ÇİĞDEMİN SESİ BU SAYIDA NELER VAR…
Aylık Online Dergi MERHABA
Haziran 2020 KÜTÜPHANEMİZDEN
SEÇTİKLERİMİZ
SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ
KİTAP TANITIMI
MUHTARIMIZDAN
ÇOCUKLARDAN RESİMLER
ve ÖYKÜLER
DÜNDEN BUGÜNE ÇİĞDEM
YÜZYIL ÖNCE ANKARA-
HAZİRAN 1920
ŞİİR KÖŞESİ
UNESCO DÜNYA MİRASI
LİSTESİNDEKİ ANKARA
ÖYKÜ KÖŞESİ
HAZİRAN AYINDA
YİTİRDİKLERİMİZE
SERBEST RADİKALLER
UMUT KUŞU
MASKE TAKIYORUM
SALGIN GÜNLERİNDE
YAŞAM
NAZIM ŞİİRİ VE “SAMAN
SARISI”
BAHÇEMDEKİ JAPON ERİĞİ
KEDİLİ KİTAPLAR
TARİHTE ANKARA
KABADAYILARI
SALGIN DÖNEMİNDE
PARKTA KONSER
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ONLINE DERGİ
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu
Yayın Kurulu: Dilek Yüceel, Fatih Fethi Aksoy, M.Sinan Kayalıgil,
Zuhal Yüksel,
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak
gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda görüşler yazarlarına
aittir.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 2
Sevgili üyelerimiz, komşularımız ve dostlarımız,
24 yıl önce kurduğumuz ve bugünlere taşıdığımız, her konuda öncü ve örnek olan, komşuluğu,
dayanışmayı ve yardımlaşmayı sürekli gündemde tutan, mahalle sakinlerinin yaşam kalitesini artırmaya
yönelik çalışmaları gönüllülük ve katılımcılık ilkesiyle hayata geçiren, mahallemizin birçok sorununun
çözümünde rol oynayan ve mahalle için birçok kazanım sağlayan Çiğdemim Derneğimizin önünde şu
anda çok önemli bir sorun var.
20 yıl önce Dünya Bir Kooperatifinin şantiye binasını, zamanın kooperatif başkanı sayın Nilüfer
Saraçoğlu’nun izniyle kullanmaya başladığımızda bu alanın şu anki duruma gelebileceğini kimse hayal
bile edemezdi. Alan çorak ve taş-toprak içindeyken 20 yılda şu anki konumuna getirdik.
Bu alan imar planında, okul genişleme alarak ve P****** isimli bir firmaya ait görülmekteydi. Tapuda
kamuya devredilmesi gerektiği notu bulunan alanın 3 yıl önce, nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde, bir
şahsa satıldığını öğrendik. Birkaç gün önce şahıs gelerek alanı değerlendireceğini ve boşaltmamızı
istediğini bize bildirdi.
20 yılda bugünlere getirdiğimiz ve sizlerin desteğiyle sürekli büyüttüğümüz derneğimiz için şimdi zor bir
süreç başlıyor. Bu zor süreçten de sizlerin desteğiyle çıkıp aynı kararlılıkla ve aynı inançla çalışmaya
devam etmek için elimizden geleni yapacağız.
Şimdi önümüzde bizim aklımıza gelen iki seçenek var:
1. Mahallemizde halen boş olan belediyeye veya hazineye ait olan arsalardan, İmar sorunu
olmayacak yeni bir boş arsa bulup, o alanın derneğimize tahsisini sağlamak,
2. Mahallemizde bulunan site veya apartmanların giriş katında veya Atrium İş Merkezinde bir
dükkan satın almak,
Bu seçenekleri değerlendiriyoruz ve girişimlerde bulunmaya başlayacağız. Bunu sağlayana kadar alanı
boşaltmamızın mümkün olmadığını ve isterse tahliye davası açabileceğini arsa sahibine sözlü olarak
bildirdik.
Bu çok önemli sorunumuzun çözümü konusunda görüş, öneri ve her türlü yardımlarınızı bekliyoruz. Bu
güne kadar olduğu gibi bu süreçte ve sonrasında da derneğimize sahip çıkacağınıza, elinizden gelen
yardımı yapacağınıza ve hep birlikte süreçten daha da güçlenerek çıkacağımıza inanıyoruz.
Yaşayacağımız süreçte alacağımız ortak kararlara sizlerin de sahip çıkmanızı ve gerektiğinde kurumlar
üzerinde baskı yapmanızı bekleyeceğiz. Bu sayede arsa tahsisine ve yapılaşma konusuna kısa sürede
çözüm bulabiliriz.
Birlikte Çiğdem Mahallesi’nin her sorununa çözüm üreten bizler Çiğdem’in ve Derneğinin geleceğinde de
söz sahibi olacağız.
Sevgi ve umutla...
Fatih Fethi Aksoy
Yönetim Kurulu Başkanı
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 3
YÜZ YIL ÖNCE ANKARA – HAZİRAN 1920
İSYANLARDAN DÜZENLİ ORDUYA…
Vecdi Seviğ – Gökkuşağı Sitesi
Ankara hükümeti, 1920 yılı mayıs ayını Fransızlar ile ateşkes ilan ederek tamamlıyor, Kozan’daki işgal
güçleri çekiliyordu. Ardı ardına ateşkes ihlalleri yapan Fransız işgal güçlerine karşı savaşın yeniden
başlatıldığı 17 Haziran’da Mustafa Kemal tarafından duyurulacaktı.
Bu arada Ankara’ya Anadolu’da küçüklü büyüklü isyanların yayılmaya başladığı haberleri geliyordu.
Düzce’deki isyan 31 Mayıs günü sonlandırılmıştı. 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’in Ankara’da
karşılanması hazırlıklarını yürüten Haymana Kaymakamı Cemal (Bardakçı) Bey de Çorum ve
çevresindeki isyanları bastırmak üzere mutasarrıf* olarak görevlendirilmişti. Cemal Bey, bir grup
isyancının 28 Mayıs günü küçük bir askeri birliği esir aldığını bildirmiş, bunu isyancıların haziran ayının
ilk haftasında günümüzde Tokat ili sınırları içinde bulunan Zile’yi işgal etmeleri izlemişti.
Ankara hükümeti Yozgat’tan başlayan isyan hareketini ilk günlerden itibaren yakın izlemeye almıştı.
“Padişah ve onların kanunlarından başka hiçbir şey tanımayacağını” ilân eden Yozgat mutasarrıfı Necip
Bey, Hürriyet ve İtilaf partisi Yozgat şubesi Başkanı Çapanoğlu Edip Bey ve kardeşi Celâl Bey ile birlikte
kurtuluş hareketine karşı birleşmişler, 1920 Mayıs ayı ortalarından itibaren de çevreye baskınlar
düzenlemekteydiler.
Antep bölgesindeki Kuvayı Milliye Müfreze komutanlarından Kılıç Ali Bey Mustafa Kemal’in emriyle
isyanı bastırmak üzere Yozgat’a gönderildi. Mustafa Kemal Nutuk’ta, şunları anlatacaktı:
“Cüretlerini arttıran isyancılar, 6 -7 Haziran gecesi Zile’yi işgal ettiler. Oradaki askerlerimiz Zile Kalesi’ne
çekilerek kendilerini savundular. Ama erzak ve cephaneleri tükendikten üç gün sonra asilere teslim
oldular. Asiler 23 – 24 Haziran 1920’de Boğazlayan’a baskın yaptılar. Orada bulunan müfrezemizi
dağıttılar. Amasya’da bulunan Cemil Cahit Bey’in komutasındaki 5. Kafkas Tümeni asiler üzerine
gönderildi. Antep bölgesinde bulunan Kılıç Ali Bey de bir milli müfrezeyle bölgeye getirildi.”
Bu isyanlar kurtuluş mücadelesinde ne tür zorluklarla baş edilmeye çalışıldığının da bir işaretiydi. Şevket
Süreyya Aydemir Tek Adam adlı eserinde şu değerlendirmeyi yapacaktı:
“O günlerde Ankara'nın elinde, askeri birlik denebilecek bir güç yok gibiydi. Yani Hükümet, halktan asker
derleyecek, bazı sınıfları silâh altına alabilecek durumda bulunmuyordu. Diğer bir yön de şuydu ki,
isyana katılanlar hakiki Türklerdi. Asker isyancılara karşı silah kullanmakta kararsız, hevessizdi."
Aynı günlerde Siverek’e doğru ilerlemeye çalışan “Milli Aşireti” birlikleri bölgedeki askeri birlik tarafından
engellenmişti. Mustafa Kemal Nutuk’ta Haziran 1920’de isyanları bastırmak için harcanan çabaları
anlatırken şu ifadeleri kullanacaktı:
“Efendiler, güneyde Milli aşiretinin isyanını bastırmaya çalışırken Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa
adında bir adam başına kuvvet topluyor, askerlerimizi kaçmak için ayartıyor ve halka askere
gitmemelerini öğütlüyordu. Çopur Musa 21 Haziran 1920'de Çivril'i bastı. Gönderilen kuvvetler karşısında
kaçıp Yunan ordusuna katılmıştır.”
Çopur Musa’nın, “Halifelik elden gidiyor” nidalarıyla Denizli’ye bağlı Çivril’i bastığı 21 Haziran günü
Yunan Başkomutanı Paraskevopulos, yıllardan beri bekledikleri saldırıya bir gün sonra başlayacaklarını
ilan ediyordu. 22 Haziran sabahı İzmir’den Bursa ve Uşak yönüne hareket ettiler, Akhisar ve Sarıgöl’ü
işgale başladılar.
