The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

2020 Ekim ayında yayınlanan The Notes 2 kitabının Türkçe çevirisi

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by CYPHER, 2022-06-12 08:21:23

[Türkçe] CYPHER 花樣年華 The Notes 2 - Bölüm 1: Pes Etmeyeceğim

2020 Ekim ayında yayınlanan The Notes 2 kitabının Türkçe çevirisi

Keywords: bts,hyyh,the notes,the notes 2,türkçe

THE MOST
BEAUTIFUL MOMENT

IN LIFE

2

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Bölüm 1

Pes
Etmeyeceğim

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Seokjin

11 Nisan, YIL 22

Kör eden güneş ışığı altında gözlerimi açtım. Alevler içindeki konteyner
ve ölmekte olan Namjoon’un görüntüsü hala gözümün önünde
capcanlıydı. Yine başarısız olmuştum. Gözlerimi kollarımla kapatıp “Onu
kurtarmak için ne yapabilirdim?” diye düşündüm. Kafamda 30 Eylül
günü olan her şeyi başa sardım. Bana bir şey hissettirmiyordu – ne
korkuyordum ne de sabırsızdım.
Konteyner şehrindeki yangından beri sayısız döngüden geçtim. Ama yine
de döngünün neden o andan başladığını yada nasıl sona erdireceğimi
bilmiyordum. Daha da önemlisi bu zaman döngüsünü bitirebilecek
ruhun haritası hakkında hala elimde bir ipucu yoktu.

CypherRuhun haritası. İsmini ilk kez döngüde birkaç sefer başarısız olduktan

sonra duymuştum. “Ruhun haritasını bul. O zaman tüm bunlar sona
erebilir.” “Ruhun haritası mı? O ne?” Bir cevap için zorlamıştım ama tek
elde edebildiğim birkaç kelime olmuştu. “Sana bir ipucu verdim işte. O
yüzden bunun bedelini ödemen gerek.”
Namjoon’un çalıştığı benzinlik uzaktan görünmeye başladı. Yavaşça
sinyal verip şerit değiştirdim. Aklımdan tek bir şey geçiyordu: “30
Eylül’deki kazayı engellemek ve döngüyü durdurmak zorundayım. Tek
hedefim bu. Bir şey olursa, biri incinir yada geride kalırsa yapabileceğim
hiçbir şey yok. Endişelenir de bunu kafaya takarsam hedefime
ulaşamayacağım. Herkesi kurtarmaktan daha önemli olan şey en azından
benim bu durumdan sağ çıkmam.” Sonu gelmek bilmeyen zaman
döngüsünden çıkardığım ders buydu.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Taehyung

11 Nisan, YIL 22

“Namjoon hyung, şu anki halimize dönüşmek bizim kendi seçimimiz
miydi, yoksa…?”
Namjoon hyung’la Songju’nun bir yerinde dar bir ara sokakta
duruyorduk. Graffiti yaptığım duvarın üzerinde sokak lambaları kasvetli
bir şekilde titreşiyordu. Seokjin hyung’un sabahleyin duvara çizdiğim
yüzü - ince yüzü, sessiz dudakları, toz duman olmaya hazır saçları ve
bomboş gözleri.
Dün gece bir kabus gördüm. Rüyamda lise arkadaşlarım vardı ve
korkunç, vahşi şeyler oluyordu. Seokjin hyung da her şeyi ifadesiz bir
şekilde izliyordu. O gaddar suratı çizdim çünkü çizmeseydim kalbimi

Cypherdoldurup taşıran korkuyu bir türlü kovamayacaktım.

Namjoon hyung’u görmeye gittiğimde beklemediğim bir şey söyledi.
“Seokjin hyung geri dönmüş.” Şöyle bir dönüp hyunga baktım. Bu bir
tesadüf müydü? Seokjin hyung’u en son iki sene önce görmüştüm.
Amerika’ya gitmiş diye duymuştum, hepsi o kadardı. “Seokjin hyung çok
değişmiş gibi. Yani tipi aynı ama tuhaf bir şey var. Tam nasıl anlatayım
bilmiyorum ama sanki içinde bir şey çözülüp yok olmuş gibi.” Namjoon
hyung’dan bunu duyunca kolundan tuttuğum gibi bu ara sokağa koştum.
Hyung, graffitimin önünde sessiz kaldı. Sorularımı pek dinlemedi;
Seokjin hyung’un gözbebeklerini niye çizmedim diye de sormadı. Belki
de Namjoon hyung’un Seokjin hyung’da gördüğü yüz benim çizdiğim
yüze benziyor diyedir.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

“Gözbebeklerini çizemeyecek kadar korkmuştum” dedim. Aklımın
içinde Seokjin hyung’un yüzünü, o unutması mümkün olmayan
gözbebekleri de dahil net bir şekilde görebiliyordum. Ama nasıl
çizeceğimi bilemiyordum. Hüzün, neşe gibi hislerin sanki tamamen
buharlaştığı o soğuk ve kayıtsız gözleri… Gözlerinde bir sürü farklı renge
benziyor gibiydi – yada tüm renklerin bir araya gelmesinden oluşan bir
renkti. Yada anlatacak bir sürü hikayesi varmış da anlatamıyormuş gibi.
Elime tekrar tekrar sprey boya kutusunu aldım ama gözlerini bir türlü
çizemedim.
“Seokjin hyung’un numarası var mı sende?” Namjoon hyung dönüp bana
nedenini sordu.
“Bir şey sormak için.”
“Ne soracaksın?”
“Bilmiyorum ama onu görmek istiyorum. Belki görünce sorarım.”
Derken Namjoon hyung’un telefonu çaldı.

