The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-mayıs2017

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by ffaksoy, 2017-05-01 05:42:27

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-mayıs2017

Çiğdemin Sesi Aylık Online Dergi-mayıs2017

ÇİĞDEMİN SESİ ANKARA’NIN İZ BIRAKAN VALİSİ
1 MAYIS
Aylık Online Dergi
Mayıs 2017 BAYTEKİN KARA’DAN
SOSYAL MEDYA
GARİP BİR ÖYKÜ

HALKOYLAMASI SONUÇLARI
BİZDEN BİR ÖYKÜ
ŞİİR KÖŞESİ

DOĞRULUK, MERHAMET VE
HOŞGÖRÜ

GEZİ NOTLARI
KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER
BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN

SÜS TAŞLARI
ÇİĞDEM TÜRLERİ
ÇİĞDEMDE ESNAF VAR
ÇİĞDEMDEN ÖZEL İNSANLAR
SİNEMA AKŞAMINDAN
SATIN ALDIKLARIMIZ
MUHTARIMIZDAN

ETKİNLİKLER

Çiğdem Eğitim, Çevre ve
Dayanışma Derneği

Çiğdem Mah. 1551.Cadde
No:14-A Çankaya-
ANKARA

www.cigdemim.org.tr

Tel: 0312 2852047

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 2

MERHABA,

Mayıs ayında baharın kendisini hissettirmesiyle birlikte etkinliklerde de bir canlanma
görülmeye başladı. Yoğun etkinlik programımızla her komşumuza ulaşmaya çalışıyoruz.

Öncelikle 1 Mayıs Emek ve Mücadele Bayramını ve 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik
ve Spor Bayramını tüm içtenliğimizle kutluyoruz. Tüm annelerimizin Anneler Gününü de
kutluyoruz. Barış içerisinde huzurlu bir yaşam diliyoruz.

Mayıs ayında birçok etkinliğimiz var çoğunun afişini bültende bulacaksınız. Resim
Topluluğumuzun sergisiyle başlıyoruz, Türk Sanat Müziği koromuzun konserinin ardından
“Çiğdem Mahallesinde Yaşam Engel Tanımaz!” projemizin kapanışında 47.Kromozom adlı
tiyatroyu sizlere ücretsiz olarak sunacağız. 12-21 Mayıs tarihlerinde Büyük Balkanlar Gezimiz
olacak. 20 Mayıs’da Çankaya Belediyesi tarafından yapılacak yüzme havuzumuzun temeli
atılacak. Son haftada Edebiyat ve Sinema Topluluklarımızın etkinlikleriyle bir söyleşimiz
olacak.

4 Haziran tarihinde Komşuluk Günü Panayırımız gerçekleştireceğiz. Haziran ayında
ayrıca Fotoğraf Topluluğumuzun da sergisi gerçekleşecek.

Bu arada mahallemizde yaşanan gelişmelere de sessiz kalmamaya çalışacağız.
Muhtarımızın yazısında da bahsettiği okul sorunumuz önemli bir noktaya geldi. İmam Hatip
Lisesinden vazgeçmemek adına mevcut Ahmet Barındırır okulunun bahçesine, adeta ormana
dönüşen ağaçlarımızın yerine, yeni bir 24 derslikli okul yapmayı planlıyorlar. O yeşillikler yok
olacak ve bir okulun yerleştiği alanda iki okul hizmet vermeye çalışacak. Çocuklarımızın nefes
alacağı alan kalmayacak. Bununla ilgili gelişmeleri takip ediyor olup sizlerle paylaşacak ve
nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda birlikte karar vereceğiz.

Son olarak 16 Nisan Anayasa Değişikliği Halk Oylamasına, bugüne kadar yapılan
seçimlerdeki en yüksek katılım oranıyla (%93,1) katılarak tercihini ortaya koyan siz
komşularımıza teşekkür ediyoruz. En az sonuç kadar bu katılım oranının da önemli olduğunu
düşünüyor ve daha da artması için sizlere çağrıda bulunuyoruz.

Sevgi, Dostluk ve Hoşgörüyle.

Fatih Fethi Aksoy
Çiğdemim Derneği YK Başkanı

ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ÜCRETSİZ ONLİNE DERGİ

Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy

Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı
yazılarda görüşler yazarlarına aittir.
İletişim : Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA

www.cigdemim.org.tr [email protected] Tel : 0312 2852047

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 3

ANKARA’NIN İZ BIRAKAN VALİSİ
ABİDİN PAŞA

Çiğdemin Sesi dergisinin Mart sayısında Ankara valilerinden Sırrı
Paşa’nın yaşamından söz etmiştim. Sırrı Paşa, 20 Ağustos 1885’de
temelini attığı İdadi (Lise) binasının açılışını yapamadan Sivas valiliğine
tayin edilmişti. Ankara’ya vali olan Abidin Paşa 7 Temmuz 1886’da
göreve başladı. Şimdi Yüksek İhtisas Hastanesi’nin bulunduğu o
günlerde Develik Tepesi diye anılan yerde Sırrı Paşa’nın başlattığı okul
inşaatının 1891 yılında tamamlanmasını sağladı. Yeni valinin görev
süresi, bazı araştırmalara konu oldu.

Abidin Paşa, 11 Nisan 1843’de Preveze’de doğdu, altı yaşındayken
babasını kaybetti, annesi tarafından iyi bir eğitim alması sağlandı. 20
yaşında İstanbul’a geldikten sonra önce saray muhafızlığı yaptı, idari
yöneticilik görevlerinde bulundu, vali oldu. Kısa süreli Hariciye Nazırlığı
(Dışişleri Bakanlığı) görevinin ardından 1880 yılında Adana’ya, dört yıl
sonra Sivas’a vali olarak atandı, en uzun görev yeri olan Ankara’ya

verdiği hizmetlerle anıldı.

Ankara Valisi Abidin Paşa

Abidin Paşa, 1887 yılı Ocak ayında,
Ankara’da ilk kez öğretmen okulu

açılırken törene eşi ile birlikte katıldı.
Okulun açılışında kız bölümünün
öğretmeni ile valinin eşi konuştu. 28

Ocak 1887 tarihli Vilayet gazetesi,
“Şehrin ileri gelenleri ve halktan pek
çok kimse hemen kızlarını mektebe

kaydettirerek memnuniyetlerini

göstermişlerdir” diye yazdı.

“Taş Mektep” Ankara Valisi Sırrı
Paşa’nın temelini attığı, Abidin Paşa’nın

açılışını yaptığı okul.

Abidin Paşa, eğitim kadar bayındırlık
hizmetlerine de önem verdi.
Ankara’nın su ihtiyacının karşılanması için Elmadağ ve Kayaş yakınlarındaki Hanımpınarı’ndan kente

borularla getirilen suyun yeni yapılan çeşmelerle halka ulaştırılmasını sağladı.

Görev döneminde 603 kilometre şose yol yaptırdı, 428 kilometre yolu kullanılır hale soktu, 97 köprünün
yapına öncülük etti. Demiryolu Ankara’ya onun döneminde geldi. Trenin Ankara’ya ulaştığı günlerde
Güllü Agop'un Gedikpaşa Tiyatrosundan yetişen, Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere uyarlamalarında

oynayarak büyük ün kazanan Ahmet Fehim Efendi, oyun sergilemek üzere Ankara’da idi.

Ahmet Fehim Efendi’nin ekibindeki "Broğman Familyası" isminde on kişilik bir Macar orkestrası, açılış
günü istasyonda çaldıkları müzikle törene katılanlara unutulmaz bir gün yaşattılar. Vilayet Mektupçusu
(O dönemde, Vali, vali muavini ve defterdardan sonra gelen ilin yazışmaları yürütmekle görevli kişi)

Rüknettin Efendi tarafından İstanbul’da yayımlanan Servet-i Fünun dergisine gönderilen fotoğraf,
derginin 17 Aralık 1892 tarihli kapağında yayımlandı. Derginin iç sayfalarında "...resimli gazetecilik

vazifesini hakkiyle ifa etmiş olmak üzre iş bu vak'a-yı muvaffakıyyet-âverin [başarılı olayın] bir resminin
birinci sahifede” yer aldığı belirtiliyordu.

Ankara’ya trenin gelişi kent yaşamında gözle görülür değişikliklere de yol açtı. Vali Paşa’nın talimatıyla
kerpiç evlerin dışı beyaz kireçle badana edildi. Böylece, Abidin Paşa’nın ifadesiyle, “şehrin tamamı beyaz
sıvatılarak bir manzara-i lâtife hâsıl” edildi (güzel bir görüntü sağlandı).

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 4

Vali, Ankara’nın havası güzel bölgesinde kendisine köşk yaptırdı. Bu bölge daha sonra Abidin Paşa’nın
adıyla anılmaya başladı. Köşk de günümüzde Ankara Kültür ve Sanat Evi olarak hizmet vermeyi
sürdürüyor.

Ankara’nın iz bırakan bu valisi, 1893 yılı sonunda Osmanlı’nın Ege’deki tüm adalarını kapsayan Cezayir-i
Bahr-i Sefid Eyaleti'nin valiliğine atandı. Arnavutça, Arapça, Farsça, Rumca, İtalyanca ve Fransızca
bildiğini yaşamına ilişkin yazılardan öğrendiğimiz Osmanlı devlet adamı, 1906 yılında İstanbul’da öldü.
“Vali Paşa”nın Mesnevi Şerhi halen araştırmacıların ilgisini çekmeye devam ediyor. Oğulları ve torunla
da ilgi alanlarının ünlüleri arasında yer buldular. Abidin Paşa’nın kızı Nefise Hanım Giritli Mustafa Nuri
Bey ile evlendi. Döneminin tanınmış gazetecisi, Celal Nuri İleri, gazeteci ve siyasi tarihçi Suphi Nuri İleri
ve ressam Sedat Nuri İleri, Abidin Paşa’nın bu kızından olan torunları.

Osmanlı’nın ilk işçi hareketlerinden, işgal altındaki İstanbul’daki tramvay grevinin de düzenleyici
kadrosunda bulunan Suphi Nuri ileri, dedesinin bazı anılarının günümüze ulaşmasını sağladı. İleri, bu
anılarında dedesinin Dışişleri Bakanlığı görevinin neden kısa sürdüğünü şöyle anlattı:

“Ben bir gün büyük babama, neden ve nasıl bu kadar az [süre] Hariciye Nazarlığı ettiğini sormuştum.
‘Hariciye nazırları yabancı elçilerle münasebette bulunmak mecburiyetindedirler. Fakat padişah [II.
Abdülhamit] bunu istemiyordu ve bana birkaç defa bunu men etti, ben bu emri dinlemezdim, zaten bütün

kabineye itimadı yoktu, diye cevap verdi.”

Paşa’nın diğer kızı Sâbire Hanım, Prevezeli Âdem Bey ile
evlendi, torunu Muvakkar Ekrem Talu, başarılı futbol hakemi ve
maç spikeri olarak tanındı.

Oğlu Râsih Bey, Divanı Muhasebat (Sayıştay) başkanlığına
kadar yükseldi, oğulları Ahmet ve Abidin Dino, Abidin Paşa’nın
torunlarıdır. Resim sanatının ustası Abidin Dino, 1942 yılında
siyasi nedenlerle Adana’ya sürgün gittiği günleri şöyle anlatıyor:

“Adana’ya postalandım. Bu da garipti. Büyükbabam bir zamanlar
bu yörenin valisiydi. …Büyükbabamın bir zamanlar yönetiminde
olan topraklarda ikamete zorlanmıştım. Doğrusu çok hoş bir
durumdu. Çünkü Adana’nın en büyük caddesi, büyükbabamın
adını taşıyordu.”

Hemen anımsatmakta yarar var, Abidin Paşa’nın babası da 1849
yılında sürgün yaşadığı Konya’da ölmüştü.

Abidin Dino’nun Atatürk’ün ölümünün ardından yaptığı desen.
(KAYNAK: http://www.digitalssm.org/utils/getfile/collection/abidindino/id/2159/filename/1984.pdf )

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” dizesiyle Nâzım Hikmet’in, Saman Sarısı şiiriyle de
ölümsüzleşen Abidin Dino, ardından yüzlerce eser bırakarak 80 yaşında hayata veda etti.

Vecdi Seviğ

YENİ ÜYELERİMİZ

Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz
tarafından üyeliği onaylanan Tanju Çetin’e aramıza hoş geldiniz diyor ve bu gönüllü

desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.
Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu

doldurup bir fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 5

1 MAYIS

Tarihte 1 Mayısın Osmanlı’da ilk defa 1909 yılında Üsküp’te kutlandığını biliyor muydunuz?