Ankara’ya Ege bölgesinden bilgi akışı vardı, bu nedenle de böyle bir Yunan ordusunun iç bölgelere
doğru ilerleyeceği haberi önceden alınmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 7 Haziran günü Meclis’e genel durum
hakkında bilgi verirken “Havadis kabilinden olmak üzere Akhisar'a Yunanlıların bir taarruz teşebbüsünde
olduklarını bazı kaynaklardan işitiyoruz. Böyle bir taarruz için öteden beri çalıştıklarını söyleyenler var.
Biz bunu ihtimal dâhilinde görüyoruz” diyordu.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 4
24 Haziran’da toplanan Ankara hükümeti, Yunan saldırısıyla ortaya çıkan durumu değerlendirdi, Ali Fuat
(Cebesoy) Paşa’nın yönetiminde Batı Cephesi Komutanlığı oluşturuldu.
Haziran ayının son günü batı cephesinde durum şöyleydi: Yunan kuvvetleri Balıkesir’e girmişler, Bigadiç,
Burhaniye, Kepsut, Susurluk, Savaştepe işgal edilmişti. Bursa-Bandırma yöresinde 40 bin dolayında
Yunan askeri vardı. Türk ordusunun mevcudu ise 5 bin kişiydi. Bu şartları değerlendiren Yunan Genel
Karargâhı İstanbul’daki İngiliz temsilciliğinden Bursa’yı işgal izni istedi.
Mahatma Gandhi, Hindistan’da yayımlanan haftalık Young India gazetesine verdiği ve Haziran 1920’de
yayımlanan demeçte şöyle diyordu:
“Akli dengesi yerinde olan bütün vatandaşların söyleyeceği bir tek şey vardır, o da Türkiye’ye
yapılanların çok haksızca şeyler olduğu ve bu durum sona erinceye kadar sizinle (İngiliz yönetimi)
işbirliği yapamayacağımızdır.”
(*) Cumhuriyet öncesinde, ilden küçük ile ilçeden büyük idari birime mutasarrıflık, yöneticisine de
mutasarrıf denilirdi.
GÖRSELLER
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa
Mustafa Kemal Paşa’nın Yunan birliklerinin Akhisar’ı
işgal hazırlığı bilgisini Meclis’e verdiği günün tutanak
kapağı.
Çorum Mutasarrıfı Cemal (Bardakçı)
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 5
UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ’NDEKİ ANKARA
Timur Özkan – Park Oran Sitesi
Merkezi Paris’te bulunan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu (UNESCO), bütün insanlığın
ortak mirası kabul ettiği kültürel ve doğal sit alanlarını tanıtmak ve toplumda bu mirasa sahip çıkacak bir bilinç
oluşturmak amacıyla, 1972’den başlayarak çeşitli ölçütlere göre belirlediği doğal ve kültürel varlıkları dünya mirası
ilan etmektedir.
Mayıs 2020 itibariyle 167 ülkeden 869’u kültürel, 213’ü doğal ve 39’u doğal/kültürel kategoride olmak üzere 1121
varlık Dünya Mirası ilan edilmiştir. Türkiye’nin 18 varlıkla yer aldığı bu listede 83 varlığımız da geçici (aday)
konumda bulunmaktadır. UNESCO’nun henüz kesin listesine giremeyen Ankara ise dördü kültürel ve biri doğal
kategoride olmak üzere beş varlığıyla geçici listede yer almaktadır.
2012 yılında geçici listeye giren Gordion Antik Kenti, Ankara’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki ilk
adayı olmuştur.
Ankara’nın ikinci adaylığı, 2013’de UNESCO Dünya Doğa Mirası Geçici Listesi’ne giren Tuz Gölü Özel Doğa
Koruma Alanı ile gerçekleşmiştir. (Not: Tuz Gölü Ankara ile birlikte Konya ve Aksaray il sınırları içinde
kalmaktadır.)
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 6
2016 yılında, geçici listeye giren Hacı Bayram Camii ve Çevresindeki Tarihi Alanlar, Ankara’nın kent
merkezindeki ilk aday varlıkları olmuştur.
2018 yılında, Ahi Şerafeddin Camii Anadolu’daki diğer bazı ahşap direkli ve ahşap çatılı camilerle birlikte
UNESCO Dünya Kültürel Mirası Geçici Listesi’ne alınmıştır. (Konya-Eşrefoğlu Camii, Kastamonu-Mahmut Bey
Camii, Eskişehir-Sivrihisar Camii ve Afyon-Afyon Ulu Camii ile)
Son olarak 2020’de Beypazarı Tarihi Kenti’nin UNESCO Dünya Mirası Aday Listesi’ne adaylığı onaylanmıştır
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 7
.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 8
KÜÇÜK KOMŞULARIMIZDAN ÖYKÜLER ESMA EV TATİLİNDE
Neva YURT – Işık Apt.
(9 yaşında)
Bir ilkbahar günü Esma okula gittiğinde arkadaşları bir virüsten söz ediyorlardı. Ama Esma
anlamamıştı. Öğretmenleri gelince Esma’nın arkadaşlarının anlattığı virüsü o da anlattı. Esma şimdi
anlamıştı. Annesi ile dün akşam haberlerde duymuştu. Hatta adı bile vardı corona virüs. Esma’ya
bile adı korkunç geliyordu. Öğretmenleri bu virüs yüzünden okulların kapanacağını söyledi. Aradan
saatler geçince artık gitme vakti gelmişti. Esma kitaplarını ve defterlerini bir poşete koyup evinin
yolunu tuttu. Esma okulların kapanmasına üzülmüştü çünkü arkadaşlarını ve öğretmenini
göremeyecekti. Eve vardığında olanları annesine anlattı. Annesi bildiğini ve Sağlık B akanı’nın
sağlığımız için okulları kapattığını söyledi.
Artık Esma’nın önünde onu bekleyen
kocaman bir tatil vardı. Esma’nın günleri
evde geçerken bir sürü ödev yapıyordu.
Sanki dünya ödev yapmaya kuruluydu
ama öyle değildi. Evde yapılabilecek
birçok şey vardı. Bunlar etkinlik yapma,
dersleri takip etme vb. şeylerdi. Ama
Esma bunun farkında değildi. En sonunda
annesi bunu anladı ve Esma’ya evde
etkinlik yapılabileceğini anlattı. Esma
annesi anlattığında anladı. Ama kafasında
bir tane soru işareti vardı okullar ne
zaman açılacaktı. Bir gün annesinden
müjdeli haber geldi. Okullar eylül ayında
açılacaktı.
MUTLU SOOON
Bu sayfalarımızda küçük komşularımızın resim, şiir, öykü gibi yapıtlarını sizlerle paylaşıyoruz.
Yayınlanmasını istediğiniz bilgileri ve fotoğrafları [email protected] adresine bekliyoruz.
Komşularımızın her birine güler yüzlü
davranabilirsek, toplumun huzuru için de
adım atmış oluruz.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 9
KÜÇÜK KOMŞULARIMIZDAN ÖYKÜLER BİR ÇİÇEK SONSUZ GÜLÜCÜK
Kavin Yurt – Işık Apt.
(9 yaşında)
Bir varmış, bir yokmuş
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Develer tellal iken, pireler berber iken
Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken.
Bir zamanlar çiçekler ülkesinde Laria adında çok güzel dişi bir ayçiçeği varmış.
Laria insanların dünyasını çok merak edermiş.
Ama 18 yaşına girmeden, insanların dünyasına gidemezmiş.
Laria 18 yaşına bastığında insanlar dünyasında gitmeye karar vermiş.
Laria’nın insanlar dünyasında olan bitenlerden hiç mi hiç haberi yokmuş.
İnsanların dünyasında COVİD19 adında çok tehlikeli bir virüs varmış.
COVİD19’un Etkileri de şunlarmış:
Şiddetli burun akıntısı
Hapşırık
Nefes Darlığı
Gözlerde kızarıklık
Kaşıntı
Baş ve boğaz ağrısı
Ani yüksek ateş
Halsizlik
Kuru öksürük
Laria insanlar dünyasına gittiğinde artık insanca konuşabiliyordu. Bir gün güneşlenirken bir duyuru
duydu. Laria isminin anlamı sonsuz gülücüktü. Bu isim Laria çok fazla güldüğü içindi. Laria hemen sağlık
görevlilerinin yanına gitti. Ve başından geçenleri bir bir anlattı. Herkese gülücük salabileceğini anlattı. Bu
haberi duyan doktorlar hayır diyemediler. Laria herkese gülücükler saldı. İnsanlar dünyası gülen mutlu
bir dünya oldu. Böylece insanlar dünyası gülerek ve mutlu olarak COVİD19’u yendiler.
COVİD 19 VİRÜSÜNÜ BİRLİKTE YENECEĞİZ.
Bu sayfalarımızda küçük komşularımızın resim, şiir, öykü gibi yapıtlarını sizlerle paylaşıyoruz.
Yayınlanmasını istediğiniz bilgileri ve fotoğrafları [email protected] adresine bekliyoruz.
GELECEK ONUN DAHA İYİ OLACAĞINA İNANAN
İNSANLAR TARAFINDAN İNŞA EDİLİR.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 10
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 11
UMUT KUŞU
Sinan Kayalıgil – Park Sitesi
Geçen gün arkadaşım “Umut yürekte geveze kuştur, hiç susmaz.” dedi. Laf nereden buna geldi? Elbette
virüs salgınına ilişkin önlemler ile kısıtlanan yaşantılarımız ve daha önemlisi yaşamın durmasından
etkilenen milyonların yakın geleceğini endişe ile konuşurken. Umuda geldi dayandı sözümüz. Yine de
umut var gönlümüzün bir kıyısında. Hep oradaydı zaten.
İnsan yaşamaya koşullu bir varlık. Yaşamaya, dişi
tırnağıyla tutunmak bütün canlılar gibi, bizim türümüzün de
iradesine kazınmış. Belki de yüzbinlerce, milyonlarca yıl
öteden, en uzak atalarımızdan edindiğimiz, hücrelerimize,
kimyamıza işlemiş en kalıcı mirasımız bu: yaşamaktan
vazgeçmemek. ‘Çıkmayan canda ümit vardır.’ deyişi bunu
ne güzel dillendirir.
