirilmesi izledi, işte o zaman
verem diye bir hastalık kalmadı. Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Thomas Mann’ın Büyülü Dağ
kitabında da tüberküloz hastaları aslında ruhsal açıdan sıkıntılı hastalar olarak anlatılıyor. Okumanızı
tavsiye ederim.
7- Dünya’da 3.sünü kurduğunuz Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkez’inde
hangi amaçlar doğrultusunda ilerliyorsunuz? Gelecekteki çalışmalarınızı nasıl şekillendirmeyi
düşünüyorsunuz?
Nöropsikofarmakoloji merkezi dünyada 3 yerde mevcut: Pensilvanya, Cambridge ve Üsküdar
Üniversitesi’nde. Nöropsikolojik hastalıklar için ilaç yapan bir laboratuvardır. Hem deney hayvanlarımızı
üretiyoruz, hem de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Madde bağımlılığı ve şizofreni öncelikli alanlarımız.
Hayvan modellerimizde hem davranışsal çalışıyoruz hem genetik birimiyle koordine olup birlikte
araştırmalar yapıyoruz. Başka kişiler de farklı araştırmalar yapabilir. Kimi Alzheimer, kimi depresyon
araştırabilir. Hala bu teorinin peşinden gitmeye çalışıyorum, aynı zamanda öğrenci yetiştiriyorum.
Öğrencilerin daha hür fikirli olmalarını, yaratıcı olmalarını, meydan okumayı bilmelerini- küfür ve kavga
değil demek istediğim- bir duruş ve özgüven sahibi olmalarınıistiyorum.
8-Son olarak nöropsikofarmakoloji alanına ilgi duyan ve ilaç geliştirme basamağında yer almak
isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir ?
Merak ediyorlarsa bu çok keyifli bir alan, özellikle eczacılar için biçilmiş kaftan. Eczacılık öğrencileri
kendilerini ‘’Nasıl çabucak eczane açabiliriz?’’ ile çok meşgul ediyorlar. Akademisyen olmak isteyenler
çok güçlü bir akademisyen olabilirler. Çünkü çok iyi bir altyapımız var, eczacının nihai alanı ilaçtır. Eczacı
araştırma alanına girecekse eğer; amacımız Türkiye’nin ilacını yapmak olmalı. İlaç geliştirme olmalı. Daha
çok geliştirilecek, bulunacak şey var. Nöropsikiyatrik hastalıklar çok verimli bir alan. Neden mi?
Bilinmezlik fazla, birçok hastalığı nedenini bile bilmiyoruz. Hatta ben hep bunu söylerim: Şu an Alexander
Fleming’in penisilinleri bulmasından hemen öncesindeyiz, onun şafağındayız. Büyük buluşlara gebe bir
alan, öğrenciler burada çok keyif alarak çalışabilirler. Bize düşen de onları desteklemek.
İzgi BAYRAKTAR
2016.İSGENÇİYARİ 21
DÜNYAYA EN ÇOK ZARAR VEREN
İNSAN: THOMAS MIDGLEY
Dünya tarihinde birçok büyük felakete şahit olduk, milyonlarca insanı sistemli bir şekilde öldüren
diktatörler, acımasız komutanlar, seri katiller veya büyük işkenceciler... Bunlardan hiçbiri dünyaya
Thomas Midgley kadar zarar veremedi.
K imsenin taşımak istemeyeceği bir üne sahip olmakla
birlikte, birçok kişinin almak isteyeceği yüzlerce ödülün
ve patentin sahibidir. 1889 yılında Amerika’da doğdu. Bilime
olan merakını kendisi gibi mucit olan babasından aldı. Ohio’da
büyüdü ve mekanik mühendisliği ve kimya alanında derecesi ile
1911 yılında Cornell Üniversitesi’nden mezun oldu. Geliştirdiği
kimyasallar sayesinde Charles F. Kettering liderliğindeki
kimyagerlerden oluşan önemi bir ekibin figürü oldu ve yüzlerce
patent aldı. Fakat bu buluşlardan bazılarının modern dünyaya
katkısı iyi yönde olmadı.
Kurşun Tetra Etil
20. yüzyılın başlarında araştırmacılar, motorların vuruntusuz
çalışması için çalışmalara başlamışlardı. 1916 yılında Thomas
Midgley tarafından benzine iyot ilavesinin oktan sayısını
artırdığı ve vuruntunun azaltıldığı tespit edilmiş, ancak iyodun
pahalı ve korozyona neden olması yakıt katkı maddesi olarak
kullanılmasını engellemiştir. 1917 yılında Charles Kettering
ve Thomas Midgley, etil alkol ve benzini karıştırarak uygun
bir motor yakıtı üretmiştir. 1920 yılında Thomas Midgley,
vuruntusuz bir yakıt olarak benzin alkol karışımları için bir patent almıştır. Kısa bir süre sonra Midgley,
kurşun tetra etilin vuruntu önleyici özelliğini keşfetmiş ve bu bileşim petrol üretim şirketleri tarafından
yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Midgley’in bu keşfine Amerikan Kimya Cemiyeti 1923 yılında
Nichols Madalyası vermiştir.
Ancak insan vücudu üzerindeki etkileri ve bununla ilgili çalışmalar pek iç açıcı değildi. Solunan kurşunun
kemik ve dişlerde depolandığı, böbrek sorunlarına yol açtığı, ayrıca etkili bir nörotoksin olduğu, bu
yüzden körlük, işitme kaybı, uykusuzluk, kanser, felç gibi sorunlara yol açtığı biliniyordu. Kurşunun adının
halk üzerindeki negatif etkisini azaltmak için reklam kampanyalarında genelde “Etil” adını kullandılar.
Bu buluşun ne kadar ölümcül olduğunu anlatmak için bir örnek vermek gerekirse; 1924’te, birkaç gün
içerisinde beş üretim işçisi birden ölüp, yeterince iyi havalandırılamayan tek bir üretim tesisinde otuz beş
işçi kalıcı hasarlar yüzünden yürüyemez hale geldi. Bunun üzerine bilim insanları, araştırma sonuçları ile
kanıtlayarak, bu maddenin kullanımını aşama aşama azaltmış ve yasaklamıştır. Tabii ki oktan geliştirici
(vuruntu önleyici) alternatif katkı maddeleri üzerine çalışmalar artmıştır.
Oxford Üniversitesi’nden Bernard Gesch, “Eğer toplumsal şiddet eğiliminin nedenlerini araştırmak
istiyorsanız kurşundan başlamalısınız. Beyin yapısını etkileyen kurşun, özellikle dürtüleri yönlendiren
bölgedeki hücreleri deforme ediyor.” diye açıklıyor. Gesch, “Kısacası kurşun insanların yanlış kararlar
vermesine yol açıyor.” diyor.
1990’lı yıllarda, ABD’li ekonomist ve emlak danışmanı Rick Nevin, ABD’deki kurşunlu ürün tüketimini
incelemeye başladığında yıllar içinde vücutta biriken kurşunun suç eğilimi ile bir ilişkisi olup olmadığını
görmek için, benzindeki kurşun oranı ve şiddet suçlarını karşılaştırdı.
22 İSGENÇİYARİ . 2016
Sonuçlar oldukça
şaşırtıcıydı. Benzindeki
kurşun oranı zirve
yaptıktan 20 yıl sonra
şiddet suçları da zirveye
ulaşmış oluyordu.
Bernard Gesch, varılan
sonuçlar ışığında
“Kurşun ne kadar erken
endüstriyel üretimden
çıkarsa suç oranları da
o kadar erken düşüşe
geçecektir.” diyor.
Şiddet suçlarının tek
sorumlusunun kurşun
olmadığı bir gerçek, fakat
etkisinin büyük olduğunu
savunan bilim insanı
çoğunlukta. Ayrıca birçok
bilim insanı, araştırmalarına göre yıllar geçtikçe ortalama IQ’nun düşüşünü de bu olaya bağlıyorlar. Hatta
etkisinin hala kalıtsal olarak birçoğumuzun akciğerlerinde hüküm sürdüğünü belirtiyorlar.
CFC
Motordaki vurum sorununu kurşun tetra etil ile çözdükten sonra, o zamanlar çok maddi getirisi olan
fakat soğutma sıkıntısı yaşanan buzdolapları için soğutucu akışkan olan kloroflorokarbonları keşfetti.
İtici bir gaz çeşidi olan CFC, ısıyı emerek kolay soğutma sağladığından, ayrıca üretim maliyetinin
düşüklüğü ve kararlı yapısı nedeni ile dönemin ihtiyaçlarına tam olarak cevap vermekteydi. Kimyasal
Endüstri Birliği, Midgley ‘e bu buluşu için onur madalyası vermiştir. Fakat bu maddenin etkileri günümüze
kadar gelmektedir ve kullanıldığı dönem fark edilmeyen önemli zararları vardır. Kloroflorokarbon, ozon
tabakasına zarar verip onu yok edebilecek büyüklükte delikler açıyordu ve bu durum yaklaşık 50 yıl sonra
anlaşıldı. Bu 50 sene içinde, soğutuculardan deodorantlara kadar her yerde kullanıldılar. Ozona olan
etkilerini anlatmak için bir örnek vermek gerekirse, 1kg CFC yaklaşık olarak 70.000 kg atmosferik ozonu
yok edip delebilir. Yani CO2 gazından 10.000 kat daha etkilidir.
Avrupalı üreticiler, 1987 yılında CFC üretimini tamamen durdurmuş, sadece üretilen ürünlerin tüketimine
izin veriyorlardı. Yasaklanmış olmasına rağmen solunum yolu ile
bütün insanların vücuduna nüfuz etmiştir, ozon tabakasındaki
ve insanlardaki bu hasarı düzeltmek ne yazık ki mümkün
değildir. Günümüzde ise doğa dostu sıvılaştırılmış petrol gazları
kullanılmaktadır.
Midgley’in insanlığa olduğu gibi kendisine de pek çok zararı olmuştur.
Polio hastalığına yakalanan Midgley, kendisini yataktan kaldıracak bir
düzenek hazırlamış ve bu düzeneğin makara sisteminde boğularak
can vermiştir. Başta çevre tarihçisi John Mcneil olmak üzere, birçok
bilim kurumu bu bulgulara dayanarak Midgley’i dünyaya en çok zarar
veren insan olarak nitelendirmiştir.
