The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by MİNERVA DOĞAN, 2023-05-27 23:41:10

Mayıs

Mayıs

4 Atatürk’ten 5 Editörlerden 6 Konuğumuz ile Kısa Bir Muhabbet 8 Okudum-İzledim-Görüyorum 10 Türkiye’de Tutsak Basın 12 Üniversiteler Haykırıyor 14 Yeni Kapı 16 Orta Çağ’da Edebiyat 18 Ninja 20 Kara Delikler Nasıl Oluşur 21 Uzay Teknolojileri Alanında Gelecek 10 Yılda Ne Tür Teknolojik Gelişmeler Gerçekleşecek 22 Ruh 24 Milano’da Bir Gün 26 Minerva’nın Şaiirleri 28 Mona Lisa’nın Şifresi 30 Orta Çağ’da Doktorluk ve Hemşirelik 32 Ulucanlar 34 Veda Vakti 36 Facia ama Niçin? 38 Hayat Nereden Baktığındır 40 Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz 41 Mayıs Ayının Bende Uyandırdığı Hisler 42 Dağınık Bu sezonun sonuna geldiğimiz için ön kapakta sizlere “güle güle” dedik, arka fona ise bahar teması yerleştirdik. Arka kapakta ise 6 Mayıs 1972’de idam edilen 3 fidanı andık.


Memleketimizi, topluluğumuzu gerçek hedefe mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir… Bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için size şunu söyleyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz. 4 Değerli Okurlarımız, Minerva, Roma Mitolojisi hena İlk olarak Alman düşünür, filozof Hegel bahsetmistir Baykuşu ancak gün batarken uçmaya başlar." Biz de içeriklerimizi gün batımında sizlere uçurduk, dergimizi gün batımında tasarladık. Yazmak, öykünmektir hayatta. Yazmak bir iç konuşmadır senli benli. Yazmak karanlık bir yolda beliren küçücük bir mum ışığına doğru yürümektir. Yazmak eylemlerin en saygı duyulanıdır. Bir o kadar zor olanı ise çizmektir, renklendirmektir. Bunları tasarlamak, her sayfayı ince ince dokumak da cabasıdır. Sanat ise tam burada doğar zaten. Dergimize emek veren tüm sanatçıları kutluyorum. Minerva son sayısı için hepinize keyifli okumalar.


5 Değerli Okurlarımız, Minerva, Roma Mitolojisi’ndeki akıl ve bilgelik tanrıçasıdır, aynı zamanda eski Yunan Mitolojisi’ndeki Athena’nın karşılığıdır. Baykuslar ise hem halk arasında hem de çeşitli mitlerde bilgeliğin sembolüdür. İlk olarak Alman düşünür, filozof Hegel bahsetmistir “Minerva’nın Baykuşu” metaforundan. "Minerva'nın Baykuşu ancak gün batarken uçmaya başlar." Biz de içeriklerimizi gün batımında sizlere uçurduk, dergimizi gün batımında tasarladık. Yazmak, öykünmektir hayatta. Yazmak bir iç konuşmadır senli benli. Yazmak karanlık bir yolda beliren küçücük bir mum ışığına doğru yürümektir. Yazmak eylemlerin en saygı duyulanıdır. Bir o kadar zor olanı ise çizmektir, renklendirmektir. Bunları tasarlamak, her sayfayı ince ince dokumak da cabasıdır. Sanat ise tam burada doğar zaten. Dergimize emek veren tüm sanatçıları kutluyorum. Minerva’nın Baykuşu tatile uçuyor. Yeni sezonda görüşmek, yeniden buluşmak dileğimizle. BU sezonun son sayısı için hepinize keyifli okumalar. MİNERVA’NIN EDİTÖRLERİ


2 Cengiz Uzun


Bu durumda haksız sonuçlar ortaya çıkacak. O dönemde teog 1 ve teog 2 vardı. Bizim derece yapacak öğrencilerimiz yazın teog 1’i bitirip sonrasında teog 2’ye hazırlanacaklardı. Bu çocuklar hep mağdur oldu, aileler mağdur oldu ve herkes olumsuz etkilendi. Oyun başladıktan sonra kural değişmez, değişecekse bu kademeli bir geçiş olmalıydı. Ben seneye teogu kaldıracağım demek de doğru değildi. 5. sınıf öğrencilerine siz sınava gireceğinizde böyle bir sistem olacak dinmeli ve o çocuklar 4 yıl boyunca bu sınavı bilecek ve ona göre çalışacak. Yeni nesil diye de bir şey yok, sorulara şekil ekleme ve okuduğunu anlama, anladığını yorumlama var. Depremin etkileri hala sürüyor. Eğitimi yarıda kalan çocuklar var, düzeni değişen onlarca çocuk var. Sizce önümüzdeki yks ve lgs sınavları adil olacak mı? Bütün depremzedelere geçmiş olsun. Aslında tüm Türkiye’ye geçmiş olsun. Hepimiz bunu yaşadık. Zorunlu göçler ve ekonomik boyutuyla da süreç devam ediyor. Ama sadece deprem değil, okullarına ailesine yardım olsun diye çalışan binlerce öğrenci var. Ne yazıkki eğitim hiç adil değildi, adil olmadı. Deprem bölgesi bir örnek sadece. Ben köy okullarında çalıştım, Bingöl’ün Karlıova ilçesinde köyde çalıştım. Çocuklar okula ekim gibi gelip nisan gibi giderlerdi. Hayvanları alıp onları otlatmak adı altında gezdirirlerdi. Hayvanlar daha besili olsun diye o 3 -4 ay boyunca Bingöl’den Diyarbakır’a gidip geri dönerlerdi. Bunun dışında bir sürü örnek var ve eğitim adil değil. Halbuki anayasamızda her çocuğun eşit eğitim alması yer alıyor ama biz bunu sağlayamıyoruz. Bir ülkenin en büyük ve önemli problemi bu. Bunun da tek çözümü var eğitim ve siyaseti ayırmalıyız. Eğitim aşağıdan bu işi öğrenerek gelen eğitim mensupları ile yürümelidir. Liyakat sahibi öğretmen olabilir, müfettiş olabilir, idareci olabilir… Bu kişilerle yürümelidir. Siyasi olarak sürekli gelip giden insanlarla değil. Müfredat kalıpları belli olur, yurt dışında böyledir. Tabi ki gelişir, değişir ama kalıpları bellidir. Bizim 8. Ünitemiz vardı: deprem. Bu ünite kaldırıldı. 8. sınıf fen bilimleri dersinden kaldırdı ama aslında depremi matematik dersinde de resim dersinde de kullanmalıyız. Biz deprem bölgesiyiz, bunu öğrenciye öğretmeliyiz. Bir diğeri de tarım çünkü biz tarım ülkesiyiz ve bunu da öğrenciye vermeliyiz. Disiplinler arası ilişkilerle bunlar öğrencilere verilebilir. Son olarak sınava girecek öğrencilere tavsiyeleriniz neler? Haziran ayında sınava girecek okurlarımıza neler söylemek istersiniz? Zor bir süreç. Sadece çocuklar için değil aileler için de. Ayırt edici aya geldik, son ay. Koşu başladı ve çoğu kişi havlu atmaya başladı. İki kesim var: ben oldum diye kenara çekilenler ki onlar sınavda hüsrana uğrayacaklar ama devam edenler olabildiğince çok soru çözenler, piyasada ne kadar soru varsa bitirenler sınavda o kadar başarılı olacaklar. Ve insan hatalarından öğrenir, hatalarını mutlaka sormalılar ve o hataları öğrenmeliler. Sürekli doğru yaptığınız bir konuda ilerleyemezsiniz. Ve şu örneği de vereyim ne ekersiniz o nu biçersiniz. Ben hepsine başarılar diliyorum, emekleri boşa çıkmasın. Sizin için de çok zor ve yoğun bir dönem olacak. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim, sizin gibi gençlerle konuşmak çok keyifliydi. Okurlarımızın sizleri daha yakından tanıması için bize kendinizi tanıtır mısınız? Öncelikle teşekkürler, bu röportaj benim için ayrı bir önem taşıyor çünkü eski bir öğrencim dahil. Adım Cengiz Uzun, senelerdir Cuzun Hoca olarak kaldı artık velilerim bile Cuzun Hoca diyor. Cuzun ne dedi, Cuzun ne yaptı… Ben 2002 Gazi Eğitim Fakültesi Fen Bilimleri mezunuyum, lisede de öğretmen okulunda okudum. Zaten o yıllardan geliyor öğretmenlik sevgisi. Sadece öğretmenlik değil, eğitim koçluğu, eğitim danışmanlığı, yayınevlerine danışmanlık ve kendime ait küçük bir yayınevine sahibim. Senelerdir eğitim alanında öğrencilerimin gönlüne dokunmaya çalışıyorum. Yayınevim var dediniz, öğretmenlik mesleğinizin yayınevinize bir katkısı oldu mu? Ya da yayınevinizin mesleğinize katkısı oldu mu? Sahanın içinde olmazsan hem öğrencinin hem öğretmeninin nasıl bir yayın istediğini bilmezsin. Derste öğrenciye anlattıktan sonra nasıl pekiştirmeliyim, nasıl bir soru kalıbı kullanmalıyım, önce boşluk doldurma mı yoksa test mi çözdürmeliyim? Ben bunları bilerek yayınevinde kullanıyorum, aynı şekilde baskıya girmeden önce öğrenciler üzerinde çıktıları kullanarak onlar sayesinde dil bilgisi hatası, bilimsel hata, resim hatası, gözümüzden kaçan bir nokta var mı bunu kullanabiliyorum. Çok büyük katkısı oluyor. Bize biraz da pandemi sürecinden bahseder misiniz, sanal sınıflarınız nasıldı? Ve sizce sanal sınıflar için geleceğin sınıfları diyebilir miyiz? Artık vazgeçilmezimiz, şu an sizinle yaptığımız görüşme bile teknolojik bir başarı ama benim çalıştığım yaş gruplarında yüz yüze eğitimin yerini hiçbir şey tutamaz. Ortaokul gruplarında ya da daha küçük ilkokul gruplarında ne kadar dijital, hangi program gelirse gelsin bir öğretmenin sınıfta öğrencilerini, defterini, kalemini, silgisini, arkadaşının saçını çekmesini, masadaki oturuşunu görmesi gerekir diye düşünüyorum. Biz toplumumuzda da seviyoruz yüz yüze muhabbet etmeyi. Bence belli bir yaş gruplarında kullanılabilir ama ben yüz yüze olmasından yanayım. Tabii ki hibrit de kullanılabilir ama yüz yüzenin yerini tutacağını düşünmüyorum. İnsanoğlu aynı ortamda, etkileşim içinde öğreniyor. Sizce eğitimde yapay zeka nedir? Monoton bir zeka mıdır yoksa öğrenebilen ve öğretebilen bir araç mıdır? Bilim dünyası bence bize sunulandan 10 kat ötede. Ben yazılım üzerinde yazmak isteyen öğrencilerime şunu söylüyorum: 4 sene müddetiniz var, 4 sene sonra en iyi yazılımcılar iş yapacak sadece. Çünkü sonrasında çok gelişmiş bir yazılımcı kendine öyle bir yazılım üretecek ve program kendi kendini programlayacak diye düşünüyorum. Zaten teknolojinin ucu bucağı açık. Temel sınav yapıları ve müfredatlar çoğunlukla aynı kalırken sistem içerisinde yenilikler yapılıyor. Bizim zamanımızda Teog kalkıp Lgs olmuştu, önce şunu sormak isterim öğrenciler Lgs’ye alıştı mı? Ve sizce dönem ortasında sistemin değişmesi nasıl bir durum? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Öncelikle şu örneği vereyim, maça başladınız bir masa tenisi maçındasınız ve 10. Dakikada bir saniye bir durun dediler ve kurallar değişti.


