The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by eren, 2022-06-01 07:02:17

NAL BİOnatioNAL Sayı-4

NAL BİOnatioNAL Sayı-4

Keywords: bilim,nal,biyoloji,nişantaşı anadolu lisesi,dergi

MAYIS 2021 SAYI: 4

BİOnatioNAL

CİLDİMİZ BAYKUŞLAR
ZAMANI NASIL
BEYNİMİZDEN
BAĞIMSIZ SESSİZ UÇAR?
OLARAK
ALGILIYOR 142 YIL
OLABİLİR. DEVAM EDEN

BİNLERCE DENEY.
PLASTİK PARÇASI
TÜKETTİĞİMİZİN BÖCEKLER
FARKINDA MIYIZ? ŞİŞMANLAR MI?

KABLOSUZ OPTOGENETİK
BEYİN İMPLANTIYLA

FARE DAVRANIŞLARININ
KONTROLÜ SAĞLANDI.

NİŞANTAŞI ANADOLU LİSESİ AYLIK BİYOLOJİ DERGİSİ

Foto:unsplash.com/@sonderquest

YAYIN DİREKTÖRÜ: Nişantaşı Anadolu Lisesi Müdürlüğü adına Ertan DEMİRTAŞ
DERGİ GRUBU GENEL YÖNETMENİ: Cemile Gamze YAVAŞ
GÖRSEL YÖNETMEN: Betül ÇELİK
YAZI İŞLERİ YÖNETMENİ: Gökçen TÜRKER
GRAFİK TASARIM: Ali Semih COŞKUN

Nehir KARAARSLAN
YAZI KURULU: Alanur Kübra AKGÜN

Ali Karahan ASLAN
Almina Damla SARAL
Ayşe Nilüfer AKTOSUN
Emir ATİK
Metehan TURANLI
Sena Hatice RÜSTEMOĞLU
DANIŞMAN ÖĞRETMEN: Yasemin ALTAN
YAYIN TÜRÜ: Süreli yayındır. Kaynaklar yazıların sonunda belirtilmiştir.

2 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

3 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

“Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.”

4 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

İÇİNDEKİLER 06 142 Yıldır Devam Eden Deney.
08 Geri Dönüşü Olmayan Noktaya Şimdiden Ulaşmış Olabiliriz.
10 Böcekler Şişmanlar mı?
11 Kablosuz Optogenetik Beyin İmplantıyla Fare Davranışlarının

Kontrolü Sağlandı.
13 Baykuşlar Nasıl Çok Sessiz Uçar?
14 Şehirdeki Trafik Gürültüsü, Kuşlarda Öğrenme Güçlüğüne

Sebep Oluyor.
15 Yoğurdu Üfleyerek Yemenin Sinirbilimsel Temeli.
16 Cildimiz Zamanı Beynimizden Bağımsız Olarak Algılıyor Olabilir.
18 Binlerce Plastik Parçası Tükettiğimizin Farkında mıyız?
25 Vücudumuz Neden Kokuyor?
27 Yüzgeçleriyle Karada Yürüyen Balık : Çamur Zıpzıpı.
28 Deniz Ateşböcekleri.
29 Kanımız Kırmızı Olduğu Halde Neden Damarlarımız Mavi Görünür?
30 Solucan Gübresi Nedir?
32 Yeti yengeci.

5 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

142 YILDIR
DEVAM EDEN DENEY

24 Nisan 2021

Dünya’nın en uzun bilimsel
deneylerinden biri olan
Beal’in deney şişelerinden
biri daha bu yıl çıkartıldı.
Deney 142 yıl önce
başlamıştı ve 79 yıl daha
devam edeceği düşünülüyor.

Fotoğraf: Derrick L. Turner/Michigan Eyalet Üniversitesi

Bir asırdan daha uzun bir süre önce, 1879 yılında, bilim tarihinin en uzun süren
deneylerinden biri Michigan, East Lansing’de başladı. Her 20 yılda bir, bilim insanları
bu deneyi kontrol ediyor. Salgın sebebiyle bir yıl gecikmenin ardından geçtiğimiz hafta
bir kez daha bu deney kontrol edildi.

Nisan 1879’da William Beal, her biri nelerin uzun süreli tehdit oluşturduğunu
kumlu toprak ve bölgeye ait otların öğrenmeyi planlıyordu.
1.000’den fazla tohumunu içeren 20 şişeyi,
şu anda Michigan Eyalet Üniversitesi Eğer deney Beal’in orijinal planıyla devam
kampüsü arazisi içerisinde olan gizli bir etseydi, kendisinin ölümünden sonra uzun
yere gömdü. Beal, bitki ilaçlarının bir süre daha devam edecek, ancak
öncesinde tohumların toprakta ne kadar geçtiğimiz yüzyılın sonlarında sona erecekti.
uzun bir süre hayatta kalabileceğini Ama 1920’de sadece birkaç türün
öğrenmenin çiftçilere yardımcı olacağını varlıklarını korumaya devam etmesi ile
düşünüyordu. Şişeler, tohumların beraber 5 yıllık döngünün artık gereksiz
yeşermesini önlemek için açıklıkları aşağı olduğuna karar verildi. O zamandan beri
bakacak şekilde gömüldüler ancak Beal, kalan şişeler 20 yılda bir çıkartılıyorlar ve
her 5 yılda bir bir şişeyi çıkartarak geçtiğimiz yıl sondan beşinci şişenin
tohumları verimli toprağa aktarmayı ve çıkartılması gerekiyordu.

6 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Şişe, salgın sebebiyle ertelenen çıkartma Hatta NPR’ın söylediğine göre oldukça
anını 21 Nisan, Çarşamba sabahında değerli olarak görülen bir harita ve
yaşadı. Beal’in mirasını üstlenenler, Telewski’nin hafızasına rağmen doğru
meraklı kişilerin veya zarar vermek noktayı karanlıkta bulmak beklenenden
isteyenlerin kalan dört şişeyi bulmasından daha zor oldu ve ekip, gün doğumuna kadar
endişe duydukları için bu bölge sıkı bir başaramayacaklarından endişelenmeye
şekilde sır olarak saklanıyor ve şişeleri başladı.
çıkarmak için yapılan kazılar gece vakti,
karanlıkta, kürekler ve meşaleler ile Deneyin tamamlanması adına her türün 50
yapılıyor. Çıkartılan tohumlar daha sonra temsilcisinin çoğu tekrar ekiliyor ancak
bir ekim toprağına yerleştiriliyor ve daha başarısız olan türlerden birkaç örnek,
bulaşma ihtimallerinden korunarak ışık iç hücre yapısının durumunu incelemesi için
altında tutuluyor. moleküler biyolog Dr. Margaret Fleming’e
verildi.
Beal’in şişelere yerleştirdiği türlerin
büyük bir kısmı deneyin ilk birkaç yılında Beal deneyi bazen Dünya’nın en uzun
filizlenmeyi bırakmış olsa da, diğerleri çok bilimsel deneyi olarak tanımlansa da,
daha dayanıklı olduklarını gösteriyor. 2000 Guinness Rekorlar Kitabı’na göre bu unvan,
yılında Beal Botanik Bahçesi’nin yöneticisi 1843 yılından beri (yani Beal’in deneyinin
Profesör Frank Telewski, 50 “moth başlangıcından 36 yıl önce) gübrelerin kış
mullein” (bir sığırkuyruğu türü) buğdayı üzerindeki etkisini inceleyen
tohumunun neredeyse yarısını ve tek bir Broadbalk Deneyi’ne verilmiş durumda.
Malva rotundifolia tohumunu
çimlendirmeyi başardı. 20 yıllık döngü ile Beal’in şişeleri 2100
yılında, yani deneyin başlamasından 221 yıl
Şimdi 60’larında olan Telewski, kazıda sonra sona erecek. Yedi yıl önce başlatılan
kendine yardımcı olması ve kalan şişelerin ve muhtemelen Beal’in çalışmasından ilham
gömülme yerlerinin gizli bilgisini taşımaları alan bir bakteriyel yaşayabilirlik deneyi ise
için üç genç öğretim üyesini kendi seçti. bu süreyi iki katından fazlasına arttırmayı
Ancak bu yerin korunması, sadece unutulma ve 500 yıl boyunca devam etmeyi hedefliyor.
riskini barındırmıyor, üniversitenin yanlış bir
yerde yapmayı planladığı herhangi bir inşaat
veya kazının, sorunun tam olarak nerede
olduğunu belirtmeden farklı bir yere
taşınması gerekiyor.

Kaynak: CHIP Online Mayıs 2021 Sayı : 4
Kaynak: https://popsci.com.tr/142-yildir-devam-eden-deney/

7 BİOnatioNAL

GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTAYA BİLİM İNSANLARI,
ŞİMDİDEN ULAŞMIŞ OLABİLİRİZ. 10 YIL ÖNCE

BU GERÇEK AMAZON YAĞMUR ORMANLARININ VE HEM UYARISI YAPILAN
GRÖNLAND HEM DE ANTARKTİKA’DAKİ BUZ KATMANLARININ İKLİM
BEKLENENDEN ÇOK DAHA ERKEN VE ÇOK DAHA BÜYÜK BİR
TEHLİKE ALTINDA OLDUĞUNU, BİRBİRLERİ İLE TAHMİN ALARMLARININ
EDİLENDEN DAHA YOĞUN BİR DOMİNO ETKİSİNE SAHİP YARISINDAN
OLDUKLARINI GÖSTERİYOR. AYRICA KÜRESEL ISINMA İLE ÇOĞUNUN
TETİKLENEN BU DEĞİŞİKLİKLER İNSAN YAŞAMI İÇİN DE CİDDİ
BİR TEHDİT.NATURE’DA YAYINLANAN MAKALEDE BİLİM GERÇEKLEŞMEKTE
İNSANLARI, SERA GAZI EMİSYONLARININ AZALTILMASI VE BU OLDUĞUNU
SAYEDE EN KÖTÜ SENARYO OLAN FIRIN ETKİSİNDEN
KURTULMAMIZ İÇİN ACİL DURUM ÇAĞRISI YAPIYORLAR. HATIRLATIYOR.