İrem ARAL
2016.İSGENÇİYARİ 23
REÇETESİZ KULLANILIR
‘’MEDICINE as METAPHOR’’
İlaç kutuları ile aramızdaki ilişki, Madrid’de yaşayan
amaçlarına hizmet ettikleri sanatçı Sara
süre ile kısıtlı. İçindekini Landeta için durum
tükettikten sonra ya çöpe ya da böyle değil. Farklı
dönüşüm kutularına atılıyorlar. hastalıklardan
Sanatın nereden çıkacağını muzdarip hastaların
kestiremediğimiz modern ilaç kutularını
zamanlarda ilgi çekmenin yolu; işe toplayan sanatçı,
yaramayacağını düşünüp bu çöpe bu kutuların iç
attığımız objeleri sanatsal bir geri kısımlarını kanvas olarak kullanıyor. Sara Landeta’nın “Medicine
dönüşüme maruz bırakmaktan as Metaphor” serisi bu formülü mükemmel bir biçimde özetliyor.
geçiyor. Kanvas yerine ilaç kutularını gözüne kestiren Landeta, ilaçların
yarattığı kasveti çizdiği kuşlarla azaltmayı amaçlıyor.
19. yüzyıl sanatçısı
John James Audubon’ın
çalışmalarından esinlenen
Sara Landeta, projede;
farklı hastalıklar için alınan
120 farklı ilacın kutusunu
kullanmış durumda.
24 İSGENÇİYARİ . 2016
20O1z6a.nİSDGEENMÇİİRYAKRILİI2Ç5
Latince bir kelime olan “placebo”, “hoşnut edeceğim” anlamına ve hormonlar üzerinde çeşitli
gelir. İlaç/tedavi olarak alınan bir şeyin öznel olarak olumlu değişiklikler oluşturduğu
etkisini ifade eder. Tersi olan kavramsa “nocebo”dur, “zarar gözlenmiştir. Beyin
vereceğim” anlamında gelir ve olumsuz bir öznel etkiyi ifade görüntüleme yöntemleri ile
eder. Enteresan değil mi? plasebonun, aktif ilaçların
etkisini taklit ettiği ve beyinde
Şu günlerde, hasta olsun olmasın ülser gibi tedavisi güç olan onlarla aynı bölgeleri aktive
herhangi bir bireye “İlaçsız tedavi hastalıklarda plasebo etkisinin ettiği tespit edilmiştir. Bu
olmak ister misiniz?” diye soru %66’lara ulaşması etkileyici. durum; plasebo dopamin
yöneltsek %100’e yakın oranda Son zamanlarda ise depresif verilen parkinson hastalarında,
evet cevabı alabiliriz. Herkesin hastalıklarda ve akut şizofrenide plasebo analjezik verilen ağrı
bildiği plasebo etkisi tam olarak plaseboya başvurulmakta hatta yakınması olan hastalarda,
bu duruma olanak sağlarken, tedavi sonuçlarının klorpromazin plasebo antidepresan
hasta plasebo ilaç kullandığını ve remoksipridden üstün verilen depresif ve anksiyete
bilirse sonucun olumsuz olacağı olduğu belirtilmekte. Psikolojik bozukluğu olan hastalarda,
aşikar. tedavilerdeki başarı oranlarının plasebo kafein verilen sağlıklı
Tıp ve eczacılıkta karmaşalarla yüksekliğinin yanında plasebo, gönüllülerde gösterilmiştir.
dolu plasebo etkisi yıllarca obsesif-kompulsif bozuklukta Plasebo elimizdeki en iyi
tartışmalara neden olmuş, bir direnç ile karşılaşmış, tedavi kartlardan biri olabilir ancak
hipokratik tıp kavramına göre başarısı ise sadece %3 ila %13 bu kartı ne zaman ve ne
ise özgül olmadığı için kabul arasında kalmıştır. şekilde oynayacağımız çok
edilmemiştir. Ancak 1955 Bugüne kadar yapılan sayısız önemli. Özellikle hastaya bu
yılından sonra plasebo, artık klinik çalışma ve durumu hissettirmemek,
farmakolojinin çalışma alanına bulgulara rağmen inancının kırılmamasını
girerek dikkatleri daha çok üstüne cinsiyetin, telkine sağlamak en dikkat edilmesi
çekmiştir. yatkınlığın, gereken nokta. Ayrıca eklem
Peki şu günlerde kimi kaynaklara zeka düzeyinin hastalıkları, kanser, kemik
göre antidepresanlarla aynı etkiyi plaseboyla ilişkisi hasarları gibi ciddi ve mutlaka
yaptığı belirtilen plasebo nasıl kanıtlanamamış, tıbbi müdahale gerektiren
çalışır? Aslında oldukça basit bir plasebolara durumlarda plasebonun
şekilde açıklayabiliriz: “İnanç”. düzenli tepki işlevsiz kalacağı bilinen bir
Yüzyıllardır insanları toplumsal, veren “plasebo gerçekken bu yola kesinlikle
duygusal, dinsel, sosyal şekilde reaktörleri” başvurulmamalı.
ayakta tuttuğu gibi sağlık olduğu ortaya
alanında da inanç bir hayli destek konamamıştır. Bu Deniz KOCA
sağlamaktadır. sebepten ötürü
İlaçların etkilerinin plaseboya hangi hastaların
göre sadece 1.3 kat fazla olmasını plasebodan yararlanabileceği
göz önünde bulundurursak, konusu net değildir. Fakat
plasebonun aslında “inanılmaz günümüzde nörogörüntüleme
etki” terimini ne denli hak ettiğini yöntemleri ile plasebonun beyin
aktivasyonu, nörotransmitterler
2gö6rüİSyoGrEuNz.ÇÖİYzAeRlliİk.le2a0s1t6ım, zona,
KÜBA’DA SAĞLIK VE ECZACILIK
S ağlığın ise, Küba tarihinde önemli bir yeri vardır. İspanyollar
Küba, Karayip Denizi ve Kuzey adayı keşfettikten sonra Küba yerlilerinin büyük bir kısmı
Atlas Okyanusu arasında sağlık sorunlarından ve beslenme yetersizliklerinden öldü. 19.yy
yer alan bir ada devletidir, da başkent Havana’da yaygınlaşan sarıhumma her ay 320 ila
aynı zamanda Karayiplerin 400 kişiyi aldı. Bu salgın Amerikalıların adayı bırakmalarındaki
en büyük ülkesidir. Yönetim temel etkenlerden biri oldu. 1959 yılından önce ise Küba’da
biçimi sosyalist cumhuriyettir. sağlık sistemi uluslararası olarak tanınıyor, bazı hekimler
Ekonomi ve yabancı ticaretin hastanelerde eğitim veriyorlardı. Böylelikle bilgilerini gelecek
çoğu devletin elindedir. kuşaklara aktarıyorlardı. En modern teknolojiye sahip ekipmanlar
bulunuyor, en gelişmiş antibiyotikler kullanılıyordu. Hatta
devrim öncesi süreçte Batı Yarım Küre’de ilk sosyal güvenlik
sistemini kurmuş ülkeydi.1902 yılında Küba Cumhuriyeti
kurulduktan sonra sağlık hizmetleri belediyelerin yönetimine
bırakılmıştı. 1958 yılında 126 belediyede 200 sağlık merkezi
bulunmaktaydı.
Küba sosyal güvenlik sistemi 1958 yılına kadar iki tip risk
koruması sunmaktaydı:
1. Çalışanlara yönelik (1916’da başlamıştır)
2. Hamilelere yönelik (1934’te başlamıştır)
Devrim öncesi döneme ait en önemli sağlık kuruluşları topluluk sağlık merkezleriydi. Bu kuruluşların
sahipleri ve işletenleri kar amacı gütmezlerdi. Topluluğa üye olan her birey 2 ve 5 Küba pesosu arasında
bir bedel ödemekteydi. 1940’lı yıllarda yeni bir sağlık sistemi olan tıp kooperatifleri ortaya çıkmıştı.
Hekimler tarafından kurulan bu sistem topluluk sağlık merkezlerindeki kadar geniş kapsamlı değildi.
Yani 1958’e kadar Küba halkının %30’u sağlık hizmetine ulaşmada hiçbir sıkıntı çekmiyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Küba’da yaşanan devrim süresince tüm sağlık hizmetleri tek bir çatı
altında toplandı. Sağlık hizmetlerine erişim kolaylığı sağlandı, çocuk ölüm oranları düştü, yüksek yaşam
belirtileri oluştu. Temiz su ihtiyaçları karşılanmaya ve salgın hastalıklar önlenmeye çalışıldı.
Öte yandan devrim sonrası ABD ambargosu nedeniyle ilaç ve tıbbi malzeme bulmakta zorlanan
kurumlar kendiliğinden kapanmak zorunda kaldı. Devrim sırasında ülkeyi terk eden hastane sahiplerinin
kamularına devlet el koydu ve 1960’lı yılların başında kurumlara tamamen devlet el koydu.
2016.İSGENÇİYARİ 27
1962 yılında 32 alt bölge
oluşturdu ve her alt bölgeye
bir sağlık yöneticisi getirildi.
Yöneticiler sağlık müdürüne
bağlandı. Müdür koruyucu
ve tedavi edici hizmetlerden
sorumlu idi. Her alt bölgeye
en az bir hastane kuruldu,
alt bölgeler içinde sağlık
alanları oluşturuldu ve her
sağlık alanına ayakta tedavi
için hizmetler sunuldu.
Bugün Küba’da sağlık
hizmeti vatandaşlar için
bir hak, hükümet için bir
sorumluluktur.
Eczacılık:
Küba’da yaşanılan her türlü
zorluğa rağmen hükümet ilacı
ve biyoteknolojik araştırmaları
desteklemiştir. Küba’nın şu
an biyoteknoloji alanında
bu kadar iyi olmasının bir
sebebi ise ülkeye konulan
ambargodan dolayı, hükümetin ihtiyaç duyduğu malları kendi üretmesidir. Küba’da üretilen birçok aşı
ve ilaç arasında dünyanın ilk sentetik antijene sahip aşısı olan menenjit aşısı da bulunmaktadır. 1980’li
yıllarda bulunan bu aşı sayesinde 1300 civarındaki hasta sayısı şu an 100 civarında görülmektedir. Küba
1980’li yıllarda ihtiyaç duyduğu ürünlerin %83 ünü kendisi üretiyordu.
Eczaneler ise sağlık alanlarına ve nüfusa orantılı şekilde (her 7000 kişiye bir eczane) dağıtılıyordu. İlaçlar
genel anlamda reçeteye tabi ise de tropikal cilt uygulamaları, antibiyotikler, anti asitler ve vitaminler
reçetesiz verilebilen ilaçlar arasındaydı.
1991 yılında tıbbi bakımın kalitesini arttırabilmek için ulusal ilaç programı başlatıldı. 1994 yılında
programa uygun reçete yazım kuralları getirildi. Temel ilaç listesi yenilendi, 439 çeşit ilaç 343 e
düşürüldü.
Şu an Küba’da;
• Bireylerin organik ve psikolojik gereksinimleri sağlık bakanlığının hizmeti altındadır.