Cypher“Niye hala gelmediniz?”

Arayan Hoseok hyung’du. Yoongi hyung’la Jungkook bizi konteynerde
bekliyormuş. Sanki kaçar gibi ara sokaktan ayrıldık.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Namjoon

11 Nisan, YIL 22

Uzaktan konteynerin ışıklarını gördüm. Ses çıkarmadan yürüdüm –
arkamdan gelen Taehyung da öyle. Kimse bize yavaş gidin dememişti
ama yavaş yürüyorduk. Sanki yanlış yönde gidiyormuşuz gibi arkamıza
bakıp durduk. Işıklar yaklaştıkça daha da yavaşladık.
“Seokjin hyung’u anlatacak mısın onlara?”
Taehyung bunu sorunca tereddüt ettim. “Sadece Amerika’dan geldiğini
söyleyeceğim.”
Birdenbire benzinlikte belirdiğinde Seokjin hyung’un nasıl göründüğünü
hatırladım. Boş görünen suratını ve o kuru sesini… Taehyung’un

Cyphersöylediği şeyi de hatırladım.

“Şu anki halimize dönüşmek bizim kendi seçimimiz miydi, yoksa…?”
Taehyung sorusunu bitirmemişti. Muhtemelen ‘kader’ diyecekti. Kadere
inanıyor muyum diye soracaktı.
Kader. Kader hakkında pek düşünmemiştim. Kaderin kişinin doğduğu
çevre yada sahip olduğu kişilik olduğunu sanardım. Ama Taehyung bana
bu soruyu sorunca kaderin varolmasını istemedim. Bir şeylere halihazırda
karar verilmiş olmasını istemedim. Her şeyin mümkün olabilmesini yada
kişinin seçimlerine göre şekillenmesini istiyordum.
Konteynerin kapısını açtığımızda içeride Yoongi hyung, Hoseok ve
Jungkook’u gördük. Aradan iki sene geçmişti.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Hoseok

20 Nisan, YIL 22

Two Star Burger anında insanlarla doldu taştı. Aniden bastıran
yağmurdan kaçmak için burgerciye sığınan insanlar camdan dışarı
bakarlarken hepsi de nerede olduğunu şaşırmış gibiydi. Masmavi
gökyüzünden başlayan yağmur kısacık bir sürede sağanağa çevirdi. Kara
bulutları yarıp geçen şimşeklerle birlikte pencerenin dışarısı sanki gece
olmuş gibi karanlık görünüyordu. Yağmurun nemi ve burgercideki
insanlarla birlikte hava ağırlaşıp rutubetlendi.
Keskin bir alarm sesi duyuldu. Önce mekanın karşı tarafından bir şey
düşüyormuş gibi bir ses geldi. İnsanların özürleri ve kenara çekilmesi
eşliğinde bir şey ortada yuvarlandı. Diğer taraftan da benzer bir ses geldi.
“Bip”, “bip-bip” diye tiz bir metal sesi duyuldu. Etraftaki bipleme sesiyle

Cypherinsanlar gerilip etraflarına bakındılar. Cebimdeki telefonum titredi. Bir

uyarı mesajıydı bu.
Birden mekanın diğer tarafında Jimin’i gördüm. Yada Jimin’e benzeyen
bir öğrenciyi. “Park Jimin!” diye seslendim ama beni duymamış olacak ki
bir sütunun arkasında kayboldu gitti. Tezgahın üzerinden atladığım gibi
peşine takıldım.
Bir hafta önce lise arkadaşlarımla buluşmuştum. Onları tekrar görmek
pek umulmadık bir durumdu zira hepimiz zamanla kendi yolumuza
gitmiştik. Onları gördüğüme mutlu olmuştum ama hepsi bu kadar değildi
tabii. İçimizden birisi sordu, “Jimin’le görüşüyor musun?” Jimin’i en son
kriz geçirip hastaneye kaldırıldığında görmüştüm.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Çocuk arkasını döndü. Okul üniforması giyen gençten bir öğrenciydi.
Pencereden dışarı bakıp kendi yansımamı gördüm. Sağanak yağmurun
altında duruyordum. Kalabalığın içindeydim ama aynı zamanda
yapayalnızdım. Karanlık ve ağır hava üzerimize çökerken herkes korkmuş
görünüyordu.

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Taehyung

21 Nisan, YIL 22

Seokjin hyung telefonu yine açmadı. Geri döndüğünü duyduğumdan beri
her gün aramıştım. Telefonuma baktım. Kim Seokjin. Tuhaftır ki ismi hiç
aşina gelmiyordu. Ne yapsam? Şöyle bir düşünüp yürümeye başladım. O
günden sonra kabusum sürekli geri geldi. Terden sırılsıklam
uyanıyordum. Onunla bir konuşabilsem anksiyetem yatışacakmış gibi
hissediyordum.
Joongang Parkı’ndan geçip Songju Kültür Merkezi’nin karşısındaki yere
vardığımda hava çoktan kararmıştı. Genelde bulunmak için hiçbir
sebebimin olmadığı şatafatlı bir bölgeydi burası. Seokjin hyung’un
kapısının önünde durdum. Varmıştım işte ama hiçbir planım yoktu.

CypherFarları yanan arabalar yanımdan vızır vızır geçiyordu.