Kitap Eleştirisi: 1. "Bülbülü Öldürmek" - Harper Lee "Bülbülü Öldürmek", Harper Lee'nin başyapıtı olarak edebi dünyada yerini sağlamlaştırmış bir roman. Lee, güçlü bir anlatım ve etkileyici karakterlerle, ırkçılık ve adalet temalarını ustalıkla işliyor. Kitap, 1930'ların Amerika'sında bir çocuğun gözünden, ahlaki bir sınavdan geçişini anlatıyor. Scout Finch'in bakış açısı, okuyucuyu derin bir düşünce ve empati yolculuğuna çıkarıyor. Lee'nin dili, güçlü betimlemeleri ve sürükleyici hikayesiyle okuyucuyu içine çekiyor. "Bülbülü Öldürmek", insan doğasının karmaşıklığını vurgulayan ve ırkçılığın acımasızlığını sorgulatan bir başyapıt olarak edebiyat dünyasında haklı bir yere sahip. Film Eleştirisi: 1. "Yıldızlararası" - Christopher Nolan Christopher Nolan'ın yönettiği "Yıldızlararası", bilim kurgu türünde büyüleyici bir sinematik deneyim sunuyor. Film, insanlığın yaşam kaynaklarının tükenmesiyle karşı karşıya olduğu bir gelecekte geçiyor. Matthew McConaughey'nin mükemmel performansıyla desteklenen hikaye, keşif, aşk ve insanlık kavramları etrafında dönüyor. Nolan, zamanda ve uzayda yolculuk temasını ustaca işliyor ve görsel efektlerin yanı sıra duygusal derinliği de yakalamayı başarıyor. "Yıldızlararası", düşündürücü senaryosu ve görsel şöleniyle bilim kurgu severler için kaçırılmaması gereken bir film.


Dizi Eleştirisi: 1. "Black Mirror" "Black Mirror", modern teknolojinin karanlık yanlarını çarpıcı bir şekilde yansıtan ve izleyicileri derinden düşündüren bir antoloji dizisi. Her bölümde farklı bir hikaye anlatılıyor ve teknolojinin insan yaşamına etkileri sorgulanıyor. Dizi, genellikle distopik ve karamsar bir atmosfere sahip olmasına rağmen zekice yazılmış senaryoları ve sürpriz sonlarıyla dikkat çekiyor. "Black Mirror", günümüzün teknolojik gelişmeleri üzerine kara mizah ve eleştirel bir bakış sunarak, insanların bağımlılıkları, gizlilik, iletişim ve insan doğası gibi konuları tartışmalarına yol açıyor. İzleyicileri hem rahatsız ediyor hem de derin bir düşünceye sevk eden bu dizi, görsel açıdan da etkili bir çalışma yürütüyor. Yiğit Can DOĞAN


Birleşmiş Milletler, 1993 yılında özgür ve bağımsız bir basın için 3 Mayıs’ı Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul etmiştir. Basın özgürlüğü, haber, fikir ve düşünceleri, çoğaltıcı araçlarla, serbestçe açıklayabilmek özgürlüğüdür. Bilgi ve düşünceleri serbest olarak toplayıp, yorum ve eleştiri yaparak çoğaltabilmek ve bunları serbest olarak yayımlayıp dağıtabilmek haklarını içerir. Basın özgürlüğü, basına tanınmış bir ayrıcalık değildir, kişilik hakları gibi korunan bir hak olarak değerlendirilir. Basın özgürlüğü; ulusal güvenlik ve kamu düzeni, kişilik hakları ve mahremiyet, iftira ve hakaret, milli güvenlik ve toplumun genel sağlığı gibi konularda kısıtlanabilir. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre Türkiye, bir önceki yıla göre dört sıra yükselerek 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada yer aldı. TGS tarafından hazırlanan raporda ise 26 gazetecinin, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde bulunduğu belirtildi. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nin 2022 yılı sonuçlarına göre 180 ülkenin 8'inde özgürlük durumu "iyi", 40'ında "tatmin edici", 62'sinde "sorunlu", Türkiye'nin de aralarında olduğu 42 ülkede "kötü", 28 ülkede ise "çok kötü" kategorisinde bulunuyor. İktidar baskısı altındaki ülkemiz için ne 3 Mayıs’ın önemi kalmıştır ne de Basın Bayramı’nın. Hatta Basın Bayramı artık Basın Özgürlüğü Mücadele Günü olarak adlandırılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Anayasal güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğü, demokrasiyi içselleştiremeyen siyasetçilerin iktidar hırsıyla engellenmeye çalışılmaktadır. Halkın haber alma hakkını önceleyen gazetelerin aylarca resmi ilanları kesildi; televizyonlara ağır idari para, yayın durdurma hatta ekran karartma cezaları verildi; internet sitelerine erişim engelleri getirildi. Ve hala daha bunun gibi vahim durumlara şahit olmaktayız. Gerçek gazetecilik neredeyse ‘suç’, eleştirel haberin vatan hainliği sayıldığı Türkiye, Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 149’uncu sırada utanç tablosunda yer almamız garip karşılanmamalıdır. Medyanın, siyasetin emrine girmesi ve özgürlüğünü kaybetmesi kabul edilmemelidir. Halkın haber alma hakkı, ifade ve basın özgürlüğü asla engellenmemelidir. Türkiye’de demokrasi varsa bu süreç böyle devam etmemelidir. Tablodaki yerimiz ya sivil toplumla iyileşecektir ya da bahar gelince… Uğur Mumcu’ya ithafen, saygılarımla. Asya Lal ÇETİNKALE


ı Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul etmiştir. Basın özgürlüğü, haber, fikir ve düşünceleri, çoğaltıcı araçlarla, serbestçe açıklayabilmek özgürlüğüdür. Bilgi ve düşünceleri serbest olarak toplayıp, yorum ve eleştiri yaparak çoğaltabilmek ve bunları serbest olarak yayımlayıp dağıtabilmek haklarını içerir. Basın özgürlüğü, basına tanınmış bir ayrıcalık değildir, kişilik hakları gibi korunan bir hak olarak değerlendirilir. Basın özgürlüğü; ulusal güvenlik ve kamu düzeni, kişilik hakları ve mahremiyet, iftira ve hakaret, milli güvenlik ve topluSınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre Türkiye, bir önceki yıla göre dört sıra yükselerek 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada yer aldı. TGS tarafından hazırlanan raporda ise 26 gazetecinin, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde bulunduğu belirtildi. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nin 2022 yılı sonuçlarına göre 180 ülkenin 8'inde özgürlük durumu "iyi", 40'ında "tatmin edici", 62'sinde "sorunlu", Türkiye'nin de aralarında olduğu 42 ülkede "kötü", 28 ülkede ise "çok kötü" kategorisinde bulunuyor. İktidar baskısı altındaki ülkemiz için ne 3 Manın. Hatta Basın Bayramı artık Basın Özgürlüğü Mücadele Günü olarak adlandırılmaktadır. Cumhuriyet döneminde Anayasal güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğü, demokrasiyi içselleştiremeyen siyasetçilerin iktidar hırsıyla engellenmeye çalışılmaktadır. Halkın haber alma hakkını önceleyen gazetelerin aylarca resmi ilanları kesildi; televizyonlara ağır idari para, yayın durdurma hatta ekran karartma cezaları verildi; internet sitelerine erişim engelleri getirildi. eleştirel uncu sırada utanç tablosunda Medyanın, siyasetin emrine girmesi ve özgürlüğünü kaybetmesi kabul edilmemelidir. Halkın haber de demokrasi varsa bu süreç böy-


Üniversite öğrencilerinin şu anda çektiği sıkıntılar arasında finansal zorluklar, uzaktan eğitimle başa çıkma, motivasyon eksikliği, sosyal izolasyon ve genel sağlık sorunları yer alabilir. Bu sorunlar, öğrencilerin eğitimlerini ve genel refahlarını olumsuz yönde etkileyebilir. Aşağıda bu sorunlarla başa çıkmak için bazı öneriler yer almaktadır: Finansal zorluklar: Öğrenciler, eğitim masraflarını karşılamakta ve aynı zamanda temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabilirler. Burslara başvurmak, öğrenim kredilerinden yararlanmak, kredi kartı borçlarını azaltmak ve iş-staj imkanları araştırmak gibi yöntemler finansal zorlukları azaltabilir. Uzaktan eğitimle başa çıkma: Uzaktan eğitim, öğrenciler için teknolojik sorunlar, dikkat dağınıklığı ve motivasyon eksikliği atleri belirlemek, ders notlarını tutmak, online grup çalışmalarına katılmak ve öğretmenlerle sık sık iletişim kurmak bu soru bilir. Motivasyon eksikliği: Online derslere katılmak ve ödevleri tamamlamak için motivasyon eksikliği yaşanabilir. Bu sorunun üstes ne ödüller koymaları, kısa ve ölçülebilir hedefler belirlemeleri ve sosyal destek arayışına girmeleri önerilebilir. Sosyal izolasyon: Uzaktan eğitim ve pandemi koşulları nedeniyle öğrenciler arkadaşları ve aileleriyle az zaman geçirebilirler cilerin sanal toplantılara katılmaları, sosyal medyayı kullanmaları, online etkinliklere katılmaları ve arkadaşlarıyla düzenl Genel sağlık sorunları: Stres, kaygı ve depresyon gibi genel sağlık sorunları, öğrencilerin eğitimlerine odaklanmalarını zorl rencilerin düzenli egzersiz yapmaları, sağlıklı beslenmeye dikkat etmeleri, uyku düzenlerini korumaları ve psikolojik destek ChatGPT


