ÇİĞDEMİN SESİ BU SAYIDA NELER VAR…
Aylık Online Dergi MERHABA
Kasım 2019 KÜTÜPHANEMİZDEN
www.cigdeminsesi.com SEÇTİKLERİMİZ
SATRANÇ
ÖĞRENİYORUZ
TÜRKÇESİNİ
KULLANALIM
KİTAP TANITIMI
ÇİĞDEMİM’DEN
HABERLER
ATATÜRK ANKARA
YOLUNDA-7
KUYRUKSUZ EFE
BİR BELGESEL, BİR
YÖNETMEN:
ANAFARTALAR
BELLEĞİN ZAMANI
DATÇA’NIN TEMİZ
HAVASI
EVRİLEN DÜNYAMIZ VE
İNSANIMIZ
HANGİ EDEBİYAT KİMİ
İYİLEŞTİRİR
HAYVAN RESİMLERİM
BATI BALKANLAR
GEZİSİ
DOĞA VE ŞEHİRLER
ÇİĞDEMLİ GENÇLER
YAŞAMA HAZIRLANIYOR
BÜYÜK ALMANYA
GEZİSİ
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ONLINE DERGİ Çiğdem Eğitim, Çevre ve
Dayanışma Derneği
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu
Çiğdem Mah. 1551.Cadde
Yayın Kurulu: Dilek Yüceel, Fatih Fethi Aksoy, M.Sinan Kayalıgil, No:14-A Çankaya-ANKARA
www.cigdemim.org.tr
Zuhal Yüksel, Tel: 0312 2852047
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak
gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına
aittir.
Merhaba sevgili komşularımız,
Çankaya Kent Konseyi bünyesinde çalışmalar yürütmek üzere Çukurambar, Çiğdem, Işçi Blokları ve
Kızılırmak mahallelerinden oluşan 4 mahalleyi içeren 100.Yıl Semt Meclisimiz kuruldu.
27 Ekim Pazar günü 100.Yıl Çankaya Evinde, 60’ın üzerinde komşumuzun katılımıyla oluşturulan
yürütme kurulu, oluşturacağı çalışma gruplarıyla mahallelerimiz için çalışacak.
Çünkü birbirimize çok yakın yaşıyoruz. Dolmuşlarımız, pazar yerlerimiz, sokaklarımız, parklarımız,
içme suyu ve pis su kanalları gibi pek çok şeyi semtimizde beraber kullanıyor, çocuklarımızı aynı
okullarda okutuyor, ortak bir doğal ve insan yapısı çevrede yaşayıp aynı yerlerde alışveriş, aynı
yerlerden yemek siparişi yapıyoruz.
Bu semt ortaklığımızı, yerel yaşantımızı birlikte geliştirmek için, Çankaya Kent Konseyi kapsamında
semtimizde çalışmaya başlayacak, hiçbir siyasi amaç ya da kaygı taşımadan semtimizdeki yaşam
kalitemizi artırmaya çalışacak bu oluşuma destek olmanızı bekliyoruz. Yenilikler, projeler
oluşturalım, olan biteni değerlendirelim, ilçe kaymakamlığı ve belediye yönetiminin destekleyecegi
her tür yerel semt çalışmalarında bizlerin de sözü olsun, katkı yapalım. Hep beraber, semtte
yaşamımızı daha güzel kılmaya çalışalım.
Çiğdemim Derneği olarak hem Çankaya Kent Konseyinin hem de Ankara Kent Konseyinin genel
kurullarına katıldık. Bundan sonrada tüm çalışmalarına katılmaya devam edeceğiz. Kente dair ne
varsa bizde orada olup görüşlerimizi dile getirmeye ve katkı vermeye devam edeceğiz.
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği (STGM) ile yürüttüğümüz BİRLİKTE projemizin ikinci yılına
başladık. Bu yıl da kapasite geliştirmeye, özdeğerlendirme çalışmalarında tespit ettiğimiz eksikleri
gidermeye devam edeceğiz. Bu yıl Atılım Üniversitesi ve ODTÜ öğrencileri “Kamusal Akıl Stüdyosu”
dersinde derneğimizi çalışacaklar. Onlarla birlikte derneğimizin yarattığı sosyal etkiyi ölçmeye
çalışacağız. Bunun için öğrencilerle birlikte mahallede bir dizi çalışma yürüteceğiz. Anket ve
yüzyüze görüşmeler yapacaklar ve derneğin mahalleye ve mahalle sakinlerine etkisini ölçmeye
çalışacaklar. Detayları sizlerle paylaşacak ve desteğinizi isteyeceğiz.
Sevgi, saygı ve dostlukla…
Fatih Fethi Aksoy
Çiğdemim Derneği YK Başkanı
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 2
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 3
ATATÜRK ANKARA YOLUNDA – 7, KASIM 1919: SİVAS
Vecdi Seviğ – Gökkuşağı Sitesi
Mustafa Kemal’in Nutuk’ta, Meclis’in İstanbul’da toplanmasının uygun olmadığı hakkındaki fikrini, İstanbul
hükümeti adına Amasya’ya gelen Salih Paşaya “kabul ve tasdik ettirdik” diye özetlediği “Amasya Mülakatı”
22 Ekim 1919 Çarşamba günü tamamlanmıştı. Salih Paşa, 24 Ekim’de Samsun’dan vapurla İstanbul’a
hareket etmiş, Mustafa Kemal de hemen Sivas’a dönerek yeni ordu kuruluş hazırlıkları, yönetime hâkim
olmak için Heyet-i Temsiliye [Temsil Heyeti] ile çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı.
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın 2 Kasım’da gönderdiği telgraf ise Amasya’da varılan noktanın geçici
olduğunu gösteriyordu. Anadolu örgütlenmesi, ulusal harekete karşı çıkan yöneticilerden yakınmış, Mustafa
Kemal ve Salih Paşa tarafından imzalanan metinde yer alan “millet tarafından işten el çektirilen memurların
yeni görevlere atanmasından önce görüşülmesi” ilkesine aykırı atamalar devam ediyordu. Osmanlı
hükümeti, Meclis’in İstanbul’da toplanması konusunda da ısrarlıydı.
Heyet-i Temsiliye’nin 3 Kasım 1919 tarihli toplantıdan sonra, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderilen
telgrafta Anadolu hareketinin duruşu bir kez daha hatırlatıldı.
16 Kasım günü kolordu komutanlarının da katılımıyla genişletilmiş Heyet-i Temsiliye toplantıları başladı.
Toplantıya katılanlardan dokuzu Heyet-i Temsiliye üyesi, dördü komutan ve altısı Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri temsilcisiydi. 29 Kasım’a kadar toplam on toplantı yapıldı.
Katılımcılar Meclis’in nerede toplanacağı konusunda görüşlerini açıkladılar, belirgin bir fikir birliği yoktu.
Mustafa Kemal Paşa görüşleri bir noktada birleştirmek istediğini belirterek başladığı konuşmasında,
Meclis’in bu tarihi ve zor zamanda, güçlükler dikkate alındığında Milli Meclis’in Hilafet Merkezi’nde
toplanması ve görevini yerine getirmesinin mümkün olmadığının anlaşıldığını söyledi. Ancak, Padişah’ın,
hükümetin ve İstanbul çevrelerinin buna muhalefeti nedeniyle dışarıda toplantı yapmanın güçlüğüne işaret
eden Mustafa Kemal, ortaya çıkan duruma göre, İstanbul’un toplanma yeri olabileceğini ifade etti.
Paşa, bu durumda İtilaf Devletleri’nin, Meclis’in kabul edemeyeceği bazı şartları ileri süreceklerini, Meclis’in
bu ağır şartları kabul veya ret edebileceğini, böylece Meclis’in kendisini dağıtması veya İngilizler tarafından
kapatılması olasılığından söz etti.
Gündemin bir başka maddesi ise meclisin açılması halinde Heyet-i Temsiliye’nin durumunun ne olacağıydı.
Oluşturulan Temsil Kurulu, Meclisin özgür, güvenli çalışma ortamı bulacağı zamana masına kadar İstanbul
dışında kalarak ulusal görevine devam edecekti. Uygun çalışma ortamına kavuşması halinde bütün yetkiler
meclisin olacaktı.
29 Kasım Cumartesi günü Meclis’in İstanbul’da toplanması da dâhil alınan kararlar imzalandı. Bu tarihi
belgenin altındaki adlar şunlardı:
Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Hüsrev Sami Bey, Mazhar Müfit Bey, Rüstem
Bey, Ömer Mümtaz Bey, 12. Kolordu Kurmay Başkanı Şemsettin Beş, Kara Vasıf Bey.
Toplantı tamamlandıktan sonra Sivas’tan Ankara’ya gidiş hazırlıkları başlatıldı. Kurtuluşa giden yolun en
zorlu aşaması yaklaşırken, mali sorunlar artıyor, kışın gelişiyle birlikte zorlu yolculuk herkesi
düşündürüyordu. Ocak ayı olmadan Ankara hedefine ulaşılması gerekiyordu.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 4
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 5
KUYRUKSUZ EFE
H. Fatoş (GÜR) AKINOĞLU - AYRANCI
Değerli Komşularım,
Bu ay sizlerle web sitemizde (www.diyabetikkedi.com) Çiğdem ÖZÇELEBİ tarafından kaleme alınan ve
yayımlanan gerçek bir öyküyü paylaşmak istiyorum. Ne yazık ki artık sosyal medya sayesinde hemen her
gün benzer acı öykülerle karşılaşıyoruz. Diliyorum, kısa zamanda bu acılar dinsin, insanların yürekleri sevgi
ve merhametle dolsun…
Özlem ÖZÇELEBİ
Bir insan yavrusu olsaydım dedim hep kendime, hayır, bunu asla insanları kıskandığım için söylemiyorum.
Sadece insan yavruları daha az terk ediliyorlar. Beni önce annem terk etti. Doğaldı, çünkü ben Efe isimli bir
kediyim. Annem 4 kardeşimle koynunda geçirdiğimiz 3 ayın ardından bizleri kendinden uzaklaştırdı.
Oyunlarımız, birbirimizi ezerek annemizi emme çabalarımız esnasında hep güvendeydik.
Ben kardeşlerimden biraz daha küçüktüm ama insan ablam beni hep kolluyordu. Ne zaman kardeşlerim
mücadeleyi kazansa, benim için bir yer açıyordu
onlar arasında. Günler çok hızlı geçti, birer birer
kaybolmaya başladı kardeşlerim. En son ben
kalmıştım. Eve gelen bir abi aldı beni. Ağladım çok,
beni bir kutuya koymuştu, bir arabayla bambaşka bir
eve gittik. Orada beni insan ablam gibi bir abla
karşıladı. Çok sevinmişti beni görünce, biraz olsun
azalmıştı korkum. İlk gecemi saklanarak geçirdim.
Birkaç güne kadar bir şey kalmamıştı korkumdan
geriye. Ne kadar yaramazlık yaparsam o kadar
mutlu oluyorlardı. Onlar artık benim ailemdi.
Güvendeydim, huzurluydum. Çok mutluydum.
Mutluluğumu anlatmak istemiyorum, çünkü artık çok
acı veriyor bana o günleri hatırlamak.
Delikanlı olmuştum, bir gün babam eve geldiğinde, annemin ona “bir yavrumuz olacak” dediği günü çok
iyi hatırlıyorum. Bir kardeşim olacak sanmıştım. Oysa bir süre sonra acı gerçekle yüzleşmek zorunda
kaldım. Gelen kardeş, bir insan kardeşti ve ailem beni istemiyordu. Bir gece yarısı babam beni sepetime
koydu ve yola çıktık. Gezmeye gidiyoruz sanmıştım. Bilmediğim bir yere geldiğimizde, babam beni
arabadan indirdi ve sepetimin kapağını açarak hızla arabaya binip uzaklaştı. Arkasından koştum,
yetişemedim. Soğuktu, “beni unuttun baba” diye ağladım. Geri girdim sepetime. Ağladım… Ağladım…
Ağladım…
Uyumuşum. Bir darbeyle uyandım. Aniden sepetin kapısı kapandı. Çocuklardı bunlar. İnsan çocuklar.
Yuvarlamaya başladılar sepeti, bir biri, bir diğeri.
Ağlıyordum.
Sonra sepetin deliklerinden içeri, ucuna çivi
çaktıkları sopalar sokmaya başladılar.
Çaresizdim. Her yerim kanıyordu. Bitkin düşüp
bayılmışım. Acılar içinde uyandım.
Hiçbir şey göremiyordum, neredeydim. Hala
soğuktu. Ama bir nefes hissediyordum, bir
sıcaklık. Acılar içinde kaçmaya çalıştım, hareket
edemedim.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 6
Boynumdan tuttu bir şey beni, tıpkı annemin bebekken bizi taşıdığı gibi. Canım çok yanıyordu. Yine
bayılmışım. Tekrar uyandığımda acılar hafiflemişti. Gözlerimi açıp karşımda kocaman bir köpek görünce,
korkudan çığlık attığımı hatırlıyorum.
Köpek bana “Korkma kardeşim” dedi. “Güvendesin, korkma”. Kuyruğumu kabartmak istedim ona,
kuyruğumu bulamadım. Onun dediği gibi korkmamam için,
aradan aylar geçmesi gerekti. Kaldığım yerde her gün
ziyaretime geldi köpek abim. Seni de bizim eve götüreceğiz
diyordu hep. Ve bir gün o gün geldi. Ben nerede kaldığını
bilmediğim kuyruğum ve görmeyen tek gözümle yeni evime
gittim.
O gün bugündür, köpek abimin yanındayım. Bir evi
paylaşıyoruz onunla. Mutlu değil misin yine derseniz, mutluyum
evet. Sadece her gün kuyruğumu aramaktan artık çok
yoruldum.
Patili ve sağlıklı günler diliyorum…
Kaynak: http://www.diyabetikkedi.com/tr/2009/02/10/ksz-efe/
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 7
BİR BELGESEL FİLM - ANAFARTALAR ÇARŞISI
Turhan Demirbaş / Zuhal Yüksel – Çiğdem Mahallesi
Ekim ayında yapım ve yönetimi Galip Kürkçü’ye ait “Anafartalar” isimli belgesel filmini izledik.