Kapının bitişiğindeki ara sokağa girdim. Aşağı bakınca Seokjin hyung’un
evinin bahçesini görebileceğim şekilde biraz yokuştu. Yeşil çimenler ve
yaprağı bol ağaçlarla bahçe yemyeşil görünüyordu. Orada ne kadar
durdum bilmiyorum. Evin ikinci katında bir odanın ışığının açıldığını
gördüm. Bir de birinin beyaz perdenin arkasından yürüdüğünü. Seokjin
hyung’du bu.
Telefonumu çıkardım. Hattın düşmesini bekledim. Ama Seokjin hyung
pencerenin karşısındaki duvara bakıp hareket etmeden duruyordu.
Otomatik sesli mesajı duydum. Seokjin hyung yerinden kalkıp
görüşümden kayboldu. Kenara çekilirken arkasında saklı kalan duvarı
görebildim.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Net görebilmek için fazla uzaktaydım ama duvarda bir harita vardı.
Benim mahallem, Joongang-dong ve Yeongsang-dong’un olduğu bir
Songju haritasıydı bu. Haritanın üzerinde birkaç post-it vardı ve bazı
bölgeler keçeli kalemle işaretlenmişti. Daha net görebilmek için boynumu
uzattım. Neye baktığımı farkedince daha iyi görebildim – okul, sağ tarafta
Gyeongil Hastanesi ve benim yaşadığım Manolya Apartmanı.
Seokjin hyung geri gelip harita üzerinde bir yeri işaretledi. İşaretlediği yeri
düşündüm. Songju karakolunun sağ tarafı. Yıkılması planlanan bölge.
Niye orayı işaretliyordu? Onu tekrar aramayı düşündüm ama sonra
vazgeçtim. Ne işler çeviriyordu bilmiyordum ama her neydiyse bana

Cyphersöylemek istemediğine emindim.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Jungkook

25 Nisan, YIL 22

Biri kolunu omzuma dolayınca yukarı baktım. “Bu aralar yüksek yerlere
çıkıyor musun?” diye sordu Taehyung hyung. Afallayıp etrafıma göz
gezdirdim. Okuldan sonra hep yalnızdım ve her zamanki gibi başım eğik
yürüyordum.
“Nasıl yani?”
Şantiyeyi gösterip “Şuradaki gibi yerlere gitme. Özellikle de geceleri.
Tamam mı?” dedi. Bir şey demeyip öğrencilerle dolup taşan sokağın
ortasından yürüdüm. Taehyung hyung yan yan bakıp “Burası çok
değişmiş. Ama şu hala duruyor,” dedi.

CypherYüzüne baktım. Yüksek yerler? Niye bana bunu sormuştu? Birinden mi

duymuştu? Kimseye söylememiştim ama yüksek yerlere çıkmışlığım
vardı. Yangji Deresi boyunca bisikletle gidebildiğim kadar hızlı gidiyor,
bazen durduk yere sokak serserileriyle kavga başlatıp dayak yiyordum.
Tehlikeli anlar oluyordu. Bisikletten düşebilirdim – daha da kötüsü dereye
düşebilirdim. Ama bırakamıyordum işte bir türlü.
Hyunglarla tekrar buluştuğumuzda hepsi değişmiş gibiydi. Hala
üniformalı olan bir tek ben vardım. Beni hala bir çocuk olarak
görüyorlardı muhtemelen. O yüzden yanlarındayken sadece dinledim.
Sorun değildi aslında ama aynı zaman da sinir de oluyordum. Hem çok
yabancı hem de mutlu hissediyordum.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Taehyung hyung. “Yoongi hyung’un
stüdyosuna” dedim. Cevabımı duyunca sanki çok beklenmedik bir şey
söylemişim gibi bana baktı.
“Gerçekten mi? Yoongi hyung’dan korkmuyor musun sen? Pek
konuşmaz. Bir şey yapmasını isteyince de uğraşamam deyip çeker gider.”
Taehyung hyung birden bir şey hatırladı ve beni kenara çekip sordu.
“Hala çakmağını çakıp duruyor mu?”

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Jimin

26 Nisan, YIL 22

Grup terapi seansından çıktığımda güneş batıyordu. Saatin kaç olduğunu
merak ettim ama öğrenmek için de yanıp tutuşmuyordum doğrusu.
Burada kimse saate bakmıyordu. Bugün ayın kaçı, günlerden ne, hiçbir
anlam ifade etmiyordu. Salı günü Pazartesi’den sonra mı gelmiş yoksa
Cuma’dan sonra mı gelmiş, Çarşamba’dan sonra Pazar mı gelmiş önemli
değildi. Psikiyatri koğuşuna yatırılalı sanki dün gibiydi – ya dün ya da
birkaç yıl önce.
Lobiyi geçerken bir gürültü duydum. “Hayret bir şey. Kimsenin aklı
yerinde değil. Kaç kere söyleyeceğim daha? Deli değilim ben!” Sonunda
bugünün Cuma olabileceği idrakı gelirken odama yürüdüm.

