The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by eren, 2022-06-01 07:16:42

NAL BİOnatioNAL Sayı-2

NAL BİOnatioNAL Sayı-2

Keywords: Nişantaşı Anadolu,Nal,Nişantaşı Anadolu lisesi,biyoloji,bilim,dergi

YAYIN DİREKTÖRÜ: Nişantaşı Anadolu Lisesi Müdürlüğü adına Ertan DEMİRTAŞ

DERGİ GRUBU GENEL YÖNETMENİ: Semih EKŞİ

GÖRSEL YÖNETMEN: Oğulcan FIRAT

YAZI İŞLERİ YÖNETMENİ: Gökçen TÜRKER

YAZI KURULU : Hayrunisa DOĞRU
Sema Pınar TOPALOĞLU
Berra ALTAY
Neslihan YUMUŞAK
Emir DAĞISTANLI
Alanur Kübra ALGÜN
Furkan Barış OCAK

GRAFİK TASARIM: Sude ÜNLÜ
Çisem YÜRÜYEN

DANIŞMAN ÖĞRETMEN: Yasemin ALTAN

YAYIN TÜRÜ: Süreli, ayda bir yayımlanır. BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2
Kaynaklar yazıların sonlarında belirtilmiştir.

2

Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. Geleceğin ümidi,
ışıklı çiçekleri onlardır. Benim ümidim gençliktedir.

3 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

İÇİNDEKİLER

SAYFA-5 : Eşek arıları bu denklemi çözebiliyor X, Y'den, Y de Z'den büyükse
X, Z'den büyüktür.

SAYFA-6 : 32 Yıl önce nesli tükenen muhteşem sesli kuş Kauai’nin Dünya’ya
bıraktığı son ses kaydı.

SAYFA-7 : Ağaçlar birbirleriyle nasıl konuşuyor ?
SAYFA-8 : Elektrik üreten bakterilerin tanımlanması.
SAYFA-9 : Örümcekler iki ağaç arasına nasıl ağ kurarlar ?
SAYFA-10-11 : Türkçe ıslık dilleri beynin her iki tarafını da uyarıyor.
SAYFA-12 : Tüysüz köstebek faresi, oksijenin yetersiz olduğu ortamlarda bitkiye

dönüşüyor.

SAYFA-13 : ‘Bitki olmadığından eminiz ama hayvan da diyemiyoruz’.
SAYFA-14-15 : Kehribar Nasıl Oluşur ?
SAYFA-16 : Dünya’da ilk kez CRISPR ile kalıtsal körlük tedavisi denendi.
SAYFA-17 : Yeni yapay zeka insan düşüncelerini okuyarak, kelimelere dökebiliyor.
SAYFA-18-19-20 : Tetik.
SAYFA-21 : Neden kadınların bağışıklık sistemi erkeklerden daha güçlü ?
SAYFA-22 : Kalkerli algler, filigran sanat eserlerini nasıl üretiyorlar ?
SAYFA-23 : Bir balık türü ilk kez ayna testini geçti.
SAYFA-24-25 : Güney Kutbu'nda antik bir yağmur ormanının izleri ortaya çıktı.
SAYFA-26-27 : Bilim insanlarını şaşkına çeviren denizanası.
SAYFA-28 : Plastik, dünyanın oksijeninin %10’unu oluşturan bakteriyi öldürüyor.
SAYFA-29 : Sosyal ağları keşfeden insanlar değil.
SAYFA-30 : Elleriniz ne kadar temiz ?
SAYFA-31 : Neden stresli olduğumuzda daha çok yemek yeriz ?
SAYFA-32 : Ortanca (Hydrangea) çiçeğinin rengi.
SAYFA-33 : Haydi puzzle yapalım.

4 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Eşek arıları bu denklemi çözebiliyor:
X, Y'den, Y de Z'den büyükse X, Z'den büyüktür.

Biyoloji 16 Mayıs 2019 Daha önce yapılan bir araştırma, kağıt yaban
ABD'de yapılan bir araştırma, arılarının diğer arıların yüzlerindeki işaretleri
yaban arılarının (eşek arıları) tanıyabildiği ve işaretlerini tanımadıkları
düşünülenden çok daha zeki arılara karşı agresif davrandıklarını ortaya
olduklarına ve mantık çıkarmıştı.
yürütebildiklerini ortaya koydu. Tibbetts, "Biology Letters" adlı bilim
Michigan Üniversitesi'nde dergisinde yayımlanan yeni bulguları izah
yapılan araştırmaya göre, kağıt ederken "Örneğin bir eşek arısı daha önce
yaban arısı adlı eşek arısı türü kavgada yendiği Jane'in Lisa'yı yendiğine
"geçişli çıkarsama" olarak bilinen tanık olmuşsa, Lisa'yı alt edebileceği
bir akıl yürütme yöntemiyle, bilinen çıkarımında bulunabiliyor" dedi.
ilişkileri, bilinmeyen ilişkilerden Eşek arıları, diğer arılarla daha önceki
ayırt edebiliyor. etkileşimlerini hafızalarında tutabildikleri için
Bir başka ifadeyle bu arılar, tıpkı davranışlarını buna göre belirliyor.
insanlar gibi "X, Y'den, Y de Z'den Bal arılarının da eşek arılarının da
büyükse, X, Z'den büyüktür" beyinleri pirinç tanesi kadar.
çıkarımını yapabiliyor. Bal arılarının mantıksal çıkarım yapma
Mantıksal çıkarım yapabilen ilk yeteneği olmadığı biliniyor. Araştırmacılar,
omurgasız hayvanlar. bunun bal arılarının beyinlerinin pirinç tanesi
İnsanların dışında kuş, maymun ve kadar küçük olmasına bağlıyordu. Ancak eşek
balık gibi omurgalı hayvanların da arılarının beyinleri de aynı büyüklükte.
bu yeteneğe sahip oldukları 20 yıldır eşek arıları üzerinde çalışan Tibbetts,
biliniyor. Ancak araştırma ilk kez bir bunun hayvanların sosyal çevrelerindeki
omurgasız hayvanın da böyle bir etkileşimle kazanılmış bir yetenek
yeteneği olduğunu gösteriyor.Evrim olabileceğini söylüyor.
biyoloğu Elizabeth Tibbetts İşçi bal arıları, kraliçeliğe yükselebiliyor.
öncülüğünde yapılan araştırma Araştırmacılara göre, bal arılarının
kapsamında, bir grup eşek arısına hiyerarşisinde, bir işçi arının kraliçe arı
bazı eşleştirilmiş renkleri tanımaları olabilmesi mümkün değil. Ancak eşek
öğretildi. arılarında bu geçiş mümkün ve hayvanların
Arıların daha sonra bilgiyi, yeni mantıksal çıkarım yetenekleri bu örgütlenme
renk çiftleriyle karşılaştıklarında, açısından büyük önem taşıyor.
renklere dayalı bir hiyerarşi kurmak Eşek arıları kolonileri tamamen dişilerden
için kullandıkları görüldü. oluşuyor. Erkek eşek arılarının sosyal
Daha önce yapılan bir araştırma, dinamiklere hiçbir katkısının olmadığı
kağıt yaban arılarının diğer arıların belirtiliyor.
yüzlerindeki işaretleri tanıyabildiği Kaynak :
ve işaretlerini tanımadıkları arılara https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48212813,
karşı agresif davrandıklarını ortaya https://www.fizikist.com/esek-arilari-bu-denklemi-
çıkarmıştı. cozebiliyor-x-yden-y-de-zden-buyukse-x-zden-
buyuktur/
5
BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

DOĞA & ÇEVRE

32 Yıl Önce Nesli Tükenen
Muhteşem Sesli Kuş Kauai’nin
Dünyaya Bıraktığı Son Ses Kaydı.

Hawaii adalarına özgü bir tür Kauai adasının
olan Kauai ‘O’o kuşu, en son yerlilerinden olan
1985 yılında görülmüş. Sesi ise David Boynton isimli
en son 1987’de duyuldu. fotoğrafçı, türün son
Bu türdeki kuşlar, üyesi olan erkek kuşun
20. yüzyılın başlarında eş bulmak amacıyla
Kauai Adası’ndaki söylediği şarkıyı
ormanlarda oldukça kaydetmeyi başarmış.
yaygınmış.
Ticari amaçlardan ötürü Şimdi hayal edin.
bölgeye ait olmayan Bir çağrıda
hayvan türlerinin adaya bulunuyorsunuz
getirilmesiyle bu fakat bu çağrıya
büyüleyici sese sahip sonsuza dek kimse
türün sayısı da giderek yanıt vermeyecek.
azalmaya başlamış. Sizin türünüze ait
son ses sizden
çıkıyor…

İşte o ses kaydı: https://youtu.be/nDRY0CmcYNU
https://youtu.be/nDRY0CmcYNU?t=82

Kaynak: https://bilimdili.com/doga-cevre/32-yil-once-nesli-tukenen-muhtesem-sesli-kus-kauainin-dunyaya-biraktigi-son-ses-kaydi/

6 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

AĞAÇLAR
BİRBİRLERİYLE
NASIL KONUŞUYOR?

Ağaçlar, konuşuyor, bilgi alışverişi yapıyor,
hatta birbirlerine savaş açıyorlar.
Nasıl mı?

' Wood Wide Web ' adı verilen bir mantar ağını kullanarak...

Video tıklayın: https://www.youtube.com/watch?v=FraA8_00EN4&feature=youtu.be&t=10

Kaynak: BBC https://www.youtube.com/watch?v=yWOqeyPIVRo
https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/yasam/agaclar-birbirleriyle-nasil-konusuyor
Ağaç resmi kaynak:https://www.bilgeyik.com/agaclar-birbirleri-ile-nasil-konusur-151
7 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Elektrik Üreten

Bakterilerin

Tanımlanması.

