The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Eylül2017

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by ffaksoy, 2017-09-01 13:57:12

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Eylül2017

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-Eylül2017

ÇİĞDEMİN SESİ ANKARA RANTA KURBAN

Aylık Online Dergi BALIK MEVSİMİ
BAŞLARKEN
Eylül 2017
AZ ÇOKTUR!
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ONLİNE DERGİ BİZDEN BİR ÖYKÜ
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu
ŞİİR KÖŞESİ
Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak SÜS TAŞLARI-6 AKİK
gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına
aittir. KÜTÜPHANEDEN
SEÇMELER

TARİH KİTABININ ÇARPICI
SAYFALARINDAN

SAĞLIK KÖŞESİ

DÜNYANIN KAYIP
KENTLERİ

MERKEZ BANKASI PARA
MÜZESİ

YABANCI DİZİLER NEDEN
POPÜLER?

ANKARA’NIN BİTMEYEN
AMBLEM-LOGO SERÜVENİ

OKUMAK VE KİTAP
ÜZERİNE

COĞRAFİ İŞARETLEME

BENİM MAHNALLEM,
BENİM SÖZ HAKKIM

Çiğdem Eğitim, Çevre ve
Dayanışma Derneği

Çiğdem Mah. 1551.Cadde
No:14-A Çankaya-ANKARA

www.cigdemim.org.tr

Tel: 0312 2852047

ANKARA’YI RANTA KURBAN ETMEYELİM!

Bir gece ansızın saldığı rant dozerleriyle bayramı ağaç katliamına döndüren zihniyet bir kez
daha gözünü Ankara’nın akciğerlerine dikti. ODTÜ’nün ormanları ve Atatürk Orman Çiftliği’nin
bir tutam kalmış yeşili yeni talan projeleri ile karşı karşıya şimdi.

Bütünlüklü bir planlamadan yoksun, yeşile ve çocuklarımızın geleceğine zerre kadar değer
vermeyen, bir avuç çıkar çevresi dışında ne Ankara’nın trafik sorununu çözen ne de sağlığına
hizmet etmeye yeten bu projeler, başta güzergâh üzerinde yaşayanlar olmak üzere tüm
Ankara’yı tehdit ediyor. 50 metre genişliğinde açılacak yollar ne gecekondulara ulaşacak ne
yoksul semtlerin kıyısından köşesinden dolaşacak ama kişiye özel rezidansların, lüks alışveriş
merkezlerinin önünü ardına kadar açacak.

Planların yapılma ve askıya çıkma sürecinde çeşitli usulsüzlüklerle kendi isteklerini dayatma
yöntemine başvuran Belediye, trafiği azaltma ve Bilkent’te inşa edilen şehir hastanesini kente
bağlama bahanesiyle ODTÜ arazisinden üç yeni yol geçirilmesi hedefleniyor.

Yollardan biri Kampüsün kuzey istikametinden Eskişehir Yolu’na paralel bir şekilde açılıyor ve
100. Yıl Çukurambar bölgesinde kapasitesi zaten çok sınırlı olan Öğretmenler Caddesi’yle
birleşerek ODTÜ’yü bir kez daha ikiye bölüyor. Üstelik bu kez geçmiş planlarda yer alan “aç-
kapa tünel olmayacak” ifadesi de kullanılmıyor. 4.8 kilometre uzunluğunda 50 metre
genişliğinde ya da 24 hektar büyüklüğünde bir orman sadece bu bir tek yolla yok ediliyor.
Haberlerde işittiğimiz ve yüreğimizden bir parça götüren orman yangınları rant dozerlerine binip
geliyor; ama hiçbir yetkili ah vah demiyor.

Daha önce planlarda bile görünmeyen bir diğer yol ise var olan bir yola paralel olarak Şehir
Hastanesi’nden İncek’e doğru uzanıyor ve ODTÜ arazisinin içine yaklaşık 250 metre girerek ne
amaçla kullanılacağı söylenmeyen; ama acı deneyimlere dayanarak tahminde bulunmak için
kahin olunması gerekmeyen 94 hektarlık bir alanı, vadideki su yoluna konulmasından kaynaklı
sel ve taşkın riskleri yaratarak kampüsten koparıyor.

Üçüncüsü ise ikinci yolun bir uzantısı olarak Turan Güneş Bulvarı ile Güney Çevre Otoyolu’nu,
30 metre genişliğindeki bir yol ile Eymir arazisinde viyadük üzerinden bağlıyor. Bu yolun iki
tarafından bulunan açık alanlar orman ve doğal sit alanlarıdır; bölge Gölbaşı Özel Çevre
Koruma (ÖÇK) Bölgesinde yer almaktadır. Bu genişlikte bir yol ve viyadük yapımı ÖÇK ve sit
statüsünde bulunan bölgede doğal alanın tahribatına yol açacaktır.

Ana resimden bağımsız olarak kamuoyuna ODTÜ yolları olarak sunulan ve kasıtlı olarak yanlış
bir zeminde tartışmaya açılan bu yolların esas amacı, 2038 Ankara Çevre Düzeni Planı
incelendiğinde açıklığa kavuşmaktadır. Çözüm diye sunulan bu yollar, 100. Yıl, Çiğdem,
Çukurambar, Çayyolu, Öveçler, Dikmen başta olmak üzere pek çok semt ve mahalleyi
doğrudan etkileyecek bir biçimde şehirlerarası trafiği şehir merkezine taşırken rant alanlarını
birbirine bağlayacaktır.

Toplu taşımayı verimli ve etkin bir şekilde düzenlemeyenler, çözüm diye sundukları devasa
yollarla özel araç kullanımının artışına neden oluyor ve dolayısıyla artan trafik yoğunluğu da
yeni yol ihtiyacı doğuruyor. Bu kısır döngü ise her seferinde kent ve doğa katliamı faturasıyla
Ankaralının karşısına çıkıyor. Sonuçta oturduğu semtlerde papatya bile görmemiş çocuklar
havaalanı genişliğinde yol manzaraları ve beton yığınları arasında nefes almaya zorlanıyor.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 2

Çok iyi biliyoruz ki bugün bir de yetmez üç tane diyenler biz hayır demediğimiz müddetçe yarın
çok daha fazlasını isteyecekler, sonra bir de bakacağız ki ODTÜ’nün ormanları da tıpkı
Ankara’nın bağları gibi, tıpkı Ankara’nın kedisi, keçisi, tavşanı gibi, tıpkı Atatürk Orman Çiftliği
gibi yok oluşa sürüklenecek. Kaydı ilk kez ODTÜ’de tutulan Çiğdeci kuşu da, başka bir
coğrafyada mumla arayıp bulamayacağınız Akkaşlı Kirazkuşu da, elli çeşidi ülkemizde sadece
bu ormanlarda yetişen yedi yüz bitki türü de fotoğraflarda kalacak. Yerlerinde ise oluşumuna
tırnak ucu kadar katkıda bulunmamış; ama yürü ya kulum denilerek yarım yüzyılın emeğine, göz
nuruna bir oldu bittiyle konan rant babalarının çoğu yabancı kelimelerle isimlendirilmiş ucube
beton yığınları yükselecek.

İşte bizler, aşağıda yer alan kurumlar olarak, içinde yaşayanları hiçe sayan bu projeleri doğru
bulmuyoruz. “Ya yapılacak, ya yapılacak” tarzında bir dayatmayı asla kabul etmiyoruz.

Kentimizi griye boyayacak her türlü proje ile mücadele edeceğimizi bir kez daha bildiriyoruz.

Griye karşı yeşili; rant için dökülmüş betonlara karşı ağacı, ormanı, doğayı; ölüme karşı yaşamı
savunacağız!

YeşilAnkara PLATFORMU

ODTÜ Mezunları Derneği
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
Ankara Tabip Odası
Ankara Üniversiteliler Derneği
Çayyolu Semt Meclisi
Çiğdemim Derneği
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği
Mülkiyeliler Birliği
TMMOB Ankara İKK
Türkiye Ormancılar Derneği

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 3

BALIK MEVSİMİ BAŞLARKEN

Olta balıkçıları, geçen yıl ağustos ayı ortalarında Karadeniz kıyılarında palamut vonozu
yakalamaya başlamışlardı. Şu satırları yazdığım eylül ayına üç gün kala oltaya minik istavritler
dışında hiçbir balık vurmuyor.

Balıkçı tekneleri 1 Eylül’de
başlayacak av mevsimine
umutsuz hazırlanıyorlar. Geçen
yıl oltacılara vuran vonozlar da
kestane palamutları da çingene
palamutları da ufukta
görünmüyor. Bu durum,
palamut balığını geride
bıraktığımız mevsimdeki kadar
bile bulamayacağımızın işareti
kabul ediliyor.

Henüz büyük teknelerin denize açılmasının yasak olduğu eylül ayı öncesinde 12-16 santimlik
palamut vonozu, 12-22 santimlik kestane palamudu, 22-28 santimlik çingene palamudu olta
balıkçılarınca yakalanıyorsa, balıkçı tezgâhlarında görmeye alışık olduğumuz 25 santimlik
palamutların bol olacağına işaret kabul ediliyor.

Palamut çoksa, bu kez hamsinin az olacağı tahmini yapılır. Palamutların hamsi ile beslenmesi,
bu öngörünün temel dayanağı.

Sait Faik, Sivriada Sabahı’nda ne demişti, anımsayalım:
“Kıraçaları istavritler, istavritleri uskumrular, uskumruları kolyozlar, kolyozları palamutlar,
palamutları sinagiritler, sinagiritleri yunuslar, yunusları orkinoslar kovalıyor. Daha doğrusu ben
atıp tutuyorum. Kimin kimi kovaladığı, kimin kimi yuttuğu belli değil. Belki de bir parmak kadar
çaça, yunus balığını; belki de bir istavrit, bir kılıçbalığını yutuyordu.”

Sait Faik’in yazdığı yıllarda balık sadece miktar olarak değil tür olarak da boldu, evlerde “balık
günleri” olurdu. Tıpkı Selim İleri’nin yazdığı gibi:
“Niye öteki günlere, ‘Bugün pirzola günü’, ‘Bugün fasulye pilav günü’ ya da ‘Bugün püreli rosto
günü denmezdi de, yemekte balık varsa, ille ‘bugün balık günü’ denirdi, bilmiyorum.”