Cypher“Deli değilim ben.” Buraya gelince herkes böyle diyor. Bir süre sonra deli

olduğumuzu kabulleniyoruz. Deli olmadığında ısrar edenler bir tek yeni
gelen hastalar. Bunun tek istisnası şu an lobide bağıran adamdı.
Suratındaki bomboş ifadeyle hepimizden daha deli görünen o uzun
adam. Sürekli deli olmadığını ve buraya kendi isteğiyle geldiğini
homurdanıp duruyordu. Saçma bir şeydi aslında. Deli olmadığını
söyleyebilirdim ama bu bir şeyi değiştirmeyecekti. Hepimiz burada
kapana kısılmıştık.
Cuma günleri ayakta hastaların olduğu kanatta seans yaptığımız gündü. O
gün, sanki şartelleri hepten atmış gibi adam daha da gürültülü bağırıyor,
herkesi uyuz edip sinirlendiriyor yada kuşkuya düşürüyordu. Kuşku
derken, herkes akıl sağlığından şüphe ediyor, kendinin ne derece deli
olduğunu ve neden delirdiklerini merak ediyordu.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Bir yandan çığlıklarını duyarken köşeyi dönüp birine bodoslama çarptım.
Düşüşümü elimle hafifletmeye çalıştım ama omzuma zonklayan bir acı
saplandığıyla kaldı. Acı içinde diğer elimle bileğimi tutarken birisi sinirle
ismimi söyledi. Yukarı bakınca o aptalı gördüm. “Senin yüzünden
mahvoldu.” Sinirden köpürür halde yasak kanadın kapısını işaret etti.
Demir kapı bir şakırtıyla kapatılıyordu.

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Taehyung

30 Nisan, YIL 22

Yoongi hyung o gün stüdyosuna geri gelmedi. Jungkook’la ben niye o
kadar kızdığını öğrenemedik. Şamata yapıyorduk ama çizgiyi aşmamıştık.
Yoongi hyung zaten çizgiyi aşmamıza müsaade etmezdi ki.
Onunla bir konuşmam lazım diye düşünerek içimde bir ağırlıkla evden
çıktım. Sağdan soldan çıkıntı yapan kaldırım taşlarını tekmeleye
tekmeleye yürüdüm. Stüdyosundan aldığım çakmağı bir çakayım dedim.
Yanan alevde Yoongi hyung’un rüyamda beliren yüzünü gördüm.
Alevlerin içinde ölümü bekleyen o çarpık yüzünü.
Yoongi hyung’un stüdyosu insanların boşaltıldığı ve yıkımı planlanan
bölgenin içindeydi. Köşeyi dönerken stüdyosundan çıktığını gördüm.

CypherArkasından bağırdım ama beni duymamış olacak ki sokağın köşesinden

kayboldu gitti. İsmini seslenip koştum ama hiçbir yerde yoktu.
Nereye gitmişti? Etrafa bakınca bir de ne göreyim: Seokjin hyung uzakta
arabasının içinde oturuyordu. Olduğum yere çakıldım. Dünya bir anda
katlanılamaz bir sessizliğe büründü. Her şey durma noktasına geldi.
Kalbimin gürültülü çarpıntısı hariç. Rüyamda gördüğüm surattı bu.
Derken hatırladım. Seokjin hyung’un duvarındaki harita. Songju
İstasyonu’na doğru Songju karakolunun sağ tarafında kalan yer. Haritada
işaretlediği yer. Orası burasıydı.
Arabasına doğru yürüdüm. Seokjin hyung telefonla konuşuyordu.
Arabanın açık penceresinden “Memur bey, ben Kim Seokjin. Geçen sefer
tanışmıştık,” dediğini duydum. “Evet, Kim Taehyung. Galiba

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

tanıyorsunuz. Başını tekrar derde sokacak olursa lütfen Jung Hoseok’u
arayın. Evet, Jung Hoseok. Telefon numarasını veriyorum…”
Arabasının kapısını açtım. “Ne diyorsun sen?” Seokjin hyung afallamış
şekilde bana baktı. Bir şeyler geveleyip önce saatine sonra bana baktı.
Benim de basiretim bağlanmıştı. Arabanın kapısını bıraktım. Sanki biri
suratından silmiş gibi Seokjin hyung’un yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ani
bir ürperti hissettim. O kadar üşüyordum ki dişlerim takırdıyordu. Bahar
günüydü üstelik. Rüzgar falan yoktu ama hava buz gibiydi.
“Nasıl yani?” dedi Seokjin hyung arabadan inerken.
“Az önce telefonda adımı söyledin. Niye buradasın ayrıca?”
Seokjin hyung yürümeye başladı, “Gel benimle.”
Peşinden ara sokağa girdim. Günışığının girmediği o ara sokakta,

Cypherarkasındaki binanın gölgesinin karanlığında Seokjin hyung yüzüme baktı.

“Lafı dolandırma. Burayı haritanda işaretlediğini gördüm. Neden
buradasın sen?”
Yüzünü ekşitti. Önce arkama sonra yine saatine baktı.
“Sen de benim rüyamda gördüğüm şeylerin aynısını mı görüyorsun?
Jungkook’un düşmesi ve Namjoon hyung…”
Seokjin hyung yorgun gibi ellerini yüzünde gezdirdi. “Kim Taehyung,
hiçbir şey bilmiyorsun.”
Tam o anda arkamda alelacele ayak sesleri duydum. Seokjin hyung

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

seslerin geldiği yöne baktı ve öfkeli bakışlar saçarak ara sokaktan koşarak
çıktı.
Ben “Nereye gidiyorsun?” diye bağırırken dumanların yükseldiğini
gördüm. Tam o anda rüyamda gördüğüm şeyi hatırladım: Yoongi
hyung‘un dumanlar ve alevler içinde ölmesini ve penceresinin dışındaki
sahneyi. Orası burasıydı. Duman daha da yoğunlaştı. Etrafıma bakıp
koşmaya başladım. Yoongi hyung içeride olabilirdi.
Ara sokaktan çıktıktan sonra Jungkook’un da mekana doğru koştuğunu
gördüm. Jungkook da Yoongi hyung’u arıyor olacaktı.
“Jeon Jungkook!” diye arkasından seslenirken bileğimi burkup düştüm.
Dirseklerim sert bir şekilde yere çakıldı. Ayağa kalkmaya çalışınca ayak
bileğim çıktı. Koşamadım. Duman daha da yoğunlaşırken pencereden
alevlerin yükseldiğini gördüm. Dişimi sıkıp yaralı bileğimi sürüye sürüye

Cypheryürümeye devam ettim. Ama biri kolumdan çekip beni arabaya itti.