İNGİLTERE’NİN EXETER ÜNİVERSİTESİ GLOBAL SİSTEMLER
ENSTİTÜSÜNDEN PROF. TİM LENTON, “ON YIL KADAR ÖNCE,
DÜNYA’NIN GENEL SİSTEMİNE AİT POTANSİYEL TEHLİKE
İBARELERİNİ AÇIKLAMIŞTIK. ŞİMDİ BUNLARIN YARISINDAN
ÇOĞUNUN GERÇEKLEŞMİŞ OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ” DİYOR:
“GERİ DÖNÜŞÜ MÜMKÜN OLMAYAN DEĞİŞİKLİKLER HIZLA
BÜYÜYEN BİR TEHDİT OLUŞTURUYOR. KAYITSIZ KALMAK
ARTIK MÜMKÜN DEĞİL DURUM ÇOK ACİL MÜDAHALE
GEREKTİRİYOR”.

ALMANYA’NIN POSTDAM İKLİMSEL ETKİLER ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ YÖNETİCİSİ JOHAN ROCKSTRÖM İSE “ÖNÜNE
GEÇİLMEZ SEVİYELERE ULAŞAN YALNIZCA İNSAN BASKISI
DEĞİL” DİYOR: “BİLİMİN GELİŞMESİ NEDENİYLE, GERİ
DÖNÜŞÜ OLMAYAN DEĞİŞİKLİKLERİN OLUŞTURDUĞU
RİSKLERİ GÖZARDI ETMİŞ OLDUĞUMUZU VE AYRICA GLOBAL
ISINMANIN KENDİ KENDİNE ARTMAKTA OLDUĞUNU DA KABUL
ETMELİYİZ… ŞİMDİDEN 1°C GLOBAL ISINMA MEYDANA
GELDİ… BİLİMSEL OLARAK BU, KARARLI BİR SİSTEMDE
EVRİMİN DEVAM EDEBİLECEĞİ BİR DÜNYA İÇİN GEZEGEN
GENELİNDE ACİL DURUM İLAN ETMEK İÇİN ÇOK BELİRGİN BİR
GEREKÇE”.

ŞİMDİ RİSK ÇOK DAHA BÜYÜK

BİLİM İNSANLARININ BAHSETTİĞİ TEHLİKE İBARELERİ, ŞİMDİ
ESKİSİNDEN ÇOK DAHA BÜYÜK RİSK OLUŞTURUYOR. İŞİN
ACİLİYETİ DE RİSKLERİ AZALTMAK İÇİN NE KADAR HIZLI VE
KARARLI DAVRANDIĞIMIZA BAĞLI.

8 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

FOSİL YAKITLARA DAYALI EKONOMİYİ TERK ETMEMİZ GEZEGENİMİZİN YAŞANMAZ
2050’DEN ÖNCE GERÇEKLEŞECEK GİBİ DURMUYOR; ANCAK HALE GELMESİNE NEDEN
SICAKLIK ŞİMDİDEN ENDÜSTRİ DEVRİMİNDEN ÖNCEKİNE OLACAK TEHLİKE İBARELERİ
GÖRE 1.1°C ARTTI. BU HIZLA DEVAM EDİLİRSE GEZEGENİMİZ AŞAĞIDAKİ DOĞAL
SINIR NOKTA OLAN 1.5°C’YE 2040 YILINDA ULAŞACAK. OLUŞUMLARI TEHDİT
ARAŞTIRMACILARA GÖRE YALNIZCA BU BİLE ACİL DURUM EDİYOR:
ÇAĞRISININ SEBEBİ.
GRÖNLAND, BATI ANTARKTİKA VE DOĞU ANTARKTİKA’NIN
BİR BÖLÜMÜNDEKİ BUZLARIN ERİMESİ, GEZEGEN GENELİNDE
SU SEVİYESİNİN KALICI OLARAK 10 METRE YÜKSELMESİNE
NEDEN OLACAKTIR. EMİSYONLARIN AZALTILMASI BU SÜRECİ
YAVAŞLATARAK DÜŞÜK RAKIMDA YAŞAYAN
POPÜLASYONLARIN TAŞINMASI İÇİN ZAMAN KAZANDIRIR.

YAĞMUR ORMANLARI, TİYAL VE KUTBA YAKIN ORMANLAR,
BİYOSFER İÇİN ALARM NİTELİĞİNDEDİR. BU SINIR
AŞILDIĞINDA FAZLADAN SERA GAZI SALINIMI
GERÇEKLEŞECEK VE GLOBAL ISINMA HIZI ARTACAKTIR.

GLOBAL ISINMAYI 2°C ALTINDA TUTMAK AMACIYLA BİRÇOK
ÜLKE PARİS ANLAŞMASINI İMZALAMIŞ OLMASINA RAĞMEN,
VERİLEN SÖZLER TUTULSA BİLE MEVCUT EMİSYON
SEVİYELERİ 3°C’Yİ İŞARET ETMEKTE.

‘MEDENİYETİMİZ TEHLİKE İLE KARŞI KARŞIYA’ 1. ARKTİK DENİZİNDEKİ
BUZULLAR
BU KOŞULLARIN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLERİ VE GELECEKTEKİ 2. GRÖNLAND BUZ KÜTLESİ
DURUM TAM OLARAK TAHMİN EDİLEMİYOR OLSA DA BİLİM 3. BOREAL (KUTBA YAKIN)
İNSANLARI “BU ALARM NOKTALARINA ZARAR GELMESİ ORMANLAR
HALİNDE GLOBAL ANLAMDA MEDENİYETİMİZ BÜYÜK BİR 4. TİYAL (PERMAFROST)
TEHLİKE İLE KARŞI KARŞIYA” OLDUĞUNU SÖYLÜYORLAR: 5. ATLANTİK MERİDYENEL
“HİÇBİR EKONOMİK MALİYET-FAYDA ANALİZİ BİZE YARDIMCI DEVRİLME SİRKÜLASYONU
OLMAYACAK. İKLİM PROBLEMİNE YAKLAŞIMIMIZI 6. AMAZON YAĞMUR
DEĞİŞTİRMEMİZ GEREKİYOR”. PROF. LENTON AYRICA BU ORMANI
SINIRI ÇOKTAN AŞMIŞ OLABİLECEĞİMİZİ, ANCAK 7. MERCAN RESİFLERİ
EMİSYONLARI AZALTARAK, RİSKLERİ HAFİFLETMENİN HALA 8. BATI ATLANTİK BUZ
MÜMKÜN OLDUĞUNU HATIRLATIYOR. MİLYONLARCA YIL KÜTLESİ
İÇİNDE GLOBAL SICAKLIKL ARTMIŞ OLSA DA 9. DOĞU ANTARKTİKA
ARAŞTIRMACILAR İNSANLARIN ARTIK SİSTEMİ
ZORLADIKLARINI, ATMOSFERDEKİ KARBONDİOKSİT
KONSANTRASYONU VE GLOBAL SICAKLIK ARTIŞININ, SON BUZ
ÇAĞINDAKİNDEN ÇOK DAHA HIZLI BİR ARTIŞ GÖSTERDİĞİNİ
BELİRTİYORLAR.

KAYNAK: 21 NİSAN 2020 Mayıs 2021 Sayı : 4
HTTPS://POPSCİ.COM.TR/GERİ-DONUSU-OLMAYAN-NOKTAYA-SİMDİDEN-ULASMİS-OLABİLİRİZ/

9 BİOnatioNAL

Böcekler Evet ama o cılız görünümü
Şişmanlar mı? hiç kaybetmezler.

Şişman böcekler üzerine yapılan ilk araştırmalar,
1960’ların başlarında ABD’nin Florida eyaletinde çalı-
şan bir böcekbilimcinin obez sivrisinekler üzerine araş-
tırma yayımlamaya başlamasıyla ortaya çıkmış. Bu araş-
tırmacı doğadan yakalanan sinekleri eliyle beslediğinde
(“hortumu bir mikropipet haline getirerek”), sineklerin
vücudunun yarısını kuru ağırlık olarak yağa dönüştüre-
bildiğini keşfetmiş.

Daha yakın zamanlarda ise bilim insanları, erkek yu-
sufçuklardaki obezite üzerinde çalışma yapmış. Penn
State Üniversitesi’nde biyolog olan Ruud Schilder, belir-
li bir parazit enfeksiyonunun böceklerin göğüs bölümün-
de ve uçmak için kullandıkları kasların etrafında yağ bi-
rikmesine yol açtığını göstermiş.

Bu yağlı yusufçuklar, eşleşme ve bölgelerini rakipleri-
ne karşı savunmada daha düşük başarı sergilemişler; bel-
ki de uzun süre uçamadıkları için. Fakat enfekte olma-
yan böceklerde biraz yağın faydası olabilir: Schilder’ın
meslektaşlarından biri, tombul ve sağlıklı yusufçukların
daha güçlü uçma kaslarına sahip olduğunu ve daha kolay
ürediklerini bulmuş.
Böcek obezitesi üzerine yürütülen en kapsamlı çalışma
meyve sineklerinde yapılmış. Yüksek kalori içeren be-
sinler ile beslenen larvalar, hızlı şekilde şişmanlama eği-
limi göstermiş. Yüksek şeker içeren besinlerin verildiği
larvalarda ise diyabet benzeri bir durum gelişmiş ve bu
sineklerin ömrü kısalmış.
Fakat bir sinek yetişkinliğe ulaştığında, belli bir sınır-
dan fazla büyüyemiyor. Tıpkı bir insan gibi, meyve sine-
ği de fazladan enerjiyi hücrelerde saklanan lipit damla-
cıkları şeklinde depoluyor. (Bizdeki lipit damlacıkları
yağ dokusunda bulunuyor; meyve sineği ise “yağ cismi”
adı verilen benzer bir organa sahip.) Fakat yetişkin si-
nekler, diğer böceklerde olduğu gibi kitinden oluşan bir
dış iskelet ile kılıflanmış durumda. Washington Üniver-
sitesi’nde endokrinolog olan Thomas J. Baranski’ye göre
bu durum, göbeklerinin genişleyemeyeceği anlamına ge-
liyor. “Böyle bir dış iskeleti bulunduğundan, yağları da-
ha sıkı şekilde depoluyor.”