Öte yandan insanoğlu bilinçli. Çok zengin bir iç dünyası
var. Yani yalnızca yaşamaya koşullanmış, iç dünyasında
Efsaneye göre, Anka (Zümrüd-ü Anka) kuşu ölmeye her hiçbir kıpırdanma olmadan oradan oraya savruluyor
yaklaşışında kendini yakıp küllerinden yeni bir anka kuşuna değiliz. İnsan elindekinin de, umut ettiğinin de farkında.
yaşam verir. Dev kanatlarını çırpışıyla tohumları toprağa İzlenimleri, duyguları, tepkileri var. Bir yandan umut
ediyoruz, bir yandan da gerçeklerle boğuşuyoruz.
kavuşturup bereketi sürekli kılan da odur.
Yaşamak, rahat etmek, daha çok konfor umudumuzu taşır,
refahımız için düşler kurarken, bir yandan da olup biteni tartıp biçiyoruz. Umut edip elde edemediklerimiz
oluyor. Karşılığını bulamadığımız umutlar düş kırıklığına götürüyor. Ardı ardına kırılmış düşler,
umutsuzluğa, olacaklara ilişkin güven yitirmeye, hatta yaşama tutunma irademizi zayıflatmaya neden
oluyor. Yani umudun çokça kırılması başlı başına sağlıksız bir durum.
Bu yüzden umut ettiklerimizin sağlam gerekçeleri, dayanağı olması daha iyi. Her umut kırılmasın diye
umudun gerisinde duranları aramalıyız. Umut ederken en akıllıca yapılacak iş bence “Neye güvenerek
umut ediyorum?” sorusuna yanıt bulmaktır. Yürekteki geveze kuşla etraflıca söyleşip, bunu görüşmek
fena fikir değildir.
Cesareti, umudun ikiz kardeşi sayarım. İç dünyamızda neredeyse birlikte doğmuş gibidirler. Kimsenin
bilemeyeceği kadar birbirini anlar, desteklerler. İkizler, zorda kalınca birbirini arar. Cesaret umudu, umut
ise cesareti artırır.
NewYork’ta bir Fransız ip cambazının, güvenlik görevlilerinden gizlenerek kaçamak yollarla iki muazzam
kule arasına gerdiği tel üzerindeki yürüyüş öyküsünü anlatan filme (https://volkansel.com/tehlikeli-
yuruyus-filmi-the-walk.html/) bayılırım. Phillippe Petit adlı bu genç cambaz, yaşamının en büyük
hamlesine kimsenin katılmadığı bir umutla kalkışır. Başaracağına umudu tamdır. Çünkü cesareti vardır.
Nereden gelir bu cesareti?
Cesarete can suyunu veren bir becerimiz var. O, anlama becerimizdir. Hani şu, ne nasıl oluyor diye
zihnimizde kurduğumuz temsili görüntülerle yaptığımız. Bıçağın kesmeyen tarafını sürttüğümüzü derhal
öteki tarafına çevirdiğimizde bıçağı anladığımız; ağzı sıkı sıkıya kapalı koca bir varilin kenarına
vurduğumuzda çıkardığı sesten nereye kadar dolu olduğunu anladığımız gibi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 12
Anlamadan güven duymak olmaz. Güven duydukça da
cesaretleniriz. Demek “cahil cesareti” ile kendimizi
aldatmadan, düş kırıklıklarıyla gönlümüzde yaralar
açmadan umutlanmak istiyorsak, daha işe başlarken,
sonrasında ne ile karşılaşacağız işte ondan anlamamız
gerek.
Anlamak, bildiklerimiz arasında bağ kurmak, zihin
dolaplarımızdan yaşananların karşılığını çekip
çıkarmaktır. Bıçağın kesmeyen yanı geldiyse, öteki yanı
kesecek diye anlamlandırır o yanını çeviririz. İki taraflı
bir kesicinin bir tarafı işe yaramıyorsa diğer tarafı olduğu
aklımıza gelir, çünkü zihnimizde bunları birbirine bağlamışızdır. Koyu koyu bulutlar çoğalıp alçalmış,
sıcaklık düşmüş, uzaklardan gök gürültüleri duyulmaya başlanmışsa, yağmurun yaklaştığını anlarız. Bu
üç olgu ile yağış fikrini zihnimizde birbirine bağlamışızdır.
Fakat aklımızdakiler, bildiklerimiz her zaman birbirine bağlanmaya ve bir karşılık bulmamıza yetmez.
Bazı uçlar boşta kalabilir. Bu durumda öğrenme gerekiyordur. Öğrendikçe yeni uçlarda bağlantı kurar,
anlamaya, yeni karşılıklar yaratmaya başlayabiliriz. Umuda açılan yolların en gerçekçi olanı, anlama
durağından geçer ve öğrenme istasyonundan yola çıkar.
Bu işi kendi başımıza yapsak, bireyleri tek tek geliştirsek, olası mı? Kendi kendimize yeterince
öğrenebilir miyiz? Bana sorarsanız güç iş. Çünkü öğrenilmesi gereken öyle şeyler var ki, aynı anda ve bir
arada akılda canlandırmayı, o birikimi, çok yönlü deneyimi gerektiriyor. Örneğin dövüşmeyi ve silahları iyi
öğrenmek, sizi iyi komutan yapmaya yetmez. Pek çok başka bilgiyi ve askerliğin farklı düşünüş yollarını,
uygulama zenginliğiyle usulüne uygun bağlayanlar başarabiliyor bunu.
Korona salgınının öğrettiklerinden yararlanmamız ve toplumca iyiliğe ermemiz için yürekteki geveze
kuştan umutlu konuşmasını istiyoruz. Bu bizim cesaretimizi artıracak, daha zorlu adımları atabileceğiz.
Madem öyle, bana göre bu, şimdiden sonra anlamamız gereken yeni şeyler var demek. İşe öğrenmekle
başlamalıyız. Kendi kendimize, kitaplara, raporlara kapanarak, sosyal medyada ‘uzman’ görüşlerini
izleyerek öğrenmemiz yetmeyecek. Toplum adına gerçekçi umutları yaratıp sağlıklı düşleri yaşatmak
için, toplumdan, insan kümelenmelerinden de öğreneceklerimiz var. Birbirimizle kuracağımız iletişim o
yüzden önemli.
Umut kuşu geveze olabilir, ama şimdi yakın, sıcak, kapsamlı ve içten iletişim ile beslenmeyi bekliyor o
bizlerden.
BAĞIMSIZ, TARAFSIZ,
GÖNÜLLÜ
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 13
SATRANÇ ÖĞRENİYORUZ
Hatice Caymaz - TSF Satranç Antrenörü / TSF Ulusal Hakem
SATRANÇTA AÇILIŞ TEORİSİ
Bir satranç oyunu üç bölümden oluşur.
1. Açılış
2. Oyun ortası
3. Oyun sonu
Oyunun ilk 10-12 hamlesine açılış bölümü denir. Bu bölüm oyunun en önemli bölümdür ve oyunun
temellerinin atıldığı bölümdür. Açılış bölümü oyunun başlangıcını değil tümünü ilgilendirir.
Açılış bölümünü başarılı tamamlayan oyuncu, oyunun daha sonraki bölümleri için avantaj sağlar.
Açılış ilkeleri.
1. Merkez karelerini ele geçir ve kontrol et. (Satranç tahtasında e4 – e5 – d4 – d5 kareleri merkez
kareler olarak adlandırılır.
2. Hafif taşların hızlı ve etkili bir şekilde gelişmesini sağla. (Hafif taş olarak anlatılan atlar ve fillerdir.
Oyuncu hafif taşları hızlı bir şekilde oyuna sokarak oyunun egemenliğini elinde tutmaya çalışır.)
merkez kareler ve hafif taşların oyuna girişi.
3. Şahın güvenliğini sağla.
Bunun için ise en kolay yol rok yapmaktır. Böylece şah piyonların ardında güvenli bir şekilde kalabileceği
gibi aynı zamanda kalelerden birisi de oyuna sokulmuş olacaktır.
4. Ağır taşlarını gerektiğinden önce oyuna sokma.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 14
Ağır taşlardan vezir ve kalelerdir. Vezirin acele ile oyuna sokulması oyuncu için büyük sıkıntılar
doğurabilmektedir. Bu nedenle de oyuncu önce açılışını tamamlamalı, ardından ağır taşlarını güvenli
gördüğü ve rakibi rahatsız edeceği bir noktaya yerleştirmelidir
5. Piyonlarla yapılacak gereksiz hamlelerden kaçın ve piyonlarla kendi aletlerinin gelişimini
engelleme.
Bilindiği gibi piyonlar geri dönüşü olmayan taşlardır. Bir defa oynandığında geri hamle yapamayacağı
için eski yerine dönemeyecektir. Bu nedenle piyon ile oynarken çok dikkat etmek gerekir. Yapacağımız
hamle ile kendi taşlarınızın gelişimlerini engelleyip engellemediğimizi kontrol etmediğimizde bize gelişim
açısından büyük problemler doğurabilir.
6. Mümkünse aynı taşla iki kez oynanmamalıdır.
7. Kuvvetlerini uyumlu bir şekilde yerleştir.
Sporcu açılışta taşlarını uyumlu bir şekilde yerleştirmeli ve böylece taşların gücünü artırmalıdır.
Birbirinin desteğini alamayan taşlar zayıf bir şekilde tahtada yer alacaklar ve kısa sürede rakip
tarafından alınacaktır.
8. Her hamlenin bir amacının olduğunu ve her hamlenin büyük bir planın küçük bir parçası olduğunu
unutma.