Seokjin hyung’du bu. “Ne yapıyorsun sen? Yoongi hyung içeride!” Onu
itmeye çalıştım ama Seokjin hyung kıpırdamıyordu. “Bekle. Ambulans
birazdan gelecek.”
“Jungkook! Jeon Jungkook!” diye bağırdım ama beni duymadı. Bir süre
sonra Jungkook sanki bir şey hatırlamış gibi arkasını döndü. Geri gelip
motelin ön kapısında müsvedde kağıt gibi görünen bir şeyi yerden aldı.
“Jungkook! Yoongi hyung içeride!” diye tekrar bağırdım. Jungkook
kafasını kaldırıp bana doğru baktı. Sonra da motelin içine koştu.
Seokjin hyung’un nefes alıp verme sesine doğru döndüm. Kolumu hala
sıkı sıkı tuttuğunu anca o zaman farkettim. O kadar çok sıkıyordu ki

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

canım yanıyordu. Kendimi elinden kurtarıp arabadan indim. Bu tarafa
doğru gelen siren seslerini duyuyordum. Jungkook, sırtında Yoongi
hyung’la motelden fırladı. Hemen arkasından da bir itfaiyeyle ambulans
geldi.

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Yoongi

2 Mayıs, YIL 22

“Biraz acıyacak.”
Doktor sol koluma pansuman yapmaya başladığında yanıktan kan
fışkırdı. Altı ay sonra yarası geçmeye başlarmış. Siyaha çalan kırmızı
yaraya baktım. Etrafındaki yanık deri bir parça ateşe benziyordu.
Doktor “Kanaman iyiye işaret. Altındaki derinin canlı olduğu anlamına
geliyor,” dedi. Yavaşça başımı evet anlamında salladım. Pansumandan
kan sızıyor, ardından da kolumda bir yanma hissi oluşuyordu.
Acı, aklıma çocukluğumu gördüğüm bir rüyayı getirdi. Rüyamda
koşuyorum, kaynar güneşin altında terden sırılsıklamım. Başım dönüyor

Cypherve çok susamışım. Vücudumun her bir yerinde bir yanma ve batma hissi

var. Küçükken çelimsiz bir çocuktum; bu da babamın hiç hoşuna
gitmiyordu. O yüzden havaya bakmaksızın her sabah beni koştururdu. Ya
cehennem gibi sıcakta yada buz gibi soğukta koşmak zorunda kalırdım.
Rüyamda zar zor nefes alıyorum ve ölmek bundan daha iyidir diye
düşünüyorum.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Hoseok

11 Mayıs, YIL 22

Telefonuma gelen mesajın sesine uyandım. Neredeyim ben? Doğrulunca
Gyeongil Hastanesi’nde olduğumu farkettim. Sonra geri yattım.
Pencereden içeri sabah güneşi giriyordu. Mesaj, yetimhanedeki
“teyzem”dendi.
Dün Yangji Yetimhanesi’ndeki hyunglardan bir telefon geldi. Teyzenin
ciddi bir hastalığı olduğunu söyledi bana. Onca yetimhane gönüllüsü
içinden teyzem benim için bilhassa özeldi. Evine nasıl geldim
hatırlamıyorum. Tek hatırladığım evini ve açık pencereden onu görüşüm.
Biriyle konuşurken bir kahkaha patlattı. Hasta olması, ameliyata ihtiyacı
olması ve hayatta kalma şansının çok düşük olması hep yalan gibi geldi.

CypherBen çömelmeden önce az daha beni görüyordu. Onu görürsem

gözyaşlarımı tutamayacağım diye korkuyordum. Kızgınlıkla sen de mi
beni terk edeceksin diye ağzımdan kaçırırdım belki. Uzaklaşmaya
başladım. Biri bana sesleniyor gibi geldi ama arkama bakmadım.
Hatırladığım son şey köprüden gökyüzüne bakışım. Başım döndü ve
birden gözüm karardı. Dizlerimin bağı çözülürken arabaların gürültülü
kornalarıyla kulağım çınladı. Narkolepsim vurmuştu yine.
Hoseok-ah, iyi misin? Çok üzüldüm.
Teyzemdendi mesaj. İnsanları hep sevmişimdir – yetimhanadeki
kardeşlerimi, bize bakan teyzeleri, okul arkadaşlarımla öğretmenlerimi ve
burgercideki müşterilerle birlikte çalıştığım insanları. Herkes beni

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

sevmezdi ve bazen iyi kalpliliğin karşılığı iyi kalplilik olmuyordu. Hatta
sıklıkla ilgi ve sevgi, kalp kırıklığı ve acı olarak geri dönüyordu. Ama
benim için önemli olan insanlar sayesinde dayanabiliyordum yine.
Teyzem de beni annem gibi bırakıp gider miydi? Yine benim için önemli
birini kaybeder miydim? Gözlerimin dolduğunu hissettim. “Kim kim için
endişeleniyor burada acaba? Eğer benim için gerçekten endişeleniyorsan,
bana üzülüyorsan, lütfen sadece hayatta kal,” diye kendi kendime
geveledim.
Yatağın etrafındaki perdeyi açınca gözüm dışarıda duran biriyle buluştu.
“Park Jimin.”