Uzaktan eğitimle başa çıkma: Uzaktan eğitim, öğrenciler için teknolojik sorunlar, dikkat dağınıklığı ve motivasyon eksikliği gibi zorluklar yaratabilir. Düzenli çalışma saatleri belirlemek, ders notlarını tutmak, online grup çalışmalarına katılmak ve öğretmenlerle sık sık iletişim kurmak bu sorunların üstesinden gelmek için yardımcı olaMotivasyon eksikliği: Online derslere katılmak ve ödevleri tamamlamak için motivasyon eksikliği yaşanabilir. Bu sorunun üstesinden gelmek için öğrencilerin kendilerine ödüller koymaları, kısa ve ölçülebilir hedefler belirlemeleri ve sosyal destek arayışına girmeleri önerilebilir. Sosyal izolasyon: Uzaktan eğitim ve pandemi koşulları nedeniyle öğrenciler arkadaşları ve aileleriyle az zaman geçirebilirler. Bu sorunun üstesinden gelmek için öğrencilerin sanal toplantılara katılmaları, sosyal medyayı kullanmaları, online etkinliklere katılmaları ve arkadaşlarıyla düzenli olarak görüşmeleri önerilebilir. Genel sağlık sorunları: Stres, kaygı ve depresyon gibi genel sağlık sorunları, öğrencilerin eğitimlerine odaklanmalarını zorlaştırabilir. Bu sorunlarla başa çıkmak için öğrencilerin düzenli egzersiz yapmaları, sağlıklı beslenmeye dikkat etmeleri, uyku düzenlerini korumaları ve psikolojik destek aramaları önerilebilir.


İstanbul hadi beni bul Kaybolduğum sokaklarında bul Bir köşede soluklanırken bul beni Bilmem hangi seferdeyim Hangi afili sokağındayım İstanbul hadi beni bul Seslerimizin yankısı geliyor mu? Sen beni bulmadan ben çoktan buldum kendimi, Bir dostumun soluğunda, O dostumun dizlerinde. Kaybettiğim kendimi Yarım ruhumu, Tamamlanmamış şiirlerimi. Buldum buldum İstanbul hadi hoşça kal Harika DEŞDEMİR


Orta Çağ Avrupa'sında edebiyat, genellikle dini metinler ve klasik Antikçağ eserlerinin tercümeleri ile karakterize edilir. O ve yazma becerisine sahipti. Ancak, Orta Çağ boyunca kitap üretimi arttı ve bu da daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden En önemli edebi eserlerden biri, İngiltere'de yaklaşık 1066 yılında yazılan Beowulf destanıdır. Bu destan, Danimarkalı bir ka ilişkili olan epik şiirler de popülerdi. Bunların arasında en ünlüsü, Fransız şair Chretien de Troyes'ın yazdığı Lancelot hik Orta Çağ Avrupa'sında, dini metinler de çok yaygındı. En ünlüsü, Latince Vulgata olarak bilinen Kutsal Kitap'ın bir tercümesi ons (İtiraflar) ve City of God (Tanrı'nın Şehri) gibi eserleri de önemlidir. Orta Çağ'ın sonlarına doğru, okuryazarlık oranı arttıkça, daha fazla insanın okuma materyali aradığı bir dönem başladı. Bu, O yol açtı. Duygu ABBASOĞLU


Orta Çağ Avrupa'sında edebiyat, genellikle dini metinler ve klasik Antikçağ eserlerinin tercümeleri ile karakterize edilir. Orta Çağ'ın başlangıcında, yazma kitapların üretimi sınırlıydı ve sadece kilise rahipleri ve elit sınıflar okuma ve yazma becerisine sahipti. Ancak, Orta Çağ boyunca kitap üretimi arttı ve bu da daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden farklı türlerin ortaya çıkmasına yol açtı. En önemli edebi eserlerden biri, İngiltere'de yaklaşık 1066 yılında yazılan Beowulf destanıdır. Bu destan, Danimarkalı bir kahramanın canavarlarla savaşını anlatır. Orta Çağ boyunca, aynı zamanda şövalye kültürüyle de yakından ilişkili olan epik şiirler de popülerdi. Bunların arasında en ünlüsü, Fransız şair Chretien de Troyes'ın yazdığı Lancelot hikayeleridir. Orta Çağ Avrupa'sında, dini metinler de çok yaygındı. En ünlüsü, Latince Vulgata olarak bilinen Kutsal Kitap'ın bir tercümesidir. Ayrıca, Roma Katolik Kilisesi'nin önemli yazarlarından biri olan Aziz Augustinus'un ConfessiOrta Çağ'ın sonlarına doğru, okuryazarlık oranı arttıkça, daha fazla insanın okuma materyali aradığı bir dönem başladı. Bu, Orta Çağ'ın sonunda ve Rönesans döneminde Avrupa'da meydana gelen kültürel değişimlere Duygu ABBASOĞLU


Ninja tarihi ve kültürü oldukça zengin ve ilginçtir. İsterseniz biraz daha detaylı olarak anlatayım: Ninja'lar, Japonya'nın feodal döneminde, yaklaşık olarak 15. yüzyıldan 17. yüzyılın sonlarına kadar var olmuşlardır. Aslında kelimesi, bu dönemde savaşçıların kullandığı bir unvan ya da sıfat değil, özel bir sınıfı tanımlamak için kullanılmaya başlan "Nin" kelimesi, "gizlilik" anlamına gelirken, "ja" kelimesi "kişi" anlamına gelmektedir. Yani "ninja" kelimesi, gizli kişi ya savaşçı anlamına gelmektedir. Ninja'ların savaş sanatları konusunda uzmanlaşmış oldukları bilinir. Ancak, ninja'lar genellikle casusluk, keşif, sabotaj ve özel yetenekleri ile tanınırlar. Özellikle casusluk konusunda oldukça etkili olan ninja'lar, düşmanlarının hareketlerini izle düşmanlarının savunmalarını aşmak için özel stratejiler geliştirebilirlerdi. Ayrıca, ninja'lar gizli geçitler ve tüneller inş geçitler aracılığıyla düşmanlarının arkasına sızarak saldırı yapabilirlerdi. Ninja'ların silahları arasında shuriken adı verilen dört köşeli metal bıçaklar, ninjato adı verilen kısa kılıçlar ve fukiya a üflemeli oklar gibi özel silahlar yer alır. Ayrıca, ninja'lar çeşitli gizli aletler kullanırlardı. Örneğin, suya batan ve pat gizli bıçaklar, zehirli dumanlar ve gizli bir bıçağı içeren bastonlar gibi. Ninja'ların kıyafetleri de oldukça özeldi. Siyah renkte giyilen ve üstleri düğmeli bir ceket ile dar paçalı pantolonlardan ol kıyafetleri, kendilerini gizlemek için de tasarlanmıştı. Ayrıca, ninja'lar yüzlerini ve kimliklerini gizlemek için maske ve b özel aksesuarlar kullanırlardı. Ninja'lar, zamanla popüler kültürde yer almaya başladı ve günümüzde birçok film, roman, video oyunu ve çizgi roman gibi medya türlerinde önemli bir yer edindiler. Ninja kültürü, Japonya'nın bir parçası olarak hala canlılığını koruyor. Zeynep Hazal ÖZER


Ninja tarihi ve kültürü oldukça zengin ve ilginçtir. İsterseniz biraz daha detaylı olarak anlatayım: Ninja'lar, Japonya'nın feodal döneminde, yaklaşık olarak 15. yüzyıldan 17. yüzyılın sonlarına kadar var olmuşlardır. Aslında "ninja" kelimesi, bu dönemde savaşçıların kullandığı bir unvan ya da sıfat değil, özel bir sınıfı tanımlamak için kullanılmaya başlanmıştır. "Nin" kelimesi, "gizlilik" anlamına gelirken, "ja" kelimesi "kişi" anlamına gelmektedir. Yani "ninja" kelimesi, gizli kişi ya da gizli savaşçı anlamına gelmektedir. Ninja'ların savaş sanatları konusunda uzmanlaşmış oldukları bilinir. Ancak, ninja'lar genellikle casusluk, keşif, sabotaj ve suikast gibi özel yetenekleri ile tanınırlar. Özellikle casusluk konusunda oldukça etkili olan ninja'lar, düşmanlarının hareketlerini izleyebilir ve düşmanlarının savunmalarını aşmak için özel stratejiler geliştirebilirlerdi. Ayrıca, ninja'lar gizli geçitler ve tüneller inşa edebilir ve bu geçitler aracılığıyla düşmanlarının arkasına sızarak saldırı yapabilirlerdi. Ninja'ların silahları arasında shuriken adı verilen dört köşeli metal bıçaklar, ninjato adı verilen kısa kılıçlar ve fukiya adı verilen üflemeli oklar gibi özel silahlar yer alır. Ayrıca, ninja'lar çeşitli gizli aletler kullanırlardı. Örneğin, suya batan ve patlayan bombalar, gizli bıçaklar, zehirli dumanlar ve gizli bir bıçağı içeren bastonlar gibi. Ninja'ların kıyafetleri de oldukça özeldi. Siyah renkte giyilen ve üstleri düğmeli bir ceket ile dar paçalı pantolonlardan oluşan kıyafetleri, kendilerini gizlemek için de tasarlanmıştı. Ayrıca, ninja'lar yüzlerini ve kimliklerini gizlemek için maske ve bandana gibi özel aksesuarlar kullanırlardı. Ninja'lar, zamanla popüler kültürde yer almaya başladı ve günümüzde birçok film, roman, video oyunu ve çizgi roman gibi medya türlerinde önemli bir yer edindiler. Ninja kültürü, Japonya'nın bir parçası olarak