Barbaros Akkurt
9 Ocak 2019
Bir mikroakışkan tekniği ile bakterilerin elektrik üretme kabiliyetine göre çabucak sıralanması
mümkün olacak. Mikroplar yeni bir mikroakışkan tekniği ile güç üretimi veya çevresel temizlik
amaçları için kullanılabilecek.
Oksijen bulamayan bazı mikroplar nefes alma işini elektron alıp verme biçimine dönüştürmüştür ve
madenlerin dibinde, okyanusların altında ve hatta insan midesinde bu işi yapabilmektedir. Bilim
adamları bu mikropları yakıt pillerini çalıştırmakta ve lağım sularını arıtmakta kullanmaya çalışıyor,
ancak mikrobun elektriksel özelliklerini tanımlamak oldukça zor; bu hücreler memeli hücresinden çok
daha küçük ve laboratuvar ortamında geliştirilmesi son derece güç.
MIT’deki mühendisler, bakterinin polarizlenebilirlik olarak söyleyebileceğimiz, elektrik üretme
kabiliyetini kullanarak şu andaki tekniklere nazaran daha güvenli ve etkili bir şekilde elektrokimyasal
aktivitesini değerlendirmenin mümkün olacağını bildirmiştir.
Elektrik üreten bakteriler, hücreleri içinde elektron meydana getiriyor ve yüzey proteinleri üzerinden
hücre dışı elektron iletimi (EET) denen bir mekanizma ile bu elektronları iletiyor. Şu ana kadar
önerilen yöntemler oldukça zahmetli ve zaman alıcı. Diğer tekniklerde ise hücrenin parçalanıp
proteinlerin saflaştırılması gerekiyor. Bu çalışmada, daha hızlı ve daha az zarar verici bir yöntem
kullanılmakta.
Araştırma grubu, son çalışmasında bakteri varyantlarını her birinin farklı ve bilinen elektrokimyasal
aktivitesi üzerinden karşılaştırmayı amaçlamıştır. Dielektroforetik güç altında mikro-akışkan cihaz
içinde bakterinin elektriksel kabiliyeti ile bu cihaz içinde nasıl davranacağı arasında bir benzerlik
bulmaya çalışmıştır.
Araştırma ekibi saat camı biçimindeki mikro-akışkan kanala çok küçük, mikrolitre düzeyinde bakteri
varyantı ekmiş ve saniyede 1 volt olmak üzere 0-80 V aralığında gerilimi artırmıştır. Parçacık
görüntüleme hız ölçümü yöntemi kullanılarak, sonuçtaki elektrik alanının hücreleri kanala doğru ittiği
görülmüş ve oradan da geriye yönlendirildiği (diaelektroforez) ve olduğu yerde tutulduğu bulunmuştur.
Bazı bakteriler düşük, bazıları ise yüksek gerilimde tutulmuştur. Tutulma geriliminin
polarizlenebilirlik ile uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Elektrokimyasal açıdan daha aktif olan
bakterilerin daha yüksek polarizlenebilirlik değerine sahip olduğu bulunmuştur.
Ekip, çalışmalarının geniş anlamda temiz enerji üretimi, biyo-iyileştirme ve biyo-yakıt üretiminde
kullanılmasının mümkün olabileceğini iletmiştir.

Kaynak: news.mit.edu
https://www.bilim.org/elektrik-ureten-bakterilerin-tanimlanmasi/

8 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Örümcekler iki ağaç arasına nasıl ağ kurarlar?

İki ağacın dalları İp yapışkanlı ya da
arasında, yüksekte uhulu olmamasına
örülü örümcek ağları rağmen ağaca
görmüş olabilirsiniz. yapışabilir.
Örümcekler, Küçük çıkıntıların
normalde bir üzerine dolaşır
metreden daha geniş ya da statik elektrik
olan bu ağları sayesinde tıpkı bir
örmeyi nasıl balonun
başarmıştır? televizyona
Örümcekler, yapıştığı gibi
bunu özel tükürük yapışır.
bezlerindeki Bu noktada
sıvı ipeği dizilere örümcek, ipi
çevirme cambaz gibi bir
yeteneğinden ağaçtan diğerine
yararlanarak yapar. geçmek için
Örümcek bunu kullanabilir.
fiziksel olarak Genellikle
karnında yer alan ve örümcekler ağaçtan
örümcek ipeği üreten ağaca geçerken
organından ipin altında
(spinnerets), asılı dururlar.
proteinden oluşan Birçok örümcek,
örümcek ipeğini avlanmalarına bağlı
çekerek yapar. İp olarak her gece
yapılmaya başladığı ya da her sabah
anda, örümcekler ip yeni ağlar örer.
üreten organlarını Ayrıca örümcekler
esintiye doğru geri dönüşüm de
kaldırırlar. yaparlar.
Örümceğin, ağını bir Bazıları eski
ağaçtan diğerine ağlarını yerler ve
örmesini sağlayan sindirilmiş ağı
şey esintidir. yeni ağlarının
Örümcek ipeği çok yapımında
hafiftir. kullanılırlar.
Hafif bir esinti
güneşten ısınan Kaynak: http://
zeminden gelen ısı earthsky.org/earth/how-
yayılımı bile ipi does-a-spider-spin-a-web-
ağaçtan ağaca between-two-trees
taşımaya yetebilir. https://www.bilim.org/
orumcekler-iki-agac-
9 arasina-nasil-ag-kurarlar/

BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Türkçe ıslık dilleri beynin her iki tarafını da uyarıyor.

Dil birçok form alabilir; konuşma, yazma, işaret dili… Formundan bağımsız olarak, beynin sol
tarafı bilgi işlenmesi sürecini domine eder. Fakat sağ taraf ses ve melodilerin işlenmesinde daha
büyük role sahiptir.
Türkiye’nin kuzeydoğusunda dağlık bir bölge olan Kuşköy’de dikkatli dinlediğinizde, sarp bir
vadiden karşıya ıslıkla söylenen bir konuşma duyabilirsiniz. Fakat bu duyduğunuz muhtemelen kuş
sesi değildir. Türkçe’nin konuşmak yerine ıslıkla söylenen ve 5 km’ye kadar mesaj iletilebilmesini
sağlayan bir versiyonudur. Beyinde dilin nasıl işlendiğiyle ilgili genel kanının aksine, yeni bir
çalışma, kuş dilinin, beyinde normal konuşmadan farklı işleme konduğunu gösteriyor. Araştırma
aynı zamanda konuşma kaybı yaşayan felç hastaları açısından umut verici olma olanağı da taşıyor.
Dünyadaki ıslık dillerinden biri olan ıslık Türkçesi, farklı bir fiziksel forma sahip olsa da,
Türkçe’yle aynı kelimeleri ve gramer yapısını kullanır. Dünya üzerindeki dillerde konuşmanın yerini
yazının alması gibi, sesin yerini de ıslık alabiliyor. Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde
bioakustik ve dilbilim üzerine çalışan Julien Meyer, ıslığın sesin temel akustik işaretlerini de taklit
ettiğini belirtiyor. Kuş dilini kullanan insanlar, tabii ki normal Türkçe’yi de konuşuyor; ancak ıslık
dili köylülere uzakta olduklarında da bağlantıda kalmaları için bir yol sağlıyor.

10 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Çalışma ekibinden Almanya Bochum Bilişsel Nörobilim Enstitüsü’nden biyopsikolog Onur
Güntürkün, beynin sol tarafının sağa tarafa göre dili işlerken çok daha aktif rol oynadığını söylüyor.
Islık dillerinde melodi de kullanıldığı için, Güntürkün ve çalışma arkadaşları melodik tonları işleyen
beynin sağ tarafının normalden daha fazla rol oynayıp oynamadığını test etmek istediler. Bu hipotezi
araştırmak için, klasik teste yeni bir yöntem getirdiler. Orjinal deneyde, araştırmacılar iki farklı
hecenin, “ba” ve “da” seslerinin, aynı anda kulaklık kullanılarak deneklerin sağ ve sol kulaklarına
gelmesini sağladılar. Sonra, katılımcılardan hangi sesi duyduklarını söylemeleri istendi.

Türkçe ıslık dilleri, beynin sağ ve sol yarısını eşit şekilde uyarıyor.
© Onur Güntürkün.
Güntürkün eğer “ba” hecesi sağ kulağa verilmişse, çoğu kişinin “da” yerine “ba” sesini duyacağını
belirtiyor. Bu sağ kulaktaki işitme sinirlerinin sinyali beynin sol tarafına ve oradaki dil işleme
merkezine taşıması, fakat sol kulağın beynin sol tarafındaki merkeze iletmeden önce sağ tarafa
taşımasından kaynaklıdır.

Güntürkün sol kulaktan gelen
sinyal son durağına ulaştığında,
beynin sol yarısının sağ kulaktan
gelen sesi çoktan işlemekle meşgul
olduğunu söylüyor ve deney boyunca
katılımcıların farklı sesler
duyduklarının farkında
olmadıklarını ekliyor.
Beynin ıslık dillerini de benzer
şekilde işleyip işlemediğini test etmek
için, araştırmacılar deneyi kuş dili
sesleriyle tekrar ettiler.

Kulaklıklara kuş dili Türkçesi verildiğinde, normal konuşmada gözlenen beynin sol tarafının
baskın rolünden farklı olarak, deneklerin sağ ve sol kulaklardan gelen eşit frekanslı sesleri
tanımlayabilmesiyle, beynin sağ ve sol yarısının çalışmasının dengelendiği gözlendi. Güntürkün bu
durumun ıslık dillerinde, normal konuşma diline göre beynin sağ tarafının daha büyük rol
oynadığını kanıtladığını söylüyor. Meyer de normalde beynin dili işleme sürecindeki asimetrinin
neden ortadan kalktığı konusu hâlâ tartışmaya açık olsa da, sonuçların inandırıcı olduğunu
belirtiyor.

Güntürkün bulguların felç sonrası konuşma kaybı yaşayan insanların tedavisinde yararlı
olabileceğini ve sol beyninde felç olan insanların ıslık Türkçesi kullanmasının mümkün olduğunu
ekliyor. Fakat bu yaklaşık sayıları 10.000 olan ve cep telefonu ve teknolojiyle giderek sayıca azalan
kuş dili konuşan insanlar üzerinde, daha detaylı araştırmalar yapmak gerektiriyor.

Kaynaklar:
– http://www.scientificamerican.com/podcast/episode/whistled-language-forces-brain-to-modify-usual-processing/
– http://news.sciencemag.org/social-sciences/2015/08/whistled-turkish-tickles-both-sides-brain?
utm_source=facebook&utm_medium=social&utm_campaign=facebook
https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2018/11/14/turkce-islik-dilleri-beynin-her-iki-tarafini-da-uyariyor/

11 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Tüysüz Köstebek Faresi,
Oksijenin Yetersiz Olduğu Ortamlarda Bitkiye Dönüşüyor

