İncili Yorgan Hazırlayan: Yılmaz ÖLMEZ 6 Doğal olarak bizden... MASALLARI
ÇEVRE DOSTU K İ TAP ÇEVREY İ KORU, E-K İ TAP OKU !
HAZIRLIK VE TASARIM YILMAZ ÖLMEZ
Anadolu Masalları
Masal Nedir? Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyelerine masal denir. Masal Türünün Özellikleri Nelerdir ? 1. Masallar tamamiyle hayal gücü ürünüdür. Gerçekle organik bir bağ söz konusu değildir. 2. Mensur bir yapıya sahiptir. Nazım-nesir karışık olan masal örnekleri de vardır. 3. Sunduğu evreni inandırıcı kılma gibi bir kaygı söz konusu değildir. 4. Masallar, meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken, yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur. Masal, anonim bir türdür. 5. Masallarda genellikle iyilik - kötülük, doğruluk - haksızlık, adalet - zulüm, alçakgönüllülük - kibir... gibi zıt durumların temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç hayallerinden söz edilir. 6. Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir. Mekan adı olarak genellikle "Hint, Yemen, Kaf Dağı, Çin, Maçin" kullanılır. 7. Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi (-mişli geçmiş) kullanılır. 8. Anlatım kısa ve yoğundur. 9. Masal kişileri her tabakadan seçilebilir. Masallarda cinler, periler, devler de rol alır.
10.Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir 11. Masalların çoğu " bir varmış, bir yokmuş" ya da " evvel zaman içinde, kalbur saman içinde" gibi ifadelerle başlar. Bunlara tekerleme ya da döşeme denir. Tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir. Türk masallarında dilek bölümü "Onlar ermiş muradına .. " ya da " gökten üç elma düştü." biçiminde başlar. 12.Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez. 13.Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır; masallar bu yönüyle didaktik (öğretici) bir nitelik taşır.
Anadolu Masalları Eflâtun Cem Güney (1896-1981 ) Değerli öğretmen, masal yazarı, folklor araştırıcısı merhum Eflâtun Cem Güney 1896’da babasının telgraf müdürü olarak bulunduğu Hekimhan’da dünyaya gelmiştir. Eflatun Cem Güney, geleneksel halk hikâyelerimizi ve masallarımızı derledi. Ayrıca kendisi de masallar yazdı. Bu nedenle adı Masalcı Baba olarak da ünlendi. Anadolu’nun birçok yöresini öğretmenlik görevi nedeniyle tanıdı. Bu yörelerde yerel sanat dergilerinin çıkmasına önayak oldu. Danimarka’da bulunan Andersen Kurumu, Açıl Sofram Açıl adlı eseriyle ona 1956 yılında Dünya Çocuk Edebiyatı Onur Belgesi verdi. Dede Korkut Masalları adlı kitabıyla bu ödülü 1960 yılında tekrar kazandı. Çocuk edebiyatımızın verimli bir yazan olan Eflatun Cem Güney, birçok masalımızın günümüz Türkçesiyle yeniden gün ışığına çıkarılmasında büyük çaba gösterdi. 8
Anadolu Masalları 9
Anadolu Masalları HER MASALIN BAŞI Bizim de bir masal dünyamız var, uçsuz bucaksız bir dünya bu! Keloğlan’ı da içine alır, Köroğlu’nu da; peri kızını da içine alır, dev anasını da; seni de içine alır beni de gene de bir fındık kabuğuna sığar, yedi dünyaya sığmaz. Hani, şu masal dünyasını bir dönüp dolanayım diye demir çarık, demir asa yola düşseniz; dere, tepe düz, altı ayla bir güz gitseniz, bir arpa boyu yol gidersiniz ancak! İyisi mi, gelin derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerek; lale, sümbül derleyip soğuk sular içerek; daha da yorulursanız Hızır’ın atına binerek bir tandır başına götüreyim sizi. Vay ne masallar, ne masallar var orada; makas kesmedik, iğne batmadık masallar! Oturup bunları dinlemekle kalkıp şu dünyayı dolaşmak bir bence... Öyle ya masal deyip geçmeyin, kökleri vardır geçmişte dayanır durur dağ gibi... Dalları var üstümüzde, yeşerir gider bağ gibi... Ama anlatılacağı gibi anlatılırsa... Zira asıl tadı anlatılışındadır bunların, hele masal ağzıyla iki tekerleyip bir yuvarlamasını bilen masal ustalarından dinlenirse tadına doyum olmaz doğrusu. Ha, işte bu niyetle sizi bir tandır başına götüreyim dedim ama bir yer bulabilirsek ne mutlu! Çünkü Allah’ın kışı, tandırın başı olur da kim gelmez? Çağrılan da gelir çağrılmayan da, haylanan da gelir huylanan da, ahlanan da gelir ohlanan da, Kambur Ese de gelir Sarı Köse de; hasılı, seyrek basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok, sırtı bütün, karnı tok... Cümlesi gelir toplanır ama masalcıbaşıyı masala başlatmak kolay mı? Mübarek, kendini naza çektikçe çeker, onu söyletmek için her 10