1 Mayıs’ın Türkiye’deki tarihçesi Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar uzanıyor. Osmanlı’da
ilk 1 Mayıs İkinci Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra, 1909’da Üsküp ve Selanik’te kutlandı. Selanik’te ise
Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler kol kola yürüdüler. Dört dilde yayınlanan ortak 1 Mayıs bildirisinde,
herkese seçme ve seçilme hakkı, emeği koruyacak yasaların çıkarılması ve grev mevzuatının
düzeltilmesi istendi.

1910’da 1 Mayıs, Selanik ve birkaç Rumeli şehrinde kutlandı. Selanik’teki kutlamaları Selanik Sosyalist
İşçi Federasyonu ve Bulgar Sosyalist Grubu düzenledi. Yapılan konuşmalarda 1 Mayıs’ın önemi
vurgulandı ve sosyalizm övüldü. 1911’de 1 Mayıs, Üsküp, Selanik, İstanbul, Edirne ve başka Trakya
şehirlerinde kutlandı. Selanik’teki gösteriye 14’ten fazla sendikaya üye Yahudi, Bulgar, Yunanlı ve Türk
işçiler katıldı. Yük arabası sürücüleri, manavcılar, liman ve yükleme-boşaltma işçileri iş bıraktı. Yaklaşık
2000 işçinin katıldığı mitingde dört ayrı dilde konuşma yapıldı. 1912’de 1 Mayıs, Selanik ve İstanbul’da
kutlandı. İstanbul’da Der saadet Tetebbu at-ı İçtimaiye Cemiyeti (İstanbul Toplumsal İncelemeler
Derneği) ve ona bağlı işçi dernekleri, Pangaltı’ndaki Belvü bahçesinde kutlama yaptılar. Selanik’te ise 7
bini aşkın işçi iş bıraktı, konuşmalar düzenlendi. Bir parkta toplanmak isteyen göstericiler jandarma,
asker ve polis tarafından dağıtıldı. İttihat ve Terakki diktatörlüğü 1913’ten itibaren 1 Mayıs eylemlerini
yasakladı.

1 Mayıs, Kurtuluş Savaşı sırasında antiemperyalist bir içerik kazandı. İşgalcilerin ve işbirlikçi hükümetin
baskılarına rağmen işçiler, “bağımsızlık” isteyen pankartlarla yürüdü. 1920 yılında işgal altındaki
İstanbul’da 1 Mayıs’ı kutlama kararı alındı. Trabzon ve başka Karadeniz şehirlerinde de gösteri ve
yürüyüşler düzenlendi. 1921 yılında İstanbul’da 1 Mayıs, işgal kuvvetlerinin uyarı ve yasaklamalarına
rağmen kutlandı. O gün vapur, tramvay ve fabrika işçileri iş bırakarak bayramı Kâğıthane’de kutladılar.
İstanbul, Ankara, İzmit ve Adapazarı’ndan antiemperyalist sloganlar yükselirken, Mersin’de işçiler tüm
halkı Fransız işgaline karşı direnişe çağırdılar. 1922 yılında İstanbul’un yanı sıra Ankara ve İzmir’de de
kutlandı. İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda toplanan vapur, tramvay ve elektrik işçileri Pangaltı
üzerinden Kâğıthane’ye yürüdüler. Ankara’da ise İmalat-ı Harbiye ve demiryolu işçileri o gün
çalışmayarak eş ve çocuklarının da katıldığı bir toplantı düzenledi

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 6

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 7

BAHARIN MÜJDECİSİ ÇİÇEK "ÇİĞDEM" NE GÜZEL BİR MAHALLE İSMİ DEĞİL Mİ?

Baytekin Kara

Çiğdem Mahallesi Ankara Çankaya'da. Ve bu
mahallenin 20 yaşını doldurmuş bir yerel yaşam
derneği var. Çiğdemim Derneği… Kuruluş tarihi 12
Nisan 1996.
Eminim sizlerin de bildiği şimdiye kadar ülkemizde
kurulmuş 277 bin, halen aktif 109 bin dernekten yerel
yaşam, hemşeri dernekleri vardır.
Çiğdemim Derneği'nin özelliği ne, niye üzerine
kitap, yazı yazılacak kadar dikkate değer?
Gelin bunu dernek genel yaklaşımlarına ve yapılan
işlere hep birlikte göz atarak tespit etmeye çalışalım.
Ülkemizde ortalama dernek ömrü 8 yılı hala geçemedi. Dernekçiliğimizde de köklü kuruluşlarımız
maalesef çok az. Çiğdemim Derneğinin dolu dolu yaşayarak geçirdiği 20 yılı bunun için çok önemli.
Nice 20 yıllara.

Fotoğrafçı Dina Mert sergide fotoğrafı ve
Engelsiz Derneği Başkanı Bülent İnce ile

Yaşamın örgütlenmesi gerektiğine, örgütlenerek
yerinden yönetime katılımın mümkün
olabileceğine, yaşam kalitemizi artırmak için
gönüllü katılımların ve iletişimin yararına
inanırım.
Bunun bütün ipuçlarını Çiğdemim Derneği
çalışmalarında gözlemlemek mümkün.
Mahalle sakinleri yaşam kalitelerini nasıl
artırabiliriz diye Arama Konferansı düzenliyor.
Mahallelerindeki Engellilerin veri tabanını
oluşturup, Çiğdem Mahallesinde Yaşam Engel Tanımaz isimli Engelli Hakları Kitapçığını hazırlıyor
ve yayınlıyor. Engellilerin Eğitim, Emeklilik, Engelli Bakım Hizmetleri, Engelli Aylığı, Engelli Kimlik Kartı,
İndirimler, İş, İstihdam, Muhtaç Aylığı, Sosyal Yardımlar, Vergi indirimleri, Yardımcı araç ve gereçler,
cihazlar, Yaşlı Bakım Hizmetleri konularında kazanımlarını bir hak olarak gündemlerinde tutuyor.
Mahalle alt yapısının engelli yaşama uyumlu hale getirilmesi çalışmalarına aktif katılıyor.

Fotoğraf Nalan Apaydın

Mahallede Briç topluluğu oluşturuluyor. Mahalle içi haberleşmenin sağlanması için "Duyurum" gazetesi
çıkarılıyor ve dağıtılıyor. Masum Çevre adıyla Çevre faaliyetlerine yoğunlaşılıyor, atık toplama ile ilgili
bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor. Mahallenin Çevre düzenlemesine katılım planlanıyor, ağaç dikme
çalışmaları yapılıyor.
Mahallelinin yaşam kalitesini artırmak için; baz istasyonlarının en zararsız biçimlerde mahallede yer
almalarının çalışmaları yapılıyor, enerji nakil hatlarının toprak altına alınması çok uzun emekler sonrası
sağlanıyor. Sağlık Ocağının fiziki koşullarının iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için emek veriliyor, sokak
hayvanlarının mahallede en sağlıklı şekilde yer almaları için planlamalar yapılıyor. PTT, ATM’lerin
mahallede olabilmesi mücadelesi veriliyor, sosyal yardımlaşma faaliyetleri sürdürülüyor. Mahallelinin

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 8

katılımına açık geziler ve etkinlikler düzenleniyor, mahalle Türk Sanat Müziği korosu oluşturuluyor,
fotoğraf Topluluğu Sergiler açıyor, mahalle Kütüphanesi yaşama geçiriliyor, yaygın eğitim kapsamında
çeşitli seminerler yapılması sağlanıyor.

Fotoğraf Özlem Kaymaz Çelik
Mahallelik ve komşuluk kültürünün yaşatılması ve zenginleştirilmesi için Dünya komşuluk günü
kutlamaları en etkin şekilde yapılıyor.
Demokratik katılım ve yerinden yönetime katılım deneyiminin yerel uygulamalarının güzel örneği Çiğdem
Mahallesi Derneği ile bu konularda yol kat etmek isteyen bütün yerel yaşam ve hemşerilik derneklerinin
temas kurmasını öneririm. Deney ve birikimlerinden yararlanmak, çok işlerine yarayacaktır.
http://www.cigdemim.org.tr
Tüm bunlarla birlikte yaşama geçirilen, T.C. Ankara Kalkınma Ajansı tarafından da desteklenen özel bir
çalışmadan bahsetmek istiyorum. Çiğdemim Derneği Engelli Hakları çalışmaları kapsamında
Mahallerindeki yaşama farklı bakan kişilerle Engelsiz Fotoğraf Atölyesi çalışması yaptı ve bu çalışmanın
sonuçları sergi ile sunuldu.

Fotoğrafçı Ozan Türker sergide fotoğrafı ile

Sergide yaşama farklı bakan Cansu Apaydın, Cenk Yücelgen, Dina Mert, Evren Barışık, Hacı
Balyürek, İskender Durgun, M.Demet Yücelgen, Nalan Apaydın, Ozan Türker, Özlem Kaymaz
Çelik fotoğraflarıyla yer aldılar.
Ankara'da ve İstanbul'da sergisiyle izleyicisiyle buluşan bu çalışmaya Fazlı Öztürk ve Özlem
Karacasu Fotoğraf Eğitimi desteği verdi. Fatma Arıcı ve Rıdvan Şahin Psikolojik danışmanlık yaptı.
Yaşama Farklı Bakanlara fotoğraf çekim gezilerinde Çankaya Belediyesi Engelliler Hizmet Birimi ve
onlarca kişi eşlik etti, danışmanlık yaptı, destek hizmeti verdi.
Projenin yaşam bulmasını sağlayan, katkı veren, katılan, düşünenlere şükran borçluyuz.
Bütün bu emeklerin boşa gitmediği sergi açılışlarına katılan yaşama farklı bakan fotoğrafçı
arkadaşlarımızın gözlerindeki ışıltıdan belli oluyor. Bu ışıltı her şeye değer...

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 9

SOSYAL MEDYA’NIN AKTİF KULLANIMI HAKKINDA BİRKAÇ TÜYO

Osmanlı İmparatorluğu sınırları
dâhilinde 1831'de yayımlanmaya
başlanan Takvim-i Vekayi ile ilk
resmi gazete yayın hayatına
başladı. 1860’ta ise Şinasi ve
Agâh Efendi ilk özel Türk gazetesi
olan Tercüman-ı Ahval’ı çıkardı.
Haber alma araçlarından biri olan
gazete; Takvim-i Vekayi’yi baz
alırsak tam 186 yıldır evlerimize
giriyor. Gelişen teknoloji ile birlikte

telefonlar, televizyonlar ve son
olarak internet vazgeçilmezimiz
haline gelmiş durumda. “Haber alma ve paylaşma” kavramı da gazete ile yaşıttır dersek yanlış bir
tespitte bulunmuş olmayız herhalde. Peki, günümüzde gazete, telefon, televizyon ve internet arasında en
popüler araç hangisidir? Hiç kuşkusuz ki internet cevabı çıkacaktır. Günümüzde hemen hemen herkesin
bir sosyal medya hesabı bulunmaktadır. Özellikle gençler arasında kullanılan mizahi bir söylemle “Sosyal
medya hesabı olmayanı dövüyorlar.”