Yazar: Daniel Engber/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.
Kaynak: https://popsci.com.tr/bocekler-sismanlar-mi/

10 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Kablosuz Optogenetik
Beyin İmplantıyla

Fare Davranışlarının
Kontrolü Sağlandı.

Northwestern Üniversitesi’nden bilim insanları, yeni optogenetik implant sayesinde farelerin beynini
uzaktan kontrol ederek, ilk kez sosyal etkileşimlerini yeniden programlamayı başardı. Bilim insanları opto-
genetikle felçten, körlüğe kadar birçok hastalığı tedavi etmeyi amaçlıyor.

Optogenetik esas olarak bazı hücrelerin içerdikleri proteinden dolayı, ışığa daha duyarlı olmasına dayanı-
yor. Bu sayede yeni hücrelere gen ilave edilerek, ışıkla davranışlarının değişimi amaçlanıyor. Northwestern
Üniversitesi’nden bilim insanları ışığa duyarlı alglerden alınan genlerle değiştirilmiş nöronları farelere ek-
ledi. Böylece yeni geliştirilen beyin implantını verimli bir şekilde kullanma imkanı doğdu.

Yeni implant türünün ilk örneği ve kablosuz çalışıyor. NFC(near field communication) teknolojisiyle ça-
lışan implant sadece yarım mm kalınlığında beyin derisine tutturuluyor. Çok esnek ve ince filamenter led
ışıklı bir prop beyin altına doğru bir girinti yapıyor. Araştırmacılar bu sayede ışığı beynin içine doğru yön-
lendirerek, NFC ile kablosuz olarak bilgisayar yardımıyla kontrol edebiliyor.

“Daha önceki teknolojilerde hayvanlara kablolar bağlı olduğundan, birden çok hayvanı gözlemlemek müm-
kün değildi. Kablolar koptuğunda ya da hayvanlar dolandığında bağlantı kopabiliyordu. Daha gerçekçi or-
tamlarda kompleks hayvan davranışını gözlemlemek için, kablolardan bağımsız bu inovatif teknolojiye ihti-
yaç duyduk,” diyor deneyin tasarımcısı nörobiyolog Yevgenia Kozorovitskiy.

Bilim insanları bu yeni teknolojiyi farelerin normal davranış sergileyebildiği deneylere adapte ederek,
hayvan grupları arasındaki ilk optogenetik çalışmayı mümkün kıldı.

11 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Araştırmacılar bir kafes içinde birbirine yakın olan
farelerin beyninin ilgili bölgesini aktive ederek nöronla-
rını stimüle etti. Stimüle edilen farelerin birbiriyle olan
sosyal etkileşim süresi ve frekansı arttı. Stimülasyon
kapatıldığında ise ilişkileri eski haline döndü. Ayrıca
bilim insanları fare çiftlerini ayrı ayrı seçerek etkileşim-
lerini arttırabildi.

“Bunun gerçekten işe yarayacağını düşünmemiştik.
Bilgimiz dahilinde bu çalışma, uzun süredir sosyal dav-
ranışlar arasındaki nöral senkronizasyona dair ilk direkt
değerlendirme oluyor,” diyor Kozorovitskiy.

Optogenetik, genetik olarak modifiye nöronlar içerdi-
ğinden henüz insanlar için onaylanmadı. Yine de bu
araştırma farelerdeki nöronlar arasındaki bağlantıyı ça-
lışmada ve farklı uyaranlar karşısında nörotransmitter
salınımına dair yeni bir çalışma yolu sunuyor.

Bu araştırmayla hayvanlar arasındaki sosyal hiyerarşilerin nasıl kurulduğu incelenebilir. Araştırmacılar bu
implant teknolojisinin gelecekteki araştırmalarda yeni bir sayfa açtığını düşünüyor

Araştırma Nature Neuroscience dergisinde yayınlandı.
Kaynak: Northwestern University

Kaynak: https://www.gercekbilim.com/kablosuz-optogenetik-beyin-implantiyla-fare-davranislarinin-kontrolu-saglandi/

12 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

13 BİOnatioNAL Baykuşlar
Nasıl Çok Sessiz Uçar?

Baykuşlar çok sessiz uçabilir. Bu sayede avlarını, on-
lar tarafından fark edilmeden yakalayabilirler. Baykuş-
lar uçarken kanat çırptıkları sırada neredeyse hiç ses
duyulmamasının nedeni, kanatlarının ve kanatlarındaki
tüylerin şekli ve yapısıyla yakından ilişkili.

Baykuşların kanatları büyük ve geniştir. Bu nedenle
kanatlarına binen yük miktarı düşüktür. Düşük hızlarda
daha az kanat çırparak uçmalarına imkân veren bu özel-
lik baykuşların sessiz uçmasının nedenlerinden biridir.

Baykuşların başka kuşlardan çok daha sessiz uçabil-
mesinin temel nedeni ise kanatlarındaki tüylerin üç
özelliğiyle ilişkilidir. Kanadın ön kısmındaki tüylerin
tıpkı bir tarağın dişleri gibi düzgün bir şekilde dizilmiş
olması, kanadın arka kısmındaki tüylerin esnek, yumu-
şak ve aralıklı olması ve kanatların üst kısmındaki kadi-
femsi yumuşak tüyler.

Kuşlar uçarken çıkan sesin nedeni kanatların hareketi
sırasında havada oluşan basınç dalgalanmalarıdır. Özel-
likle kanadın arka kısmının şekli, kanadın hareketi sıra-
sında ortaya çıkan basınç dalgalanmalarını belirgin şe-
kilde etkiler. Baykuşların kanatlarının arka kısımların-
daki tüyler birçok kuş türünde olduğu gibi sert değil,
aksine esnek ve yumuşaktır.

Baykuşların kanatlarındaki tüylerin kendilerine özgü
bu yapısı sayesinde, hava kanatların etrafında hareket
ederken, kanatların arkasında oluşan düzensiz hava
akımları esnek tüyler arasındaki boşluklar boyunca da-
ğılır ve böylece kanatların arkasında oluşan türbülans
azalır. Böylece baykuşlar uçarken kanatların hareketi
nedeniyle oluşan ses belirgin derecede azalır.

Baykuşların kanatlarının üst kısmındaki sık tüylerin
dokusu yumuşaktır. Çıkış noktalarından itibaren düz bir
şekilde uzanan bu tüylerin uç kısımları ise kıvrıktır. De-
neysel araştırmalar uçuş sırasında kanatların yüzeyinde-
ki basınç dalgalanmalarının bu yapı sayesinde azaldığı-
nı gösteriyor. Bu, ormanlardaki ağaçların zemindeki
bitki örtüsünü rüzgârın etkisinden korumasına benzeti-
lebilir

Dr. Tuba Sarıgül
Kaynak: https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/makale/merak-
ettikleriniz-baykuslar-nasil-cok-sessiz-ucar

Mayıs 2021 Sayı : 4

Şehirdeki Trafik Gürültüsü, Kuşlarda
Öğrenme Güçlüğüne Sebep Oluyor.

Fotoğraf: Sue Anne Zollinger

Trafik gürültüsü, ötmeyi öğrenen genç kuş- Yeni çalışmada araştırmacılar, gerçekçi se-

larda öğrenim hatalarına ve gecikmelere se- viyelerde şehir gürültüsüne maruz kalan genç
bep oluyor. Bu kuşlar ayrıca, kronik stres işa- zebra ispinozlarının, sessiz yuvalarda yaşa-
reti olan baskınlanmış bir bağışıklık sistemin- yan kuş yavrularına kıyasla daha zayıf bağı-

den muzdarip. Max Planck Enstitüsü Kuşbi- şıklık sistemi taşıdığını keşfetmiş. Bu durum
lim Bölümü’nde çalışan araştırmacılar ve gürültünün, genç kuşlarda kronik bir stres
meslektaşlarının yeni çalışması, genç zebra kaynağı olduğunu akla getiriyor. Dahası, gü-

ispinozlarının gürültünün oluşturduğu etkile- rültüye maruz bırakılan kuşların ses gelişimi
re karşı tıpkı çocuklar gibi özel bir hassasiyet önemli oranda gecikmiş; diğer kuşlara göre
sergilediğini; çünkü gürültünün, gelişimin ötmeyi %30 daha geç öğrenen bu kuşlar, öt-
önemli bir aşamasında öğrenmeye müdahale meyi de büyük oranda daha hatalı biçimde
edebildiğini gösteriyor. öğrenmişler. Uluslararası araştırma projesine
Trafik gürültüsü, milyonlarca insanın sağlık önderlik eden Henrik Brumm şöyle aktarıyor:

ve refahını olumsuz şekilde etkileyen yaygın “Bulgularımız, genç ötücü kuşların gürültü-
bir çevre kirliliği. Trafik gürültüsü, yetişkin- nün etkilerine karşı tıpkı insan çocuklar gibi
lerde gürültünün sebep olduğu hastalıklara ek hassas olduğunu; çünkü gürültünün, gelişi-
olarak, çocuklarda da öğrenme güçlükleri ve min önemli bir aşamasında öğrenmeye müda-

dil bozukluklarıyla ilişkilendirilmiş. hale edebildiğini gösteriyor.”