Selim İleri’nin edebiyatta 50 yılının öyküsünü sanatçının anlatımıyla “O Aşk Dinmedi” adıyla
(Everest Yayınları, 2017) okura sunan Ayşe Sarısayın’ın çocukluk anısında da balıkların özel
yeri vardır. Sarısayın, babası Behçet Necatigil ile Beşiktaş pazarından belleğinde kalanları şöyle
anlatmıştı yıllar önce:
“Tezgâhlarda çeşit çeşit balıklar. Bakalım hangisinden alacak babam? Annemin en çok sevdiği
düğmeli olandan mı, yoksa kırmızıya çalandan mı? Belki de yuvarlak dilimler halinde
kesilenlerden. Balıkla birlikte mutlaka kıvırcık salatalık, yeşil soğan, turp ve limon alınacağını
biliyorum. Az ileride şekerciden ise hiç sevmediğim halde tahin helvası. Pamuk helva dururken,
bu tuhaf tatlıyı almak çok saçma…”

Lezzetli ve bol balıklı bir mevsim dileğiyle…

Vecdi Seviğ

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 4

SANAT

Sanatın; İnsanoğlu’nun eski çağlarından günümüze kadar etkili bir iletişim aracı olduğu
bilinmektedir. İletişim için duyduğu gereksinim, korkularını giderebilme yöntemleri, doğa şartları
ile baş edebilmesinin yanı sıra inanışları, doğadaki varlığını koruyabilme çabası, onun yaşam
biçimini oluşturmaktadır. İlkel toplulukların kafasını anlamaya çalışmadan onları, imgelerini ve
imgelerinin güzel şeyler yerine güç dolu nesneler gibi görmeye iten yaşantıyı kavramak, kısaca
yabansı başlangıçlara bakmak, irdelemek iyi olur görüşündeyim.

Bilindiği gibi ilkellerde ilk mağara resimleri, inanışları gereği büyü amacıyla oluşturulmuştur. Av
sahnelerine ve vahşi hayvan
figürlerine yer verilmesinin amacı,
bu etkiden korunma dileği ve avın
iyi gitmesiyken; günümüze
yansıyan bu görüntüler sanat eseri

olarak bilinmektedir. Oysa bu
amaçla yapılmayan eserler o
günün insanının sosyal yapısını,
duygu ve düşüncelerini, yaşam
biçimini yansıtan belge niteliği de
taşımaktadır. Görsel ifadelerin yanı
sıra iletişim dili olarak ses ve vücut
diliyle oluşturulan hareketler (ritüel
amaçlı dans vs.) estetik kaygı
taşıma boyutuna dek varmış ve
hızla yayılmıştır. İlkeller için sanat,
imgelerin gücüne duyulan benzer inanışlara bağlıdır. Günümüzde hala yalnız taş araç
kullanarak büyüsel ereklerle kayalıklara hayvan resimleri çizen ilkel topluluklara rastlanmaktadır.

Çağımız sanat anlayışı günümüze gelene kadar; İklim
koşullarının, jeolojik yapının, insanların yaratıcı gücünün
etkisiyle ihtiyaçtan duyularak başlanan, ancak sonrasında
estetik kaygının yer aldığı/almadığı değişikliklere
uğrayarak son biçimlerini almıştır. İnsanın temel
dürtülerinden olan yaratma dürtüsünün etkisiyle,
dünyanın her yerinde kendini ifade yöntemi olarak sanatı
seçen insanlar heykelleri, resimleri, besteleri, mimari
yapıtları, edebi eserleri, operaları, koreografileri ve tiyatro
eserlerini oluşturmuşlardır. Eserler, sanatçıların duygu ve
düşüncelerini yansıtırken, onların politik mesajlarını da
içermektedir. Bilindiği gibi sanatçıların sezgileri; toplumun
önünde yer almaktadır. Bu nedenle çok eski çağlarda bile
siyaset yapanlar toplumları yönetirken sanatçıların
görüşlerine başvurmuşlardı. Bunun en iyi örneği “Devlet”
adlı yapıtın günümüz siyasilerine ışık tutacak nitelikte
olmasıdır.

Yüzyıllar geçse de, teknoloji ilerlese de birçok değişkenin yanı sıra, insanın özü hemen hemen
evrimleşmesine rağmen ortak bileşenlerde buluşmaktadır. Günümüz siyasetçilerinin sanat ve
eğitim korelasyonunu insani değerler üzerine yeniden yapılandırması dileğiyle sanatla kalın...

Dr. Aytül Aksongur
Çiğdemim Derneği YK Üyesi

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 5

AZ ÇOKTUR

Teknolojik ilerledi. Yaşam hızımız arttı. Ve tüketim alışkanlıklarımız değişti.

Daha çok tüketiyor, daha çok çalışıyoruz. Çok tüketiyoruz, ama nedenini bile bilmeden. Bize
sunulan her şey artık çok daha fazla, ama daha mutlu değiliz. Oysaki biz mutlu olmak için
yaşıyoruz.

‘Gerçekten neye ihtiyacım var?’ sorusunu sormaya başladığımızda yaşamımızı yeniden
sorgulamaya başlıyoruz.

Bu soruyu soran birkaç kişi…

Psikolog Beyhan Budak, “her şey önce kendimde sonra birçok insanda gitgide artan alışveriş
tutkusunu fark ettiğimde başladı” diyor… “Çok fazla alıyorduk; gerektikçe, gerekmedikçe, mutlu
olunca, mutsuz olunca. Yaşadığımız her duygu satın almak için bir mazeret oluşturuyordu.
Aslında bu bir tesadüf değil. Neredeyse bütün pazarlama taktikleri, duygularımız üzerine
oynuyor.

Gerçekte ihtiyaç olmadığı halde alınan her eşya,
normalde doğal yollardan birazcık zorlanarak da
olsa çözülebilecek sorunları çözmemize engel
olur. Bize kısa süreli ve geçici çözümler sunuyor.”

Bir başka isim Selma Hekim, Boğaziçi
Üniversitesi’nde çalışıyor, aynı zamanda bir
sanatçı. Aralık 2015 - 2016 arasında gıda ve ilaç
gibi temel gereksinimlerinin dışında sadece beş
ürün satın almış.

Tüketime dayalı düzene karşı hiçbir şey satın
almamaya karar veren Selma Hekim gerekçelerini
şöyle açıklıyor: “Almama kararım aslında bir
sürecin sonucu. Etrafımdaki binaların, AVM’lerin,
reklamların, ürünlerin, eşyaların, trendlerin
yarattığı korkunç fazlalıklar dünyası ve tüketerek
bu dünyanın tuğlalarını bizim oluşturduğumuzun
farkına varmam en önemli neden. Ben aldıkça 3. köprü, HES ler, alışveriş merkezleri
yapılıyordu ve almaya devam ettikçe bunların yapılmasına itiraz etmem samimiyetsizleşiyordu.
Ayrıca satın almak ihtiyaçtan çok bir tür kısa süreli psikolojik tatmin yaratıyordu ve sonrasında
daha mutsuz hissediyordum. Bir yıl hiç bir şey almamak ani bir karadı ve kararımdan
dönmemek için hemen bunu çevreme açıkladım.”

Satın alınan hiçbir şeyin insanın içindeki boşluğu doldurmayacağını vurgulayan Hekim, şöyle
devam ediyor: “O boşluk ne kadar büyükse o kadar çok almak istiyorsunuz ama satın
aldığınızda o sizi sadece birkaç saat mutlu ediyor tekrar boşlukla baş başa kalıyorsunuz. İnsanı
mutlu eden şey mal değil, deneyim biriktirmek; iç huzuruyla yaşamın tadına vararak yaşamak.
Ayrıca şunu da gözlerinden kaçırıyorlar, bu dünyanın kaynakları sonsuz değil ve bizim
tüketimimizin bedelini gelecek nesiller ödeyecek.”

San Diego''da yaşayan evli, bir çocuk babası Dave Michael Bruno da tüketimin mutsuz kıldığı
kişilerden. Bir yazılım uzmanı olan ve online pazarlama şirketinde çalışan Bruno, insanın kendi
tüketimci doğasıyla başa çıkma çabalarını anlatan “The 100 Thing Challenge” kitabının yazarı.
Bruno “Sorumsuz tüketimciliğe son vermek ekonomik açıdan güvenceli bir yaşam tarzının
başlangıcıdır.” diyor. Bruno bir yıl boyunca kendi belirlediği 100 eşyayla yaşayarak başka bir
şeye gerçekten ihtiyacı olup olmadığını sınamak istemiş. 2008’in başından 2009’un sonuna dek
sürdürmüş bu uygulamasını. Sonunda, mutlu ve iyi bir hayat için 100 eşya bile

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 6

fazla olduğuna karar vermiş. Öyle ki, yanına aldığı 100 eşyanın hepsine gerçekten ihtiyaç
duymamış kullanmamış.
Ailesine, çevresindekilere ve kendisini izleyen yüz binlerce kişiye cesaret veren Bruno ’100
Things Challenge’ (100 Eşyayla Yaşamak) projesi pek çok insana ilham kaynağı oldu ve geniş
bir kitle bu fikri hayata geçirmeye başladı. İnsanları, sade bir hayatın da mutluluk getirebileceği
fikrine alıştırdı.

Son söz Nietzsche’den, "Az şeye sahip olanın köleliği de az olur, yaşasın asil yoksulluğum."

Zuhal Yüksel

Bu yazı hazırlanırken Psikolog Beyhan Budak’ın “Az Çoktur: Daha Az Eşya Daha Fazla Hayat”
(http://www.beyhanbudak.com.tr) ve Selma Hekim’in http://almadim.blogspot.com.tr/
adresindeki yazılarından alıntılar yapılmıştır.

YENİ ÜYELERİMİZ

Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz
tarafından üyeliği onaylanan Sayın, Sema Yılmam, Şahika Selvi Dalkılıç, Feyzan
Dağdemir, Mihriban Sezen, Harun Tanık, Seval Tanık ve Zümrüt Cakova’ya aramıza hoş

geldiniz diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.

Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu
doldurup bir fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 7

DÜNYANIN KAYIP KENTLERI
Derleyen: Turhan Demirbaş

Kartaca Truva

MÖ 814 yılında, Tunus yarımadasında kurulmuş Truva veya Troya Kaz Dağı eteklerinde,
olan bir Fenike kolonisidir. Kartaca, Fenike Çanakkale il sınırları içinde yer alan ve
dilinde Kart-hadaşt yani "Yeni Şehir" anlamına Homeros’un yazdığı iki manzum destandan biri
gelmektedir olan İlyada'da bahsi geçen antik şehirdir.

Memfis Babil

Memfis, Aşağı Mısır'ın ilk nomu olan Aneb- Mezopotamya'da MÖ 1894 yılında kurulmuş olan
Hetch'in başkentidir. Kentin kalıntıları Kahire'nin ve Sümer ve Akad topraklarını kapsayan bir
güneyinde yer alan Mit Rahina yakınlarındadır. imparatorluktur. Babil'in merkezi bugünkü Irak'ın
El Hilla kasabası üzerinde yer almaktadır.