Türkiye’mizin “hareketli” durumu insanları mevcut halinden daha çok konuşmaya, yazmaya,
haber almaya ve haber olarak gördüğü olayları paylaşmaya teşvik eder hale gelmiştir. Bu durum
gençlerin büyük çoğunluğunun kullandığı sosyal medyayı 90 kuşağından önceki kuşaklar arasında da
kullanılması gereken bir araç haline getirmiştir. En yaygın sosyal medya hesaplarından olan Facebook,
Twitter, Instagram vb. haber alma ve paylaşma araçlarını ne kadar etkin kullanıyoruz? Bu soruyu
sorarken bir açıklama yapma gereksinimi hissediyorum. Sosyal medya hesaplarını kullanabiliyor olmak
başka etkin kullanabiliyor olmak başkadır. Size birkaç taktik vereceğim ve göreceksiniz ki sosyal medya
hesabınız daha aktif kullandığınız, sizi takip edenlerin gönderilerinize daha çok ulaştığı bir hesap haline
gelecek. İlk ve en önemli tavsiyem; paylaşımda bulunacağınız olaya-duruma bizzat şahit değilseniz
öncelikle paylaşımı yapılacak olayın-durumun doğruluğunu birkaç farklı kaynaktan kontrol etmeniz
olacaktır. İkinci tavsiyem ise “Hashtag” yani “Etiket” kullanımı. Evet, hani telefonlarımızda bulunan kare
işareti var ya (#) işte o. Klavyemizde bulunan Ctrl ve Alt (sol taraftaki) tuşlarına aynı anda bastıktan
sonra parmaklarımızı kaldırmadan harflerin üstünde bulunan rakamların içerisinden “3” rakamına
basarak Hashtag oluşturabiliriz. Yazacağımız başlığı Hashtag’e boşluk vermeden yazmamız durumunda
yazımız Hashtagli duruma gelecektir. Hashtag özellikle Twitter paylaşımlarınızda aktif rol oynayacaktır.
Sizinle aynı etikete gönderi paylaşanlarla iletişim kurmanız veya onların sizinle iletişim kurması daha
kolay olacaktır. Aynı durum İnstagram’da da fotoğraf boyutu ile gerçekleşecektir. Facebook’ta da aynı
işlevi görmekte ancak gizlilik ayarlarınız kapalı ise sadece mavi renk ile başlığınızı belirgin hale
getirmenin faydasını göreceksiniz. Bir başka tavsiyem ise haberciliğin en önemli unsuru denebilecek
görsel kullanımıdır. Paylaşımda bulunacağınız olaya-duruma ait bir görsel kullanımı içeriğinizin daha çok
dikkat çekmesine neden olacaktır. Ancak kullanacağınız görselin paylaşımda bulunacağınız duruma-
olaya ait olduğundan emin olun. Son tavsiyem ise hemen hemen her gün bir içerik paylaşarak güncel
kalmanız ve kelimelerinizi okumaktan hoşnut kalan insanları merakta bırakmamanız olacaktır. Bunların
tamamını nasıl her hesabımdan yapayım diye düşünüyorsanız hiç merak etmeyin artık sosyal medya
hesaplarınızı birbirine bağlayarak bir araçtan yaptığınız paylaşımın diğerlerinden de aynı şekilde
paylaşıldığını göreceksiniz. Son zamanlarda hemen hemen her uygulamaya da eklenen bir özellikten
bahsetmeden de olmaz: “Canlı Yayın”. Canlı Yayın seçeneği ile sosyal medya hesabınızdan anında
yayına geçebilir ve sizi takip eden insanların yayınınızı seyretmelerine imkân sunabilirsiniz. Canlı

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 10

yayınınızı seyreden insanlar size yorum gönderebilir veya yayınınızı destekler veya karşı çıkar nitelikte
emojiler (ifadeler) gönderebilir.

Önemli bir sayfadan da bahsetmemek olmaz. Bu yazı boyunca size paylaşacağınız durumun-
olayın ve bunlara ait olan görsellerin gerçek olmasından bahsettim. Ancak olayı-durumu yaşayan siz
değilseniz Google’da “Teyit.org” sitesini aratarak sosyal medyada yer alan haberlerin, fotoğrafların
gerçekliğini kontrol edebilirsiniz. Bu site tarafsız olarak bir inceleme gerçekleştirmekte ve iddiaların doğru
veya yanlış olduğunuzu bize aktarmaktadır.

Dünya artık her gün değil, her saniye değişen, bir haberin anında milyonlarca insana erişebildiği
küresel bir ağ yapısına sahip. Bu sayede hiçbir diyemesek bile çoğu olay karanlıkta kalmıyor, herkesçe
bilinir hale geliyor. Bu güç insanlarda bilinç yaratma veya farkındalık yaratmakta çok etkin bir silaha
dönüşebiliyor diyebiliriz. Bu gücü kullanabilen insanlardan olmaya var mısınız?

Çiğdemim Derneği YK Üyesi İlkcan Alkurt

GARİP BİR ÖYKÜ

Nazım Hikmet’in 100. doğum yılı nedeniyle 2002 yılı UNESCO tarafından Uluslar arası Nazım Hikmet yılı
ilan edildi. Cumhuriyet Gazetesi 13 Ocak 2002 tarihli İlhan Selçuk’un yazısı şöyledir;

14 Mayıs 1950’de 20. Yüzyılın tam ortasında, Türkiye’de iktidar değişti, yapılan serbest seçimlerde CHP
kaybetti. Demokrat Parti kazandı. Orta direk düğün bayram yaptı. Davul zurna eşliğinde meydanlarda
halk oynadı. İkinci Dünya Savaşının ağır baskısından sonra halk özgürlüğe kavuştu.

Yeni iktidarın ilk icraatı Türkçe olan ezanı Arapça ya çevirmek oldu. Önemli olan ikinci icraat sol düşünce
insanlarına baskıları arttıracak ceza kanunlarını çıkarmak oldu. Ne oluyordu? Türkiye’nin çok partili
rejimi karşı devrim kimliğimi taşıyordu yoksa?

Aradan geçen yarım yüzyıllık dönemde gerçekler ortaya dökülmüştü. Türkiye, Amerika’nın Asya’ da
oluşturduğu “Yeşil Kuşak” ta yer alıyordu. Neydi bunun anlamı; Türkiye’de “1923 Aydınlanma Devrimi”
ne karşı “irtica” desteklenecekti. Lozan gibi Türk insanının onuru antlaşmayı Amerika kabul etmiyordu.
Ya sol? O dönemde sol sözcüğünü kimse ağzına alamıyordu, bunun için yıllar yılı beklenecekti.

Ya Nazım Hikmet? Vatan Hainiydi o… Kimse Nazım Hikmet’in şiirlerini yayınlayamazdı. Yasakta yoktu,
ama korku dağları sarmıştı. Demokrat Parti iktidara geçtikten sonra, on yıl süre ile kimse Nazım Hikmet’i
adını anmadı. Ta ki 27 Mayıs’a kadar… Yön dergisinde Nazım’ın “Kurtuluş Savaşı Destanı” yayınlanana
kadar, sonrası bomba gibi geldi. Nazım Hikmet’i tanımayanlar allak bullak oldular. Yasak delinmiş, tabu
yıkılmış. Nazım Hikmet’in şiirleri kendi vatanında yayınlanabilmişti. Garip değimli?

Memleketim, memleketim, memleketim,
Ne kasketim kaldı senin ora işi
Ne yollarını taşımış ayakkabım,
Son mintanım da sırtımda paralandı çoktan, Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında, en farkında yüreğimin
Alnımın çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim Prag 1958

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 11

BİZDEN BİR ÖYKÜ

ÖMRÜ BAKİ OLSUN

Sininin üstündeki ekmek bezini kaldırıp hamuru parmağıyla yokladı, mayası gelmişti. Güneş
yükselmeden yufkaları pişirme işi bitmeliydi. Daha duvarlar sıvanacaktı. Eli kulağındaydı, oğlu bugün
yarın askerden dönecekti.

Tezekleri sacayağının yanına yığdı. Koza çubuklarını taşıdı. Gelin de sofra bezini yaydı, ekmek
tahtasını, oklavasını alıp ocağın yanı başına oturdu.

Sessizce işbölümü yapmışlardı aralarında gelin kaynana. Sözsüz, işaretsiz, bakışlarla, duruşlarla
anlaşmışlardı. Hergeleden kalan dışkıları toplamak, mamul yapmak, tezek toplarını çite dizip kurutmak,
sarı çamurla duvarları, odaların zeminini sıvamak Emine’nin işiydi. Gelini Sıdıka, Celal ağa’nın kıymetli
kızı, geri kalan bütün işleri bekletmeden yapardı.

Beton zeminli, çinko damlı bir göz oda yapabilseler rahatlardı gelini. Şimdiki gibi tozu toprağı, pisi
gübürü olmazdı evinin. Torunu emeklerken hasırı, kilimi aralayıp toprağı eşeliyor, ağzına yüzüne
sürüyordu sarı çamurları.

Beşikte usulca soluyan torununu seyretti. “Anamın adı olsun” demişti oğlu Baki. Gelin de sesini
çıkarmamıştı.

Oğlan olsaydı ölen kocasının adını verecekti Emine. Ölü adı koymak iyi sayılmazdı köy yerinde,
yine de gönlünden geçeni saklamazdı evde. Baki’nin doğumu geldi aklına, kocasıyla geçirdiği kısacık
evliliklerini düşündü.

Daha karnı belli olmamıştı dul kaldığında. Adını demezlerdi o aralar “kâtibin karısıydı” o, köylünün
dilinde. Severek, kaçarak evlenmişlerdi.

Kocası kâtipti muhtarın yanında. Kimsesizdi. Ağa yanında sığırtmaçlık yapmış, davar gütmüş,
okuluna da gitmişti. Uyanık olduğundan askerliğini de jandarma olarak yapmıştı. Birkaç dönüm tarlası,
üç beş koyunu, huğ denen iki göz odası idi bütün varlığı. Vermemişti babası Emine’yi, yoksul diyerek.

Tarla susuzdu, kütlü ekerdi her yıl. Ortağa verirdi, beceremezdi, anlamazdı tarla işlerinden.
Köylük yerde eli kalem tutan tek Allah’ın kuluydu. Gururlanırdı Emine kocasıyla, babası istemese de.
Daha bir gün olsun sesini yükseltmemiş, öteye git dememişti.

Anlatır, anlatırdı bunları kimi görse. Susmazdı, bitmezdi söyleyecekleri. Ardından “Kâtibin -çok
konuşan- karısı” deyip, güler geçerlerdi. Emine adı unutulmuştu yaşıtları arasında. Ne zaman biri lafı
uzatacak olsa, “Başlama yine Kâtibin karısı gibi!” demek yeterdi susturmaya. Aşk ağlatır, dert söyletirmiş,
bu ikisi de vardı Emine’de.

Köy minibüsü korna çalarak hevkereye girince elinde hamur bezesiyle fırladı önüne. Şoförün
yanında yüzü yazmayla örtülü biri vardı, oğlu olmalıydı, Baki gelmişti askerden. “Müjde isteriz Emine
teyze!” diye arabadan sesleniyordu köylüleri.

Sac ekmeklerini sıkma yapıp, yayık ayranıyla ikram etmişti bütün gün göz aydınına gelenlere.
Uzun uzun konuşmuş özlem gidermişti ana oğul, şükür dualarıyla. Böyle ansızın gelivermesi iyiydi,
yüreği pırpır ediyordu bugün yarın derken. Artık işlerin bir ucundan da o tutacak, tarla işlerini çekip
çevirecekti. Güçlü kuvvetli, iri yarı sayılmazdı. Hep dizinin dibinde oturtmuş, koruyup kollamış, ağır işe
koşmamıştı, biricik oğlunu. Kendisi de çelimsizdi, dal gibi incecikti gençliğinden beri. Yetişemezdi onca
işe. Ana oğul bir olup üstesinden geleceklerdi.

Celal Ağa da bilirdi içini dışını. İnadı bu yüzdendi. He dememişti Baki için. Gönüllü olmamıştı
istemeye gittiklerinde. Kızı için hali vakti yerinde daha iyi kısmet bekliyordu. Sandığını çeyiz doldursa,
yatağını, yorganını eksiksiz yapsa da sonrası ne olacaktı. Tarlanın bir kulağını verse oğulları razı
gelmezdi. Taşıma suyla değirmen döner mi?

Baki bilirdi Celal ağanın niyetini, yine de adet yerini bulsun diye bir yol göndermişti anasını. Eli
boş döneceğini, kalbinin kırılacağını bilse de. Rahmetli babası temiz pak giyinir, hürmet görür, sevilirdi
köyünde. Sırtındaki urbadan, iki göz kulübeden, birkaç dönüm tarladan başka dünyalığı olmamıştı.
Erkenden de göçüp gitmişti bu dünyadan.

Kocasının ömrünü Allah geride kalanlara verir umuduyla yaşıyordu Emine. Yıllarca çocuğu
olmamıştı. Şıh ocaklarına, yatırlara az gitmemişti. Bir evlattı istediği Allahtan. Eli ayağı düzgün olmasa
da olurdu, yeter ki bir evladı olsundu. Umudunu yitirmedi hiç. Olmuştu sonunda, duaları yerine ulaşmıştı.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 12

Hem de eli yüzü düzgün, bir tamam oğlu olmuştu kâtibin sevdalısı Emine’nin. “Ömrün baki olsun!”
deyip vermişti adını. Baban göreydi bugünlerini diyerek okuttu, büyüttü, asker etti davullu zurnalı, everdi.

Baki’nin ikinci kızı dünyaya gelince horoz kesmişti Emine anası, ilkinde olduğu gibi. Oğlan torun
geçerdi kalbinden, adağı vardı düveyi gözden çıkarmıştı. Kocasının adını verecekti bu sefer…

Ne güzel yıllarmış meğer o zamanlar. Görecek, yaşayacak, hiç susmamacasına yakaracak, dil
dökecek ne çok günü olacakmış… Uzun yıllar yaşadı onca acıyla… Kocanın ölümü, babasız çocuk
büyütmenin zorlukları, dünürün nazı, tafrası… Hepsi unutulmuştu…

Baki ikinci çocuktan sonra kente taşınarak fabrikada iş bulmuş, ev kiralamış, karısını, çocuklarını
alıp gitmişti. Bir tek evladı, elli kilometre uzaklık çok değilse de gurbetteydi işte. Dizi dibinde, gözünün
önünde olsun isterdi Emine. Doyasıya sarılıp, okşamak isterdi, kucağından bir an olsun indirmeye
kıyamadığı, yüzüne bakmaya doyamadığı torunlarını. Gözbebeği oğlu gurbete çıkmıştı ekmek parası
için. Celal Ağadan uzak olmak iyi gelecekti ailesine de.