Anadolu Masalları biri bir dereden su getirmeye başlar. Kimi yukarıdan atıp aşağıdan tutar, kimi ağzını yumup dilini yutar; kimi ince eğirip sık dokur, kimi süt dökmüş kedi gibi oturur; kimi akıntıya kürek çeker, kiminin kırdığı ceviz kırkı geçer; daha daha bir yığın maval martaval derken masalcımızın çenesi açılır, gayri öyle bir dizip koşar ki ağzından bal akar, dili de kaymak çalar balın üstüne! İmdi, kalem benim, söz onun; nokta benim, harf onun, okuyun okuyabildiğiniz kadar. Okudukça gönlünüz gül olup açılacak, diliniz de bülbül olup şakıyacak. Eflâtun Cem GÜNEY 11
Anadolu Masalları İncili Yorgan Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde... Enteşeden, menteşeden... Derken bir karpuzcu çıktı şu köşeden; ay efendim, vay efendim; karpuzlar da karpuz mu ya, ne tartıya gelir ne teraziye, ne arşına gelir ne endazeye, doğrusu görülmüş gibi, görülecek gibi değil, üstü nakış nakış örülmüş ama örülecek gibi değil! Baktım, bakakaldım; on para verdim, on tane aldım. Hani karpuz kesme ile yürek ferahlamaz derler, derler ama bakalım, adı mı güzel, tadı mı güzel şu karpuzun deyip çıkardım bıçağımı, baltamı, nacağımı; ha kestim, ha kesiyorum; ha eştim, ha eşiyorum derken bıçaktır, bir kapak açmasın mı, kapağı açarken elim de içine kaçmasın mı! Bak hele bir, elimi çıkarayım derken kendim de varıp içine düşüvermedim mi, bir de baktım ki ne göreyim? Bir yanı sazlık samanlık, bir yanı tozluk dumanlık... Bir yanında demirciler demir döver denginen, bir yanında boyacılar boya boyar renginen; erenleri, derenleri, gördün mü bir başıma gelenleri; ne duvarı var yıkılır ne kapısı var çıkılır! Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı; derken bir çoban ilişti gözüme velakin ne dönüp baktı yüzüme ne kulak verdim sözüne! Sürüsünü kaybetmiş boru mu bu! On yıldır arıyormuş korumu bu! Bu karpuzun içinde iki dertli bir araya gelende, o başladı kavala, ben başladım mavala, inanmayın bu masala! 12
Anadolu Masalları 13
Anadolu Masalları Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde, Nalcı Baba derler biri varmış. Helal süt emmiş bir adam olduğu için mi nedir, dişleri haram lokma kesmezmiş. Bundandır, ne ölmüş at aramış nalını sökecek ne de bir kol kanat aramış yüz suyu dökecek! Dükkanının, tezgâhının başını bekler; el emeği, alın teriyle kıt kanaat geçinir gidermiş. Yeryüzünde dikili bir ağacı yokmuş ama filiz gibi üç oğlu varmış. Büyüklerinin adını sanını bilmiyorum. Küçüğünün ki Mıstık mı ne imiş!.. Bunların biri kılıçtan keskin, ikisi birbirinden miskinmiş. Söyleyenlerin ağzına bakılırsa yalanı da yok! Görünürde büyüklerin başı yerde imiş ama suyun ağır akanı, insanın yere bakanı derler; karda gezer, izlerini belli etmezlermiş. Velakin küçükleri cin fikirli mi dedin, cin fikirliymiş. Bu yüzden her şeye akıl sır erdirir, şeytanı bile suya götürüp susuz getirirmiş, “Keloğlan” gözüyle bakarlarmış Mıstık’a... Gel zaman git zaman... Babaları bu dünyadan göçüp gidince, geçim derdine düşmüşler. Öyle ya, Nalcı Baba’dan ne miras kalacak? Ne bir dağda bir avuç toprak bırakmış ne bir bağda bir yeşil yaprak... Kara sabana koşulamadıktan geri, daha ne iş var ki kolundan tutsunlar! Memleket dedikleri avuç içi kadar yer... Boşa koymuşlar, dolmamış; doluya koymuşlar, almamış. 14
Anadolu Masalları 15