Sukhothai Hattuşaş

Bangkok'un 427 km kuzeyinde yer alan bir Hititler'in Geç Tunç Çağı dönemindeki
Tayland şehridir. 6,596 km2 genişliğinde bir başkentidir. Çorum'un 82 km güneybatısındaki
alana sahip olan şehir geçmişte antik kenttir. günümüzdeki adıyla Boğazkale bulunmaktadır.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 8

Persepolis Palmira

1979’da UNESCO Listesi’ne katılmış olan, İran'ın Suriye'de, antik zamanların önemli dini ve ticari
Şiraz kenti yakınlarındaki Persepolis, MÖ 6. merkezi olan, UNESCO tarafından 1980 yılında
yy’da Pers kralı I. Darius (Dara) tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan şehir; Humus
kuruldu Valiliği'nin, Palmira İli'ne bağlı bulunmaktadır.

Pompei Machu Picchu

İtalya’nın Napoli şehri yakınlarındadır, Venüs Peru’da İnka Uygarlığının bir şehri, 2007’de
yanardağı patlamasıyla küller altında kalmıştır. UNESCO Dünya Miras listesindedir.

Angkor Vat Chichen Itza

Angkor Vat, bugün Kamboçya'nın Siem Reap Meksika'nın Yucatán Yarımadası'nda, Valladolid
kentinin 6 km. kuzeyindeki Angkor antik şehrinde ve Mérida arasında yer alan, Kristof Kolomb
1115-1145 yıllarında Kral II. Suryavarman öncesi dönemde kurulmuş bir Maya kentidir. Bir
tarafından yaptırılmış dev bir tapınak-şehirdir. dönem Yucatan’ın dini merkezi olmuştur.

.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 Chichen Itze
Meksika Aztek........................
..............................................................................
..................................................

SAYFA 9

OKUMAK ve KİTAP ÜZERİNE

İnsanlar, hiçbir bilgiye sahip olmadan doğar.
Yaşamı boyunca birçok bilgi öğrenir. Başarının sırrı
da okumaktır. Okulda olduğu kadar hayatta da
başarının en önde gelen şartlarından biri yine
okumaktır. Yüzyılların deneme ve araştırma
ürünlerinden yararlanmak, uygar ve kültürlü bir
insan olmak için çok okumalıyız. Okul kitaplarıyla
yetinmemeliyiz. Uygarlık bizden önceki kuşakların
biriktirdiği bilgi ve anıların bir toplamıdır. Biz,
uygarlığa o kuşakların kitaplarını okumakla
katılabiliriz. Hiçbir şey okumanın yerini tutamaz.
Kültürlü bir insan olmanın biricik yolu okumaktır.

Okuma olayı bir uzun yolculuktur; beşikle başlar,
mezarla biter. Okulla beraber biten okumalar yarıda
kalmıştır. Okuma iğneyle kuyu kazmaktır; kararlılık
ister, sabır ister. Okuma bir arayıştır, hakikati,
doğruyu, güzeli arayış. Her arayış içinde bulma
heyecanını barındırır. Bulursunuz, ikinci, üçüncü...

Arayışlar başlar. Umut ve heyecan, okumanın ayrılmaz iki vasfıdır. Okuma insanlığın, umut ve
heyecan da canlılığın şartıdır.

Kitap okumak yüzyıllardır yapılan
bir şeydir. Kitap okumanın hemen
hemen hiç bir kötü etkisi
olmamakla birlikte çok fazla yararı
vardır. Okumanın asla sonu

yoktur ne kadar okursan o kadar
iyidir yani hayatının sonuna kadar

okuyabilirsin. Okuyan insan her
zaman bilgili ve hayatında başarılı
olur. Bilgi çağında yaşıyoruz ve

bizim en fazla bilgi

toplayacağımız şeyler

kitaplarımızdır. Okumak ruhu

yüceltir ve insanlar size daha

fazla değer verir. Cahillikten

kurtulmanın yolu kitapları

okumaktan geçer.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 10

BİZDEN BİR ÖYKÜ

YENİDÜNYA

Sıcak bir temmuz günü. Her hafta sonu bir - iki - dört oturum yapılan bitmez tükenmez
sınavlardan biri. Okulumuzun karşısındaki lisede düzenleniyor. Çevre okullardan gelen
öğretmenlerle oturuyoruz. Bizim okuldan yedi öğretmen görevliyiz. Sık sık bir araya
geldiğimizden az çok tanıyoruz birbirimizi.

Artık sigara odaları da olmadığından sohbet edebiliyoruz. Konu; havalar, bel ağrıları, tatil
programları, çocuklar... Her kafadan bir ses çıkıyor. Tıpkı öğrenciler gibi. Sınıf ortamı oluşuverir.

İlk defa gördüğüm bir bey izin isteyerek söz aldı. (Bu kadar kadın arasında hiçbir erkeğe söz
sırası gelmeyeceğini bildiğinden.)

Meslek lisesi öğretmeniymiş. Kibarca tanıttı kendini.
-“Yenidünyayı bilir misiniz?” dedi. .” (Amerika’dan bahsedecek sandık.) “ Maltaeriği de denir."
Meraklandık. Bilmeyenimiz yoktur. Hepimiz tadına bakmışızdır. Pat diye ortaya atlayan olmadı.
Lâfın nereye geleceğini bilmediğinden. Bazen bu tür erkekler tehlikeli olabiliyordu. Sözü
ağzımıza tıkayıverir, rezil oluruz. Kısa bir sessizlik oldu. (Yine bir yerlerde kız çocuğu doğdu
denir ya, o kadar.)

-“Hepiniz tanırsınız meyvesini. İlkbaharda tezgâhlarda satılır. Yurdumuzun her yöresinde yetişir.
Kışın yapraklarını dökmez. Çok dayanıklı bir ağaçtır. Meyvesi lezzetli, ağacı havayı temizler,
estetiktir.” diye anlatmaya başladı.
Bel ağrısı çeken öğretmen “Ben de saksıda yetiştirdim, sitenin bahçesine ektim.” diye söze
girdi.
Arkadaş tatmin olmadı. “Bir kişi mi, başka, başka?” diyerek hepimizi süzdü.
-“Bir iki değil hepimiz binlerce, milyonlarca yenidünya ağacı yetiştirmeliyiz. Çekirdeği toprağa
gömmek yeterli. Bunu bütün öğrencilerimize, çocuklarımıza, tanıdıklarımıza anlatalım.
Trilyonlarca ağacımız olsun.”

Çantasından yazılar, resimler çıkarıp tek tek gösteriyor, anlatıyordu. Bir resimde öğrencisi ve
yanında saksıda yenidünya fidesi:

-“ Bu öğrencimin not ortalaması 43 idi. 45 yapmam için bir şeyler üretmelisin dedim. Saksıdaki
yenidünyayı o yetiştirdi ve sınıfı geçti. Üretmeliyiz. Ağaç yetiştirmeliyiz. Yenidünya çekirdeklerini
saksıya gömelim. Balkonlarımız, bahçemiz yenidünya ağaçlarıyla dolsun.” diyerek ısrarla
sürdürdü konuşmasını.

Okullarda ağaç dikme kampanyaları düzenler, hatıra ormanları ile öğrencilere doğa sevgisini
vermeye çalışırdık. Ceviz, zeytin, çınar, çam gibi ağaçların zenginlik kaynağı ve doğa harikaları
olduğunu vurgulardık. Meşe palamudunu bütün öğrencilere tanıtıp sevdirmiştik.

Son Ceyhan depreminde enkaza dönen ilçeyi turunç ağaçlarıyla donanmış görünce acılarım
hafiflemişti. Bütün cadde ve sokaklara dikilen üzeri meyve yüklü ağaçlar inanılmaz güzellikteydi.
Ama yenidünya için bir çalışmayı ilk kez işitiyordum.

Çok ilgimi çekti. Şimdi hemen başlayabilir miyim diye düşündüm. Meyveyi bulmalıydım önce.
Eşsiz yurdum, tüm dünya ancak doğa sevgisiyle kurtulabilir, güzelleşebilir.
Buna yürekten inanıyorum.
Sınıf geçmek isteyen öğrenciler: Yenidünyalarınızı yetiştirip okula koşun, öğretmeninize.
Tüm sınavlarda da istense... Giriş belgesinin yanında... Niye olmasın...

Fazilet Ünsal ELİAÇIK
Şehir Dergisi/Ocak 2009

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 11

MERKEZ BANKASI PARA MÜZESİ

Timur Özkan

Merkez Bankası yetkilileri tarafından her ne kadar “sergi” olarak nitelendirilse de gerek
koleksiyonun zenginliği gerekse sergileme tekniği bakımından “müze” olarak nitelendirilmeyi
fazlasıyla hak eden Türkiye’nin ilk ve tek Para Müzesi’ni; Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin

müze gezileri programı
kapsamında ve aramızda para

koleksiyonerlerinin de

bulunduğu küçük fakat çok ilgili

bir grupla geziyoruz.

Merkez Bankası binasının
içinde, dolayısıyla zaten
güvenli bir yerde bulunmasına
rağmen, her biri üçer kilitli, iç
içe iki kapıdan geçerek
girdiğimiz müzenin ne kadar
özel bir yer olduğunu daha içeri
girerken anlamış oluyoruz.

İki bölümden oluşan müzenin
birinci bölümde ilk dikkatimizi
çeken; üzerinde Sultan
Mehmet Reşat döneminde
çıkarılan 5 ve 10 liraların işlendiği iki duvar halısı oluyor. Çeşitli antika tartı aletleri, daktilo vb
objelerin de yer aldığı bu bölümün duvarlarındaki vitrinlerde; Osmanlı’dan günümüze banknot
örnekleri sergileniyor. Tarihsel sıralama; 1840-61 Abdülmecid, 1861 Abdülaziz, 1876 V. Murat,
1876-77 II. Abdülhamit dönemlerine ait banknotlarla başlıyor. Daha sonra 1915-18 Mehmet
Reşat ve 1918 Vahdettin dönemi şeklinde sıralanan bu vitrinlerde dikkatimizi çeken iki özellikten
biri gördüğümüz paraların hiçbirinde resim olmamasına rağmen oldukça estetik bir değere sahip
olmaları oluyor. İkinci özellik ise müzede sadece Osmanlı Devleti tarafından çıkarılan paralara
yer verilirken bir dönem (1863’den başlayarak 30 yıl) para çıkarma yetkisi verilen Osmanlı
Bankası tarafından piyasaya sürülen paraların sergilenmemiş olması oluyor.

Bu bölümde ayrıca 20 milyonluk banknotlardan örnekle, tasarımından baskısına ve hatta
yıpranan paraların imhasına kadar kağıt paranın hayat hikayesi de anlatılıyor. Tedavülde iken
eskiyen ve geri çekilen banknotların kırpılmış ve tuğla gibi sıkıştırılmış hali görmeye değer.