Kara delikler, kozmik olaylar sonucu oluşan çok yoğun kütleli nesnelerdir. Bir yıldızın yaşam döngüsü boyunca, nükleer yakıtının tükenmesiyle birlikte enerji üretimi durur ve yıldız, yerçekimi çökmesi sonucu sıkışmaya başlar. Eğer yıldızın kütlesi yeterince büyükse, yerçekimi çökmesi nükleer çöküş kuvvetinden daha güçlü hale gelir ve yıldız, bir kara delik haline gelene kadar sıkışmaya devam eder. Kara deliklerin en basit şekli, Schwarzschild kara deliği olarak adlandırılır. Bu kara delikler, küresel simetrik yapıya sahiptirler ve sadece üç parametreleri vardır: kütlesi, yükü ve açısal momentumu. Schwarzschild kara delikleri, kütlesi yeterince büyük olan yıldızların yerçekimi çökmesi sonucu oluşur. Diğer bir kara delik türü ise, dönme kara delikleri olarak adlandırılır. Bu kara delikler, Schwarzschild kara deliklerinin aksine, dönme hareketine sahiptirler ve bu nedenle eşit olmayan iki kutbu vardır. Dönme kara delikleri, yüksek hızlı dönme hareketine sahip yıldızların yerçekimi çökmesi sonucu oluşur. Son olarak, kütleçekimsel dalgaların keşfiyle birlikte, çarpışan kara deliklerin de var olduğu keşfedilmiştir. İki kara deliğin çarpışması sonucu, daha büyük bir kara delik oluşur. Kara deliklerin nasıl oluştuğuna dair henüz tam bir anlayışa sahip değiliz, ancak yıldızların yerçekimi çökmesi sonucu oluştuğu ve birçok farklı türleri olduğu konusunda uzlaşılıyoruz. ChatGPT


Uzay turizmi: Uzay turizmi sektörünün büyümesi bekleniyor ve özel şirketler tarafından yapılan uzay yolculukları artacak. Uzay araştırmaları: Uzayda daha fazla araştırma yapmak için, daha gelişmiş teleskoplar, roketler ve uzay araçları gibi teknolojik araçlar geliştirilecek. Uzay madenciliği: Uzayda kaynakların keşfedilmesiyle birlikte, madencilik şirketleri ve uzay ajansları uzaydan madenler, mineraller ve diğer kaynaklar çıkarmaya yönelik çalışmalar yapacaklar. Uzaydan enerji üretimi: Güneş enerjisi, uzaydan elde edilebilir. Bu nedenle, gelecekte daha fazla şirket uzaydan güneş enerjisi toplamak için gelişmiş teknolojiler geliştirecek. Uzayda yaşam: Uzayda insanlar için daha yaşanabilir uzay araçları ve istasyonları, uzayda kolonileşme ve yaşam alanları oluşturmak için geliştirilecek. Uzay temizliği: Uzay çöplerinin artmasıyla birlikte, daha fazla şirket uzay temizliği için teknolojiler geliştirecek. Bu gelişmelerin gerçekleşmesi, uzay endüstrisi için heyecan verici bir gelecek vaat etmektedir. ChatGPT


Yıllanmış bu ruh, bilinmez Tanrı ne zaman üflemiş İçinde hep geçmişin özlemi,o bu devri hak etmemiş Sanki bi köşkü varmış da onu terk edip gelmiş Mum ışığında bi şeyler yazdırmış ona geçmiş Sonra hiçbi şey yokmuş gibi 2000'lere geçmiş Bu zamana ait değil bu ruh Kalbini çok kırmış bu güruh Şimdi çıkabilse içimden Gerçek evine döner hemen Kaçar herkesten, sığınır kütüphanesindeki tozlu raflara Ya öyle bir yer yoksa? Var var biliyorum,ordan geldi içimdeki Bu yer ona tuhaf,farklı bi biçimde ki Zaman makinesi icat olunsa o durmaz gider geri Onu içine hapsediyor bu deri Şu an İstanbul'da Boğaz'ı hissetmeliydi Akşamları toplanmalıydı bi dost meclisi Tartışmalıydı o esnada edebiyatı,tarihi Tanımış olmalıydı Cemal'i, Nazım'ı, Necip'i,Sabahattin'i İçi kelimelerle dolmalıydı biraz hisli biraz eski Bi davası olmalıydı, içi tutkuyla dolmalıydı Tutku kaybolunca o da yok olmalıydı Çünkü şimdiki amaçlar ulvi değil Hepimiz biraz kindarız hepimiz biraz bencil Neden başkası için şiir yazalım mesela Neden birini katalım içimizdeki masala Eskidikçe eksiliyo bu dünya Nicelerini yitirdi de ölmedi hâlâ Dünya nasıl dayandı bunca kayba O da insanlar gibi bencil galiba Neyse işte geçmiş bi şekilde üflemiş beni buraya Kendine bi dal bul demiş tutunmaya Ben de bu şekilde çalışıyorum özlemimi unutmaya Şiir: CERCİYEZ Çizim: Sami Can CANBULAT


Muhteşem binaları, cıvıl cıvıl sokakları, tarihi ve modaya düşkün insanlarıyla Milano her yıl milyonlarca insanların tatil için uğrak noktası olmaya devam ediyor... Milano’nun sokaklarında gezerken heyecana kapılmamak elde değil. İnsanların akıllarına her ne kadar Milano modayla kalsa da, turistik noktalarıyla da bir hayli o kadar göz önünde bulundurulmasında fayda var. Milano’da gelişmiş ulaşım sistemleri olmasına rağmen buraya bir kere turist olarak geldiyseniz mutlaka sokaklarını adım adım dolaşarak gezmekten asla çekinmeyin. Sokaklarda dolaşırken kaybolsanız bile hiç endişelenmenize gerek yok. Her yerde mutlu Milano halkı sizi hiç yadırgamadan güler yüzleriyle sorularınıza cevap verecektir. Milano’da pek çok gezilecek yer olsa da turistlerin yoğunlukla listelerine ekledikleri yerler arasında Duomo Katedrali, Galleria Vittoria Emanuele, Sforzesco Şatosu ve Santa Maria Kilisesi yer almaktadır. Ve gelelim bu güzel şehrin gezilecek yerlerine... sine girerek birbirinden güzel ve özel resimlerle ve heykellerle süslü eserleri görebilirsiniz. Katedrali ziyaret etme noktas farklı seçenekler elbette düşünülmüş. Örneğin daha az ücret ödemek istiyorsanız katedralin tepesine yürüyerek çıkabilirsiniz ya kıyarım diyorsanız asansörle hemencecik çıkabilirsiniz. Öte yandan katedralin içini de görmek istiyorsanız ek olarak ücret mekte. ne dönüşüyor. Aslında burası dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden birisidir. Alışveriş merkezinin içerisinde dünyaca ünl rı ve diğer pek çok markaları rahatlıkla bulmak mümkün. Alışveriş merkezi olmasının yanı sıra içerisinde fotoğraf çekilebilec zel nokta bulunmakta. Kalenin etrafında yer alan yeşillikler nedeniyle hem yerel halk hem de turistler buraya gelerek dinlenme ve sosyalleşme fırsa nin içerisinde ayrıca pek çok sanatsal eserin bulunmakta. Eğer sanatsal eserlere fazla ilginiz varsa mutlaka içerisini de gör bir özelliğe sahip. Leonardo da Vinci kes mutlaka orayı görmeliyim dediği için bilet bulmak zor oluyor. Bu yüzden biletler aylar öncesinden alınması tavsiye ediliy kilise için bu kadar ay öncesinden bilet almaya ve beklemeye değer mi diye hiç düşünmenize gerek yok. Zira içeriye girdiğiniz tabloyu gördükten sonra bütün bu fikirleriniz değişecektir... olmasına neden olmakta. Ancak internet siteleri üzerinden uygun fiyatlı konaklama yerleri bulabilirsiniz. Yeme ve içme olarak adım başı bir kafe ve restoran olmasından dolayı bütçenize göre lüks ya da orta hallice yerlere giderek şehrin tadını doyasıy


Milano’nun en uğrak turistik noktası başında gelen Duomo Katedrali’ni görmeden tabii ki asla olmaz... Milano’ya gelen herkesin mutlaka Katedralin önünde fotoğrafı vardır. Görkemli yapısı ve masallardan çıkmış gibi görüntüsüyle insanı kolay bir şekilde büyülüyor. Katedralin her bir noktasında harika işçilik belki de bu yapıyı muhteşem hale getirmiştir. Kim bilir! Duomo Katedrali’nin sadece dışından görmek bana yetmez diyorsanız turistler için oldukça güzel imkanlar sunulmuş. Katedralinin tepesine çıkıp hem katedralin üstünü görmek hem de Milano’ya tepeden bakmak istiyorsanız belirli ücret karşılığında bilet alarak bunu gerçekleştirebilirsiniz. Daha sonrasında katedrali içerisine girerek birbirinden güzel ve özel resimlerle ve heykellerle süslü eserleri görebilirsiniz. Katedrali ziyaret etme noktasında bütçelere göre farklı seçenekler elbette düşünülmüş. Örneğin daha az ücret ödemek istiyorsanız katedralin tepesine yürüyerek çıkabilirsiniz ya da biraz paraya kıyarım diyorsanız asansörle hemencecik çıkabilirsiniz. Öte yandan katedralin içini de görmek istiyorsanız ek olarak ücret ödemeniz gerekmekte. Galleria Vittorio Emanuele II, Duomo Katedrali’nin hemen yanı başında bulunmasından dolayı, insanların en uğrak ikinci noktası haline dönüşüyor. Aslında burası dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden birisidir. Alışveriş merkezinin içerisinde dünyaca ünlü kıyafet markaları ve diğer pek çok markaları rahatlıkla bulmak mümkün. Alışveriş merkezi olmasının yanı sıra içerisinde fotoğraf çekilebileceğiniz pek çok güzel nokta bulunmakta. Sforzesco Şatosu ya da kalesi olarak bilinen ve Leonardo Da Vinci’nin atölyelerinin de yer aldığı Milano’nun bir diğer uğrak noktası... Kalenin etrafında yer alan yeşillikler nedeniyle hem yerel halk hem de turistler buraya gelerek dinlenme ve sosyalleşme fırsatı yakalıyor. Kalenin içerisinde ayrıca pek çok sanatsal eserin bulunmakta. Eğer sanatsal eserlere fazla ilginiz varsa mutlaka içerisini de görmelisiniz. Santa Maria ya da tam adıyla Santa Maria Delle Grazie Kilisesi. Bu kilise dünyadaki diğer kiliselerden kendisini ayıran oldukça önemli bir özelliğe sahip. Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosu bu kilisenin içerisinde yer almaktadır. Hal böyle olunca şehre gelen herkes mutlaka orayı görmeliyim dediği için bilet bulmak zor oluyor. Bu yüzden biletler aylar öncesinden alınması tavsiye ediliyor. Alt tarafı bir kilise için bu kadar ay öncesinden bilet almaya ve beklemeye değer mi diye hiç düşünmenize gerek yok. Zira içeriye girdiğinizde ve o meşhur tabloyu gördükten sonra bütün bu fikirleriniz değişecektir... Ve gel gelelim Milano’da masraflara... İtalya’nın ve dünyanın en popüler yerlerinden birisi olması fiyatların da bu doğrultuda yüksek olmasına neden olmakta. Ancak internet siteleri üzerinden uygun fiyatlı konaklama yerleri bulabilirsiniz. Yeme ve içme olarak ise, şehirde her adım başı bir kafe ve restoran olmasından dolayı bütçenize göre lüks ya da orta hallice yerlere giderek şehrin tadını doyasıya çıkarabilirsiniz… Ferhat Anıl Gençoğlu