Filmin konusu Anafartalar Çarşısı idi. İlklerin çarşısı olarak anılan Anafartalar Çarşısı, Mimar Affan Kırımlı,
Ferzan Baydar ve Tayfun Şahbaz tarafından tasarlanmış. Binada Atilla Galatalı’nın duvar seramiği, Cevdet
Altuğ’un çok katlı rölyefi, Füreya Koral’ın 8 sekiz adet seramik panosu, Seniye Fenmen’in 8 sekiz adet
seramik panosu ile Nuri İyem ve Atıf Kaptan’ın duvar resimleri bulunmaktadır. Dekorasyon Ruşen Dora
tarafından yapılmıştır.
Belgeselin gösteriminden sonra yönetmen bizlere çarşı ve
belgeselin çekimiyle ilgili bilgi verdi.
Ulus Meydanı’nda ilk yürüyen merdiven, ilk cephe asansörü ve
katlardaki duvarlara özenle yerleştirilmiş seramik
çalışmalarının yer aldığı çarşının öyküsü, 1960’lı yıllara
dayanıyor. Emekli Sandığı tarafından yapılan çarşı daha sonra
Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilmiş.
Kültürel, mimari, sanatsal ve sosyal açıdan ayrıcalıklı bir yere sahip olan Anafartalar Çarşısı’nın ‘Ulus Tarihi
Kent Merkezi Yenileme Alanı Projesi’ kapsamında yıkımı planlanmakta idi. Dönemin Ankara Büyükşehir
Başkanlığınca çarşı içindeki esnafa dükkânlarını boşaltmaları için tebligat gönderilmiş, yıkılmak üzere
boşaltma işlemleri başlatılmış. Karara itiraz eden çarşı esnafı tarafından dava açılmış, çarşı içerisindeki
seramik eserlerin Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilmesi sağlanmış.
Bu çarşının Ankaralılar tarafından çok sevilmesi, insan ve kent
belleğinde yer etmesi ile toplumsal muhalefet desteğiyle bu
yıkım şimdilik durdurulmuş görünüyor. Ankara Belediye
Başkanlığı tarafından çarşının yaşatılması ve boşalan
dükkânların tekrar açılması yönünde çalışma başlatıldığını
öğrendik.
Belgeselde konuya farklı çevrelerin bakış açısı yer alıyordu.
Sanat tarihi, mimar, gazeteci gözünden değerlendirmeler
değerliydi. Esnafın çarşının 40 yıl öncesiyle bugünü
karşılaştırması, çarşıyı kurtarma çabaları övgüye değerdi. Filmin
özenle seçilmiş müziği ve yetkin kamera çekimleri katılımcıları etkiledi.
Gösterim ve söyleşinin sonunda Ankara'da yaşayanlar olarak Anafartalar Çarşısı’nda böylesi değerli
eserlerin olduğundan ancak yıkım kararı alındıktan sonra haberdar olduğumuza üzüldük, yıkımın
durdurulmasıyla ilgili gelişmeleri öğrenek sevindik.
Filmini ve bu bilgileri bizlerle paylaşan Galip Kürkçü’ye teşekkür ederiz.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 8
KİTAP TANITIMI
Turhan Demirbaş – Başak Sitesi
Stefan Zweig 1881 yılında Viyana’da doğdu. Avusturya, Fransa ve
Almanya’da eğitim gördü. Salzburg’da yaşadı. 1938 yılında
Brezilya’ya göç etti. 1942 yılında eşiyle birlikte intihar etti. Birçok
kitap yazdı. Kütüphanemizde 17 eseri okuyucu beklemektedir.
Kitabın önsözünden,
“Gününün yirmi dört saati boyunca yaratıcı olan hiçbir sanatçı
yoktur; onun yarattığı en büyük ve en kalıcı yapıtlar, yalnızca ve
yalnızca ilham perisinin geldiği o pek ender rastlanan anlarda
oluşmuştur. Aynı şekilde, gelmiş ve geçmiş bütün çağların en büyük
şairi ve yaratıcısı olarak kendisine hayranlık beslediğimiz tarih de
sürekli yaratıcı olmamıştır. Goethe’nin “Tanrı’nın gizemli atölyesi”
diye adlandırdığı tarih içinde de günlük ve önemsiz olaylar pek
çoktur. Tarihte de sanatın her türünde ve günlük yaşamda olduğu
gibi çok görkemli ve unutulmaz anlara ender rastlanır. Tarih, çoğu
kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışma ile gerçek olayları
halkalar gibi art arda ekleyip binlerce yılı saran dev bir zincir
oluşturur; her türlü heyecan ve gerilim için bir hazırlık dönemi, her
gerçek olay için de bir oluşum süreci gereklidir…”
Stefan Zweig, “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” deneme
kitabında “On İki Tarihsel Minyatür” diye adlandırdığı bölümlerin
sıralaması şöyledir.
- Ölümsüzlüğe Sığınış
- Bizans’ın Fethi
- Georg Friedrich Handel’ in Yaşama Dönüşü
- Bir Gecelik Dahi
- Waterloo; Dünyanın Yazgısını Belirleyen An
- Marienbad Şiirleri
- Eldorado’nun Keşfi
- Bir Yiğitlik Anı
- Okyanusu Aşan İlk Söz
- Tanrı’ya Sığınış
- Güney Kutbu İçin Savaşım
- Mühürlü Tren
Kütüphane No;2245
Mahalleli olma ve dayanışma kültürünün etkin olduğu, bölgesel ve ulusal
karar alma süreçlerinde etkili olan, yaşam alanlarıyla farklı özellikteki
bireylerin (yaş, cinsiyet, engelli) mutlu olduğu bir mahalle olmak
vizyonu ile çalışıyoruz.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 9
‘..
ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.
HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.
LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.
PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 10
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 11
SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ
Hatice Caymaz - TSF Satranç Antrenörü / TSF Ulusal Hakem
FEDA (DEVAM)
Sayın okurlarımız bu ayki sayımızda geçen ay anlattığımız feda konusunu biraz daha farklı örneklerle
inceleyelim. Örneklerde ve sorularda taşları satranç tahtamıza dizerek çalışırsak konumları daha iyi
anlayabiliriz.
Satrançta feda belli bir amaçla sahip olduğumuz materyalden vazgeçmek demiştik veya ünlü satranç
oyuncusu Tal’in bazı oyunlarında görüldüğü gibi alet (satrançta at, fil, vezir ve kale gibi taşlara alet denir)
feda edebilir ve uzun vadede bir atak ile bunun karşılığını ararsınız.
Tal’ın oyunundan.
Hamle siyahta,
siyah kazanır.
Bu örneğin hamlelerinin analizini birlikte yapalım.
Hamle siyahta.
Siyah kalesi ile e1 den şah çeker şah h2 karesine gider.
Kale h1 oynar şah çeker burada siyahlar kale fedası ile şahı istediği kareye çekerek planlandığı matı
gerçekleştirir.
Şah alır h1 vezir h3 oynayarak şah der şah mecburi hamle g1.
Vezir g2 deki piyonu alarak mat.
Alternatif diğer hamle h1 deki kaleyi atı ile almak. Vezir alır g2 mat var.
Legal Matı, vezir feda edilerek yapılır ve yeni başlayanların dikkat etmesi gereken bir mattır. Şimdi
dilerseniz şu örnek maça geçelim. Bu örnekle vezir gibi değerli bir
taşın fedası ama mat garantili
1. e4, e5 2. Af3, d6 3. Fc4 ... bir gelişim hamlesi geliyor beyazdan
3. ... Fg4 siyah, beyazın atını vezir açmazına alıyor. (Mat da aslında
burada başlıyor.)
4. Ac3, g6 Beyaz bir hafif aletini daha çıkarak gelişimine devam
ediyor. Siyah ise yalnızca bir alet oyuna sokabilmiş durumda.
Ve beyazdan vurucu bir hamle, mükemmel bir vezir fedası.
5. Axe5 ... Burada genellikle yeni başlayanlar atın açmazda
olduğunu düşünüp veziri alıyorlar fakat bir sonraki Fxf7 hamlesini
göremiyorlar.
6. Fxf7+ ...
Beklenildiği gibi vezir alındı ve at korumasındaki fil ile şah çekildi.
6. ... Şe7 7. Ad5#
Şah, kaçabileceği tek yere kaçtı ve beyaz üç aletiyle, bir vezir
fedasıyla siyahı 7 hamlede mat etti.
Satranç tahtasına tüm taşları dizip hamleleri tek tek yaparak görseldeki konuma oyun sonunu gelebilirsiniz.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 12
Atatürk ve Satranç
Mustafa Kemal Atatürk
1881 - 1938 yılları arasında yaşadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk
cumhurbaşkanı. Çok iyi satranç oynuyordu. Strateji oyunlarında çok başarılıydı.
Sadece gösteriş ve kazanmak için spor yapılmasına karşıydı. Ancak çok çalışmak
ve gayret göstermekle başarılı olunabileceği görüşündeydi.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte modern satranç kitapları çıkmaya başlamış ve
Atatürk’ün verdiği talimatlar doğrultusunda satranç ülke genelinde yaygınlaşarak
gelişmeye başlamıştı. Önceki yıllarda ülkemizde çıkan yaklaşık 19 - 20 adet el
yazma, taş baskı ve matbaa basımı diğer satranç kitapları kütüphanelerimizde
bulunmaktadır. Bu kitaplar dönemlerinin çok üstünde bulunmakla beraber, eski
kuralları ve sadece klasik diyebileceğimiz bazı esasları içeriyordu. Ülkemizdeki ilk satranç turnuvası
ölümünden sonra, 1943 yılında yapılmış olup, diğer birçok yenilik Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün satranç takımı
Bu resim, TCDD Ankara Müze
ve Sanat Galerisi Arşivi’ne
aittir. Atatürk’ün yurt
gezilerinde kullandığı
vagonunda yer alan satranç
köşesinde, Atatürk’ün manevi
kızı Ülkü’nün babası
tarafından yapılıp, Atatürk’e
hediye edilen satranç takımı yer almaktadır.
İsmet İnönü
İsmet İnönü 1884 - 1973 yılları arasında yaşadı. Devlet adamı, asker ve
siyasetçi. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptı. Sporcuların sağlam
karakterli ve ahlaklı olmalarını önerirdi. Türkiye Satranç Federasyonunun
1962 yılında FIDE ye bağlanmasını, İsmet İnönü nün özel gayreti
sağlamıştır. O dönemde satranç derneklerinin açılması ve satranç
köşelerinin çıkması onun teşvikiyle olmuştur.
Pembe Köşk’teki kütüphanesinde çok sayıda satranç kitabı vardır.
Almanya’da çıkan aylık bir satranç dergisine aboneydi. Bu dergileri inceler, içindeki yazıları gözden
geçirirdi. Ankara’da olduğunda, Anadolu Kulübünde satranç da oynardı.
Bazı zamanlar mecliste de oynadığı olurdu. Atatürk ve Saraçoğluyla
birçok kez oynamış, fakat oyunlar yazılmadığı için günümüze
ulaşmamıştır. Çok sayıda oyunu vardır.
Çevresindekilerle oynamayı severdi. Çok iyi oynuyordu, satranç
oynamayı küçük yaşta öğrenmişti, açılışta taşların gelişimine büyük
önem veriyordu. Atları çok iyi kullanıyor ve çeşitli kombinezonların
oluşmasını sağlıyordu. Atak bir oyunu vardı. Analiz yapmayı, uykuya
dalarken iyi oyunları analiz yapmayı severdi.
İsmet İnönü’nün satranç takımı (Marmaris İndigo Satranç © 2017 )
Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti ilan ederek en iyi hamleyi yapmıştır.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 13
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 14
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 15
BELLEĞİN ZAMANI
Pınar Aydın O’Dwyer – Çamlık Sitesi
Saat kaç oldu? Gideceğiniz yere yetişebilecek misiniz? Ya da yapmanız gerekeni zamanında yapabilecek
misiniz? Yoksa beklerken zamanı nasıl öldüreceğim diye telefonunuzdaki oyunlara mı sarılmaktasınız?
Telefonunuza bakarken eminim eski fotoğraflara da göz gezdirmişsinizdir; onlar çekileli daha dün gibi, ama
aslında ne çok zaman geçmişti, değil mi? Fark etmesiniz de yaşam geriye bakamadan hızla akıp gidiyor…
Bir süreliğine bileğimizdeki saati unutup tarih ve bellek içindeki zamanda dolaşmaya ne dersiniz?
Zamanın Hızı
Baskıcı Avrupa Orta Çağında dua ederken rahibelerin ağızlarından çıkan fısıltılar duyulabilse de o sırada
akıllarının içinden ne geçtiği kontrol edilemeyeceğinden hiç değilse dua etme sürelerinin ölçülmesi yoluna
gidilmiş. Bu amaçla o denemde henüz bildiğimiz saatler icat edilmediğinden kum saati geliştirilmiş. Böylece
ne kadar süre dua edildiği izlenebilir, buyrulandan daha kısa süre dua etmeye yeltenenler uyarılabilir olmuş,
“hadi bakalım duaya devam”, ya da “olmadı baştan”…
Ancak gel zaman git zaman, şişeciklerin içindeki kum
taneciklerinin birbirine sürtüne sürtüne ufaldıkları ve bu yüzden
de alt hazneye daha kısa sürede aktıkları fark edilmiş. Kum
saatine bir metafor olarak bakılacak olursa “Yaşlanmak da
kum saatine benzer”, denilebilir; yaş ilerledikçe zaman daha
hızla akar, yokuş aşağı yuvarlanan bir top gibi sürati giderek
artar. O halde insan yaşamı bağlamında zaman, ivmelenen bir
Resim 1 Salvatore Dali, Belleğin Azmi değişkendir.
(Ulusal Sanat Müzesi, Newyork), 1931 Salvatore Dali’nin Belleğin Azmi (Persistence of Memory)
adlı meşhur eriyen saat resminin de anlattığı, çabucak akan
zaman esirliğinin insanlara fazlasıyla hızlı gelmesi, günümüzün gerçekliği anlamında ruhların bedenlere
yetişemiyor olması olabilir mi? (Resim 1). Çağdaş sanatçı Daniel Arsham da Düşen Saat (Falling Clock)
(Resim 2, 3) adlı eserlerinde aynı bu konuyu betimlemiş, zaman artan hızla adeta düşüyor!