• Bütün nüfusa sağlık hizmetinin sunulması eşitlikçi sosyalist ideolojinin gereğidir.
• İlaçlar tıbbi malzemeler ve dişten alınan küçük ücretler dışında tedavi ücretsizdir.
• 120 aileye bir mini poliklinik (1 hekim, 1 hemşire, 1 sosyal çalışmacı)
• Her 7 bin kişiye bir eczane, her 25 bin kişiye bir belediye polikliniği, her 250 bin kişiye bir belediye
hastanesi, her bir milyon kişiye bir uzman hastane düşmektedir.
• Bütün okul öncesi çocuklara, gebelere, 65 yaş üstü çocuklara devlet günde 1 lt ücretsiz süt
dağıtmaktadır.
• Herkesin devletin eczanesinde ücretsiz olarak alabileceği ilaç karneleri vardır.
• Eczacılık 5 yıl ve eczacılar devlet memuru sayılıyor.
• Bir onkoloji köyleri var
• İlaçları kendi üretimleri olduğundan ilaç çeşidi oldukça sınırlı.
Küba belki ulusal gelir açısından bakıldığında çok gelişmiş bir ülke olmayabilir; ama şu da bir gerçek ki
sağlık alanında birçok gelişmiş ülkeyi arkasında bırakarak ilk sıralara yerleşmeyi başarmıştır.
Naciye ALTINBAŞ
28 İSGENÇİYARİ . 2016
MODERN ARAŞTIRMALARIN
ESKİ BULGUSU: OIL PULLING
Tam olarak Türkçe çevirisi bulunmamakla birlikte, Dr. Ender SARAÇ bu yöntemi yağ gargarası olarak
tanımlıyor. Birçok diş doktoru, herkesin ağız bakım rutininde mutlaka olmasını tavsiye ediyor. Rutin
olabilecek kadar basit bir yöntem, yararları ise basitliği kadar iddialı.
Sağlıklı yaşam temellerine dayanan ve bütünsel bir tıp sistemi olan “Ayurveda” da geçiyor bu yöntem.
“Yaşam bilgisi” anlamına gelen Ayurveda; kaynağını binlerce yıl öncesinden almış olup, asıl amacı
hastalık semptomlarını yok etmek değil de hastalıkların kaynağına inip nedenini bularak önleyici tedbirler
almaktır.
Ayurveda’nın temel metinlerinden biri olan Charaka Samhita’da oil pulling yönteminden şu şekilde
bahsedilmiş:“Çene kaslarının gücü, ses derinliği ve yüz sarkması açısından faydalıdır. Tat alma duyusunu
geliştirir ve yemekten alınan zevki artırır. Bunu uygulayan kişinin ne boğazında kuruluk olur, ne de
dudakları çatlar. Dişleri asla çürümez ve sağlam bir şekilde köklenir. Kişi hiçbir zaman diş ağrısı çekmez
ve ekşi bir şey yediğinde dişleri kamaşmaz; dişleri en sert yiyecekleri bile çiğneyebilir”.
Uygulamasına gelecek olursak, eczanelerde bulabileceğiniz soğuk pres bitkisel yağlardan 1 çorba kaşığı
alarak 10-20 dk süreyle (başlangıçta 10 dk ile başlayıp giderek arttırmak en doğru yöntem) ağızda tüm
diş yüzeyi ile temas edecek şekilde çalkalamak. Gece boyunca ağızda biriken bakteriler ve toksinler bu
yağda çözünerek yağı beyaz bir sıvı haline getirir. Bu işlemden sonra dişlerinizi fırçalayıp oldukça temiz
bir nefes alabilirsiniz.
DIKKAT! Boğazınıza kadar ilerletmemeye dikkat edin.
• Uygulamadan sonra dişlerinizi hafifçe fırçalamaya özen gösterin,
• Yüksek oranda Omega 6 içeren çünkü diş etleriniz normalden daha hassaslaşabilir.
bitkisel yağ, kanola, mısır özü gibi • Oil-pulling, yemek yedikten en az 4 saat, su içtikten 40 dk sonra
işlenmiş yağlardan kaçının. yapılmalıdır (Genellikle sabah uykudan kalkınca yapılır).
• Antibakteriyel özelliğinden • Yutma hissi gelirse kesinlikle yutmayın , durun ve bu hissin
dolayı susam yağı veya geçmesini bekleyin.
hindistancevizi yağı önerilir. • Gargara yaptığımız atık yağı çöp veya tuvalete dökmekte
• Aktif bir çalkalama söz yarar var, oda sıcaklığında katılaşabilen yağlar lavabo giderlerini
konusu, yorucu olduğu zaman tıkayabilir.
yavaşlayabilirsiniz.
Yararları ve olumlu etkisi olduğuhastalıklardan bahsedelim
Yayınlanmış klinik sonuçlara göre oil pulling; reflü tedavisinde, bazı
kadın hastalıklarında, cildin daha sağlıklı görünmesi ve yağ dengesinin
düzenlenmesinde, ağızdaki bakterilerin büyük bir kısmını öldürmede,
diş beyazlatmada, diş eti hastalıkları ve ağız kokusu gibi problemleri
ortadan kaldırmada, diş plaklarını azaltıp toksinleri atmada oldukça
etkili bir yöntem.
Yöntemi periyodik olarak uygulayanların çoğu(%93,4) ise baş ağrılarının
2-3 hafta içerisinde azaldığını, cilt problemlerinin çözülmeye
başladığını, diş taşlarının gözle görülür biçimde temizlendiğini, daha
beyaz dişlere ve temiz bir nefese sahip olduklarını bildirdi.
Son olarak değinmek istediğim nokta ise tedavinin ağız ve
diş sağlığınız için yapılması gereken diş tedavilerinin yerine
geçemeyeceğidir. İçerdiği maddelere karşı alerjisi olanlarınsa
doktorlarına danışarak hareket etmesi doğru olacaktır.
İrem ARAL
2016.İSGENÇİYARİ 29
Röportaj
Mustafa Anıl
YURTSEVER
Merhaba, öncelikle röportaj yapma teklifimizi kabul ettiğiniz
için komisyon adına teşekkür ediyorum. Okuyucularımıza
kendinizden, görevlerinizden bahsedebilir misiniz?
1992 Adana doğumluyum. Denizli Fen Lisesi’nden 2010’da
mezun olup 2011 yılında Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne
girişyaptım, Ağustos 2016’da mezun oldum. Üniversitedeki ilk yılımda aktif olarak TEBGK aktivitelerinde
yer aldım ve SEP (StudentExchange Programme) dahilinde çalıştım. 2012-2013 ve 2013-2014
dönemlerinde fakülte LEO(Local Exchange Officer)’luğugörevinde bulundum. TEBGK Uluslararası İlişkiler
ve Öğrenci Değişim sorumlusuydum.
SEP bildiğimiz üzere IPSF (International PharmaceuticalStudents’ Federation)’nin bünyesi altında
bulunan bir program. Peki IPSF nedir, kimlerden oluşur, bizim için anlam ve önemi nedir?
IPSF 1949 yılında 8 kurucu ülkenin katılımıyla İngiltere’de kurulmuştur. Türkçe’si “Uluslararası Eczacılık
Öğrencileri Federasyonu”. Şu an 82 ülkeden 150’ye yakın federasyon IPSF’ye üye durumunda.
Üyelik 3 şekilde oluyor:
1. Tam Üyelik: Ülkedeki çoğu eczacılık öğrencilerini temsil eden organizasyonların ardından kazanılıyor.
TEBGK tam üye olup tüm üyelik ayrıcalıklarına/haklarına sahip.
2.Katılımcı Üyeler: Eczacılık öğrencilerini temsil eden fakülte bazlı veya bölgesel bir kuruluş, IUPSAInt
gibi, oturumlara katılma hakkına sahipler.
3. Bireysel Üyeler: Herhangi
bir federasyona aday olmadan
programlar ve etkinliklerden
faydalanmak için bireysel üye
olunabiliyor.IPSF 5000’e yakın
eczacılık öğrencisine değişim fırsatı
sunuyor, bunun yanında farkındalık
kampanyaları ve
her yıl da dünyanın çeşitli
ülkelerinde kongreler düzenliyor.
TEBGK bu kongrelere aktif katılım
gösterip oy kullanma hakkına
da sahip. Tüm eczacılık fakültesi
öğrencilerin uluslararası arenada
temsil hakkı TEBGK’yaait.
SEP, yani Student Exchange
Programme, Türkçe’ye
çevrildiğinde konuyla ilgili ipuçları veriyor. Peki bu program ne zaman, nasıl ve ne amaçla kuruldu?
SEP’in resmi olarak işleyişi 2000 yılında başlamış olup, TEBGK 2010 yılından bu yana aktif olarak bu
programa katılım sağlıyor. Amacı dört bir yanından eczacılık öğrencileri arasında kültürel işbirliğini
sağlamak, çeşitli yerlerdeki öğrenciler arasındaki mesleki bilgi ve deneyimleri paylaşmak, aynı zamanda
gittiğimiz ülkelerdeki eczacılık sistemleri hakkında ipuçları almak ve burada ağırladığımız öğrencilere
kendi sistemimiz hakkında bilgiler vermek.
30 İSGENÇİYARİ . 2016
Programın şimdiye kadar öğrencilere kattığı kazanımları nelerdir, gelecekte nasıl bir rol oynamasını
bekliyorsunuz?
Programın ilk zamanlarında 20 öğrenci ağırlayıp 30 öğrenci alırken, son dönemlerde 60-70lere çıktık.
SEP sayesinde tanıştığınız insanlarla ileride ortak projelerde yer almak oldukça avantajlı oluyor.2014’te
Porto’da 2015’te Hayderabat’ta gittiğimiz kongrelerde böyle ikili ilişkiler kuruldu. Sonraki komisyonların sıkı
çalışmalarına bağlı olarak bu rakamları 120’lere çıkarma şansı var. Bunun yanında dünya kongrelerinden
birinin Türkiye’de yapılması neden olmasın?
Peki bu iki kurum arasındaki anlaşmanın esasları nelerdir? SEP için özellikle aranan özellikler
vebelirlenen şartlar nelerdir?
TEBGK tam üye olduğu için IPSF organizasyonlarında birinci elden katılma hakkına sahip. Her fakültede
LEO’muz (Local Exchange Officer) var, bu arkadaşlara her yıl eğitim veriliyor. SEP tanıtım kılavuzu var, her
LEO’ya yapması gerekenleri tanıtılıyor. Bu tanıtım sunumlarının içinde de başvuru şartları açıkça belirtiliyor.
Ayrıca IPSF de üst sınıflara ayrıcalık verilmesi isteniyor, örneğin 5. sınıftaki bir arkadaşın başka bir şansı
olmuyor, önceki koşulların da sağlanması şartıyla daha öncelikli oluyorlar.