Erkek torunu olduğunu öğrendiğinde çalmadık kapı bırakmamıştı koca köyde. “Kâtibin karısı hiç
susmaz artık!” deseler de herkes katılmıştı Emine’nin coşkusuna. Adağını yerine getirmiş, yemekli mevlit
ve kuran okutmuştu. Hedik kaynatarak, üzerini boyalı akide şekerleriyle süsleyip dağıtmıştı bütün köye,
bebeğin ilk dişi çıktığında.

Emine bırakıp gidemedi iki göz damını, üç beş davarını. Yapamazdı şehirde, yabanda.
Almanya’da değildi ya. Bayramlarda, hafta sonlarında geliyordu anasını görmeye, boşlamazdı oğlu.
“Fazla yorma kendini!” demişti giderken oğlu. “Beni iş aş yormaz, hasret bitirir olsa olsa!” diye düşünürdü
Emine. Bırakıp gidemezdi diğer yandan. Yeri, yurdu, toprağı atalarının; erinin yatağıydı burası.
Bırakamazdı. Yapamazdı kapısı örtük şehir evlerinde.

“Kâtibin ocağı ütmez, bacası tütmez oldu şehir sevdasına!” desinler istemezdi.
“Kötü etmişlerdi gitmekle... Nerden çıkmıştı bu hastalık şimdi… Yanında olsaydı… Taze yağ, süt,
yumurta boldu… Kara sarılık denen illet yapışmazdı Baki’nin yakasına…”
İlkin gözlerine inmişti sarı dert, sonra tüm vücudunu sarmıştı. Konu komşu önce tasalanmasına,
telaşına, her zamanki kuruntularına yorup kızmışlardı Emine’ye. Dilinin altından, kulağının kenarından
akıtılacak birkaç damla, bütün pis kanı atacaktı tüm bedeninden… En koyu idrarını içirmek de çözüm
olmadı. Hastaneye, uzman doktora gidiyorum dese de dinlememiş oğlunu, her bulduğu ilacı sınamış,
kimi duysa koşturmuştu. Toroslardan toplanan zakkumun suyu bile şifa olmamıştı derdine.
Sürekli kan alması gerekiyordu. Önceleri ayda, yirmi günde, on beşte bir derken şimdi sürekli kan
şişesi koluna takılıydı. Her defasında fiyatı biraz daha katlanarak. “Ne zamana kadar?” diye
sorduklarında, “Malım, mülküm bitinceye!” diyordu Baki de, Emine de…
Ne karısında sabır eksildi, ne de Baki’nin gözlerinin ışıltısı. Sıdıka umutla, sevgiyle, bıkmadan,
yorulmadan, hastaneye gitti, geldi. Kan almayı, damar bulmayı, koluna serum hortumu bağlamayı
sağlıkçılar kadar öğrendi. “Diploma alabilirim.” diyordu.
Sararan gözleri, yatakta her geçen gün küçülen gövdesi, eriyen etleri. Derin nefeslerle, sanki
koşudan geliyormuş gibi solumasına karşın konuşuyor, gülüyor, anlatıyordu Baki… Bir gün olsun ölümü
düşünmeden…
Bu defaki kan alışı daha farklı oldu. Hep daha iyi hisseder, canlanır, gücü kuvveti yerine gelir,
kalkıp biraz dolaşırdı. Artık başını kaldıramıyordu yastıktan. Kucakta taşınacak kadar ufalmış, çocuk gibi
kalmıştı bedeni.
Son gidişiymiş meğer. Nefes nefeseydi o gün Baki. Ama ne olduysa nasıl olduysa iştahı açılmış,
keyfi yerine gelmişti. Doktoru da hayret etmiş. “Şeytanın bacağını kırdın Baki!” demiş.
Öyle söylenirmiş bu aşamaya gelince… O bölümde yatan bütün hastalar ölmüştü…
“Ben yaşayacağım!” diyordu, yüzü ışıl ışıldı gün boyunca. Umut depoluyordu bakışları. “Anamın
duaları yeter bana!” diyordu. Yanakları al al, sanki dolgunlaşmıştı etsiz gövdesi.
Ölüm iyiliğiymiş… Bu illetten kurtulan olmamış o güne değin, inanmamıştı Emine…
Bir daha torununun adını söyleyemedi. Hep “Baki!” diye seslendi o günden sonra.
Adı Baki olmuştu…

Fazilet Ünsal Eliaçık

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 13

ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.

HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.

LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.

PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.

PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!
BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,

GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI
AZALT.

.BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 14

ŞİİR KÖŞESİ

ÇÜRÜYEN

çürük bir iplik yüreğim
kaç düğüm atsam kopar

gergefe işli zulüm
çanları susan masal

kirli çağın türküsü
gözleri büyüyen gelincik

ucu ağulu tohum
göğsüme saplanan mızrak

kona göçe yorgun
kandahar’da bağdat’ta
gölgesinden vurulmuş

şahdamarı kanar

bulut topluyor rüzgâr
saçımı okşayan ağıt sesi ney

emzirin yaramı
çoğaltmak için sağanakları

Dursun NADİR

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 15

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 16

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 17

GEZİ NOTLARI

PORTAKAL ÇİÇEĞİ KOKUSUYLA BEZENMİŞ ADANA GEZİMİZ

Selam; gezi izlenimlerimi yazmam
istendiğinde yazabileceğimden emin
olmasam da tecrübe etmek istedim.
Satırlarıma başlarken oldukça heyecanlı
olduğumu öncelikle paylaşmak isterim.
Öyleyse okuyuculara keyifli dakikalar…

Oğlum Cenk’i tanıyanlar vardır. Kendisi
derneğimizin ilk otizmli üyesi. Her
ikimizde gezmek için yaşayanlardanız.
Diğerleri gibi bu gezinin de heyecanı
günler öncesinde başladı onda. Cenk’in
bu gezilere katılabilmesi için yıldızları
toplaması gerekiyor yani kolayca hak
etmiyor oğluş .. Yıldızlar toplandı ve
Cuma gecesi yolculuğumuz 52
katılımcıyla başladı. Gece boyu yol
gelerek dördüncü büyük metropolit olan Adana ya vardık. İsmi yüzyıllar boyunca değişiklik göstermiş.
Adanos ,Ta Adana , Erdene ,Batana , Atana, Addane derken Adana olarak sonlanmış, Çukurova’ya bir
giriş kapısıdır. Denizi olmayan Adana’da Seyhan Baraj Gölü ve Seyhan Nehri Adana’nın deniz
görünümlü bir şehir olmasını sağlamıştır. Kahvaltımızı göl kenarında yapıyoruz. Bizleri konuk eden
ablalarımız erkenden ocağı yakmışlar bile sıkmalar hazırlanırken yemek için sabırsızlık gösteriyoruz.
Dikkatimi çaydanlıkların üzerine oturtulduğu tenekeler çekti; Nilgün abladan sistemin adının Maltız
olduğunu öğrendim. Harika bir köy kahvaltısıyla güne artık hazırdık. Gölün mavisi ile gökyüzünün mavisi
birbirine karışmış. Yeşilliklerin sudaki yansımaları ise masalımsı bir hava yaratmış. Bu anı yakalamak
isteyenler ardı ardına deklanşöre bastılar, Hem ruhumuz hem de midemiz bayram coşkusundaydı.
Tepebağ’da ki evleri görmeye geçiyoruz. Ermeni mimarisini yansıtan evlerden bazıları müzeye
dönüştürülmüş. Bunlardan biride Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi, 15 Mart 1923'te Atatürk eşi ile birlikte
Adana'ya geldiğinde, Ramazanoğulları'ndan Suphi Paşa'ya ait olan bu binada ağırlanmış. Çalışma
Odası, Sofa, Mücahitler Odası, Yaver Odası, Kuva-yi Milliye Odası, Hatay Odası en çok da Pirinç
karyola, sim işlemeli yatak, masa örtüsü, ayrıca Maraş işi iki koltuk ve elbise dolabı bulunan yatak odası.
Bir zamanlar Atatürk‘ün bu odada olduğunu düşünmek heyecanımı arttırıyor.
Daha önce hiç Sinema Müzesi gezmemiştik. Atatürk Evinin hemen yanı başında ki müzeye girdik.
Fırsatınız olursa mutlaka görmeniz gereken bu müzede işin ilginç yanı karşılaştığınız afişlerdeki
yönetmen, oyuncu, senarist, yapımcı veya kameramanlardan en az bir isim Adanalıdır. Bu durum da
Adana’nın Yeşilçam ve Türk Sineması’nda ne kadar önemli bir yer tuttuğunu gözler önüne sermektedir.
Müzenin her köşesinde beyazperdeye gönül vermiş, insanları kendisine hayran bırakmayı başarmış
Adanalı sanatçıların fotoğraflarına, eserlerine, eşyalarına ve maket heykellerine yer verilmiştir. Bu
sanatçılardan bahsedecek olursak; müzede önemli ve büyük bir yer tutan Yılmaz Güney başta olmak
üzere, Şener Şen, Ali Şen, Abidin Dino, Orhan Kemal, Ali Özgentürk, , Muzaffer İzgü, Aytaç Arman,
Mahmut Hekimoğlu, Meral Zeren ve daha nicesi isimleri, fotoğrafları ve eşyaları ile ziyaretinize
sunulmuş sizleri beklemektedir. Bu müzeyi gezmeniz sizlerin, Türk Sinemasına büyük katkıları olan,
sektörün oluşmasına ve gelişmesine büyük katkılar sağlayan sanatçılarımızı tanımanıza yardımcı
olacaktır..Yılmaz GÜNEY ve KILLING İle fotoğraf çektirmek de gezmek kadar keyifliydi. Muzaffer
İzgü‘nün ‘ O Düşler Hep Yanımda Kaldı ‘yazısı müzenin duvarına oya gibi yazılmış.Yeşilçam içinde ki
yolculuğumuz yüzlerde tebessüm yaratarak müzeden ayrıldık.
Şehrin içinden geçen Seyhan Nehri üzerinde ki köprülerden en dikkat çekeni 4.yüzyıldan kalma bir
Roma köprüsü olan Taşköprü’dür. Taşköprü söylencelere de ilham vermiş. Efsane bu ya büyücülerden
biri Adania kralına, kızının yılan tarafından öldüreceğini söylemiş. Telaşlanan kral, kızını kentin önünden
akan nehrin ortasındaki adaya göndermiş. Ama yılan, üzüm dolu bir sepetin içinde adaya ulaşmış ve kızı
öldürmüş. Kral da kızının anısına Taşköprü’yü yaptırmış. Hatta yıkıldığında yeniden yaptırılabilsin diye
de köprünün ayaklarına altın gömdürmüş. Seyhan Nehri üzerinde bulunan, aslen 21 gözlü olan
köprü, Seyhan Nehri'nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet
veriyor. Ayrıca Taşköprü dünyada hâlen kullanılan en eski köprüymüş.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 18

Adana’dan kebap yemeden ayrılanı yoktur.Gözlerimizin doyumundan sonra sıra midemizi
ödüllendirmeye geldi.Bibiçer lokantasına girer girmez büyülü kokuyla karşılaştık.Hala anımsarım.Cenk
de tam bir gurme.İştahımız tavan yapmış şekilde her bir hücremizde hissedercesine kebapları
götürdük.O anın bitmesini eminim ikimizde istemezdik.İlk dozda bağımlısı olarak lokantamızdan
ayrıldık.Tekrar görüşebilmek ümidiyle.