Aynı kum taneciklerinin
incelmesiyle aralarındaki
boşluğun görece artışı misali,
yaş ilerledikçe dost ve
akrabalarla ilişkiler ve iletişim
de azalır. Öte yandan bilimsel
veriler, hızla ve daima ileri
doğru sarılan zaman
boyutunun, galaksiyi de hızla
genişlettiğini, buna bağlı olarak
gezegenler arasındaki
mesafenin giderek arttığını ve Resim 2, 3 Daniel Arsham, Düşen Saat
bir gün enerji azalması (MOMA, Amsterdam
nedeniyle galakside görülebilecek en yakın gezegenin bile görülemeyecek uzaklıkta olacağını göstermiştir.
Bu yalnızlaşma şu anda bize sonsuz kadar uzak gelse de ve biz görmeyecek olsak da, zamanı gelince
gerçekleşecek. Bu açıdan insanın da yaşamı içindeki görece yalnızlaşmasının gezegenimizin
yalnızlaşmasına benzediği düşünülebilir.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 16
Zaman Hızını Değiştirebilmek
İnsanlığın herhalde gelmiş geçmiş en büyük arzusu yaşam ivmesini istediği şekilde dizginleyebilmek ya da
tatsız bir olayın bir an önce bitmesini istediğinde hızlandırılabilmek olmuştur. Var olalı beri imkânsızın
peşinde koşup durmuştur insanoğlu ve türlü türlü yöntemler denemiştir. Basit ve güncel bir öneri, ömür
törpüsü cep telefonu kısa bir süre kapatılabilse zaman lastik gibi uzatılmış olmaz mı? Ama telefonsuz bir an
geçirmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Diğer bir seçenek de Jules Verne’nin 80 Günde Devr-i
Âlem’inde (1872) anlattığı sürekli batıya doğru yolculuk yaparak bir gün kazanmak olur ki, inanın
değeceğine emin değilim (1).
Einstein’ın tanımladığı izafiyetin, ya da yerçekiminin etkisi pek de yabana atılabilecek bir etki değildir.
Gerçekten de zaman göğün yüksek irtifasında yeryüzüne göre daha yavaş ilerler. Uzayda farklı yörünge
veya yolculuk hızlarında zaman geçirenler yerdekilere göre daha yavaş yaşlanır. Yıldızlararası (İntersellar,
Yönetmen: C Nolan, Oyuncular: M McConaughey, J Chastain, M Caine. 2014) adlı filmde bir süre uzayda
kalan baba yaşlanmamış olarak evine döndüğünde, babasını bekleyebilmesi için dondurularak yaşatılmış
ve 99 dokuz yaşına varmış olan kızı nihayet ölür. Kızının DNA’sının ucu dünya hızı katsayısıyla hızla
kısalırken babanınki uzay katsayısıyla daha yavaş kısalmıştır. Diğer bir deyişle Yunan Mitolojisindeki kader
tanrıçaları Moira kardeşlerin kader ipliği yeryüzü yaşam hızı oranında kısalmaktadır.
Belki de “telefon kapalı uçuştan” sonra zaman, uçaktan inince gökte geçirilen sürenin sadece Einstein’ın
tanımladığı izafiyetten değil de telefon ile beraber zihnin günlük yaşamın incir çekirdeğini doldurmayan
yığınla gereksiz ayrıntılarına kapalı oluşundan genleşmektedir. Jet-lag’in insanın zihninin uçağın kalktığı
yerde kalması, bedenininse uçağın vardığı yere ulaşması olarak düşünülebilir. Kimi Afrikalı kabilelerin
şaman inanışıyla, bir yerden başka bir yere doludizgin giderlerken arada durup ruhlarının bedenlerine
yetişmesine zaman tanımaları, bir tür jet-lag inanışı olarak yorumlanabilir.
Zaman Türleri ve Ölçülüş Biçimleri
Zaman birkaç şekilde tanımlanmaktadır: Bunlardan biri yerkürenin evren içindeki konumu ve kendi
çevresinde dönüşüyle ortaya çıkan “evrensel zaman”dır. Bu zamanı salise, saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl
kavramlarıyla hassas şekilde ölçmeye çalışmak, o gün bugündür insanlığın önemli bir derdi olmuştur. “Saat
zamanı” ilk çağlardan itibaren önce güneş saati ve su saati, ardından da kum saati ve mum saati ile
izlenmiş. Bunlar varken yüzyıllar sonra, 14’üncü yüzyılda mekanik saat icat edilmiş ve Londra’da bir
meydana da dikilmiştir (Anadolu’daki ilk saat kulesi İzmir, 1901). 19’uncu yüzyılda endüstrinin zorlamasıyla
insanlar trene, gemiye ve fabrikadaki işine zamanında yetişebilsin diye mekanik meydan saatleri
yaygınlaşmıştır. 1884’te ise Greenwich dünyanın zaman merkezi olarak ilan edilmiş; işte size zamanın
emperyalizm tarafından teslim alınışı!
Evrensel zaman, bedenin yaşam içindeki devinimiyle ortaya çıkan “biyolojik zamanı” etkiler, çünkü beden
yaşlanmasının genetik ve çevresel etkenlere bağlı kişiye özgü bir hızı da vardır. Bu hızı DNA yaşlanması ile
ölçebilmek demek, neredeyse kaderi bilmek olacaktır ki o zaman da falcılar “üç zaman içinde” yerine “üç
kromozom eskimesi süresinde” terminolojisine terfi olacaklardır.
Öte yandan bedenin içinde de zaman önemli bir rol oynar. Örneğin sağ yandan gelen bir ses sağ kulağa
daha çabuk, sol kulağa biraz daha geç ulaşır ve beyin iletim faz farkının hızından dolayı sesin kaynağının
sağda olduğunu anlar. Benzer şekilde iki elde farklı ağırlıkta cisimler olduğunda içinde ağır cismi tutan
elden daha hızla ileti beyne ulaşır. Böylece hangi elde daha ağır cisim olduğu algılanabilir (2).
Zamanı Geri Çevirmek
“Trene koş, vapura koş, arkadaşı bekle, paydosu bekle, telefona bak, ona buna mesaj yetiştir” yerine
örneğin Harry Potter’ın sihirli saatiyle zamanda geri ileri hareket edebilme serbestliği olsa ne kadar harika
olurdu (The Prisoner of Azkaban, Yönetmen: A Cuaron, Oyuncular: D Ratcliffe, E Watson. 2004)! 1895’te
H.G. Wells insanlığın dileğini Zaman Makinası (3) adlı kitabında sözcüklere dökünce zaman içinde ileri
geri gidebilmenin imkânsızlığı daha net biçimde anlaşılmış olmasına rağmen yüreklere bir umut ışığı
doğmuştur, ama ancak o kadar…
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 17
Wells’den ilhamla ileri geri sarmak hayalinin en unutulmaz örneklerinden biri olan Geleceğe Dönüş adlı
film dizilerinde (Back to the Future, Yönetmen: R Zemeckis, Oyuncular: MJ Fox, C Lloyd. 1985) ana
karakter aile geçmişini düzeltmeye çalıştığında kendi geleceğinin tehlikeye düştüğü ve yakın geçmişte
çekilmiş fotoğraflarda kendi görüntüsünün silinmeye başladığı hatırlanacaktır. Esasen hafıza bu örnektekine
benzer şekilde çalışır. İlk kez bir olay yaşandığında ya da bir insana, cisme bakıldığında bu görüntü ve
deneyim, yanında bir de duygu ekli olarak önce silik şekilde beyne kaydedilir. Aynı deneyim
tekrarlandığında daha güçlü duygu ile yeniden ilk anının üstüne yeni kayıt bir alınır. Diğer bir deyişle anı
kaydı üste eklemeli değil, her seferinde tümden güncellemelidir. Duygu yüklü kayıt güncellenmedikçe
silinmeye mahkûmdur. Gelecek geçmişe bağlıdır; geçmişin duygu eşlikli güçlü imgesi yoksa gelecek umudu
da kalmaz, geleceğe dair beklenti geçmişin pamuk ipliği kayıtlarına dayanır. Özetle, anıları referans alan
“zaman algısı”, özünde “kaydedilmiş duygular”dan ibarettir.
Madem ki zaman algısı her an bir önceki anı algılamak ve az ya da çok, net ya da bulanık şekilde kayda
geçirmekle bağıntılıdır, o halde zaman teknik olarak hangi yöntemle ölçülürse ölçülsün, insan için zaman
anıların arasındaki ilişkiyle ölçülür. Her yeni deneyim bir an öncesinin ipliğine bağlıdır. Birbirine bağlı iplikler
anıları ve aynı iplikler sicim şeklinde hafızayı oluşturur, dolayısıyla anılar da belleğin zaman birimidir. Kader
ağlarını ören Moira’lar boşuna ellerinde ipliklerle devamlı hayatı örmezler; geçmiş bellek örgüsünden,
gelecek beklentisi de bu örgüye işlenmiş olanlardan ibarettir. Gelecek zamanlaması da geçmişe bağımlıdır.
Sonuçta hayat denilen şey bir ipin üstünde danstır ve işte o ipin ucunu kaçırmamak gerekir.
Zaman Ölçütü
Aslında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde tüm bilgileri mükemmel şekilde
özetlemiş (4): “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...” Ya da ayarı insanın hafızasının ta
kendisidir. Saat ne derse desin, bizim için geçen süre hissettiğimiz kadardır.
Ayarı insan! Bu ayarın boyutu zaman ise de tedarikçisi de hafızadaki anılar olmalıdır. Anılar, bölük parçalar
halinde ve yanlarında eşlikçi duygularla bellekte yerini aldığında “zaman” da tanımlanmaya başlamış
demektir, yakın ya da uzak dönem olarak…
Son sözü yine Tanpınar’a bırakacak olursak:
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında.
Yekpare geniş bir anın,
Parçalanmaz akışında.
Kaynaklar
1. Verne J: 80 Günde Devr-i Alem (Çev: Güzelyürek P), İthaki Yayınları, 2016
2. Weber Kanunu: https://scitechdaily.com/neuroscientists-make-major-breakthrough-in-200-year-old-puzzle/
Erişim: 22.09.2019
3. Wells HG: Zaman Makinası (Çev: Gürses V), İthaki Yayınları, 2014
4. Tanpınar AH: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, 2015
PLASTİK POŞETLER ARTIK ÜCRETLİ
ŞİMDİ BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTERELİM,
YENİ BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN
7.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR. (3 ADET 20 TL.)
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 18
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 19
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ GENİŞLETİLMİŞ YÖNETİM KURULU
TOPLANTISI KARARLARI
Karar No: 11 Toplantı tarihi: 1 Ekim 2019 salı 18:00
1. Bir önceki toplantı kararları okunarak değerlendirildi.
2. Eylül ayında düzenlenen etkinlikler ve yapılan çalışmalar ile görüşmeler hakkında kurul
bilgilendirildi.
3. 3 yıldan fazla aidat borcu olan ve arandığı halde borcunu ödemeyen Neriman
ÇETİNEL, Gülen BİLGÜTAY, Dürsen ÖZSOY, Ediz KUNTASAL,
Emine ÜNSAL, Özay PINAR, Durmuş Tayyar ŞEN, NEZAHAT OPÇİN
Fadime ŞEN, Ayfer SEVİNÇ ve Serhat Rahmi AKARSAN’ın üyelikleri iptal edilmiştir.
4. Üyelik başvurusunda bulunan Ozan Demir, Ulviye Gün, Devrim Şenses, Sevil Sevinç,
Gülay Kökçe Güney, Elman Yurdakul, Asuman Güçlü ve A.Funda Bostanoğlu’nun
başvuruları görüşülmüş ve kabul edilmiştir.
5. Burs komisyonunun raporu doğrultusunda aşağıdaki 4 lise öğrencisine 9 ay boyunda
aylık 200 TL, 27 Üniversite öğrencisine 9 ay boyunca aylık 250 TL. eğitim desteği
verilmesine karar verilmiştir. Eksik evrak, yanlış beyan gibi nedenlerle burs alamayacak
öğrenciler için 6 yedek öğrenci belirlenmiştir.
No Adı-soyadı
1 Sıla Küpelikılıç
2 Fatih Ceyhan
3 Sümeyye Türkyılmaz
4 Halil İbrahim Ateş
5 Yiğit Kazbek
6 Cenk Onur Gürdap
7 Hibe Değer
8 Seval Erkal
9 Duygu Çam
10 Baran Alver
11 Sanem Başer
12 Fatma Avcil
13 Ece Güzel
14 Umut İbrahim Duran
15 Ezgi Kızılay
16 Elif Ünal
17 Ahmet Taner Barmak
18 Sedar Demir
19 Hamza Karakaya
20 Talha Orhan
21 Sude Ekelik
22 Kübra Kaplan
23 Özge Şimşek
24 Erencan Erbulut
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 20
25 Doğukan Satılmış
26 Gizem Kılıç
27 Bengünas Erbaş
28 Yunus Emre Evmez
29 Mücahit Mert Kaya
30 Neriman Yılmaz
31 Elif Özden Altunkök
YEDEKLER
1 Başak Yurtseven
2 Anıl Güçlü
3 Deniz Günday
4 Nurgül İlçi
5 Ali Eren Sivrikaya
6 Hatice Acar
6. Ön kayıtlarda yeterli katılımcı sayısına ulaşılan kursların Ekim ayının ilk haftasından
itibaren başlatılmasına karar verildi.
7. 6 Kasım 2019 Çarşamba akşamı Üye Danışma Toplantısının, muhtarlığın
düzenleyeceği apartman/site yöneticileri toplantısıyla birlikte yapılmasına karar verildi.
8. Ayda bir Çarşamba akşamları ekoloji Sohbetleri etkinliğinin başlatılmasına karar verildi.
9. Duke Edingburg Uluslararası Ödül programı süpervisör eğitimine Bener Özgürgil’in
katılmasına ve ulaşım-yemek-konaklama ve katılım ücretinin dernek bütçesinden
karşılanmasına karar verildi.
10. 15 Ekim’de Sağlık Söyleşilerive 22 Ekim’de Edebiyat topluluğu etkinliğinin yapılmasına
karar verildi. 16 Ekim’de yapılacak Bir Belgesel, Bir Yönetmen- Anafartalar Belgeseli
etkinliği için 100 TL. telif ücreti ödenmesine karar verildi.
11. Atılım Üniversitesi ve ODTÜ ile yapılacak Sosyal Etki Analizi çalışması için Fatih
F.Aksoy-Zuhal Yüksel-Meliha Bilge-Hasan H.Aslan-Mehmet Odabaşı ve Feyyaz
Özer’den oluşan ekip kurulmasına karar verildi.