Satranç oynanırken rakibin her hamlesinden sonra “rakibim bu hamleyi neden oynadı?”
sorusunu sporcunun kendisine sorması ona yarar sağlayacaktır “her hamlenin büyük bir planın
küçük bir parçası olduğu” düşüncesinin oynanan hamlelerden sonra daha fazla düşünmemizi
sağlayacaktır.
8- Daha iyi bir nedeni yoksa piyon zayıflıklarından kaçın ve rakibin piyon zincirini durdur.
Burada piyon zayıflığından kasıt duble, ayrık ve geri kalmış piyonlardır. Bu tarz piyon yapıları zayıf
piyonlar olarak anılır ve teoride pek fazla kabul görmez. Bu tarz piyonlarla oynamak iyi bir satranç bilgisi
gerektirmektedir.
9- Başlangıçta zayıf olan f2 ve f7 karelerini koru.
Oyun başlangıcında f2 ve f7 kareleri oldukça zayıftır. Çünkü bu kareler sadece şah tarafından korunur.
Bu nedenle de fil ya da at destekli bir vezir saldırısında mat konumu ortaya çıkar. Bu karenin güvenliğine
dikkat etmek gerekir. Rok hamlesinden sonra bu karenin güvenliği eski önemini yitirir.
10- İlk hamle hakkından dolayı beyaz olarak girişim, siyah olarak savunma arayışı elde etmeye çalış.
Oyuna beyaz taraf başladığı için beyazlar genelde saldıran taraf siyahlar ise savunan taraf olmuştur.
Oyuna ilk hamleyi yaparak başlamanın verdiği güven ve avantaj ile beyazlar saldırıya geçerken siyahlar
ise genel olarak ilk anlarda savunma yapmaya yönelir. (Çoban matı örnektir)
Unutulmamalıdır ki yukarıda sayılanlar temel kurallardır ve illa uyulması gerekir gibi bir kaide
bulunmamaktadır. İyi taş değişiminde/kazancında, olası bir mat pozisyonunun oluşmasında vs. gibi
durumlarda ilkelerin dışında hareket edilebilir.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 15
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 16
KİTAPLARDAN KISA KISA
Turhan Demirbaş Başak Sitesi
Prof.Dr. Ali Demirsoy- Son İmparatora Öğütler
Üzengiden barbarlığa; Yavuz Sultan Selim’in yaptığı bir seferde
eyerinin üzengisi bozulur. Yaklaşık iki yüz bin kişiden oluşmuş orduya
haber salınır, acaba sanattan anlayan var mı diye? Sonunda bu koca
orduda, savaşmaktan başka bir şeylerden de anlayan bir asker bulunur
ve üzengi tamir ettiler. Üzenginin tamiri bitince, Yavuz Sultan Selim,
askerin kafasının vurulmasını emreder. Savaşan asker, talan eden asker
istemiyorum der. Osmanlı ordusunda sanatkâr istemiyorum der. Gerekli
olan sanatkâr ise devşirmelerden, dönmelerden ve gayrimüslimlerden
seçiliyordu.
Kütüphane No; 6609
Anne Beni Bekleme- Hidayet Karakuş
Yunan askeri “Pandeli” nin gözünden Kurtuluş Savaşı; Annesi ve kardeşiyle beraber yaşayan Pandeli
köyüne gelen çağrı ile askere alınır. Anadolu’ya çıkarma yapılması planlanmıştır. Askere alınınca bir
süre eğitimden geçmiş. Gemilere binip yola çıkmışlardır. İlk önce
Tekirdağ’a çıkarma yapmışlar. Burada uzun bir süre kalmış. Yorgo
adında bir askerle arkadaşlık etmiştir. Yorgo İstanbullu bir Rum’dur.
Ailesine her fırsatta kart göndermektedir. Pandeli ise annesine mektup
yazmaktadır. Kardeşi Dimitri ve komşu kızı Sofia’yı sormaktadır. Daha
sonra Tekirdağ’da gemiyle Kocael’ine gidip oradan trenle Afyon’a
ulaşırlar. Afyon’da kalırlar, bu arada Dumlupınar ve İnönü savaşları
olmuştur. Polatlı’ya doğru hareket ederler, fakat Sakarya meydan
savaşında yenilip geri çekilmeye başlarlar. Yorgo bu savaşta ölmüştür.
Ordu dağılınca 4-5 kişilik bir grupla başlarında bir Yüzbaşı olmak üzere
Salihli’ye doğru çekilirler. Pandeli gruptan ayrılıp, kendi başına saklarır.
Türkçe bildiği halde kimseyle konuşmaz, ajan olduğunu sanırlar diye
saklar. Bir gün Kula köylerinin birinde, evin kuyusunda gizlenir.
Çocuklar görürler, yaşlı bir kadın onu saklar. Berber çağırır traş ettirir.
Köye yakın bir komutanlığa gidip onu teslim eder.
Kütüphane No; 29571
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 17
Yılmaz Özdil- Mustafa Kemal
Askeri rüştiyedeki matematik öğretmeni Üsküplü yüzbaşı Mustafa Efendi’ydi.
Tarihin adını değiştirdiğinin farkında değildi. ”Oğlum senin adın Mustafa, benim
adım Mustafa, arada fark bulunmalı, sende olgunluk var, sende bu yaşta kemal
var, senin adın Mustafa Kemal olsun” dedi. Namık Kemal’in Kemal’iydi. Rüştiye’de
bütün öğretmenler gibi o da Namık Kemal hayranıydı.
Selanik’te “Çocuklara Rehber” isimli bir dergi çıkıyordu. Sanat, coğrafya, sağlık ve
hayvanlar âlemi gibi genel kültür haberleri veriyordu, bilgi yarışması düzenliyordu.
Nisan 1897 sayısında doğru cevap veren öğrenciler arasında Mustafa Kemal adı
da vardı. Bu başka bir Mustafa Kemal’di, Mustafa Kemal’den iki yaş küçük
birisiydi. Bu yanlış bilgi Atatürk biyografilerinde yer alır. Mustafa Kemal o sıralarda
Manastırda Askeri lisesindeydi
Seyrek Yağmur- Barış Bıçakçı
Deli; Her gün aynı saatte bir deli gelip camekanın önünde duruyor. Sol gözüyle içerisini kolaçan ediyor.
Sol gözüyle, çünkü deli sol omuzunu dayayıp başını çevirmeden dimdik duruyor. Rıfat ona yemek
vermesi gerektiği düşünüyor. Ama deli kitap istiyor. Mevsim kış herhalde
ısınmak için kitap yakacak. “Olmaz” diyor Rıfat “Yakman için kitap veremem.”
Deli yine geliyor. Sol omuzunu dayıyor. Sol gözüyle içerisini inceliyor. Bekliyor.
Yemeği geri çeviriyor. Parayı geri çeviriyor. Kitap istiyor. Neyse kitap vereyim
de kurtulayım. Deliye kişisel gelişim kitabı vermeyi düşünüyor. Böylece
suçluluk duygusundan kurtulacak. Fakat deliyle arasındaki buzları eritmek hem
de bir türlü şaka olsun diye, ona yakması için Fahrenheit 451’i veriyor. Rıfat
delinin ısınmak için kitabı yakacağını umarken, birkaç gün sonra deli yine sol
omuzunu dayıyor cama. Yeni bir kitap vermeyi ertesi gün akıl ediyor. Böylece
her hafta yeni bir kitap veriyor. Rıfat düşünüyor, acaba deliliğini devam ettirmek
için mi okuyor...
Kütüphane No; 30054
Erendiz Atasü- Dağın Öteki Yüzü
Bozkırda duru mavi bir gün. Cebeci asri mezarlığındayım. Ayaklarımın
altında, henüz sıcaklığını koruyan sonbahar toprağını duyumsuyorum,
gezegenin tenini. Basmaya kıyamadığım yapraklar çıtırdarsa, yüreğimde ince
bir çatlak yarılıyor. Yaprakların onlar olduğunu biliyorum.
Hepsi burada yatıyorlar, annem Vicdan, babam Raik, dayılarım Burhan,
Reha ve Cumhur, anneannem Fitnat Hanım. Ve Nefise.... Burdalar....
Trabzon’un Karadeniz’e yüksekten bakan eski mezarlığını düşünüyorum,
babaannemin ve amcalarımın gezegenin tenine emildiği... Ya Kafkasya
Dağlarının savaş boranınında, tipide dağılıp savrulan amcalar, yüzyıl
başında... Neruda’nın dizelerini anımsıyorum.
“Ben evrenin derisini bilirim yalnız
Bilirim adı yoktur onun da
Çiçeklerle birlikte duyduğum bazdan
Çok daha fazlasını duydum köklerle yaşarken”
1929 yılının sonbaharında, fırtınayı aşıp Marsilya limanına yanaşan İtalyan bandıralı Teophile Gautier
gemisini anımsıyorum. İki yolcusu, Selanikli Vicdan ve Karamanlı Nefise onlar batıya gidiyorlar. Yeni
Türkiye’nin burslu öğrencileri. 0,2 boylamda 52,2 enlemde Cambridge’de eğitim almaya gelmişler.
Britanya sonrası Berlin’e gidip bir ailenin yanında pansiyoner kalınıyor. Hitler öncesi Almanya burası...