Biyoloji 20 Mayıs 2017  Serhat Tokgöz
Bu keşif, kalp krizi, felç gibi hastalıkların tedavilerine yol açabilir. Nefes alamıyorum demeyin, köstebek faresi olun.
Oksijenden mahrum, tüysüz köstebek fareleri tıpkı bitkilerin yaptığı gibi fruktoz şekerini işleyerek hayatta kalabilirler.
Hayvanların bunu nasıl yaptıklarını anlamak, kalp krizi, felç gibi oksijenin ani mahrumiyetinden kaynaklı bu acı dolu krizleri
yaşamış hastaların tedavilerine yardımcı olacağı varsayılıyor.
“Tüysüz köstebek fareleri hakkındaki henüz yeni olmasına rağmen göze çarpan bu buluş, diğer kemirgenlerden daha uzun
süre yaşayan soğukkanlı memelilerin nadiren de olsa hastalığa yakalandığı ve çok acı hissetmediklerini” söyleyen Thomas
Park, Chicago’da bulunan Illinois Üniversitesi’nin Biyoloji Bölümü’nde profesörlük yapmaktadır; bunun yanı sıra Chicago
Illinois Üniversite’sinden araştırma takımının uluslararası öncüsüdür.
İnsanoğlu, laboratuvar fareleri ve diğer tüm bilinen memelilerin beyin hücreleri oksijen açlığına maruz kaldığında, memeliler
enerji kaybetmeye ve hücreler ise ölmeye başlar. Ama tüysüz köstebek farelerinin her zaman yedek planı vardır. Onların beyin
hücreleri, sadece bitkiler tarafından kullanılan metabolik yol vasıtasıyla oksijensiz halde enerji üreten fruktozu yakmaya
başlar ya da bilim adamları böyle düşündü.
Yeni çalışmada, araştırmacılar tüysüz köstebek farelerini laboratuvarda düşük oksijen koşullarına maruz bıraktılar ve kan
dolaşımında çok fazla miktarda fruktoz açığa çıktığını saptadılar. Bilim insanlarının bulduğu fruktoz, diğer tüm memelilerin
bir tek bağırsak hücrelerinde bulunan moleküler fruktoz, pompa vasıtasıyla beyin hücrelerine enjekte edildi.
“Tüysüz köstebek fareleri, kolay bir şekilde metabolizmanın bazı temel yapı taşlarını düşük oksijen koşullarına hoşgörülü
yaklaşmak için yeniden düzenledi” diyen Park, 18 yıl ilginç türler üzerinde çalıştı.
Dakikalar içerisinde bir insanı öldürmeye yetecek düşüklükteki oksijen seviyesinde, tüysüz köstebek fareleri en az beş saat
yaşamını sürdürmeye devam edebilir. Hareket durumunu koruyup, enerji tasarrufu için solunum hızını ve nabzını hatırı
sayılır derecede yavaşlatırlar ve ortamdaki oksijen seviyesi tekrar solunum için yeterli olana kadar fruktoz kullanımına
başlarlar.
Tüysüz köstebek fareleri, oksijen yoksunluğunda hayatta kalmak için hareketsiz yaşama ilkesini kullanan tek bilinen
memelidir. Bilim insanları da, tüysüz köstebek farelerinin oksijen yetersizliğinin bir başka ölümcül yönünden korunduğunu
göstermiş oldular. Ki bu, akciğerlerde sıvı artışı, yüksek irtifada dağcılara acı veren pulmoner ödem olarak da adlandırılır.
Bilim insanları, tüysüz köstebek farelerinin olağanüstü metabolizmalarının onların zayıf oksijenli oyuklardaki yaşamlarına
adaptasyon olarak nitelendiriyor. Diğer yeraltı memelilerinin aksine, tüysüz köstebek fareleri aşırı kalabalık ortamlarda, tıka
basa dolu yüzlerce koloniye sahip yandaşlarıyla yaşar. Havasız tünellerde birlikte yaşayan birçok hayvanla, oksijen tüpleri
hızlıca tüketilmektedir.

Kaynak:Naked mole-rats 'turn into plants' when the oxygen is low
https://www.sciencedaily.com/releases/2017/04/170420141844.htm 
https://www.fizikist.com/tuysuz-kostebek-faresi-oksijenin-yetersiz-oldugu-ortamlarda-bitkiye-donusuyor/ 

12                                                                                                                                    BİOnatioNAL  Nisan  2020  Sayı: 2 

’Bitki olmadığından eminiz ama,
hayvan da diyemiyoruz. ’

Paris’te bir hayvanat bahçesi, mantar gibi görünen fakat bir hayvan gibi davranan
tek hücreli, gizemli bir canlıyı sergilemeye başladı. Hayvanat bahçesinin bağlı
bulunduğu Paris Doğa Tarihi Müzesi müdürü, bu canlının bitki olmadığından
emin olduklarını fakat bir mantar mı yoksa hayvan mı söyleyemediklerini belirtti.
‘Blob’ adı verilen organizma beyne sahip olmadığı halde sorun çözme becerisine
sahip (örneğin bir labirentte çıkışı bulabiliyor); gözleri, ağzı ya da bir midesi
olmasa da yiyeceklerini tespit edip tüketebiliyor. Yaklaşık 720 farklı cinsiyette
olabilen bu canlı, parçalara ayrıldığında kendini hızlıca iyileştirebiliyor.
Organizmaya ismi, 1958 yılında yayınlanan korku filmi The Blob'a atfen verildi.
Film, önüne çıkan her şeyi yok eden bir yaratığı konu alıyor.
Sıra dışı özelliklere sahip olan blob, protistler gubuna dahil olan cıvık
mantarların (Physarum polycephalum) bir türü.

Protistler hayvan, bitki ya da mantar olarak değerlendirilemeyen tek
hücreli canlılardır. Cıvık mantarlar ise, mantarlara benzer özellikler
taşıyan protist türleridir ve 1000'e yakın türü tespit edilmiş durumda.
Cıvık mantarlar, bir araya gelmiş tek hücrelilerden oluşan organizmalar
topluluğudur. Parçalara ayrılmaları durumunda kısa sürede tekrar bir
araya gelirler. Birbiriyle karşılaşan cıvık mantarlar birleşip tek bir
organizma topluluğu haline gelebilir. Bilim insanları, 1958 yapımı The
Blob filmine cıvık mantarların ilham verdiğini düşünüyor.

Kaynaklar
https://www.reuters.com/article/us-france-zoo-blob/paris-zoo-unveils-the-blob-an-organism-
with-no-brain-but-720-sexes-idUSKBN1WV2AD
https://www.sciencealert.com/paris-zoo-s-new-blob-exhibit-is-no-monster-but-something-we-
can-all-learn-from
https://www.pbs.org/newshour/science/the-sublime-slime-mold

Paris Hayvanat Bahçesi, Blob'u yani "damla" adlı tuhaf bir canlıyı ağırlıyor@dwnews

Video tıklayın: >>> https://twitter.com/i/status/1187023564366663680

Metin ve üst video kaynak: https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/yasam/bitki-olmadigindan-eminiz-ama-
hayvan-da-diyemiyoruz
Ek videolar: >>> https://www.youtube.com/watch?v=b--9igdjVj0

https://www.youtube.com/watch?v=hb_fAXQ4CsM

https://www.popsci.com/the-blob-slime-mold/

13 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Kehribar Nasıl Oluşur?

Sevkan Uzel-Yıldız Teknik Üniversitesi -
Çevirmen/Editör
Kehribar (İng. amber), kristal de değildir,
mineral de değildir. Antik ormanlardaki
ağaçların reçinelerinin fosilleşmiş biçimi
olup, doğanın mücevherlerinden biridir. Bir
ağaç yaralandığında, yarayı kapatmak
için reçine salgılayabilir. Çöküntü katmanları
arasında kendine bir yol bulabilen dirençli bir
reçine fosilleşerek, milyonlarca yılın sonunda
sert bir kehribar parçası hâline gelebilir.
Fakat bunun gerçekleşmesi için tam olarak
bütün gerekli koşullar sağlanmalıdır. Kehribar
bilim dünyası için çok ilgi çekicidir, çünkü
milyonlarca yıl öncesinden kalma bitki ve
hayvanları içinde saklıyor olabilir. Ayrıca
binlerce yıldan beri, insanlar tarafından takı
yapımında kullanılır.

Reçine salgılandığında, kehribara
dönüşeceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Çoğunlukla da dönüşmeyecektir; çünkü ancak
şu koşullar sağlanırsa kehribar ortaya çıkar:
Tüm reçine kimyasal olarak durağan
olmalıdır ve zamanla çözünmemelidir.
Güneşe, yağmura, uç sıcaklıklara ve
bakteriler ya da küfler gibi mikro-
organizmalara dirençli olmalıdır.

Bir Baltık kehribarı içinde karınca görülüyor.
(Telif: Anders L. Damgaard)

Bir kiraz ağacından damlayan reçine. Dünya'daki bilinen en geniş kehribar deposu, Rusya'nın
(Telif: Kreuzschnabel) Kaliningrad kentinde keşfedilen 50 milyon yıllık Baltık
kehribarlarının bulunduğu bölgedir. İkinci bir bölge ise
14 Burma'da keşfedilmiş olup, orada da 99 milyon
yıllık kehribarlar bulunmaktadır.

Reçinenin Kehribara Dönüşümü

Kehribar, ağaç özsuyundan değil, ağaç tarafından üretilen
reçineden oluşur. Ağacın özsuyu besinleri ağacın her
yanına taşırken, reçine yarı-katıdır ve bitkinin bağışıklık
sisteminin bir savunma yanıtı olarak görev yapar. Bir
ağaçta yara oluştuğunda, örneğin bir dalı kırıldığında
veya böcekler ya da mantarlar tarafından istila
edildiğinde, yaranın üstünü kaplayacak kalın bir reçine
salgılayarak, hasarın büyümesini engellemeye çalışır.
Yarayı kapatır ve sterilize eder.
Bitkiler tarafından salgılanan iki tür reçine
fosilleşebilir: Terpenoidler, hem açık tohumlular
(kozalaklılar), hem de kapalı tohumlular tarafından
üretilir. İzopren (C5H8) birimlerden oluşan halka
yapılardan meydana gelirler. Fenolik reçineler ise sadece
kapalı tohumlular tarafından üretilir. Ayrıca, soyu
tükenmiş bir ağaç türü olan "medullosan"lar da başka bir
benzersiz reçine türü üretirdi.

BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Reçinenin fosilleşebilmesi için doğru koşullarla karşılaşması gerekir. Genç kehribar,
deniz suyu ile taşınabilir ve sonra çöküntü içine gömülerek fosilleşebilir. Baltık
denizinde buzullar çok sayıda ağacı devirmiş ve onları gömerek, fosilleşmelerini
sağlamıştır. Nemli kil ve kum çöküntüleri reçineyi iyi korur, çünkü fazla oksijen
içermezler ve çöküntüler nihayetinde kayalara dönüşür. Yoğun basınç ve sıcaklıklar,
reçinenin katı bir turuncu mücevhere dönüşmesine neden olur. İlk moleküler
polimerleşme kopal (genç kehribar) oluşturur ve daha sonra ısı ile basınç terpenleri
atarak, kehribara dönüşümü tamamlar.

En Güzel Fosiller

Bulunan kehribarların çoğu 30 ilâ 90 milyon yıl öncesinden kalmadır ama reçinenin
kehribara dönüşme sürecinin ne kadar zaman aldığı kesin olarak bilinmemektedir.
Keşfedilen en eski kehribar, 320 milyon yıl önceki Üst Karbonifer Dönem'den kalmadır.
En genç kehribarların ise 20 milyon yıllık oldukları saptanmıştır.

Değerli Dominik mavi kehribarı. (Telif: Vassil)

Kehribarın en ilgi çekici yanı, milyonlarca yıl önce içine düşen canlıların bozulmadan
günümüze kadar ulaşabiliyor olmasıdır. Şimdiye dek bulunan kehribarlar arasında,
içinde canlı içerenlerin en eskisi 230 milyon yıl öncesine tarihlenmiştir. Kuzey doğu
İtalya'da bulunan bu kehribarda küçük akar böceklerine rastlanmıştır. Reçinenin
kehribara dönüşüm sürecinde, normal fosilleşme sürecinde canlıların korunmayan bazı
önemli özellikleri korunur.
Kehribar, taş devrinden bu yana yani yaklaşık 13.000 yıldır, dekorasyon ve takı amaçlı
kullanılmıştır. Sahteleriyle gerçeklerini ayırt etmek için genellikle tuzlu suda yüzme
sınaması yapılır; şayet su üzerinde kalıyorsa, kehribar gerçek kabul edilir.
Farklı renkte kehribarlara rastlanmaktadır. Büyük bölümü bal rengi olsa da, beyazımsı
olanlardan mavilere, kırmızılara hatta siyaha uzanan geniş bir renk yelpazesine sahiptir.
Ağaç kabuğundan salgılanan reçineden oluşan kehribarlar daha saydam iken, ağacın iç
kısmından gelenler daha bulutlu bir görünüme sahip olur.