12. Dernek envanterinde bulunan ve 4 yıldan fazla süredir kullanılmayan çapa makinasının
Güdül’lü çiftçi Özkan Baş’a 1.600 TL. bedelle satılmasına, demirbaş envanterinden
çıkarılmasına ve gelir makbuzu kesilerek derneğe gelir kaydedilmesine karar verilmiştir.
13. Özdeğerlendirme, stratejik plan ve hedefler, gönüllü yönetimi, iletişim planı ve satın
alma yönergesi konularında ay içerisinde toplantılar yapılarak ilerlenmesine karar
verildi.
MAHALLENİN SAKİNİ DEĞİL SAHİBİYİZ!
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 21
DATÇA’NIN TEMİZ HAVASI
Turhan Demirbaş – Başak Sitesi
Datça’nın badem kokulu havasını solumak,
İstanbul’un konaklarında yaşamak,
Bursa’nın tarihi dokusunu hissetmek,
Birgi’nin mistik ortamından etkilenmek,
Çeşme’nin altmışlı yıllarını anımsamak,
Hollanda’nın tahta nalınlarıyla dolaşmak,
İpsala’nın sevecen insanlarını tanımak isteyenlere…
Zühal İzmirli ve Yücel İzmirli’nin “Datça’dan İpsala’ya Geçmiş Zamanlar” kitabından her biri içimizi ısıtan 13
ayrı hikâyeden bir bölüm. Gezip gördüğümüz, doğup büyüdüğümüz, en güzel yaşlarımızı geçirdiğimiz, en
büyük acıları, en koyu yalnızlıkları yaşadığımız coğrafyalara dair öyküler…
Datça’daki öyküsü bana ilginç geldi, yazlık kampımız orada olduğu için çok sık gittiğimden ilginç gelmiş
olmalı…
Datça yarımadasının daraldığı yerler vardır. Bunlardan biri de bizim yazları gittiğimiz MTA Dinlenme
Kampının bulunduğu Mencik Koyu’nun bulunduğu kısımdır. Şimdi kamp kapandı. Kamp yerleşkesi çok
büyük olduğu için yazın sıcağında tüm yerleşkeyi gezmek zordu, bir defasında kaldığımız karavan
yanındaki alanda yer mozaikleri görmüştüm. Burasının tarihi bir alan olduğunu biliyordum, daha sonraları
buradaki ilk çalışmalara katılmış burada kilise kalıntısı olduğunu ve kendiliğinden yıkıldığını öğrendim
Datça
Yarımadası’nın en
dar olduğu yer
Balık Aşıran
Koyu’dur. Balık
Aşıran Koyu’nda
hem Ege Denizi’ni,
hem de Akdeniz’i
aynı anda
görebilirsiniz. Balık
Aşıran denmesinin nedeni tutulan balıkların her iki denizde de yaşamına rahatlıkla devam edebilmesi olarak
açıklanabiliyor.
İlk hikayenin kahramanı Özlü, göğüs kanseri oluyor ve iki göğsü alınıyor, fakat kanserli hücreler
temizlenemiyor. Datça’nın temiz havasını duyuyor. Öğrendiğine veya bir eski efsaneye göre; Bir gemi
cüzamlı eski çağlarda buraya bırakılmışlar. Bir süre sonra temiz ve nemsiz havasından bütün hastalar
iyileşmişler. Bunu okuyan Özlü, Datça’ya yerleşmeye karar veriyor. Datça’nın temiz havası her hastalığa
deva oluyor.
BAĞIMSIZ, TARAFSIZ, GÖNÜLLÜ
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 22
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 23
EVRİLEN DÜNYAMIZ VE İNSANIMIZ
Jeoloji Yük. Müh. Cengiz KARAKÖSE-Ande Sitesi
Bundan 2.500 yıl kadar önce komşumuz Yunanlılar, dünyanın merkezinde evrenin bulunduğunu, güneşinse
ancak 60 santim çapında parlak bir cisim olduğunu düşünüyordu.!! Oysa bugün, güneşin yaklaşık bir milyon
400 kilometre çapında olduğunu, Samanyolu galaksisi adı verilen bir oluşum içindeki 100 bin milyon
yıldızdan, sadece bir tanesi olduğunu biliyoruz..!! Samanyolu galaksisi ise, görünen evrenin tümünü
oluşturan, yüzlerce milyon galaksi arasında sadece bir tanesidir.
Dünyamızı oluşturan ilk kayalar yaklaşık 3,5-4 milyar yıl önce oluşmuştur. O günden bu yana gezegenimizin
yüzeyi, sürekli değişmektedir. Bu günkü dünya yüzeyini oluşturan yer şekilleri, genellikle çok yavaş
oluşmuştur. Bazen de şiddetli, birbirini etkileyen ve insan gücünü aşan boyutta çeşitli olay ve süreçler
meydana gelmiştir. Yeryüzü, zaman içinde rüzgâr ve yağmurlarla aşınmış, aşınan parçalar akarsular ve
deniz dalgalarıyla taşınıp ufalanarak, kıyılar da (çukur yerlerde) tabakalar halinde birikmiştir. Üst üste
depolanan bu çökel tabakaları, milyonlarca yıl önce meydana gelen olayları sürekli kaydeden, ama çok
yavaş çalışan bir ses kayıt cihazına benzetebiliriz.
Yeryüzünde yaşamın ne zaman ve nasıl başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte, bir şey kesindir. Hayatın
üzerinde doğmaya başladığı dünya yüzeyi, bizim bugün bildiğimiz yeryüzünden çok farklıydı. Yüz
milyonlarca yıl süren ve çok yavaş gelişen olaylar sonrasında, çevre koşullarına uygun bir yaşam modeli
gelişmiştir.
Canlı kalma savaşı, en küçük bir böcekten dev bir balinaya, bir leke görünümündeki yosundan, çok yüksek
ağaçlara kadar, milyonlarca alt tipleri olan bitki ve hayvan türlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Dolayısıyla dünya yüzeyini, kesintisiz bir örtü halinde değişik canlılar kaplamıştır. İşte bu gelişmeler
sonunda, insanın da içinde bulunduğu dünyamız ortaya çıkmıştır...
Yeryüzünün sonsuz sanılan büyüklüğü, insanlara onun kaynaklarının tükenmez olduğu duygusunu
vermektedir. Fakat günümüzde insanların, endüstriyel ve tarımsal ihtiyaçlarının hızla artışı, dünyamızdaki
kaynakların sınırsız olmadığını, hatta bazı yönlerden sınıra dayandığını ortaya çıkarmıştır. Küresel ısınma
olayında olduğu gibi, insanların aşırı istekleri sonunda doğanın tahrip edildiği, kesin bir şekilde şimdiden
belgelenmiştir...
Bugünkü denizler, yeryüzünün yaklaşık yüzde 71’ini örtmektedir. Bunun yanı sıra buzullar ve buz örtüleri
de, çok büyük miktarda su tutmaktadır. Günümüzde sera gazlarının artması, ozon tabakasındaki deliğin
büyümesi ya da tabakanın tamamen yok olması durumunda, kutuplardaki buz örtüsü ve buzullar erimeye
başlayacak ve bunun doğal sonucu olarak da, deniz seviyesi 60 metreye kadar yükselecektir..!! Bu ise,
dünya nüfusunun yarısının yaşadığı deniz kenarlarının, sular altında kalmasına yol açacaktır...
Bu ve benzeri şekillerde oluşacak bir dünya felaketini önlenmek istiyorsak, insanlar yeryüzüyle olan
ilişkilerini düzenlemeli, bunun için yeni yollar bulmalı, kaynaklarını koruma ve değerlendirmeyi öğrenmelidir.
Çünkü yarınımız, yakın çevremizi korumak ve kollamaktan geçmektedir...
İnsanoğlu tarım öncesi, yani mağaralarda yaşadığı dönemde, gelişmiş büyük beyninin de yardımıyla, çeşitli
aletleri yaratmayı ve kullanmayı öğrenmiş ve zaman içinde yenilerini de yaratabilmiştir. Bu yeni aletler
sayesinde, gevşek çimentolanmış (yani tanelerin birbirleriyle yapışması çok zayıf olan) kumtaşlarını,
volkanik külleri (tüf) ve killi yumuşak kayaları oyarak, kendine doğal olmayan büyük mağaralar (kovuklar)
yapabilmiş, sonra bu kayaları kırmış, parçalamış, sonra da onları üst üste koyarak, kendini güvende
hissedeceği yeni ve farklı yerleşim yerleri ortaya çıkarmıştır.. Böylece artan nüfusun barınabileceği ve
değişen ihtiyaçlarına cevap veren, yeni ve farklı konutlar elde etmiştir.
Tarım öncesi insanın, toprakla ilgili beş uğraşısı vardır. Bunlar hayvan ve balık avlamak, yabani meyve
toplamak, alet yapmak, mağara veya kendi açtığı büyükçe kovuklarda yaşamaya çalışmaktı. Tarih öncesi
doğal çevre, birkaç doğal ekosistemden oluşmaktaydı. Buralarda yaşayan tüm canlılar, doğanın dengesine
kendilerini uydurmuştu. Bu dönemde arazi, uzak tepelerden kıyı ovalarına kadar devam etmekte, akarsular
gelişmekte, delta ve haliçler oluşmakta idi. Bu tepelerin ve ovaların kimi bölümleri ormanlarla kaplıydı ve taş
devri insanı, bu vahşi doğayı gönlünce kullanıyordu... Ormanlarda dolaşıyor, avlanıyor ve yaşadığı
mağaralar dışında seyrek de olsa başka arazilere de gidiyordu...
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 24
Alet yapımının yanı sıra tarımı da geliştiren insanlar, toprağı farklı biçimler de kullanmıştır. Böylece toprağı
işleme düzeni bu dönemde geliştirilmiş, aslında yavaş gelişen çiftlik çağı böylece başlamıştır. Doğal çevre
beslenme için kullanılırken, yerleşim merkezlerinin çoğu, tarım topluluklarına hizmet etmek için kurulmuştur.
Zamanla barınma koşuları, doğal olarak düzelmiştir. Tabii bu da, kereste ihtiyacını artırmış, bunu sağlamak
içinse, ormanlar hızla tüketilmeye başlamıştır. Toprakta kil, tepelerde taş ve dağlarda demir ocakları açılmış
ve giderek akarsular kirletilmiştir...
Ama insanoğlu, zamanla bu alanlarla yetinmeyerek, yeni alanları da kullanmaya ve de buraları da
kirletmeye başlamıştır. Kullanılan diğer alanlarla birlikte, çoğalan nüfusu barındırmak için, yaşam alanları
büyütülmüş, bunun sonucu olarak da giderek tarım alanları işgal edilmiştir. İnsanlar bu dönemde, topraktan
elde ettiği, ürünle yaşamaya çalışırken, doğanın da yüzünü değiştirmeye başlamıştır. Böylece kırsal alanlar,
belirgin bir biçimde değişime uğramıştır.
18. yüzyılda, tarım ve sanayi devrimine gelindiğinde; tarım, büyük halk kitlelerini besleyecek kadar ilerlemiş,
sanayi de tarımla uğraşmayan geniş bir kitleye, iş verebilecek kadar gelişmiştir..! Bu durum, bir dünya
düzeni olarak ortaya çıktıktan sonra, kentler hızla büyümeye başlamıştır...
19. yüzyılda buharlı gemi ve trenin icadıyla, dünya çapında hammadde ve yiyecek alışverişi başlamıştır. Bu
durum, bazı ülke topraklarının işlenmesini hızlandırmış ve oraların ilerlemesini sağlamıştır. Koşulları iyi
olmayan yerler ise, geri kalmış ve pek çok tarım alanı terk edilmiştir. Ulaşımdaki devrimse, küçük maden
bölgelerinde aynı etkiyi yapmış, maden işletmeleri de terk edilmiştir... Bu dönemde ki göçler şehirleri
büyütmüş, kişisel taşıma araçları da bunun olmasına yardımcı olmuştur. Nasıl mı? Kişisel arabalar, işçilerin
her gün komşu şehirlere gitmesini kolaylaştırmıştır. Sonuç olarak, şehir ve çiftlik alanları birbirlerine
yakınlaşmış, bu defa da alan çatışmaları başlamıştır...
Kentlerin büyümesi sonunda çiftlikler parçalanmış, topraklar bölünmüş, böylece toprakların çoğu, çiftçilik
için ekonomik olma değerini kaybetmiştir. Kentlerde hizmetlerin yerine getirilmesi sırasında birçok güçlük
ortaya çıkmış, genişleyen alanlar ve mesafeler, masrafların artmasına sebep olmuştur... Böylece kent sınırı
ile kırsal alan sınırı, birbirleriyle artık çatışır duruma gelmiştir... Bu nedenle önümüzdeki günlerde sizlerle
daha çok kent, toprak, su, hava ve benzerleri gibi değerlerimizin, ne olduğu ve nasıl korunması gerektiği
üzerine söyleşeceğiz.
TÜRKÇESİNİ KULLANALIM
Zuhal Yüksel – Seğmen Sitesi
Sıkça duyulan yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıkları
YABANCI TÜRKÇE YABANCI TÜRKÇE
aktüalite güncellik, güncel olaylar ekstre hesap özeti
alegorik yerine emboli damar tıkanıklığı, tıkarca
amatör özengen, özenci empoze etme dayatma
animatör canlandırıcı endemik yerel, yerleşik
ankastre gömme enfraruj kızılötesi
antet başlık ultraviyole morötesi
apostrof kesme işareti enstrümantal çalgısal, sözsüz
avukat savunman epik destan, destansı
bibliyografya kaynakça eskort koruma, koruma taşıtı
buldozer yoldüzer gardrop giysilik
ekoloji çevrebilim hipotez denence
ekolojik çevresel, çevrebilimsel jeneratör üreteç
ekspertiz raporu bilirkişi raporu upgrade güncelleme
(*) Prof. Dr. Kaya Türkay, Yeni Özleştirme Kılavuzu (İstanbul, Kırmızı Kedi, 2016)
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 25
RÜYA
Fazilet Ünsal Eliaçık – 100. Yıl Mahallesi
Rüyasında gördüğü aksakallı dedeyi her önüne gelene anlatıyordu. Çok hoşuna gittiği belliydi. Hiç bu
kadar mutlu olmamıştı. Hiç bu kadar umutlanmamıştı. Şansı dönüyordu. Ne demişti rüyasında nur yüzlü
dede? “Çok sıkılacaksın, üzüleceksin, ama otuz yaşından sonra talihin dönecek.” Tam olarak böyle
demişti galiba. “Bak işte dedikleri çıkıyor.” diye düşünmeye başlamıştı.