Araştırma Science Advances bülteninde yayımlandı. Max Planck Enstitüsü. Ç: O. (14 Mayıs 2021) Mayıs 2021 Sayı : 4
Kaynak: https://popsci.com.tr/sehirdeki-trafik-gurultusu-kuslarda-ogrenme-guclugune-sebep-oluyor/

14 BİOnatioNAL

Yoğurdu Üfleyerek Yemenin
Sinirbilimsel Temeli.

18 Şubat 2021

(Credit: Getty Images)

Yiyeceklerle yaşadığımız olumsuz deneyimler, genelde Foto: Sigmund/Unsplash
belli bir yiyeceği yeniden yemek istemememize yol açı-
yor. Şeker yemeyi seven salyangozları model olarak kul-
lanan araştırmacılar, bu kötü deneyimlerin beyinlerimizde
bir değişime sebep olabildiğini ve bu durumun, gelecekte-
ki yeme alışkanlıklarımızı etkilediğini düşünüyor.
Diğer pek çok hayvan gibi salyangozlar da şekeri seviyor
ve genelde şeker verilir verilmez onu yemeye başlıyorlar.
Fakat şeker ortaya çıktığı zaman salyangozların kafasına
hafifçe dokunmayla uygulanan caydırıcı eğitim yoluyla,
salyangozların davranışı değiştiriliyor ve salyangozlar aç
oldukları zaman bile şeker yemeyi reddediyorlar.
Sussex Üniversitesi Sinirbilim Bölümü’nde çalışan araş-
tırmacılar duruma biraz daha yakından baktıklarında; şart-
landırma eğitimi meydana geldikten sonra, salyangozların
şekere karşı verdiği olağan cevabı etkili bir şekilde tersine
çeviren sinirsel bir mekanizma keşfetmişler.

Sussex Üniversitesi Yaşam Bilimleri Fakültesi’nin Sinirbilim Bölümü’nde okutman ve araştırma grubu-
nun lideri olan Dr. Ildiko Kemenes, şöyle açıklıyor: “Salyangozun beyninde, normalde beslenme devresini
baskılayan bir nöron var. Bu önemli çünkü söz konusu şebeke, herhangi bir yiyecek olmadığında bile ken-
diliğinden faaliyete geçmeye yatkınlık sergiliyor. Besleme devresini baskılayarak, salyangozun her şeyi
yememesini sağlıyor. Fakat şeker veya başka bir besin uyaranı mevcut olduğunda, bu nöron kısıtlanıyor ve
böylelikle beslenme başlayabiliyor.
“Caydırıcı eğitimin ardından, bu nöronun şekere verilen elektriksel cevabı tersine çevirdiğini ve bununla
kısıtlanmak yerine uyarıldığını keşfettik. Beyinde bir anahtar ters çevrildi. Bu durum, şeker sunulduğu za-
man salyangozun artık şekeri yemediği; çünkü şekerin beslenmeyi faaliyete geçirmek yerine baskıladığı
anlamına geliyor.” Araştırmacılar, benzer bir durumun insan beyninde de olabileceğini düşünüyor.

Stephanie Allen/Sussex Üniversitesi. Ç: O.
Kaynak: https://popsci.com.tr/yogurdu-ufleyerek-yemenin-sinirbilimsel-temeli/

15 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Cildimiz Zamanı
Beynimizden Bağımsız Olarak Algılıyor Olabilir.

Bugüne kadar memelilerde gece-gündüz döngüsünün diğer organlara bildirilmesi
görevinin beyin tarafından üstlenilmiş olduğu varsayılıyordu.

Mürekkep balıkları, ahtapotlar, amfibiler, bukalemunlar ve daha birçok hayvan, derisinin rengini bir anda
değiştirebiliyor. Bunu gerçekleştiren ve beyinden bağımsız olarak çalışan fotoreseptörler (ışık algılayıcı-
lar), opsin adı verilen bir protein ailesine ait.
Memelilerde de opsin mevcut; bunlar retina üzerinde bol miktarda yer alıyor. Işığa duyarlı olan bu pig-
mentlerin konik olanları renkli görmemizi, çubuk şeklinde olanları ise karanlıkta çevremizi seçebilmemizi
sağlıyor. Önceki çalışmalar memelilerde opsin proteinlerinin göz dışında da var olabileceğini öne sürmüş
olsa da, işlevleri konusunda tatmin edici bir bilgi yoktu. Geçtiğimiz ay Current Biology’de yayınlanan bir
araştırmaya göre, farelerin kıl diplerindeki bezelerde bulunan ve nöropsin adı verilen bir protein, göz ve
beyinden bağımsız olarak hayvanın derisini ışık-karanlık döngüsü ile senkronize ediyor.

Makalenin yazarlarından ve Washington Üniversitesi Tıp Okulu profesörlerinden Ethan Buhr, bu araştır-
ma ilk defa göz dışında yer alan opsin fotoreseptörlerinin işlevsel olduklarını ve memelilerde sirkadiyen
ritimleri kontrol ettiklerini göstermiş oldu. Bugüne kadar memelilerde gece-gündüz döngüsünün diğer or-
ganlara bildirilmesi görevinin beyin tarafından üstlenilmiş olduğu varsayılıyordu. Ancak Buhr’a göre bu
çalışma, hayvan derisinin (daha önce ne işe yaradığı çok bilinmeyen) nöropsinleri kullanarak kendi fotore-
septörlerini kullandığını gösterdi. Bu sayede deri, bir kapta kültür olarak bağımsız halde yetiştirildiğinde
bile gündüz ve geceyi birbirinden ayırabiliyor. Aynı zamanda Washington Üniversitesi Tıp Okulu optalmo-
loji kürsü başkanı olan Prof. Russ Van Gelder, “Deri kültürünü Amerika’dan alıp Japonya’ya götürseniz
bile [bunu gerçekte yapmıyorlar; koşulları yapay olarak oluşturuyorlar] deri, zaman diliminin değiştiğini
düşünüyor ve nöropsin sayesinde yeni saat dilimine adapte oluyor” diyor.

16 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

2015 Nobel Kimya Ödülü sahibi Prof. Aziz Sancar,
hasarlı DNA’nın hücreler tarafından nasıl onarıldığını
açıklayan araştırmasında da sirkadyen döngünün öne-
mini vurgulamıştı. Bu bulgunun tıbbi faydalarının
neler olabileceği hala araştırılıyor. Farklı laboratuvar-
larda yapılan incelemeler, deri fizyolojisinin önemli
bir bölümünün sirkadiyen döngü kontrolünde olduğu-
nu gösteriyor. (Örneğin Nobel ödülü sahibi molekü-
ler biyoloğumuz Aziz Sancar’ın ekibi, farelere sabah
erken saatte verilen ultraviyole ışınların cilt kanseri
açısından akşam saatlerine göre 5 kat daha fazla risk
taşıdığını göstermişti; zira cildin DNA hasarlarını
onarma yeteneği de sirkadiyen ritim nedeniyle deği-
şiklik gösteriyor).
Ekip şu anda derinin belirli bir ışık tipinde daha ça-
buk iyileşme olasılığı olup olmadığını araştırıyor.
Cincinnati Çocuk Hastanesi Sağlık Merkezinden araş-
tırmacı Richard Lang, “Çalışma henüz tamamlanmış
olmasa da, günün belirli saatlerinde belirli renklerin
derinin iyileşmesinde farklı bir etkisi olduğunu düşü-
nüyoruz” diyor.
Sirkadiyen ritimlerin tıbbi alanda faydalı olma potansiyeli ise yepyeni bir çalışma alanı oluşturabi-
lir. Günümüzde yapılan çalışmalar, ilaçları sabah ya da akşam almamızın ilaçların etki etme derece-
lerinde de rol oynayabildiğini göstermekte. Aynı gözlemin dermatolojik ilaçlar için de geçerli olması
mümkün.
Prof. Ethan Buhr ve ekibi, deri üzerindeki
özel opsinlerin beyinden bağımsız olarak
gece gündüz farkını anlayabildiğini ve ken-
dini günün saatine adapte ettiğini ortaya çı-
kardı.
Bu çalışmada retina fotoreseptörleri olma-
yan ve işlevsiz melanopsin genine sahip fa-
reler kullanıldı. Normalde retina fotoresep-
törleri melanopsin ile birlikte çalışarak be-
yindeki ilgili bölgeye gündüz mü, yoksa ge-
ce mi olduğunu bildiriyor. Bu nedenle de-
neylerde kullanılan farelerin davranışlarını
gündüz-gece döngüsüne göre düzenlemeleri
de mümkün değildi. Buna rağmen hayvanla-
rın derileri, bulundukları şehrin gündüz-gece
döngüsü ile eşitlenmiş halde kalabildi.

Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nobelprize.org/Çeviren: Tan Bodur (1 Temmuz 2020)
Kaynak: https://popsci.com.tr/cildimiz-zamani-beynimizden-bagimsiz-olarak-algiliyor-olabilir/

17 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Binlerce Plastik Parçası Tükettiğimizin
Farkında mıyız?

Her geçen gün üretimi artan plastiklerin canlılara ve doğaya olumsuz etkileri bir
hayli fazla! "Farkında olmadan" yılda ortalama 39 bin ila 52 bin kadar mikrop-
lastik tüketiyoruz.

“Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” der bir atasözümüz. Ben bunu, plastikler icat oldu, sağlık bozuldu
şeklinde değiştirsem sanırım çok yanlış bir ifade kullanmış olmam. Plastiğin icadı 1900’lü yılların ba-
şına kadar ulaşır ve tarihten bu yana insanoğlu sayısız materyal de plastiği kullanmış-
tır. Environmental Science & Technology dergisinde yayınlanan bir çalışmada, ortalama bir insanın
her yıl 50.000’den fazla mikroplastik yediği ve bir o kadar da soluduğu ortaya konuldu. Ülkemizde
yapılmış bir çalışma henüz yok; ama bu konuda bizim de onlardan çok geride kalmadığımızı belirte-
lim.