Kaynak ve İleri Okuma:

"How amber forms — nature’s time capsule"
Smithsonian Magazine, "Pint-Sized Lizards Trapped in Amber Give Clues to Life 100 Million Years Ago"

Kaynak: https://bilimfili.com/kehribar-nasil-olusur

15 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Dünya’da İlk Kez CRISPR ile Kalıtsal Körlük Tedavisi Denendi.

Oğuz Sezgin 5 Mart 2020

Dünya’da ilk kez doktorlar, bir hastanın genlerini CRISPR

ile değiştirerek, kalıtsal körlüğü tedavi etme girişiminde

bulundular. Oregon Sağlık & Bilim Enstiüsü’nden bir ekip,

hastanın gözüne üç damla CRISPR DNA fragmanı enjekte

ederek, nadir görülen genetik bir hastalığı tedavi etmeyi

umuyor.

Leber congenital amaurosis adı verilen genetik hastalık,

çocukluğun erken evrelerinde ağır görme bozukluğuyla

ortaya çıkarak, zamanla hastanın tümüyle kör olmasına

neden olabiliyor.

“Genel anlamda, bu sayede doğuştan kör olan insanları

alarak, onların görmesini sağlayabiliriz,” diyor, Editas

Tıp’tan şef bilimsel yetkili Charles Albright Associated

Press’e verdiği demeçte.

Editas Tıp, gerçekten genetik tedavi geliştiren biyoteknoloji

şirketlerinden biridir. “Bu sayede tümüyle yeni bir ilaç türü

doğuyor ve DNA’yı değiştirebilen ilaçla olacak.”

Bazı genetik hastalıklar mevcut gen terapileriyle tedavi

edilebiliyor. Bu tedavilerde mutasyona uğrayan gen

değiştirilerek tedavi edilebilirken, Leber congenital

amaurosis gibi hastalıklarda genetik bozukluk çok büyük

olduğundan, mevcut tedavilerle iyileştirmek pek mümkün

değil. İşte bu nedenle doktorlar genetik hatayı CRISPR’la

düzenlemeyi seçti.

“Hücreler bir kez düzenlendi mi, bu kalıcı oluyor ve hücre
hastanın hayatı için sebat etmelidir,” diyor Massachusetts Göz
ve Kulak Hastanesi’nden doktor Eric Pierce. Doktorların bu ilk
denemesinin işe yarayıp yaramadığını anlamak yaklaşık bir ay
alacak. Eğer işe yararsa doktorlar çocuklar ve yetişkinlerin de
aralarında olduğu 18 hastanın, daha genlerini düzenlemeyi
planlıyor.
Leber Konjenital Amorozisi Hakkında
Leber konjenital amorozisi, retinayı etkileyen genetik bir nadir
hastalıktır. Retina ise gözde ışığı ve rengi algılayan özelleşmiş
bir yapıdır. LKA(Leber konjenital amorozisi) ilk defa Theodor
Leber tarafından 1869 ve 1871yıllarında klinik bulgulara
dayanarak tanımlandı. Etkilenen yeni doğanlar doğduklarında
çoğunlukla körlerdir. LKA genellikle otozomal resesif olarak
kalıtılır. Otozomal resesif kalıtımın ne olduğuna ise sonraki
başlıklarda değindik. Bu hastalığın alt tipleri de mevcut ve 13
tanedir. Alt tipler genetik farklılıklar, bağlantılı göz
anormallikleri ve görme kaybının izlediği yolların farklı
olmasından dolayı varlar.
Belirti ve Semptomlar
LKA ile doğan çocuklarda retinadaki ışık toplayan
hücrelerin(rod ve koniler) işlevi tam olarak gerçekleştirilmez.
Bebeklikten itibaren LKA olan insanlarda ağır görme bozukluğu
vardır. Bu bozukluk ilerleyici değildir ama çok yavaş bir şekilde
zamanla kötüleşebilir.

Kaynaklar: https://www.sciencealert.com/in-a-world-first-crispr-has-
been-trialled-on-a-patient-to-cure-blindness Leber Konjenital
Amorozisi
...Copyright (C) Gerçek Bilim kaynağını göstermeden paylaşmak ve
yayınlamak yasaktır, https://www.gercekbilim.com/dunya-ilk-kez-
crispr-genetik-korluk-tedavisi/ .

16 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Yeni Yapay Zeka İnsan Düşüncelerini Okuyarak, Kelimelere Dökebiliyor.

-Oğuz Sezgin –
Yapay zeka şaşırtmaya devam ediyor. Amazon ve Google asistanları kolaylıkla konuşmaları çözerek
anlayabiliyor ve bu bize artık çok normal gelmeye başladı. Fakat yeni geliştirilen yapay zeka sistemi,
beynimizde oluşturduğumuz sözcükleri, bir kelime bile duymamış olmasına rağmen inanılmaz bir hızla
yazıya dökebiliyor.
San Francisco Kaliforniya Üniversitesi’nden(UCSF) beyin cerrahı Edward Chang liderliğindeki bir
araştırma ekibi, epilepsi hastalarının kortikal aktivitesi esnasında, beyinlerindeki elektrotlar yardımıyla
elektrik impulslarını kaydederek, elektro-kortikogramlarını çözdü.
Normalde araştırmada 4 epilepsi hastasının nöbetlerini görüntülenmesi hedefleniyordu. Buna rağmen,
UCSF ekibi ek bir deney yapmaya karar verdi. Katılımcılar bir grup sözcüğü okuyarak tekrarlarken, beyin
aktivitelerini de kaydetti.
Sonra hastaların önemli sözcükleri söylerken, kaydedilen konuşma ifadelerine ilişkin beyin
aktivitelerinden, kaynaklı desenler ile bu veriler beslendi.
En son diğer bir nöral ağ bu sunumları çözümlemek için tümüyle sözcüklere ilişkin kortikal işaretleri
temel aldı ve sonra konuşulan 30 ila 50 sözcük tekrarından yola çıkarak, söylenen sözcükleri tahmin
etmeye çalıştı.

Yapay Zekanın Hata Payı %3
Araştırmanın en iyi yanı ise sistemin bir katılımcıda beyin sinyallerini sadece % 3 kelime hata payıyla
tahmin edebilmesiydi. Bu belki de, katı deneysel koşullar altında, yapay zekanın bir insanın aklını okumaya
en yakın olduğu an olabilir.
Makalede araştırma ekibi, yapay zekanın bazı tahminlerde hatalı sonuçlar üretebileceğini fakat bunun
sürekli olmayacağını söylüyor.. Genelde hatalar yanlış duyulan sözcükler gibi değil. Bunun YZ’deki sınırlı
veri setinden kaynaklanabileceği düşünülüyor.
Genelde hata örnekleri şöyle;
*‘the museum hires musicians every evening’, kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş,’ museum hires
musicians every expensive morning’;
*‘part of the cake was eaten by the dog’ kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş, ‘part of the cake was the
cookie’;
* ‘tina turner is a pop singer’, kelimesi şu şekilde tahmin edilmiş ‘did turner is a pop singer’.
Bazı durumlarda ise ne semantik, ne de fonetikle hiçbir ilişkisi olmayan kelimeler çok yanlış tahmin
edilmiş. Örneğin; ‘she wore warm fleecy woollen overalls’ şu şekilde yorumlanmış; ‘the oasis was a
mirage’.
Hataların tuhaflığına rağmen, YZ tabanlı beyin aktivitesi çözümlenmesine dayanan bu sistem çok iyi
çalışıyor. Profesyonel kopyalayıcılar % 5 hataya sahipken, YZ % 3 hata yapıyor. Bu gerçekten iyi bir sonuç
gibi gözükse de, sistem sadece 250 sözcüğün kortikal işareti öğrendiğinden, henüz profesyonellerin
onbinlerce sözcüklük hazinesine yaklaşamıyor.
Tabi halen sistemin üstesinden gelmesi gereken pek çok zorluk var ama yine de belki bir gün konuşma
yeteneğini kaybetmiş insanlar için kullanılabilir. Eğer bu teknoloji gerçekten işe yararsa , başlangıç
niteliğindeki bu deneylerin çok daha ötesine geçilebilir. Ayrıca dilin esnekliği ve kelime hazinesi de
genişletilebilir. Araştırma Nature Neuroscience dergisinde yayınlanabilir.

Kaynak: https://www.sciencealert.com/new-ai-system-translates-human-brain-signals-into-text-with-up-to-97-accuracy
...Copyright (C) Gerçek Bilim kaynağını göstermeden paylaşmak ve yayınlamak yasaktır,
https://www.gercekbilim.com/yeni-yapay-zeka-insan-dusuncelerini-okuyarak-kelimelere-dokebiliyor/ .

17 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

TETİK

Cüneyt ÖZDAŞ

Ormanda kayboldunuz, saatlerdir aç ve susuz bir şekilde dolanıyorsunuz. Kendi kendinize “kaderde
ormanda açlıktan ölmek de varmış” diye düşünürken birden etrafında şerbet çeşmeleri dizili olan bir
açıklığa ulaşıyorsunuz, kefeni yırttınız, en azından açlıktan ölmeyeceksiniz. Hemen şerbetlere doğru
hızlı adımlarla yürümeye başlıyorsunuz ama açlıktan olsa gerek nereye bastığınıza dikkat
etmediğiniz için yere saplı duran bu kırmızı çubuğa ayağınız takılıyor ve düşüyorsunuz. İşte o anda
bunun bir tuzak olduğu, takıldığınız şeyin de tetik mekanizması olabileceği aklınıza geliyor. Korkuyla
bir şeyler olmasını bekliyorsunuz ama hiçbir şey olmuyor. Demek ki bu bir tuzak değil. Kefeni bir
kere daha yırttınız.

… mı acaba?

Aslında şu anda ölümle burun
burunasınız, acılar içerisinde
kıvranarak yavaş yavaş ölmeye
başlamanız an meselesi, her şey
şimdi ne yapacağınıza bağlı. Aynı
çubuğa, ya da şimdi fark ettiğiniz
yakındaki benzer iki çubuktan
birisine, 30 saniye içinde yeniden
dokunduğunuz an belki de
gökyüzünü gördüğünüz son saniye
olacak. 1/10 saniye kadar kısa bir
süre içinde zemin bir kitap gibi
katlanıp sizi içine hapsedecek. O
durumda tek şansınız sizi yemeye
çalışan şeyin sizi zahmete
değmeyecek kadar küçük bir
lokma olarak görmesi. Eğer
gerçekten küçükseniz, o zaman
yandaki parmaklıklar arasından
sıyrılıp bu tuzaktan kaçabilirsiniz
(yerdeki çubuklardan uzak
durmak kaydıyla). Ama eğer
parmaklıklar arasından
geçemeyecek kadar büyükseniz
birazdan parmaklıklar da yok
olarak bulunduğunuz yer hava
geçirmez bir oda halini alacak ve
yerden salgılanan enzimler ile
sindirilmeye başlayacaksınız.
Şansınız varsa sindirme işlemi
başlamadan önce havasızlıktan
bayılırsınız. Çırpınmanız nafile,
sadece kapanın daha sıkı
kapanmasını sağlayacak
… Haberler kötü: belli ki dev bir
Venüs sinek kapan bitkisi
içindesiniz (ya da bitki normal
boyutta ama siz mini-
minnacıksınız).