Merkez Bankası Emisyon Genel Müdür Yardımcısı Emrah Ekşi’nin ev sahipliğinde ve ilgili
müdürlüğün personelinden Pınar Gürler’in rehberliğinde gerçekleştirdiğimiz bu gezide ilginç
bilgiler de alıyoruz. Örneğin dünyada polimer veya elyaf esaslı paralar da kullanılırken bizim
paramızın pamuk özlü olduğunu öğreniyoruz.

Birinci bölümün diğer duvar vitrinleri, 1. Emisyon Grubu’ndan başlayarak (E1) emisyon
dönemlerine göre sıralanmış banknotlara ayrılmış. 1927’de dolaşıma çıkan E1, Harf
Devrimi’nden önce çıkarıldığı için metinleri eski yazı Türkçe ve kupür değerleri Fransızca olarak
basılmış. (5’lik ve 10’luk banknotlardaki bozkurt resimleri dikkat çekiyor.)

Harf Devrimi’nden sonra çıkarılan ve 1937-44 arasında tedavülde kalan 2. Emisyon Grubu’nda;
1931’de kurulan Merkez Bankası’nın çıkardığı ilk banknot (5 lira) da bulunuyor. E2 Atatürk ve
İnönü portreli banknotlardan oluşurken E3 ve E4 tamamen İnönü’nün portreleriyle çıkarılmış.

Bugüne kadar dokuz emisyon grubundan toplam 24 farklı değerde para kullanmışız. Zaman
zaman, grubumuzdaki koleksiyonerlerden Ali Haydar Kurtderya’nın da katıldığı bilgilendirmeler
arasında; ilk dönemde paralarımızın İngiltere, Almanya ve ABD’de basıldığını, E5 ve E6’da
kısmen, E7’den itibaren (1958) tamamen yerli baskıya geçildiğini öğreniyoruz. Son olarak da
2005’de TL’den altı sıfırın silinmesini takiben 8. Emisyon Grubu, bu gruptaki paralarda yer alan

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 12

“yeni” ibaresinin kaldırılmasıyla da (2009) halen kullanmakta olduğumuz 9. Emisyon Grubu
piyasaya sürülmüş.

Yine bu bölümde yer alan ve etkileyici bir görünüme sahip olan Avusturya yapımı ahşap kasayı,
turumuzun sonunda incelemek üzere ikinci bölüme geçiyoruz.

Birkaç basamakla inilen bu bölüm biraz daha geniş bir alana yayılmış olup ortadaki camlı
masalarda ülkemizden ve dünyadan madeni paraları sergileniyor. Yerli paralar arasında delikli
kuruşlardan günümüze örnekler arasında altı köşeli Türk yıldızlı olanlar dikkat çekiyor.
Yabancılarda ise Güney Kore’den Rusya’ya, Guatemala’dan Ukrayna’ya kadar dünyanın dört
bir tarafından ülkelere ait madeni paralar görülebilir.

Bu bölümün duvar vitrinlerinde de birbirinden ilginç objeler yer alıyor. Örneğin kimi vitrinlerde
gerçekleriyle sahtelerinin birir arada sergilendiği sahte banknotlar arasında bir tanesi var ki
oldukça etkileyici hikâyesiyle öne çıkıyor. Rehberimizin de duygulanarak anlattığı bu hikâye,
Çanakkale Savaş yıllarına tarihleniyor. Ordumuzun lastik ihtiyacını karşılamakla görevlendirilen
Mehmet Muzaffer Üsteğmen; resim hünerini kullanarak 100 liralık bir “evrakı nakdiye” yapar ve
bu parayla ihtiyaç duyulan lastikleri Yahudi bir tüccardan satın alır. Daha sonra tüccarın parası
padişah tarafından altın olarak ödenmiş, karşımızdaki 100’lük de tarihe “milli sahte” olarak
geçmiş…

İkinci bölümdeki diğer Osmanlı hatıraları arasında; üç önemli ferman, Anadolu demiryolu gibi
imtiyaz verilen yabancı firmalara ait tahviller ile orijinal taş baskılar ve tahvil klişeleri de
meraklılarını bekliyor.

Keza bu bölümdeki vitrinlerde çok sayıda altın sikke de sergilenmekte…

Müze gezimizin sonunda bir kez daha, birinci bölümde gördüğümüz görkemli ahşap kasanın
önündeyiz. Rehberimiz artık altın külçelerle tanışma zamanının geldiğini söylüyor. Açılan
kapağın arkasında bir anda karşımıza çıkan altın külçeler hepimizi heyecanlandırıyor. Elimize
almamıza da izin verilen, hemen hemen bir tuğla büyüklüğündeki bu külçelerin her birinin 12,5
kg ağırlığında olduğunu öğreniyoruz. Yine bu bölümde öğrendiğimize göre Türkiye
Cumhuriyeti’nin sahip olduğu toplam altın rezervlerinin 1/3’ünü Merkez Bankası kasalarında
saklanırken kalan miktar (gereğinde kolayca satılmak üzere) İngiltere ve ABD’deki muhabir
bankalarda tutuluyormuş…

Böylesine olağanüstü bir koleksiyonun sergilendiği bir müzede fotoğrafa izin verilmemesi
anlaşılabilir belki ama en azından bir bilgi katalogunun veya kapsamlı bir broşürün eksikliğini not
etmeliyiz. Bununla birlikte böyle bir katalogun yerini tutmasa da Merkez Bankası’nın internet
sitesinden (sanalmuze.tcmb.gov.tr/sanalmuze) müze koleksiyonu hakkında bilgi alınabilir.

Ulus’taki merkez Bankası’nın yeni binasının giriş katında yer alan Para Müzesi, çalışma gün ve
saatlerinde, ücretsiz olarak fakat özel izinle gezilebiliyor.

PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!

BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,

GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI

AZALT.

.BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 13

SAĞLIK KÖŞESİ

ÇOK AZ YEMEK ÇÖZÜM MÜ?

Kişiler; hızlı kilo verme, hedeflenen kiloya ne pahasına olursa olsun ulaşma isteği ve az kalorili
beslenmenin ileride daha zor bir yaşantıya sebep olacağını bilmeme nedeniyle çok az beslenme
şeklini yani çok düşük kalorili beslenme şeklini seçmektedirler. İnternette bu konuyla ilgili göz
gezdirdiğimiz zaman kilo kaybına yardımcı veya kiloları yenmeyle ilgili birçok şişirilmiş, iddialı
beslenme programlarına rastlayabiliriz. Genel olarak bu programlar 1200 veya daha az kalori
içermeleriyle övünürler. Ancak teknik olarak çoğu insanın –özellikle aktif erkek ve kadınlar- daha
fazla yemeye ihtiyacı vardır. Yeterince yemek yememenin sağlığımız üzerinde bazı ciddi yan
etkileri olabilir ve ironidir ki kilo kaybı hedeflerinizi de sabote edebilir. Eğer sizde de aşağıdaki

durumlar varsa yeterince yemiyor olabilirsiniz.

 Kilo verememek

Kaloriyi azaltmak başlangıçta yardımcı olsa da
sonrasında vücudunuzda bir durgunluk olacak.
Kısıtlayıcı/şok beslenme programları metabolizmanın
yavaş çalışmasına neden olur. Hatta kilo da

alabilirsiniz. Genellikle normal beslenmeye geri
dönüldüğü anda yeniden ve hızla kilo alımı meydana
gelir. Bunun nedeni vücudunuz mümkün olduğunca
daha çok enerji tasarrufu yapmayı deneyecektir.
Çünkü bedeniniz açlık yaşamakta olduğunuzu
düşünüyor! Bunun yerine olağan miktarlarda düzenli
olarak yemek, kişiye uygun beslenme planını bulmak
için bir diyetisyenle çalışmak ve spor yapmak vücudunuz için en uygun diyet. En önemlisi de
süreklilik ve sağlıklı bir çözüm için zayıflamaya değil sağlıklı beslenmenin yaşam tarzı haline
getirilmesine odaklanılmalı.

 Kronik yorgunluk

Sabahları şöyle bir sahne mi yaşıyorsunuz? Ayaklarınızı sürükleyerek yataktan çıkmışsınız
ve kendinize gelebilmek için içtiğiniz üçüncü kupa kahve… Enerjiniz düşük çünkü yeterince
yemek yemiyorsunuz. Unutmayın: Gıda yakıttır. Vücudumuza enerji gerekir, bu noktayı
atlamamalıyız. Kafeinin gücüne güvenmek yerine gün boyunca enerji seviyelerini yukarda
tutmak için karbonhidrat, protein ve yağları yeterli ve dengeli bir şekilde almayı denemeliyiz.

 Egzersiz yaparken zorluk

Belirli bir kiloyu vermek veya korumak için çalışan kişiler için diyet ve egzersiz el ele gider.
Fakat siz egzersiz programınızı artırdığınızda kaloriyi kestiğiniz zaman kaslarınızı kullanmak
ve onların büyümesi için ihtiyaç duyduğu besinleri alamıyorsunuz. Bu da kaslarınızda düşük
enerji, zayıflık hissi ortaya çıkmasına neden olabilir; kas gelişimini engelleyebilir. Egzersizin
gerçekten faydasını görüp bunun meyvelerini toplamak istiyorsanız; egzersizden en az 30
dakika sonra protein ve karbonhidrattan zengin bir ana öğün veya ara öğün tüketmelisiniz.

 Çalkantılı ruh hali

Hiç ‘’aç ve sinirli’’ durumuna yakalandınız mı? Evet, açlığın ruh halleriniz üzerine ciddi bir
etkisi vardır. Sürekli açlık durumunun sizin üzerinizde iş arkadaşlarına bağırma, kırıcı
konuşma; duyguları kontrol etmek ve karar vermekte zorluk yaşama gibi etkilerinin olması
muhtemeldir. Bilimsel araştırmalar gösteriyor ki yeterince yemediğimiz zaman kontrolümüzü
kaybedebiliyoruz. Basitçe ‘’Açken sen, sen değilsin.’’

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 14

 Sindirim problemleri

Sindirim sisteminiz sağlığınızla ilgili birçok şey söyleyebilir. Çoğu insan için normal bir
bağırsak hareketi günde bir veya iki kez gerçekleşir. Eğer yeterince yemiyorsanız günlerce
lavaboya gitmeyebilir, dışkılama yapamayabilirsiniz. Bu beslenmenizde lifli besinlerin
eksikliğinden kaynaklanabilir ve sindirim sisteminde ciddi sorunlara yol açabilir. Tabi bazen
kabızlığın altından birçok farklı sağlık sorunu da çıkabiliyor.