Gökyüzünde uçan bir toz bulutunda ya da yerdeki bi yaprakta Herkesin bir "sen"i gizlidir Bu senler dağıtıcıdır çoğu zaman Bu senler bize hiç uğramaz doğru zaman Şiirlerin tümü,kafiyeli değil rediflidir Her mısranın sonunda bir " sen" gizlidir Bu senler birbirini götürür ve şiirin ahengi izlenir Saklı redifi yalnız şiirin sahibi görebilir Peki yazdığı kişi? O çoğunlukla göremez içi Çünkü görse şiire gerek kalmazdı ki Az önce yalan söyledim, "sen"ler birbirini götürmez Eşitliğin aynı tarafında çünkü çarpılır ,bölünmez Ama o senleri çarparsak biz mahvoluruz O senler birikir dağ olur O senler çarpılırsa üzerimizde bir ağ olur Çarparsak sonsuz sayı bulunur Bu şiirde bile görünmeyen kaç sen vardır kim bilir? "Sen"in kim olduğunu ancak şiirin sahibi bilir Eğer bi gün sen öğrenirsen benim senim olduğunu Hemen at şiirimi, yırt kağıdı,kapat telefonu Çünkü senler sen olduğunu öğrenirse bi kere Yazan şiirlerini döndüremez geriye Her şey değişir artık Yani, sen sen ol arama kimin seni olduğunu CERCİYEZ


İçimiz derin uçurum İpimizi kesin uçurun Uçurun da bizi bitsin bu esaret Uçurumdan atlamadıkça ortaya çıkmaz cesaret Kalp uçurum kelimeler deniz Yokuş aşağı yuvarlanıyoruz hepimiz Patlayacak bombayız çekilmemiş pimimiz Kalp denenirse bi gün umarım 1234 değildir pinimiz Çünkü biz komplike canlılarız ya Hani etrafımızda falan dönüyo dünya Havalıyız yani zoruz epey bi Herkes kendi dünyasının kral ve kraliçesi Herkes bi yere yetişiyo ama neden bu acele ki? Neyse boşver , sen kendi uçurumda yuvarlan Sana ne insanların havaalanından Sen düzsün, sadece her şeyi çok düşünürsün Gülünecek yerde güler üzülecek de üzülürsün Bu evren tiyatro sahnesi değil çünkü Bütün bunlar bayağı bi oyunun ürünü Dikkat çekme çabaları,senaryo ve reklam araları Başlangıçlar,bitişler İlanlar ve afişler Düz yaşamana bak sen hayat zaten işler Neyse ış, iş redifine dayanamıycam Ben gidiyorum şimdi buraya bi şeyler yazmak da anlamsız gibi CERCİYEZ


Bu sayımızda Leonardo Da Vinci’nin ölüm yıldönümü iken neden ona yönelik bir yazı yazmıyorum dedim ve araştırmalarımı yaptım. Tam 16 yılda tamamlanmış, stüdyodan stüdyoya götürülmüş Da Vinci için özel bir önemi olan Mona Lisa size bir de ben tanıtayım: Önce ressamından bahsedeyim. Köylü bir kadının gayrimeşru oğlu… 14 yaşındayken bir sanatçının çırağı olarak Floransa’ya gelmiş. 22 yıl boyunca burada çalışmış. Dinmek bilmez bir merakı varmış. Çevresindeki dünyaya anlam verebilmek için yaptığı çalışmalar sıra dışı, tabu olarak nitelendirilmiş. O insani olmayan koşullarda çalışıp cesetleri parçalayarak çok şey öğ miş. Bazı yazarlar onu hiçbir dine inanmayan bir kâfir olarak tanıtmış. Da Vinci solaktı. Kilise solaklığı kötülük ve sapkınlık ile ilişkilendiriyordu. Yazılarını büyük ihtimalle gizlemek, fikirlerinin başkaları tarafından kullanılmasını önlemek için tersten y dı. Da Vinci defterlerinde hep şifreler kullanırdı acaba resimlerinde de kullanmış olabilir mi? Bu tablonun Da Vinci’nin ressamlık dışı hangi faaliyetlerini yansıttığını merak ediyorum. Bilimsel ya da felsefi ilgi alanlarıyla yaklaşıp farklı kodlar da gizlemiş midir? Örneğin “Da Vinci Şifresi” romanına göre Son Akşam Yemeği tablosunda Meryem ve İsa’nın soyu ile ilgili gizli bir mesaj vardır. Bu eserde de bir mesaj yoksa neden 500 yılda iki kere çalınıp bir kez de asitle tahrip edilsin ki? Bu bir kadının resmin çok, bir bulmaca. Da Vinci’nin tuval üzerine gizli işaretler yerleştirdiğine inanılıyor. Dijital yakınlaştırma ile bakıldığında bu gizli işaretlerin bir rakam veya bazen bir harf olduğu düşünülüyor. Örneğin Mona Lisa’nın arkasındaki köprüye bakıldığında köprünün altında gizlenen bir 72 sayısı görülebiliyor. Tıpkı mısır bilimcileri gibi bu şifreleri tek tek yorumlamak gerekiyor. Dikkatinizi Mona L sa’nın yüzüne çevirdiğinizde daha hafif ama bir o kadarda ilgi çekici başka işaretler göze çarpabiliyor. Mona Lisa’nın sağ gözünde “S” harfini açıkça görebilirsiniz. Sol gözde ise bir “L” harfi var. İrisin içinde bir hayli belli oluyor sol gözdeki L harfi. Bazı tarihçiler bunları reddediyor. Sayı ve harflerin var olmadığını bir benzetme olduğunu söylüyorlar. Bunların ahşap desteklerden vey boyanın çatlamasından kaynaklandığını öne sürenler yani tesadüf olduğunu düşünenler var ama düşünüldüğünde inandırıcı gerçekler de var. Bu gerçekleri açıklamadan önce bir gizemi daha öne sürmek isterim. “Manzara.” Kadından çok arkasındaki manzaraya bakıldığında perspektifte bir hata görülüyor. Da Vinci bir perspektif ustası olduğundan böyle bir hata ancak kasıtlı olarak yapılmış olabilir. Mona Lisa’yı kestiğinizde kadının arkasındaki manzaranın uyumsuzluğu gözler önüne seriliyor. Ufuk çizgisinin sürekliliğini koruması için resmin hizalanması gerekiyor. Da Vinci bir sebepten dolayı resmin sağ ve sol yanlarında farklı bir perspektif yaratmış. Ayrıca resmin zıt kenarlarını birleştirdiğinizde süre bir manzara keşfediyorsunuz. Bu optik bir ilizyondan çok daha fazlası. Arka planda ki perspektif hatalı olduğundan bilinçaltı manzarayı aynı hizaya getirmeye çalışıyor, bunu yaparken de Mona Lisa üzerinde bir animasyon etkisi yaratıyor. Akademisyenlerin çoğu bu manzaranın hayal gücüyle çizilen idealize bir sahne olduğuna inanıyor fakat manzaranın gerçek bir yere bakılara