Bahsettiğimiz üzere TEBGK aracılığıyla başvuru yapabiliyorduk. Peki kim, ne zaman, nasıl başvuru
yapabilir, olumlu sonuç alabilmek için nelere dikkat edilmeli?
Kış ve yaz versiyonları var. Genel itibariyle değişimler Haziran ile Ağustos ayları arasında oluyor. Başvurular
Kasım’da başlıyor, fakültelerde ön değerlendirmeler oluyor, sonra SEO’ya gidiyor başvurular, o da
fakültelerden gelen listeden (Her fakültenin belirli kontenjanı var) elemeleri yapıyor ve gidecek arkadaşları
belirliyor. Ocak ayı içinde asıl listeler belli olur, Şubat’tan Mayıs’a kadar ise ekstra kontenjanlar açılabilir
duruma göre.
Olumlu cevabı aldığımızı varsayarsak; bundan sonraki süreç nasıl işliyor? Başvurudan sonraki hangi
dönemde staja gidebiliyor, en az/çok ne kadar süre staj yapılabiliyor?
Genel itibariyle 2 hafta-1 ay arası oluyor
stajlar.Kişinin 3 tercih hakkı oluyor başvuru
yaparken, orada zaten istediği alanı, ülkeyi
belirlemek zorunda. Doğru tercihi yapmak
yerleştirilme ihtimalini arttırıyor. Vize ve
oturma izni/sigorta konusunda ise davet
mektubu alıyorlar, oradaki konsoloslukla
konuşuluyor, kolaylıklar sağlanıyor. 1 aydan az
kalınacağı için sigorta yaptırma zorunluluğu
olmuyor, ama uzun kalınacak dönemde karşı
ülkenin SEO’su bu konuda yardımcı oluyor.
Belki de en önemli ve merak edilen soru bu.
Hangi alanlarda staj yapabiliyor ve bu staj
yerlerini kim,nasıl ayarlıyor? Bu esnada
ücrete tabii miyiz ve gideceğimiz şehirde
nerede konaklayabiliyoruz?Kurumların bu
süreçlerde ne gibi yardımları oluyor?
2 seçenek veriliyor. Örneğin hastane ve firmayı seçtiniz, bunlar olmazsa eğer diğer stajları da kabul eder
misiniz diye bir soru kutucuğu var. Onu da işaretlerseniz bu iki alan ayarlanamazsa onların bulacağı
başka bir yeri kabul edebilirsiniz, ama genel olarak öğrencilerin istedikleri staj alanını ayarlıyorlar.
Türkiye’de örneğin;hastane eczacılığı, üniversitede araştırma grubu, eczane ve endüstri alanlarında staj
yapabiliyorlar. Diğer ülkelerde ayrıca ecza deposu, özel veya devlet sağlık merkezleri ve klinik eczacılık
alanları da imkanlar dahilinde. Her ülkenin kabul edeceği alanlar ve bunların kontenjanları farklı oluyor, Çek
Cumhuriyeti endüstride 5 kontenjan açmışlarsa örneğin, gelen başvurular arasından CV’lere göre seçiyorlar.
Staj esnasında ücret alımı olmuyor, bazı ülkelerde veya şehirlerde konaklama için ücretlendirmeler
olabiliyor,olursa da günde 2-3 euroya,cüzi miktarlarda konaklama imkanı sağlanıyor. Konaklamayı gittiğimiz
2016.İSGENÇİYARİ 31
ülkenin SEO’su ayarlıyor, ayrıca orada ücretsiz geziler de düzenlenebiliyor.
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak kritik ve önemli bir soru daha sormak istiyorum. Yurtdışına
gittik,başarıyla stajı tamamladık, Türkiye’ye döndüğümüzde bizi hangi süreçler bekliyor? Yaptığımız
staj okulların staj birimleri tarafından kabul görüyor mu? Bunun şartları ve esasları nelerdir?
Türkiye’de yapılan stajlarda belli bir sigorta işlemi oluyor, yurtdışında bu olmadığı için bazı okullar bunu
kabul etmiyor olabilir. Programı bitirdiğinizde IPSF tarafından bir sertifika veriliyor süreci başarıyla
tamamlamış olduğunuza dair, eğer bunu kurumunuza kabul ettirebilirseniz olabilir(Zorunlu staj olarak),
öğrenci ve fakültelerin arasında kalan bir durum.
Peki siz kaç yıl bu görevi yürüttünüz? Değişim programını kendiniz tecrübe ettiniz mi? Eğer
evetse,buradan adaylara neler
söylemek/tavsiye etmek
istersiniz ?
2012-2014 arası fakülte
LEO, 2014’ten 2016’ya
kadar ise SEO olarak
görevimi yürüttüm. Kendim
kabul edilmeme rağmen o
dönemlerde Türkiye’de başka
işlerim ve görevlerim olduğu
için gidemedim. TEBGK
aktivitelerinin tamamını takip
edin, fakültenizdeki LEO ile
iletişime geçip onların ekibinde
olmaya, etkinliklere katılmaya
özen gösterin; ne kadar emek o kadar avantaj.İngilizce veya varsa başka yabancı diller çok önemli,
öğrenmeye ve yeniliklere açık olun.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Eczacılık Fakültesi’ne isteyerek ve bilerek geldim, 1. sınıfın başından itibaren mesleki örgüt ve kuruluşlara
üye oldum, aktif olarak çalışmalarında yer aldım. Türkiye’deki 54 eczacı odası başkanıyla ve TEB
yöneticileriyle birebir sohbetimiz olmuştur. Onlar sayesinde oradaki işleyişi gördüm. İlerde çalışmak
istediğiniz her alanda bilgi ve birikim elde edilebiliyor; bir sürü eczane eczacısı, yönetici, sanayici tanıyor
ve onların tecrübelerinden faydalanma imkanına sahip oluyorsunuz. Kongre gibi organizasyonlar
düzenlediğimizde buralara çağırdığımız çeşitli alanlardaki eczacılardan aldığımız bilgilerle kariyerimize
daha değişik yön vermeimkanımız oluyor. Örneğin, ben fakülteye
girdiğimde eczane eczacılığını hiç düşünmüyordum, ama bu işlere
girdikten sonra kariyer planlamamı eczane eczacılığı üzerinde
yaptım. Gönüllü işlerde çalışmak, sosyal aktivitelerde yar
alıp sosyal sorumluluk bilinci kazanmak, gelecekte sizi daha
iyi bir insan, bir meslektaş yapma konusunda çok önemli bir
faktör. Geçmişten bir not daha verelim, geçen yıl Kasım ayında
Ermenek’te kütüphane kurduk biz TEBGK olarak. Yaklaşık 8000
tane kitabı tek tek açıp, kontrol edip ,kolileyip oraya gönderdik.
Onların yüzlerindeki mutluluğu görmek yaptığınız birçok şeye
bedel. Bu konu hakkında bilgi aktarmama aracı olduğunuz için
öğrenci komisyonuna ayrıca teşekkürler, iyi çalışmalar.
Mirsad İBRAİMİ
32 İSGENÇİYARİ . 2016
HASTANE ECZACILIĞI
5 yıllık eczacılık eğitim sürecimizi tamamladıktan sonra, sıra çalışma hayatımıza atılmaya geliyor. Okulu
bitirmek belli başlı şeylere dayanırken, yönümüzü belirleyip iş hayatına atılmak bizi zorlayabiliyor. Sadece
serbest eczacılık yaptığımız yanılgısının aksine eczacılık çok geniş yelpazeye sahiptir. Bazılarımız bu
alanları yakından takip edip ona göre yönünü belirlerken; diğerleri kulaktan dolma bilgilerle ya da bazı
yönlendirmelerle yolunu buluyor. Bizler de bu sayımızda hastane eczacılığını ele aldık ve sizlere sunduk.
Bu dalı daha yakından tanımak, tanıtmak üzere Yunus Emre Devlet Hastanesi’ni ziyaret edip eczacılarla
buluştuk.
Eczacı Ömer Faruk Karaca ile sohbet etme şansı elde ediyoruz. Aslen Hataylı olan, 2007 yılında Ankara
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olan eczacımız; hastane eczacılığına ilk olarak Gaziantep’te
25 Aralık Devlet Hastanesi’nde başlıyor. Orada 2 yıl görev yaptıktan sonra Eskişehir Yunus Emre Devlet
Hastanesi’nde eczacılığını sürdüryor. Eczacılığı neden seçtiğini sorduğumuzda; 8 yaşından beri hayalinin
eczacılık olduğunu söylüyor, bunu ise komşuları olan ve çok sevilen bir eczacı abisini gözlemleme şansına
bağlıyor. Mahalle içerisinde saygı duyulması, sevilmesi, her şeyin ona danışılması onu bu mesleğe
yöneltmiş. Ve tekrar seçme şansı olsa yine bu mesleği seçeceğini belirtmeden geçmiyor. Üniversite
hayatında da arkadaşları tarafından iyi bir Bize hastane eczacılığını tanımlamasını istediğimizde ise:
öğrenci olarak nitelendirildiğini, derslerini “Hastaneye bağlı acillere, yoğun bakımlara, ameliyathanelere,
sevdiğini ve özellikle laboratuvar servislere ve polikliniklere ilacın temininden, stoklarının
derslerinden çok zevk aldığını söylüyor. yönetiminden; tedavi sürecindeki diğer ilaçlarla
“Peki neden hastane eczacılığı?” geçimsizliklerini, ilaç-besin etkileşimlerini, doz ayarlamalarını,
sorusunu ise “Okul arkadaşlarım
arasında hastane eczacılığı yapacak
son kişiydim. Bu yüzden biraz
tesadüfen başladım diyebilirim. Eczane
açma arifesinde, gelirse belki giderim
dediğim sırada atamam oldu. Ardından
ilk görev yerim Gaziantep’e gittim,
sonra çok memnun kaldığım için devam
etme kararı aldım.” diye yanıtlıyor
eczacımız.
2016.İSGENÇİYARİ 33
mevcut veya potansiyel alerji tepkimeleri yaratabilecek durumları kontrol etmekten ve bunları
raporlamaktan yükümlüyüz. Ayrıca ilaçla ilgili doktorlara ve hemşirelere ilaç danışmanlığı yapmaktayız.
Bazı hastanelerde ilaca ek olarak tıbbi sarfiyatla da ilgilenilmektedir.