Plastikler, sentetik organik polimerler olup petrol türevi ürünlerden, monomerlerin polimerizasyonu
tekniği ile elde edilirler. Diğer bir ifade ile küçük yapıların birleşip karmaşık ve büyük yapılar meyda-
na getirmesi işlemiyle plastikler oluşur. 1940’lardan itibaren dünya çapında plastik üretimi çok hızlı
bir şekilde artmaya başladı.

2016 yılı itibarıyla dünyada üretilen plastik
miktarının 335 milyon ton olduğu tahmin edilmektedir.

Çin, plastik üretimi konusunda dünya çapında birinci gelmektedir. Bu üretilen 335 milyon tonluk
üretim içinde de ortalama olarak yıllık 240 milyon ton plastiğin kullanıldığı düşünülmektedir. 2050
yılına kadar -eğer üretim bu şekilde devam ederse– 12 milyar metrik ton plastik atığının olacağı tah-
min edilmektedir (2015’te 4,9 milyar metrik ton). Bu kadar yüksek miktarda kullanılan plastik, insan
ve çevre sağlığı konularında bilim insanlarını endişelendirmektedir.

18 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Plastiklerin dayanıklı olması, onları bozunmaya karşı dirençli kılmaktadır. Bu durum çev-
rede plastiklerin birikmesine ve doğada uzun süre kaybolmamasına neden olmaktadır. Plas-
tiklerin dünya çapındaki kirliliğin %10’una neden oldukları belirtilmektedir ve dünya çapın-
da üretilen plastiklerin %10’unun da okyanuslara akarak deniz kirliliğine neden olduğu ya-
pılan çalışmalarla ortaya konulmuştur.

Araştırmacılara göre, okyanuslarda plastik kirli-
liğinin öncülüğünü mikroplastikler yapmakta-
dır.Denizlerdeki mikroplastikler, estetik bir görü-
nüşün çok ötesinde büyük problemlere de neden
olmaktadır. Turizm sektörüne ekonomik etkileri-
nin yanı sıra; balıkçılık, su kültürü-ekolojisi,
enerji üretimi ve taşımacılık gibi birçok alana da
olumsuz etkisi mevcuttur. Bunlardan en önemlisi
de şüphesiz mikroplastiklerin deniz ürünlerinde
birikimi ve deniz ekosistemine zarar vermesi-
dir. Bunun doğal bir sonucu olarak mikroplastik-
lerin deniz kuşlarında, sürüngenlerde, diğer kara
hayvanlarında ve insanlarda birikmesi nedeniyle
kronik sorunlar oluşabilmektedir.

Ayrıca deniz tabanının sertleşmesi ve yapay yeni tabanların oluşması, yaşamsal gazların (oksijen, kar-
bondioksit gibi) değişimlerinin engellenmesi gibi problemlere de yol açmaktadır. Okyanuslardaki mik-
roplastiklerin varlığı 1970’lerden beri bilinmektedir
Mikroplastikler sadece büyük plastiklerin parçalanmasıyla oluşmamakta ve bu ürünler kozmetik sana-
yisinden (yüz ve el temizleme jelleri vb.), temizlik endüstrisine (diş macunu, deterjanlar vb.) kadar bir-
çok farklı alanda etkinliği arttırmak için özellikle kullanılmaktadır. Biyobirikim yoluyla mikroplastik-
lerin bir üst besin piramidine geçmesi onu, besin ağı içerisinde muhtemel toksik (zarar verici, zehirleyi-
ci) ürünler grubuna yerleştirmektedir.

Mikroplastiklerin çok küçük boyutta olması, sulardaki organik kirleticilere yapışarak çok
rahat bir şekilde besin ağına girmesine neden olur
Mikroplastiklerin 10 mm’den küçük olduğu, 2-6 mm arası olduğu, 5 mm olduğu veya 1 mm olduğunu
belirten farklı söylemler mevcuttur. Bunlar hakkında bilim insanlarınca net ortaya konulmuş bir tanımın
olmaması, mevcut soruna bilimsel kıstaslar ölçüsünde çözüm getirmesini de zorlaştırmaktadır. Kuzey
Carolina Devlet Üniversitesinden Antonhy Andray, mikropastikleri, bilimsel bir terminolojiye oturtabil-
mek için bu maddelere “Mezoplastik” adının verilmesini ve insan gözünün göremeyeceği kadar küçük,
sadece mikroskopla görülebilen plastiklerin bu sınıfı oluşturması gerektiğini önermiştir.

19 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Birincil Mikroplastikler:

istockphoto Birincil mikroplastikler; el ve yüz temizleme jelleri ile diğer
kozmetik ürünlerinden diş macunlarına, tıp alanında kullanılan
ilaçlara kadar geniş bir alanda, üretimde etkin rolü olan ve genel-
de boyutları 2-5 mm arası olan küçük plastik kürecikler olarak
tanımlanır. Bu mikroplastikler, kozmetik endüstrisinde gelenek-
sel olarak önceki zamanlarda kullanılan öğütülmüş badem ve
yulaf ezmesi gibi ürünlerin yerini almıştır.
“Yüzünüze badem ezmesi mi sürmeyi tercih edersiniz,
yoksa petrol türevleri mi?”
1980’lerden bu yana mikroplastiklerin kozmetik sanayisinde
kullanımı gittikçe artış göstermiştir. Sadece kozmetik ve temiz-
lik endüstrisinde değil, sanayi alanında faaliyet gösteren hava
püskürtme teknolojilerinde de kullanılır (pas ve boya giderme
vb. işlemlerin etkinliğini arttırmak için).

İkincil Mikroplastikler:

İkincil mikroplastikler; büyük plastik ve atıklarının zamanla parçalanmasıyla (gıda saklama kaplarından
poşetlere, elbiselerimizde kullanılan plastiklere, ayakkabılarımızdan tek kullanımlık plastik ürünlere,
elektronik cihazların parçalarından, kapı ve pencerelere kadar sayısız bilip bilmediğimiz ürünlerde kulla-
nılan plastik ve plastik türevleri) oluşan, gözle görünmeyen ve yeme ya da soluma yoluyla metabolizma-
ya dâhil olan ürünlerdir. İkincil mikroplastikler, deniz, okyanus ya da karalarda birikir. Bu ürünler; gü-
neş ışığı, radyasyon, UV ışınları gibi etkenlerle de fotodegredasyona (ışık ile parçalanma) uğrayarak par-
çalanır, bağ yapıları bozulur ve çeşitli yapılarda yeni mikroplastikler oluşabilir.

Mikroplastiklerin daha fazla parçalanmasıyla nanoplastiklerin oluşması endişesi
taşıyan bilim insanları, nanoplastiklerin takibinin ve olumsuz etkilerinin açığa çı-
kartılmasının çok daha zor olduğunu düşünüyorlar.

Balık plastik yer ve biz de
bu balığı yeriz.

20 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Son yıllarda, klasik plastik ürünlerin yerini doğada çözünebilen (biyo-bozunur) plastikler al-
maktadır. Fakat bu ürünler de yine mikroplastik kaynağı olmaktadır. Biyo-bozunur plastikler,
sentetik polimerlerin haricinde nişasta, sebze-meyve yağları ve çeşitli organik polimerlerin
çeşitli kimyasal işlemlerle kullanılabilir hale getirilmeleridir. 1986-2008 yılları arasında yapı-
lan bir çalışmada, Kuzey Atlantik Okyanusu ve Karayip Denizindeki atıkların %60’ından faz-
lasının plastik olduğu ortaya çıkmıştır. Bu da km2’ye yaklaşık olarak 328 plastik parçaçığı
düşmesi demektir. Mikroplastiklerin hafif olması, onların dibe çökmemesine neden olmakta-
dır. Bir diğer ifade ile su yüzeyinde kalmalarına neden olabilmektedir. Bu durum, tüketilmesi
tavsiye edilen yüzey balıklarının (dip balıklarında ağır metal tehlikesi bulunmaktadır) da mik-
roplastiklerle dolu olması anlamına gelir.

Biyofilm Mayıs 2021 Sayı : 4

Mikroplastikler, deniz ekolojisinde mikrobiyal
biyofilmlerin oluşmasına neden olabilir. Bunun
sonucunda alg popülasyonunun artması ve
omurgasız deniz hayvanlarında da mikroplas-
tiklerin birikmesine neden olmaktadır. Mikro-
biyal biyofilmler, zararlı mikroorganizmalar ile
mücadeleyi daha da zorlaştırır. Nitekim yapılan
çalışmalar, biyofilmlerin artışı sonucu, mikro-
biyal yükün de arttığı yani daha çok bakteri vb.
mikroorganizmaların ürediği görülmüştür.
1940’lardan günümüze kadar plastiklerin üre-
tim miktarı ve su ortamındaki atık hızı gitgide
artmaktadır fakat toplamda yine plastik miktarı
artış göstermektedir.

21 BİOnatioNAL

Endonezya'da midesinde 1000 plastik parça bulunan bir ispermeçet balinası bulunduktan sonra- Greenpeace Filipinler sergisi.
(kaynak foto: https://www.indiatoday.in/science/story/microplastic-discovered-in-the-bodies-of-every-dolphin-whale-and-seal-

studied-1445298-2019-02-02 )

1960’larda, dünyada yıllık plastik üretimi 25 milyondan daha az iken bile kuşların bağırsaklarında plas-
tik tespit edilmiştir. 1982 yılında Hollandalı bir grubun yaptığı bir çalışma sonucu deniz kuşlarının %
94’ünde plastik bulunurken, birey başına ortalama bu miktar 34 adet plastik parçacığı idi. Yine Kuzey
Pasifikte yapılan eski bir çalışmada balıkların %35’inde mikroplastik tespit edilmiştir. Mikroplastiklerin
çok küçük olması, denizlerdeki yaşamın ana kaynağı olan planktonların da bünyelerine dâhil olmasına
neden olmuştur.