18 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Sinek kapan yaprağı ve üzerindeki tetikler.

Evet yukarıdaki fotoğraf bir Venüs sinek kapanının yaprağının her bir kanadında genelde üçer
tane olan tetiklerden birisini yakından gösteriyor. Bu tetikler gerçekten de yukarıdaki hikayede
bahsedildiği kadar karmaşık ve sinsi bir davranışa sahip. Tetiklere bir kere dokunmak
mekanizmayı harekete geçirmeye yeterli değil. 20-30 saniye içinde ya aynı tetiğe ya da diğer
tetiklerden birisine bir kere daha dokunmanız gerekiyor. Bu sayede bitki potansiyel yiyecek ile
canlı olmayan uyaranları birbirinden ayırmaya çalışıyor çünkü kapanı boşaltmak ve sonra
yeniden kurmak bitki için çok masraflı; düşen bir yağmur damlasının ya da rüzgarda savrulup
tetiğe çarpan bir yaprağın kapanı boşu boşuna çalıştırmaması gerekli.
Mekanizmanın nasıl çalıştığına gelmeden önce bu bitkiyi ve özellikle neden etobur olduğunu biraz
anlatmak gerekli. Bilimsel adı Dionaea muscipula olan bu bitki doğal olarak Kuzey Amerika’nın batı
yakasında çok dar bataklık bir bölgede yetişiyor. Bu bölge sub-tropik bir alan, yeterince güneş ışığı ve
su var, ama maalesef toprak azot (nitrojen) açısından çok fakir. Eğer bitki klorofil, aminoasit ve
protein yapımı için elzem olan azotu topraktan alamıyorsa başka bir yerden almalı. Şansa bakın ki
böcekler ve örümcekler (örümceklerin böcek olmadığını biliyorsunuz değil mi?) azot açısından çok
zengin. Bitkinin yapması gereken üç basit(!) şey kalıyor geriye:

1) böcekleri kendine çekecek bir yöntem bulmak (ki bitkiler için bu sıradan bir şey ),
2) sindirim enzimleri üretecek bir sistem kurmak
3) ve nihayetinde bitkilerin normal hareket hızının çok ötesinde böceklerden bile hızlı bir hareket
yeteneği edinmek.

Atmosferdeki karbonu şekere çevirmek tüm klorofilli bitkilerin yaptığı şey. Uçları kapan şeklinde olan
yaprakların bitki gövdesine yakın aşağı kısımları fotosentez yaparak bu işi hallediyor. Besin değeri
yüksek “şerbet” kapanın kenarlarındaki bezlerden salgılanıyor. Yine bitkinin sentezlediği sindirim
enzimleri ise kapanın orta kısmındaki, fotoğrafta minik kubbeler şeklinde görünen hücre öbekleri
tarafından salgılanıyor.

19 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Gelelim işin can alıcı kısmına: hızlı hareket yeteneği. Biliyorsunuz ki bitkiler hareketsiz değil, en
azından büyüyorlar ve bundan daha hızlı şeklide gün içinde yapraklarını güneşe doğru çevirmeyi
başarabiliyorlar. Bu hareketleri yaprakların ve sapların değişik bölgelerinin (mesela güneş alan

kısımların) diğer bölgelere göre daha hızlı büyümesi ile oluşuyor. Sarmaşık gibi bitkiler ise büyüme
hızının dokunma ile değişmesi sayesinde buldukları dala sarılabiliyorlar. Ancak tüm bu hareketler
böcekler ile baş etmenin çok altında hızlara sahip. Kas ve sinir sisteminden yoksun olan sinekkapan
bitkisi, elindeki bu asimetrik büyüme mekanizmasını bir şeklide hızlı çalıştırmanın yolunu bulmalı.

Eldeki malzeme ile çalışan evrim mekanizması da bu bitkiye tam olarak bunu sağlamış vaziyette.
Aynen hayvanlarda olduğu gibi bitki hücrelerinin duvarlarında da açılıp kapanabilen iyon kanalları
var. Elektrik yüklü sodyum ya da potasyum gibi iyonlar hücre zarındaki ilgili seçici kanalların
açılması sonucu hücre içine giriyor veya hücre dışına çıkıyor. Bu kanalların açık ya da kapalı
olması değişik etkenlere mesela hücre etrafında ya da içindeki kimyasal maddelerin veya elektrik

yüklerinin derişimine bağlı.

Venüs sinek kapanının hareket Neticede yaprağın iç duvarının
yüzölçümü azalırken dış yüzeyinin
mekanizması henüz tüm detayları yüzölçümü artıyor bu ise
ile çözülmemiş olsa da temel
çalışma mekanizmasının şu dışbükey duran yaprağı içbükey hale
şekilde olduğu düşünülüyor: getiriyor. Aynen köpek eğitimlerinde
kullanılan “clicker”larda olduğu
Açık şekilde duran Venüs sinek gibi dışbükey-içbükey geçişi basınç
kapanının yapraklarında iç
kısımdaki hücreler içlerindeki kritik değere ulaştığında çok ani
bolca su sayesinde şişmiş şekilde oluyor. Metal “clicker”da bu
ani geometrik değişim klik sesini
vaziyette duruyorlar bu nedenle üretiyor. Venüs sinek kapanında ise
kapanın iç kısmının yüzey alanı
dış kısmının yüzey alanından bu kritik değer yaprağın bir bitki için
daha büyük, haliyle yukardan rekor sayılacak bir hızla hareketi
bakıldığında yapraklar geriye anlamına geliyor. Bu hareketin ne
kadar hızlı olduğu ortamdaki neme,
kıvrılmış, dışbükey bir şekilde güneş ışığı miktarına ve bitkinin
duruyor. Tetiklere dokunulunca
tetikler ortama elektrik yüklü genel sağlık durumuna bağlı.
iyonlar salıyor ve bu iyonların Aşağıda iki yaprağı tetiklere
dokunarak kapattığım videoları
oluşturduğu potansiyel fark iç göreceksiniz. Bendeki bitkiyi daha
çeperdeki hücrelerin özel bazı
iyon kanallarını açılıyor. Ancak birkaç gün önce yeni bir saksıya
tetiğin tek uyarımda ürettiği yük aktardığım için biraz hırpalanmış
miktarı bu kanallarının açılması durumda, haliyle yapraklar yeterince
açık değil ve kapanma hızları da
için gerekli farkı yaratamıyor. 30
saniye içinde, henüz ilk idealden daha yavaş.
potansiyel fark gücünü İlk videoda bir kere dokunmaya
yitirmeden ikinci bir iyon yükü çalıştım ama elimdeki cımbızın ucu
tetiğe çok kısa aralıkla iki kere
ortama eklenirse ancak o zaman dokundu. ikinci videoda ise ilk
eşik değeri aşılıyor ve hücrelerin
iyon kanalları ancak o zaman hamlede tetiği ıskaladım. İkinci ve
açılıyor. Açılan bu kanallar üçüncü hamle isabetli oldu.
Beklendiği üzere ilk uyarıdan sonra
üzerinden hücre içindeki suyun yaprakta hiç bir hareket yokken
bir kısmı dışarı çıkıyor ve
yaprağın diğer (dış) yüzeyindeki ikinci uyarıdan sonra yaprak
hücreler tarafından emiliyor. kapanıyor.

VİDEOSU: >>>> https://www.youtube.com/watch?time_continue=20&v=WrbvEmz_HYM&feature=emb_title

Kaynak: http://www.acikbilim.com/2014/10/gorsel/ayin-fotografi-tetik.html

20 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Neden Kadınların Bağışıklık Sistemi Erkeklerden Daha Güçlü?

Dünya çapında ortalama yaşam beklentisi erkekler için 69,8 yıl iken kadınlarda 74,2. Kadınların
uzun yaşamaya ek olarak sağlık açısından daha dirençli bir hayat sürdükleri de biliniyor. Kansere
yakalanma, travmalarla başa çıkma ve bakteriyel ya da viral enfeksiyonlar gibi durumlarda
kadınların direnci oldukça yüksek.
İnsanlarda cinsiyet X ve Y kromozomlarının dağılımıyla belirlenir. Kadınların kromozom
çiftlerinde iki tane X kromozomu varken erkeklerde her iki kromozomdan birer tane bulunur. Dişi
embriyo gelişiminde her hücrede X kromozomlarından biri rastgele etkisizleştirilir. Ancak bu
işlem kusursuz değildir. Bazı genler etkisizleştirilme işleminden etkilenmez ve birey aynı genin iki
farklı versiyonuna sahip olur.
2011’de Belçika’daki Ghent Üniversitesi araştırmacılarının yaptığı deneyler cinsiyete bağlı
bağışıklık farklılıklarının kısmi olarak mikro RNA adındaki küçük genetik materyal
parçacıklarından kaynaklandığına dair önemli ipuçları sundu. Mikro RNA’ların belli genleri
kapattığı ya da susturduğu biliniyor. Y kromozomunda mikro RNA bulunmazken, X
kromozomları bir hücredeki toplam mikro RNA’nın %10’unu barındırıyor.
Mikro RNA’nın hücre korunması ve savunmasında sağladığı avantajlar, kadınların fazladan
sahip oldukları mikro RNA’lar sayesinde hastalıklara daha dirençli olduklarını kısmen de olsa
açıklıyor. Sepsis hastalarında, X kromozomunda bulunduğu bilinen belli bir mikro RNA türünün
düşük seviyelerde olması hipotezleri doğrular nitelikte.
Genetik materyale ek olarak, cinsiyet hormonları da bağışıklık üzerinde etkilidir. Erkeklerde
daha çok salgılanan testosteron hormonu bağışıklık tepkisini zayıflatan bir etkiye sahipken,
kadınlarda daha çok salgılanan östrojen hormonu bağışıklık hücresi sayısını ve etkinliğini artırır.
Bu sayede kadınlarda enfeksiyonlar daha hızlı iyileşir. Ancak kadınlarda bağışıklığın daha iyi
olması her zaman olumlu sonuçlanmıyor. Bağışıklık sisteminin aşırı duyarlılığı sonucu
organizmanın kendi dokularına saldırması, yani otoimmün (özbağışıklık) hastalıkların %78’i
kadınlarda görülüyor.

Kaynaklar: who.int/gho/mortality_burden_disease/life_tables/situation_trends_text/en livescience.com/16268-female-immune-system-
stronger-males-genetics.html theconversation.com/man-flu-is-real-but-women-get-more-autoimmunediseases-and-allergies-77248

https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/tamsayi_pdf/619_bilim_ve_teknik_2019_haziran_tum_sayi.pdf

21 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Kalkerli algler, filigran sanat eserlerini nasıl üretiyorlar?