nin ölüm yıldönümü iken neden ona yönelik bir yazı yazmıyorum dedim ve araştırmalarımı yaptım. Tam 16 yılda tamamlanmış, stüdyodan stüdyoya götürülmüş Da Vinci için özel bir önemi olan Mona Lisa’yı yaşındayken bir sanatçının çırağı olarak Floranya gelmiş. 22 yıl boyunca burada çalışmış. Dinmek bilmez bir merakı varmış. Çevresindeki dünyaya anlam verebilmek için yaptığı çalışmalar sıra dışı, tabu olarak nitelendirilmiş. O insani olmayan koşullarda çalışıp cesetleri parçalayarak çok şey öğrenmiş. Bazı yazarlar onu hiçbir dine inanmayan bir kâfir olarak tanıtmış. Da Vinci solaktı. Kilise solaklığı kötülük ve sapkınlık ile ilişkilendiriyordu. Yazılarını büyük ihtimalle gizlemek, fikirlerinin başkaları tarafından kullanılmasını önlemek için tersten yazarnin ressamlemiş nın soyu ile ilgili gizli bir mesaj vardır. Bu eserde de bir mesaj yoksa neden 500 yılda iki kere çalınıp bir kez de asitle tahrip edilsin ki? Bu bir kadının resminden nin tuval üzerine gizli işaretler yerleştirdiğine inanılıyor. Dijital yakınlaştırma ile bakıldığında bu gizli işaretlerin nın arkasındaki köprüye bakıldığında köprünün altında gizlenen bir 72 sayısı görülebiliyor. Tıpkı mısır bilimcileri gibi bu şifreleri tek tek yorumlamak gerekiyor. Dikkatinizi Mona Linın sağ gözünharfi var. İrisin içinde bir hayli belli oluyor sol gözdeki L harfi. Bazı tarihçiler bunları reddediyor. Sayı ve harflerin var olmadığını bir benzetme olduğunu söylüyorlar. Bunların ahşap desteklerden veya boyanın çatlamasından kaynaklandığını öne sürenler yani tesadüf olduğunu düşünenler var ama düşünüldüğünde inandırıcı Kadından çok arkasındaki manzaraya bakıldığında perspektifte bir hata görülüyor. Da Vinci bir perspektif ustası yı kestiğinizde kadının arkasındaki manzaranın uyumsuzluğu gözler önüne seriliyor. Ufuk çizgisinin sürekliliğini koruması için resmin hizalanması gerekiyor. Da Vinci bir sebepten dolayı resmin sağ ve sol yanlarında farklı bir perspektif yaratmış. Ayrıca resmin zıt kenarlarını birleştirdiğinizde sürekli bir manzara keşfediyorsunuz. Bu optik bir ilizyondan çok daha fazlası. Arka planda ki perspektif hatalı olduğundan bilinçaltınız manzarayı aynı hizaya getirmeye çalışıyor, bunu yaparken de Mona Lisa üzerinde bir animasyon etkisi yaratıyor. Akademisyenlerin çoğu bu manzaranın hayal gücüyle çizilen idealize bir sahne olduğuna inanıyor fakat manzaranın gerçek bir yere bakılarak çizildiğine inananlar da var. Bobbio, Ernest Hemingway’in dünyanın en güzel vadisi dediği yerde bulunuyor ve 1304 yılında inşa edilen bir orta çağ kalesine ev sahipliği yapıyor. Eserde burada görülen manzaranın yansıtıldığına inananlar var çünkü gittiğinizde resimdeki manzaranın gördüğü bakış açısıyla baktığınızda ortak noktalar var. Tepeler, vadi, kıvrılan nehir. Hepsi resimdeki ile benzer özellikler taşıyor. Modelin solundaki köprü 1472 yılında meydana gelen selden dolayı restore edilen köprü. Hatırlarsanız köprüde 72 sayısı gizlenmişti köprünün yıkıldığı tarihle bu sayının eşleşmesi... Köprü Da Vinci’nin kasıtlı olarak yerleştirdiği bir bulmacanın parçasıysa ne anlama geliyor olabilir? Köprü haritada kambur köprü olarak gösteriliyor fakat yerel halk köprüyü başka bir isimle anıyor. “Şeytanın Köprüsü.” Da Vinci’nin sanatsal teknikleri, bilimsel kullanımı ve teknik ressamlık konusundaki detaycılığı göz önüne alındığında tablolarındaki her işaretin bir amacı varmış gibi görünmekte. 72’yi çözdük sayılır peki ya harfler? L harfinin Da Vinci’nin ilk adı olan Leonardo isminden geldiğini düşünmek mantıklı ya da Lisa’yı da simgeliyor olabilir. S harfinin ise takma ad “Salai” olan Gian Giacomo Caprotti da Oreno’dan geldiğini düşünebiliriz. Salai 25 yıl boyunca Da Vinci’nin öğrencisi ve asistanı, ilham perisi, modeli ve birçok kişiye göre genç sevgilisiydi. Salai ve Mona Lisa’yı karşılaştırdığımızda Lisa’nın uzun burnu gözleri ve çenesi Salai ile aynı. O dönemde eşcinsellik yasa dışıydı belki de bu yüzden Da Vinci yıllarca tablosunu sakladı. Peki ya hatları Salai ile aynı olsa bile Mona Lisa’nın yüzü başka birisine de ait olabilir ya da portenin birden fazla insanın yansıtıyor olması mümkün mü? Androjen yani yarı kadın yarı erkek olabilir mi? Resim üzerindeki incelemelerinden sonra bu ünlü resmin aslında iki farklı modelden ilham alınarak yapılmış olabileceği düşünülebilir. Bu modellerin birinin Floransalı zengin bir tüccarın eşi olan Lisa Gherardini, diğerinin ise az önce de söylediğim gibi Da Vinci’nin ona taktığı adıyla Salai olduğu söylenebilir. Bu arada Salai, küçük şeytan anlamına gelmektedir. Sizin de aklınıza Şeytanın Köprüsü gelmedi mi? Mona Lisa ile ilgili teoriler aslında bitmek bilmez. Bazı sanatseverler bu tablonun kayıp orijinalinin olduğunu öne sürüyorlar. Bazıları ise portrenin bir zamanlar kaşları ve kirpikleri olduğuna inanıyorlar. Ama şimdilik görünen o ki Mona Lisa'nın gülümsemesi, kendisi anlaşılması zor ve gizemli kalmaya devam edecek. İrem KAPLAN


Doktorlar, hastaların bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırlardı. Ayrıca, bazı doktorlar aynı zamanda papaz veya rahip olarak da görev yaparlardı ve hastaların ruhsal ihtiyaçlarına da yardımcı olurlardı. Bu nedenle, doktorluk ve hemşirelik kutsal bir meslek olarak kabul edilirdi çünkü hastaların sağlıkları ve iyileşmeleri sadece bedensel değil, aynı zamanda ruhsal açıdan da önemliydi. Bununla birlikte, Orta Çağ'da tıp alanında birçok yanlış inanç ve uygulama da vardı. Örneğin, doktorlar hastalıkların sebeplerinin genellikle kötü havadan veya kötü huylu bir ruhtan kaynaklandığını düşünürlerdi. Bu nedenle, hastaların iyileşmesi için dualar ve ayinler düzenlenirdi. Ayrıca, tıbbi tedaviler de sıklıkla kan alma, kusma ve bazen hastaların daha kötüye gitmesine neden olabilirdi. Mehmethan KIRANÇ


Orta Çağ'da doktorluk ve hemşirelik kutsal bir meslek olarak kabul edilirdi. Bu dönemde, tıp alanında bilgiye sahip olanların çoğu genellikle kiliseye bağlıydı ve eğitimleri genellikle manastırlarda gerçekleştirilirdi. Doktorlar, hastaların bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırlardı. Ayrıca, bazı doktorlar aynı zamanda papaz veya rahip olarak da görev yaparlardı ve hastaların ruhsal ihtiyaçlarına da yardımcı olurlardı. Bu nedenle, doktorluk ve hemşirelik kutsal bir meslek olarak kabul edilirdi çünkü hastaların sağlıkları ve iyileşmeleri sadece bedensel değil, aynı zamanda Bununla birlikte, Orta Çağ'da tıp alanında birçok yanlış inanç ve uygulama da vardı. Örneğin, doktorlar hastalıkların sebeplerinin genellikle kötü havadan veya kötü huylu bir ruhtan kaynaklandığını düşünürlerdi. Bu nedenle, hastaların iyileşmesi için dualar ve ayinler düzenlenirdi. Ayrıca, tıbbi tedaviler de sıklıkla kan alma, kusma ve müshil kullanma gibi yöntemlerle gerçekleştirilirdi, bu da


Ben size Ulucanlar Cezaevini anlatmak istedim bu sayımızda, arka kapağımızda o cezaevinde idam edilen 3 genç fidanı anarken bu yazıyı yazmazsam olmazdı. Bir gezi yazısı olarak düşündüm ama şöyle güzel, böyle bir yerdi dersem yeterince anlamlı bir yazı olmayacağını düşünüyorum. İçinde insanların acılar çektiği bir hapishanenin gezi yazısında mimarisini övemem. Ben size içinde bizim insanlarımızın bulunduğu, zulümler çektiği bir hapishaneden hikayeler anlatacağım. Bunları anlatmak, o ruhu yansıtmak inanın o kadar zor ki… Şunu da belirtmek isterim, ben bu yazıyı hiçbir siyasi amaçla yazmıyorum çünkü her insan davasında biraz haklı biraz haksızdır. ”Taş taş üstüne konarak inşa edildiyse de orada kalanların başına gelenler, taşların değil; binaların değil; adına hapishane denilen yapının değil insanın insana yaptığıydı.” Bu sözler Ulucanlar Cezaevi için söylenmiş. Karanlık, soğuk ve acı olayların birleştiği bir yer anca bu cümleler ile ifade edilebilir zaten. Acının başka türlü ifadesi kolay olmaz. Hapishanenin kısaca tarihinden bahsederek başlamak istiyorum. Burası 1925 yılında inşa ediliyor. Özellikle Altındağ tarafında inşa edilmesinin nedeni, kurulduğu bölgede sürülecek alanların fazla olması. Böylece mahkumların faydalı işler yapacağı, ıslah olacağı ve topluma kazandırılacağını düşünülmüş. Ama her ne kadar insanları topluma kazandırmak gibi bir amaç olsa da gerçekte öyle olmuyor. Ulucanlar hapishanesi büyük acılara tanıklık ediyor, acı çığlıkları yankılanıyor duvarlarda. Aileleri o Ankara ayazında evlatlarını bekliyor. İnfaz ediliyor kimileri. Yaşayacakları güzel günlere ”elveda” diyorlar birer birer. Cezaevine doğru ilerlerken dilime bir şiir takılıyor. Sabahattin Ali’nin kendi tutukluluk döneminde yazdığı şiir. Aldırma gönül! ”Başın öne eğilmesin!” diyor şiirde. Bu derin acılara gömülürken başını dik tutmak büyük erdem. Cezaevinin soğukluğunu girişten itibaren hissediyorum. Ben bu müzeyi ağustos ayında gezmeme rağmen üşüdüm. Bu daha çok ürperten bir soğuk. Bunun net bir tarifi yok; anca o soğukluğu hissederseniz anlarsınız. Cezaevinde ilk karşılaşılan koğuş, Hilton Koğuşu. 9. ve 10. koğuş burada bulunuyor. Bu koğuş 1957 yılında dönemin milletvekili Osman Bölükbaşı’nın tutuklanması üzerine özel olarak yapılıyor. Ankara manzaralı olan Hilton odası, sonrasında Bülent Ecevit’in de tutukluluk dönemine tanıklık ediyor. Sadece bu isimlerle de kalınmıyor. Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Cevat Şakir Karaağaçlı, Nihat Subaşı, Fakir Baykurt gibi birçok isim de bu koğuşta tutuklu kalıyor. Hilton koğuşundan müşahade (gözlem) odalarına doğru ilerliyorum. Müşahede odaları, cezaevine şüpheli olarak gönderilen kişilerin cezası kesinleşinceye kadar bekletildiği, cezası kesinleştikten sonra da ilgili yerlere gönderilmek üzere kaldıkları bir yer. Aynı zamanda, cezası tamamen kesinleşip hücre odalarında kalan kişiler de bu bölümde bulunuyor. Bir dönemler videoda duyduğunuz isyanlar ile inlemiş o koridorlar… Kapkaranlık koridorlarda kaybolmuş sesler! Bu koridordan her geçen gözyaşlarını tutamayarak çıkıyor. Belki de sadece bu koridordan geçmek için gelmelisiniz buraya. Bu bölümden bahsetmişken, Ulucanlar ceza evinde yaşanan işkencelerden bir bölüm de size sunmak istiyorum. Çünkü bu oradaki acıyı daha iyi anlamanızı sağlayacak. Bu bölümü yazmak için Ulucanlar ceza evinde kalmış birçok kişinin röportajını okudum. Size onların isimlerini vermeyeceğim ama yaşadıkları işkencelerden bazılarını şöyle sıralayabilirim; Elektrik verme, Ağır askeri antremanlar, Coplanma… İnsan değeri görmedikleri bir yerde hayat sürdürmeye çalışmışlar. En ufak bir sorunda coplanmışlar. Hatta gördüğü şiddetten dolayı çocuğu bile olmayan var. Vücutlarının üzerine su dökülerek elektrik veriliyor. Düşünebiliyor musunuz verdiği acıyı?