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 18
Cebeci asri mezarlığından çıktım. Kızım beni bekliyordu. İmge ormanına daldığımda henüz küçük bir
çocuktu, biraz hırçın, hayli afacan, yumuşak gamzeli yüzü meleksi, gözlerinde cin pırıltıları, balla
karabiber karışımı. Anne, hava kararıyor, nerede kaldın? Buradayım, yavrum, sendeyim. Işığı
bulamamış elimi ona uzattım. Kütüphane No; 2299
Sunay Akın-İstanbul’un Nazım Planı
Şirket-i Hayriye’nin ilk kaptanları yelkenli gemi deneyimine sahip olup,
çoğu Rumdu. 1870-1905 yılları arasında dümen tutmuş bir Macaroviç
Kaptan vardı, yanından hiç ayırmadığı köpeğinin başına ördüğü bir çorap
İstanbulluları yıllarca güldürmüştü. Macaroviç Kaptan vapuru Arnavutköy
iskelesine yanaştırırken, Ortodokslar da geleneksel denize haç atma töreni
için kıyıda toplanmışlardı. Papaz, tören gereği tahta haçı suya fırlatınca
Rum delikanlılar haçı kurtarmak için başlamışlar kulaç atmaya. İşte tam o
sırada Macaroviç Kaptan’ın köpeği suya atlayarak haçı dişlerinin arasına
alır ve karaya çıkarak başlar Bebek’e doğru koşmaya. Tabii, cemaat de
peşinden! Bu olay sonrasında Macaroviç korkusundan dışarı çıkamaz,
haftalarca vapurda yatıp kalkar.
- İstanbul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Bölümü’nde Amerikalı bir profesör
olan dünyanın ilk Sümeroglarından Samuel Noah Kramer araştırma yaparken bir kil tabletteki çivi
yazısıyla yazılmış bir şiir görür. Kral Şusin’e yazılmış bir aşk şiir ile karşı karşıyadır. Kadından şair
olmayacağını iddia edenler ilk aşk şiirinin bir kadın tarafından yazıldığını elbette bilmezler.
Kütüphane No; 17861
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 19
SERBEST RADİKALLER
Jeoloji Yük. Müh. Cengiz Karaköse - Ande Sitesi
Son yıllarda, sağlığımda ortaya çıkan bazı olumsuzluklar nedeniyle, serbest radikalleri
öğrenmek için araştırmaya başladım. Araştırmamın sonunda elde ettiğim bazı bilgileri sizlerle de
paylaşmak istiyorum.
Doğada bazı atomlar ve serbest radikaller, son halkalarındaki eksik elektronları yüzünden
istikrarsız bir yapıda olurlar. Bu nedenle son halkadaki tek elektronunu, çift elektronlu hale
getirebilmek için, çevrede fazla elektronu olan molekül ya da istikrarsız atom arar, sonra da
çalmaya çalışırlar. Onu bulup bağlandıklarında ise, o molekülün fonksiyonlarına zarar verirler.!
Doğadaki bu alışveriş, oldukça normaldir. Kimseye de zararı olmaz. Ama insan vücudu söz
konusu olunca, vücutta olmadık hayati zararlara yol açarlar.! Bu özellikleri yüzünden serbest
radikaller, yaşlanma, doku tahribi ve kimi hastalıklara sebep olan mikroskobik organik
moleküllerdir. İşte yediğimiz pek çok besinde bulunan bu antioksidanlar, vücuttaki sağlıklı
dokulara musallat olan, belalı bu serbest radikallerin zarar vermesine engel olurlar...
Kimyada iki ya da daha fazla atomun, bir molekül parçası oluşturacak şekilde birbirine
bağlanarak, oluşturdukları atom grubuna “radikal” (radix=kök, taban) adı verilir. Serbest radikal
ise; boşta bir elektron buluncaya kadar, yani eksik elektronunu çevresinden çalıp yapısını
tamamlayıncaya kadar, radikalin etrafta serbestçe aranıp durması halidir.
Serbest radikallerin, doymak bilmez bu elektron hırsızlığının panzehiri ise
antioksidanlardır. Antioksidanlar, özellikle A ve E vitamini ile betakaroten içeren, taze
meyve ve sebzelerde bulunur. Bunların da başında, ıspanak ve pazı gibi yeşil yapraklı
sebzeler, havuç, kavun ve kayısı gelmektedir. Bu harika yiyecekler, kartopunu eriten
güneş gibi serbest radikalleri durdururlar...
Antioksidanları, vitamin ve mineral hapları aracılığıyla almak yerine, yediğimiz besinlerden
sağlamak en doğru yoldur. Çünkü vücudumuz, onları daha kolay emer. Serbest radikallerin
başlattığı yaşlanma ve benzer olumsuzluklar kaçınılmaz olup, bu durumu antioksidanlar da
düzeltemez. Ama DNA’nın hasara uğraması ya da atar damarlarda pıhtı oluşması gibi durumların
üstesinden gelebilir.
Vücudumuz bir taraftan doğal ve sıradan metabolik faaliyetlerini sürdürürken, diğer
taraftan da bizim yaptığımız bazı olumsuz davranışlar yüzünden, binlerce kararsız yapıda ve
çiftleşmeye hazır serbest radikal molekülü üretir. Örneğin, sigara içmek, kirli çevrede yaşamak,
tarım ilaçlarının etkisinde kalmak, oksijensiz ortamda egzersiz yapmak, aşırı beslenmek, güneşte
ve kirli havada fazla kalmak, kirli yiyecek ve içecekleri tüketmek, zehirli temizlik maddeleriyle
fazla haşır neşir olmak, gereğinden fazla hareket etmek, vücudun mücadele edebileceğinden
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 20
daha fazla serbest radikal birikmesine yol açar.! Bu da sonuçta, vücutta önemli hastalıklara
neden olur. Bu hastalıklardan en önemlileri ise kanser, inme ve bazı kalp hastalıklarıdır.!
Aslında vücudumuzun, doğal antioksidan savunma sistemi vardır. Bu sistem oldukça
güçlü olup, kolay kolay bozulmaz. Eğer siz, vücudunuza gereğinden fazla serbest radikal
yüklenmesine sebep olursanız, bunların antioksidanlar tarafından yok edilemeyen kısmı, hücre
duvarlarına ya da hücre içi organcıklara yapışır. Sonra da o kısımların yapısını ve fonksiyonlarını
bozar. Sonuç olarak, hücrelerimiz normalden daha hızlı yaşlanır ve erkenden ölür. Özetle,
serbest radikal yükümüz arttıkça, vücudumuz oksitleyicilere yani paslandırıcılara daha fazla
maruz kaldıkça, beklenenden daha erken yaşlanırız... Antioksidanlar vücuttaki hücreleri, serbest
radikallerin tahribatına karşı koruyan moleküllerdir. Kısacası, hücrenin DNA’sını ve protein
yapısını, oksijenin yıkıcı gücüne karşı korur ve yaşlanma hızını yavaşlatırlar.
Sakın şaşırmayın! Oksijen kimi zaman böyle tehlikeli olabiliyor.! Çünkü serbest radikal
dediğimiz maddelerin çoğu, oksijene bağlı yan ürünler ortaya çıkarır. Bu yan ürünlerin temel ortak
noktaları, elektron açısından doymamış moleküller olmalarıdır. Bu kararsız moleküllerin hedefi ya
hücrelerin yağdan zengin duvarı, ya elektron verebilen DNA’sı, ya LDL (kötü kolesterol)
parçacıkları ya da önemli görevleri olan proteinlerdir. Son zamanlarda yapılan birçok araştırma,
yaşlı hastalığı olarak bilinen katarakt, artrit, bellek kaybı, kanser ve hatta bazı kalp hastalıklarının
oluşmasında, bu kararsız ve saldırgan moleküllerin etkili olabileceğine işaret ediyor...
Yaşadığımız çevre, yediğimiz içtiğimiz besinler ve soluduğumuz hava, doğal olmaktan
çıktıkça, gün be gün bedenimize giren serbest radikal miktarı da o kadar çoğalıyor.!! Serbest
radikal saldırılarının etkisini azaltmanın tek yolu ise, sağlığa uygun temiz bir ortamda yaşamaktan
geçiyor... Sigara içmemek, güneşte fazla kalmamak, alkol kullanmamak, doğal yiyecek ve
içecekler tüketmek, serbest radikal saldırılarını önler...
Sonuç olarak, havası, suyu, yiyeceği, içeceği temiz bir çevrede yaşıyorsanız;
vücudunuzu aşırı ilaç, hormon ve katı maddelerle kirletmiyorsanız, korkmanıza gerek yok
demektir...
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 21
BİR TAŞ MASALI
(Şehir Dergisi / Mart 2019 sayısından alınmıştır)
Fazilet Ünsal Eliaçık – 100. Yıl Mahallesi
Pastırma yazı olmasa da, kurt postunu kurutacak kadar gün yüzünü gösterdiği günler
tükenmeden, ölmeden yapılması gereken işlerden biriymiş diyerek niyetlendik geziye.
Üç gün önce, yer ayırtmak için telefonla görüştüğüm öğretmenevi görevlisi, en güvenli ve rahat
ulaşımın, Aksaray yolu üzerinden olacağını söylemişti.
Yola sabah erken çıkarız derken, hafta içi yoğun şehir trafiğinden kurtulmamız dokuz buçuğu
buldu. Ankara-Adana karayoluyla, Aksaray-Nevşehir üzerinden Ürgüp öğretmenevine gelmemiz üç, üç
buçuk saat kadar sürdü. Aksaray yakınlarında bir iki tesiste gözümüze çarpan, Peri Bacası benzeri
süslemelerle büyülü gezimiz başlamış oldu.
Öğle üzeri Ürgüp öğretmenevindeydik. İki aile toplam dört kişiyiz. İki kişilik odalarımıza
çantalarımızı bırakıp, görevliden yakın çevreyi tanıtan broşür ve haritayı aldıktan sonra çıktık.
Kasaba boş denecek kadar tenha, sessiz ve sakindi. Yerli yabancı turist denecek kimse yoktu.
Çarşı meydanında bizi Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizeleri selamladı. Pembe taş üzerine oyulmuş şiir,
başka söze gerek bırakmıyordu:
ÜRGÜP
Bir masaldır, yelken açmış,
Yelkeni taş, rüzgârı taş, teknesi taştan.
Bir kadehtir dolup taşmış,
Köpüğü taş, salkımı taş, saçağı taştan.
Bu bir acayip dünyadır,
Her yanı taştan, güpegündüz bir rüyadır.