Midyeler, kalkerli algler, deniz kestaneleri ve denizyıldızları doğanın müthiş nano yapı ustaları
olarak kabul edilir. Bu canlılar sadece kalker, protein ve şeker ile minik yapılar üretiyor. Alman
bilim insanları, kalkerli algın filigran yapıları nasıl ürettiğini açıklayan önemli bir mekanizma
keşfetti.
Kalkerli alglerin en ağır örnekleri milyarda bir gramdan bile daha hafif olmasına rağmen bu tek
hücreliler her yıl dünya genelinde beş yüz milyon ton hacminde kalsiyum karbonat üretirler. Ve
birkaç nanometre büyüklüğündeki kalsit kristalleri biçimindeki kalkerle mimari yapılar
yaratıyorlar.
Araştırmacılar, kristalleri kullanıldıkları yerde oluşmasını sağlayan biyokimyasal bir mekanizma
keşfetmişler. Ekip bilimsel adı Pleurochrysis carterae olan kalkerli algı incelemiş. Bu alg adını
üzerindeki kalkerli pullardan (kokolit) alan kokolitoforitler (Coccolithophorids) grubuna dahildir.
Bu minik kalkerli pullar her şeyden önce selüloz liflerinden oluşan bir tabana sahiptir ve bu taban
tıpkı bir tart tabanı gibi bir kenarla çevrilidir.

Sadece bu kenarda dönüşümlü olarak iki farklı kalsit kristal biçimleri sıralanmış. Kokolitler,
hücrenin içinde, zarla kaplanmış bir alan olan özel bir kese içinde oluşuyor. Olgunlaşmış
kokolitler hücreden atılıyor ve her alg hücresini çevreleyen kokolit tabakasıyla birleştiriliyor. İşte
bu özel zar alanındaki düzenli yapının nasıl oluştuğu şimdiye dek pek bilinmiyordu.
Son deneylerden anlaşıldığı üzere kalker kristalleri sadece kokolitlerin kenarlarında oluşabilmesi
için devreye negatif yüklü çözünür çoklu şekerler (polisakkaritler) devreye giriyor. Fakat bunlar
taban kenarına kalsiyum karbonat değil sadece pozitif yüklü kalsiyumu taşıyor ve kalsiyumla
birlikte minik topaklar olarak yerleşiyorlar. Buna göre proteinlerin, konumlanmada katkıları
bulunmuyor.
Gerçi daha önceki incelemelerden kalsiyum karbonatın kristalleşmesinde, çözünür içeriklerin
karıştığı anlaşılmıştı ancak çoklu şekerlerin ve proteinlerin hangi rolleri oynadığı bilinmiyordu.
Araştırmacılar ayrıca bu sürecin yalnızca kalsiyumla işlediğini ve magnezyum veya sodyum gibi
metal iyonlarının çoklu şekeri gelişigüzel dağıttıklarını ya da taban kenarına aktarmadıklarını da
tespit etmişler. Anlaşıldığı üzere bu bilgiler sadece P. carterae için değil kalker işleyen tüm
organizmalar için önemli. Ve bu bilgilerin teknik alanda da yararlı olabileceği düşünülüyor.
Mesela malzeme bilimcilerine nanoteknoloji için minik yapılar üretmede yardımcı olabilir diyor
araştırmacılar.

Kaynak: http://science.sciencemag.org/content/353/6299/590
https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/yasam/kalkerli-algler-filigran-sanat-eserlerini-nasil-uretiyorlar

22 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Bir balık türü ilk kez ayna testini geçti.

Tropikal bir balık türü olan ve bir insan parmağı büyüklüğündeki çırçır balığı temizleyici, öz
farkındalığı ölçen ayna testini geçebilen ilk balık türü oldu.
Ayna testi, 1970 yılında psikolog Gordon Gallup Jr. tarafından geliştirilen ve bir hayvanın aynada
kendini tanıma yeteneğine sahip olup olmadığına karar vermeye yarayan bir deney. Hayvan
zekâsını göreceli olarak ölçen bu testi daha önce maymunlar, yunuslar, filler, güvercinler
ve saksağanların olduğu bir grup hayvan türü geçmişti. Test, temel olarak hayvanın kendi kendini
tanıyabilmesi ile geçilebiliyor.

Ayna testini geçmenin standardı,
hayvanların bedenlerinde alışık
olmadıkları yeni bir özelliğe
verdikleri tepkiyi ölçmeye
dayanıyor. Örneğin, hayvanın
alnına bir boya lekesi eklenir ve
hayvan da aynaya bakarak elini
alnında gezdirirse aynadaki yüzün
kendine ait olduğunun farkında
demektir.
Çırçır balığı temizleyicinin ayna
testinde öncelikle 10 balık ayrı
ayrı tanka konuldu. İlk başta
balıklar, bölgesel koruyuculuk
güdülerinin de etkisiyle aynadaki
yansımalarına saldırdılar.
Araştırmacılar daha sonra balıklardan sekizinin başlarına birer jel lekesi eklediler. Balıklardan
birisi, lekenin yansımasının göründüğü pozisyonda önemli ölçüde daha fazla zaman harcadı.
Bu testin sonucu, Çırçır balığı temizleyicinin öz farkındalığa sahip olduğu konusunda herkesi ikna
edemedi aslında. Bu konuda farklı tartışmalar da mevcut.
Karıncalar üzerine birkaç yıl önce yapılan bir çalışma da kendi yansımalarını
tanımlayabileceklerini göstermişti. İki yıl önce bir hayalet vatoz da kendini aynada tanırken
görüntülenmişti.

Kaynaklar:
https://www.newscientist.com/article/2178329-a-species-of-fish-has-passed-the-mirror-test-for-the-first-time/
https://www.sciencealert.com/cleaner-wrasse-passes-mirror-self-recognition-test-self-awareness
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ayna_testi
https://www.bilim.org/bir-balik-turu-ilk-kez-ayna-testini-gecti/

23 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

GÜNEY KUTBU’NDA ANTİK BİR YAĞMUR ORMANININ İZLERİ ORTAYA ÇIKTI.

POPULAR SCIENCE TÜRKİYE 3 NİSAN 2020

Dünya’nın kutupları, çok eski zamanlardan beri donmuş, çorak toprakları andırıyordu. Buralarda
yaşam görülüyor fakat insanlar ve diğer çoğu hayvan, geçerli sebeplerle evkatora daha yakın ve
daha konuksever iklimlerin güvenliğine sığınıyor.
Fakat bu bölgeler her zaman çorak değilmiş. Gezegenimizin antik geçmişinde, şartların büyük
ölçüde farklı olduğunu biliyoruz. Yaklaşık 90 milyon yıl önceki orta Kretase Dönemi’nde,
atmosferde bulunan yoğun CO2 gazları; küresel sıcaklıkları çok daha artırmış, kutuplardaki buz
katmanlarını eritmiş ve deniz seviyelerini bugüne göre 170 metre daha yükseğe çıkarmış olabilir.
Böyle bir dünyada Güney Kutbu nasıl görünüyordu? Çarpıcı bir keşif sayesinde, artık bunun
cevabını biliyoruz.
2017 yılında RV Polarstern gemisiyle Amundsen Denizi’ne sefer gerçekleştiren araştırmacılar, Batı
Antartika deniz yatağının altındaki zeminde derin bir delik açmışlar. Pine Adası ve Thwaites
buzullarının konumuna yakın olan bu nokta, Güney Kutbu’na yalnızca 900 kilometre civarı
uzaklıkta.

Yaklaşık 90 milyon yıl önceki tortulaşma sırasında, Güney Kutbu bölgesinin basitleştirilmiş ve genel bir haritası.
(J. P. Klages, Alfred-Wegener Enstitüsü)

Araştırmacıların özellikle 30 metre civarındaki derinliklerden çıkardığı şeyler, yüzeye yakın
yerde duran çökelti bileşimiyle taban tabana zıtmış.
Almanya’daki Alfred Wegener Enstitüsü, Helmholtz Kutup ve Deniz Araştırması Merkezi’nde
yerbilimci olan Johann Klages, şöyle söylüyor: “Gemi güvertesinde yapılan ilk
değerlendirmelerde, bu tortu katmanının olağandışı renkleri hemen dikkatimizi çekmişti”
“İlk analizler; okyanus tabanının 27 ila 30 metre altında, esasında karada oluşmuş bir katman
bulduğumuzu gösterdi.”
Bunlar, birçok açıdan keşfedilmemiş olan bölgede yer alıyormuş. Hiç kimse, gezegenin bu
kadar kuzeyinde yer alan zeminden Kretase Dönemi’ne ait bir örnek çıkarmamış. Buna
rağmen araştırmacılar, X-ışınlı hesaplamalı tomografi (CT) taramalarıyla gerçekleştirilen
yakın inceleme sonucunda ortaya çıkan şeyi beklemiyormuş.