Hilton ve müşahede koğuşlarının ardından 4. koğuşta alıyorum soluğu. Bu koğuşta hapishanedeki yaşam sergileniyor. ”Nerede yemek yemişler? Nerede uyumuşlar? Hapishanede nasıl vakit geçirmişler?” gibi soruların cevabını burada bulabilirsiniz. 4. koğuşun ardından 5. koğuşa geçiyorum. Bu koğuşa girer girmez idam haberlerinin bulunduğu gazete haberleri ile karşılaşıyorum. Gazete haberlerini inceledikten sonra koğuşun içini gezmeye başlıyorum. Bu koğuşta, o dönem hapiste yatmış kişilerin fotoğrafları ve hayat hikayeleri yer alıyor. 6. koğuşa geldiğimde de 5. koğuştaki gibi o dönem hapiste yatmış kişilerin hayat hikayelerini anlatan yazılar karşıma çıkıyor. Bunlara ek olarak; Ulucanlar’da hapis yatmış ya da infaz edilmiş kişilerin eşyaları bulunuyor. Bu bölümde en ilgimi çeken şeylerden biri; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam sonrası boyunlarından çıkarılmış yaftalardı. Bu idama tanık olan tek gazeteci Burhan Dodanlı, bu yaftaları müzeye bağışlamış. Yaftaları incelerken Deniz Gezmiş’in yaftasının üzerindeki beyazlık göze çarpıyor. Bunun nedeni, Deniz Gezmiş’in infazının 52 dakika sürmesinden dolayı dökülen salyalarmış. Özellikle neden yaftalar ilgini çekti diye sorabilirsiniz. Şöyle söyleyeyim diğer eşyalar da birbirinden kıymetliydi; fakat onlarda yaşamı hissettim. Yaftalar ise ölümlere şahitti. 7. koğuş, film-belgesel izleme salonu olarak geçiyor. 7. koğuşun ardından zindanların bulunduğu bölüme doğru ilerliyorum. Ulucanlar hep acı olaylara sahne olmuş dedim; fakat bazı bölümler için bu geçerli değil. Mesela zindanlar için… Neden mi? Çünkü bu hücrelerde tecavüz, taciz ve cinayet gibi suçları işleyenler bulunuyor. Keşke günümüzde de bu suçları işleyenler zindana atılsa ama nerdeee… Aynı zamanda, bu koğuşlarda sıkıntı yaratıp uyarı cezası aldığı halde aynı davranışlara devam eden hükümlüler de bulunuyor. Bu odalar çok karanlık odalar. Ayrıca diğer odalar kadar soğuk ve sıkıcı… Burada bulunan mahkumlar fotoğrafta da gördüğünüz gibi zincire vuruluyor. Zindanların devamında hamamlara rastlıyorum. Bu bölüm, sadece mahkumların temizlenme alanı değilmiş. Geçmişte mahkumların kaçma planlarına da aracılık eden bir yermiş. Yani bir nevi kaçış noktası… Hapishaneden çıkmadan önce son durak; idam sehpasının bulunduğu bölüm. Gördüğünüz idam sehpası birçok insanı ölüme götürmüş. Dar ağacında hayatlarına ”elveda” etmek zorunda kalmışlar… İçimde çok farklı hislerle ayrılıyorum oradan. Tanıdığım siyasi ya da edebi kişiliklerin hepsi geçiyor gözümün önünden. Acılarına üzülüyorum. Acılarımıza üzülüyorum. Ve son olarak barış dolu bir dünya diliyorum. İdam edilen her canı anıyorum. İrem KAPLAN


Nerden başlasam nasıl anlatsam bilmiyorum. Nasıl anlatırım da siz empati yaparsınız diye düşünüyorum da bu yaşadıklarımızın neresi yenilir yutulur, hangi biriyle yüzleşilebilir, çektiğimiz hangi acı hangi zorluk yaşamadan anlatılır bilmiyorum. Ama size ne öğrendiğimi anlatabilirim. Bu hayatta hiçbir şeyin önemi yokmuş mesela. Hangi toprağın, hangi odanın size ait olduğundan tutun halınızın rengi, beyaz eşyanızın modeli gibi hiçbir şeyin kıymeti yokmuş. Odalarına sığamadığımız, duvar renginden şikayet ettiğimiz evler aslında saraymış bizlere. 3 odalı eve değil de tek bir çadıra sığabiliyormuş hayat. Sokakta da kalabiliyormuş insan. Anıları, sevdikleri bi anda yok olabiliyormuş. Bir daha asla göremeyeceğimizi bilmeden son kez sarıldıklarımız varmış. Son kez gezdiğimiz, şarkılar söylediğimiz sokaklarımız varmış. Son kez bütün aile toplanmış belki de son olduğunu bilmeden. Kaç aile, kaç hayat kayboldu. Geride kalanlar keşke ben de ölseydim derdine düşmüşken içtiğimiz sudan utanır olduk. Çünkü sevdiklerimiz hala hayattayken, toprağın altında can çekişirken o suyun bir damlası haramdı bize. Büyüdüğü evler kimine mezar oldu, kimine yeni hayatın kapısı. Ama geldiğimiz yerde ne giden memnun ne kalan. Ağzımızdan çıkanlar önemliymiş. Neyi nasıl söylediğimiz önemliymiş. Her sabah üşenip gitmek istemediğimiz okullardan olduk. Kavga ettiğimiz dostlarımızdan olduk. Oysaki nereden bilebilirdik düşmanımızın bile hayatta kalması için dua edeceğimizi? Kim bilebilirdi asla terk etmem dediğimiz memleketimizden olacağımızı? Duvarına boyası bozulmasın diye çivi çakmaya kıyamadığımız evlerimizden olduk. Şimdi ise teşekkür zamanı çünkü anılarımız fotoğraflarda, enkazlarda kaldı. 20 yıl boyunca bizi sıcaktan, soğuktan , fırtınadan, esen yelden hatta depremden koruyan yaramazlıklarımıza, bayramlarımıza, doğum günlerimize ve nice anılarımıza şahit olan evimize teşekkür ederiz. Artık veda vakti. Melisa SABAHOĞLU


Yıl 2014. Mayıs ayının on üçüncü günü öğleden sonra saat üçü on geçe Soma'da zaman bir an durdu. O anın sonrasında kıyamet vardı. O anın sonrasında Dünya madencilik tarihinin en acı sayfaları arasında yer alacak bir olay yaşandı. Yeraltı kömür ocağındaki faciada 301 maden emekçisi yaşamını yitirdi. Ülke yasa boğuldu. Bayraklar yarıya indirildi. Peki ya öncesi? O anın öncesinde, 150 yıllık bir geçmiş vardı. Madencilik endüstrisindeki kazalar böyledir işte. Hiçbir zaman kader değildir yaşananlar ve her madencilik kazasının arka planında hatalarla örülmüş bir geçmiş bulunur. Yaşanan kazaların nedenlerini ve sorumluların izlerini, o geçmişte bir yerlerde bulabilmek her zaman mümkündür. Kömür madenciliğinin geçmişi acılarla doludur. Ölüm hiç eksik olmamıştır. Buna rağmen, Dünya, kömürden vazgeçememiş, kömür kullanımı her yıl biraz daha artmıştır. Öyle ki, bugün, Dünya'da tüketilen enerjinin üçte birine yakın kısmı kömürden elde edilir. Elbette bu hep böyle değildi. Gerçekte, kömürün yoğun kullanımı, yaklaşık 200 bin yıllık insanlık tarihinin son 150 yıllık diliminde söz konusu oldu. Dünya'nın kömüre olan talebindeki ani sıçrama, on dokuzuncu yüzyıl boyunca ortaya çıktı. Sıçramanın arkasındaki temel dinamik, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda ortaya çıkan Sanayi Devrimi'ydi. 1700'lerin sonlarına doğru icat edilen ve kömürle çalışan buhar makinaları ise talep patlamasının arkasındaki en önemli keşiflerden biri oldu. İnsanoğlu, seçimini sanayileşmeden yana yapmıştı ve kömür kullanmaktan başka çaresi yoktu. Kömürün, Dünya'da tüketilen enerji kaynakları içerisindeki payı hızla arttı ve on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar yüzde 20'nin altındayken yirminci yüzyılın başlarında yüzde 60'lar düzeyine kadar tırmandı. Ulaştırma ve demir-çelik başta olmak üzere pek çok endüstrinin vazgeçilmez girdisi haline geldi. Giderek, ısınmada çok daha yoğun olarak kullanılmaya başlandı. Pek çok tarihçi tarafından Sanayi Devrimi'nin merkezine yerleştirilen kömür, özellikle on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren dünya ekonomisi üzerinde belirleyici bir rol oynadı ve günümüzün gelişmiş ülkelerinin yükselişleri, petrolün devreye girişine kadar, neredeyse sadece kömüre bağımlı oldu. II Osmanlı'nın kömürü Bir tarım toplumu olan ve gelişmiş bir sanayisi bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu'nun kömüre olan talebi ise, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında yelkenden buhara geçmekte olan donanmasının ve Tophane, Darphane, Tersane gibi tesislerinin ihtiyacından kaynaklandı ve o gün bugündür ne maden ocaklarında kazalar eksildi ne de kömür kullanımı. İrem KAPLAN