Kişinin günlük olarak alması gereken enerji uzman tarafından belirlenmeli ve kısıtlama
yapılacaksa yine uzman kişi tarafından bilinçli bir şekilde azaltılmalıdır. Kilo vermeyi denerken,
sağlıklı olmaya çalışırken yemeyi ihmal yerine bu konuda eğitimli profesyonel olan
diyetisyenlerden yeterince besin ve kalori alma hakkında yardım almak daha faydalı olacaktır.
Diyetisyeniniz size biyolojik özelliklerinize göre kendi bireysel beslenme yaklaşımınızı bulma
konusunda destek olacaktır.
Son olarak beslenme hayatımızın odağında, yaşam kalitemizi doğrudan etkiyen bir olgu. Bu
yüzden yemek yeme zevkli olmalı ve size, bedeninize hizmet etmelidir. Unutmayın; Vücudunuz
için doğru besinleri aldığınız zaman hem iyi görünmek hem de iyi hissetmek mümkün!

Sağlıkla kalın.

SEVDE MERCAN

Ankara Üniversitesi, Beslenme ve
Diyetetik 4. Sınıf Öğrencisi

ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.

HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.

LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.

PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 15

“CAN YÜCEL 91 YAŞINDA!”

Edebiyat Topluluğumuz; Mahallenin en büyük parkına isim
sahipliği yapan Can Yücel’i unutmadı.

Doğumunun 91.yıldönümünde şairin yaşamının anlatıldığı
belgesel “Can Yücel Parkında” açık havada, mahalle
sakinleriyle birlikte izlendi. Belgeselin ardından şairin
şiirlerinden örnekler ve şiirlerinden bestelenmiş şarkılar birlikte
dinlenildi. Katılımcılar da Can Yücel’in şiirlerinden okuyarak
geceye renk kattılar.

Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Fethi Aksoy
böylesine güzel eserler vermiş ve tüm dünyaca tanınan bir
şairin adını mahallelerinde parkta yaşatmaktan duydukları
mutluluğu dile getirdi ve her yıl ağustos ayında parkta Can
Yücel’i anmaya devam edeceklerini söyledi. Aksoy eskiden halı
saha olan bu parkın Çankaya Belediyesi ile birlikte katılımcı

demokrasinin güzel örneklerinden birisi
sergilenerek parka dönüştürüldüğünü ve adının da
mahalle sakinlerinin de katılımıyla belirlendiğini
bildirdi. Çankaya Belediyesine bu güzel ve örnek
uygulama için teşekkür eden Aksoy parkın her
gece mahalleliler tarafından yoğun bir şekilde
kullanılmasından duydukları memnuniyeti de
bildirdi.

Çiğdemim Edebiyat Topluluğu Eylül ayından
itibaren her ay bir kitap/yazar/şair belirleyerek
çalışmalarına devam edecek ve katılmak isteyen

herkesi bekliyor.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 16

ANKARA’NIN BİTMEYEN AMBLEM – LOGO SERÜVENİ

Timur Özkan

Avukat Rahmi Kumaş, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Cep Kitaplarından çıkan “Ankara’da Simge
Savaşımı” adlı kitabında; öncelikle dünyadan örneklerle simge nedir sorusunu yanıtlıyor.

“Türkiye’de kentlerin yasal simgeleri 1973 yılına gelince dek olmamıştır. Yabancı kentlerden
Londra denince Big Ben, Paris deyince Eiffel Kulesi ve Zafer Kapısı, Roma deyince Çift Başlı
Kartal, New York deyince Özgürlük Anıtı, Sidney deyince Opera yapısı anlaşılırken Ankara
denince bu garip simge çizgilerini anımsamak insanı utandırıyor. Eğer tarihi bırakıp
günümüzden simge seçecek olsaydık, Ankara denince Anıtkabir ya da TBMM yapısı
seçilebilirdi...”

Yanıtına bu cümlelerle başlayan Kumaş daha sonra 1995’de açtığı ilkiyle başlayan beş ayrı
davalık hukuk sürecini kronolojik olarak anlatıyor. Kitapta, üç yıldızlı, beş yıldızlı cami
görünümlü Atakuleli amblemlerden, ünlü müzikal Cats’den devşirme, bıyıklı/bıyıksız kedili
logolara uzanan başkentin tartışmalı amblem-logo serüveninin hikayesini okurken, eski/yeni
logo ve amblemleriyle birlikte öne çıkan alternatif önerileri de hatırlamadan geçemiyoruz.

Eski ve yeni amblemler:

Eski ve yeni logolar:

Alternatif amblem veya logolar:

Ankara Belediye Ankara’yı Seven Enver Arcak
Dergisi 1954 Reklamcılar 2003

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 17

KÜTÜPHANEMİZDEN

Turhan Demirbaş

Kazaklar - Tolstoy

Kitabı okumaya başlarken; bir klasik mi? diye sordum kendi
kendime... Dostoyoski, Tolstoy, Balzac gibi yazarların eserlerine
klasik deriz, ama hüsrana uğradım, bu kitap bir aşk romanı bile
değildi. Belki, sadece birkaç kelime bilmek kazanç diyenler için ilginç
olabilir. Olenin; Moskovalı bir ailenin oğlu, subay olunca tayini Kazak
diyarına çıkıyor. Oraya gidip göreve başlıyor. Orada güzel bir kıza
âşık olmak istemektedir. Yeroşka adlı bir yaşlı adam ile arkadaşlık
yapar. Yanında Lukaşka adlı serseri birisi daha vardır. Kitapta önemli
bulduğum Bozkırda Müslüman köylülere “Abrek” adı verilmekte ve
Lukaşka bir Abrek öldürmüştür. “Buza” adlı Tatar birası da sürekli
olarak içilmektedir. Bir de kitapta başka bir Kazak içkisinden de
bahsedilmektedir. Bu da buğdaydan yapılan “Çihir”dir. Maryana adlı

bir genç kıza âşık olur. Bu kız da arkadaşı Lukaşka ile konuşmaktadır.
Kitabın sonunda kızı ister ve kaçırır. Kütüphane No; 18540

Hıristiyanlaşan Türkler – Mehmet Eröz

Lozan Antlaşması'nın bir maddesi gereğince, Anadolu'daki
Ortodokslar ile Yunanistan'daki Müslüman'lar mübadele edilecekti.
1924-1925’de bu mübadele gerçekleşti. Hamdullah Suphi Beyin,
Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada, Hıristiyan Türk'leri
Yunanistan'a göndermekle büyük hata işlediğimizi söylediği ve
Atatürk'ün de "hata işledik" dediği rivayet edilir. Gerçekten biz
Anadolu'nun bir miktar Hıristiyan Türkü ile Hıristiyan Elen'i ayıran
farkları incelemeye vakit bulamadan Türklerin bir kısmını Ortodoks
diye Yunanistan'a gönderdik.

Yunanistan'a gönderilen Hıristiyan Türkler, orayı hiç sevmediler. Bu
durumu her seferinde açıkladılar. Atina'da yapılan bir Doğu
Medeniyetleri Kongresine katılan iki öğretim üyesini candan
karşıladılar ve misafir edip içlerini döktüler. Çocuklarının Türkçeyi
unutmakta oldukların yakındılar. Bunlar içinde tek kelime Yunanca
öğrenmeden ölenler olmuş. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
hocaları Fahri Fındıkoğlu ve Lütfü Güçer'in anlattıklarına göre; Karamanlılar, Sivaslılar,
Akdağlılar, Bayburtlular diye anılan bu Hıristiyan Türkler, Yunanlılarla hiç anlaşamamış. Yunan
Hükümeti, bunların kiliselerinde Türkçe ibadet edildiğini görünce, papazlarını değiştirip, Rum
papazlar tayin etmiş, çocuklar için de Yunanca öğretilen kreşler açmış... Kütüphane No; 8690

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 18

“AÇIK HAVA SİNEMASI NOSTALJİSİ DEVAM EDİYOR”

Çiğdemim Derneği birbirinden farklı etkinliklerle mahalle sakinlerinin yaşam kalitesini artırmaya
ve komşuluk ilişkilerini geliştirmeye devam ediyor.

Dernek bünyesinde, sinemaseverleri bir araya getirip birlikte film izlemek, filmleri ve
yönetmenleri tanıtmak ayrıca
oluşturulan kültürel ortamda

mahalle sakinlerinin bir araya

gelmesini sağlayarak Dernek-Üye

ve komşuluk ilişkilerini

güçlendirmek amacıyla

etkinliklerine devam eden

Çiğdemim Derneği Sinema

Topluluğu yaz aylarında da her

hafta Salı akşamları “Açık Hava

Sineması” etkinliği düzenliyor.

Sıcak yaz akşamlarında komşuların

açık havada serinleyerek birlikte

paylaşımda bulunmalarını

amaçlayan ücretsiz etkinlikler Salı

akşamları 20:00’de Çiğdem

Mahallesinde bulunan Can Yücel Pakında düzenleniyor.

Eylül ayının programı şöyle:
5 Eylül 2017 Salı - Uzun Hikaye
12 Eylül 2017 Salı – Aşk Tesadüfleri Sever
19 Eylül 2017 Salı - İlk Aşk

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 19

COĞRAFİ İŞARETLEME SİSTEMİ

Açlık ve yeterli beslenme için bir anahtar olarak sunulan endüstriyel tarım, kitlesel üretimi, tek tip
üretimi, homojenlik ve standartlaşmayı bir “kalite” unsuru olarak öneren bir sistemdir.
Yöresel ürünlerin korunması, tanımlanması, tanıtılması anlamında oldukça önemli bir amaç/araç
olarak adlandırılabilir. Türkiye’de de 6789 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ve uygulama
yönetmeliği çerçevesinde gerçekleştirilen Coğrafi İşaret tescil sistemi, oldukça ilgi gören bir
sistem oldu ki bu gün 209 ürün coğrafi işaret aldı ve birçok üründe sıradadır.

Coğrafi İşaret nedir? Coğrafi İşaret (Cİ), belli bir şehir, bölge veya ülkeye ait özellikleri itibariyle,
bu coğrafi alan ile özdeşleşmiş bazı ürünlere (özellikle, gıda ve el işi ürünler için) uygulanabilen
özel, ayrıcalık kazandıran bir isimlendirme. Cİ kullanımı, ilgili ürüne ait tanımlı özelliklerin
gerçekten var olduğunu tescilliyor; örneğin söz konusu ürünün geleneksel yöntemlerle
üretildiğini veya coğrafi özelliklere bağlı sıfatları taşıdığını doğrulaması gibi... 20. yüzyılın başı
itibarıyla, dünyada özellikle gıda ürün markalarının içerdiği coğrafi isimlerin yanıltıcı olmasının
önüne geçmek üzere Cİ uygulamalarının yaygınlaştığını görüyoruz.

Türkiye’de, Malatya Kayısısı, Erzincan Tulumu, Finike Portakalı, Ege İnciri, Ezine Peyniri,
Kalecik Karası Üzümü, Kayseri Pastırması, Maraş Tarhanası, Safranbolu lokumu gibi 170’den
fazla ürün coğrafi işaret almış durumda. 200 üründe başvurmuştur.