CypherBeti benzi atmış ve afallamış halde, Jimin bir adım geriye çekildi.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Seokjin

12 Mayıs, YIL 22

Gyeongil Hastanesi’ne girerken yukarı pencereye baktım. Hoseok’la
Jimin orada bir yerlerde olsa gerekti. Gerçekten de tuhaf bir tesadüftü.
Hoseok ara ara uyku atakları yüzünden baygınlık geçirirdi ama her
seferinde hastaneye yatmazdı. Bu sefer hastaneye kaldırılmıştı ve şansına,
ayakta hasta koğuşuna nakil olan Jimin’in yanındaki yatağa denk gelmişti.
Bu olmamış olsaydı, Hoseok’u kazadan kurtaramayacak yada Jimin’in
hastanede olduğunu öğrenemeyecektim.
İkinci kattaki acil çıkış kapısının önünde telefonumdan saati kontrol
ettim. Saat 14:15:45’i gösteriyordu. Saate bakınca dudaklarımda bir
sırıtma belirdi. Yoongi ve yangın olayı yüzünden fazla gerilmiştim
herhalde. O gün Taehyung ortaya çıktığı için işler beklediğim gibi

Cyphergitmemişti. Jungkook motele biraz geç girdi, bu yüzden de Yoongi daha

ciddi yaralanmıştı.
Ama bu önemli değildi. Bu kadar önemsiz bir ayrıntı zaman döngüsünü
tekrar başlatmayacaktı. Dikkatsiz davranmaya başlamıştım; daha dikkatli
olmam gerekiyordu.
Asansörün olduğu yöne baktım. 15 saniye bekledikten sonra Jimin’e
seslendim. Asansörün civarında olan Jimin etrafına bakındı. Olduğu
yerden beni göremiyordu. Koridorun sonunda, arkamda kocaman bir
pencere vardı ve öğlen güneşi olduğu gibi içeri giriyordu. Jimin bana
doğru bir adım attı. Başım yerde, acil çıkış kapısını açtım. Merdivenleri
üçer üçer çıkarak koştum.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Bir çocukla elele tutuşmuş şapkalı bir kadın merdivenden iniyordu.
Onlara çarpmayayım diye duvara daha yakın koştum. Kadın, Hoseok’un
annesi sanması için fazla gençti. Hoseok beni görmeden üçüncü kattaki
acil çıkış kapısını açıp koridora çıktım.
Ne olacağını görmek için kapıyı açık bıraktım. Hoseok’un dördüncü
kattan aşağı koşup üçüncü kat acil çıkış kapısından içeri girişini,
arkasından da Jimin’in ikinci kat acil çıkış kapısını açışını duydum.
Hoseok kadının arkasından “Anne!” diye bağırdı. Aradan dört-beş saniye
geçti ama hiçbir şey olmamıştı. Çığlık falan yoktu, sadece birinin nefes

Cyphernefese kalma sesi vardı.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Yoongi

12 Mayıs, YIL 22

Stüdyomun kapısını açınca Jungkook’u bir köşede çömelirken buldum.
Kapının açıldığını duyunca ayağa fırladı. İyi miyim diye sorup tereddütlü
adımlarla geri çekildi.
Çantamı yere koyup etrafa baktım. Hastaneden çıktıktan sonra buraya ilk
defa geliyordum. Notalar ve bardaklar yerinde duruyordu. Belki de
Jungkook her gün buraya gelmişti. Fark ettim ki o günden beri
Jungkook’u ilk kez görüyordum. Hayatımı kurtarmıştı. Ona teşekkür
edip bir de özür dilemem gerekiyordu.
Bu sözlerin yerine bir soju şişesi çıkarıp Jungkook’a uzattım. Şişeyi alıp
bunun ne yapayım şimdi diye sorarcasına bana baktı. “Senin içmemen

Cyphergerekmiyor mu?” Pansumanlı sol kolumu işaret etti.

“Beni öldüremez. Öldürse güzel olurdu tabii.” Jungkook, bana ve soju
şişesine bakmak arasında gitti geldi; sonra da beklenmedik bir şey söyledi.
“Doğru söylüyorsun. İnsanları öldürebilse güzel olurdu.” Sonra da şişeyi
kafasına dikti.
Kendi kendime “Sen de mi ölmek istiyorsun?” diye içimden geçirdim.
Herkesin ölmeyi istemek için kendince bir nedeni olsa gerekti. Yaşamayı
istemek için de öyle. Jungkook niye ölmeyi istiyordu ki? Ne için yaşıyordu
peki? Onunla ilk tanıştığımızda orta okula gidiyordu. Bıkkın, yalnız biri
gibi gibiydi. Yaşıtlarıyla geçineceğine bizimle takıldı. Herkesin kendince
bir sebebi vardı işte. Hayatına burnumu sokmamak daha iyi olur diye
düşünmüştüm. Soju şişesini alıp kafama diktim ama Jungkook şişeyi
elimden aldı. Zaman geçti. Birbiri ardına yeni şişeler açtık.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Sanki alkol beni konuşturuyormuşçasına sordum, “Niye böyle yaşıyorsun
sen?” Jungkook “Nasıl yaşıyormuşum? Hayatımın nesi varmış?” diye
sordu dili dolanarak. Kamburunu çıkardı. Yüzü bitkin görünüyordu.
“Boşver. İç.”
Şişeden bir yudum daha alınca Jungkook sordu, “Hala reşit olmadığımı
biliyorsun değil mi? Liseye gidiyorum ben. Kim bir liseliye iç der?” Bu
sözlerinin üzerine yere uzandı.
“Seni seviyorum diye mi peşinde dolanıyorum sanıyorsun? Senin için hiç
endişelenmiyorum ki ben. Endişelenecek neyin var ki? Endişelenilmesi
gereken benim. Ama niye seni görmeye geliyorum biliyor musun?”
Hiçbiri anlaşılmayan bir sürü şey zırvalıyordu.
“Çünkü müziğini seviyorum. Seni piyano çalarken dinlediğim zaman