Murat marka beyaz otomobil önde, iki minibüs arkada, sabah erkenden çıkmışlardı. Yol dolambaçlı, dağlık
ve uzundu. Torosların tepesindeki kasabaya gelin almaya gidiliyordu. Sıcak, yükselen güneşle artıyordu.
Araçların üçü de inleye tıslaya yol alıyordu.
Otomobilde, talihi gördüğü rüyayla gülmeye başlayan öksüz ve yetim Mehmet. Yanında gelinin halası,
eniştesi. Hepsi mutlu, sevinçli, ağızlar kulaklarda. Üçü de doğru ve yerinde iş yapmanın rahatlığında.
Otomobil yolcularının coşkusuz mutlulukları, iki minibüs dolusu insanın yeni yerler görme heyecanı, kırık
dökük aracın kusurunu kapatıyordu. Tıklım tıkış insanların terlerini anında alıp götürüyordu rüzgâr. Bütün
pencerelerden bir kafa, el, kol dışarı taşıyordu. Kimi başını dayamış, gözü kapalı arabanın iniltisini dinler
gibiydi. Bağıra çağıra tırmanıyor denebilirdi araçların üçü de.
Nebile Hala birkaç yıldır yeğenine bakıyordu. Abisinin ikinci evliliğinde huzuru bozulunca, ilkokulu bitiren
büyük kızını yanına almıştı. Çocuklarına bakar, oyalar, ev işlerine yardım eder düşüncesiyle. Annesinin
canına minnetti. Sofradan bir boğaz eksilirdi. İlk evlilikten olan çocuklarla ev oldukça kalabalıktı.
Gülcan becerikli olduğu kadar güzeldi de. On beş yaşını
bitiriyordu. Halasının beş oğlu vardı. Kızım yok diyerek almıştı
yanına. İşin doğrusu, çocuklara bakıp, ev işlerine yardım etmesi
içindi. Oğlanların hayrı yoktu. Akşama kadar toza toprağa
bulanıp, arabaların peşinde kir pas içinde dolanıyorlardı. Gülcan
gelince ellerine ayaklarına su değdi.
Mehmet aynı bahçe içinde bir göz odalı eve, Nebile halaya
komşu gelmişti. Gülcan gelmeden önce taşınmıştı. Çocukların
perişan hali, fakirlikleri, Mehmet’in garibanlığı, yalnızlığı,
birbirlerine yaklaştırmıştı iki komşuyu.
Mehmet güzel rüyalar görmeye başlamıştı son günlerde. Nebile
hep hayra yorardı Mehmet’in düşlerini. Kahve yapar, fincanı
kapatırdı onun niyetine. Bu yakınlaşmalarında anlatmıştı
aksakallı dedeyi. Sakalı gibi bembeyaz giysiler içinde
görünmüştü, uykuyla uyanıklık arası. Nebile hayırlara yormuş,
yakında kısmetinin açılacağını söylemişti, yan gözle Gülcan’a
bakarak.
Konuşkan, güler yüzlü, saygılıydı Gülcan. On beşini bitirdiğini söylüyordu halası. Verirler miydi Mehmet’e,
bunca yaş varken aralarında? Sanki halası, eniştesi bunu ima eder gibiydi. Yoksa ona mı öyle gelmişti?
Kazancı iyiydi. Bu zamanda 2700 lira az para mıydı? Allah razı olsun dayısından, bu işe o yerleştirmişti.
Öz yeğeni kadar seviyordu Mehmet’i. Akrabalarını görmemişti bugüne kadar. Üç dört yaşlarında kadarmış
köy kahvesinin yakınlarına bıraktıklarında. Boran Ali’ye getirmiş muhtar aynı gün. “Sende oğlan tek. Bu
garibi de büyütüver sevabına” demiş. “Koyunlarını gütmeye adam lazım!”
Öz oğlu kadar olmasa da Hanife Kadın da Boran Ali de sevmiş Mehmet’i, bağırlarına basmışlar. Mehmet
hep garip, sessiz, düşünceliymiş. Geldiği günden askere gidinceye kadar bu böyle sürmüş. Sabah
koyunlarını almış ağıldan, akşam dönmüş. İlkokuldan sonra da okumamış, diğer kardeşi gibi.
Aralarında beş altı yaş varmış, ağabey bilmiş. Üveylik yapılmasa da, Mehmet hep bir başına kalmaktan
hoşnutmuş. Düğünde dernekte daha bir hüzünlenir, yabancılarmış konu komşuyu. Sesi güzelmiş, bütün
gün türkü söyler, kaval çalarmış otlakta.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 26
Upuzun, yerlere kadar inen kepeneği heybetli gösterse de dal gibi incecik, avurtları çöküktür. En çok
söylediği türkü de Mehmet için yazılmış denebilirdi. “ Aman aman olmuyor, eş eşini bulmuyor, kara yağız
genç oğlan, niye gönlün olmuyor!”
Boran Ali’nin ölümü, ablanın komşu köye gelin gitmesi, ağabeyinin evlenip eve genç, güzel gelinin
gelmesi. Mehmet’e şehir yolu görünür. İş bulmalı, başının çaresine bakmalıydı.
Üveylik yapmamışlardı yapmasına, kimse kalk git dememişti ama nereye kadar sürerdi. Köyde kimseye
yan gözle bakmamış, hiçbir kızı gönlünden geçirmemişti. Kahvede, sağda solda şakası bile edilmemişti
evlenmesinin. Yaşıtları da kalmamıştı bekâr gezip tozmaya.
Hanife annesiyle, teyzesi ve dayısıyla vedalaşır, helallik alıp gider. Çok geçmez öz babasını, kardeşlerini
bulduğu duyulur. Yeni tanıştığı üvey annenin pek istemediği, öz annesinin bir zamanlar pavyonlarda
çalıştığı, dilden dile dolaşır.
Yıllar sonra dönüp geldiğinde tüm bunları yalanlar Mehmet. “Benim bu dünyada da öbür dünyada da tek
ailem sizsiniz.” diyerek. Yine mutsuzdur, işsizdir, yalnızdır, gariptir. Dudakları gülse de kara gözleri
hüzünlüdür, ağlamaklıdır. Yüzü gibi, elleri çatlak, kavruktur yüreği.
İnşaatlarda çalışır, işçilik, bekçilik eder. Temizdir, saygılıdır, dürüsttür. Gözü gönlü toktur. Şantiyenin bir
kenarında yetiştirdiği sebzeyi sepetlere doldurup Hanife anasına, kardeşlerine, dayısına, teyzesine
götürür. İnşaat işçilerini yemeksiz bırakmaz.
Kadrolu bekçi olarak belediyeye alınınca hayatı düzene girer. 2700 lira aylık iyi paradır. Kiralık ev tutması,
ufak tefek eşyalar, gördüğü rüya Mehmet’i keyiflendirir. İlk defa gelecek hayalleri kurmaya, bunu
akrabalarıyla paylaşmaya başlar.
Öz annesiyle, babasının ikinci evliliğinden olan kardeşleriyle tekrar görüşmeye başladığı konuşulur,
Mehmet inkâr etse de. Sanki utanır, suçluluk duyar. Ezilir ailesinden, annesinden söz açılınca. Daha bir
sarılır kendisini büyüten Hanife annesine, kardeşlerine, yeğenlerine. Otuz yıldır yapmadığı, yapamadığı bir
şeyi yapar, sarılıp öper annesini defalarca. “Benim tek ailem sizsiniz!” deyip ağlar.
Kimsenin pek umurunda olmaz bunca yıl sonra bulduğu ailesine gidip gelmesi. Önemsenmez aslında,
yine de konuşulur sağda solda. “Eli iş tutup, cebi para görünce nasıl meydana çıktı yedi sülalesi. Garibin
parasını yiyorlar.” diyerek.
Hiçbirine kulak asmaz. Hayat ona gülmeye başlamıştı. Nasıl da değişiyordu her şey.
Daha güzel bir ev bulmalıydı. Birkaç odalı, koltuk takımları olan salonlu, bahçeli bir ev. Kazancı iyiydi.
Yeterdi tüm bunlara. Hele bir de Gülcan’ı versinler, neler almazdı.
Gece bekçisiydi, gündüzleri boştaydı. Su deposunda görevliydi. Yaptığı bir iş yoktu. Sadece geceleri
uyanık olması gerekiyordu. Anarşi vardı, ortalık karışıktı. Sabote edebilirlerdi gözünü dört açmazsa. Bu
güne kadar böyle bir şey duyulmamıştı ama yine de belli olmazdı.
Dayısı bu işi bulduktan sonra sıkı sıkı tembihlemişti, görev yerinden ayrılma diyerek. Söz kesildikten,
yüzükleri takıldıktan sonra pek çok kereler kaçamak yapmıştı. Gündüzleri görmek yetmiyor, özlüyordu
Gülcan’ı.
Genç, güzel, eline ayağına çabuk, tatlı dilliydi Gülcan. Gözlerinin içi gülerek sürekli konuşur, bir şeyler
anlatırdı. Yaşıtlarıyla birlikte olamamanın, çocukluğunu yaşayamamanın eksikliği hissedilirdi
konuşmalarında. Büyüklerin yanında çocukça sohbetler yapar, çocuklarla da yaşlı biri edasıyla konuşurdu.
Dayısı düğün öncesi her ikisine de nasihat etmişti. Özellikle Gülcan’a bakarak yapmıştı konuşmayı. “
Evlilik evcilik oyunu değil, ciddi iştir. Gencim, güzelim, vırt zırt konuşmalarla birbirinizi kırmayın. Bunlar
geçicidir. Evlenmiş olmak için evlenilmez!”
Bir dediğini iki etmiyordu Mehmet kız tarafının. Şimdi de konvoy oluşturmuş gelin almaya gidiliyordu.
Toros yaylalarından geçerken kısa bir mola verip soluklandılar. Çam ormanında, Dağılcak’ın suyundan
içip, haşlanmış mısırlarını yerken düğün fotoğrafçısına poz verdiler.
Mehmet bugüne kadar üç beş resim ancak çektirebilmişti. Köye gelen fotoğrafçının çektiği, kucağında
yeni doğmuş kuzuyla koyun sürüleri ortasında bir resim. Diğeri de askerlik fotoğrafıydı. İzmir’de yapmıştı
askerliğini. Kordonboyu’nun olduğu takvim yaprağını da camlatıp evinin duvarına asmıştı. Doğduğu ve
askerlik yaptığı bu iki yerden başka şehir görmemişti.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 27
Evlenince gezecekti karısıyla doya doya. İçi içine sığmıyordu. Anlatırken hep gülümsüyor, sürekli
konuşuyordu. Gülcan da öyleydi. O da durmadan bir şeyler anlatıyor, anlatıyordu. En çok tekrarladığı söz,
kimsenin nişanlı olduklarına inanmamalarıydı. İlk defa görenlerin ne kadar genç, güzel olduğunu
söylediklerini tekrarlıyordu sürekli. Bunu her bakan görebiliyordu. Hele gelinlikli hali göz kamaştırıcıydı.
Gurur duyuyordu Mehmet müstakbel eşiyle.
Kız evi tepenin başındaydı, ağaçlar içinde. Babası da oldukça yaşlıydı. Gülcan annesine benziyordu. İkinci
eşiydi babanın, oldukça genç ve güzeldi anne. Elinden sigara düşmüyor, sık sık makyajını tazeliyordu.
Baba içkinin etkisiyle bir köşede pinekleyip duruyordu.
Oyun, eğlence fazla sürmedi. Yol uzun, hava sıcaktı. Bu arada damadın yaşlı, çirkin olduğu yakınlarının
yanında bile konuşuldu. Mehmet’in kulağına da gitti, aldırmadı. Onun bunun dediğiyle neşesi kaçacak gibi
değildi. Mutluydu, Gülcan’ı çok beğenmiş, sevmişti.
Rüyasını görmüştü bu günlerin, şansı dönüyordu. “Kara bahtı kem talihi!” gülüyordu. Tıpkı söylediği
türkülerdeki gibi. “Ceviz oynamaya geldim odana, nişanlın da bu mu derler adama!” türküsünü şimdi daha
yürekten söylüyordu. Bazen kendi kendiyle dalgasını geçiyordu.
Dönüş yolunda tüm davetlilere ve geline Mehmet’in bir sürprizi vardı: Kimseye duyurmadan öz babasını
kardeşlerini düğüne davet etmiş! Gelmemişti hiçbiri, kimse de ummamış, beklememişti.
Baba hasta yatağındaydı, gelin alayı eve vardığında. Kansermiş. Genç karısı, yedi çocuğu başucundaydı.
Fazla kalınmadı, el öpüp, ayrıldılar. Yeni evlilere hiçbir şey takmadığı dedikodusu, kulaktan kulağa dolaştı.
Senesi dolmadan oğlu oldu Mehmet’in. Kanserden ölen babasının adını verdi. Güzel bir sünnet töreni
yaptı üç yaşına gelince. İçinden geldiğince sıraladı türküleri oğlunun şerefine. “Kara bahtım kem talihim,
taşa bassam iz olur!” “İbrişim örmüyorlar!” “Ham meyveyi kopardılar dalından!”
Son zamanlarda garip rüyalar görmeye başlamıştı yine, kimseyle paylaşamadığı. Gece çalıştığından
bütün gün uyurdu.
Yine kabuğuna çekilmiş, yine gülmez olmuştu kara gözleri.
Mehmet beylik tabancasıyla intihar ettiğinde, Gülcan yirmisine yeni basmıştı.
Şehir Dergisi/Nisan 2018
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 28
BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 29
HANGİ EDEBİYAT KİMİ İYİLEŞTİRİR?
Uzm. Psikolog Nesli Zağlı – Karşıyaka İzmir
“Devinimin olduğu yerde ışık, ışığın olduğu yerde kaçınılmaz biçimde gölge vardır. Hayat ışıkla
mümkünse de hayatın anlamı gölgelerde saklı durur.
Zamanın ölü doğmuş çocuklarını görürsünüz karaltıların içinde. Sözcükler, suskunluklar, şarkılar,
ağıtlar, yeminler, ihanetler, kahkahalar, gözyaşları, sevinçler, hayal kırıklıkları ve yüzler. En çok da
yüzler. Neden söz ettiğimi biliyorsunuz. Bütün aşklar küllenir, bütün babalar ölür, bütün hikâyeler
biter.