Başımızı döndüren kebaptan sonra festival alanına geldik.Bu yıl 5.si düzenlenen festival renk
cümbüşü içerisinde olsa da benim beklentilerimin altında kaldı.Korteşin iptal edilmesi stantların fazla
yoğun olmasından sanırım.Öylesine kalabalıktı sele teslim olmuştuk birbirimizin ellerine sımsıkı
yapışarak.Portakal çiçekleriyle yapılmış taçlarımızla festival alanından ayrılarak otelimize
geldik.Şenbayrak oteli temizliği personelinin sıcaklığı ile kesinlikle doğru tercih olmuş.Uykusuz bir gece
ardından yoğun bir gün otelin bizlere sunduğu canlı performans da eğlenip kalan kurtları da dökmemize
engel olmadı Pazar sabahı yağışlıda olsa biliyorduk güneş yüzünü esirgemeyecekti çünkü tüm
gezilerimizde öyle olmuştu nedense.Harika bir kahvaltının ardından Tarsus’a doğru yola çıktık.Yaklaşık
40 km yi enerjik olarak tamamlarken güneşin pırıltısını hissetmeye başlamıştık bile.Rehberimiz yol boyu
dizili olan Okaliptus ağaçlarını göstererek halk arasında sıtma ağacı olarak adlandırıldığını paylaştı.
Dünya’nın en uzun boylu ağaç kategorisinde de yer alan bitki, 200-1000 litre suyu gövdesine rahatça
çekebilmektedir. Bu yüzden bataklık olan yerlerde daha çok yetiştirilmektelermiş. Justinianus Köprüsü
(Baç Köprüsü) ile ilçeye giriş yaptık. K uzeyinde bulunan bu üç gözlü köprü, Bizans imparatoru
Jüstinianus tarafından Tarsus Çayı üzerinde inşa ettirilmiştir. Eski dönemlerde köprü geçişinden para
alınması nedeniyle, bu köprüye vergi anlamına gelen "Baç" adı verilmiştir.Tarsus ‘lu lar Çatalburun av
köpeğine sahip çıkarak ilçe girişine heykelini yapmışlar.

Adı gibi kendide ulu olan Ulu Cami’ye geldik. Ulu Cami, 1579 yılında Ramazanoğlu Piri Paşa'nın oğlu
ibrahim Bey tarafından St. Pier Kilisesi kalıntılarının üzerine erken dönem Osmanlı üslubunda
yapılmıştır, inşaatında tümüyle kesme taş kullanılan 47x13 m boyutlarında dikdörtgen planlı tek minareli
camiye, kuzey yönünden abidevi taç kapıdan girilir.
Taç kapı, Memluk mimari özelliklerini taşıyan siyah beyaz mermerlerle süslü. Doğubatı doğrultusunda
baklava dilimli mermer sütunların taşıdığı 16 kubbeli, revaklı avludan 5 kapı ile ibadet mekânına girilir.

İçerisi gerçekten görülmeye
değer.

Kentin merkezinde heykeli
bulunan Şahmeran, yılan
gövdeli, erkek başlı bir yaratık
olarak bilinir. Efsaneye göre,
Misis'de oturan ve yılanların
kralı olarak kabul edilen
Şahmeran, o zamanki Tarsus
Kralı nın kızına aşık olmuş.
Güzel Prenses, Eski Hamam
da yıkanırken Şahmeran
hamamın üstüne çıkıp kubbe
deliğinden gizlice onun
yıkanışını seyredermiş, bir
defasında yine seyrederken
hamamın içine düşmüş ve o
zaman Prensesin koruyucuları
Şahmeran'ın başını keserek onu öldürmüşler. Bugün hamamın iç duvarlarındaki kırmızı lekelerin,
Şahmeran'ın vücudundan fışkıran kanlar olduğuna inanılmaktadır.

Beyaz Çarşı (Kırk Kaşık) bedesteni imarethane olarak uzun yıllar kullanılmıştır. 1954 yılında restore
edilerek çarşı haline getirilmiştir. Yapı, batı girişinin iki yanında yer alan iki kubbe ve tonozla örtülü
dükkânların duvarlarına binen mermerlerin taşıdığı beş kubbe ile örtülüdür. Orta kubbesinde aydınlık
feneri bulunmaktadır. Kubbeyi taşıyan kemerler sivri, giriş kapılarının kemerleri ise yayvandır.
Dükkânların ikisi yayvan kemerlerle orta mekâna açılır. Friz süsü olarak kullanılan motifler, yerli halk
tarafından sapsız kaşıklara benzetildiğinden Beyaz Çarşı'ya "Kırk Kaşık" da denilmektedir. Turda bayan
popülasyonu çok olurda bedesten içerisinde ki dükkanlarda kendimizi kaybetmek olmaz mı.Ayrılan
sürenin kısa olması cüzdanlarımızı kurtardı.Zira çok güzel takılar mevcuttu. Yürüyüş için harika bir hava
bize eşlik ederken Aziz Paul Kuyusu’na vardık. Hristiyanlığın Batı Avrupa’ya yayılmasında büyük rol
oynayan ve İncil’de “Müjdeleyici” olarak ismi geçen St.Paul’un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda
bulunuyor. St. Paul Kuyusu, Hıristiyanlar için önemli bir ruhani merkez olarak kabul ediliyor. Yaz-kış suyu

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 19

hiç eksilmeyen kuyunun ağız taşı silindir şeklinde olmasına rağmen, asıl kuyu gövdesi kare biçiminde
tasarlanmış. Derinliği 38 m olan kuyunun çapı ise 1,15 metre kadarmış.

Daha sonra Nusrat Mayın Gemisinin sergilendiği Çanakkale Parkına geldik. Nusrat 'in döşediği

mayınlar 18 Mart 1915'te

Çanakkale harekatının

kaderini değiştirmiş, ona

"dünyanın en ünlü mayın

gemisi" unvanını

kazandırmış.Bolca anı

fotoğrafını çektirirken o

günlerin maneviyatını

iliklerimizde hissettik.

Müttefik Komutanlarını

şaşkınlığa uğratan, Türk

askerine moral, Türk

Milleti'ne sevinç kaynağı

olan 26 mayınla bir yazgının

değişmesine sebep olan bir

kahramanlık hikâyesidir

Nusrat Mayın Gemisi.

14 km. uzaklıkta Dedeler Köyünde bulunan Eshab-ı Kehf Mağarasına geldik. Kuran-ı Kerim de Kehf
Suresinde sözü edilen bu mağara Müslüman ve Hristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya 15-20 merdivenle
indik. Mağaraya ait bir efsane şöyledir;

Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten
kaçan Hristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve
Kefeştetayuş adında yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden Rum Hükümdar
Dakyanus'un huzuruna çıkarılmışlar. Bu hükümdar, Putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde
kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Köpekleri Kıtmir ile birlikte bu yedi genç
ölümden kurtulmak için verilen süreden faydalanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlar. Allah
tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider ama,
elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalayan parayı nerede bulduğunu ve oraya
götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını yedi arkadaşıyla
beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya
geldiğinde yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir
şey görmemiştir. Bu nedenle burası Yedi Uyurlar Mağarası
diye de anılmakta.Ziyaretimizi tamamladıktan sonra yol
boyunca gördüğümüz bağların yapraklarından alma şansımız

da oldu.

Görüntüsü ve serinletici havası ile cazibe merkezi haline
gelen Tarsus Şelalesi son uğrak yerimiz oluyor. Yaklaşık 5

metreden çok güçlü bir debiyle dökülen şelale Tarsuslular için
bir yaşam alanına dönüşmüş. Restoranlar, çay bahçeleri,
izleme noktaları, köprüler… Huzurla örtüşen cennet gibi bir

yer. Suyu genellikle şifa olarak bilinen Berdan Nehri efsaneye
göre uğursuzluk da getiriyormuş. Tarihte Büyük İskender’in

bu nehirde yıkandıktan sonra zatürre olarak iyileşemediğini
ve kısa süre sonra öldüğü söyleniyor. Kısa süreli
ziyaretimizden sonra yola düşme zamanı geliyor. Gezimizden

bize kalan çok keyifli anılar oldu, birbirimizi uzun bir seyahatte
daha yakından tanıdık, daha çok sevdik, daha çok

güvenebileceğimizi, her yere gidebileceğimizi, her koşulda
destek olabileceğimizi öğrendik.Cenk ve dostlarla birlikte
güzel anılar biriktirdik yine. Gezmek yaşamaktır; felsefesiyle

bir sonraki gezi rotamızı merak ederek Ankara‘ya varıyoruz.
Umarım satırlarım size keyif vermiştir.Sonra ki gezilerde
görüşmek üzere hoşcakalın.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 20

YANAN MUM

SİNEMA TOPLULUĞU

Nisan ayında Yanan Mum belgesel filmini yönetmeni Murat Erün ile

birlikte izledik. Murat Erün daha önce 800km Engelli belgeseli için de

derneğimizin konuğu olmuştu.

Belgesel Ayla Dikmen’in yaşamını anlatıyordu. Çoğumuzun tanıdığı
Ayla Dikmen’in bilmediğimiz yönleriyle hüzünlü yaşam öyküsünü
izledik. Eğitiminin son yıllarında Parla Nur ismiyle sahneye çıkan
sanatçı, ailesine verdiği sözü tutup diplomasını aldıktan sonra kendi
ismiyle müzik yaşamına devam etmiş.

Ablasından ve yaşamında yolları kesişen kişilerden Ayla Dikmen’in
çalkantılı müzik yaşamını dinledik. Film boyunca sanatçının bir kadın
olarak bu sektörde karşılaştığı zorluklara tanıklık etmiş olduk.
Yakalandığı hastalığa yenik düşüp yaşamının genç
yaşta sona ermesi filmin sonunda hepimizi
duygulandırdı.

Filmin yarattığı hüzünlü havayı derneğimizin
21.kuruluş yılı kutlama pastası dağıttı.

Teşekkürler Murat Erün,
Nice yıllar Çiğdemim Derneği

Zuhal Yüksel

Çiğdem Türleri

Crocus adanensis

Familyası : Iridaceae
Tür Adı : Crocus adanensis
Türkçe Adı : Adana çiğdemi
Endemik bir türdür. Dünyada sadece Hatay,
Amanos dağları, adana ve Osmaniye’de
yayılış gösterir. Habitatı karışık ormanların
açıklıklarıdır. Çiçekleri açık lila tonlarında
bazen gri çillidir. Çiçeğin erkek organları (anterler) sarı renkte, dişi organ (stilus) portakal sarısı
rengindedir. Çiçek boğazı parlak beyazdır. Kültür olarak yaygın bir tür değildir. Genel olarak
kışları ılıman ve yazları sıcak ve kuru bir iklim isteği vardır.
Tehdit durumu: Doğada zarar görebilir kategorisindedir.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 21

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 22

DOĞRULUK, MERHAMET VE HOŞGÖRÜ

Haydi, hep beraber 2 Nisan Pazar gününden itibaren Can Yücel Parkı'nda yapmakta olduğumuz Falun
Dafa meditasyon uygulamasını yakından tanıyalım.
Falun Dafa (Falun Gong olarak da bilinir), antik Çin kültürüne dayanan bir qigong uygulamasıdır. Bay Li
Hongzhi tarafından ilk olarak 1992 yılında Çin’de tanıtılmış ve bugüne kadar birçok ödüle layık görülmüş
ve destek mektubu almıştır. Falun Dafa, 1999 yılında Çin Komünist Partisi eski başkanı Jiang Zemin
tarafından Çin’de haksız yere yasaklanmasına rağmen, tüm dünyaya yayılarak bugün 100’ün üzerinde
ülkede 100 milyondan fazla insan tarafından uygulanmaktadır.
Doğruluk, Merhamet ve Hoşgörü Falun Dafa’nın temel ilkeleridir. Falun Dafa, zihin ve beden gelişimini
sağlayarak insanların sağlıklarını kazanmalarına ve zihinlerini geliştirmelerine yardımcı olur. Uygulama
dördü ayakta biri oturarak yapılan beş takım egzersizden oluşur. Aynı zamanda Falun Dafa’nın temel
öğretilerini anlatan Zhuan Falun kitabı uygulamanın ana kitabıdır ve Türkçe dâhil 40 dile tercüme
edilmiştir. Falun Dafa’nın egzersiz ve müzikleri, ayrıca kitap ve makaleleri http://tr.falundafa.org/ web
sitesinde ücretsiz olarak paylaşılmakta ve ayrıca kitabevlerinden de temin edilebilmektedir.
Falun Dafa dünyanın her yerinde ücretsiz olarak öğretilir ve herkese açıktır.

Siz Çiğdem Mahalleli komşularımızı Pazar
günleri saat 11.00’de aramızda görebilmek
dileğiyle.