Coğrafi İşaret, kültürel mirası ve geleneksel üretimin önemini vurgularken, o bölge üreticisi ile
birlikte tohumu, toprağı, suyu, iklimi korumayı hedefleyen bir sistem. Türkiye farklı coğrafi
bölgeler ve iklim zenginliği ile büyük bir biyo çeşitliliğe (tüm Avrupa kıtasında 12,000 bitki türü
bulunmasına karşın ülkemizde 9,000 bitki türü bulunuyor ve bu türlerin % 30’u dünyada sadece
Türkiye’de yer alıyor) ve buna bağlı olarak, zengin çeşitlilikte tarımsal ürünlere sahip. Bu zengin
çeşitlilik aynı zamanda büyük bir Coğrafi İşaret potansiyeli demek; ülkemizde bu sayının
yaklaşık 1500 olduğu tahmin ediliyor. Ankara Çubuk Agat Taşı bu yıl Coğrafi İşaret almıştır.

Çubuk Agat Taşı

Başvuru Tarihi: 26.04.2017 Başvuru No: C2017/026

Coğrafi İşaretin Adı: Çubuk Agat Taşı

Ürün / Ürün Grubu: Diğer (Doğal Taşlar) Coğrafi İşaretin Türü: Menşe Adı

Başvuru Yapan: Çubuk Belediye Başkanlığı Logo kullanımı ile etiketleme şeklinde
yapılacaktır.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 20

Ürünün Tanımı ve Ayırt Edici
Özellikleri:

Çubuk Agat Taşı, değişik renkli

yuvarlak ve ince tabakalardan
oluşmuş bir Kalsedon türüdür.

Andezitik ve Riyolitik birimlerde
kanal dolgusu olarak gelişen

ayrıca kendine özgü çubuksu

kristalleri bulunan Çubuk Agat

Taşı, volkanik istif içinde genelde

dağınık ve düzensiz nodüller
halinde yataklanmıştır. Çubuk

Agat Taşı, miyosen yaşlı volkanik

seriye ait andezit içerisinde

bulunmaktadır. Andezit

içerisindeki Çubuk Agat Taşı,

yanal devamlı yarık ve çatlak

boşlukları içerisinde

bulunmaktadır, açık boşluk dolguları olarak yataklanmış olup, yataklama şekli katmansaldır.

Riyolit içerisindeki Çubuk Agat Taşları ise çeperleri düzenli ya da düzensiz gözeneklerle boşluk

dolguları olarak yataklanmıştır. Yerleşme yerleri yumrusaldır. Hem konsantrik tabakalı hem de

yatay tabakalı bantlara sahiptir. Yatay paralel bantlar ise göreceli olarak daha iri silis

taneciklerinin yer çekiminin etkisiyle çökelimin bir sonucudur.

SÜS TAŞLARI - 6

AKİK (AGAT)

Yerküremiz, insanlar ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak sağlıklı kalsın diye, onlara binlerce
güzel taşı hediye olarak sunmuştur. Taşlar ve renkler, doğanın insanlara bir armağanıdır.
Yüzyıllardır değerli taşların renklerinden ve gizeminden etkilenen insanlar, bunları çeşitli
amaçları için kullanmıştır. Onları sadece takı olarak kullanmamış, şifa elde etmek içinde
kullanmıştır..! Bu nedenle insanlar, süs taşlarını tespih, yüzük, kolye ve benzeri objeler halinde

üzerlerinde taşımıştır...

Günümüzde yarı değerli süs taşlarının kullanımı,
her geçen gün çoğalırken, kadınların kıyafetlerini
tamamlayan hoş aksesuarlar olarak kullanımları,
giderek yaygınlaşmaktadır. Yaygınlaşan bu
aksesuarlardan, yani süs taşlarından en çok
kullanılanı ise akik'tir.

Aslında akik ya da agat aynı taşın iki farklı dokuda
olanıdır. Her ikisi de kalsedon'un bir alt türü
sayılabilir. Eğer kalsedon yarı şeffaf, çizgisiz ve
renk tonu olarak turuncu, kırmızı ya da kahverengi
ise, bu taş akik adını alır. Ama, yine yarı şeffaf
olur, ancak taşın içerisinde katmanlar, çizgiler
yada farklı oluşumlar bulunursa bu taş agat adını alır...

Akikin jeolojideki adı da, yine agat’tır. Halk arasında, yemen taşı olarak da bilinir. Ayrıca,
Süleyman taşı, Ateş taşı ve Gezgin taşı adları da verilir. Yaygın olarak bulunan ve bilinen akikin

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 21

rengi ise ateş kırmızısı olup, Kırmızı akik olarak tanımlanır. Akik, kalsedon kuvarsın bir çeşidi
olup, yarı saydam bir mineraldir. Kimyasal bileşimi silisyum dioksittir (SiO2). İçeriği, diğer
bileşenlere ve oluşum koşullarına bağlı olarak, çok farklı renk ve dokuda olabilir. Sertlik derecesi
ise yedidir. Çakı ile çizilmez, yani işlenmesi hayli zordur...

Doğada az bulunmakla birlikte siyah, beyaz, mavi, yeşil, sarı, kahverengi ve turuncu renklerde
olanları da vardır. Diğer minerallerden etkilenerek yosunlu bir görünüm aldığında, yosunlu akik
adını alır. Genelde akiklerin lekeleri çizgi, dalga ve hareler halinde olur. Siyah ve beyaz renkli
olanları ise Oniks adını alır...

Akik adını, Sicilya’da bulunan Achates Nehri’nden
almıştır. Doğada en çok bulunan taşlardan olmasına
karşılık, akikin renklerindeki güzellik ve halkalarındaki
çekicilik, onun her zaman gözde taşlar arasına girmesine
yardımcı olmuştur..

Tarih boyunca akik, kol düğmesi, yüzük taşı, mühür,
düğme ve benzeri eşyaların üretiminde kullanılmış olup,
Osmanlılar dönemindeyse, İstanbul’da büyüklerinden
tabak, fincan, kase, mürekkep hokkası (mürekkep kabı)
ve bazı tespih imamelerinin (tespihin baş tarafına takılan
irice parça) yapımında kullanılmıştır. Küçükleri ise daha
çok yüzük, kolye, kol düğmesi ve bilezik yapımında
kullanılmıştır...

Akik işçiliği eskiden İstanbul’da, bir sanat dalı olarak
kabul edilirmiş. Dolayısıyla akik işlemeciliğiyle uğraşan
kıymetli ustalar hep İstanbul’da bulunur, yeni ustalarsa burada yetiştirilirmiş. Bunların yaptığı
kase, fincan ve tabaklar da oldukça makbul sayılırmış. Koyu kırmızı ve eflatun renkli tespihler ve
lacivert fincanlar, en çok aranan değerli akik eşyalar arasındaymış... O yıllarda İsviçre’de
üretilen akikler, daha ince yapıldığı için, fazla kıymetli olarak kabul edilmezken, Türkiye’de
yapılanlar, ilkel aletlerle oyularak yapılmasına rağmen, değerli sayılıp daha çok tutulurmuş..!
Öyle ki, Papalar bile İstanbul tespihlerini tercih edermiş..! Sanırım, günümüzde yapılan el
dokuması halı ve kilimlerin, daha kıymetli kabul edilmesi gibi bir durum yaşanıyormuş, o
yıllarlarda da...!

Akik taşı, doğal süs taşlarının güzellerindendir. Ülkemizde de en çok bilinen ve en çok da
kullanılan süs taşlarından biridir. Bu nedenle akik'in, magazin yanına değinmeden
geçemeyeceğim;

Tüm dünyada akikin, yıllardır uzun ömür ve mutluluk sembolü olduğuna inanılıyor... Bunun yanı
sıra, strese de çok iyi geldiği kabul ediliyor... Ayrıca akikin, insanlara canlılık veren bir enerjisi
olduğu, insanların kendini sıkıntılı ve kötü hissettiği anlarda, olayların iyi yönünü de görmesini
sağladığı, üzerinde akik taşıyan kişiye güç, keyif ve iyimserlik duygusu verdiği de yaygın olarak
söyleniyor...

Özellikle yüzük olarak kullanıldığında, kişinin güvenini artırdığı, mavi renkli olanlarınınsa, nazara
karşı çok etkili olduğu da yine yaygın olarak söylenmekte...

Cengiz KARAKÖSE

Jeoloji Yük. Müh.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 22

ŞİİR KÖŞESİ

ERTELENMİŞ GÜL SESİ

kim oturur divanda ey
gergefinde kan damlası

can yaprağında sürüngen
bir yanım ahşap doku

hazirandı temmuzdu mühürlü dilim
akasya sıkıntısı

eylül oluyor bütün mevsimler
koşuyorsun ya bana doğru

ah ömrümün yorgun suyu
okuyacaksan beni

ertelenmiş gül sesiyle oku

Dursun NADİR

BİZİMLE BİRLİKTE HAYATA FARKLI BAKMAYA NE DERSİNİZ ?

Derneğimizin Ankara Kalkınma Ajansının katkısıyla gerçekleştirdiği ‘Çiğdem
Mahallesinde Yaşam Engel Tanımaz ‘ proje kapsamında farkındalık oluşturmak
amacıyla özel çocuklarımıza farklı engelleri olan dostlarımıza özel anlar
yaşatarak o anları fotoğraflaması ve hafızalarında güzel bir anı bırakmak için
yola çıktık. Bu yolda ki en büyük şansımız Fazlı hocamız oldu. Küçük bir atölye
grubumuz oluştu... Önce eğitim aldık sonra sahalara çıktık.Hem eğlendik hem
de bolca fotoğraf çektik.Böylece hayata farklı bakmaya başladık.Önceleri proje
çalışması olsada farkında olmadan çalışmayı sabırsızlıkla beklediğimiz atölye
haline geldi. İlk sergimizi Taurus AVM’de açtık. O heyecanı yaşamak
unutulmazdı. İstanbul’a Anafod Derneğine davet edildik. Son olarakta Çağdaş
Sanatlar Merkezi’nde fotoğraflarımız sergilendi.

Fotoğraf çekmenin keyfini tattık bi kere.. Öyleyse yola devam dedik.. Bizimle
birlikte bazen çakıl taşlarının üzerinde , bazen yıldızların içinde birlikte
yürümeye ne dersiniz.