Foto: Rich Carey/Shutterstock

22 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Kuzey Pasifik Okya-
nusu’nda bulunan ve
bağırsaklarından 18
adet plastik parçası
çıkarılan “Rainbow
Runner” balığı
(2008).

Fotoğraf: Dr. Marcus Erik-
sen Gyres Institute

Mikroplastiklerin bir tehlike oluşturup oluşturmayacağı halen bir tartışma konusu olsa da; uzmanlar, bu
yapının da aynı makro plastiklerde olduğu kadar zararlı etkisinin olabileceğini düşünüyor. Özellikle küçük
canlılarda, plastikler beslenme yapılarını tıkayabilir. Ayrıca bağırsaklarda gıda emilimini azaltarak zararlı
ve yalancı bir doygunluk hissine neden olabilir. Floresan Mikroskobu ile insan başta olmak üzere bazı can-
lılarda bu yapıların gıda alınımı ile beraber atılmadığı ve vücutta absorbe (emildiği) olduğu gösterilmiştir.
Plastiklerin yapısında en çok kulla-
nılan Fitalat ve Bisfenol-A
(BPA) gibi yapıların endokrin ya-
ni hormon yapılarını bozan kimyasal-
lar olduğu bilinmektedir. Nitekim bu
maddelerin kullanımı gün geçtikçe
azalmakta hatta yasaklanmaktadır
(kimyasal içeren oyuncak ve şişe gibi
ürünler). Fakat BPA yerine kullanıl-
maya başlanan BPS’nin de BPA gibi
olduğu yönünde hayli güçlü iddialar
mevcuttur. Özellikle fitalatlar, cinsi-
yet hormonları üzerindeki etkileri
nedeniyle günümüzün en büyük so-
runlarından biri olmaya başlayan in-
fertilite (kısırlık) için önemli bir şüp-
helidir!
Bunun dışında fitalatların deniz ekolojisindeki hayvanlar için genotoksik etkilerinin de olduğunu belir-
telim. İnsanlarda BPA’nın kalp sorunları ve diyabet dâhil kronik hastalıklarda rol alabileceğini de ilave
edelim.

23 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Yapılan bir başka araştırmada cinsiyet ve yaşa bağlı olarak bir insanın yıllık ortalama 39 bin ila 52
bin adet mikroplastik yediği ve 74 bin ila 121 bin adet soluduğu belirlenmiştir (Farklı kaynaklarda bu
sayının 100 binlere ulaştığı söylenmekte). Her ne kadar mikroplastiklerin yenilmesi ve solunması ile
ilgili insanlar üzerinde sağlık yönünden doğrudan bir çalışma olmayıp etkileri belirsiz olsa da, genel
olarak plastiklerin insan vücudu üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektir. Doğal olarak bu mikroplastik-
ler de vücutta birikip olumsuz etkilere yol açabilir. Araştırmacılar ve konunun uzmanları, çok fazla
miktarda ve habersizce tüketilen bu mikroplastiklerin alarm verici düzeyde olduklarını ifade etmekte-
dirler. Bu tüketme konusunda en büyük pay şüphesiz hazır su şişelerinden gelmektedir. Musluk suyu
ile karşılaştırıldığında, şişe sularında daha fazla mikroplastik tüketiyoruz. Hazır su şişelerinden ortala-
ma olarak yıllık 9000 mikroplastik “yerken” bu sayının musluk suyunda 4000 olduğu düşünülüyor.
Sadece su ve deniz ürünlerinden elbette bu mikroplastikleri almıyoruz; tuz, şeker, içecekler, bal gi-
bi çok farklı üründen de plastikleri vücudumuza alıyoruz. Çocuklarda ortalama yenilen plastiklerin sa-
yısı günlük 110 iken yetişkinlerde bu sayı 135’in üzerinde olabiliyor. Yine solunum yoluyla çocuklar-
da günlük 105-110 arası parçacık solunurken, yetişkinlerde bu sayı 150’yi geçmektedir.
Plastikler adeta etrafımızı sarmış durumdalar! Bu yazı konunun çok çok küçük bir kısmını sadece
göstermektedir. Esasında sorun çok daha geniş ve bilimsel makalelerle ele alınması gerekiyor. Sağlık
üzerine etkileri, çevresel etkileri, hayvan ve bitki gelişmesine etkileriyle uçsuz bucaksız bir konu.

Unutmayalım; biz doğaya ne kadar zarar verirsek, doğa da bizden bunun intikamını
fazlasıyla alır.

Bilimle kalın.

Kaynaklar: Matthew Cole, Pennie Lindeque, Claudia Halsband, Tamara S. Galloway “Microplastics as contaminants in the
marine environment: Areview”
https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0025326X11005133)
https://www.sciencemag.org/news/2019/06/americans-eat-more-50000-tiny-pieces-plastic-every-year
https://www.pagev.org/upload/files/Hammadde%20Yeni%20Tebli%C4%9F%20Bilg.%203/D%C3%BCnya%20Plastik%
20Sekt%C3%B6r%20Raporu%202016.pdf
https://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/acs.est.9b01517
Yayınlanma Tarihi: 23 Haziran 2019 Yazar: Osman Eren Editör: Aysuda Ceylan
Kaynak: https://www.tekyolbilim.com/binlerce-plastik-parcasi-tukettigimizin-farkinda-miyiz/

24 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Vücudumuz
Neden Kokuyor?

Asla düşündüğünüz kadar kötü kokmaz.

Vücut kokusu, herkesin yaşadığı bir du- prayagmb.com
rum. Hal böyle olunca, hoş olmayan do-
ğal kokuları gidermenin yollarını bulmak mdcsnyc.com
için bir sürü para, zaman ve çaba harcı-
yoruz. Fakat çoğumuz, bu pis kokunun
gerçek sebebini fazla düşünmüyoruz. An-
cak vücut kokusunu meydana getiren sü-
reçleri anlamak, daha hoş kokan bir gele-
cek oluşturmanın ilk adımı.

ABD’nin Philadelphia şehrindeki Mo-
nell Kimyasal Duyular Merkezi’nde or-
ganik kimyacı olan George Preti, vücu-
dunuzdan çıkan kokunun (ve şiddetinin)
aslında kısmen genetik olduğunu söylü-
yor. Genler, vücudunuzun ürettiği mole-
kül tipleri ile miktarının belirlenmesine
yardımcı oluyor. Üstelik vücudunuz, ger-
çek bir koku diyarı: Vücudun farklı böl-
geleri, kendi ilginç moleküler salgısını
üretiyor ve farklı türden mikroplara ev
sahipliği yapıyor. Koku üretmek için,
mikropların ve salgıların uygun bir bile-
şimine ihtiyacınız var. Bu karışım, sade-
ce belli başlı konumlarda meydana geli-
yor.

İnsan vücudu, ekrin ve apokrin olmak üzere iki tip ter bezi içeriyor. Ekrin bezleri her yerde bulu-
nuyor ve genelde, çoğunlukla sudan oluşan ter salgılıyorlar. Amaçları, ısıya maruz kaldığınızda ve-
ya yoğun egzersiz yaparken vücudunuzu serin tutmak. Fakat apokrin bezleri, vücudun belli alanla-
rında bulunuyor (örneğin koltuk altlarında) ve sizi serinletmek için pek bir şey yapmıyorlar. Bunun
yerine, protein ve lipid yayıyorlar ve bu moleküller, kokunun asıl suçluları. Koltuk altlarınızın dışın-
da yaşayan bakteriler, bu salgılanan lipidler ile besleniyor ve uygun şartlar altında gelişip serpiliyor-
lar. Ayrıca, salgılanan bu proteinlerin dış kabuklarını da parçalayıp koku yayıyorlar.

Cildinizdeki bütün minik organizmalar, vücudunuzla o veya bu şekilde etkileşime giriyor ve hepsi,
bir çeşit kokuyu körükleme kabiliyetine sahip. Preti’nin söylediğine göre belli kokuların diğerlerin-
den daha fena olmasının sebebi, mikropların içinde bulundukları ortama ekolojik yönden uyum sağ-
laması. Mikropların önayak olduğu bazı kokular, bir noktada bir amaca hizmet etmiş olabilir. Başka
hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda, bu gibi kokuların vücut üzerinde üremeyi destekleyen fiz-
yolojik etkiler oluşturabildiği bulunmuş ki karşılığında bu durum, genlerinizi aktarmanıza ve mik-
ropların üzerinde ziyafet çekeceği yeni insanların ortaya çıkmasına yardımcı oluyor.

25 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Bugünlerde, bu kokuları gizleyip gidermek için yapabildiğimiz her şeyi yapmaya çalı-
şıyoruz. Fakat Preti, en sık yaptığımız birçok şeyin yanlış olduğunu söylüyor. Preti’ye
göre, yaygın inanışa rağmen baharatlı yiyecekler, soğanlar, köri veya sarımsak yemek,
vücudunuzun potansiyel olarak daha kötü kokulu proteinler üretmesine sebep olmuyor.
Yine de belli yiyecekler, daha kötü kokmanıza sebep olabilir: Eğer keskin kokulu yiye-
cekler yağda çözünebilen bileşenler içeriyorsa, bu bileşenler vücut yağınızda çözülür ve
çoğunlukla terinizden yayılır. Bu yüzden daha fazla koku proteini üretmezsiniz fakat
imza parfümünüze bir sarımsak notu ekleyebilirsiniz.

istockphoto.com

Ancak popüler bir kuram var ki, özellikle doğru; buna göre gergin olduğunuz zaman çıkan ter,
kendinizi serinletmeye çalışırken çıkardığınız terden daha kötü kokuyor. Bunun sebebi ise kaygılı
bir anın sonucunda çıkardığınız bu terin, kokuya sebep olan proteinler barındıran daha fazla apok-
rin salgısı içermesi.