Yatağı taş, yorganı taş, yastığı taş,
Uykusu taştan…
İşte buydu Ürgüp şehri. Dağı taş, evi taş, ocağı taş, bacası taş. İnsanlarının yürekleri hariç.
Öğretmenevi görevlisinin, görmemiz gereken yerleri anlatırken coşkulu ısrarı düşündürdü bunları.
“Üç Güzeller’e ve Zelve’ye gidin en başta!” diyordu.
Yıllar önce televizyonda gösterilen ‘Asmalı Konak’ dizisinin çekildiği yerden başlıyoruz gezimize.
Kapı önünde köylü genç kadın “Ücretsiz Dicle sürmesi çekilir!” diye seslenerek karşıladı bizi. (Dicle’nin
gözündeki sürme ve Asmalı Konak’ın Hanımı Sümbül’ün başörtüsü dizinin simgesiydi.) Hediyelik diye
sattığı incik boncuk, yazma, banyo lifi arasında ilgimizi çeken, daha doğrusu buraya özgü armağan, anı
diyebileceğimiz bir şey göremedik. Konakla ilgili sorduğumuz sorulara da buralı değilim diyerek yanıt
veremedi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 22
İkişer lira giriş ücreti ödeyerek ‘Asmalı Konak’ müzesine girdik. Duvarlarda dizi oyuncularının
resimleri asılıydı. Kimi odalar kilitliydi. İlk oda hediyelik eşya satışına ayrılmıştı. Mutfak ufacık göründü
gözüme. Asmanın olduğu avlu, teras, sıralanmış odalar, merdivenler ve uzun geçişlerle, kayalık tepeye
sırtını dayamış; dağın içi oyularak oluşturulmuş konak, yöreye has taş yapı. Dizinin gösterildiği yıllarda
coşku verebilirdi gezimize. Yine de epeyce resim çektik.
Kimse olmasa, kış kıyamet olsa da, Anadolu’da
Japon turistlerle karşılaşmamak olanaksız. Yaz kış fark
etmiyor, sıcak soğuk demiyorlar anlaşılan. Yurdun en
batısında, en doğusunda, kuzeyinde, güneyinde, hatta İç
Anadolu’da bile; Japon turist kafilelerini yurdun her
köşesinde, yılın on iki ayı görmek mümkün: Vadilerde,
mağaralarda, kale burçlarında, şelalelerde, tarihi
kiliselerde, camilerde, müzelerde. Ya en çok gezen millet
onlar, ya da Türkiye’yi çok seviyorlar. Her zamanki gibi güler yüzlü, saygılı, meraklı Japonlarla burada da
karşılaşıyoruz.
Üç Güzeller dedikleri, tepeli üç taş. Seyir Tepesi denen yerde, Ürgüp’ü yukardan seyrediyor; gece
gündüz bekliyor diyelim. Zelve açık hava müzesi bambaşka bir dünya: Binlerce yıl öncesinde kurulmuş
taş mağaralardan, dikili taşlardan oluşmuş büyüleyici güzellikte bir vadi.
Her yeri gezelim, çok yer görelim düşüncesiyle, yeterince resim çektikten sonra Avanos’a gittik.
Arabadan iner inmez genç bir kız, bizi bir çömlek yapımevine götürdü. Toprak demlikte demlenmiş,
toprak ince belli bardakta sunulan elma çaylarımızı yudumlarken, çömlek yapımını izledik. İşlikte, toprak
eşyalara desen çalışan kızlardan bilgi aldık. Her tarafı taştan mağaralarda, topraktan yapılmış binlerce
güveç, testi, küp, tava, tencere, sürahi, bardak, çanak, nazarlık, biblo, saksı arasında kendimizi
kaybettik.
Çarşıda dolaşırken, lokanta önlerinde yığılı kırık testiler gördük. Yöreye özgü testi kebabından
kalanları dağ gibi yığmışlar duvar diplerine, kapı önlerine. Atmaya kıyamamış olmalılar; onlarda ayrı
güzellikti kasabada. “Toplayıp götürebilsek, yazlıktaki evin bahçesini düzenlerdik!” diye geçiyor
aklımızdan. Komşu bahçelerde tek tük küp, testi görünce imrenmezdik hiç olmazsa.
Avanos’un ortasından geçen Kızılırmak canlılık katmış yöreye. Yüzlerce ördek yüzüyordu
kıyılarında. Kimindir, yumurtalarını nereye bırakırlar, avlamak isteyen oluyor muydu, kafama takıldı?
İki kıyıyı bağlayan uzun köprünün adı Sallanan Köprü’ydü. Üzerinde, “Köprüde sallanmak ve
koşmak yasaktır” yazıyordu. Sallanarak karşıya geçtik. Başka türlü yürümek olası değildi, suç işledik
sanırım.
Akşam okey oynamak için gittiğimiz Öğretmenler Lokali oldukça soğuktu. Saat altıdan sonra
kimse kalmadı. Saat üçte okuldan çıkan erkek öğretmenler, akşama kadar okey oynadıktan sonra
gidiyorlarmış.
Çay satan görevli ocağı kapatmıştı. Kaloriferleri de daha önceden söndürmüş olmalı. Masamızın
kenarına oturup oyunu seyrederken, ne zaman gideceğimizi sordu. Evde su tesisatı bozulmuş, tamirci
gelecekmiş… Çok üşümüştük; ikinci oyunu tamamlamadan kalktık. Görevli de sevindi biz giderken:
“Kusura bakmayın!” diyerek uğurladı.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 23
Çarşıda dolaştık biraz. ‘Yörem’ kuruyemişçisinde çalışan iki genç kapıverdiler bizi: Fındıklı muska
pestili, cevizli pekmezli sucuk, nar suyuyla yapılmış fıstıklı lokum sucuklarından peş peşe tattırdılar.
Pekmez, her çeşit meyvenin kurusu, tarhana, bitki çayları, kuruyemiş, o bölgenin çifte kavrulmuş kabak
çekirdeği… Hepsinin tadına baktırdılar. Akşam yemeğine gerek kalmadı, karnımız doymuştu. Ertesi gün
yola çıkmadan aynı yerden alışverişimizi yaptık. Arkamızdan “Yemeğe gelmişler!” dedirtmedik.
İkinci günün sabahı kahvaltıdan sonra eşyalarımızı toplayıp Öğretmenevi’nden ayrıldık. İlk
durağımız yine bir televizyon dizisi olan ‘Yer Gök Aşk’ın mekânı olduğunu tahmin ettiğimiz evin
kapısında resim çektik. Bugün Göreme’ye gidecektik.
Göreme bambaşka bir dünya: Ürgüp tepeler üzerine kurulmuş; Göreme tepeler arasında kalmış,
dört yanı açık hava müzesi. Kayalar, bacalar, kayalara oyulmuş kiliseler, sığınaklar, şapeller, mahzenler,
depolar ve manastırlar şehri. Boşuna ‘Göreme’ dememişler, görmeyle bitecek gibi değil doğa
harikalarını. Şehrin ortasında bir kale, taş oyması. Susuz bir kanal üzerinde köprüsü, camileri, vadiye
özgü evleri gözlere şenlik.
Acıkmadığımız için, ünlü Testi Kebabını yiyemeden ayrıldık Göreme’den. Uçhisar ve Nevşehir’in
eski yerleşim yerleri de Kapadokya görsel panoramasıyla bizleri hayran bıraktı.
Sıra yeraltı şehirlerine geldi. ‘Kaymaklı-Derinkuyu’ diyoruz: Kaymaklı’da dört kat yer altına kadar
inilebiliyor. Kimi bunalır gibi olduk, kimi soluğumuzu tutarak, tansiyonumuz yükselerek iki büklüm
katlanarak; kasaba halkından gönüllü rehberimizle yeraltı turunu nefes nefese tamamladık.
Nevşehir şehir merkezinde kısa bir tur attıktan sonra, hafif yağış altında Ankara yoluna koyulduk.
Daha genç yaşta gelmeliydik diye konuştuk: “Gezmeyle, görmeyle bitecek; bakmayla doyulacak gibi
değil Kapadokya’nın eşsiz güzellikleri.”
Tur gezisine katılan dostlarımız, her mevsim göz alıcı olduğunu anlatırlardı; hepsine hak verdik.
Kar altında, kır çiçekleri açarken baharda, yazın, güzün; insanın unutamayacağı görsel şölen imiş:
‘Binlerce taştan masallar ülkesi’…
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 24
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 25
SALGIN GÜNLERİNDE YAŞAM
Neriman Acar – Dünya Bir Vadi Sitesi
Yaklaşık üç ay yaşamımıza girerek her şeyi alt üst eden koronavirüs ile alışkanlıklarımız, yaşam
biçimimiz oldukça değişime uğradı. Kısıtlı yaşam bize yeni şeyler öğretirken bir taraftan da
oldukça zorlandık. İlk günler sabah uyanınca “bütün bunlar gerçek mi” diye soruyordum. Dışarı
çıkamıyorum, misafirim gelemiyor… Panik, telaş, korku, endişe duyguları günler geçtikçe biraz
kabullenmenin etkisi ile yerini artık evde nasıl zaman geçirebilirim düşüncesine bıraktı. Çünkü
önümüzde belirsiz günler vardı. Hemen herkes ve en çok da pek çok kadın gibi dip köşe temizlik
ve hamur işleri krizleri başladı. Okuma fırsatı bulamadığım kitaplar ve terapi gibi gelen el işleri
zamanımı doldurdu. Sosyal medya tutkusu gün geçtikçe azaldı. Ben yaşayamadığımız
penceremden akıp giden bahar aylarını haziran ayında oğlumum düğün telaşı ile geçirmeyi
planlarken elim nereye değdi dezenfekte ettim mi telaşı ile geçirdim. Balkonumdan hemen her
gün gün batımı fotoğrafları çektim. Güneşin aydınlatacağı yarınların daha güzel daha umutlu
olmasını sabırsızlıkla bekliyorum.