Birinin yıkıntıların nöbetini tutması gerekir; işte o yüzden, biri hariç, bütün çocuklar büyür. Gölgesini
kaybeden insan gölgenin kendisine dönüşür”
Edebiyat ve psikoloji ilişkisine dair en popüler sorulardan biri “bir kitap okuyunca hayatın değişip
değişmediğidir”. Bu hem çok mümkün, hem de çok zor yaşanabilecek bir şey. Mümkün olan yanı iyi bir
edebiyat okurunun illaki hayatının bir dönemde okuduğu bir kitaptan sarsılırcasına etkilenmesi ve kitabın
hayatına birebir nüfus etmesidir. Zor olan yanı ise kişinin okuduğunun hayatına dokunmasına izin verecek
kadar farkında, yüzleşmeyi kaldıracak kadar güçlü ve kitabın hayatına dokunduğu yeri mimleyecek kadar
hazır olmasıdır. Kendi deneyimimden biliyorum ki onlarca klasik veya çağdaş kitap okuduktan sonra
hayatımın bir döneminde okuduğum bir psikoabsürd romanda (Alper Canıgüz - Cehennem Çiçeği)
karşılaştığım bir paragraf hayatımı kökten olmasa da en sivri ucundan değiştirdi. Bunun nedenini şimdi
düşündüğümde görüyorum ki kitabın yorumları bende saklı duran onlarca şeyi harekete geçirmiş ve bu
kitaptaki cümleler tıpkı anahtarın kilidi bir çırpıda kolayca açması gibi bendeki “şeylere” denk gelmişti. Bu
deneyimi hayatınızın bir döneminde yaşamış olma ihtimaliniz yüksek. Bu deneyim size olumlu olduğu gibi
olumsuz da yansımış olabilir. Sizi “iyileştirebileceği” gibi sarsmış ve dağıtmış da olabilir. Bu nedenle
edebiyatın kimi nasıl iyileştirebileceği çağa, zamana, ego gücüne, farkındalığa, dikkate ve özene bağlıdır.
Edebiyatın bizi ruhsal olarak iyileştirebileceğine inancımız hurafe değil. Ruh sağlığı alanında “bibliyoterapi”
adı verilen ve ülkemizde de yavaş yavaş temsilcilerinin oluştuğu bir yaklaşım var. Bu çalışmalar bireysel
veya gruplar halinde yapılan okumalarla kişinin iç dünyasına erişmeyi ve burada sağaltıcı bir etki yapmayı
hedefliyor. Bunun için kimi zaman bir biyografi, kimi zaman da bir kurgu kullanılabilir. Benim sorum da şu;
kişiler bu metinlerde ortak bir sarmalayıcı etki yaşar mı? Biliniyor ki aynı psikoterapinin zihinde yaptığı gibi
bazı kitaplar da beyinde olumlu duygularla ilişkilendirilen etkiler yaratabiliyor.
Ama yine de aynı psikoterapideki gibi herkese uyan bir reçete olması çok olası değil. Söz konusu bir reçete
önerme olduğunda devreye edebiyattan fazlasıyla uzak kişisel değişim kitapları giriyor. Bu yayınların psiko-
politik yanına bir yana bırakırsak edebiyattan farklı olarak tek tip bir materyal, tek tip bir rota, tek tip bir
farkındalık sağlıyor. Oysa parmak izlerimiz kadar bizler de farklıyız. Bambaşka öykülerden geçip, çeşit çeşit
anlar biriktirip kendi yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Elbette hem evrensel hem de kültüre özgü
beğenilerimiz, arzularımız ve beklentilerimiz var. Ama ünlü yazar ve şairlerin sosyal medyada bıktırırcasına
paylaşılan cümlelerinden fazlasını demliyoruz edebiyattan. En azından ben öyle umuyorum.
Aranızda Dostoyevski’nin Yer Altından Notları’ını başucu kitabı yaparak ahlakı,
isyanı, rest çekmeyi, zaafları tanımlayan vardır. Orhan Pamuk okuyarak ömrün
örtülerini, dehlizlerini, kuyularını, kalelerini inşa eden vardır. Marquez okuyup
hayata dair her rengin, tekrarın, iç içeliğin şöleninde keyiflenen de vardır.
Bazıları Bukowski’yi, George Perec’i, Hakan Gündayı ve Sadık Hidayet’i
okumaktan kaçınan ve dolayısıyla sert, arsız ve iliklerine nüfus edebilecek
isyankârlığı reddeden de olacaktır. Bazı insan hayatının bir döneminde yalnızca
ve yalnızca şiir okuyacaktır. Çünkü dayanamadığı ayrılığı, aşkı, aşkınlığı
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 30
sembolize etmeye ihtiyacı vardır. İnsanın her çağında her kitap insana iyi gelmez. Aynı kitabı bir
okuyuşunuzda kitabın kahramanıyla özdeşim kurar etkilenirsiniz, başka bir okuyuşta anti-kahramanıyla. İşte
bu çoğu zaman buz dağının yüzeyinde yükselme şansı bulan psikodinamiklere bağlıdır. Bir kitabın
derinlikler içindeki bilinçdışı malzemeyi de dürtme ihtimali vardır. Şansınız varsa bir blogda, bir okuma
grubunda, terapistinizin odasında bu derin etkileri yorumlama şansı bulursunuz. Aksi takdirde elinizdeki
kitabın kapağını kapattığınız an beklenmedik bir huzursuzluk da sizi bulabilir. Sonuçta edebiyat sadece
umut aşılamaz, ufuk açmaz, yaralara merhem olmaz. Edebiyat kimi zaman görmezden gelinen bir çocuk
kadar hırçındır. Onu görün, hissedin ve algılayın ister. Günlük rutin hayatınızda kaçındığınız her gerçeği bir
kurgu süsünde yüzünüze çarpabilir. Boşuna demiyorlar “dikkat kitap var” diye. Edebiyat göz yummuş,
boyun eğmiş kitleler için bu yüzden ürkütücüdür. George Orwell’in 1984’ünü okuduğunuzda da, Aldous
Huxley’in Cesur Yeni Dünyasını okuduğunuzda da distopya denilen şeyin aslında içinde yaşadığımız
sistemin kendisi olduğuyla yüzleşiyoruz. Çünkü kurgu aslında gerçekliğin katili değil, gerçeğe dair en can
alıcı olanın temsilidir. Bir insanın kurgusal olanda kendini bulması belki de oyuncu doğasıyla mümkündür.
Gerçeği bu şekilde evirip çevirebilir. Normalde aklının ve ruhunun sınırlarının almadığını yazarın ve şairin
kelimelerinden yakalar. Gerçekliğin ne kadar değişebilir olduğunu, bir roman kahramanında, bir şiirin
imgesinde, bir masum noktalı virgülde sezer. İnsan için sağaltıma varan değişim bu noktalarda mümkün
olur.
İnsan kendi gerçekliği dışında bir kurguda yeni bir gerçeklik bulur.
Başka bir bakışın, duygunun, dünyanın mümkün olduğunu biz edebiyattan öğreniriz. Aslında yazarın veya
şairin bize öğretmek, yol göstermek veya iyileştirmek gibi bir amacı
yoktur. Gerçi birçok önemli yazar ve şairin bazı rejimler, saraylar ve
diktalar adına borazanlık yaptığını biliriz. Ama içimizden edebiyatın
yol gösterici olmasını dilemeyiz. Edebiyat bize karışan, bizimle akan
ve kendi içimize sürükleyen bir şey olsun isteriz. Gerçekten
de edebiyat, okurunda bir içe alma, himaye kurma hissi yaratır.
Okuduğu “çok satmayan” nadide kitapları kimseyle
paylaşmayan insanlar tanıyorum. Bazı insanlar da okuyup
yorumladıklarını sosyal medya aracılığıyla bol bol paylaşabiliyor, bizler gibi okuma grupları ve edebiyat
kulüpleriyle üretip çoğaltabiliyor. Herkes edebiyatı kendisine nasıl iyi gelecekse öyle deneyimliyor. Yazar ve
şairin de istediği belki bu. Rengârenk kumaşı metre metre okurun önüne sermek ve ondan “özel dikim” bir
giysi dikmesini beklemek. Sanat sanat için mi toplum için mi emin değilim ama edebiyatın hiçbir kalıba
uymayan yanları da, bir kalıp gibi bireyselliğe uyan yanları da sevdaya dair. Kitaplardan aradan yarım asır
geçse bile unutmadığımız pasajlara, başucu kitaplarımıza ve ezbere bildiğimiz şiirlere daha çok dikkat
edelim. İçlerinde yaramıza denk geleni de, yaramıza merhem olanı da olabilir. Çünkü edebiyat doğan ve
doğuran olarak şefkatlidir.
Alıntı : https://www.birgun.net/haber/hangi-edebiyat-kimi-iyilestirir-273161
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 31
BATI BALKANLAR GEZİSİ
Cemil Turan – Yeni Esenkent Sitesi
6-13 Ekim arası, dağılmış Yugoslavya'nın (Güney Slavları Ülkesi) 8 ülkesinden 5'ini kaplayan gezideydik;
Nihat Turan, Vedat Bayburtlu, Cemil Turan üçlüsü olarak. Tur firması Jolly, rehber Boşnak Edin Tokiç'ti.
Edin Türkçeyi çok iyi hem de deyimleri, esprileri, kalıp sözleri ve sözcükleri çoklu anlamları ile iyi konuşan,
politik bilinci olan, 30'lu yaşlarda görünen biriydi. Türkçeyi nasıl öğrendiği bir giz olarak kaldı. Türkiye'yi de
iyi biliyordu. Çok kalmış olmalı.
Sırbistan'ın başkenti Belgrad/Beograd (beyaz kent) kale, meydan, yemek adlarına dek Osmanlı izleri
taşıyor. Sava nehriyle kentin içinde birleşip onu yutarak Karadeniz'e doğru yoluna devam eden Tuna'nın,
Kalemeydan'dan etkileyici görüntüsüne karşın, medya ve sosyal medyanın bol övgülü kenti, görenin "güzel
ama şişirilecek kadar değil" değerlendirmesine kırılmamalı. Fiyatlar da geçmiş yılların ucuzluğunda değil,
Türkiye fiyatlarının üstünde. Turistik akın başlayınca, fiyatlar da o aklına kendini uyarlar, değil mi? İçki
bunun dışında. İçkide rekor bizde. Et fiyatı da Türkiye'nin biraz, yüzde 20 kadar altında. Şişe suyu ise,
küçük pet şişe 0,5 Euro=3, 20 TL. Marketlerde bile 2 liranın altına inmiyor. Çay 1 Euro. Tüketim
ürünlerindeki bu durum öteki 4 devlet için de geçerli.
5 ülkenin hepsinin başkentinin, yürünerek gezilebilen, trafiğe kapalı bir cadde (oraların İstiklal Caddesi
diyelim, daha kısa, 1 km ya da altı, son 150 yılın yapılarıyla dolu) çevresindeki eski kent (stari grad/old
town), merkezi turistik alanını oluşturuyor. Belgrad'da Knez Mihalova, Saraybosna'da Ferhadiye, Üsküp'te
Makedonya Caddeleri meydanlara, kentin kalbine ulaşıyor.
Bosna Hersek'in başkenti Sarayevo/Saraybosna (saray ovası demek, Osmanlı yöneticisinin sarayının
gördüğü ova), Ferhadiye caddesinin bir-iki katlı küçük dükkanlarının bitişik düzen dizildiği Osmanlı Çarşısı
(Baş Çarşı), hanlar ve tabi camilerin bulunduğu, çarşıda kendinizi Urfa, Antep ve öteki illerin benzer eski
ticaret alanlarında hissedebileceğiniz, sevimli bir bölge. Caddenin uzantısı, Osmanlı'dan Avusturya
egemenliğine geçişle birlikte, 4-6 katlı o mimarinin çizgisinde taş binalarla kaplı. Baş Çarşı' da Orta ve Yeni
çağların mimarisi yan yana yaşıyor ve kentin görselliğiyle tarihselliğine katkısını sunuyor. Kentin içinden,
çarşının yanından geçen Milyaçka akarsuyu da, doğal güzelliğiyle bu sevimliliğe ekleniyor. Üzerindeki
köprülerden Latin Köprüsü, 1. Dünya Savaşını başlatan olayın yeri (Avusturya veliahtının öldürülüşü).
Veliahtın öldürüldüğü araba (belki benzeri) köprünün çıkışında sergileniyor. Fotoğraf çeken çekene!
İki Bosna efsanesi, Boşnak böreği ve Boşnak köftesi yemeden gitmek, görmeden gitmenin yarısı sayılabilir.
Hemen onlardan yuvarlıyoruz. Ama bence efsane
çabuk çöküyör: Köfte bizim İnegöl köfte. Börek ise,
eti kuşbaşı dense de, kıyma mı, çok ince kıyılmış
kuşbaşı mı diye tartıştığımız soğanlı et çıktı. Ama
ikisi de iyiydi. İnegöl köfte, Makedonya'nın başkenti
Üsküp'te karşımıza Üsküp köftesi adıyla çıktı. Etli,
sarma börek değişik yerlerde arz-ı endam etti ama
içinde etin, peynirin büyüteçle aransa zor bulunacağı
Karaköy böreğiyle karıştırılmamalı. Çok daha iyi ve
eti bol yapıyorlar.
Sırbistan sonsuz düzlükler, Bosna Hersek ise
ormanlarla sarmalanmış sonsuz dağlıklara
bürünmüş. Yeşil, Avrupa'daki her yerde olsa da, dik
dağlar ve aralarındaki dar-derin vadiler tam kartpostallık. Yol üstündeki Mostar da üstündeki ünlü Osmanlı
köprüsü Avrupalı gezginlerin kaynadığı daracık bir alan.
Anlatılan ve anlatılacak stari gradlar, köprüler, meydanlar, kalelerin hepsi UNESCO korumasında.
Küçük Karadağ 600 bin nüfusuyla turistik bir devletçikten başka şey değil. Adriyatik sahilindeki,
Hırvatistan'ın Dubrovnik'i ile benzeşen Kotor, Orta Çağın kale kenti ile bir tatil/deniz beldesi olmanın ötesine
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 32
geçiyor. Girişte verilen kale haritası Türkçe.