Anadolu Masalları Kara kara düşünüp dururken Mıstık “Ağa kardeşlerim.” demiş, “Siz varken bana söz düşmez ama biz burada ağzımızla kuş tutsak gene emeğimiz ödenmez. İyisi mi gelin kısmetimizi başka yerde arayalım, dünya yıkılmadı ya!” Bu söz, kardeşlerinin de aklına yatmış: “Doğru söylüyorsun Mıstık; el bir edip, dil bir edip de üçümüz bir arabaya koşulacaksak küçük teker önde gider, düş önümüze!” demişler. Demir çarık demir asa yola düşmüşler. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, derken günün birinde bir tarlaya yetmişler ki ne görsünler! Ekinler adam boyu; başaklar, başını sallayıp duruyor yerde kıvrılıp yatan tırpana doğru... Ama tırpan “Bana mı!” demiyor. Üç kardeş birbirinin yüzüne bakmış; ötekiler ağzını açmayınca küçük kardeşleri, küçük teker misali önde yuvarlanarak “Ağa kardeşlerim!” demiş, “Bu ekinler tırpan istiyor, tırpan dersem el istiyor, emek istiyor ama kim bilir eli mi değmedi, gücü mü yetmedi adamın? Her ne ise, yüzüstü bırakıp gitmiş, kurda kuşa yem olacağına, gelin üçümüz üç elden biçelim. Helal süt emmiş birininse gelir emeklerimizi öder elbet.” Olur mu olur! Tarlanın bir başından girip öbür başından çıkmışlar. Bir de, nerde var nerde yok, bir dev peyda olmamış mı? Üç kardeşin üçünün de tüyleri diken diken olmuş ama dev: “Hey insanoğulları, ben her dağı aştım, her taşı taşıdım ama doğrusu bu tarla belimi büktü. Günlerdir gözlerim yolda, sizin gibi birini bekleyip duruyordum. 16
Anadolu Masalları 17
Anadolu Masalları Allah mı gönderdi sizi! Hakkınızı nasıl ödeyeceğim bilmem...” diye yüzlerine gülünce yüreklerine bir su serpilmiş. Mıstık: “Dev baba.” demiş, “İnsan dediğin kara gün dostudur, elinden geleni esirger mi, bir hakkımız varsa yerden göğe kadar helal olsun. Bizim istediğimiz güler yüz, tatlı dil...” Bu ağız üstüne dev: “Vah oğul, güler yüzle tatlı dilin sözü mü olur, varım yoğum feda olsun sizin gibilere... Hani pek öyle insanlıktan nasibim yok ama az buçuk ben de kaldırım çiğnedim. Yol da bilirim, erkân da! Şu dağın ardında evim, evin önünde kuzum, kuzunun başında üç kızım var. Üçü birbirinden gönüllü, yazan Allah hangisini hanginize yazdıysa yolunuza türap olsun ama hele şu kuzuyu bir yiyelim de ağız tadıyla ötesi kolay!..” deyip Mıstık’ın yüzüne bakmış ve el kadar kâğıt vermiş ki eline, karım kızartıp da göndersin kuzuyu diye. Ama Mıstık, devin gözünü pek beğenmemiş. Kâğıdı alıp bir arpa boyu yol gidince açıp okumuş ki ne okusun, kendi ayağıyla ölüme gidiyor. “Kara hatun, bir kuzu gönderiyorum sana, bir insan kuzusu! Vakit saat deme, sakın çiğ çiğ yeme, şişe tak, dönder, kızartıp gönder!” diye yazmış dev. “İyiliğe kemlik!..” Başka ne beklenir ki bu kanlı mahluktan! Mıstık dilini ısırmış: “Ya, öyle mi! Dur, ben de Keloğlanlığı ele alayım da bir gör!” deyip bıçağının ucuyla mektubun ağzını yüzünü düzeltmiş. 18
Anadolu Masalları 19
Anadolu Masalları Sonra, dev karısına varıp estan etmiş, mestan etmiş, tarlabaşını destan etmiş, o da Mıstık yerine emlik kuzunun kanına girmiş. Dev karısı, bu kuzuyu kızartmada olsun, Mıstık bir kolayını bulup kızların bulunduğu odaya girmiş ki ne görsün, üç kız! Güzel demek de söz mü!.. Biri çiçek açmış dal gibi, biri kekik kokan bal gibi, biri de bir ana kuzusu, daha ağzından süt kokuyor. Keloğlan bunları böyle görünce üç kurşunla üç yerinden vurulmuşa dönüp: “Siz hangi dağın gülü, hangi dağın sümbülüsünüz?” diye sormuş. Onlar da iki göz iki pınar: “Sorma yiğit, sorma!” demişler, “Bir padişahın kızıyız. Bir gün bir şeytana uyup ‘Viran Bağ’ derler, gezilmez bir bağa girmiştik. Dönüp dolaşırken iki dalın konuştuğunu duyduk, kulaklarımıza inanamadık. Daha daha yaklaşıp baktık, gözlerimize inanamadık. Bir garip ağaçtı bu! Hani öyle ağaç demeye de insanın dili varmaz ya bir kökten sürmüş iki dal; biri dut, biri armut... Dut dalı çalıp söylüyor; armut dalı da başını eğmiş dinliyordu. Parmağımız ağzımızda kaldı! Gayrı, göz kulak kesilip dinlemeye başladık. Sonra ne olduk, neye uğradık bilmiyoruz. Duyup işittiklerimiz uyku olup damarlarımıza mı yayıldı yoksa başımız mı döndü, yüreğimiz mi bayıldı; her ne olduysa gözlerimizi açtığımız zaman kendimizi bu mağarada bulduk. O gün bugün devler kanımıza aş yürüyor. Üçümüzün üç avuç kanını içerlerse ömürleri, günleri artacak, üç bin yıl daha dünyaya meydan okuyacaklarmış. Bundandır, gündüzleri üçümüzün önünde üç gergef, kendi elimizle kendi kefenimizi işliyoruz. 20