Merak ettiğimiz “Hastane eczacısı majistral ilaç yapar mı?” sorusunu da bizim için aydınlatıyor Ömer
Bey. Hastanelerinde ilaç yapmadıklarını fakat hastalara göre dozlarını düzenledikleri söylüyor. Fakat
farklı branşlarda özelleşmiş hastanelerimizde çeşitli görevler yürütüldüğünü ekliyor. Örneğin, TPN
solüsyonlarının, kemoterapi ilaçlarının, hastane formülerinin hazırlanması, majistral ilaç hazırlanması,
ilaç grupları için verilerin toplanması, değerlendirilmesi ve raporlanması gibi işlemler yapılmaktadır.
Hastanelerine bağlı toplam kadrolu 19 eczacılarının olduğunu ancak hepsinin orada bulunmadığını
başka hastanelere ve bölümlere dağıldığını ve farklı şekilde görevlendirildiklerini söylüyor. Alımların
sınavsız, kura usulü ile gerçekleştiğini belirtiyor fakat hastane eczacılığına yönelik bir sınava tabii
tutulmanın gerekliliğini savunuyor. Bu sınavın; eczacının mesleki bilgisini ölçen parametrelere
dayandırılması gerektiğini, çünkü deneyim ve donanım gerektiren bir iş olduğunu vurguluyor.
Hastane eczacılarının hangi bölümlere yönelebildiği
ve görevlerinin ne olduğunu sorduğumuzda ise: “Örnek
olarak, ameliyathane eczacılığı, kemoterapi eczacılığı,
depo eczacılığı, servis eczacılığı gibi alanlar, ve bunların
ilaçlarıyla alakalı daha özelleşmiş bölümler verilebilir. TPN
(Total Parenteral Nütrisyon) ünitesi olan hastanelerde
bu üniteden sorumlu eczacılar oluyor. Klinik eczacılık
uygulamasına geçilirse şayet, servislerden sorumlu, ilaçları
takip eden, ilaçları yerinde inceleyecek, ilacın hastaya
ulaşma sürecinde daha da aktif rol alacak eczacılar olacak.”
Ve yeni mezun arkadaşlara da mesleki olarak çok şey
katacağına inandığı bir alan olan hastane eczacılığını
tavsiye ediyor. Mesleki tatmini sağlayacağımızı söylüyor
ve tüm eczacı adaylarına hayatlarında başarılar diliyor. Biz
de çalışma ortamlarını gezip, bu keyifli sohbet ve bizi ağırladıkları için teşekkür ediyoruz. Umarız eczacı
adayı arkadaşlarımızın hastane eczacılığı hakkında fikir sahibi olmalarına katkıda bulunabilmişizdir.
Tuğba YALVAÇ
34 İSGENÇİYARİ . 2016
TEDAVISI OLMAYAN HASTALIKLAR
MOEBIUS SENDROMU
Yüzde görülen felç ile ilişkilendirilen Moebius sendromu,
çok nadir görülen genetik bir hastalıktır. Hastaların
gözlerini kapatamadığı, yanlara bakamadığı ve yüz
mimiklerini oluşturamadığı bilinmektedir. Biraz daha
bilimsel açıklarsak; 7. kranial sinir çekirdeğinin yokluğu
veya hipoplazisi sonucu oluşan simetrik fasiyal paralizidir.
6. sinir paralizisi buna eşlik eder. Bu nedenle doğuştan iki
taraflı fasiyal paralizi, göz sinirlerinde paralizi ile birlikte
horizontal bakışta kısıtlılık, ağız-yüz anomalileri ve kas-
iskelet sistem anomalileri ile belirgin ilerleyici olmayan bir
hastalıktır. Aynı zamanda hastalarda eksik parmak gibi
organ anormallikleri de görülebilir.
Moebius Sendromu Vakfı’na göre hastaların çoğunda, aile geçmişinde bu hastalık görülmemektedir.
Hastalar sağlıklı ve normal bir hayat sürebilmektedir. Aile bireyleri genelde vücut dili öğrenerek iletişim
kurarlar. Hastalığı ilk defa 1888 yılında Paul Julius Möbius isimli bir nörolog ortaya çıkarmıştır.
TOURETTE SENDROMU
Tekrar tekrar meydana gelen istemsiz, hızlı, ani hareketler veya sesler içeren tiklerle karakterize
edilen nörolojik/nörokimyasal kalıtsal bir rahatsızlıktır. İnsanların içinden geleni istemsiz olarak dışarı
vurmasıdır.
Tourette Sendromu, önceleri genellikle müstehcen veya küfürlü sözlerin uygun olmayan ortamlarda
söylenmesi ile karakterize edilen oldukça nadir ve garip bir sendrom olarak düşünülmüştür. Ancak,
bu belirtiler Tourette Sendromu’na sahip küçük bir azınlıkta görülmektedir. Tourette Sendromu,
günümüzde nadir bir sendrom olarak düşünülmemekle beraber çoğu durumda hafif tabir edilebilecek
tikler görüldüğünden doğru tanı yapılamamaktadır. Görülme sıklığı 10.000’de 4-5’tir. Çok rastlanan tikler
arasında göz kırpma, öksürme, boğaz temizleme, burun çekme, hayvan sesleri çıkarma gibi motor ve
vokal tikler vardır. Tourette Sendromu’na sahip kişiler, normal bir zekâya ve yaşam süresine sahiptirler.
Çoğu çocukta tiklerin şiddeti ergenlikten sonra azalmaktadır ve yetişkinlikte şiddetli görüldüğü durumlar
oldukça nadirdir.
PATLAYAN KAFA SENDROMU
Uyku-uyanıklık geçişleri sırasında kişinin
kafasının içinde yüksek sesli bir patlama ya da
patlayıcı bir gürültü hissi yaşadığı nadir bir uyku
bozukluğudur.
Bir parasomni olarak sınıflandırılmış olan
“Patlayan Kafa Sendromu” ilk olarak 1920
yılında Robert Armstrong-Jones adlı Galli bir
doktor ve psikiyatrist tarafından tanımlanmıştır.
Ancak, bu terim John M.S. Pearce adlı bir İngiliz
nörolog tarafından 1989 yılında icat edilmiştir.
Bu sendromdan etkilenen kişiler genellikle
bu tür bireylerin uyanmasına neden olan,
kafalarının içinde bir patlama veya silah sesine benzeyen yüksek seslerden şikayetçidir. Bu olay gece
terörü, kabuslar veya hipnik kasılmalar ile karıştırılmamalıdır. Bu durum göründüğü kadar ciddi değildir,
2016.İSGENÇİYARİ 35
herhangi bir fiziksel zarar vermez buna rağmen kişinin uykusunu bozabilir. Bazı durumlarda, etkilenen
birey uyandığında yoğun korku ve kaygı yaşayabilir.
Patlayan kafa sendromunun nedeni tam olarak bilinmese de uzmanlar yaşanılan stresin patlayan kafa
sendromunun meydana gelmesinde etkili olduğunu belirtiyor. Patlayan kafa sendromunun tedavisi
için geliştirilmiş olan net bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Bu sorunun ortadan kaldırılabilmesi
için öncelikli olarak patlayan kafa sendromunu neyin tetiklediği tespit edilmelidir. Daha sonrasında kişi
rahatsızlığını tetikleyen durumlardan uzaklaştırılarak hastalığın tedavisi gerçekleştirilir. Patlayan kafa
sendromu aşırı derecede ilerlemiş olan kişilere çeşitli antidepresan ilaç grubuna mensup ilaçların verildiği
ve bu sayede kişinin patlayan kafa sendromu ataklarının ciddi oranda azaldığı bilinmektedir.
ARJIRI: MAVI DERI HASTALIĞI
Arjiri, mavi ve mor renginin dışında
kül grisi tonlarında da belirmiş
semptom vermektedir. Çoğunlukla
fotoğrafçılık mesleği ile uğraşanların
maruz kalacağı rahatsızlık, gümüş
bileşenlerden oluşmuş olan tıbbi
ilaçların yan tesiri ile ve uzun süre
gümüş takı kullanan kişilerde ortaya
çıkabiliyor. Yüzde, ellerde, eklemlerin
kıvrım olan bölümlerinde birikmiş
olan bu renk tonları, iç organlarda da
görülebilmektedir. Gümüş elementi
ile içli dışlı olanlar, yüksek derecede güneşe maruz kalırlar, tıpkı gümüş gibi kararmaya başlarlar ve ten
renkleri mavi, gri ve mor tonlarını almaya başlar. Organlara herhangi bir zararı görülmeyen hastalık,
çoğunlukla fiziksel olarak fark edilir. Nitekim ten rengi değiştikçe, hasta psikolojik olarak kendini rahatsız
hisseder; toplumdan uzaklaşır. Net bir tedavisi henüz bulunamamıştır.
2008 yılında 40 yaşındaki Paul Karason, bir hastalığını yatıştırmak amacıyla kullandığı ilacın yüksek
miktarda gümüş elementi içermesiyle bu hastalıkla tanışmıştır.
ENSEFALIT LETHARGICA (LETARJIK UYKU):
YILLARCA UYUMA SENDROMU
Kasların tam olarak gevşeyip durmasıyla yaşanan letarji, uykuya benzer derin bir uyuşukluk hali olup,
patolojik seyir gösteren ve incelenmesi gereken uykudur.
Letarjik uyku, günlerce bazen de yıllarca sürerken; genelde kişinin yaşadığı şok, stres, zehirlenme,
bayılma gibi durumlarda görülmektedir. Kişi uykuya dalıp 20 yıl uyanmayabilirken bu uyuşukluk durumu
yaşlanma mekanizmasını da zayıflatmaktadır. Uyanıldığında yaşama kalınan yerden devam edilirken,
20 yıllık letarjik uykudan uyanınca -yaklaşık- 3 yıl sonra biyolojik yaşa gelinebilmektedir. Letarjik
uykuda etrafta olan ve bitenin zaman zaman duyulabildiği bilinirken, koma ya da bitkisel yaşamla da
karıştırıldığı da görülmektedir. Fakat letarjide şuur tam olarak kaybolmamakla birlikte, derinlik ve dış
dünyaya karşı tepkisiz bir durum vardır. Bu durum uyuşukluk haliyle tanımlanırken bir çeşit beyin dokusu
iltihabına da bağlanmıştır. Çünkü I. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da virüs yoluyla yayılan ensefalit
binlerce insanı etkilemiş ve kısa süreli letarjik uykuya sebep olmuştur. İngiltere’de en küçük kalp atışını
duyabilecek bir cihaz geliştirilmiş ve bir kadın böylelikle yaşam dönmüştür. Letarjik uykunun bilimsel
olarak açıklanamayan noktaları da bulunurken uyanınca normal yaşama dönmek, yaşlanmamak, her şeyi
hatırlamak, beyin fonksiyonlarının bozulmaması en sık sorulan sorulardandır.
Duygu ÇAVUŞ
36 İSGENÇİYARİ . 2016
BİR HASTALIĞIN MUTLAK ÇÖZÜMÜ
VAR MIDIR YOKSA TEK ÇEŞİT TEDAVİ
YETERLİ MİDİR?