Burası Türklerin akın ettiği ülke olunca (gezim,
yerleşim, tecim), üstelik mülk alınca AB
yurttaşlığına geçişin kolay durağı olunca, çağdaş
"akıncılar"ın istilasına uğrar elbet. Akıncılarımız,
yüksek betonlaşmasıyla Marmarisleşmiş
sevimsiz sahil kenti Budva'da şu tür Türkçe
ilanlarla karşılaşırlar: "Aracısız ev satılır".
Karadağ küçük de ötekiler büyük mü? Tur
duraklarında olmayan Kosova 700 bin. Ötekiler
2-3 milyon nüfuslu. En büyüğü Sırbistan 7 milyon
nüfuslu. Eski Yugoslavya'nın yeni 8
cumhuriyetine (Slovenya ve Hırvatistan dahil) ,
Balkanların öteki iki ülkesi Yunanistan,
Bulgaristan'ı katınca Türkiye'nin yarısı ediyor.
Romanya'yı da eklersek toprak ve milli gelir olarak ancak bir Türkiye olurken, nüfus toplamında Türkiye'nin
altında kalıyorlar.
Geldik Arnavutluk'a. İşkodra'dan (Skuder) sonra yolda Fatih döneminde Osmanlı'ya Papa ve Venedik'in
desteğiyle uzun yıllar direnen İskender Bey’in (Skender Beg, asıl adı Georg Kastrioti) tepelikteki kalesi ve
aşağıda, yoldan içeride anıt mezarı. O Arnavutların ulusal kahramanı. Öyleyse, mozolesinin önündeki o
benzinlik ve öteki ticari yerler neyin nesi?
Bosna Hersek gibi burası da Müslüman çoğunluğun olduğu bir ülke. Jolly, burayı ve başkent Tiran'ı hiç
konaklamadan geçme ve Tiran'da yalnızca 2,5 saat kalmayla sabıka kaydına girdi.? Tiran'ın dört köşe
meydanı, Taksim meydanının iki katı kadar. Güzel bir meydan. Çevresi kamusal yapılar, ulusal müze, saat
kulesi, opera gibi yapılarla çevrili. Bir de 19.yüzyıl Osmanlı camisi var. Büyük caddeler hep meydandan
başlayıp güneşin ışıkları gibi kente yayılıyor. Öteki ülkelerin meydanları gibi trafiğe kapalı. Tiran hızlı
gelişen, şirin kent. İkinci büyük meydanı, Kosova ve Makedonya ile birlikte yücelttikleri Türk kökenli olduğu
anlaşılan ve eski adı Gonca Boyacı olan Rahibe Teresa'nın (Nene/Nena Theresa, Mother Theresa) adını
taşıyor. Yalnız meydan mı, Tiran'da kısa otobüs turunda iki heykelini gördük, Makedonya'da yeni yapılan bir
otoyola da adı verilmiş.
Meydanın yakınında nefis ve hafif ünlü tatlısından yedik: Trileçe (üç süt demek. İnek, manda, keçi sütü ana
malzeme), 2 euro. Üsküp'te eski çarşıda fiyat 1 euroya indi. İlki lüks yerde ve daha iyi yapılmıştı.
Son durak Makedonya. Yedi gecelemenin ikisi, UNESCO listesindeki Ohrid gölüyle aynı adı taşıyan kentte
yapıldı. Bizim kıyı kasabalarının sıcaklığını taşıyan kentin sahil boyu, oturaklar, kafeler ve piyasa yapanlarla
dolu. Sahil civarında Osmanlı konakları, limanda göl gezisi yaptıran tekneler. Her kentin tepeli noktasında
görkemiyle yükselen sağlam kalmış kalelerden biri. Sahil meydanında, Kiril alfabesini yapan ve öteki
azizlerin heykelleri. Göl korumada olduğundan temiz, yeraltı kaynaklarından durmaksızın besleniyor ve
nehir olarak bir köşeden fazla suyunu boşaltıyor.
Manastır (Bitola) Mustafa Kemal'in okuduğu askeri lisenin / idadidinin müze ve bir bölümünün Atatürk
Müzesi olarak düzenlendiği yer olarak tur izleğine girmiş. Hemen yandaki Sirok (Geniş) cadde, adı gibi pek
geniş olmasa da buranın trafiğe kapalı tarihsel caddesi. Eski ve silinen adlarıyla Tito ve Hamidiye. Cadde
üstünde M. Kemal'in sevgilisi Eleni'nin evi. Balkondaki Eleni'yle bakışır, fırsat buldukça koklaşırlarmış. Ama
bu kavuşmaya yetmemiş, baba kızı vermemiş. Cadde bitince meydanda Büyük İskender'in babası Kral 2.
Filip'in heykeli ve saat kulesi bulunuyor. Ötede, Elveda Rumeli dizisinin çekildiği eski Osmanlı çarşısı,
camileri, bedesten vb.
Makedonya'nın başkenti Üsküp de Tiran gibi yenileniyor. Bütün Balkanlar turizme açılıyor. Yurtdışına çok
göç veren ve gidenlerden gelen dövizlerin yaşam düzeyine katkı yaptığı bu ülkelerde ortalama ücret 400
dolar civarında. Çoğunluk bunun altında. Ülkeler yoksul ama kentler lüks ve yeni araçlarla, binalarla dolu.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 33
Eski ve yeni Mercedes çok. Kafkaslarda gördüğüm yaşam görüntüleri Balkanlarda da geçerli. Türkiye
seviliyor, buraya para ve askeri yardım yapılıyor. Yine de Ankara, Fetö konusunda sözünü geçirmemiş
olmalı ki, Arnavutluk'ta Turgut Özal Koleji, Makedonya'da Yahya Kemal Kolejine el koyamamış. Dahası, bir
binada büyükçe bir Zaman Gazetesi tabelası vardı.
Resne'de 1908 İkinci Meşrutiyet ayaklanmasının önemli adlarından, Osmanlıcı Arnavut olan ancak
bağımsızlıkçı bir Arnavut'un öldürdüğü (...ok yoluna gitti Niyazi deyişi buradan gelir) Resneli Niyazi'nin iki
katlı taş evi ile onun karşısına yaptırdığı, Versay Sarayı özentisi, onun taklidi olan, saray denilen iki katlı
konağı görüldü. Sonra Osmanlı'nın Kalkandelen adını verdiği Tetova' da değişik bir küçük cami. Farklılığı
içinin ve dışının renkli bezemelerle dolu olması.
Üsküp'ün tarihsel caddesi Makedonya, meydanda bitiyor. Binaların dış cepheleri Yunan ve Roma mimarisi
tarzında kaplanmış, böylece görüntü bozukluğu düzeltilmiş. Laleli'de de Fatih Belediyesi böyle bir uygulama
yapmıştı. Caddede Nene Teresa'nın evi ve heykeli. Yanında yeni bir katedral. İhtiyaç yokmuş ama
sosyalizm çökünce din dirilmiş demeyelim, patlamış ve tapınak yapımıyla kendini dışa vurmuş. Gürcistan'ın
başkentinde ülkenin en büyük katedrali, yeni yapım Sameba'yı da en yüksek noktaya dikmişlerdi, Çamlıca
Camisi gibi. On yıllar geçince, ABD'de her hafta 100 kilisenin satılıp, bara, kafeye vb dönüşmesi, tersine
patlama bu ülkelerde kaç on yıl sonra başlar acaba?
Makedonya Meydanı Vardar nehriyle ikiye bölünmüş. Karşı yakada eski çarşı ve Osmanlı yapısı hamam,
cami, han, çarşı vb. Bizans'tan kalma kale, Yahudi soykırım müzesi, öteki müzeler. 3011 Yahudi buradan
kamplara götürülmüş. Yugoslavya'nın Naziler ile, Tito önderliğindeki, İngilizlerin yardım ettiği partizan
savaşında 1,5 milyon insan ölmüştü.
Meydanda 12 yılda dev Pers İmparatorluğu’nu yıkıp kendi imparatorluğunu kurarak ilk kültürel
küreselleşmeyi başlatan Büyük İskender'in heykeli. Fıskiyeli havuz içine kurulmuş çok yüksek kaide
üstünde büyük bir heykel, 5-6 katlı bina yüksekliğinde. Vardar'ın öte yakasında oğlunu selamlar gibi duran
babası 2. Philip'inkine yakın büyüklükteki heykeli. İki yakadaki parçalarıyla birlikte meydan Tiran Meydanı
büyüklüğünde. Her yerden farklılığı, 25 civarında heykelin buraya kondurulmuş demeyelim, tıkıştırılmış
olması. Osmanlı'ya direnen halk kahramanları, 20. yüzyıldan Makedon ünlüleri, Üsküp doğumlu Bizans
imparatoru Jüstinyen'in beyaz mermer heykeli nehir kenarına yerleştirilmiş. Müze yapıları bir alem, cam
dış cepheye Roma-Yunan mimarisi çatı ve başlıklı sütunlar en önde. Beş köprüden biri asma köprü
özentisi. 100 metre kadar genişlikteki nehir üzerinde, iki yakayı/meydanı Roma dönemi taş köprü birbirine
bağlıyor. Çarşıda trileçe tatlısı yanı sıra, kaymaçın adlı, ana malzemesi yumurta olan, buraya özgü hafif
tatlıyı yedik ve beğendik.
Meydanda, büyük iki binada çalışan
Halkbank ve Huawei tabelaları hemen göze
çarpıyor. Ziraat Bankasını da çok yerde
gördük.
Balkan ülkelerinde genel olarak ve
gördüğümüz müzelerinde şu farkediliyor:
Osmanlı ve sosyalizm dönemlerini büyük
ölçüde silmişler. Varsa yoksa Roma
İmparatorluğu dönemi, (arada Arnavutluk'ta
Osmanlı'ya 15. yüzyılda direnen İskender
Bey gibi halk kahramanları) ve Osmanlı'dan
bağımsızlığın gerçekleştiği 20.yy. başı ile
yeni bir tarih başlatıyorlar. İki bin yıl boyunca
Roma, onun uzantısı Bizans ve müslüman 3. Roma dediğimiz Osmanlı imparatorluklarının yönetiminde
yaşamış devletsiz, bu anlamda tarihsiz halklar, devlet olunca, ulus inşası için kahraman arayışına
girişmişler. Ardından gelen sosyalizm dönemini de silip, yeni simgelere sarılmışlar. Roma'nın ve Bizans'ın
simgesi çift başlı kartal bayraklara girmiş. Tito gibilerin heykelleri kaldırılırken yeni heykeller dikilmiş.
Karadağ'ın başkentinin adından Titograd kalkmış, Podgorika olmuş.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 34
Gezi iyiydi, tat bıraktı. Oteller 4 yıldızlıydı, bir sorun yaşanmadı. Kahvaltılar açık büfe ve zengindi. Akşam
yemekleri ikisi dışında açık büfe ve hepsinde lezizdi. Otobüs de iyiydi. Rehber de iyi olunca, iyi ki gelmişiz
dedirten bir gezi oldu. Darısı gitmeyenlerin başına.
Ek: Bosna Hersek'te, güneye doğru giderken yol
kenarında, UNESCO korumasında çok şirin bir
köye uğradık. 16. Yüzyılda kurulmuş, taştan
yapılı Türk köyünde evler, cami ve dik tepede
kale bulunuyor.
Otellerde her gün sabah akşam, ince doğranmış
lahana salata olarak sunuldu. Anlaşılan lahana
Rusya'dan Balkanlara dek Slav dünyasının
vazgeçilmezi. Kış memleketinde bu olağan ama
lahananın yüksek besleyici değerini de
farketmişler. Her kışlık diyarda lahana bu kadar
yenmiyor çünkü.
ARAMIZDAN AYRILANLAR
Park Sitesi’nden komşularımız
Celal Aydın ve Nazan Hatipoğlu,
Komşumuz Ali Gökmen’in annesi, Sedir Apartmanı’ndan
Gülten Gökmen,
Dernek Başkanı’mız Fatih F. Aksoy ve üyelerimizden Fatma
Engin Aksoy, Filiz Aksoy ve Namık Aksoy’un teyzeleri
Suzan Uzun
Üyelerimizden Hikmet Özdemir’in eşi Defne Sitesinden
komşumuz ve kütüphanemizin en çok kitap okuyan
okuyucusu Gülümser Özdemir
ekim ayında yaşamını yitirmiştir. Ailelerine baş sağlığı dileriz.
Bu sayfamızda komşularımızın doğum-ölüm-evlilik gibi haberlerini sizlerle paylaşmayı
düşünüyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz bilgileri ve varsa fotoğrafları
[email protected] adresine gönderebilirsiniz.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 35
Ördek HAYVAN RESİMLERİM
Arven Bülbül – Gölkuşağı Sitesi
(Yaş 4.5)
Kuzu
Tavşan
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 36
DOĞA VE ŞEHİRLER – EKO SİSTEM HİZMETLERİ HARİTALANMASI PROJESİ
HAKKINDA
Mehmet Hikmet Odabaşı – Doğa Apt.
Doğa Koruma Merkezi Vakfı (www.dkm.org.tr) ve EUROSITE Derneği
(www.eurosite.org) ortaklığında yürütülen Türkiye – AB Sivil Toplum
Diyoloğu hibe programı çerçevesinde desteklenen “Doğa ve Şehirler
Projesi” Çankaya Belediyesi ve beIN TV işbirliği ile uygulanmakta olan
bir projedir.
Bir yılı aşkın süredir sahada yapılan çalışmalardan birisi; Ankara Kent
Merkezindeki ve çevresindeki doğal alanların sağladığı eko sistem hizmetlerini ve faydalanıcılarını
mekansal olarak haritalamak olmuştur. Bu kapsamda seçilen 7 farklı eko sistem hizmeti haritalanmıştır. Bu
çalışmanın sonucunda elde edilen bilgi kullanıcı ve karar vericilerle paylaşılarak, konu hakkında
bilgilendirilmeleri; bu yaklaşımın mekansal planlama stratejilerine katkı sağlaması amaçlanmıştır.
Proje uygulama sürecinde yapılan üç farklı çalıştay çalışma gruplarına katılarak; Derneğimizin var oluş
nedenleri, çevre ve doğa tabanlı savunma projelerini ağ üzerinden tanıtarak; Eurosite ve diğer katılımcılara
ortak proje yapma ve uygulama konularında birikimlerimizi paylaşma fırsatları bulduk.