Elvan Akbay – Çamlık Sitesi
Hepimizi derinden etkileyen bu pandemi sürecinin başında ben de birçok insan gibi çeşitli duygu
aşamalarından geçtim. Önce Covid-19’un grip benzeri bir virüs olduğunu düşündüm ve grip hakkında ne
düşünüyorsam, ne hissediyorsam, çok benzer şeyler hissettim. Daha sonra yazılı ve görsel medyada
okuduklarım nedeniyle korku yaşamaya başladım. En sonunda da kabullenişe geçtim ve gerekli
önlemleri alarak yaşantıma devam ettim.
Emekli olduğum ve normalde de evde olmayı seven bir insan olduğum için hayatımda kendi açımdan
çok büyük bir değişiklik olduğunu söyleyemem. Bu süreçte oğlumun da beni ve çevresindeki (yaşlı
demeye dilim hâlâ varmıyor) büyükleri korumak üzere eve kapanması, açıkçası benim için çok büyük bir
ödül oldu çünkü onu evde görmeyi çok özlemiştim. Hatta “Anne nasıl bir dilekte bulunduysan, sadece
ben değil, tüm dünya olarak 7/24 evdeyiz artık” diyerek bana sataşıyordu.
Yaşadığım sitenin fiziksel koşulları nedeniyle çok şanslıyım çünkü çok sakin ve izole bir yerleşim bölgesi
olması nedeniyle özgürce yürüyüşlerime devam edebildim, hasta sayılarının arttığı dönemlerde bile
sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uyarak bu sitedeki arkadaşlarımla kahve içip sohbet edebildim.
Yıllardır aynı yerde yaşamama karşın, belki de ilk defa minik bahçemin tadını doya doya çıkardım. Kitap
okudum, dayanışmanın gücünü ve yardımlaşmanın güzelliğini gördüm, kendimi geliştirebileceğim eğitim
programlarına katıldım ve evet, ben de ekmek yapmayı öğrendim.
Sürecin bana düşünsel anlamdaki getirilerinden biri de birçok insan gibi genelde hayatı, özelde de
kendimi sorgulamak oldu. Sağlıklı olmanın ne kadar değerli olduğunu biliyordum zaten. İlk defa bu
dünyadaki herkesle aynı dili konuştuğumu, aynı haberleri takip ettiğimi fark ettim ve kendimi tüm dünya
insanlarına çok yakın hissettim.
Bütün bu öğretilerle kendimizi çoğaltabileceğimiz, güzelliklere evrilebileceğimiz yeni bir dünya düzeninde
hepimize sağlıklı, mutlu ve iyilik dolu günler diliyorum.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 26
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 27
NÂZIM ŞİİRİ VE “SAMAN SARISI”
Hüseyin İçen – Çamlık Sitesi
Salkımsöğüt
1928
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
…
Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası
1941
Hakikat çok taraflıdır.
Fakir bir Şimal kilisesinde
- Şeytan'ın iğvasıyla da olsa –
fakir bir papaz
onu o kadar uzun anlatamaz.
İnzibat kuvvetleri aldı haberi
- kadife ceketli orman bekçisinden –
gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
Ve asfalt yolun üzerinde
arasında silâhlı iki adamın
giderken muhterem peder
Şeytan baktı arkasından:
çekik kaşlarında ümit
ve sivri sakalında keder.
...
Giderayak İşlerim Var
1959
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 28
Saman Sarısı
1961
I
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
Varşova’da Biristol Oteli’nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
…
***
Nâzım’ın erken dönem şiirleri vardır. Ses yinelemeleriyle, ilginç görüntülerle doludur. Başkaca
şiir yazmamış bile olsaydı, kendi içlerinde iyi şiirlerdir. O dönemde dilimizle oynayıp şair olarak
kendini, biçemini aramaktadır.
Nâzım’ın ders verici şiirleri vardır. “Yoksul Bir Kuzey Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası”,
örneğin. Çizdiği resim sizi derinden vurur, inanç ve önyargılarınız sarsılıp yeni bir düzen alır.
Bilgilenirsiniz, bilgeleşirsiniz.
Nâzım’ın inanç dolu şiirleri vardır. “Vatan Haini” şiirini okursunuz ve onun o günkü öfkesini
bugün hissedersiniz. Gönlünüz titrer, ülkemizin, dilimizin en büyük şairine neler yapmışız diye.
Sol yumruğunuz havada yürümek gelir içinizden.
Nâzım’ın orta dönem şiirleri vardır, duygulu, iç titreten şiirler.
Nâzım’ın ağlatan şiirleri vardır. “Tanya – Asılan Partizan”, örneğin. Ben her okuyuşta ağlarım,
sanki yasa zoru varmış gibi.
“Saman Sarısı” ise tam olgunluk dönemi şiiri Nâzım’ın. Ağır, etkili, düşünceyle dolu,
çağrışımlarla zengin, birbiri ardınca gelen bir izlenimci resimler dizisi gibi. İç burkucu, aşk dolu,
özlem, ayrılık, inanç dolu...
“Saman Sarısı”, düşündüren, derinlere daldıran bir şiir. İnsan, aşk, evren, yaşam, ölüm üzerine
derinlere daldıran... Ağır kavramlara, ağır düşüncelere yöneltir sizi. Şiirin her yanı çağrışımlarla
dolu. Yavaş yavaş okursunuz, görüntülerin hiçbir ayrıntısını kaçırmamak icin.
Sözcükleri yerli yerinde; fazlası yok, eksiği yok. Hepsi iyi tartılıp iyi seçilmiş. Sürükleyip
götürüyor götürmek istediği yere. Biçimiyle de, içeriğiyle de tamam. Uzunluğuyla sarıyor gittikçe
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 29
–bir Mahler senfoni gibi. Süssüz, yalın, ama görkemli –bir Mahler senfoni gibi. ...
“Saman Sarısı”, kendisiyle ayni dili konuşma şansını yakaladığımız, dilini yurt edinmiş büyük
şairimizin büyük şiirlerinden biri. Sanki ölümün yaklaştığını hissettiriyor, karanlık bir köşeden bizi
izlediğini. Bir vasiyet gibi. Acılı bir yaşamöyküsünden süzülmüş bir vasiyet. Nâzım’ın bizim için
yazdığı, Nâzım’ın vasiyeti. Sesi titriyor kimi yerlerde... Ama inancı hâlâ dimdik. Kılpayı gevşeme,
kıvırma yok.
Benim yaşamımı zenginleştirdiğini hissettiğim şiirlerden, en başta gelenlerden, belki en başta
gelen, “Saman Sarısı”.
Bir tek yapıtı olan, başka bir şey yazmamış yazarlar vardır. Tek bir romanıyla ülkesinin
yazınında baş köşeye oturur. Ya da tek bir şiir kitabıyla. Nâzım çok şiir yazdı. Başka hiçbir şiir
yazmasaydı da bir tek “Saman Sarısı”nı yazsaydı Nâzım, Türk Yazını olurdu. Nâzım, Türk
Yazınıdır.
Türk dilinin yükseklerinden, beklenmedik, açıklanamaz biçimde geçen bir akanyıldızdı Nâzım.
Göreni ışıklara boğan… Öncesi yok; ne yazık, sonrası yok. Sanki Nâzım, Nâzım şiirini tüketti.
Nâzım Hikmet’in ölüm gününün hesabını hiç yapmadım. Gömütü hâlâ Moskova’da diyorlar, hiç
düşünmedim. “Saman Sarısı”nı yazabilen şair, ölmüş olamaz diye düşündüğümden…
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 30
DENİZ GÜNCESİ
Dursun Nadir – 100. Yıl Mahallesi
bardağımda rimbaud’nun sarhoş gemisi
yelkenleri şişiriyor
rüzgârın sesi
el sallıyorum halikarnas balıkçısına
aganta burina burinata
bir ileri bir geri
sarsılıyor direkleri geminin
yalılar geçiyor sıra sıra
vedası buruk ağlamaklı
sarnıçları yorgun kentin
albatrosun kanatları vuruyor yüzüme
ıslığımla selamlıyorum limanları
bulutlara dokunuyorum hafiften
içimde çıldıran bir çocuk
küçülüyor yaşım
bir miçoyum örselenmiş elleri
deniz yağmuruyla serinliyor
güneş yanığı alnım
düşler denizi ilk durağım
mercan kayalıklar
altın sular
zümrüt ada
uyandırmayın sakın
sallanayım sallanayım
bir o yana bir bu yana
koynunda dalgaların
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 31
ÇİĞDEM MAHALLESİ MUHTARLIK
ÇALIŞMA RAPORU
Sevgili Komşularımız,
46.Raporumuzda mahallemizde yapılan ve yapılması devam etmekte olan
çalışmalar ve yaptığımız görüşmeler hakkında bilgileri paylaşıyoruz.
1. Hepimiz için zor ve sıkıntılı günlerin, yavaş da olsa ortadan kalkmaya başladığını düşünüyoruz.
Maalesef bizlerin veya sevdiklerimizin yakınlarından kaybettiklerimiz oldu. Hepsine Allahtan rahmet
diliyoruz. Işıklar içinde yatsınlar. Yakınlarına sabırlar diliyoruz.
2. Çankaya Belediyesi Ramazan nedeni ile mahallemizde ihtiyaç sahiplerine gıda yardımı dağıttı. Yine
Çankaya Belediyesinin ihtiyaç sahipleri için getirdiği günlük sütler iki haftadır muhtarlığımız tarafından
Çankaya Belediyesinin daha önceden belirlediği kişilere teslim edilmektedir.