Preti’ye göre eğer ürettiğiniz kokuyu azaltmaya çalışıyorsanız, deodorantlar ve terleme önleyici-
ler (antipersperant) bu konuda iyi iş çıkarıyor (deodorantlar kokuyu güzel bir koku ile maskeler-
ken, terleme önleyiciler ise ter miktarını azaltıyor). Belli bakteri topluluklarını diğerlerine karşı
destekleme amacı taşıyan probiyotik deodorantlarda ise Preti, kanıta dayalı araştırmalar belli bak-
teri soyların önemli miktarda etkili olduğunu gösterene kadar, tüketicilerin bu ürünlerin iddialarına
karşı dikkatli olması gerektiğini belirtiyor. Kendisinin en önemli tavsiyesi ise gün boyu rahatlama-
ya çalışmak. O apokrin bezlerini kışkırtmamak için elinizden gelenin en iyisini yapın.

Fakat çıkarılacak en büyük ders şu olmalı: Neredeyse kesin olarak, düşündüğünüz kadar kötü
kokmuyorsunuz. “Laboratuvarımıza gelip dünyadaki en kötü vücut kokusuna sahip olduklarını
söyleyen insanların tişörtlerini çok kokladım” diyor Preti. “Bunları bir derecelendirme ölçeği kul-
lanarak kokluyoruz ve binde bir kötü kokuyor.” İnsanlar, her zaman kokladığı kokuları duymazlık-
tan geliyorlar fakat kokulu teriniz arttığı zaman, muhtemelen daha kötü olduğunu düşünüyorsunuz;
çünkü burnunuz ön koltukta oturuyor. “Fakat bu koku sosyal mesafelerde çıkmıyor” diyor Preti.
“Böyle bir şey son derece olağan dışı.”

Bu yüzden, eğer dünyadaki en kötü vücut kokusunun sizde olduğunu düşünüyorsanız, muhteme-
len sizde değil. Ayrıca çıkardığınız koku hiç de sizin suçunuz değil; bu sadece, doğal şekilde üret-
tiğiniz proteinler ile cildinizde bulunan ve genelde zararsız olan bakterilerin etkileşimi. Eğer hâlâ
endişeleriniz varsa, (uygun bir uzaklıkta duran) anlayışlı bir arkadaşınıza ağır bir koku alıp almadı-
ğını sorun. Cevap muhtemelen hayır olacak.

Yazar: Claire Maldarelli/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.
Kaynak: https://popsci.com.tr/vucudumuz-neden-kokuyor/

26 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Yüzgeçleriyle Karada Yürüyen Balık: Çamur Zıpzıpı

Çamur zıpzıpları, Oxudercinae alt-familyasını oluşturan ve çok sayıda türü kapsayan ikiyaşayışlı
(amfibik) balıklardır. Suyun dışında 3 gün kadar sağ kalabilen, ön yüzgeçlerini ayak gibi kullanarak kıyıda
yürüyebilen (hatta alçak dallara tırmanabilen ve 60 cm civarında sıçrayabilen) ve ağzında taşıdığı suyu dil
gibi kullanarak karada beslenebilen balıklardır. Çamur zıpzıpları, gel-gitlerin sık yaşandığı çamur yatakları
ve mangrov ormanları gibi tropik (dönence) ve subtropik (dönence-altı) bölgelerde (Batı ve Doğu Afri-
ka, Madagaskar, Hindistan, Çin, Japonya, Avustralya kıyıları gibi) bulunurlar.
Yaşamlarının dörtte üçünü suyun dışında geçiren çamur zıpzıpları, hava solumak için özel organlara sa-
hip olmamalarına rağmen, nemli kaldıkları sürece oksijeni derilerinden ve ağız kenarlarından emebilirler.
Nemli kalabilmek için sulu toprakta yani çamurda sık sık yuvarlanma ya da baş ıslatma hareketi yaparlar.
Solungaç odacıklarında su baloncukları tutabilirler ve bu sayede suyun dışında solungaçları yoluyla nefes
almayı sürdürebilirler.
Gözlerinin alt kısmında su dolu bir kesecik bulunur ve karadayken balık sık sık gözlerini bütünüyle bu
keseye geri çekip nemlendirir. İki gözü birbirinden bağımsız hareket edebilen hayvanın görüş alanı çok
geniştir. Ayrıca suyun dışında yani hava ortamında, suda olduğundan daha iyi görür.
Ön yüzgeçleriyle adım atan çamur zıpzıpları, düz zeminde ilerlerken arka yüzgeçlerinden pek yardım al-
maz; genellikle dümdüz uzanan kuyruğu sürükler. Ancak eğimli yüzeylerde ve zıplama yapacakları zaman
kuyruklarını kullanırlar. Yine kaslı kuyruklarının ve gövdelerinin yardımıyla hafif yükseltilere tırmanmayı
da başaran çamur zıpzıpları kıyıda gezinerek, çoğu zaman orada buldukları böceklerle beslenirler.
Suyun içinde avlanırken, çoğu balık -aslında sucul omurgalıların çoğu- emerek beslenme denilen bir tek-
nik kullanır. Bu biraz özelleşmiş bir anatomi, yani özel bir ağız-çene yapısı gerektiren bir harekettir ve su-
yun altında gerçekten çok iyi iş görür. Ama o tip bir yapı muhtemelen karada işe yaramaz diye düşünsek
de, çamur zıpzıpı bambaşka bir teknikle suyun dışında beslenebiliyor. Dilleri olmasa da karaya çıkarken
yanlarında su götürüp, beslenecekleri zaman üzerine su fırlatıyor ve ardından komple emiyorlar. Bu tekni-
ğe "su dili" veya "hidrodinamik dil" adı veriliyor.

Sevkan Uzel-Yıldız Teknik Üniversitesi - Çevirmen/Editör
Kaynak: https://bilimfili.com/yuzgecleriyle-karada-yuruyen-balik-camur-zipzipi

27 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Deniz Ateşböcekleri.

Japonya’nın Okayama şehrinde çekilen bu fotoğrafta görülen mavi ışıltıların nedeni deniz
ateşböcekleri.
Deniz ateşböcekleri (Vargula hilgendorfii) deniz kabuklularından bir ostrakod türüdür.
Bu canlılar biyolüminesans yoluyla (canlılarda gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucu ışık
yayılması) parlak mavi ışık yayar.

Deniz ateşböceklerinin ışık yay-
masının nedeni ise lüsiferin adlı
madde ve lüsiferaz enzimidir. Lüsi-
ferin ve lüsiferaz deniz ateşböcekle-
rindeki iki ayrı salgı bezinden salgı-
lanarak deniz suyuna karışır. Lüsi-
ferin, lüsiferaz enziminin etkisiyle
yükseltgenirken tepkime sonucunda
460 nanometre dalga boyunda ışık
yayılır.

Ortalama 3 milimetre boyda olan
deniz ateşböcekleri kıyıya yakın sığ
sularda yaşar. Japonya’nın güney
kıyılarında yaşayan bu canlı İkinci
Dünya Savaşı sırasında Japon ordu-
su tarafından geceleri aydınlatma
amaçlı kullanılmıştı.

Dr. Tuba Sarıgül

Kaynak: https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/makale/64_65_ayinfotografi_nisan_2018.pdf

2288 BİBOİOnantaiotiNoANLAL MayMısa2yı0s21 SSaayyıı:4: 4

Kanımız Kırmızı Olduğu Halde
Neden Damarlarımız Mavi Görünür?

Foto:https://fahrenheit.co.id/jenis-pembuluh-darah/ Hemoglobin görece kısa dalga boylu yeşil ve
mavi ışığı soğururken uzun dalga boylu kırmızı
Derimize yakın toplardamarların maviye ça- ışığı yansıtır ve kırmızı görünür. Dokulara oksi-
lan rengi görüldüğünde inandırıcılığı artan, jen teslimatıyla yapısı değişen hemoglobinin kır-
kirli (yani oksijence fakir) kanın mavi olduğu mızı ışınları yansıtma oranı düşer ve daha koyu
ve kesiklerden vücut dışına çıktığında havada- bir tonda kırmızı renge bürünür. Dolayısıyla ka-
ki oksijenle etkileşip kırmızıya döndüğü mitini nımızın rengi sadece kırmızı tonlarındadır.
hâlen duymak mümkün. Üzerine bir de fen
kaynaklarında dolaşım sistemi konusu işlenir- Derimizin hemen altındaki damarların mavi gö-
ken kullanılan mavi kanlı toplardamar görsel- rünmesi ise optik bir illüzyondan ibarettir. Mavi
leri eklendiğinde bu mit bir kavram yanılgısına ışık, kısa dalga boyu yüzünden derimizde derin-
dönüşebiliyor. lere inemez ve saçılır. Kırmızı ışık ise uzun dalga
boyu sayesinde daha derinlere kadar ilerleyebilir.
Bu yanılgının yaygınlaşmasına 19. yüzyıl Av- Kan dokusuna ulaşabilen kırmızı ışığın kısmi
rupa aristokratlarını tanımlarken kullanılan emilimi ile deri dışına çıkması mümkün olmaz.
“mavi kanlı” yakıştırmasının da rolü olduğu Damarların bulunduğu kısımlarda derimizden
söylenebilir. Zamanlarının çoğunu kapalı alan- saçılan veya yansıyan ışığın çoğunluğunu mavi
larda geçiren soyluların açık tenleri, toplarda- tonlar oluşturduğu için damarlarımız mavimsi
marlarının daha belirgin şekilde mavi görün- görünür. Bu durum deniz ve okyanus gibi büyük
mesine yol açıyordu. Aynı zamanda gümüşü su kütlelerinin mavi görünmesine benzetilebilir.
sağlıkla ilişkilendiren soylular, kullandıkları
gümüşlü bardak ve yemek kaplarıyla vücutları- Öte yandan, mürekkep balığı, ahtapot ve at nalı
na yüksek oranda gümüş alıyordu. Bunun so- yengeci gibi canlılar gerçek anlamda mavi kana
nucunda arjiri adı verilen cilt problemi yüzün- sahiptir. Bu canlıların kanında oksijen hemosiya-
den derileri grimsi maviye dönen soyluların nin proteini ile taşınır. Hemosiyaninde demir ye-
kanının mavi olduğu zannı ortaya çıkmıştı. rine bakır atomları bulunur ve bu yapı oksijene
bağlandığında mavi ışığı yansıtır. (Mesut Erol)
Damarlarımızda dolanan kanın yaklaşık yarı-
sını oluşturan alyuvar hücrelerinde hemoglobin
proteini bulunur. Bu proteinin demir atomu
içeren “hem” adındaki bölümlerine oksijen
bağlanarak vücut dokularına taşınır.