Falun Dafa'nın 5. takım egzersizi Can Yücel Parkı'nda yapılırken, 2 Nisan 2017

Daha Fazla Bilgi İçin:
http://tr.falundafa.org/
http://tr.clearharmony.net/
http://www.dafoh.org/
http://www.faluninfo.net/

Işıl İşler

DERNEĞİMİZ ve KÜTÜPHANEMİZ HER GÜN
11:00– 17:00 SAATLERİ ARASINDA AÇIKTIR. KÜTÜPHANEMİZDE GÖNÜLLÜ

OLARAK GÖREV ALMAK İÇİN BİZİ ARAYABİLİRSİNİZ.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 23

KÜTÜPHANEMIZ’DEN SEÇTIKLERIMIZ

Portakal Ağacında Oturan Kadın

Yazar; Gioconda Belli, "Portakal Ağacında Oturan
Kadın"da, kendi ve başka kadınların hayatıyla birlikte
Nikaragua tarihinin en önemli dönemini anlatıyor.
Roman, 1970'li yıllarda Sandinistlerin önderlik ettiği
devrimi anlatmasının yanı sıra, bir kadının gözüyle
yazılmışlığıyla ayırt edici. Kadın yazar, Nikaragua ve
diğer Orta Amerika toplumlarında özgürlük
mücadelesinin içinde, ateşin ortasına kendini atmaktan
sakınmayan kadınların ikinci cins olarak yaşadıkları
sorunları ve buna karşı mücadelelerini, kadın aklı ve
iradesini örgütleyişlerine de tanık ediyor bizi.

Gioconda Belli: Şair ve romancı Gioconda Belli
varlıklı bir ailenin kızı olarak 1948'de Managua'da
dünyaya geldi. Genç yaşta evlendikten ve bir çocuğu
olduktan sonra, Somoza diktatörlüğünü devirmek için
mücadele eden Sandinistalar'a katıldı. 1975'ten,
Sandinistalar'ın diktatörlüğe son verdiği 1979
Devrimi'ne kadar Meksika ve Kosta Rika'da geçen
sürgün yıllarında silah kaçırmak da dâhil olmak üzere
çeşitli gizli görevler üstlendi.

Kütüphane No; 14198

SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM- LATİFE
TEKİN

Anadolu’da yaşayan bir ailenin yaşayışı,
inançları, duygu ve düşünceleri anlatılıyor
olması 1980 li yıllarda Türk Edebiyatına
değişik bir anlatış örneği getirmiştir. Bazı
defalar “Dede Korkut Hikâyelerinde”
gördüğümüz “Deli Dumrul” gibi bir
akrabalık sezilir, kızı Dirmit tulumba veya
bazı nesnelerle konuşması gibi…

Batıl inançlara özellikle de çocuklara zarar
verecek, onların psikolojisini bozacak şekilde
kapılmamalıyız. Onları en güzel şekilde
işlemeliyiz. Bu kitapta Atiye’nin attığı kararlı
adımlar sayesinde yanlışlıklar bir ölçüde
giderilmiştir. Bundan ders çıkarılmalıdır.

Kütüphane No; 496

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 24

Pirim Kadirov - Son Timurlu

Pirimkul Kadirov Özbek edebiyatının ve
tarihi romancılığın yaşayan en önemli
isimlerindendir. 1928 yılında doğan Kadirov
edebiyat ve filoloji eğitimi almış, 1950
yılında edebiyat dünyasına girmiştir. İlk
romanı “Öğrenciler”, daha sonra “Kara
Kızlar” adlı bir romanı ile dikkati çekecektir.

Özellikle Babür’ü ve oğullarını anlattığı
“Son Timurlu” ile büyük ün kazanır. Bu
roman “Yıldızlı Günler” ve “Evlatlar Divanı”
olarak iki ayrı cilt halinde yayınlanır ve tarihi
romancılıkta büyük bir zirve noktası olur.
Yazarın bu eseri sinema ve tiyatroya da
uyarlanır.

“Son Timurlu”, Timur’un torunlarından
Babür Şah’ı (1483-1530) anlatmaktadır.
Babür, henüz 13 yaşında babasının ani ölümü
üzerine tahta çıkmak zorunda kalacak ve
ölümüne kadar 40 yıl sürecek inanılmaz bir
mücadele verecektir.

Kütüphane No;18465

VATAN DEDİLER… TALİP APAYDIN

1920 yılının Ağustos ayında Uşak işgale uğrar,
Tacim köyüne Yunan askeri gelmeden, köyün
gençleri Molla Mahmut ve diğerleri silahlarıyla
birlikte köyden ayrılırlar. Ayrılırken köyün
ağasının altınlarını alırlar. Molla Mahmut ve
arkadaşları Afyonda orduya katılırlar. Başarılı
birer süvari eri olurlar. Savaşta başlarına gelen
çeşitli olaylar Talip Apaydın’ın dilinden çok
güzel anlatılmaktadır.
Talip Apaydın: Hikâye ve roman yazar ve
şairdir. Polatlı’ya bağlı Ömerler Köyü’nde
doğdu. İlk eğitimini Beypazarı’nda yaptı. Daha
sonra Çifteler Köy Enstitüsü (1943) ve Gazi
Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi.
Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı.

Kütüphane No; 3027

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 25

AYDINLANMA SÜRECİ

04 NİSAN 2017 TARİHİNDE ÇİĞDEMİM DERNEĞİ’NDE AYDINLANMA SÜRECİ KONUSUNDA YAPILAN
SÖYLEŞİYE İLİŞKİN NOTLAR:

Söyleşi iki bölüm olarak sürdürülmüştür.

Birinci bölümde; Aydınlanmanın tanımı ve süreçteki gelişmeleri özet başlıklarla sunulmuştur. Çay
molasından sonraki bölümde, aydınlanmanın Cumhuriyet Türkiyesindeki etkileri tartışılmıştır.

18.Yüzyılda Avrupa’da başlayan Aydınlanma Dönemi İnsanı, özgürlüğüne, akla uygun dünya görüşüne,
akla dayanan yaşama kavuşturan ve sonsuza doğru gidecek olan kültürel dönüşüm olarak kabul
edilmiştir.

Aydınlanma döneminden önce yaklaşık 1000 yıl
(M.S. 2’inci – 12’inci yüzyıl arası) süren karanlık
çağda Avrupa’da toplumlar; Aklın yerine Vahi’nin,

doğmaların hakim olduğu, gelenek baskılarının
yaşandığı, özgürlüğün, bilgilenme ve yaşama

haklarının unutulduğu uzun bir süreç geçirilmiştir.

12.yüzyıldan 21.yüzyıla kadar geçen 900 yıllık

aydınlanma sürecinin başlangıcındaki

gelişmelerde, klasik dönem el yazma kitap

çevirilerinin, kağıdın, matbaanın Avrupa’ya gelişi

ve yaygınlaşmasının toplumları etkilediği

görülmüştür.

15. ve 16. Yüzyıllarda Rönesans döneminde
başlayan seküler sanat, bilim ve mimarlık
alanlarındaki gelişmeler, Amerika Kıtasının keşfi,

deniz yollarının bulunması ve Fransız Devrimi sonucunda insanın bireyselleşmesine, özgürleşmesine ve
haklarına ilişkin önemli gelişmeler olmuştur.

18.yüzyıldan itibaren insanlığın, bilimin ve felsefenin bedeller ödeyerek ulaştığı Aydınlanma kültürü,
19.yüzyılda kapitalist gelişmelerle birlikte yeni teknolojiler yaratarak insanlık tarihinin 2.Büyük Devrimi
olan (1.Devrim on bin yıl önceki TARIM devrimi) sanayi devrimini başlatmıştır. 21.yüzyılı yaşarken Dijital
Teknoloji ile gelişen bilişim sürecinde insanlığın 3.Büyük Devrimi olgunlaşarak sonsuza doğru

ilerlemektedir.

Avrupa’da Aydınlanma yüzyılı olan 18.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa topraklarından geri
çekilme dönemi başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu, yanı başındaki bu gelişmelerden etkilenerek
Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile (1839) bazı yapısal değişim kararlarını uygulamaya koymuştur.

Ancak, Avrupa’dan 300 yıl sonra İstanbul’a gelen matbaa, (yaklaşık 100 yıl sınırlı yayınlar basabilmiştir)
seküler olmayan eğitim sistemi, sanayi uygarlığına geçememiş üretim düzeni ile ulusal olmayan bir

ümmet imparatorluğunda, Aydınlanma ilkeleri ile devam eden Orta Çağ dünya görüşü ve kurumları,
çatışarak önemli sıkıntılar yaşanmaya başlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ile birlikte, Atatürk bu ikili karşıt düzene son vererek,
Aydınlanma ilkelerinin tümünü yaşama geçirerek, Devrimlere öncülük ederek, Modern Türkiye’nin
temellerinin atılmasını gerçekleştirmiştir.

ATATÜRK : “HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR” (Yaşamda Gerçek Yol Gösterici Bilimdir)
BU ÖZDEYİŞ, AYDINLANMA ÇAĞININ ÖZETİDİR.

Söyleşinin ikinci bölümünde katılımcılarla, aktarılan genel bilgiler doğrultusunda yapılan analizler ve
görüş alışverişlerinde özellikle Aydınlanma ilkelerinin günümüze uzanan süreçteki durumu tartışılmıştır.

Cumhuriyet Devrimlerinin uygulanmasındaki yetersizlikler ve olumsuz ekonomik, sosyal, siyasal
gelişmelerin üzerinde durulmuştur. Özellikle, eğitim sisteminin çağdaş gelişmelerin gerisinde kalışı, hızlı
ve düzensiz kentleşmenin getirdiği sorunlar, kültür çatışması, çağdaş değerleri içselleştirmenin sıkıntıları
gibi konularla keyifli söyleşiler sürdürülmüştür.

Filiz DOĞANAY

KAYNAKLAR:
Prof.Dr. Gökberk Macit, Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk ( Cumhuriyet Gazetesi – 1997)
Prof.Dr. Goody Jack, Rönesanslar (İş Bank. Kültür Yayınları – 2015)

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 26

SÜS TAŞLARI:
AMETİST

Fakir bir adamın, bilge bir kişiden, mücevher bulmak için yardım istemesini anlatan eski bir Çin
masalı vardır. Bu masalda bilge kişi, “eğer dileğin buysa, çakıl taşı bile mücevhere dönüşür” der. Bu
cevap, nasıl zengin olacağını öğrenmeyi bekleyen adamı çok şaşırtır. Buradaki hedef düşünceyse, eğer
insan bir şeye yürekten sahip olmak isterse, sıradan bir taşın bile kıymetli olacağına işaret eder...

Son yıllarda yarı değerli süs taşlarının, çok beğenilmesinin nedeni, bu taşların doğada az bulunur
olması. Örneğin piritin altın rengine, parlaklığına ve çekiciliğine karşın, doğada oldukça bol bulunması,
onu altına göre daha değersiz bir duruma getirir. Günümüzde insanlar, fazla para ödemeden güzel
görünmenin yollarını aramakta. Bu nedenle oldukça ucuz olan yarı değerli süs taşlarını kullanmayı tercih
etmektedir. Bunu, yazın sahil kasabalarında bolca satılan yarı değerli süs taşları ve incik boncuğa
bakarak anlamak mümkün..

Yarı değerli süs taşları yazılarıma, benim de çok beğendiğim Ametist’le başlamak istiyorum.
Önceleri doğada az bulunan ve neredeyse değerli taş niteliğinde sayılan ametist, daha sonra Güney
Amerika’da bolca bulununca, önemini ve şöhretini az da olsa kaybetti. Ama yine de, benim gibi pek çok
seveni hâlâ var.

Ametist, kuvars ailesine ait mor ya da mavi-mor renkli özel bir taştır. 20. yüzyılın ortalarına
kadar, onun güzel menekşe rengini manganezden aldığı düşünülmüş ama 2005 yılında, bu hoş rengin
sorumlusunun atomları olduğu ortaya çıkmıştır... Genellikle taşın mor rengi, kristal üzerinde düzensiz ya
da eşit olmayan şekilde görülür. Yani o muhteşem mor rengin, mineralin ucunda bulunmasına karşın,
kristallerin dip kısımları beyaza yakın renktedir. Kuyumcular ametiste daha çekici bir görünüm
kazandırmak ve bu mor rengi tüm kristale yaymak için, taşı yavaşça ısıtırlar. Bu ısıtma işlemini dikkatlice
yaparlar. Çünkü yüksek derecede ısıtılan ametist, mor rengini kaybeder ve zengin sarı renge sahip sitrin
kuvarsa dönüşür. Onun ısı karşısındaki bu değişimi, engellenemez bir durum olup, rengi bazen
kahverengi, bazen de yeşile bile dönebilmektedir. Ametistin böyle renk karmaşası yaşaması, onu ticari
bir değer olmaktan çıkarmaktadır. Ama yine de o, yarı değerli süs taşları içinde, ilk sırada yer alır...

Popüler süs taşı ametistin çeşitli renklerine, çeşitli isimler verilir. Örneğin “Fransız gülü” adı
verilen türü, genellikle açık pembemsi lavanta ya da leylak bir gölgeye sahiptir. Hanımlar bu rengini daha
çok sever... En değerli rengi ise, kırmızı parıltılara sahip koyu menekşe renkli olanıdır. Bu renkteki
ametist, genellikle Sibirya’dan çıkarılmaktadır. Kristali kesilmeye yatkın olduğu için de, uzun yıllar yüzük
olarak kullanılmıştır...