Atolyemizdeki keyifli çalışmalarımıza ortak olmanız için tek yapmanız gereken
Derneğimize başvurmanız.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 23

KÜTÜPHANEMİZDEKİ GEZİ KİTAPLARI

Derleyen: Turhan Demirbaş

Buket Uzuner; New York Seyir Defteri, Yolda, Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları, Şehir
Romantiğinin Günlüğü

Gülten Dayıoğlu; Kafdağı’nın Ardına Yolculuk, Efsaneler Ülkesi Çin’e Yolculuk, Hindistan’a
Yolculuk ve Nepal Gezisi, Güney Pasifik Adalarına Yolculuk, Meksika’ya Yolculuk, Gizemli
Buzullar Kıtası Antarktika ve Patagonya'ya Yolculuk, Bambaşka Bir Ülke Amerika'ya Yolculuk,
Kenya’ya Yolculuk, Mısır’a Yolculuk

Işık Kansu; Geçmişi Silinen Kentler

Murat Özsoy; Turkuaz Günlüğü

Mustafa Balbay; Balkanlar, Çin’in Uzun Yürüyüşü, Ülkelere Değil Savaşa Düşmanım

Nedim Gürsel; Yine Bana Döneceksin

Nasuh Mahruki; Everest’te İlk Türk, Yeryüzü Güncesi, Bir Dağcının Güncesi, Asya Yolları,
Himalayalar ve Ötesi, Kendi Everest’inize Tırmanın.

Orhan Kural; Dünya Döndükçe İnsan Gezdikçe, Köşe Bucak Dünya, Unutulmaz Gezi Anıları
(Timur Özkan ile birlikte)

Timur Özkan; Gezmek Yaşamaktır, Gezgince, 4 Kıtadan, 5 Kıtadan, Ankaralı Gezginler 1, 2, 3
(Editör), Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya (Editör), Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya
(Editör), Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu (Editör), Gezgin Gözüyle Türkiye 1,2 (Editör),

MAHALLENİN SAKİNİ DEĞİL
SAHİBİYİZ!

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 24

TARİH KİTABININ ÇARPICI SAYFALARINDAN II

ZİYA GÖKALP VE ENVER PAŞA (*)

Ziya Bey Enver’i, en sert bir Müslüman taassubu ile seviyordu. Ne Sarıkamış, ne Arabistan
cephesinin turfası, be Irak bozgunlukları ne iâşe ve ihtikâr rezaletleri, hiçbir şey, Ziya Bey’i bu
imânında sarsmamıştı. Enver’i nasıl telâkki ettiğimi bildiği için, en ziyâde enine boyuna politika
bahsi ettiğimiz saatlerde bile, Enver bahsini açmaktan çekindiğini hissederim. Maamâfih bir
akşam Yat Kulüb’ün oyun salonu olan Lobby Evi’nde hiç beklenilmeyen acı bir hadise oluverdi.
Yemek saatine tesadüf ettiiyçün, oyun salonunda kimse yoktu. O, ben ve Cafer Bey rakı içiyor
ve konuşuyorduk. Benim harb lehinde, yazı ve söz, her türlü tezahürden kendimi uzak
tuttuğumda bir bahis açarak çok dostane ve lâtife kılıklı: “Meselâ sen bu harb uğrunda kendini
halk nazarında yıpratır endişesiyle bir yazı yazmaktan korkarsın!” dedi. Lâtife vâdisini aşan bir
kelime ilave ederek: “Korkaksın! Meselâ Enver Paşa hakkında bir yazı yazmaktan çekinirsin!”
yolu bir cümle ilâve etti.

İşretin hassasiyete verdiği bir şiddetle; “Ziya Bey! Ya ben korkağım yahut da siz korkaksınız.
Bunu yarın tecrübe edelim. Ben bu akşam, odama kapanacağım, Enver hakkında ne
düşünüyorsam aynen yazacağım. Türk milletini Enver Paşa’nın kendi hırsına nasıl feda ettiğini,
Alman ittifakına eli kolu bağlı attığını, dövüşmesi katiyen icap etmeyen cephelerde kırdırdığını,
Mısır’ın, Kafkas’ın, daha bilmem nerelerin fethi gibi, bugün Türk milletinin asla kudreti ve ihtiyacı
olmayan bir macerada tepelediğini, üstelik bizzat kendi, bu cidalde hiçbir kıymet göstermediği,
en güzide ve muvakkaf kumandanlarımızın şereflerini ketmettiği halde, akrabasını öne
sürdüğünü, bu dakikada vatan vaziyetinin bir facia olduğunu, lakin bununla kalmayıp bu zat
yüzünden devletin batacağını, ben bu akşam yazacağım. Enver hakkında, korkmayarak fikrimi
söyleyeceğim. Yazacağım bu makaleyi yarın sabah size teslim edeceğim. Sizde bu makaleyi
'Tanin'de veya başka gazetede yayınlayacaksınız. Yayınlamazsanız, korkaksınız!" dedim.

Ziya Bey, sözlerimi derin bir teessürle dinledikten sonra donmuş gibi bana bakıyordu. Aramızda
aşılmaz bir uçurum açıldığını, orada üçümüz de hissediyorduk. Cafer Bey kımıldanıp kalktı,
çekildi. İkimize de birdenbire ağır bir sükût çökmüştü. Kadehlerimizden birkaç yudum daha içtik,
konuşmuyorduk. Az sonra Ziya Bey, titrek bir sesle: “Vakit geç, artık gidelim” dedi. Kalktık,
dalgın dalgın bahçe kapısına kadar gittik. Ayrılmamız dakikası gelmişti. Ziya Bey, kapı önünde
elimi sıktı. “Bu akşam rahat edelim, yarın ben inmeyeceğim, sizi ararım… Biraz gezmeğe
çıkarız! dedi.

(*) Yahya Kemal’in 1968’de, Yahya Kemal
Enstitüsü tarafından yayımlanan “Siyasi ve
Edebi Portreler” adlı kitabından alınmıştır. Eser,
8361 numara ile kayıtlı olarak kütüphanemizde
mevcuttur.

HİÇBİRİMİZ, HEPİMİZ KADAR
GÜÇLÜ DEĞİLİZ!

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 25

YABANCI DİZİLER NEDEN POPÜLER?

Televizyon sektörünü ayakta tutan en önemli unsurlardan biri elbette ki dizilerdir. Genellikle

haftada bir gün yayınlanan diziler (tekrarlarını saymazsak) televizyon kanallarının vazgeçilmez

programlarındandır. Türk televizyonları da bu konuda oldukça yoğun bir yayın akışına sahiptir.

Her sezon, her kanalda konusu benzer ama oyuncu kadrosu farklı diziler kanallarımızı işgal

etmeye devam ediyor. Başrol erkek ile başrol kadın bir şekilde tanışıyor, aşk ilişkisi yaşamaya

başlıyor, aileden veya arkadaş çevresinden yaptığı her hareketi televizyon ekranına

bağırmamızı sağlayan bir kötü karakter ile bol silahlı, bol hastaneli bölümler birbirini kovalıyor.

Hal böyle olunca televizyonda aradığını bulamayan insanlar (büyük çoğunlukla gençler) internet

üzerinden yabancı dizilere doğru yelken açıyor. Peki, bizim televizyonlarımızda olmayan ne var

bu yabancı dizilerde?

Öncelikle tür

açısından oldukça

geniş bir yelpazeye

sahipler. Bilim

kurgu, fantastik,
aksiyon, gençlik,

mitoloji, korku,

spor, macera,

gizem vb. konular
oldukça başarılı
şekilde işleniyor.
Konu bütünlüğü
korunuyor, gereksiz diyaloglar oldukça az, bölüm süreleri sezon içerisinde 40, sezon finali/final
bölümü gibi özel bölümlerde ise maksimum 60 dakika bizi ekrana kilitliyor. Üstelik bir senede 30
bölüm yerine maksimum 19-20 bölüm yayınlanıyor. Hal böyle olunca dizilerin yayında kalma
yılları da genellikle en az 4 en fazla 12-13 sezon sürebiliyor. Teknoloji ve bilim yapımında ve
konusunda fazlasıyla yer alıyor. Özellikle bilim kurgu, tarih, biyografi, macera, gizem türlerinde
yer alan dizilerde teknoloji ön planda ve gencinden yaşlısına herkesin kullanabildiği, topluma

tamamen kanalize olmuş bir öğe olarak karşımıza çıkıyor. Görsel efektler konusunda ise sanki

dizi değil de film seyrediyormuşsunuz hissi verecek kadar gerçekçi ve estetik görüntüler ortaya

çıkıyor. Olay örgüsü; başrol oyuncularının aşk üçgenlerinden ziyade her bölüm farklı sırların ve

hikâyelerin ortaya çıktığı, heyecan ve merak unsurlarının seyirciye adeta enjekte edildiği

laboratuarlara dönüşüyor. Yabancı dizilerin bir başka seyirciyi kendine çeken unsuru da

bölümün baştan sona akıcı şekilde ilerlemesi, araya reklamların girmemesidir. Türk dizilerinin

yayın saatleri oldukça uzun, bir de buna bölüm başında yarım saati bulan bir önceki bölüm

tekrarları ile en heyecanlı noktada giren reklamları eklediğinizde seyir zevki tamamen düşüyor.

Bir de başımıza “Ürün Yerleştirme” çıktı. Örneğin; dizinin karakteri çamaşır yıkıyor, bir anda

eline x marka deterjanı alıp “Bu x ürününü kullanmaya başladığımdan beri elbiselerim daha

temiz” gibi bir replik söylüyor. Gerçekten merak ediyorum; Türkiye’de seyrettiği dizideki karakter

x marka ürünü aldı diye markete gidip o x marka ürünü alan kaç kişi vardır acaba? Yabancı

dizilerin bir diğer etkileyici unsuru kendi içlerinde bir evren kuruyor olmaları. Nedir bu evren?
Birkaç dizinin aynı yapım şirketinden çıkması sonucunda dizilerin ve karakterleri aynı zaman
diliminde olay örgüsünü işlemesi, hatta bazı bölümlerin ortak çekilmesi de dizi evrenlerini bir
hayli ilginç hale getiriyor. A dizisinde gördüğünüz karakterleri B dizisinde mantıklı bir şekilde
misafir edilmiş olarak görüyorsunuz ki bu B dizisinin seyircisine “A dizisini seyretmezsen
B’dekilerle nasıl bir etkileşimi var anlayamazsın” mesajını veriyor. Türk dizilerinde bunu hayal
etmek oldukça güçtür. Bu yöntem hiç denenmedi diyemeyiz ama sonuçları pek başarılı olamadı.
Aynı evrende bulunan bu diziler sayesinde tanıtımı yapılan karakterler beyaz perdeye de
aktarılıyor. Hatta dizi evreni ile film evreni bazen iç içe geçen halkalar halinde seyirciye
sunuluyor. Türk dizilerinde eğer askerlik veya mafya üzerine bir konu yoksa Türk Bayrağı
görmek bile güçtür. Oysa yabancı dizilerde bayrağımız, tarihi kişiliklerimiz çok sık göndermelere
maruz kalır. Çoğunluğu olumlu yönde olsa da bazı olumsuz göndermeler de mevcuttur. Her
sene düzenlenen paneller ile dizilerin ve filmlerin tanıtım günleri gerçekleştiriliyor. Karakterler bu