İ zlediğim bir video beni Çin bir diyeti, kung-fu egzersizlerini yoluyla öğrenmemiştir, çünkü
tıbbı üzerine araştırma ve özel nefes tekniklerini içerir.
yapmaya ve bu mucize 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın bir bedeni keserek açmanın
denebilecek sistemin nasıl başlarında, Çin’in Batı’ya
gerçekleştiğini, nasıl ilkelere açılması Şangay’da ve diğer atalarına saygısızlık olacağına
dayandığını ve batı ile farklarının büyük şehirlerde Batı stili tıp
ne olduğunu öğrenmeye okullarının kurulmasına ve iki inanırlar. Bunun yerine majör
götürdü. Öncelikle Çin tıbbı tıp geleneği arasında rekabetin
tarihinden ve gelişiminden söz gelişmesine yol açtı. Çağdaş organların konumlarını ve
etmek gerekir. Geleneksel Çin Çin’de, hem geleneksel hem
tıbbı, 2000 yaşından büyüktür. de batı tıbbı bir arada yan yana işlevlerini, asırlar süren
Bugün; Çin, Tibet, Vietnam, uygulanmaktadır. Çinli bir doktor:
Kore ve Japonya’yı içine alan ’’Çin tıbbı ana tedavidir, Batı gözlemleriyle saptama ve daha
Doğu Asya civarında ortaya tıbbı bunun tamamlayıcısıdır.
çıkmıştır. Kabile şamanları Biz bunun ikisine de sahip sonra bu organları Yin, Yang,
ve Çin dağlarında münzeviler olduğumuz için şanslıyız.’’ diyor.
olarak yaşamış olan kutsal Çin tıbbı Çin felsefesi ile ayrılmaz Çi ve Beş Element ilkeleriyle
insanlar, M.Ö. 3500 kadar eski bir bütündür. Bu sistemi
tarihlerde “Uzun Yaşam Yolu” anlamak için felsefesini ve bazı ilişkilendirme biçiminde bir
denilen yöntemi uygulamıştır. terimleri anlamamız gerekiyor.
Bu yöntem ortalama yaşam Geleneksel Çin hekimleri, insan anlayış geliştirmişlerdir.
süresini ve zindeliği iyileştirdiği vücudunun yapısını diseksiyon
düşünülen şifalı otlara dayanan (dokuların kesilerek ayrılması) Geleneksel Çin Tıbbı’nda Beş
Element teorisi kadar Yin-Yang
karşıt kutupluluğunu anlamak
da önemlidir. Her şeyin birbirini
tamamlayan bu iki karşıt
kutuptan oluştuğu kabul edilir.
Eski bir Çin tıp kitabında “Yin
ve yang’ı anladığınızda tüm
evreni ellerinizde tutabilirsiniz.”
denmektedir. Bu iki evrensel
enerji doğada olduğu kadar
bedenlerim20iz1d6e. de sağlıklı 37
İSGENÇİYARİ
olma durumunda dengeli bir Bu, meridyenlerin yaşam enerjisi uygulamasını ifade eder.
şekilde yer almaktadır. Normal için kanal ya da yol olarak Moksibüsyonun vücuda sıcak
sağlıklı koşullarda Yin ve sayıldığı görüşüne dayanır. ve besleyici Çi gönderdiği
Yang’ın birbirleriyle ayrılmayan, Hastalıklar meridyenlerin düşünülür. Burun kanamaları,
uyumlu bir ilişki içinde olduğu tıkanıklığı olarak görülür; bu kas çekilmeleri, kabakulak, artrit
kabul edildiğinden herhangi yüzden akupunktur kas ve cilt ve vajinal kanama da dahil birkaç
birisinde çıkacak bir problemin problemleri kadar iç organlarla farklı hastalığın tedavisinde
karşıt kutbu da etkileyeceği ilişkili bozuklukların tedavisinde kullanılır.
varsayılmaktadır. Örneğin safra de kullanılabilir. İğnelerin Batı’nın metafizik bir bilim
kesesinde çıkacak bir dengesizlik meridyenler üzerinde spesifik olarak değerlendirdiği, bizim için
er ya da geç eş organı olan noktalara batırılmasının Çi mucize gibi gözüken Çigong’a
karaciğeri etkileyecektir ve tıkanıklığını açtığı düşünülür. da değinmemiz lazım. Bu bir
bunun tersine karaciğerdeki Videolar, Çin’deki akapunktur bilim mi yoksa bir sanat mı?
bir problem de safra kesesini kliniklerinde kapıların hiç Çi ‘’yaşam enerjisi’’, Gong ise
etkileyecektir. kapanmadığını, özel alanın “çalışmak” veya “azim ve pratik
Geleneksel Çin Tıbbı’nın da olmadığını gösteriyor. sonucu elde edilen faydalar”
eşsiz bir özelliği de meridyen Aynı anda 10 hastaya da demektir. Çigong bir sanattır;
sistemidir. Çinli hekimler bakılabiliyor. Tedaviye bir örnek çünkü duruş, hareket ve nefes
vücudun meridyenler denilen gösterirsek, kaza geçirip 2 ay alma tekniklerinin kusursuz bir
ve çeşitli organları birbirine komada kalan bir çocuğun kombinasyonudur ve düzenli
bağlayan, dengeleyen bir enerji yürüme ve konuşma yeteneğini pratik yapmayla elde edilen bir
yolu ile düzenlendiğine inanır. kaybetmesi Çi’nin düşmesine beceridir. Çigong aynı zamanda
Meridyenler; kişiyi çevresi ve bağlanıyor ve akapunktur ile da bir bilimdir, çünkü asırlardan
evren ile bağlar; organlardaki yeniden hareketlendirilmesi, beri uygulanan, test edilip
yin ve yang prensipleri ile Beş vücuda yayılması sağlanıyor. onaylanmış bir metottur. Batı
Madde’yi uyumlu hale getirir, Doktor yaklaşık 10 seanstan biliminin standartlarına göre de
Çi’yi vücuda dağıtır. Çi ‘’yaşam sonra çocuğun yürüme ve ölçülebilir, istatistikleri tutulabilir,
enerjisi’’ demektir. Dünyanın konuşma yeteneğinin geri çoğaltılabilir ve birden fazla
kendisi bile hareket eden, geleceğini söylüyor. Depresyon örnek üzerinde uygulanabilir.
değişime uğrayan, nefes alan da akapunkturla tedavi ediliyor, Batı daha çok etki-tepki, neden-
ve Çi ile hayat bulan bir canlıdır. hatta en büyük klinik bunun için sonuç prensibiyle ilgilenir. Doğu
İnsanlar, doğanın bir parçası kullanılıyor. Günde en az 100 ise sonuçlara bakar. Örneğin,
olarak dünyanın geri kalanı ile hasta tedavi ediliyor. bilardo toplarını düşünün. Batı
birlikte Çi’yi paylaşır. Çi tıkanıklığını açmaya bilimi, A topu B topuna çarpar,
Akapunktur, meridyen teorisi yarayan başka bir yol da B topu hareket kazanır der.
üzerine kuruludur. Akupunktur, moksibüsyondur. Moksibüsyon, Doğu tıbbı ise topların birbirine
muhtemelen Batılıların en iyi hastanın cildi üstündeki çarpmasını zincirleme bir
bildiği tedavi biçimidir. Genellikle yaşamsal noktalarda moksa reaksiyon olarak görür, olayları
ağrıları yatıştırmak için kullanılır denilen pelinotu bitkisinden elde birbirinden ayırmaz, çünkü
ancak geleneksel Çin tıbbında edilen tütsünün yakılmasıyla evrende her şey birbirine bağlıdır.
daha geniş uygulamaları vardır.
38 İSGENÇİYARİ . 2016
Farklı neden ve sonuçlar
zihnin yarattığı illuzyonlardır.
Çigong uzmanlarına
göre, yaşam; değişim ve
ilişkilerden ibarettir. Bu
yüzden toplara yaklaşımı:
“Nasıl hareket ettiklerini
boşver, 8 topu da deliklere
sokmaya çalış yeter.”
şeklindedir.Çigong kalp
hastalıklarından kansere
kadar ciddi hastalıklarda
bile etkili olmaktadır. Yine
izlediğim bir videoda, Çigong
yöntemiyle mesanede
bulunan tümörü yaklaşık 3
dakika içerisinde yok edilişi
gösteriliyor. Biz, yani Batı
tıbbı; buna mucize demekten
başka bir şey yapamıyoruz.
Çünkü duygunun her şeyle bağlantılı olduğunu ve hisle ilgili dili anlayamıyoruz.
Çin’deki eczanelerde, her bir hasta için el terazisiyle dozajı ayarlanan bitkilerden karışım oluşturuluyor
ve ilaç yapılıyor. Bu ilaçlar bitki çayı şeklinde içiliyor. Reçeteler genellikle haftalık veriliyor, sonrasında
duruma göre yeni reçeteler düzenleniyor. Hayvansal kökenli ilaç maddeleri de mevcut. Örneğin: yılan
kaşıntıya iyi geliyor, denizatı cinsel istek arttırıcı, kaplumbağa karnı ise yaşlılık karşıtı olarak kullanılıyor.
Eczanelerin üst katında geleneksel tıp eğitimi almış eczacılar hastalarla bir araya geliyor. Nabzına, dilinin
görünüşüne ve genel haline bakarak hastalık nedenine ulaşılıyor (28 nabız çeşidi biliniyor).Her hastaya
özel ilgi ve bireysel yaklaşım söz konusu. Örneğin bir
hasta diyareşikayetiyle doktora geliyor, doktor sindirim
sisteminin akciğer ile yakından bağlantılı olduğunu,
ciğerin güçlenmesi için reçetedeki çayı içtiği takdirde
bağırsaklarının da düzeleceğini söylüyor.
Batı tıbbı, görülen semptomları ortadan kaldırmaya İzgi BAYRAKTAR
yönelik direk metotlar uygular; “Eğer başın ağrıyorsa
başını tedavi edelim; eğer ayağın ağrıyorsa ayağını
tedavi edelim.” şeklinde. Çin tıbbı ise insan vücudunu
bir bütün olarak ele alarak diyalektik analizler yapar
ve tedavi yöntemi bütünseldir. Dolayısıyla Çin tıbbı bu
bütünsel yaklaşımı ile muhteşem bir tedavi yöntemi
sunarak çok daha karmaşık hastalıklar olan kanser,
AIDS ve Alzheimer’ı bile tedavi edebilmektedir. Yazıyı
Çin’de halk arasındaki ironik bir deyişle sonlandırmak
istiyorum:
“Batı tıbbında tedavi arayanlar çoğu zaman
hayatlarını kaybederler, sebebini tam olarak
bilerek; Çin tıbbında tedavi arayanlar ise çoğu
zaman yaşarlar, sebebini tam olarak bilmeyerek...”