Ve ayrıca; Avrupa da 26 ülkede 57 bireysel - kurumsal üyeleri bulunan Eurosite’nin Hollanda - Tilburg
kentinde doğa ve yeşil altyapı tabanlı birçok dönüşüm projesinin başarı öykülerini dinledik. Ve bu çalışma
grubu ile Doğa Koruma Merkezi Proje yürütme grubunu Dernek ve Bostan yerleşkelerimiz de konuk ederek;
birlikte çalışma kararlılığımızı Dernek ve Bostan yerleşkemizden dile getirdik.
26 Ekim 2019 tarihli Hollanda ve Türkiye’deki Doğa Tabanlı Çözümler ve Yeşil Altyapı İyi Uygulamaların
Paylaşımı ve İşbirliği Çalıştayı’na katılarak; nasıl bir işbirliği kurabiliriz ve neleri başarabiliriz başlığı altında
10 madde belirlendi.
1. Toplum tabanlı fonksiyonel parklar,
2. Ekolojinin kent planlama ve mimariye entegre edilmesi,
3. Kentsel tarım,
4. Doğa tabanlı çözümler ve yeşil alt yapı konularının yaygınlaştırılması,
5. Yağmur bahçesi uygulamalarının yaygınlaştırılması,
6. Kentteki doğanın korunması için iletişimin geliştirilmesi,
7. Vatandaş – Bilim Projelerinin geliştirilmesi
8. Kent Doğa Eğitimlerinin yaygınlaştırılması,
9. Kentte atık yönetiminde toplum tabanlı uygulamaların yaygınlaştırılması,
10. Kent Parklarında suyun sürdürülebilir kullanılması,
İlerleyen zaman içerisinde yukarıda verilen konulara ilgi duyan katılımcılarla işbirliği diyalogunu geliştirme
dileği ile çalıştay sonlandırıldı.
EUROSITE’in kuruluşunun 30. yıl kutlamalarının İtalya da yapılacağı ve o etkinliklerde paylaşımlarınızın
tanıtımı yapılacağı bilgisini de paylaşmak isterim.
Not: Yukarda sözü edilen eko sistem haritalama albümü derneğimizde mevcut olup ilgilenen üye ve
komşularımızın incelemesine açıktır.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 37
ÇİĞDEMLİ GENÇLER YAŞAMA HAZIRLANIYOR
Zuhal Yüksel – Seğmen Sitesi
Derneğimiz geçtiğimiz yıl Türkiye İnsan Kaynakları Eğitim ve Sağlık Vakfı ile imzaladığı sözleşme ile
edindiği Alt Lisanslama Sertifikası ile mahalleden gençleri, “Edinburg
Dükü Uluslararası Ödül Programı” ile eğitim ve deneyim kazanmaları için
yönlendirme yetkisine sahip oldu.
Edinburgh Dükü Uluslararası Ödül Programı 14-24 yaşları arasındaki
gençlerin katılabileceği 140’tan fazla ülkede faaliyet gösteren gençlik
gelişim programıdır. Gönüllülük esasına dayalı toplumsal hizmet
bilincinin geliştirilmesini hedefleyen, ülkemizde 1995 yılında
uygulanmaya başlayan program, 1956 yılında Edinburgh Dükü Ödülü
adı ile başladı. Bugüne kadar dünyada 8 milyondan fazla, ülkemizde ise
yaklaşık 15 binden fazla genç programa katıldı.
Program ekim ayı içinde yaptığımız bir etkinlikle mahalleye tanıtıldı.
Çiğdemli gençler ve ailelerine, programın kişinin kendi sınırlarını
zorlamasını esas aldığı, bu süreçte kazanılan özgüven, yaratıcılık, azim,
ilişkileri yönetebilme, farklı kültürleri anlama becerileri hakkında bilgi
verildi. Etkinlikte programın altın kategorisindeki bir katılımcı
deneyimlerini şöyle anlattı.
“Ben Irmak Gökduman. 16 yaşındayım. Sizlerin hakkında bilgi edinmek için burada bulunduğunuz
Edinburgh Dükü ödül programının bir katılımcısıyım. Şu an altın kategoriye devam ediyorum. Size
program hakkında teknik bilgi vermekten öte programı kendi açımdan, yani bir katılımcı gözünden
anlatmak istiyorum.
Programla daha önce katılımcı olan bir yakınım aracılığı ile tanıştım. Yaş sınırları, süre indirimleri ve
daha fazla tecrübe için bronz kategoriden başladım. Zaten programlı bir insanım, bu nedenle belgelerle
uğraşmak ve ciddi bir şeyler yapıyor olmak hoşuma gitti. Program bronz ve gümüş kategori için dört
bölümden oluşuyordu. Fiziksel gelişim bölümünde hâlihazırda ilgilendiğim basketbolu devam ettirdim ve
ettiriyorum. Beceri geliştirme alanında gümüş kategoride dans, bronz ve altında ise resim ile ilgilenmeyi
tercih ettim. Resim eğitim almadığım ancak sevdiğim bir alandı ve
program sayesinde resim eğitimini de deneyimlemiş oldum. Toplum
hizmeti bölümünde Çiğdemim derneğinin kütüphanesinde gönüllü
olarak çalıştım. Kitaplarla daha yakından ilgilendim. İnsanlara yardım
ettim ve bu güzel derneğin bir parçası haline geldim.
Edinburgh programı benim için bir sertifikadan çok daha fazla şey ifade
ediyor. Her şeyden önce kendimi tanımamda bana yardımcı oldu.
Etrafıma, çevremdekilere yararlı işler yapabileceğimi bana gösterdi.
Bunun bir gence yaşattığı duygular gerçekten harika.
Gelelim son bölüme yani macera ve keşif yolculuğuna. İlk bakışta farklı
bir şehir, evden uzakta birkaç gün, farklı bir ortam korkutucu gibi
geliyor olabilir. Belki de bazılarınıza cazip gelme nedeni budur. Ben
ikinci grupta yer alanlardandım. Kamp yapma, doğada bulunma, yeni
maceralar gibi etkenler daha kampa gitmeden önce
heyecanlandırmaya yetmişti beni. Heyecanlanmakta da haklıymışım.
Deneme yolculuğu için Eskişehir'e bir gün erken gittim. Edinburgh programı için buluşacağımız ofise
gider gitmez o kadar sıcak bir ortamla karşılaşacağımı beklemiyordum doğrusu. Çok samimi bir ortam
vardı. Gün içerisinde yapılması gerekenleri yaptık, deneme yolculuğuna gidip geldik. Gece ayrılıp sabah
başlangıç noktamıza gitmek üzere buluştuk.
Bronz kampı benim için biraz daha zorlu bir deneyimdi. Gittiğim tarihten dolayı olsa gerek yağmur biraz
işimizi zorlaştırdı. Tabii biz her koşula hazırlıklıydık. Keyfimizi bozmak için daha fazla şey olması
gerekirdi. Islandık, yorulduk ancak hepimiz bir amaç uğuruna çalışıyorduk. Pes etmedik. Amacımızı
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 38
yerine getirirken aynı zamanda doğanın güzelliğine, yürüdüğümüz ormanın büyüleyici ortamına kaptırdık
kendimizi. Eh her şeyin bir sonu var. Biz de bir gece sonrasında geri döndük. O tarihten sonra yeni bir
kampa gideceğim zamanı iple çekmedim desem yalan olur.
O gün de geldi ve geçtiğimiz eylül ayında gümüş kampıma gittim. Aynı samimi ortam farklı insanlarla
yine vardı. Farklı şehirlerden gelmiş olan ve Ankara'da yaşayan yeni arkadaşlarım oldu. Belki orada
edindiğim arkadaşlıklar burada, kendi şehrimdeki arkadaşlıklarımdan çok daha samimiydi. Ne de olsa üç
günümüz iyisiyle kötüsüyle birlikte geçti. Gümüş kampında bronz aşamaya göre daha şanslıydık.
Yağmur yağmadı. Gümüşte bize ayarlanmış olan rotamız da en az bronz kadar hatta belki daha bile
güzeldi. Çeşitli köylerden geçtik. Orada yaşayan insanlarla kısa sohbetler etme fırsatı bulduk.
Bulunduğumuz çevreyi daha da yakından tanıdık.
Gece kamplarımız başlı başına çok güzeldi. Birbirini tanımayan aynı yaş grubundan insanlar bir arada
olunca gece boyu sohbet ettik, oyunlar oynadık. Telefonumuz çekmese bile zaten kimin umurunda. Biz
bize fazlasıyla yetiyorduk. Hatta birbirimize doyamadık da diyebiliriz. Üç günde yediğimiz içtiğimiz ayrı
gitmez oldu. Yeme içme demişken endişelenmeye hiç gerek yok. Her türlü doyuyormuş insan. Son güne
kalan yiyeceklerimizle kral kahvaltısı bile yaptık.
Hep güzel miydi diye soracak olursanız tabi ki çok yorulduk. Arada kendi aramızda söylendik. “Of hala
gelmedik mi? Çok yoruldum. Mola ne zaman?” gibi sözleri duymaya alışıyor insan. Ancak Ankara'ya
döndüğümde anladım ki bu edindiğim tecrübeler o acının her saniyesine değdi. Döndüm, dinlendim,
buradayım. Bütün zorluklar geçti. Sonucunda asla unutabileceğimi düşünmediğim bir sürü anı ve
deneyim bana kaldı.
Bütün bu güzel anıları bana Edinburgh Ödül Programı kattı. İşte bu program bu yüzden benim için bir
sertifikadan öte. Peki, siz yaşlarımız yakın olan arkadaşlar veya siz veliler, çocuklarınızın neden böyle
güzel hikâyeleri olmasın? Deneyimleriniz sizlere yeni kapılar açacaktır. Bir düşünün derim...”
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 39
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 40
BÜYÜK ALMANYA GEZİSİ
Nefise Öke – Çamlık Sitesi
Birkaç ay önce bir gezi programında Salzburg gösteriliyordu. Artık yurtdışı gezilere katılamayacağımı
düşünürken gördüğüm güzellikler gezi keyfimi depreştirdi. Salzburg'u görmeliydim. Sanırım aynı gündü
Büyük Almanya Gezisi duyurusu geldi. Ne gezinin kapsamlı fakat yorucu olacağı, ne de son zamanlarda sık
sık yoklayan bel ağrıları aklıma geldi. Ve hazırlıklar başladı. İlaçlarımı yanıma alıp yola koyulduk...
Münih, Salzburg, Nürnberg, Dresden, Berlin, Postdam, Lübeck, Bremen Hamburg.
....
Su gibi aktı 7 gün.. Herbiri ayrı güzellikle dolu, çok iyi planlanmış günler "gezi böyle olur " dedirtiyor adama.
Çiğdem'li ruhu taşıyan 43 güzel insan. Herkes birbirine saygılı, herkes sorumluluğunun bilincinde..
Sorumluluk deyince;
1 numarada sevgili başkan Fatih Bey var. Onu zaten biliyorduk da eşi ve harika kızı Ecem'i bu gezide
tanıdı birçoğumuz. Bu güzel aile herkese, her konuda nasıl içtenlikle yardımcı oldu anlatamam.
Ve rehberimiz Afşin Bey....
Nazik, saygılı, bilgili bir genç. Gülümseyen yüzüyle hepimize görülecek yerleri gezdirdi, aydınlattı.
Daha ne olsun? Program güzel, ekip güzel, rehber, katılanlar, hepsi, hepsi...
Bir geziden beklediğimiz her şey vardı.
Tam da adına yakışır biçimde;
Büyük Almanya Gezisi.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 41
ETKİNLİK İZLENCESİ
Zuhal Yüksel - Seğmen Sitesi
2 Ekim’de Edinburg Dükü Ödül Programını gençlerimize ve ailelerine tanıttık.
6 Ekim’de Bahçelievler Derneği Şenliği’ne fotoğraf sergimiz ile katıldık.
11 Ekim’de Ankara Müzeleri gezilerimizin 29’uncusu gerçekleştirdik. Anadolu
Medeniyetleri, Erimtan ve Rahmi Koç Müzelerini gezdik.
12 Ekim’de “Terzihane” oyununu, 19 Ekim’de ise Gülyabani oyununu izledik.
12 Ekim’de yaptığı toplantıyla Çiğdem Çocuk Meclisi yeni dönem çalışmalarına başladı.
15 Ekim’de Doç.Dr. Özlem Gün Eryılmaz.ile “Yaşlanan kadın değil, Yaş Alan Kadın” konulu
sağlık söyleşimiz oldu.
16 Ekim’de yaş almış komşularımızla söyleşi yaptık.
16 Ekim’de Galip Kürkçü yönetiminde çekilen Anafartalar” belgesel filmini izledik.
17-24 Ekim arasında komşularımızla birlikte Almanya’yı gezdik.
22 Ekim’de Edebiyat Topluluğumuz ve komşularımızla İvan A.Gançorov’un Oblomov
kitabını konuştuk.
26-29 Ekim’de komşularımızla birlikte Kıyıköy-Vize-İğneada-Kırklareli-Edirne-Tekirdağ
Gezisindeydik.
27 Ekim’de katılan komşularımızla birlikte mahalleyi gezdik, derneğimizi tanıttık.
Hafta sonu sabahları Yürüyüş Topluluğumuz yürümeye devam ediyor.
Kasım Ayında Kesinleşen Etkinliklerimiz
2 ve 3 Kasım 2019 Eskipazar-Safranbolu-Safran Tarlası-Yörük Köyü Gezisi
5 Kasım 2019 tarihinde “Afiyet Olsun, İsraf Olmasın” söyleşimiz var. Turuncu Bayrak Platformunu konuk
ediyoruz.
12 Kasım 2019 tarihinde Müze Gezileri kapsamında Çamlıdere ilçesine gidiyoruz.
13 Kasım 2019 tarihinde belgesel film izleyeceğiz. Filmimiz Kerime Şenyücel yönetiminde ve Filiz Doğanay
danışmanlığında çekilen “Halfeti'den Hasankeyf'e- Sudaki Umut”
23 Kasım 2019 kütüphanede yazarlarla buluşuyoruz. Konuğumuz Mahmut Temizyürek.
26 Kasım 2019 Edebiyat Akşamına Erendiz Atasü de katılacak. “Baharat Ülkesi’nin Hazin Tarihi” kitabını
konuşacağız.
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 42
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 43
ÇİĞDEMİN SESİ KASIM-2019 WWW.CİGDEMİNSESİ.COM SAYFA 44