Anadolu Masalları 21
Anadolu Masalları Geceleri de üçümüzün önünde üç ecel tası, sabahlara kadar gözyaşı döküyoruz. Hangi gün, hangi saat ecel tasımız dolarsa kefen gömleğimiz de o gün, o saat bitecek. Yazan kara yazmış, bizim alın yazımız bu...” demişler. Sonra da “Ya sen yiğit, sen ne arıyorsun; yel mi attı, sel mi attı seni buraya?” diye sormuşlar. Mıstık da: “Ne yel attı beni ne sel... Kendi alın terimizi kendi kanımızla ödemeye gönderdi dev ama vadem dolmamış, benim yerime emlik kuzu kebap oluyor şimdi...” diye başlamış, başlarına gelenleri bir bir sayıp döktükten sonra: “Allah, ecelden aman verirse biz de kurtuluruz devin elinden, siz de... Gecenin bir vaktinde fırsat bulur da el edersem el ettiğim yere gelin!” diye tembih üstüne tembih geçtikten geri, tandır başına gelmiş ki emlik kuzu da nar gibi kızarmış, misk gibi tütüyor. Daha durur mu, tepsiyi başının üstüne almasıyla tarla başını bulması bir olmuş. Mıstık’ın, burnu kanamadan çıkıp geldiğini görünce devin gözleri faltaşı gibi açılıp: “Gördün mü şu oğlanın yaptığını! Biz onun başına bir çorap örelim derken o bizim başımıza ördü. Ben de bunu yanına korsam bana da dev demesinler!” diye homurdanıp durmuş ama kimin umurunda... Emlik kuzuyu cennetlik gövdeye indirmişler. Akşam olup da sular kararırken dev, üç kardeşin yüzüne gülerek alıp evine götürmüş ama Mıstık emlik kuzudan ağzı yandığı için bir daha yaş tahtaya basar mı, kulaklarını onlardan ayırmamış. 22
Anadolu Masalları 23
Anadolu Masalları Devlerin, iki taş arasında bir vakit bulup da: “Hele kan uykuda iken bu üçünün kanına girelim bu gece! Yarına da Allah kerim, kuyusu derin... Ya kızların kanını içeriz ya da kendi ayağıyla gelecek kurbanlık kuzulardan birinin...” diye kem küm ettiklerini duyunca uyku gözlerine haram olmuş. Devler kara taş üstünde kara bıçaklarını bilemeye gidince Mıstık: “Fırsat bu fırsattır!” deyip kardeşlerine kaş göz etmiş; kızlara da el eylemiş, gel eylemiş. Yayından fırlayan ok misali, fırlamışlar kapıdan. Bir de devler gelip bakmışlar ki ne görsünler, üç kardeşin de yerinde yeller esiyor, üç bacının da... Neye uğradıklarını bilemeyip hemen arkalarına düşmüşler ama ötekiler çoktan sihirli ırmağı geçip yüreklerindeki korkuyu atmışlar. Kara dev köpürüp küplere binmiş, Mıstık’a başını sallayarak: “Bre Keloğlan yapılı!” demiş, “Bir emlik kuzudan ettin beni. Yetmedi, şimdi de üç kızdan ettin, bitmedi; ben hancı, sen yolcu iken elbet yolun düşer bir gün!” diye homurdanıp durunca Mıstık ırmağın öbür başından: “Sen kuzu niyetine, kanımıza kastetmeseydin bir emlik kuzudan olmaz- dın. Üç gergefin yanına üç de ecel taşı koymasaydın üç kızdan olmazdın; eden bulur dev baba, eden bulur. Sen yollarımızı gözleyeceğine, elindeki bıçağı tutulacağı gibi tut ki boynuna gelmesin!” deyip yolu tutmuşlar. Onlar gidedursun, gelin biz haberi öteki yüzünden verelim: 24
Anadolu Masalları 25
Anadolu Masalları Günün birinde padişah, kızlarının ortadan kaybolduğunu duyunca ne olduğunu bilememiş. Öyle ya, üçü de aydan arı, günden duru. Hiçbirinin kalbinde kara yok, bugüne bugün eteklerinin ucunu bile gören olmamış, kimin parmağı olabilir bu işte! İnce eleyip sık dokumuşlar ama akıl sır erdirememişler buna. “Ya dağda belde kalırlarsa kara toprak gözlerini nasıl kapayacak! Ya kurda kuşa yem olurlarsa yeşil yaprak yüzlerini nasıl örtecek!” Bu korku yüreğine yapışınca deli divane olası gelmiş padişahın: “Kim kızlarımı bulur da getirirse beğensin beğendiğini, dilesin dilediğini!” diye ferman üstüne ferman yağdırınca umut dünyası bu, niceleri yollara dökülmüş; yeri, göğü ellek fellek etmişler ya, yer demir gök bakır, güvendikleri dağlara kar yağmış. Bu umut çırası da sönünce saray, büsbütün padişahın başına zindan olmuş. Ha işte, dağın taşın böylesine yasa büründüğü günlerden bir gün padişahın üç kızıyla Nalcı