2016.İSGENÇİYARİ 39
LSD’NİN KISA TARİHİ
“Sandoz Pharmaceutical”da çalışan kimyacı Albert Hofmann 1938 yılında Basel’de kan uyarıcı ilaçlar
üzerine araştırma yaparken ilk defa LSD’yi sentezledi. Her ne kadar halüsinojenik etkileri 1943’e kadar
bilinmese de Hofmann tesadüfen LSD kullanmıştı, sonraları ise 25 mikrogramlık oral dozun (birkaç tuz
tanesine ağırlık olarak eşit) kuvvetli halüsinasyonlara yol açabileceği keşfedilmişti.
Beyindeki kimyasal varlığına ve bazı psikoz hallerinin
efektlerine olan benzerliğinden dolayı, LSD psikiyatristler
tarafından 1940-50 ve 60’larda deneylerde kullanılmıştır.
Medikal kullanımına dair buluşların gerçekleşmediği sürede,
Sandoz tarafından deneyler için tedarik edilen numuneler bu
maddenin geniş kullanımı için açık olarak dağıtıldı.
LSD, psikolog Timothy Leary gibi Amerikan öğrencilerini
“heyecanlan,kavra,bırak” sloganıyla teşvik eden kişiler
tarafından 1960’larda popüler olmuştu. Bu hareket madde
bağımlılığı karşı kültürünü oluşturmuş ve bu maddeyi
Amerika’dan Birleşik Krallık’a, tüm Avrupa’ya yaymıştır. Bugün bile, Birleşik Krallık’taki LSD kullanımı
dünyanın diğer bölgelerine kıyasla ciddi derecede daha yüksektir.
Psikiyatrik beyin-kontrolü programlarının, LSD ve diğer halüsinojenlere odaklanması bağımlı bir nesil
yarattı. 60’lı yılların karşı kültürü, toplum problemlerinden kaçmak için uyuşturucuyu kullandığı sırada,
batı istihbaratı ve ordu bunu potansiyel bir kimyasal silah olarak gördü. 1951’de bu oluşumlar bir
seri deneye başladı. ABD’li araştırmacılar LSD’nin; askeri güçler dahil insanların, çevre ve durumları
farketmeksizin, planlama ve yargılamaya müdahil olması, hatta kaygı, kontrolsüz kargaşa ve terör
yaratmasına sebep olabildiğini belirtmişlerdir.
LSD’nin, zeki hedeflerin kişiliklerini değiştirmek ve tüm popülasyonu kontrol etmek gibi olası kullanımına
dair deneyler, 1967’de ABD’nin resmi olarak maddeyi yasaklamasına kadar devam etti.
LSD kullanımı 1980’lerde yasaklandı, fakat 1990’larda yine başladı. 1998’den birkaç yıl sonra LSD’nin
gece kulüplerinde ve çılgın partilerde gençler ve yetişkinler tarafından yaygın kullanımına başlandı.
“LSD kullanmamdan birkaç gün sonra, tedirginlik ve şiddetli depresyon yaşıyordum. LSD ile tanışmamın
ardından, uzun bir süre boyunca sıkça, bazen haftada 4-5 kere kullanmaya başladım. Uyuşturucu
kullandığım her seferde mental olarak gerçeklikten gittikçe uzaklaşıyor ve kendimi koyveriyordum. En
sonunda da kendi derim içinde bile normal hissedemez olmuştum.“ – Bir kullanıcıdan açıklama.
KEŞFİ
Albert Hofmann, adasoğanı (Urginea Maritima) ve çavdarmahmuzunun (Claviceps Purpera) aktif
bileşenlerinin farmasötik olarak kullanılması için, saflaştırılması ve sentezlenmesi üzerinde çalışan bir
araştırma grubunun üyesiydi.
Ana görevi, adasoğanının glikozidlerinin ortak nükleusunun kimyasal yapısını açığa kavuşturmaktı. Liserjinik
asit türevlerini araştırırken 16 Kasım 1938’de LSD’yi ilk defa sentezledi. Sentezin asıl amacı solunum ve
4do0laİşSıGmEsNtÇimİYüAlaRnİı.b2ir0m16adde elde etmekti.
16 Nisan 1943’te, Hofmann tekrar bir göz atmak isteyinceye kadar bu madde 5 yıl boyunca bir tarafa
konulmuştu. Hofmann, LSD’yi tekrar sentezlerken, parmak uçları vasıtası ile tesadüfen maddeden bir
miktar absorbe etti ve güçlü etkilerini keşfetti.
Hissettiklerini ise sonrasında şöyle anlatacaktı :
“...hafif sersemlilikle karışık ağır bir huzursuzluk etkisi altındaydım. Evde yatıp, aşırı uyarılmış hayal
gücüm tarafından kontrol edilirken, nahoş olmayan sarhoşumsu bir duruma kapılmıştım. Hayal gibi
bir durumda, gözlerim kapalı (gün ışığı rahatsız edici derecede parıldıyordu), fantastik resimlerin ve
sürekli değişen renklerle yoğrulmuş olağanüstü şekillerin bitmek bilmeyen akıntısını algılıyordum.
2 saat kadar sonrasında bu durum ortadan kaybolmuştu; 8-10 saat sonra şiddetli bir uyku bastırdı.
Ertesi gün biraz yorgun kalktım.”
KARŞI KÜLTÜR,
MÜZİK VE SANAT
1960’ların ortasında San
Francisco, California’daki gençlik,
Owsley Stanley tarafından
kurulan yeraltı LSD fabrikasının
ürününü benimsemişti. Bu
gruplar, psikodelik dekore
edilmiş otobüsleri ile Amerika
boyunca yaptıkları yolculuklarla
maddeyi dağıtmaya başlamış
ve LSD kullanımını popülerize
hale gelmesine öncülük etmişti.
1960’ların ortasında San Francisco,
California’daki gençlik, Owsley Stanley tarafından kurulan yeraltı LSD fabrikasının ürününü benimsemişti.
Bu gruplar, psikodelik dekore edilmiş otobüsleri ile Amerika boyunca yaptıkları yolculuklarla maddeyi
dağıtmaya başlamış ve LSD kullanımını popülerize hale gelmesine öncülük etmişti.
Çok yakında da San Franciscolu sanatçıların özgün afiş ve albümleri ve “The Grateful Dead” ve “Jefferson
Airplane” gibi müzik gruplarının eserleriyle, sanat ve müzikteki LSD etkisi de görünmeye başlanmıştı.
Yaratıcı sanatlardaki benzer LSD kullanımı yakın zamanlarda Londra’da da ortaya çıkmıştı. Britanya’daki
fenomenin anahtar rolünü, LSD’yi 1961’de ABD’de “İngiliz-Amerikan Kültür Değişimi Enstitüsü”nün idari
sekreteriyken deneyen Michael Hollingshead üstleniyordu. İlk kullanışının ardından Aldous Huxley’in
(Brave New World kitabının yazarı) önerisiyle Harvard’lı akademisyen Timothy Leary ile temasa geçer ve
sonraki birkaç yılda LSD üzerinde çalışıp, ünlenmesini sağladıktan sonra, 1965’te Hollingshead Birleşik
Krallık’a döner ve Chelsea, Londra’da “Dünya Psikodelik Merkezi”ni kurar.
Hollingshead’in LSD ile tanıştırdığı birçok ünlü arasında sanatçı Storm Thorgerson ve müzisyenler Keith
Richards, Paul McCartney, John Lennon ve George Harrison da yer alıyor.
1966’da endişeler yüzünden, devlet tarafından maddenin illegal olarak tanımlanmasına rağmen; Jimmy
Hendrix, The Beatles, The Rolling Stones, The Moody Blues, Pink Floyd’un üyeleri gibi İngiliz müziği ve
sanatının önemli isimleri tarafından LSD kullanımı geniş çaptaydı. The Beatles’ın “Sgt Pepper’s Lonely
Hearts Club Band” albümü gibi, müzisyenlerin psikodelik yolculuklarının apaçık etkisini gösteren müzik
parçaları halk tarafından dinlenmeye başlanmıştı.
1960’larda, psikodelik rock grupları LSD’den bahsetmiş ve müziklerinde LSD tecrübelerini tazelemiş ve
yansıtmıştır. Psikodelik müzikte sitar (Hint gitarı) ve tabla (perküsyon) gibi egzotik enstrümanlara olan
düşkünlük sıkça görülmektedir.
1960’larda eski tip sintizayzır ve theremin gibi ilkel elektronik enstrümanların da kullanımı görülür.
Psikodelik tecrübeler ayrıca, psikedelik sanat,edebiyat ve filmlerde de yansıtılmıştır.
Şimdi de LSD’ye istinaden yazılmış olan Beatles şarkısı “Lucy in the Sky with Diamonds” ile yayınımza
devam edelim. 2016M. İiSrGsEaNd ÇİBİYRAARİİM41İ
WTF Notları Duygu ÇAVUŞ
42 İSKGaEynNakÇ:İwYwAwR.İse.s2lih0a1rf6ler.com
www.bepanthol.com.tr
yaptığı yenilikçi ürünler anketi sonuc2un0d1a6.
Nielsen’in, 18-55 yaş arasında 4.155 tüketici ile Ocak – Şubat 2016 tarihlerinde
43Tüketici Sağlığı Ürünleri kategorisinde Yılın Seçilmiş Ürünü olarak seçilmiştir.
İSGENÇİYARİ
ZAMAN YÖNETIMI NEDIR?
Z aman yönetimi kısaca, üretkenliği arttırmak için daha akılcı çalışmaktır. Gün boyunca hiçbir şey için
zamanımız yokmuş gibi gelir. Herkesin 24 saati olmasına rağmen, neden birileri diğerlerine göre
çok daha başarılı işler yapmaktadır? Cevap, iyi zaman yönetimidir.
Başarılı kişiler, zamanlarını olağanüstü iyi idare ederler. Zaman yönetimi tekniklerini kullanarak, siz
de zamanın kısıtlı ve baskının yüksek olduğu durumlarda dahi daha efektif faaliyet gösterebilme
yeteneğinizi geliştirebilirsiniz.
İyi zaman yönetimi, aktivitelerden sonuçlara odaklanmaya varan önemli değişimler gerektirir. Meşgul
olmak efektif olmakla aynı şey değildir, hatta ironik olarak, tam tersi gerçeğe daha yakındır.
Gününü bir aktivite coşkunluğu içinde geçirmek sıkça daha az sonuç elde etmenize sebebiyet verir, çünkü
dikkatinizi farklı farklı görevlere dağıtmış olursunuz. İyi zaman yönetimi akıllıca çalışmanızı, böylece daha
az zamanda daha çok iş bitirmenizi sağlar.