Cypherağlayasım geliyor. Ben. Benim gözüm doluyor. Günde defalarca kez

ölüyormuşum gibi hissediyorum. Ama senin müziğini dinlediğimde
yaşamak istiyorum. Bu yüzden işte. Bu yüzden diyorum. Demek
istediğim müziğin aynı kalbimden geçenler gibi.”
Jungkook konuştu durdu ama sonra sesi kesilip uykuya daldı. Sırtım
duvarda oturup soju şişesinden bir yudum aldım ve piyanoya baktım.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Namjoon

14 Mayıs, YIL 22

İşten gelip bez karyolaya uzandım. Pencereden gökyüzüne aya baktım.
Yorgun hissediyordum ama uyuyamıyordum. Gözlerimi kolumla kapayıp
uykuya dalmaya çalıştım.
Tak. Tak. Bir şeyin yerde yuvarlanma sesini duydum. Gözlerimi açınca
futbol topuna şut atan on yaşlarında bir çocuk gördüm. Birkaç kere
mahallede görmüştüm onu.
Oynayacak kimsesi yoktu ve karanlığın içinde kendi başına topu
tekmelemeye devam etti. Oynayabileceği tek yer konteynerlerin
arasındaki dar alandı. Topunu karanlıkta aramaya gittikten sonra geri

Cyphergelmesi biraz sürdü.

Hoseok hastaneden çıkar çıkmaz hepimizi topladı. “Jimin’i buradan
çıkaralım. İki yıldır buraya tıkıldı kaldı, biz de bilmiyormuşuz gibi
davranamayız” dedi.
“İyi de hangi hastalık yüzünden burada olduğunu bilmiyoruz ki?”
“Okul zamanlarımızı hatırlasana. Sana hasta gibi geliyor muydu?”
Seokjin hyung aradığında bunu konuşuyorduk. Sesi Hoseok kadar
dediğim dedik değildi ama yine de nispeten kararlı bir şekilde söyledi,
“Tabii ki de Jimin’i oradan çıkarmamız lazım.”
Bir ay önce kadar benzinlikte onu gördüğüm anı hatırladım. Jimin’in

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

okulda nasıl göründüğünü belli belirsiz hatırlamaya çalıştım. Gyeongil
Hastanesi’nin otoparkında akşam sekizde buluşmaya karar verdik. Bir
planımız yoktu ama. Uykumda futbol topunun tekmelenmesini duydum.
Hem saat kaç diye hem de bu çocuk niye gecenin bir vakti kendi kendine
futbol oynuyor diye merak ettim.

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Jimin

15 Mayıs, YIL 22

Koridor önümde uzanırken dünden hiç farklı görünmüyordu. Kafamda
çizdiğim sınırı gördüm. Arkadaşlarım arkamdan koşa koşa geldiler ama
ben sınıra yaklaştıkça bacaklarım ağırlaştı. Birazdan düşüverecekmişim
gibi geliyordu. Sınır, gözümün tam önündeydi. Bacaklarım sendeledi.
Hoseok hyung arkamdan “Bir şey yok Park Jimin! Koş işte!” diye bağırdı.
Gözlerimi kapatıp sonraki adımı attım. Bilmek için görmem
gerekmiyordu; sınırı aşmıştım. Kapıyı açtım. Dışarının havası içeri doldu

Cypherve kalbimin bir yerinde bir şey deli gibi çarpmaya başladı.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Seokjin

15 Mayıs, YIL 22

Konteynere girer girmez güçlükle soludum. Yüzümü buruşturup
boğazımı tuttum. Ciğerlerime dolan şey hava gibi gelmedi; içime zehirli
bir gaz çekiyordum. Nefes alamadım. Sanki tüm vücudum büzüşüyordu.
Durup dururken kafamın içinde bir şey ışıyıp kayboldu. Sanki kırık bir
cam parçası yada bir ışık huzmesi gibi, ben ne olduğunu anlayana kadar
parlayıp kayboldu gitti. Arkasından da devasa bir baş ağrısı geldi.
Bir yandan migrene katlanırken bir yandan zihnimin gözünü küçücük bir
anıya odakladım. Namjoon’un kirli konteynerinin içinde bir şeylere gülüp
eğleniyorduk. Ben de oradaydım. O sahneyi görünce tuhaf bir şekilde
hüzünlendim. Kalbim çaresizlik ve acizlik hisleriyle burkuldu.