Baba’nın üç oğlu el ele, kol kola çıkıp gelmesinler mi! Padişah gözlerine inanamamış. Sevincinden ne yapacağını bilmeyerek üç yiğidin üçünün de alnından öperek sağ yanına almış, üç kızının üçünün de gözlerinden öperek sol yanına almış. Onlar da viran bağdan, sihirli ırmağa kadar başlarından geçeni firaklı firaklı sayıp dökünce bu yiğitlere kanı kaynamış, ille küçüklerine, ille küçüklerine, ciğerine sokası gelmiş padişahın: “Dileyin benden dilediğinizi!” demiş ama üç kardeş: “Bizim ne dilediğimiz olacak padişahım, sağlığınızı dileriz.” deyip başlarını önlerine eğmişler, velakin padişah: 26
Anadolu Masalları 27
Anadolu Masalları “Kızlarım sırra kadem bastığı gün, ahd üstüne ahd etmiştim, kim bulup da getirirse ona vereceğim diye... Demek yazan Allah, size yazmış bunları! Vezir vüzeranın sözüne uyar da bu ahdımdan dönersem halka karşı yüzüm kara çıkar, halka karşı kara çıkarsa Hakk'a karşı da çıkar. O zaman hem dünyamı kendi elimle yıkmış olurum hem de ahretimi... Şimdi, beni baba yerine kor da ‘He!’ derseniz hem toy, düğün edip baş göz ederim sizi. Bir gün gelir devlet kuşu da birinizden birinizin başına konar inşallah!” deyip üç gün, üç gece mühlet vermiş, düşünüp taşınsınlar diye... İnsan bulunca bunar derler, meğer büyük kardeşlerinin gözü küçük kızdaymış; ortancıl kardeşlerinin gözü de ne onda ne bunda; padişahın tacında tahtındaymış! Bundandır: “Öyle bir nimete konduk ki kapaksız kaynadı, buğusuz pişti, elimiz kolumuz değmeden gelip önümüze düştü. Yine sağolsun küçük kardeşimiz!” deyip de kısmetlerine çıkanı öpüp de başlarına koyacak yerde tutup da Mıstık’a bir kuyu kazmayı düşünmezler mi! Padişah, üç gün sonra büyük kardeşlerini çağırıp da niyetini sorunca: “Padişahım!” demiş, “Büyük kızınızın başımın üstünde yeri var ama! Bugüne bugün yeşilim yok, alım yok; ona layık şekerim yok, balım yok... Çam sakızı çoban armağanı kabîlinden olsun, bir ‘yüz görümlüğü’ hediye edemezsem sonra ne yüzle bakarım yüzüne!” deyince padişah gülmüş: “İlahi yiğit!” demiş, “Hele sen şu umursadığın şeye bak. Sarayımda altın, su gibi akıyor, beğen beğendiğini, al nişanlına!” 28
Anadolu Masalları 29
Anadolu Masalları Bu söz üstüne büyük: “Padişahım.” demiş, “Adın var sanın var. İnsan senin kızına bir hediye verecek olduktan geri, göz görmedik el değmedik bir şey olmalı, devin mağarasındaki incili yorgan gibi... Altın anahtar, saray kapısından gayrı hangi kapıyı açar ki o kapıyı açsın, açsa açsa mağaranın kapısını bizim Mıstık açar, alsa alsa devin elinden o alır. Ondaki akıl kimde var, hemen bir buyruğunuza bakıyor!” Ne yapsın padişah, Mıstık’ı çağırıp bir nice dil döktükten sonra, incili yorganı istemiş ondan... Mıstık, rüzgârın nereden estiğini anlamış, anlamış ama korkuya pabuç bırakmamak için: “Büyük kardeşim büyük kızınıza hediye edecek olduktan geri, incili yorganın da sözü mü olur!” deyip çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, dere tepe düz gitmiş; derken günlerden bir gün devin mağarasına yetmiş; gayrı n’eylemiş, n’etmiş; orası üstümüze lazım değil, nasıl ettiyse öyle bir ayın oyun etmiş ki incili yorganı almasıyla sihirli ırmağı boylaması bir olmuş. Dev, soluk soluğa ardından koşup gelmiş ki Mıstık, ırmağın öte geçesinden ettiği işe gülüp duruyor. “Eeee Keloğlan yapılı seni, bir emlik kuzudan, üç kızdan ettin beni; üstelik bir de yaş tahtaya bastırıp incili yorgandan ettin, öyle mi! Dilerim Allah’tan bu yorganın altında yatan hiç uyanmasın!” diye, öyle bir beddua etmiş ki vay geldi büyük kardeşin başına... Mıstık’ın umurunda mı! “Yolcu yolunda gerek!” deyip yürümüş ve bir göz yumup açıncaya dek sarayı bulmuş. İncili yorganı görenler: 30
Anadolu Masalları 31