İnsanların kaybettiği en büyük yeteneklerden biri de “hayır” diyebilme yetisidir. Gün boyu aldığımız
tekliflere, önerilere hayır diyemediğimiz için asıl görevlerimizden uzaklaşıyor, zamanımızı boşuna
harcıyoruz. Kendini ve ne yaptığını iyi bilen insan bu karar verme aşamasında doğru düşünüp cevabını
verirken, diğerleri akıntıya kapılmayı tercih ettiğinden, her şeye evet deyip karşısındakileri de hoşnut
etmekten zamanın akıp geçtiğini fark edemez.
Peki, ne yapmamız lazım?
Bu sırada işimizi halledebilecek iken, zamanımızın bir kısmını zaman yönetimini öğrenmeye ayırmak,
amaçlananın aksi gibi gözükebilir. Fakat faydaları epey büyüktür:
• Üretkenliğin artışı ve verim,
• Profesyonel saygınlık,
• Daha az stres,
• Gelişim için artan fırsatlar,
44 İSGENÇİYARİ . 2016
• Hayat ve kariyer amaçlarına ulaşabilmek için daha büyük fırsatlar.
Zamanınızı verimli kullanmayı becerememek ise, istenmeyen sonuçlara yol açabilir:
• Kaçırılmış son teslim tarihleri,
• Yetersiz iş akışı,
• Düşük iş kalitesi,
• Zayıf profesyonel saygınlık ve durağan bir kariyer,
• Yüksek stres seviyesi.
Zaman yönetimi teknikleri için harcayacağımız bu kısa zaman, hem şimdi hem de kariyeriniz boyunca
büyük faydalar sağlayacaktır.
1.Günlük plana başlayın!
Gününüz için önceliklerinizi sıralayın ve değerli zamanınızı harcamaya değecek şeyleri belirleyin. Bu
listeleme işinin önemli bir kısmı da tutumunuzdur. Bu listeyi hazırlarken strese kapılmaktansa, güçlü
hissetmeye çalışın. Kendinize şu soruyu sorun: Amaçlarımın ilerlemesini sağlayacak, kolaylaştıracak ve
günün sonunda başarılı ve üretken hissetmemi sağlayacak şeylerin üstesinden nasıl gelirim?
2.Acımasız olun!
Her şeyi yapmak istediğinizde, gelen tekliflere hayır diyebilmek zordur. Fakat gerçekte sadece sınırlı
miktarda işi güzel yapabilirsiniz. İş sonsuz, zamanımız ise sınırlıdır. Üstlenebileceğiniz şeylerden
başlayıp, öncelik verdiğiniz konularda acımasız olabilirsiniz, hayır diyebilmek sizin elinizde. Öncelikli
görevlerinizi bitirdiğinizde ise kendinizi daha az stresli hissedebilir ve listenizdeki diğer kalemlere daha iyi
odaklanabilirsiniz.
3.Her şeyi takvime not edin!
Güveneceğimiz strateji “Ben bir kişiyim, öyleyse bir programım olmalı.”dır. Listeyi hazırlamak yeterli
olmadı, bir de oradaki maddeleri takvimize aktaracağız. Yapılan birçok çalışmada da bu stratejiyi takip
edenlerin yüksek başarı oranına sahip olduğu gözlenmiştir. Bergman’ın dediği gibi “Eğer bir şeyi yapmak
istiyorsanız, nerede ve ne zaman yapacağınıza karar verin. Aksi halde, listenizden çıkarın.”
4.Molalar verin!
Çelişkili gibi gözükebilir, ne de olsa koca bir yapılacaklar listeniz var. Fakat çalışmalar, kısa molalar
vermenin çoğu insanın zihnini boşaltması, yani makineyi soğutması ve motive olmasına yardımcı
olduğunu gösteriyor. Bu kısa molalarınız, dışarıya yemeğe gitmek, internette sörf yapmak, kısa
egzersizler yapmak gibi şeyler olabilir.
5.Mükkemmeliyetçiliği bırakın!
Bu nokta kimileri için çok zor olabilir fakat, zaman içinde karşılaştığımız bu kadar talepten dolayı, en
iyi sistem bile arada sırada hata yapabilir. Yapmayı çok istediğimiz fakat yapamadığımız işlere hayır
diyebilmek zorunda kalabiliriz. Yapabileceğimiz en iyi şey kendimizi affetmek, sonra yola devam etmek
ve bütün bunlardan bir şeyler öğrenmek olacaktır. Biz hata yaptığımızda, diğer herkes bizim kendimize
olduğumuzdan daha fazla affedicidir. Ne de olsa hepimiz aynı trendeyiz değil mi? Mirsad İBRAİMİ
2016.İSGENÇİYARİ 45
Astroloji
KOÇ: Tebrikler! Bu yıl sağlık açısından bakıldığında enerjiniz çok yüksek, sadece ufak bir diyet
yapmanız sizin için harika olacaktır.Yılın ilk yarısı içki, sigara, fast-food gibi alışkanlıklarınızı
hayatınızdan çıkaracak gibi görünüyorsunuz. Size önerimiz bu adımları sporla destekleyerek
etrafınızdakileri kıskandırmanız yönünde.
BOĞA: Dikkatli olmalısınız, bu kadar yoğun iş temposu size stres olarak geri dönebilir. Yılın ilk
yarısı sinirsel sorunlar ve kas ağrıları yaşayabilirsiniz, ayrıca güven sorunu yaşamanız mümkün
ama korkmayın! Yılın 2. yarısında spor faaliyetleri ile hem ağrılarınızdan kurtulacaksınız, hem de
kendinize olan güveniniz artacak.
İKİZLER: Bu yıl profesyonel anlamda çok yoğun çalışmalarınız olabilir. Buna bağlı olarak yorgunluk
şikayetleriniz olabilir, bulabildiğiniz dinlenme fırsatlarını iyi değerlendirmelisiniz. Ayrıca macera
tutkunuz yüzünden fiziksel sıkıntılara rastlamamaya dikkat edin
YENGEÇ: Yediklerinize özen göstermelisiniz, gıda zehirlenmelerine dikkat etmelisiniz. Aman
ağrınız sızınız yok diye kendinizi ihmal etmeyin, sağlık kontrollerinizi aksatmayın. Bol bol
dinlenmek ve yenilenmek için kendinize zaman ayırmalısınız.
ASLAN:Vücudunuzun verdiği uyarıları dikkate almalısınız, yemeği fazla kaçırmamaya özen
gösterin aksi takdirde sıkı bir diyet sizi bekliyor. 3 beyazdan olabildiğine uzak durmaya çalışın.
Yılın ilk yarısı eklem-kas problemleriniz olsa da, sağlık durumunuz 2. yarıda çok daha iyi olacağa
benziyor.
BAŞAK: Tebrikler! Sağlık açısından neredeyse kusursuz bir yıl geliyor sizin için. Enerjiniz
ve yaratıcılığınızla insanları kendinize hayran bırakıyorsunuz. Ufak alerji sorunları olabilir,
kimyasallardan uzak durmanızı öneririz.
TERAZİ: Sağlık açısından çok parlak bir yıl beklemenizi tavsiye etmiyoruz. Kemikler ve kaslarla
ilgili sorunlar yaşamanız mümkün. Bu yüzden fiziksel aktivitelerden uzak durmaya çalışın.
AKREP: Sağlık açısından şanslı bir yıl sizin için. Fiziksel ve zihinsel yönden güçleneceğiniz bir yıl.
Depresif dönemler yaşayabilirsiniz ama hemen toparlanmaya bakın, ailenizin sağlık durumu pek
parlak olmayabilir.
YAY: Genel anlamda 2017 sizin için sağlıklı bir yıl olacak. Ufak kas ağrıları ve psikolojik sorunlar
yaşamanız olası. Düzenli beslenmeye dikkat edin ve özellikle protein ve lif tüketmeye çalışın.
OĞLAK: Sağlık açısından sizin için tek sorun enerjiniz, kafanızdaki stresi bir köşeye bırakıp
rahatlamalısınız. Kaygılarınızdan kurtulmanız gerekiyor aksi takdirde depresif bir yıl sizi bekliyor.
Her şeyin çözümü doğru enerjiye konsantre olmakta, pozitif bakmaya çalışın.
KOVA: Uzun süredir sizi uğraştıran sağlık problemlerinizden kurtulmak üzeresiniz, ufak
hastalıkları sorun etmiyorsunuz. Yemek rutininizden yağı ve şekeri de çıkarmanız sizin için iyi
olacaktır. Kendinize vakit ayırmayı ihmal etmeyin.
BALIK: Sağlık açısından genel olarak şanslı bir yıl sizi bekliyor. Diyet yapıyorsanız, uygularken
çok katı olmamaya dikkat edin. Bol sıvı tüketimi ve egzersiz sizin için uygun olabilir. Eğer bir
operasyon geçirecekseniz bu yıl sizin için en uygun zaman.
İrem ARAL
46 İSGENÇİYARİ . 2016
2016.İSGENÇİYARİ 47
? ? ? Bulmaca ? ??
Soldan Sağa Yukarıdan Aşağıya
2. Dil altına uygulama. 1. Ateşli.
4. Deride morarma. 3. Yerinde duramama hali.
6. Eklem çevresindeki keselerin 5. Bunama.
iltihabı. 7. Diş taşı.
10. Gözyaşı. 8. İdrarın süt görünümünde
13. Doku ve organlarda aşırı hava çıkması.
birikmesi. 9. Nasır.
15. Uç , zirve. 11. Açık alan korkusu.
17. Aşırı terleme. 12. Adet görmeme.
18. Kabızlık. 14. Kas iltihabı.
16. İnce bağırsağın son bölümü.
48 İSGENÇİYARİ . 2016 17. Karaciğer iltihabı.
Çözümü
Soldan Sağa Yukarıdan Aşağıya
2. SUBLİNGUAL 1. FEBRİL
4. EKİMOZ 3. AKATAZİ
6. BURSİT 5. DEMANS
10. LAKRİMA 7. TARTAR
13. AMFİZEM 8. GALAKTÜRİ
15. APEKS 9. KERATOMA
17. HİPERHİDROZ 11. AGORAFOBİ
18. KONSTİPASYON 12. AMENORE
14. MİYOZIT
16. İLEUM
17. HEPATİT
Elif ŞENDUR
2016.İSGENÇİYARİ 49
ESKON
9. BÖLGE ESKİŞEH
ULUSAL ÖĞREN
16-18 A
DİVAN EXPRESS & H
50 İSGENÇİYARİ . 2016 Bu Bir 9. Bölge Eskişehir Eczacı Oda