24 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Bunlar, birçok açıdan keşfedilmemiş olan Yapılan sanal canlandırmalara göre, orta
bölgede yer alıyormuş. Hiç kimse, gezegenin bu Kretase dönemi esnasında atmosferdeki CO2
kadar kuzeyinde yer alan zeminden Kretase seviyeleri, bilim insanlarının zannettiğinden çok
Dönemi’ne ait bir örnek çıkarmamış. Buna daha yüksek olmuş.
rağmen araştırmacılar, X-ışınlı hesaplamalı Bu çok sıcak ortamda (Güney Kutbu’ndaki yıllık
tomografi (CT) taramalarıyla gerçekleştirilen ortalama hava sıcaklığı yaklaşık 12 derece
yakın inceleme sonucunda ortaya çıkan şeyi Celsius’muş); yoğun bitki örtüsünün tüm Güney
beklemiyormuş. Kutbu kıtasını kaplamış olması ve bugün
Yapılan bu taramalar, kara üzerinde bulunan ve bildiğimiz buz tabakalarının (ve kendileriyle
fosilleşmiş bitki köklerinden oluşan karmaşık ilişkili soğuma etkisinin) var olmaması
bir ağı ifade ediyormuş. Mikroskobik gerekiyormuş.
analizlerde ise polen ve sporların bulgularına Almanya’daki Bremen Üniversitesi’nde
ulaşılmış. Tüm bunlar, yaklaşık 90 milyon yıl yerbilimci olan Torsten Bickert, “Bizim
önce Güney Kutbu’nda var olmuş antik bir yaptığımız çalışmadan önce, genel olarak Kretase
yağmur ormanının günümüze kadar gelmiş dönemindeki küresel karbon dioksit
kalıntılarına işaret ediyor. Yani bölge, çorak bir yoğunluğunun yaklaşık 1.000 ppm (milyon başına
buz alanına dönüşmeden çok uzun zaman birim) olduğu varsayılıyordu” diye açıklıyor.
önce… “Fakat modele dayalı deneylerimizde, Güney
İngiltere’deki Northumbria Üniversitesi’nde Kutbu’nda o zamanlar mevcut olan ortalama
paleoekolog olan Ulrich Salzmann, sıcaklıklara ulaşmak için yoğunluk seviyelerinin
şöyle söylüyor: “Çok sayıdaki bitki kalıntısı, 1.120 ila 1.680 ppm olması gerekiyor.”
Batı Antartika kıyısının o zamanlar yoğun Bu yeni bulgularda ortaya çıkarılması gereken
biçimde ılıman, bataklık bir orman olduğunu daha çok şey var; fakat bulgular en azından,
gösteriyor; bugün Yeni Zelanda’da bulunan dinozorların hâlâ Dünya’da gezdiği tarih öncesi
ormanlar gibi…” dönemlerde, CO2 yoğunluğu ile kutup iklimleri
Bu eşi görülmemiş bulgu, yalnızca güney arasındaki derin bağları çok daha iyi anlamamızı
kutbunda çok eskiden bitkilerin yaşadığını sağlıyor.
söylemiyor; böyle bir şeyin nasıl mümkün Bu, gezegenin geleceği için ciddi önem
olabileceğine yönelik de bir şeyler ima ediyor. taşıyabilecek bir tarih dersi niteliğinde. Özellikle
Takımın tahminlerine göre sondaj bölgesi; de, günümüzdeki CO2 seviyelerinin hızla
kıtasal plakaların sürünerek kayması sebebiyle, arttığı göz önüne alındığında. Bu tehlikeli eğimin
dinozorlar halen etrafta gezindiği sırada Güney düzleştirilmesi gerekiyor.
Kutbu’na birkaç yüz kilometre daha yakınmış. Tabi, ormanları yeniden Dünya’nın en soğuk
Ardından Güney Kutbu, şimdi olduğu gibi, bölgelerine davet etmek ve okyanusların, bütün
Antartika’daki kış mevsimi sırasında dört ay haritaları değiştirmesini istemiyorsak.
süren inatçı bir karanlığa maruz kalmış. Bu “Gezegen üzerinde halihazırda yaşanmış olan bu
antik yağmur ormanı, Güneş’ten bu kadar uzun uç noktadaki iklimleri incelememiz gerekiyor
süre mahrum kalmasına rağmen nasıl dallanıp çünkü bunlar, bir sera ikliminin neye benzediğini
budaklanmış? gösteriyorlar” diyor Klages, Vice sitesine.
Araştırmacılar bunu anlamak amacıyla “Kesinlikle ilginç bir dönemdeyiz çünkü şu an
modelleme kullanarak, uzun süre önce yaptığımız şeyi yapmaya devam edersek; bu
kaybolmuş olan bu orman bölgesine ait antik durum, daha fazla kontrol edemeyeceğimiz bir
iklimi yeniden oluşturmuşlar ve toprak şeye yol açabilir.”
örneğinde yer alan biyolojik ve jeokimyasal Bulgular Nature bülteninde sunuldu.
verilere dayanarak, bu iklimin neye benzemiş
olabileceğini çözmeye çalışmışlar. Yazar: Peter Dockrill/ScienceAlert. Çeviri: Ozan Zaloğlu. 
Kaynak: https://popsci.com.tr/guney-kutbunda-antik-bir-yagmur-
25 ormaninin-izleri-ortaya-cikti/

BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

BİLİM İNSANLARINI
ŞAŞKINA ÇEVİREN

DENİZANASI.

Nadir bulunan gizemli denizanası, bir naylon torba ile bir hayaletin kesişim
noktası gibi görünüyor.

JESS ROMEO

Ozan Zaloğlu Videodaki denizanası, kabaca bir çöp kutusu 
Deepstaria denizanası; Drakula ve Jacob  boyutunda. Denizin derinliklerinde yaşayan 
Marley’in hayaletiyle beraber, “Penceremin  bu denizanasının dokunaçları yok ve 
dışında sessizce dolandığını görmek  görüntüsü de ince, zarımsı bir zile benziyor. 
istemediğim hayaletimsi şeyler” listesinde  Yakından bakınca, yapısal destek sağlayarak 
yer alıyor. Fakat keşif gemisi Nautilus‘daki  vücuda besin ulaştıran ve kanallardan 
bilim insanlarına göre, bu hayaletimsi  meydana gelen geometrik bir ağ dokusunu 
denizanasını görmek bir sevinç kaynağı.  görebiliyorsunuz. Wired dergisi, 2015 yılında 
Ayrıca, büyük oranda bilinmeyen bir türü  kendisine “uçan battaniye” adını vermiş. 
kendi doğal yaşam alanında belgelemek için 
de bir fırsat.   Eğer açıklığa kavuşmadıysa diye 
belirtelim; Deepstaria ilginç bir canlı. Bu 
Deepstaria ismini taşıyan bu denizanası,  videonun en keyifli yanı, takımın neye 
gizemli olduğu kadar nadir de. Şekil  baktığını çözmeye çalıştığını duymak. Bir 
değiştirebilen bu canlının vücudu, muazzam  bilim insanı “Ne düşünüyor o?” diyerek 
bir çöp torbası ile hayaletimsi bir abajur  düşünceye dalarken, kamerayla hayvanın 
arasında bir yerde duruyor. Araştırmacılar  pembe, tombul, beyin benzeri bölgesine 
geçen hafta uzaktan kumandalı bir araç  (aslında bunlar gonad) yakınlaştırma yapıyor. 
yardımıyla bu sıra dışı denizanasının  “Biz ne düşünüyoruz?” diye cevap veriyor iş 
videosunu kaydetmişler.  arkadaşı. 

26                                                                                                                                    BİOnatioNAL  Nisan  2020  Sayı: 2 

Takım, hayvanın perili bir naylon torba gibi inip çıkmasını, buruşmasını ve aniden üzerlerine gelmesini
izliyor. Fakat bilim insanları için videoyu bu kadar değerli kılan şey, bu hiptonize edici hareketler değil.
Önceki keşif seferlerinde çalışmış bir mühendis olan Brennan Phillips, bu videonun; denizanasını kendi
doğal ve rahat halinde gözlemleme fırsatı sunan nadir bir örnek olduğunu söylüyor. Deepstaria, normalde
(Phillips’e göre neredeyse her zaman) baş aşağı duran bir kova şekline sahip ve avlanmak için geziniyor
(videonun ilk 40 saniyesinde bu şekil görünüyor).
Uzaktan kumandalı araç yakına gelene kadar, denizanasının davranışları aynıymış Philips’e göre. Videonun
geri kalanında yaptığı kıvrılma hareketleri, aslında uzaktan kumandalı aracın iticileri yüzünden.
Okyanusun derinliklerinde yaşayan bu denizanalarının içerisinde, genelde otostop yapan
bir izopod (kabuklu bir hayvan türü) bulunuyor. Evet; denizanasının içerisindeki açık kırmızı kütle aslında
canlı. Ayrıca, tespih böceğinin uzaktan bir kuzeni.
Deepstaria ve bu “izopod sakini”, bir çeşit simbiyotik ilişki sürdürüyor olabilir. Denizanası, izopoda
koruma ve besin kırıntısı sağlıyor. Denizanasının ne elde ettiği ise belli değil.
Şu an sadece iki Deepstaria türü bulunuyor: Bunlar ise Deepstaria enigmata ve Deepstaria reticulum.
Beslenme alışkanlıkları, davranışları veya dağılımları hakkında pek bir şey bilinmiyor. Belki de bu bilim
insanları, derinleri araştırmaya devam ettikçe bazı cevaplar bulacak.
“Denizin derinlikleri, uzun zamandır yeterince araştırılmış değil” diyor Phillips. “Aslında burası,
incelenmeyi bekleyen bir kitap gibi.”

VİDEO >>> https://youtu.be/sewhedyC0F0
Kaynak: https://popsci.com.tr/bilim-insanlarini-saskina-ceviren-denizanasi/

27 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Plastik,
dünyanın oksijeninin %10’unu
oluşturan bakteriyi öldürüyor.

Pelin Karaaslan (15 Mayıs 2019 )

Plastik tüketimi ve sonrasında doğaya atılımı şüphesiz ki insanlığın dünyaya ve doğaya yapmış olduğu en
acı kötülüklerden birisidir. Hepimiz teneke içecek kutularının halkalarına sıkışmış yunusların yürek burkan
fotoğraflarına illa ki tanık olmuşuzdur. Bu sorumsuzluğun neticesinde birçok canlı alışık olduğu ortamdan
mahrum kalıyor, acı çekiyor ve belki de nesillerinin tükenmesi noktasına kadar gelebiliyorlar. Ancak yeni
araştırmalar, deniz yaşamını etkileyen bir faktör olan plastik kirliliğinin deniz yaşamını etkilemesi ile
bağıntılı olarak, yavaş yavaş dünya ekosistemini de etkileyerek ciddi sonuçlara neden olacağını gösteriyor.

Ciddi sonuçlar
Prochlorococcus adlı denizde yaşayan fotosentetik bakteri, soluduğumuz oksijenin %10’unu oluşturuyor.
Nature Communications Biology dergisinde Salı günü yayınlanan araştırmaya göre, atık plastikten suya
sızan kimyasallar bu bakterinin büyümesini genetik bir düzeyde engelliyor. Dolayısıyla Dünya’yı değerli bir
solunabilir hava kaynağından yoksun bırakmış oluyor.
Laboratuvar ortamında yapılmış olan bu özel araştırmayı yöneten Macquarie Üniversitesi biyoloğu Sasha
Tetu, The Independent’a yaptığı açıklamada, Prochlorococcus adlı bakterinin solunabilir havayı
oluşturmasının yanı sıra, deniz ürünleri ağının temel katmanı olduğunu da söylüyor.
Hareket zamanı
Sasha Tetu “Plastik kirliliğinin deniz ortamındaki etkisini gerçekten anlamak ve onu azaltmanın yollarını
bulmak istiyorsak, bunun fotosentetik mikroplar da dahil olmak üzere önemli mikrobiyal gruplar üzerindeki
etkisini de düşünmemiz gerekiyor” diyor.
Prochlorococcus bakterilerinin plastiklere yakın olduğu zaman etkilenmesinin daha olası olduğunu söyleyen
ve projeden bir başka bilim insanı olan Lisa Moore, The Independent’a kirliliğin önümüzdeki yıllarda
Prochlorococcus popülasyonlarında küresel bir düşüşe neden olabileceğini söyledi.

Kaynak: Plastic Is Killing the Bacteria That Make 10% of Earth’s Oxygen | Futurism
https://www.bilim.org/plastik-dunyanin-oksijeninin-%10unu-olusturan-bakteriyi-olduruyor/

28 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Araştırma:
Sosyal ağları keşfeden insanlar değil
yarım milyar yıl önce yaşamış deniz canlıları.