CypherSebebini hatırlamaya çalıştığımda baş ağrım çok daha kötüleşti. Sanki

şakaklarıma sert bir şey batırılıyormuş gibi yada kafamın içinde bir şey
patlayacakmış gibi. O hisse katlanamayınca konteynerden çıktım. Biri
bana seslendi gibi geldi ama geri dönüp bakacak gücüm yoktu. Elimden
geldiğince çabuk bir şekilde oradan ayrıldım. Konteynerden ne kadar
uzaklaşırsam kendimi o kadar iyi hissediyordum.
Sonunda arkama dönüp baktığımda bayağı uzaklaşmıştım. Daha önce de
baş ağrılarım olmuştu ama hiçbiri bunun gibi değildi. Stresten yada
gerilimden olduğunu düşünmüyordum. Hiç mantıklı olmasa da galiba
tetikleyen şey konteynerin kendisiydi. İçindeki bir şey bana saldırıyordu.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Hoseok

20 Mayıs, YIL 22

Aynanın önünde durdum. Işıkları loşlaştırıp kendime baktım. Bir
Cumartesi öğlesi etrafta kimse yokken, müzik de olmadan stüdyoda bir
dönüş figürü yaptım. Odanın içerisine binanın içinden ve dışından sesler
dolmuştu. Gözlerimi aynadaki halime dikmiş halde dönüşü tekrarladım.
Bir şey düşünmek istemiyordum. Parmak uçlarıma, ayaklarımın ve
dizlerimin açısına ve dönüşün hızına odaklandım. Çok sıcaklamış ve
terlemiştim. Gerilen kaslarım kısa süre sonra gevşedi.
Ayak bileğimi burkunca yüksek bir sıçrayışı tamamlarken dengemi
kaybettim. Düşüşümü yavaşlatmak için yere destek yaptığım elim uyuştu.
Tişörtüm sırılsıklamdı ve yerden sırtıma doğru tırmanan bir ürperme

Cypherhissettim. Bir tek nefes alıp verme sesimi duyabiliyordum.

Dans eden halime bakmak hoşuma gidiyordu. Dans ederken insanların
gözlerinden ve yargılarından özgür halde, ayaklarım yere değmeden
uçuyordum. Vücudumu müzikle hareket ettirmek ve kalbimden geçenleri
vücudumla ifade etmek dışında hiçbir şeyin önemi yoktu. Bazen gerçek
olamayacak yüksekliklere sıçrayabiliyor, tamamen kendim olabiliyordum.
Gelgelelim her dönüş yaptığımda aynada gördüğüm kişi bendim.
Gerçekteki ben. Biricik teyzesinin ciddi bir hastalığa yakalandığını
duyduğunda köprüde baygınlık geçiren, annesinin peşinde koşarken az
daha merdivenden aşağı yuvarlanan, sinir krizi geçirip de babasına karşı
çaresiz kalan Taehyung’un önünde aciz olan ben. O durumdayken bile
her şeyin geçeceğini söyleyip kendimi gülümsemeye zorluyordum. O
halimi görmemeye çalıştığımda dengemi kaybedip yere düştüm.

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Beklenmedik sağanağın olduğu günü hatırladım. Yağmurdan kaçarken
insanların bizim burgerciye sığınmasını, o gün hunharca çalan
telefonları… Yağmur başladığı anilikte kesilmişti. İnsanlar da hiçbir şey
olmamış gibi yoluna baktı ama peşinden gelen kaos ve korku benimle
kalıp uzun bir süre ödümü kopardı. Aynı o günkü gibi hissetmiştim. Aynı
acizlik hissini.

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Taehyung

21 Mayıs, YIL 22

Terkedilmiş havuza sözleştiğimiz saatten daha erken geldim. Havuzun
orta yerindeki şilteye uzandım. Uzanırken yerden toz kalktı ama
umrumda değildi. Beni yakan güneşe karşı yatıyordum. Sanki boş bir
okyanusta süzülüyordum. Güneş ışığını elimle kapadım; sonra elimi
yavaşça çevirdim. Dünkü yaramdan hala kan sızıyor gibiydi.
Üzerinden daha sadece bir gün geçmişti. Kapıyı açınca her ne kadar
beklendik de olsa dehşet verici bir şeyle karşılaşmıştım. Bir anda beynim
boşaldı. Kendime geldiğimde avcum kanıyordu. Ablam bir köşede
ağlıyor, Hoseok hyung bana kendime gelmemi söyleyip beni deli gibi
sarsıyordu.

CypherBen babamı öldürürken Seokjin hyung beni izliyordu – kabusum hep

böyle bitiyordu. Kabus ve gerçeklik birbirine karışmış, birbirleriyle
çarpışmayı kıl payı kaçırıyorlardı. Hoseok hyung’a nereden bildiğini
sorduğumda şöyle dedi: “Seokjin hyung beni aramıştı. Gelip seni
görmemi söyledi. Sana beraber denize gitmek ister misin diye sormamı
istedi.”
Babama saldırırken içimde hala o katlanılmaz öfke ve hüzün vardı. Bu
öfkeden deliren kalbimle ne yapacağımı bilmiyordum. Yavaş yavaş
kendime gelirken birbiri ardına sahneler hatırladım: Seokjin hyung’un
Songju haritası önünde düşüncelere dalmasını, Yoongi hyung’un kaza
mahallinde belirmesini, yaptığı telefon görüşmesini…
Kim Taehyung başını tekrar derde sokacak olursa lütfen Jung Hoseok’u arayın…

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE
THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

Bunların hepsi birer tesadüf müydü? Rüyamda Seokjin hyung her şeyi
sadece uzaktan izliyordu. Ama gerçekte başımız ne zaman belada olsa
hep araya giriyordu. Neyin gerçek neyin rüya olduğunu nasıl ayırt
edecektim? Seokjin hyung’un rüyamda gördüğüm suratını
unutamıyordum. Bize yardım mı ediyordu yoksa bizi belli bir geleceğe
doğru mu itiyordu?

Cypher

THE MOST BEAUTIFUL MOMENT IN LIFE

2

Cypher


Click to View FlipBook Version