Anadolu Masalları “İlahi, bunu işleyenin elleri dert görmesin, sır ve sihirle işlenmiş sanki!” deyip büyük sultanın çeyiz odasına kaldırmışlar. Mıstık’ın dönülmez yollardan döndüğünü duyunca büyük kardeşinin yüzü gözü kararmış ama bu defa da ortancıl kardeş saman altından su yürütmeye başlamış. Padişah bunu da çağırıp sorunca: “Padişahım!” demiş, “Ortancıl kızınızın yüzüm üzre, gözüm üzre yeri var ama bugüne bugün yüzüğüm yok, kaşım yok; ona layık elmasım yok, taşım yok. Büyük kardeşim misali bir yüz görümlüğü vermezsem sultanın önünde yüzüm yer etmez mi!” Padişah buna da gülmüş: “İlahi yiğit!” demiş, “Hazinemden türlü cevahir taşıp dökülüyor; beğen beğendiğini, ver kızıma...” “Padişahım!” demiş, “İl var, ar var; insan bir hediye verecek olduktan geri, akıl sır ermedik bir şey olmalı; devin mağarasındaki şimşek taşı gibi... İnci, elmas dediğin, anahtar olsa vezir vüzera konağından başka hangi kapıyı açar ki o kapıyı açsın! Açsa açsa mağaranın kapısını bizim Mıstık açar. Alsa alsa devin elinden o alır. Ondaki şeytanlık kimde var, siz bir ferman buyurun yoksa!” Bakmış ki olacak gibi değil; padişah, Mıstık’ı çağırıp biraz yüzüne güldükten sonra şimşek taşını istemiş. Mıstık, baltanın neyi kestiğini anlamış, anlamış ama korkuyu dalına kondurmamak için: “Ben ne yüzden düşmesini isterim kardeşimin ne de yüzünü yer etmesini, hele ortancıl kızınıza hediye edecek olduktan geri, istediği şimşek taşı olsun!” deyip yola düşmüş. 32
Anadolu Masalları 33
Anadolu Masalları Az gitmiş uz gitmiş, dağlar beller geçerek, soğuk sular içerek altı ayla bir güz gitmiş; derken günün birinde devin mağarasına yetmiş; gayrı, n’eylemiş, n’etmiş, n’emize gerek, nasıl ettiyse, öyle bir allem kallem etmiş ki şimşek taşını almasıyla, sihirli ırmağı geçmesi bir olmuş. Dev, tozu dumana katarak ardından koşup gelmiş ki Mıstık, ırmağın öte yanında oturup duruyor. “Eee Keloğlan yapılı, bir emlik kuzudan, üç kızdan ettin beni, yetmedi mi? Bir de incili yorgandan ettin, bitmedi mi? Şimdi de şimşek taşından ediyorsun beni. Dilerim Allah’tan buna göz koyanın gözüne uyku girmesin!” diye öyle bir karış vermiş ki tutarsa vay geldi ortancıl kardeşin başına. Mıstık: “Bre baş belası, iyiliğe kemlik edenlerin başı beladan kurtulmaz. Niye bunları böyle ettin diye sorma bana, daha ne edip eyleyeceksin diye sor...” deyip sarayın yolunu tutmuş. Şimşek taşını görenlerin de gözleri kamaşmış: “Allah Allah, ne çıra gibi tütüyor ne mum gibi bitiyor, gece gündüz ışım ışım ışıldıyor, gökyüzünden düşmüş bir yıldız sanki...” deyip ortancıl kızın çeyiz odasına kaldırmışlar. Mıstık’ın burnu bile kanamadan, dönüp geldiğini görünce ortancıl kardeşin de elleri böğründe, muradı koynunda kalmış. Gayrı nasıl bir dolap çevirsinler! Onlar kara kara düşünedursunlar, padişah, Mıstık’ı da çağırıp niyetini sorunca ne dese beğenirsiniz: “Padişahım, sevgi dediğin iki başlıdır. Bir ucu benim gönlümde ise bir ucu da onun gönlündedir. 34
Anadolu Masalları 35
Anadolu Masalları Ben onun yolunda deli divane olmuşum ne çıkar, baka- lım küçük sultanın gönlü nerelerde havalanıyor?” demiş. Padişah da: “Yerden göğe kadar hakkın var oğul, her gönülde bir arslan yatar; ben de bunu böyle bildiğim için önceden önce, küçük kızımın ağzını aradım, gördüm ki kalbinde sen yatıyorsun, senin üstünde dönüp dolanıyor gönül kuşu, gayrı bir diyeceğin kaldı mı?” Bu söz üzerine Mıstık: “Öyleyse başımın üstünde yeri var, var ama! Benim ne büyük kardeşim gibi incili yorganım ne de ortancıl kardeşim gibi şimşek taşım var! Böyle elim boş, yüzüm kara gerdeğe girersem küçük sultanın başına kakınç olmaz mı? İyisi mi ya devlet başa ya kuzgun leşe... Şu mağarayı bir de kendi gözümle dönüp dolaşayım. Belki çam sakızı çoban armağanı bir şey bulup gelirim...” deyip yollara düşmüş. Az gitmiş uz gitmiş, inişlerde ter dökerek, yokuşlarda tırnak sökerek bir arpa boyu yol gitmiş; derken devlerin mağarasına yetmiş. Dev, Mıstık’ı görünce dişlerini bilemeye başlamış: “Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde avcumun içine düşlersin çekirge; gayrı lâmı cimi yok, avuç avuç kanını içeceğim senin!” demiş. Mıstık da boynunu bükmüş: “Haklısın dev baba, haklısın; bugüne dek kırdığım ceviz kırkı geçti ama ister inan ister inanma, o gün bugün yüreğime bir korku yapıştı. Bir gün gelecek, dev baba beni yiyecek diye uykuyu durağı yitirdim! Şamdandaki mum gibi, ırmaktaki kum gibi eriyip aktım. 36