 Tuba Altunkaya • Son güncelleme: 08/03/2020

Newfoundland, Kanada açıklarında bulunan rangeomorf fosilleri
© Dr Alex Liu, University of Cambridge 

İletişim kurma ve sürekli bağlantı halinde olma imkanı tanıyan sosyal ağların geçmişinin aslında
milyonlarca yıl öncesine dayandığı ortaya çıktı.
İnsanoğlu, Facebook ve Twitter gibi platformlarla henüz 2000'li yılların başında tanışırken,
yaklaşık 500 milyon yıl önce okyanusların hakimi sayılan rangeomorfların, çok ince liflerle
aralarında bir 'sosyal ağ' kurduğu keşfedildi.
Ağızları ve iç organları olmamasına rağmen ebat olarak 2 metreyi bulan ve eğrelti otunu andıran
rangeomorflar, bilim insanlarının gizemini halen çözemediği, dünyada var olan ilk deniz canlıları
arasında yer alıyor. Hareket yetisi olmamasına karşın 30 milyon yıl boyunca okyanus yatağında
hakimiyet kurmayı başarmış bu canlıların, uzunluğu 4 metreye kadar varan ince ağlarla bağ
kurup hayat mücadelesi verdiği ve kolonileştiği düşünülüyor.
Beslenmeden üremeye: Sosyal ağlar hayati önem taşıyordu
Kanada'ya bağlı Newfoundland adası açıklarındaki fosilleri inceleyen Oxford ve Cambridge
üniversitelerinden bilim insanlarının ilk tahminlerine göre, primitif canlılar olan rangeomorflar,
bu ağlar sayesinde beslenme ihtiyaçlarını karşılayıp üremede de yine bu ağları kullandı.
Deyim yerindeyse, rangeomorfları günümüzde "Instagram"sız hayat düşünemeyenlere
benzetmek mümkün. Hatta bu sosyal ağlar, Ediacaran döneminde yaşamış rangeomorflar için çok
daha hayati önem taşıyordu.
Current Biology'de yayınlanan raporda, araştırmayı yürüten bilim insanları Alex Lui ve
Francess Dunn, bu ince ağların işlevinin tam olarak anlaşılamadığını belirtse de, elde edilen ilk
bulguların miksroskopik yaşamdan sonra bilinen ilk canlıların nasıl hayatta kaldığına dair
ipuçları verdiğini söylüyor.

Kaynak: https://tr.euronews.com/2020/03/07/arastirma-sosyal-aglar-kesfeden-insanlar-degil-yarim-milyar-yil-once-yasamis-deniz-canlila

29 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Elleriniz Ne Kadar Temiz?

Fotoğrafta morötesi BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2
dalga boyundaki ışık
altında yeşil renkte
parlayan kısımlar, yeni
yıkanmış bir eldeki
bakterilerin bulunduğu
bölgeleri gösteriyor.

Dr. Tuba Sarıgül 11/03/2020

Ellerimizi temiz tutmak, koronavirüs
gibi hastalık yapıcı mikroorganizmalar
ve virüsler yani patojenler yoluyla
yayılan hastalıklardan korunmak için
alabileceğimiz önlemlerin başında
geliyor. Hatta bazı bilim insanları el
hijyenini “kendi kendinize
yapabileceğiniz aşı” olarak tanımlıyor.
Ancak araştırmalar ellerimizi gerektiği
gibi yıkamadığımızda patojenlerin
ellerimizde kaldığını gösteriyor.
Ellerimizi Nasıl Yıkamalıyız?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ellerin
yaklaşık 20 saniye boyunca aşağıdaki
şekilde ovalanarak yıkanmasını tavsiye
ediyor.
WHO
Ellerimizdeki Mikroorganizmaların
Hepsi Zararlı Değil
Deri insan vücudunun en büyük
organıdır ve farklı türlerde
mikroorganizmalara ev sahipliği yapar.
Elde bulunan bazı bakteri türlerinin
yararlı işlevleri vardır. Bu bakteriler
tarafından salgılanan organik asitler
asitlik derecesinin artmasına neden
olarak, derinin zararlı
mikroorganizmaların yaşaması için
uygun bir ortam olmasını engeller.
Kaynak: https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/

elleriniz-ne-kadar-temiz

30

Neden Stresli Olduğumuzda Daha Çok Yemek Yeriz?

Dr. Tuba Sarıgül 23/01/2020

Okulda sınav haftasındasınız ve ders çalışırken sürekli bir şeyler atıştırıyorsunuz. Bu durumda
muhtemelen “Stresten yiyorum” cevabını verirsiniz. Bazı insanlar stresli oldukları dönemlerde
normalde olduğundan daha fazla yemek yer. Stres bazı insanların ise yeme isteklerinin
azalmasına neden olur. Peki, stres yeme alışkanlıklarımızı nasıl etkiliyor?
Araştırmalar stres durumunda insanların yaklaşık %40’ında yeme isteğinin azaldığını, yaklaşık
%40’ında yeme isteğinin arttığını, %20’lik kısmında ise yeme alışkanlıklarında bir değişiklik
olmadığını gösteriyor.
Stres vücudumuzda bazı değişikliklere sebep olur. Örneğin böbrek üstü bezlerinden adrenalin
hormonu salgılanır. Bu hormon bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda “savaş ya da kaç”
tepkisinin başlatılmasını sağlar. Bu durumda kalp atım hızı artar ve kan basıncı yükselir. Kan
akışı kasları, kalbi ve beyni beslemesi için bu organlara yönlendirilir. Aynı zamanda yemek yeme
ve sindirim gibi vücutta enerji gerektiren diğer işlevler kısıtlanır. Bu nedenle stres kısa vadede
yeme isteğimizin azalmasına neden olur.
Ancak stres altında kalınan süre uzarsa vücutta kortizol seviyesi yüksek kalmaya devam eder.
Dolayısıyla uzun süren stres durumunda insanlar kısa süre devam eden stres durumundakine
göre daha fazla yemek yeme istediği duyarlar. Araştırmalar ayrıca stresin kontrol edilemediği ve
uzun süre devam ettiği durumlarda insanların yağ ve şeker açısından zengin yiyecekleri daha çok
tercih ettiğini gösteriyor.

Kaynaklar:
https://www.health.harvard.edu/staying-healthy/why-stress-causes-people-to-overeat
Yau, Y. H. C. ve Potenza, M. N., “Stress and Eating Behaviors”, Minerva Endocrinologica, Cilt 38, Sayı 3, s 255–267, 2013.
https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/neden-stresli-oldugumuzda-daha-cok-yemek-yeriz

31 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

Ortanca (Hydrangea) Çiçeğinin Rengi

Ortancalar, anayurdu Japonya olsa da, Rengi Değiştirmek
yalnızca ülkemizde değil, birçok
ülkede birçok evin bahçesinde Eğer ortancanın rengini pembeden
sıklıkla gördüğümüz çiçeklerden maviye çevirmek istiyorsanız,
biridir. Birkaç metre boya erişebilen yapmanız gereken toprağa
bu süs bitkisinin çiçekleri, pembeden alüminyum eklemektir. Maviden
maviye ilginç bir renk dağılımı pembeye çevirmek için ise, topraktan
gösteriyor. Bazen başka bir bahçeden alüminyumu çekmelisiniz. Bu
aldığınız mavi ortancayı bahçenize sebeple, ortancanın rengini pembeden
ekiyorsunuz. Fakat bahçenize ektiğiniz maviye çevirmek, maviden pembeye
ortancalar pembe çıkıyor! Bir yerlerde çevirmekten daha kolaydır. Ayrıca,
yanlış olduğunu düşünebilirsiniz. bir çiçek üzerinde hem mavi hem de
Elbette bu işin mantıklı bir açıklaması pembe rengi bir arada görmek
var. mümkün.
Mavi ortanca için, toprakta yeterli
Ortancalara mavi ya da pembe rengi alüminyumun bulunması ve bitkinin
veren, bitkinin topraktan ne bunu çekmesi gerekiyor. Bunun için
kadar alüminyum çektiğidir. Aynı 4-5 litre suya 1 yemek
zamanda bu durum toprağın pH kaşığı alüminyum sülfat eklenerek en
dengesi ile de doğrudan alakalıdır. azından 2-3 yaşındaki ortancaya
Örneğin pH’ın 6.4’ün üzerine çıkması verilebilir. Alüminyum sülfatın
durumunda, ortancalar demir eksikliği toprağa eklenmesi pH dengesini
çekebilir. Bundan dolayı başka bir düşürme eğilimi gösterecektir. Eğer
yerden aldığınız mavi renkli alüminyum sülfat temin
ortancalar, sizin bahçenizde farklı bir edemiyorsanız, buna alternatif bir
toprakla karşılaşınca pembe açabilir. metot olarak kahve çekirdeklerini,
Elbette aynı toprak söz konusuysa, meyve ve sebze kabuklarını, çimen
renklerin de aynı olmasını bekleriz. parçalarını toprağa
Yalnız bu renk değişimi karıştırabilirsiniz.
durumunun hydrangea Ayrıca kullanacağınız gübre de,
macrophylla türüne özgü olduğunu ortancanın rengini değiştirmenize
belirtmekte fayda var. yardımcı olur. Fosfor açısından zayıf,
potasyum açısından zengin bir gübre;
Elbette renk durumunu kontrol etmek ortancanın renginin maviye
mümkün. Fakat ne yazık ki, her zaman dönmesini
sanıldığı kadar kolay değil. Aslında bu sağlayacaktır. (Örneğin 25/5/30 gübre
zorluk, biraz da hangi renkten hangi tercih edilebilir)
renge çevirmek istediğinize göre Pembe ortanca için yılda birkaç
farklılık gösteriyor. Eğer toprağın pH kez dolomitli kireç ekleyin. Böylelikle
dengesi 5.2 ile 5.5 arasındaysa, mavi pH yükselmiş olacak. Ortancalar en
çiçekler, 6.0 ile 6.2 arasındaysa, pembe çok düşük pH’larda alüminyum
çiçekler açacaktır. Bu demek oluyor ki; çektiği için, pH’ı artırarak ortancanın
toprağın pH dengesini mavileşmesini engelleyebilirsiniz.
değiştirebilirsek, açacak olan çiçeğin Ayrıca fosfor da alüminyumun
rengini de değiştirebiliriz. (Ayrıca çekilmesine engel olduğu için, fosfor
bkz. Asit-Baz ve pH Kavramları oranı yüksek bir gübre tercih
edilebilir. (Örneğin 25/10/10)
32 Ögetay Kayalı

Kaynaklar
1.http://www.hydrangeashydrangeas.com/
colorchange.html
2.https://www.ndsu.edu/pubweb/chiwonlee/plsc211/
student%20papers/articles09/haylee%20a%20wax/
pH%20affects%20on%20hydrangea%20-hw.html
3. http://rasyonalist.org/yazi/ortanca-hydrangea-
ciceginin-rengi/

BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

HAYDİ PUZZLE YAPALIM:

TIKLAYIN> > > https://www.bookwidgets.com/play/BH2DD3

33 BİOnatioNAL Nisan 2020 Sayı: 2

İletişim: NİŞANTAŞI ANADOLU LİSESİ
Adres: Teşvikiye Mah. Valikonağı Caddesi Poyracık Sokak Sk. No65 Nişantaşı/Şişli/İstanbul
Tel: 0212 248 10 78 - 0212 240 12 86
http://nisantasial.meb.k12.tr/


Click to View FlipBook Version