Bazen bazı şeylere körü körüne inanır, itirazlara tahammül edemeyiz. Yok yere umutlanırız mesela. İçimizdeki Polyanna ruhu boy gösterir bu zamanlarda. Her şey güzel, her şey olumlu olmak zorundaymış gibi sanki. Olumsuzlukları göz ardı etmemiz sadece saniyeler sürer.Bir ara hepsinin bilincinde gibi göz önünde bulundurur sonrasında hemen “ama” kelimesini yapıştırır devamında pozitiflik kusarız. Ve bilirsiniz ki iki cümleyi “ama” ile bağlıyorsanız ilk cümlenin gerçekçiliği “ama” ya kadardır. O yüzden hükmen galip gelen olur olmaz tüm olumlu ihtimallerin bedenimizi ele geçirmesine izin veririz. Umut eder, hayal kurar bir de o hayallerle mutlu oluruz. Ve bu mutluluğun bozulmaması için “6” nın tersten “9” olabileceğini hep gözardı ederiz. Çevremizdeki insanlar 9 olduğunu iddia ettiğinde hemen cephe alır, beynin savunma mekanizmasının verdiği yetkiyle 6 olduğunu zorla kabul ettirmeye çalışırız.Bir yerden sonra 6 olmadığını savunan korumacı cepheye kulak verir ama yine de 9 diyemeyiz. Hatta bir de kalkar “Yapamıyorum. Olmuyor işte.” deriz. Halbuki “yapamıyorum” kısmının içinde “Yapmıyorum çünkü istemiyorum.” yatar, belli etmeyiz. Gerçekten istesek başaramayacağımız ne var ki şu dünyada ? Ama işte bazen yolun dikenli olması yürünmeyecek olması anlamına gelmiyor diyerek adım atıyoruz. Sözde olumsuzlukları kabulleniyoruz ama idrak etmede problem yaşıyoruz. Sonra ne oluyor dersiniz ? Dikenler göz ardı edilenlerden daha sivri ve can acıtıcı çıkıyor. Canımız acıyor. Daha fazla ilerleyemediğimizde duruyoruz. Ne ileri gidebiliyoruz, ne geri dönebiliyoruz. Bir yorgunluk çöküyor ruhumuza, kalakalıyoruz. Sonra idrak edebilme mekanizması sonunda devreye giriyor. Aslında 6’nın da 9’un da doğru olduğunu kabul ediyoruz. Biraz geç oluyor ama anlıyoruz. Kar yağdığında yerler buz tutar da kaymamak için basılan yerlerden gideriz ya hani ? Geldiğimiz noktadan dönerken aynı mantığı uyguluyoruz. Gelirken nereye bastıysak aynı yerlere basıyoruz. Dikenlerin battığı yerler değil de içimiz kanıyor sanki. Sesimiz soluğumuz çıkmaz oluyor. İçimizde olur sandıklarımızın aslında olamayacağını kabullenmek zaman alıyor. Çünkü zaman her derde deva diyorlar, inanmaktan başka seçeneğimiz pek kalmıyor.


Çok sevmezsen çok acımazsın sevgili okur, Yaşayamam deme çünkü yaşayacaksın. Başka bir sen yok. İkinci bir hayatın yok. Bugünün yarını var ama ikinci bir bugün yok. Bugününü kendine zor kılma, hayata farklı yönlerden de bakabilmeyi dene. Kalbine söz geçir ve at gözlüklerini bir kenara bırak. Hiçbir zaman umut etmeyi bırakma ama olmayacak duaya amin de deme. Olmayacak bir hayale kendini kaptırma, hayat bazen realist olmayı gerektiriyor. Hayatın tozpembe olabileceği gibi siyahlara bürünebileceğini de bil. Karamsar ol demiyorum, dengeni sen kur. Kimse için değişme, kimse için hayallerinden vazgeçme ve kimseye körü körüne bağlanma. İnsanların iyi olabileceği gibi kötü olabileceğini de hatırla. Hayat nerden baktığındır, unutma. İyi bakman her şeyi iyi yapmaz, kötü bakman ise her şeyi kötü. Koskoca beyaz bir sayfa düşün, ortasında bir siyah nokta olan. Sayfanın çoğunluğunun beyaz olması o siyah noktanın varlığını yok edemezken, siyah noktanın var olduğu çoğunluğun beyaz olduğu gerçeğini inkar edemez. Farklı pencerelerden bakabilmeliyiz hayata bunu unutma, Sevgiyle kal. Beyza CANBAZ


YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ :) Yakın geçmişte siyaset konuşmanın orta yaşlara kadar tedirginlik yarattığı ülkemizde bu ortalama günümüzde ilkokul çağına kadar inmiş durumda. Ne acı ki henüz oyun çağında olan kardeşlerimin tek sosyal aktivitesi ekonomi programlarını izleyerek döviz kurunu takip etmek olmuş. Bu nedenle bir takım yanlışların olduğunu haykırmak istedim. Bu sebeple önümüzdeki tarihi seçimlerde ben de milletvekili aday adayı olarak ülkemiz adına görev alabilmek amacıyla sokaklarda halkla iç içeyim. Görünen şu ki siyaset 80'lerin gerginliğinin atlatılıp siyasetin korkulacak bir şey olmadığının anlaşılması demokrasimiz adına olumlu ancak bu durumun ne yazık ki fanatizme dönüşen bir yapısı da var. Her şeye rağmen seçimlerin en keyifli yanı da elbette ki kampanya süreci seçmenle birlikte dans edebilmek farklı noktaları dile getirip ortak payda bulabilmek ve bir aşık atışmasını andıran diyaloglarla birbirini etkileyebilmek... Belki de keşke her sene seçim olsa dememe sebep olan şeylerdir bunlar. Sorumlu olduğum Ankara bölgesinde insanların değişim talebi apaçık ortada. Özellikle bu seçim sürecinde hafızamda yer alan, unutmadığım şeylerdendir insanların motivasyonu ve enerjisi. Şarkıların hala eğlenceli olması insanları hiç tanımadığı kişilerle bir anda oynatıveriyor. Hele bir de birlikte verilen SÖZ'ler .... Ve mitingler ... Belki de halkın en özgür olduğu yer... Dilediğini haykıra haykıra söyleyebilme, dilediğini alkışlayabilme özgürlüğü. Bu özgürlüğün ne kadar önemli olduğnu gittiğim her mitingde tekrar tekrar gördüm ancak en çok dikkatimi çeken her miting alanına benden önce gelmiş 80 - 90 yaşlarındaki teyzelerimizdi. Onların yüzlerine baktığımda anladım, biz gençlerin bu yaşta tahammül ettikleri şeylere onlar bunca yaşanmışlığa rağmen hala direniyorlardı. Anladım ki özgürlük, yaş, mekan ve ideoloji aldırmıyordu. Bir nefes gibiydi. İnsan yeteri kadar alamadı mı daralıyor, kıpkırmızı kesiliveriyordu. İşte benim gözlemimde burada anlam kazandı. Çıktığım her yolculukta, her mitingte, her sokakta binlerce insan kıpkırmızıydı ve hep bir ağızdan haykırıyordu... HAK - HUKUK - ADALET ! Erdi AKBULUT


Mayıs Ayının Bende Uyandırdığı Hisler Her mayıs ayı farklıdır benim için. Sabırsızlığı en üst noktada yaşarım çünkü mayıs ayı yaz mevsimiyle benim aramda köprü kurar. Biten sınavların ardından, parlayan ısıtan bir güneş, saatlerce yüzdükten sonra teninde tuzların kuruduğunu görmenin hayalleri başlar. Mayıs ayının başında hep sonunu düşlerim. Annemin ve dostumun doğum günü mayıs sonudur çünkü. Onların kıymetini içten içe her gün artarak hissettiğimi daha çok anlarım. Kendimi şanslı hissettirirler bana. Çünkü hayatımda güçlü bir anneye koşulsuz yanımda olan manevi kız kardeşe sahibim. Gençliğin gücünü, bayram coşkusunu yaşayınca daha çok umutlanırım. Bir genç, bir sporcu olarak Atamın“ Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim.” sözüne layık olabilmenin gururuyla Atamın yolundan sapmayacağıma defalarca ant içerim. Mayıs 2023’e gelirsek eğer herkes için farklı geçtiği ortada. Seçimler, herkesi sarıp sarmalayan siyaset muhabbetleri, açmayan güneş, gelmeyen bahar derken belki de çoğu kişiyi zorlayan bitmesi için yalvartan bir ay oldu. Kaç kişi Anneler Gününde annesine daha önce demokrasi, cumhuriyet hediye ettiğini söyledi? İşte böylesine bir ay, belki de 20 yılın birikmişliği… Mayıslar bizim olsun. Olsun ki ışıldayan güneş yüzünü gösterip kara bulutları dağıtsın ve o güneş, açan çiçek, gülen yüzler asla solmasın. Asya Lal ÇETİNKALE


Grubu 20.11.2018 de Ankara’da ben Bora Akyıldız, Toygar Taşbaş ile beraber kurduk. Eylül 2022de Jiyan İlhan ve Burak Gülömürün eklenmesiyle grubumuz son halini aldı. Bir rock grubuyuz. Ankaranın önde gelen eglence mekanları arasında olan 6.45 if müjgan gibi yerlerde sahne almamızın yani sıra en son 19 Mayıs kutlamaları kapsamında anıtparkta sahne aldık. Net bir tarz söyleyemem ama kendimize özgün ve sert müzik yapıyoruz. Bir aksilik olmazsa temmuz ayında ilk singleımızı çıkartacağız Bunun için çok heyecanlıyız. Grubumuzun isminin dağınık olmasının sebebi ise ilk konsere çıkmadan önce ismimiz daha belli değildi afiş için isim gerekliydi ve o an aklımıza ilk gelen kulağa da hoş duyulan dağınık ismini koyduk


Click to View FlipBook Version