Anadolu Masalları 37
Anadolu Masalları Böyle her gün ölüp dirilmektense dedim, kurbanlık koyun gibi kendi ayağımla geldim! Yiyeceksen ye beni! İlle şunu da bir kenara yaz ki bu edip eylediklerimi kendi aklımla etmedim ben. Bunları bir ettiren var bana! Bu ne padişah baba ne de iki kardeşimden birisi. Daha ilerisi, gerisi yok. Başım, boş değil benim başım! İçinde cinler mi cirit oynuyor, periler mi top oynuyor, bilmiyorum ki. Daha demin yolda, biri oğlak olup önüme düştü, sinek olup omzuma uçtu; derken gözden kayboldu ya, belki canıma kanıma karışmıştır. Aman deyim dev baba; sen, sen ol da beni yerken boğazında kalmasın ha!” deyince devin gözleri dönmüş: “Deme bre Keloğlan yapılı.” demiş, “Tevekkeli değil, yüzünden, gözünden şeytanlık akıyor senin. Allah onların şerrine uğratmasın. Sana olmuş olanlar, bari bize olmasın. Yedi adım ötede dur da tek ne istersen iste bizden!” Büyük mağaranın kapısını ardına kadar açmışlar ama üstündeki başındaki cinler bizi de çarpmasın diye yanına yöresine yaklaşmamışlar. Mıstık da bıyık altında gülerek göz göz bütün mağarayı gezmiş, nerde ne olduğunu sezmiş ama ne dev aynasına elini sürmüş ne de bir iğnesine, hiçbiri gönlünü sarmamış. Derken yeşil bir kafes içinde, yeşil bir kuş görmüş, tüyleri pırıl pırıl, gözleri yumul yumul bir kuş. “A kuşum, a cennet kuşum, nasıl olmuş da seni unutmuşum!” deyip almış onu oradan... Giderayak, devlere de bir “Allah’a ısmarladık!” diyecek olmuş ama koydunsa bul onları yerinde! 38
Anadolu Masalları 39
Anadolu Masalları “Kim bilir, korkudan başlarını alıp ne yana gittiler, gayrı cehenneme kadar yolları var. Şu garip kuşu da ellerinden kurtardım ya!” deyip sihirli ırmağı geçmiş, sarayın yolunu tutmuş. Gelgelelim, bu cennet kuşu ne şimşek taşı gibi sarayın gözünü kamaştırmış ne de incili yorgan gibi parmaklarını ağzında bırakmış. Görenler şöyle bir dudak büküp geçmişler. Hele kardeşleri, hele kardeşleri: “Adımızı bir paralık ettin, bir kuşun diyeti ne ki ne hediye olsun! Yükte hafif pahada ağır, daha başka şey yok muydu sanki?” diye yeniden onu ölüme sürecek olmuşlar ya, Mıstık bu sözleri kulağının arkasına atıp: “Adam sen de, kimsenin gözüne girmeye niyetim yok, beğenmeyen kızını vermesin, ben bir can daha kurtardım ya!” deyip başını öte tarafa çevirmiş. Ne ise, ister istemez yeşil kuşu da küçük sultanın odasına kaldırmışlar. Böylece hediye tamamına varınca davullar vurulup meydanlar kurulmuş. Padişah tam kırk gün kırk gece toy, düğün edip ahdini yerine getirmiş. O sabah Mıstık’la küçük sultan yeşil kuşun sesiyle uyanmışlar. Giyinip düzendikten sonra gidip padişahın elini eteğini öpmüşler. Padişah da kızını görmüş, gönenmiş; güveyisini görmüş, güvenmiş; öyle hediye vermemiş ama: “Evlatlarım, bu dünya, dört kulplu bir teknedir; ikisinden kadın tutar, ikisinden erkek... Bir gün gelir, bu teknenin başına geçerseniz şu bir çift sözüm kulağınıza küpe olsun! Hele o güne dek, yeşil kafesli odanızda, yeşil kuşu dinleyerek gününüzü gün etmeye bakın.” diye dünyalar değer bir baba öğüdü vermiş. 40
Anadolu Masalları 41
Anadolu Masalları Öteki kızlarıyla öteki güveyilerini de el öpmeye beklemiş ama o gün ne incili yorgan odasının kapısı açılmış ne de şimşek taşı odasının! Padişahın yüreğine bir korku düşüp: “Acep gözü götürmeyenlerden biri, yastık çerezlerine bir şeyler katıp katıştırıp da zehirlemiş olmasın bunları!” diye kara kara düşünmeye başlamış. Vezir vüzera ise: “Padişahım, böyle korkuyu dalınıza kondurmayın, düğün deyip de geçivermeyin! O kadar konuğu indirip bindirmek dile kolay, kırk gün kırk gece insan öyle bir yorulur ki döğülmüş ete döner de yiğitse sabah başını kaldırabilsin...” diye atıp eğirmişler ama ertesi sabah gene onlardan bir ses, soluk çıkmayınca “Bunun altında bir çapanoğlu var ama bunu da bilse bilse kardeşlerinin huyunu suyunu bilen Mıstık