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 26

panellere katılıyor, hayranları ile buluşuyor, yeni sezon hakkında bilgiler veriyor. Bu dizi
karakterlerinin giyim, oyuncak, teknoloji sektörlerine de katkısı gün geçtikçe büyüyor.
Yurtdışında ilgi gören bu projeler yukarıda belirtilen sektörler aracılığıyla dış pazarlara açılarak
ekonomik gelir sağlamakta da bir hayli yol kat etmiş durumdadır. Türkiye’de son yıllarda bu
gelişmeleri görerek yeni televizyon çağına ilk adımlarını atmaya başladı. Televizyonda
görmediğiniz, sadece internet üzerinden yayınlanan dizilerimiz artık var. Bu adım gerçekten
önemlidir. Ancak senaristler konusunda reformlar değil devrimler gerekmektedir. “Ülkemin ilk
küresel dizisi” diye büyük bir heyecanla seyrettiğimiz dizilerde yayın süreleri evrensel dizilerle
eşitlenmeye başlasa da olay örgüsü yine aşk üçgenleri, bol silahlı ve hastaneli bölümlerle bize
bıkkınlık getirmeye devam ediyor.
Aptal kutusu diye tabir edilen televizyonun gün geçtikçe hayatımızdan çıkarak yerini internet
ortamına bıraktığı şu yıllarda, Türk dizi sektörünün yeniçağa ayak uydurması hem seyir keyfine
hem ülke popülaritesine hem de ekonomimize önemli katkıda bulunacak önemli atılımlar
yapması gerekmektedir. Keyifli seyirler…

İlkcan Alkurt
Çiğdemim Derneği YK üyesi

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 27

SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ

Satranç her yaşta öğrenebilen, her ırktan. dinden insanların
oynayabileceği evrensel bir akıl oyunudur. Önceki yazılarımda
bahsettiğim gibi erken yaşlarda başlamak zeka ve eğitim
hayatındaki önemi yönünden tabii ki daha önemlidir. Eylül
sayımızdan itibaren satranç öğrenmeye başlıyoruz Eğitim için
doğru bir satranç takımına sahip olmak çok önemlidir.

SATRANÇ TAHTASI VE TAŞLAR

Satranç tahtası 8x8= 64 kareden oluşur. Karelerin numaralandırılması yukarıdaki
Tahtayı önünüze doğru bir biçimde gibidir. h1 karesi her zaman en sağda ve
koymak için, sağ alttaki beyaz karenin aşağıda, beyaz olmalıdır. Renk olarak
sağ tarafta olmasına dikkat etmelisiniz. baktığımızda 32 siyah, 32 beyaz kare
Böylece her oyuncunun sağına gelen görürüz
köşedeki kare beyaz olur.

TAŞLARIN YERLEŞİMİ

Taşların doğru bir biçimde yerleştirildiği satranç
tahtası bu şekilde görülür. Beyaz vezir beyazda,
siyah vezir siyahta bulunur. Vezirler ve Şahlar
böylece karşılıklı konumda bulunurlar. Her iki tarafın
eşit olarak 16'şar taşı vardır. Oyunun başında
tahtada toplam 32 taş bulunur.

TSF SATRANÇ ANTRENÖRÜ
TSF ULUSAL HAKEM

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ÖĞ.HATİCE
CAYMAZ

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 28

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 29

KENT KONSEYİ NEDİR?

Kent Konseyleri 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 26313 sayılı Kent Konseyi Yönetmeliği’ne
dayanarak kurulmuş yapılardır. Kuruluş amaçları; “kent yaşamında, kent vizyonunun ve
hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma,
çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap
verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmek”tir. Merkezi yönetimin,
yerel yönetimin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve sivil toplumun ortaklık
anlayışıyla, hemşehrilik hukuku çerçevesinde buluştuğu; kentin kalkınma önceliklerinin,
sorunlarının, vizyonlarının sürdürülebilir kalkınma ilkeleri temelinde belirlendiği, tartışıldığı,
çözümlerin geliştirildiği ortak aklın ve uzmanlaşmanın esas olduğu demokratik yapılar ile
yönetişim mekanizmalarını ifade eder.

KENT KONSEYİNE KİMLER KATILIR?

Kent konseyi; merkezi yönetimi, yerel yönetimi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını
ve sivil toplumu ortaklık anlayışı ile buluşturmak üzere aşağıda belirtilen kişi, kurum ve kuruluş
temsilcilerden oluşur:

1- Mahallin en büyük mülki idare amiri veya temsilcisi,
2- Belediye başkanı veya temsilcisi,
3- Sayısı 10’u geçmemek üzere illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar tarafından

belirlenecek kamu kurum ve kuruluşların temsilcileri,
4- Mahalle sayısı yirmiye kadar olan belediyelerde bütün mahalle muhtarları, diğer

belediyelerde belediye başkanının çağrısı üzerine toplanan mahalle muhtarlarının toplam
muhtar sayısının yüzde 30’unu geçmemek ve en az 20’den az olmamak üzere kendi
aralarından seçecekleri temsilcileri,
5- Belediye teşkilatını kurmuş olan siyasi partilerin temsilcileri,
6- Üniversitelerden ikiden fazla olmamak üzere en az bir temsilci, üniversite sayısının
birden fazla olması durumunda her üniversiteden birer temsilci,
7- Kamu Kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, noterlerin, baroların ve
ilgili dernekler ile vakıf temsilcileri,
8- Kent konseyince kurulan meclis ve çalışma gruplarının birer temsilcisi.

KENT KONSEYİNİN GÖREVLERİ NELERDİR?

1- Yerel düzeyde demokratik katılımın yaygınlaştırılmasını, hemşerilik hukuku ve ortam
yaşam bilincinin geliştirilmesini, çok ortaklı ve çok aktörlü yönetişim anlayışının
benimsenmesini sağlamak

2- Sürdürülebilir Gelişmenin sağlanması ve bu konuda ortaya çıkan sorunların çözümüne
yönelik planların hazırlanması ve uygulanmasını sağlamak,

3- Kente ilişkin temel stratejiler ve faaliyet planlarının belirlenmesinde, uygulama ve izleme
süreçlerinde tüm kenti kapsayan ortak bir aklın oluşturulmasında katkıda bulunmak,

4- Yerellik ilkesi çerçevesinde katılımcıların, demokrasiyi ve uzlaşma kültürünü geliştirmek,
5- Kentin kimliğine ilişkin tarihi, kültürel, doğal v.b değerlere sahip çıkmak ve geliştirmek,
6- Kent kaynaklarının etkili, verimli ve adil kullanımına katkıda bulunmak,
7- Sürdürülebilir kalkınma anlayışına dayalı kentin yaşam kalitesini geliştiren, çevreye

duyarlı ve yoksulluğu giderici programları desteklemek,
8- Sivil toplumun gelişmesine ve kurumsallaşmasına katkıda bulunmak,
9- Çocukların, gençlerin, kadınların ve engellilerin toplumsal yaşamdaki etkinliklerini

arttırmak ve yerel karar alma mekanizmalarında aktif rol almalarını sağlamak,
10-Kent yönetiminde saydamlık, katılım, hesap verebilirlik, öngörülebilirlik ilkelerinin

uygulanmasına katkıda bulunmak,
11-Kent konseyinde oluşturulan görüşlerin değerlendirilmek üzere ilgili belediyeye

gönderilmesini sağlamaktır.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 30

KENT KONSEYİNİN ÇALIŞMA İLKELERİ NELERDİR?

Kent Konseyi, aşağıdaki ilkeler temelinde çalışmalarını sürdürür.

1- YG21 süreci kapsamında, kentine sahip çıkma, aktif katılım ve çözümde ortaklık
ilkelerinin bütünlüğünde, kentlerin yaşanabilir bir geleceğe taşınmasına katkıda
bulunmak,

2- Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı ve onayladığı Birleşmiş Milletler Zirveleri ile
diğer Uluslar arası sözleşmelerde kent ve kent yaşamına yönelik temel ilkeleri hayata
geçirmek,

3- Kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun
korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve
dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim
ilkelerini ön planda tutmak,

4- Kent Konseyi, uluslararası gelişmeleri ve ülke koşullarını gözeterek, tarafsız bir
yaklaşımla görüş ve önerilerini oluşturmak,

5- Katılımcılığı ve ortak akla dayanan uzlaşmayı esas almak.
6- Değişimi ve yenilikleri önceden fark ederek sonuç odaklı çalışma kültürünü

benimsemektir.

BENİM MAHALLEM, BENİM SÖZ HAKKIM

Halkın yönetime katılması ve demokrasinin etkin bir şekilde hayata geçirilmesi için yerel
yönetimlerde karar alma süreçlerine halkın katılımını önemsiyoruz. Alınacak kararlarda yerel
halkın bilgisine ve görüşlerine başvurulmasının, katılımının sağlanması, çoğunluk ve eşitlik
ilkelerinin hayata geçirilmesi ve etkili bir halk denetiminin ve sahiplenmenin gerçekleşmesini
sağlayacağına inanıyoruz.
Yerel yönetimlerde demokratik katılım Avrupa Birliği’nin de öncelikli alanları arasında yer
almaktadır;
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nda; vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine
katılma hakkının demokratik bir ilke olduğu ve bu hakların doğrudan kullanım alanının yerel
düzeyde olduğunun altı çizilmiştir.
“Avrupa Kentsel Şartı”nda ise yerel demokrasi açısından yerel yönetimlerde halkın doğrudan
katılımının sağlanmasının önemine dikkat çekilmiş ve kentte yaşayan yurttaşların temel hakları
sıralanmıştır.
“Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu”nda da katılım hakkına yer verilerek, kurum ve kuruluşlar
arasındaki dayanışmanın esas olduğu kent yönetimlerinde; gereksiz bürokrasiden arındırma,
yardımlaşma ve bilgilendirme ilkelerinin sağlanması şartı getirilmiştir.
Çiğdemim Derneği olarak en yerelden başlayarak karar alma süreçlerine katılımın sağlanması
için;
Çankaya Belediye Meclisi toplantılarına, konuyla ilgili mahalle muhtarları ve varsa mahalle

derneklerin temsilcilerinin davet edilmesini,
1. Kendi mahalleleriyle ilgili olarak yapılan görüşmelerde görüşlerini bildirme olanaklarının
sağlanmasını,
2. Belediye meclislerinde ve komisyonlarda söz ve oy hakkı ile Mahalle için yapılacak
yatırımlarla ilgili olarak görüşlerimizin alınmasını talep ediyoruz.

Bunların gerçekleşmesi için Kent Konseyinin ve Semt Meclislerinin girişimlerde bulunmasını

bekliyoruz.

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 31

ÇİĞDEMİN SESİ EYLÜL-2017 SAYFA 32


Click to View FlipBook Version