Kaynaklar chemistryworld.com/research/chemistry-behind-the-blue-man-unlocked/5591.article Kienle, A., Lilge, L., Vitkin, I.A., Patter-
son, M.S., Wilson, B.C., Hibst, R., Steiner, R. (1996). Why do veins appear blue? A new look at an old question. Applied Optics, 35(7),
1151-1160. theconversation.com/blood-in-your-veins-is-not-blue-heres-why-its-always-red-97064 61
Kaynak: https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/makale/kanimiz-kirmizi-oldugu-halde-neden-damarlarimiz-mavi-gorunur

29 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Solucan Gübresi Nedir?

Toprak solucanları toprak ekosisteminin en baskın gruplarından biridir. Toprağın verimini ve ürün
kalitesini artırdıklarını gösteren çok sayıda çalışma var. Bunu büyük ölçüde vücutlarından geçen top-
rak sayesinde yapıyorlar. Besinleriyle birlikte yuttukları toprak vücutlarında bir dizi işlemden geçe-
rek âdeta işleniyor. Dışkılarıyla birlikte dışarı atılan işlenmiş toprak, bitkiler için gerekli ve faydalı
olan hemen hemen tüm mineralleri ve maddeleri içeriyor. Bu yüzden son yıllarda dünyada ve ülke-
mizde vermikompost (solucan gübresi) kullanımı giderek yaygınlaştı. Solucan gübresi, solucanların
bitkisel ve hayvansal organik atıkları işlemesi ve hümik maddelere dönüştürmesi sonucu meydana
gelen solucan dışkısıdır. Siyah renklidir ve toprağa benzer, itici bir kokusu da yoktur. İçinde bitkinin
gelişimi için gereken bütün enzimler, mikro ve makro elementler, yararlı mikroorganizmalar, antibi-
yotikler, hümik asitler, doğal fermentler, vitaminler ve bitki büyüme hormonları bulunur. Hümik
asitler veya humus, kısmen veya tamamıyla çürümüş bitki veya hayvan artıklarının oluşturduğu siyah
veya koyu kahverengi toprak organik maddesidir. Solucan gübresi bitkilerin sağlıklı ve hızlı gelişme-
sine yardımcı olur ve verimi artırır.

Dünyada farklı familyalara ait 6000’in üzerinde tanımlanmış toprak solucanı türü yaşar. Ancak top-
rak yüzeyine yakın yaşayan toprak solucanı türlerinden sadece birkaçı vermikompost için uygundur:
Eisenia fetida, Eisenia andrei, Dendrobaena veneta, Lumbricus rubellus, Perionyx excavatus, Eud-
rilus eugeniae ve Pheretima excavatus. Bunlardan en yaygın olarak kullanılan tür Eisenia fetida’dır.
Bu türe dünyanın farklı bölgelerinde kırmızı Kaliforniya solucanı, gübre solucanı ve kaplan solucanı
gibi isimler verilir.

30 BİOnatioNAL Mayıs 2021 Sayı : 4

Genelde gübre elde etmek için vücutları ince ve hayli obur olan kırmızı Kaliforniya
solucanları tercih edilir. Vücutlarının ince olması sayesinde toprağın yani besin yığını-
nın içinde daha hızlı hareket ederler ve hızla galeriler açarak durmadan beslenirler. İn-
san yerleşiminin olduğu nemli ve organik maddece zengin bölgelerde yaşayan tür, ge-
nellikle toprağın yüzeye yakın mineral tabakasında, hayvan dışkılarında, zengin çürük-
çül topraklarda, ahırlarda, çürümüş odun ve bitki parçaları arasında ve nehir kenarların-
da görülür. Günde kendi ağırlıklarının %25- %35’i kadar besin tüketirler ve neredeyse
kendi ağırlıkları kadar dışkılarlar. Eğer iyi beslenirlerse ve ortam koşulları da uygunsa
hızla ürerler. Bu özellikleri bu tür solucanları ticari açıdan popüler kılar.

Bu tür Avrupa, İngiltere, Rusya, Kafkasya, Türkiye, Karpato-Balkan bölgesinde yay-
gın olarak bulunur. Ülkemizde ise bu türün Trakya, İç Anadolu, Batı Karadeniz ve Doğu
Anadolu’dan kaydı var.

Vermikompost üretim çalışmalarında solucanlara elma, enginar, muz, pancar, brokoli,
lahana, kavun, havuç, kereviz, tahıl, kahve ve çay posası, mısır, buğday, salatalık, yu-
murta kabukları, üzüm, marul, yulaf, armut, bezelye, şeftali, patates, ıspanak, karpuz,
kabak gibi yiyecekler verilir.

Gelişmiş ülkelerin tarım alanlarında organik maddelerin azalması sorunu, geleneksel
organik gübrelerin yanı sıra toprak solucanları ve onlardan elde edilen gübrenin tarımda
kullanılmasıyla çözülmeye çalışılıyor. Bu yöntemlerle toprak ve tarım ürünleri kimyasal
kirlilikten korunur. Bunun yanı sıra gelişmiş ülkelerin çoğunda, evsel atıkların geri dö-
nüşümünde de büyük ölçüde toprak solucanlarından yararlanılır. (Doç. Dr. Mete Mısırlıoğlu)

Foto: https://www.intechopen.com/books/earthworms-the-ecological-engineers-of-soil/earthworms-and-vermicomposting

Kaynak: https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/makale/solucan-gubresi-nedir Mayıs 2021 Sayı : 4
31 BİOnatioNAL

Yeti yengeci Denizin derinlerinde yaşayan on ayaklı ve
ayakları solgun sarı renkli kıllarla kaplı ve bu
32 BİOnatioNAL kıllar yüzünden yeti önadını alan, 15 santimetre-
lik boyuyla diğer yengeçlere göre çok daha bü-
yük olan yengeçtir.

İlk tür (Kiwa hirsuta) 2005 yılının mart ayında
denizaltı canlılarını araştıran bir deniz biyologu
tarafından Pasifik’te keşfedildi. Bir yıl süren
araştırmalar sonucu türün keşfedilişi 2006’da
duyuruldu. İkinci tür ise (Kiwa puravida) yine
2006’da bulundu ve 2011’de açıklandı.
Sıcak su deliklerinde, mineral yoğunluğu fazla
olan suların aktığı yerlerde bulunuyorlar. Bu se-
beple uzunca bir süre yaşayan fosillerden biri
olarak adlandırıldı çünkü dünyadaki diğer birçok
canlıdan izole bir şekilde zor koşullarda yaşıyor-
lardı ve bu konuda hiçbir değişiklik bilinmiyor-
du. Ancak yakın zamanda yapılan bir araştırma-
ya göre aslında bu yengecin atalarının 35-40
milyon yıl önce yaşadığı ortaya çıktı. Ayrıca bu
araştırmada bazı türlerin düşünüldüğünden daha
korunmasız olduğu da öğrenildi. 55 milyon yıl
önce okyanus dibindeki oksijenin önemli düzey-
de azalmasından sonra birçok canlı türü yok ol-
muştu, araştırmacılar o dönem de yeti yengeçle-
rinin evirilip ekolojik konumlarını devraldıkları-
nı tahmin ediyor. Sıcak su deliklerinde nasıl ya-
şadıkları ise hala bir gizem olarak kalmayı sür-
dürüyor.
Sahip oldukları kılları beslenmek için kullanı-
yor olmaları da onların ilginç bir özelliği. Tüylü
kıskaçlarında yaşayan iplik şeklindeki bakterile-
re tuzak kurup büyüyüp yayılmalarına izin veri-
yor, sonra da onları yalayarak hem tüylerini tarı-
yor, hem de oradaki bakterilerle doyuyorlar. Bi-
lim insanları, durumu, tüylerinde bakteri çiftçili-
ği yaptıklarını söyleyerek betimliyor. Buna rağ-
men yeti yengeçlerinin etçil oldukları düşünülü-
yor. Hayata da uyum sağlayabileceklerini düşü-
nüyor. Buna rağmen dış habitatlarında yaşanan
iklim değişikliklerinden hemen etkilenmeyecek-
lerse bile, denizin üzerinde olup bitenlere tama-
men bağışıklık sahibi değiller ve bir şekilde etki-
lenecekleri söyleniyor.
Denizden çıkarılan tek yeti yengeci şu an Paris
Doğa Tarihi Müzesi’nde bulunuyor. Yengeç uz-
manları ise sıcak su deliklerine keşfe çıkıp başka
bir tane daha çıkarmak için can atıyor.

(Müge SAK)
Kaynak: https://bilimveutopya.com.tr/yeti-yengeci-0

Mayıs 2021 Sayı : 4

İletişim: NİŞANTAŞI ANADOLU LİSESİ Foto:unsplash.com/@felix_mittermeier
Adres: Teşvikiye Mah. Valikonağı Caddesi Poyracık Sokak Sk. No65 Nişantaşı/Şişli/İstanbul
Tel: 0212 248 10 78 - 0212 240 12 86
http://nisantasial.meb.k12.tr/


Click to View FlipBook Version