Ametist ABD, Brezilya, Uruguay, Bolivya, Arjantin, Zambiya ve Namibya gibi pek çok ülkede
bulunmaktadır. Ama en değerli ametist kristalleri Hindistan, Brezilya, Uruguay’ın volkanik kayaları
içindeki, gaz boşluklarında oluşan jeod’lardan çıkarılmaktadır.. Büyük şehirlerin alışveriş merkezlerinde,
takı satanların vitrinlerini süsleyen ağaç kovuğu şeklinde ki büyük kristal yığışımları, Brezilya’dan
getirilmiş ve geod (belki kovuk denilebilir) halinde doğal ametist kristalleridir. Türkiye’de ametist,
Balıkesir’in Dursunbey ilçesi civarında bolca, Erzincan ve Ordu çevresinde ise az olarak bulunmaktadır.

Ametist, uzun yıllar farklı kültürlerde ve bölgelerde, simge olarak da kullanılmıştır. Örneğin,
Avrupa’nın kraliyet aileleri süs taşı, Mısır’da oylamalarda kullanılan özel bir taş, yine Mısır ve Asya’da
uzun yıllar mühür taşı olarak kullanılmıştır. Eski Yunan’da ise insanları sarhoş olmaktan koruduğuna
inanıldığı için, ametist kristalleri yapıştırılmış kupalar kullanılırdı..!

Eski çağlarda dindarlığın ve bekâretin sembolü olarak da kabul edilen ametiste, orta çağda
Katolik kilisesi de büyük değer vermiştir...! Onu Hazreti İsa’nın tutkusu ve barışın simgesi olarak kabul
etmiştir..! Ona verilen bu değer yüzünden piskoposlar, kardinaller ve de papalar, ametisti kutsal olarak
benimsemiş ve bu inanç doğrultusunda kullanmıştır. Bugün bile pek çok piskopos ellerini öptürtürken,
yüzüklerindeki ametistin öpülmesini sağlayarak, Hıristiyan topluluğu kutsamış olur...! Tibet’te ve bazı
uzak doğu ülkelerinde de ametist, yine kutsal bir taş olarak kabul edilmektedir...

Konumuzun dışında olduğunu bilmeme rağmen, sizlere birazda ametistin magazin yanından söz
etmek istiyorum. Günümüzde bu tür bilgilerin, takı satıcıları tarafından bolca kullanıldığını biliyorum. Ama
şu kadarını söylemek isterim. O benim için, sadece hoş bir takı olup, öyle de kalacaktır. Ametist,
magaziner tanıtımda, şubat ayının doğum taşı olarak kabul edilmektedir..! Ayrıca balık, koç, kova, yay
takım yıldızlarıyla da bağdaştığı söylenmektedir.

Yine de yay burcunda doğan birisi olarak, yastığımın altına ametist kristali koyarak uyumayı, hiçbir
zaman düşünmedim…

Cengiz KARAKÖSE
Jeoloji Yük. Müh.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 27

ÇİĞDEM MAHALLESİNDEKİ ÖZEL İNSANLAR

FAZİLET ELİAÇIK VE DURSUN ALİ ELİAÇIK

14 Şubat Sevgililer Günü olarak bilinir, fakat aynı zamanda da Dünya Öykü Günüdür. 4 veya 5 yıl önce
Çiğdem Derneğine yazar, Ayla Kutlu konuşmacı olarak davet edilmişti. 14 Şubat tarihinin işte o
konuşmada öğrenmiştim Dünya Öykü günü olduğunu. Edebiyat ve şiir günlerinde derneğimiz kültür
evinde daima aşağıda bahsedeceğimiz kişiler yerlerini alırlar ve hiç kaçırmazlar. Söyleşilere katılır fikir
beyan ederler ve katkı koyarlar.

Mahallemiz sakinlerinden Fazilet Hanım Türkiye’de defalarca ödül almış bir öykü yazarı olduğunu
Çiğdemim Derneği Ailesi olarak bilmenizi istedik. Defalarca öyküleri çeşitli dergi ve gazetelerde
yayınlanmış. Fazilet Hanımın eşi Milli Eğitim Bakanlığından emekli uzman kadrosundaki Dursun Ali Bey,
yine birçok yerde şiirleri yayınlanmıştır. Dursun Nadir ismini kullanmaktadır. Dergimize gösterdikleri ilgi
için kendilerine teşekkür ederiz. Şimdi kendi kalemlerinden kendilerini tanıyalım.

Fazilet Ünsal Eliaçık

1955 yılında Adana ilinin Ceyhan ilçesinde doğdu. 1972 yılında Adana
Kızilköğretmen okulu’nu bitirdi. 1988 yılında da Anadolu Üniversitesi Eğitim
Önlisans programını tamamladı.
37 yıl öğretmen ve idareci olarak devlet okullarında çalıştı. İki kızı var.
Yazmaya okul yıllarında Gırgır Mizah Dergisi’nin “Öğrenci Anıları” köşesinde
başladı.
Öykü ve şiirleri Karşın, Berfin Bahar, Forum Edebiyat, Tay, Şehir, Güncel Sanat, Tersakan Toros ve
Ortanca dergilerinde yayınlandı.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenen “Kadının Penceresinden” öykü yarışmasında
üçüncülük ödülü aldı.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Ulusal Şiir ve Hikâye Yarışması”nda
Mansiyon ödülü kazandı.

Dursun Nadir ( Dursun Ali Eliaçık )

Ordu’nun Fatsa ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi’nde ”Eğitimin Sosyal ve Tarihi Temelleri “ bölümünde yüksek
lisans programını bitirdi. 30 yıl kamu hizmetinde çalıştıktan sonra Milli
Eğitim Bakanlığı’ndan emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası. Ankara'da
oturuyor.
İlk şiirleri öğrencilik yıllarında Çağrı dergisi ve Şemsi BELLİ’nin
yönettiği Memleket Gazetesinde yayınlandı.
Uzun bir süre yazmaya ara verdi.2007 yılından bu yana Tay, Kıyı, Ortanca, Yasakmeyve, Lacivert,
Karşın Edebiyat, Şehir ve Afrodisyas Sanat dergilerinde şiirleri yayınlanıyor.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 28

MUHTARIMIZDAN

SEVGİLİ KOMŞULARIMIZ,
18. Çalışma raporumuzu sizlerle paylaşmak istiyoruz.

1. Her zaman olduğu gibi, mahallemize yakışan bir referandumu sorunsuz ve şaibesiz olarak

sonlandırdık. Katkı sağlayan bütün parti temsilcilerine teşekkür ederiz.

Mahallemizin seçmen sayısı 11.419

Kullanılan oyları toplamı 10631

Kullanılmayan oylar 788

Geçersiz oylar ise 124

Oyların dağılımı ise Hayır:8723 %83.02 Evet:1730 %16.47 Katım:% 93.10

2. Refarondum sırasında dikkatlerden kaçan bir konu oldu. Mahallemizde daha öncede

gündeme gelen okul ihtiyacıydı. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne ve

Valiliğe verdiğimiz dilekçelerde mahallemizde ikili eğitimin sürdüğü ve bunun 2019 yılında tekli

eğitime geçmek zorunda olduğunu belirterek mahallemize ilkokulun yapılmasını talep etmiştik.

Geçen zaman içerisinde mahallemiz ihtiyacı olan ilkokulun yerine imam hatip Anadolu Lisesi

yapacaklarının cevabını aldık. Bunun üzerine Muhtarlık azası arkadaşlarımızdan NERİMAN

ACAR, SİNAN KAYALIGİL, Çiğdemim Derneği Başkanı FATİH AKSOY ve ben eğitimden

sorumlu Vali yarımcısı ile görüştük ama maalesef imam hatip Anadolu lisesinin yapılacağı

gerekirse şu an okul sınırları içerisinde ki ağaçların kesilerek yerine ilkokulun yapabileceklerini

söylediler. Umarız bu düşüncelerinden vazgeçerler.

3.Mahallemizin ODTÜ yönünden girişi uzun zamandır o yolu kullanan komşularımız tarafından

şikâyet konusu edilmekteydi. Muhtarlık olarak konuyu sürekli olarak Çankaya Belediyesine

taşıyorduk ama asfalt sezonu başlamadığı için yapılmıyordu, asfalt sezonunun başlamasıyla

asfaltlanarak yolumuz kullanılabilir hale getirildi. Çankaya Belediyesine teşekkür ediyoruz.

4. ASKİ ye bildirdiğimiz çalınan lagar kapağı yerin konmuştur. Mahallemizde bulunan lagar

kapakları çevreleri ASKİ ekipleri tarafından asfaltla kaplanmaktadır. ASKİ ekiplerin teşekkür

ederiz.
5. Okulumuzda 23 NİSAN kutlamasına katılan ve emek vererek bu programı hazırlayan bütün
öğrenci ve öğretmenlerimize teşekkür ederiz.
6. TEOG sınavına katılan öğrencilerimizin her şey gönüllerine göre olmasını dileriz.

ÇİĞDEM MAHALLESİ MUHTARLIĞI
HASAN HÜSEYİN ASLAN

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 29

ÇİĞDEM’DE DE ESNAF VAR - VII

Esnaf her mahallenin belkemiği gibidir, her bültende mahallemize özgülenmiş küçük işyerlerinde kendi
işlerini yapan becerikli iki komşumuzu ziyaret edelim diyerek başladığımız dizimizde, değişiklikte ferahlık
vardır deyip, Nisan ayında üç erkek kuaförümüzü birden ziyaret ettik. Bir tarak bir makasla ve ustura ile
başlanan bu mesleğin günümüzde nerelere geldiğini düşünmek de güzeldi.

Bakalım bu üç değerli esnaf komşumuzla bir yerlerde karşılaştığınızda onları ve işyerlerini daha
yakından tanımanın farkı yaşanacak mı?

Eski mahalleliyi tek tek tanıyan berber

Cemal Yılmaz Çiğdem mahallesinin eski berberlerinden biri. 1998’den beri işyerinde erkeklerin saçlarını
sakallarını biçimlendiriyor. Çoğu Çiğdemliyi iyi tanıdığı belli. “Bir binadan gelen kişi hoşnut kaldı ise, o
binadan komşularını beğendiği ustaya tıraş olmaya taşır.” diyor. Onun müşteri edinme yolu hep bu
olmuş.

Kardeşler Erkek Kuaförü Atrium’un içinde, ana girişin ilerisinde solda geniş bir mekanda. İşini bir
elemanıyla birlikte sürdürüyor. Berberliğe Bahçelievler’de başlamış ve Sincan’dan gelip gidiyor.
Sabahları 9:30 civarı açtığı işyerini akşam 20:00 ‘ye kadar açık tutuyor.

Cemal Bey’in Çiğdem Mahallesi ile ilgili
gözlemi, 2008 yılını çok kritik olduğu
değerlendirmesine dayanıyor. “2008’de
Şirindere sakinleri vadiyi terk etmeye
başladılar. Ardından farklı bir kesim
insan yerleşmeye başladı. Bundan sonra
burada işlerin çehresi değişmeye
başladı.” sözleriyle durumu dile getiriyor.
Eskiden geceleri sokakları gezen
insanlarla dolu, yerel işyerlerinde rahat
rahat hizmet görülen mahallede, bu
alışkanlıkların, çalışma yaşamı,
AVM’lerin açılması ve sokak köpekleriyle
değiştiğinden yakınıyor. Hak vermemek
de elden gelmiyor doğrusu!

Cemal Bey pek çok yabancıyı da tıraş ederken, Oasis okulunun mahallemizden taşınmasıyla 100-150
kadar müşteri yitirdiğini söylüyor. Bir de erkeklerin işyerlerindeki berberleri tercih etmeye başlamaları
müşteri edinmede etkili oluyormuş.

Telefon numarası 0 537 985 74 86 ve kuaförüne gelemeyecek müşterileri olduğunda evlerde de tıraş
yapıyor.

Bir dönem Belediye Başkanını da, oğlunu da traş etmiş berber

Atrium çarşının taksi durağı kulübesinin tam karşısına gelen iki dükkanından biri yeni berberimiz. İşyeri
yeni ama, sahibi Yahya Yavuz çok eski bir mahallellimiz. 1978’den beri Çiğdemli. Hani derler ya “Kırk
yıllık hatır”, işte Çiğdem’i bilmek Yahya Bey için tam öyle bir hatır konusu. Eskileri aile aile tanıyor. Bu
hatır onun için öyle değerli ki, tabelasında yalnızca Erkek Kuaförü yazmakla yetinmiş gibi geldi bize.