bilir.” deyip onu çağırmışlar, o da: “Vallahi padişahım, demeye ağzım varmıyor ama gayrı saklayacak yeri kalmadı; Allah bilir ya, kardeşlerimi devlerin bedduası tutmuş olacak. Eğer böyleyse vay başlarına! Ne incili yorgan altındakiler uyanabilir ne şimşek taşı odasındakiler uyuyabilir. Doğrusu ettikleri şurama çıktı. Böyle bir kargış da ben verecektim ya ne de olsa kardeştir, dilim dolandı yoksa. Zira ben onların yoluna başımı koydukça onlar benim yoluma kuyu koymadı kazdı, bir kuru taht için...” deyip de büyük taş altında kalasıca büyük kardeşlerinin kendisine oynadıkları oyunu bir bir sayıp dökünce padişah sakalını karıştırmaya başlamış: “Ya, demek bunların gözü ne incili yorganda ne şimşek taşında; benim tacımda tahdımda ha! İlahi, böylelerinin gözünü toprak doyursun. 42
Anadolu Masalları 43
Anadolu Masalları Onlar ettiklerini çekiyor ama ne olduysa kızlarıma oldu. Kendi elimle başlarını nara yaktım. Biri incili yorgan altında çürüyüp gidecek, biri de şimşekle çarpılmışa dönecek, ne yapmalı bilmem ki...” deyip vezir vüzeranın yüzüne bakmış ama onlar bu derde merhem olamayınca Mıstık’a dönüp: “Hey oğul, üzüm üzüme baka baka kararır derler ama sen onlara ne gözle bakılacaksa o gözle bakmış olmalısın ki tek bir damarın bile kardeşlerininkine çekmemiş. Huyun suyun ak pınardan daha ak, içine bir saman çöpü bile karışmamış. Üstelik vereceği kadar akıl fikir de vermiş Allah. Devlet kuşu senin gibilerin başına konmayacak da kimin başına konacak, küçük kızımın talihi varmış doğrusu. Şimdi, bir yolunu yordamını bulur da sarayımın üstüne çöken şu musibete bir çare bulursan söz bir, Allah bir, tacımı tahtımı sana bağışlarım!” deyince Mıstık ne desin, göze girmek isteyenler gibi eğirip bükecek değil ya. “Padişahım!” demiş, “Her sözün benim için bir ferman ama öyle her aklıma eseni yaparsam ya emekler yele gider ya dilekler sele gider. İyisi mi, iki saat olsun, mühlet verin de eni konu düşüneyim bir. Eme yarar bir çare bulabilirsem gelir önüne dökerim. Vezir vüzeranız da tartıp teraziler bunları, ondan sonra, Bismillah deyip başlarız işe!” Doğru söze ne denir? Mıstık, düşünmüş taşınmış, danışacaklara da danışmış ve gidip padişahın önünde elpençe divan durarak: 44
Anadolu Masalları 45
Anadolu Masalları “Padişahım, devler de Allah’ın kulu; tutmasına onların da bedduası tutar ama yetim ahı değil ki şu incili yorganla şimşek taşı alınır da bunların ahuzarında olanlara verilirse uyuyanlar uyanır ama uyanık olanları uyutmak zor gibi geliyor biraz. Ne ise, hele siz şu dediklerimi yapın yakıştırın, ötesini bana bırakın, elbet bir maval okur, onları da uyuturuz!” demiş; vezir vüzera da söylediklerini tartıp terazilemiş. Dediği gibi incili yorganı kapı ardında kısmetini bekleyen yetimin yetimi bir kıza vermişler, şimşek taşını da başını kara kaplı kitaptan kaldırmayan derya gibi birine... Üstelik, Mıstık da okuyacağı mavalı okuyunca uyanamayanlar uyanmış, uyuyamayanlar da uyumuş. Gayrı günlerini gün, gecelerini gece etmeye başlamışlar ama büyük kardeşleri olsun, ortancaları olsun; edip eylediklerinden öyle bir utanmışlar, öyle bir utanmışlar ki hani yer yarılsa yere gireceklermiş. Ama padişah yine de ele güne karşı: “Tek param pul olsun da kızlarım dul olmasın!” diye ikisine bir çift laf ederek: “Be Allah’ın gafilleri, hiç mi feleğin aynasına bakmadınız? Sizde padişah olacak yüz, vebal taşıyacak omuz var mı ki yağmur yağmadan sele gidiyorsunuz? İslâm’ın şartı beş, altıncısı da haddini bilmek! 46
Anadolu Masalları 47
Anadolu Masalları Bari şu ettiğiniz, ayağınıza dolaştıktan sonra olsun, haddinizi hududunuzu bilin de bir daha çizgiden dışarı çıkmayın. Yoksa karışmam, küçük kardeşinizin kılıcı başınızın üstünde!” deyip gönlünden kopsa da kopmasa da birer beylik vermiş bunlara: Mıstık’ı da başlarına padişah yapıp köşesine çekilmiş. Cümle âlem ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma daha düştü. Hakkından fazla hak istemeyenlerin başına! 48
Anadolu Masalları 49