İki koltuklu aydınlık bu işyeri 2013’te açılmış. Daha önceleri Kızılay’ın tam orta yerinde yıllarca çalışmış.
Sakarya Caddesi’nde şimdi Çankaya Belediyesi binası olan SSK işhanında imiş işyeri. 1990’larda
Çankaya Belediye Başakanı Doğan Taşdelen’i tıraş edermiş. İşin ilginci, o yıllarda çocuk yaşlardaki
şimdiki Çankaya Belediye Başkanımız Alper Taşdelen’i de berber koltuğuna oturtup saçına makas
sallamış Yahya Bey. SSK işhanından tanıdığı müşterilerinden hala gelenler oluyor.

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 30

Yahya Yavuz ustamızın evi Gölbaşında. Bu bakımdan sabahları biraz geç açıyor işyerini. Saat 10:00 gibi
başladığı işini 20:30’a kadar tek başına sürdürüyor.

Yalnız olduğundan tıraş işleri için
evlere gidemediğini söylüyor.
Geç saatlerde müşteri uğramaz
diyor. Oysa İşçi Blokları (100. Yıl)
mahallesinde, öğrenci ağırlıklı
nüfus ve hareketlilik nedeniyle
erkek kuaförlerinin kimi günler
23:30’a kadar iş yapabildiklerini
aktarıyor. Hatta geceyarısını
geçe çalıştığını öğrendiği
meslekdaşları varmış komşu

mahallede.
Yahya Yavuz ustamızın telefonu

0 538 218 58 82.

Çiğdem’de en eski berber

By Berber Seğmen İş Merkezinde Caddeden bakınca kolayca görülen bir konumda. İşyrerinin adı görece

yeni fakat işyeri de, sahibi de mahallenin en eski berberi. 1996’dan beri Çiğdem’de saçlarımızın,
sakallarımızın, görünüşümüzün biçimlenmesi ile uğraşıyor Hüseyin Uçar. Bundan önce mesleğini iki yıl

İşçi Blokları mahallesinde yürütmüş. On yıldır da Harun Uluçay ile beraber çalışmaktalar. Mahalle
dışından da müşterileri oluyor. Ne de olsa berber bir alışkanlık. Yani müşteri ile usta arasında tanışıklık
çok önemli imiş.

By Berber mahallemizdeki

“içten dublex” az sayıdaki

işyerlerinden biri. Üst katı

küçük komşularımıza özel.

Berber koltuklarına birer

oyuncak havası verilmiş ki,

minikler berber ağabeyleri

çalışırken ilgilenecekleri bir

çevrede rahat etsinler.

Hüseyin Uçar yine de çocuk

müşterilerin berbere seyrek

uğradığını gözlediğini

söylüyor.

Hüseyin ustamız İşçi Blokları Mahallesi’nden gelip her sabah 8:00’de işinin başında oluyor. Akşamları da
20:45 gibi özel bir saatte paydos ediyor. “Niye?” diye sorduk. Bunun, tuttuğu furtbol takımı ve

şampiyonluğuyla bir ilgisi varmış. Telefonu 0 533 922 19 72 ve haftasonu hariç, evlere de hizmet
götürüyor.

M.Sinan KAYALIGİL – H.Hüseyin ASLAN

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 31

SATIN ALDIKLARIMIZ BOZULMAK ÜZERE TASARLANIYOR

Geleneksel aşamada genellikle temel ihtiyaçlar ile sınırlı olan tüketim etkinliği, üretimin adeta yan ürünü
şeklinde ele alınmış ve üzerinde pek fazla düşünülmemişti. İnsanların ilgisi, daha çok üretime ve hayatta
kalmaya yeterli olacak miktarda tüketim yapmaya odaklanmıştı.
Modernliğin ilk evrelerinde üretime verilen önem, yerini
zamanla tüketime bıraktı. Kitlesel üretim, kitlesel tüketimi de
zorunlu hale getirmişti. Önceleri tasarruf, tutumluluk ve
sermaye birikimi olumlu değerler olarak görülürken; giderek
harcama ve tüketim olumlu değerler haline gelmiştir. Daha
sonra ise tüketim yeterli bulunmadığını insanların tüketmeye
yönlendirildiğini, bir anlamda zorlandığını görüyoruz. gündelik
yaşantımız üzerinde, tüketimin ve tüketici kimliğimizin rolü
gittikçe önem kazanmaktadır. Nesnelerle doldurulan ve
maddileşen gündelik yaşam, her tarafımızı sarmış
durumdadır:
2010 yılında çekilmiş bir belgeselden bahsetmek istiyorum.
Ampul Komplosu (Light Bulb Conspiracy). Belgeselde kasıtlı
eskitme uygulamaları üzerinden modern tüketim alışkanlıkları ve sürdürülebilirlik anlatılıyor. Tüketime ve
kasıtlı eskitmeye dayalı batılı ekonomik sistemin dünyayı nasıl çöplüğe çevirdiği gösteriliyor.

Kasıtlı eskitme kavramı, planned obsolescence olarak yabancı literatüre girmiş, bizde planlı eskitme
olarak da biliniyor. Kasıtlı eskitme, üretici firmaların kasıtlı ve bilinçli olarak ürünlerin kullanım
ömürlerini daha kısa ve dayanıksız olarak tasarladığı bir pazarlama taktiği. Ürünün daha uzun süre
kullanılabilecekken belirli ve ayarlanmış bir kullanım ömrünün ardından işlevini yitirmesi olarak ifade
edilebilir.
Belgesel, California‘daki itfaiye binasında bulunan bir ampul 1901 yılından bu yana 110 yılı aşkın bir
süredir yanmasını bildirerek başlıyor. İtfaiye çalışanları, onun sıra dışı bir ampul olduğunu ancak 1972
yılında fark edebilmişler. Hatta bu ampul için 900 kişinin katıldığı bir 100 yıl partisi düzenlenmiş.

1920li yıllara dönersek, ömür boyu dayanan ürünlerin
ekonomi açısından felaket olduğu dile getirildi. Hatta
piyasanın doymasının fabrikaların kapanmasına ve
kitlelerin alım gücünün sıfırlanmasına yol açtığı öne
sürüldü. Bazı ekonomistler, tek çözümün ürünlerin
ömrünü baştan sınırlamak (kasıtlı eskitme) olduğunu
iddia ettiler.

Uzun ömürlü ampullerin ekonomik büyümeye olumsuz
etkisini ileri süren üreticilerin 1924 yılında oluşturduğu,
kartel üretim, pazarlama ve tüketimi denetim altına
alarak ampullerin ömrünü sınırladı. Bu dönemde
ortalama 2500 saat olan ampül ömrünü azaltmak için bilimsel araştırmalar yapıldı. Buna uymayanlara
ceza verildi. 15 yıla sonra. ampuller için 1000 saat standart haline geldi. Ve daha önce ömründen hiç
bahsedilmeyen ampullerin reklamlarda 1000 saat gibi uzun bir süre kullanılabileceği açıklandı.

‘Hiç sönmeyen’ ampul modelini üreten bir Doğu Alman fabrikası,1989’daki birleşmenin hemen ardından
kapandı. Uzun ömürlü ampuller şimdi sadece müzelerde yer alıyor.

Belgeselde kasıtlı eskitmeye verilen bir başka örnek ise yazıcılardır. Modern yazıcılara yerleştirilen
sayaç çipi belli bir süre geçtikten sonra arıza oluşmuş gibi mesaj verilmesini sağlıyor. Yazıcı kendini
kapatarak çalışmayı kesiyor. İnternette bu sayaçları sıfırlayan ücretsiz yazılımlar bile var. Programı bir
kere çalıştırdıktan sonra yazıcı fabrikadan yeni çıkmış gibi çalışmayı sürdürüyor.

Kasıtlı eskitmeyi halen farklı şekillerde yaşıyoruz.

 Ampul örneğinde veya yazıcılarda olduğu gibi ürüne doğrudan müdahale edilen ve ürünün
kullanım ömrünün sınırlandırıldığı fiziksel eskitme olarak veya

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 32

 Tüketicinin biraz daha iyi bir ürüne, daha kısa zamanda sahip olma isteğini kullanarak, psikolojik

eskitme olarak
 Maliyeti düşürüp, müşterilerin sürekliliğini sağlamak için kalitesiz malzeme/ucuz tasarım yoluyla

kâr amaçlı üretim yapılarak. dolaylı eskitme olarak
 Sistematik eskitme: Periyodik olarak ürünlerin daha üst versiyonlarını üretip yeni ürünün eskisine

olan üstünlüklerinin vurgulanması ile yapılan sistematik eskitme,
 Ürün tasarımının sürekli olarak yenilenmesi ile stil eskitmesi olarak
 Ürünün çalışması sırasında başka bir ürüne ihtiyaç duyduğu durumlarda tüketerek eskitme

olarak

Kasıtlı eskitmenin neden olduğu çevre kirliliği Gana örneğiyle
anlatılmış. Gana’ya gönderilen, çoğu geri dönüştürülemeyen ya

da geri dönüşümü çok zor olan teknolojik ürünlerden oluşan
büyük bir birikim ve kirlilik söz konusu.

Kasıtlı eskitme uygulamalarına karşı mücadele başlamış ve hala
devam ediyor. Duyarlı kişi ve kuruluşlar uzun ömürlü ürünler için
bireysel tasarımlar ve üretimler başlatıyor. Pil ömrü kasıtlı olarak çok
kısa üretilmiş Iphone telefonlarına karşı açılan dava kazanılmış.
Yasal mücadelenin yanında üretim yöntemlerinde değişiklik yapılması
ve denetlenmesi, büyüme hızının azaltılması çözüm olarak öneriliyor.
İsrafı, aşırı üretimin ve aşırı tüketimin azaltılması… Büyüme
karşıtlarının mesajı, mantığımızı değiştirerek, kendine yeterli ve
doğaya saygılı bir anlayışın benimsenmesi gerektiği yönünde.

Belgesel, dünyanın herkesin gereksinimlerini karşılayacak kadar
büyük ama bireysel açlığı gidermek için küçük olduğunu belirterek

bitiyor.

Bu anlamlı belgeseli hep birlikte izlemek dileğiyle,

Zuhal Yüksel

DEĞIŞIK BIR ANKARA GEZISI;

Osmanlı Dönemi’nde Ankara, diğer birçok Osmanlı şehrinde olduğu gibi, Müslümanların yanı sıra,
Ermeni, Rum ve Yahudi gibi Gayrimüslimlerin bir arada bulunduğu bir yerleşim yeri olmuştur. Özellikle
16. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar Ankara’nın Yahudi cemaatinin büyük bir bölümü
Müslümanlarla bir arada, bugün İstiklal Mahallesi olarak adlandırılan Yahudi Mahallesi’nde yaşamıştır.

Araştırmacı, yazar İrfan Akalp ile bir gurup Ankara gönüllüsü havanın güzel olduğu bir gün Opera
binasının önünde buluşup, bahsi geçen Yahudi Mahallesini gezmeye karar verdik. Bu geziyi İrfan Bey
organize ediyor ve bize gönüllü rehberli yapacak. İrfan Akalp bizlere 20 adet eski Ankara Fotoğrafı
dağıttı. Gezi sırsında numara verdiği bu fotoğraflara bakıyoruz, sonra da bugünkü halini seyrediyoruz.
Eski fotoğrafların haline bakıp bizlere kısa bilgiler veren İrfan Bey dikkatlice dinlemeye çalışıyoruz.
Cumhuriyet dönemi binaları bakıp, mimarlarını ve yapılış tarihlerini öğreniyoruz. Ulus civarı, Hacı
Bayram çevresi, Anafartalar caddesi, Şengül hamamı ve Yahudi Mahallesini geziyoruz.

Karpiç lokantasının yeri, Millet Bahçesi, Üç Nal Meyhanesi, Anafartalar Caddesindeki birçok
Apartmanın adını ve Sabahattin Ali’nin “Sırça Köşk” romanını yazdığı bina, Hasan Ali Yücel
zamanındaki tercüme bürosunun bulunduğu apartman gibi birçok yeri görüyoruz. Ayrıca Yahudi
Mahallesindeki yılda bir defa açılan “Havra” ve birçok eski yapı hakkında bilgi alıyoruz. Güzel bir günün
ardından veda edip ayrılıyoruz.

Kim bilir belki bir gün Çiğdem Mahallesi olarak İrfan Beye ricada bulunup hep beraber bu geziyi
tekrarlarız. Teşekkürler… İrfan Akalp…

Turhan Demirbaş

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 33

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 34

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 35

ÇİĞDEMİN SESİ MAYIS-2017 SAYFA 36


Click to View FlipBook Version