3. Büyükşehir Belediyesi Özel Projeler Daire Başkanı ile yaptığımız görüşmede yaşanan salgın nedeni
ile Şirindere Bölgesi ile ilgili çalışmaların askıya alındığı, ama kurum içerisinde sorunu çözebilmek için
çalışmaların devam ettiği bilgisini aldık. Şu an için en önemli sorunun bölgeden taşınan hak sahiplerinin
belediyeye anlaşmak için gelmemesinden kaynaklandığını öğrendik. Hak sahipleri belediye ile sözleşme
imzalamadıkları için yıkım yapılamıyor.
4. Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Mansur Yavaş’ın başlattığı ‘Veresiye Defter Kapatma, Su parası
Ödeme, Otobüs kartı yükleme’ kampanyalarına desteği Çiğdemim Derneği ile birlikte sürdürdük.
Komşularımızın kampanyaya destekleri ve bize olan güvenleri için tekrar teşekkür ederiz. Diğer
mahallelerde de bu tür dayanışmaların olması en büyük dileğimiz.
4. Çiğdemim Derneği ve muhtarlığımızın 65 yaş üstü komşularımızın sokağa çıktığı pazar günlerine
biraz renk katmak planı doğrultusunda Sinan Kayalıgil komşumla birlikte uzun zamandır saksafon
dinletisine hazırlanıyorduk. Bu fırsatı 31.05.2020 tarihinde bulduk. Can Yücel Parkı’nda uzun zamandır
evlerin çıkamayan komşularımızla buluştuk. Sürpriz yağmur biraz korkuttu ama kısa sürdü. Yağmura
rağmen alandan ayrılmayan komşular ile günün kalan kısmının keyfini çıkarttık. Amatör müzisyenler
olarak bizleri onurlandırdıkları için kendilerine teşekkür ederiz.
Haziran ayında doğan komşularımızın doğum günlerini kutlar, sağlıklı günler dileriz.
EVİMİZDE KALALIM SAĞLIKLA KALALIM, EVDE HAYAT VAR
Çiğdem Mahallesi Muhtarı
Hasan Hüseyin Aslan
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 32
BAHÇEMDEKİ JAPON ERİĞİ
Elvan Akbay – Çamlık Sitesi
Dün deli bir yağmur vardı Ankara'da, gün akşamla kucaklaşırken... Ve akşam, geceye dönüşene dek
sürdü gökyüzünün inleyen sesi. Kimi zaman daha da ağırlaşan damlalar, dolu tanecikleri oluverdiler.
Kimi zaman da kocaman yağmur damlacıkları olarak akıp gittiler.
İyi oldu, rahatladı gökyüzü. İçindeki seli akıttı dünyaya ve sabah, güneşli bir gün yarattı. Şimdi bu erken
saatte dışarıda sadece kuşların sesi var ve sonsuz bir dinginlik.
Arka bahçemdeki Japon eriği ağacına takıldı gözlerim. O
ağacı öyle çok severim ki ben. Bütün mevsimlerde doya doya
izlerim. Sonbaharda o muhteşem koyu bordo yapraklarını
döker, hemen gövdesinin dibine. Site görevlilerine izin
vermem, o yaprak öbeğini kaldırmak istediklerinde. Karşı
komşumun onun dallarını kesme girişimlerine de karşı
koyarım her sene. Kışın, üzerine kar yağmış dalları, beyaz
beyaz kucak açar ve ben yine onu seyrederek kahvemi içerim.
Baharda pembe renkli çiçekler açar ama çok fazla meyvesi
yoktur, aşılı olmadığı için. Ben de aşılatmam, kimse bu doğa
parçasına dokunmasın diye. Yazın, arka bahçemi sularken
onun yapraklarını da sularım, tozdan arınsın ve su sesinin
yapraklara değişini bana dinletsin diye.
Evet, bu sabah arka bahçemdeki Japon eriği ağacına takıldı
gözlerim. Dünkü deli, ağır yağmurdan sonra dallarını eğmiş,
neredeyse çimenlerle kucaklaşmıştı. İçim acıdı, pencerenin
ardından bakarken. Kısacık sürede öyle çok şey düşündüm,
öyle korktum ki. O güzel renkleri taşıyan dallar kırılmış mıydı
yoksa? Yüreğim burkuldu bir an. Olsun, ben budamıyorum ama birçok insan buduyor Japon eriği
ağaçlarını. Varsayalım ki budadım bu sene. Gene büyür, gelişir. Gene mevsimlerce sunar, güzelliğini.
Hem hayat herkese ayrı bir yük bindirmiyor mu? Japon eriği ağacımın payına da bu düştü bu sene.
Hepimiz zaman zaman yüklerimizin altında ezilmiyor muyuz? Belimiz bükülmüyor mu? Arka bahçemdeki
tek ağaç o; tek ve yalnız.
Birden fırladım bahçeye, sabahın 05.30'unda. Yeni başlayan güne karıştı, yüzümün aydınlığı bir anda.
Dallar kırılmamıştı, hepsini tek tek inceledim çünkü. Hâlâ dün akşamki ağır yağmur damlalarını
taşıyordu. O yüzden beli bükülmüştü. Birden kendimi Japon eriği ağacımın dallarını, onu incitmeden hafif
hafif sallarken buldum, omuzlarındaki yükü atmasına yardımcı olmak için. Sabahın sessizliğinde,
sırılsıklam ve endişe doluydum. Bir an durdum, kendi hâlime güldüm ve sonra yine o ağır yağmur
damlalarını çimenlere döksün diye sallamaya başladım. Fark ettim ki tek başıma başaramayacaktım.
Kim bilir belki de doğaya insan elini karıştırmamalıydım. Yine doğadan yardım umdum. Birazdan güneş
yükselecek ve bana yardımcı olacaktı, yağmur damlalarını kurutacaktı ve Japon eriği ağacım yine dimdik
yükselecekti.
30.06.2006
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 33
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 34
KEDİLİ KİTAPLAR
H. Fatoş Gür - Çiğdem Mahallesi
Değerli Komşularım,
Bu yazıda sizlerle, sitemizin yazarı Banu YOBAŞ’ın tatlı bir dille kaleme aldığı, kedili kitaplardan söz
eden yazılarından ikisini paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar…
İşte Öyle Hikâyeler
Yazar: Banu YOBAŞ
Nobel edebiyat ödüllü (1907) yazarın Kendi Başına Dolaşan Kedi adlı hikâyesi kedi, köpek ve
atın nasıl evcilleştirildiğini öylesine ilginç anlatıyor ki rahatlıkla her yaştan okuyucuya tavsiye
edilebilir.
Öylesine Hikâyeler’i besleyen, Rudyard Kipling’in çocukluğunda Hintli dadılarından dinlediği
masallardır.
Bombay’da doğan Kipling yıllar sonra bu masallardan hatırladıklarını fabl, Binbir Gece Masalları,
Budist hayvan masalları, Kelile ve Dimne gibi başka hikâye gelenekleriyle harmanlayarak kendi
çocukları için yeniden yazar.
Hayal gücünün eğlenceli bir anlatımla birleştiği Öylesine Hikâyeler küçük büyük tüm okurlarına
güzel saatler vaat ediyor.
Ortaya çıkan 12 hikâyeyi kendi çizimleriyle süsleyerek küçük okurlarının beğenesine sunar ve
böylece, tam bir asırdır dünyanın her yerinde hem çocukların hem de yetişkinlerin severek
okuduğu Öylesine Hikâyeler ortaya çıkar.
Arka Kapaktan)
Benim okuduğum İş Bankası Kültür
Yayınlarının Edebiyat dizisinde 138
numarayla yayınlanan ilk baskısıydı,
zaman içinde Çocuk
Klasikleri arasında adı ve ebatları
biraz değiştirildi. İlk baskıyı almak
isteyenler olabileceğini düşünerek
bendeki baskının detaylarına da yer
vermek istedim.
YBauyısnalayRÇBfneaeamslvasiIÖmiaSrırmeısylBmenlıeNnTy:ıseıBaz:inndri9esi:eha7gtRie5ü:Hk4udmŞüi5ykiuğçaâ8Kbiüry2nodake5ivtzl1Kuek23bliro0mpim0lliagn1zşigluelrai rvıemfıozİşıtnoBğrİBaİreşşnaatJsekÇfsuilamıaÖos1msrtc5,yııuS8TlşKdekoaiSüeiHrKrSlar,ithnliütykaoiröe:fâsaryYk2iyikek@e0alseül0yerc8ıirngigliabdriıeymapimıt.laorrıgn.ıtrsiazlderrelesipnaeyblaeşkılyiyoorruuzz..
110mm x 180mm
Dili: Türkçe
Rudyard Kipling
Çeviren : Begüm Kovulmaz
ISBN: 9789944883115
140mm x 210mm
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 35
Mırnâme – Büyüklere Kedi Şiirleri
Varlığını bir yazar ile bir ressamın dostluğuna borçlu bir kitap Mırnâme…
Sayfalarında kedilerin şiirlerle, resimlerle köşe kapmaca oynadığı bu kitap bazen gülümsetiyor
okuru, bazen ise içiniz burkuluyor, hüzünleniyorsunuz.
Hem yetişkinlerin hem de çocukların ellerinden kolay kolay bırakamayacağı türden.
Kitaptan bir şiir seçmek kolay değilse de tadımlık bir şiir eklemeden de olmazdı.
Kedi ve Korku Yalvaç Ural
Yapı Kredi Yayınları
Uzaklara bırakılır Doğan Kardeş
Bazen kediler. Basım Tarihi: Haziran 2013
Bir daha gelmesinler diye, 2.Basım
Sevilmedikleri yerlere.
Ama yıldızlar 52 Sayfa
Öteden beri Dili: Türkçe
Dostudur kedilerin,
Elleriyle götürürler onları
Kovuldukları evlere
Resimleyen : Feridun Oral
ISBN: 978–975–08–2206–3
165mm x 220mm
Kaynak: https://www.diyabetikkedi.com/category/yazar-ve-cizer-kadromuz/banu-yobas/
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 36
TARİHTE ANKARA KABADAYILARI
Turhan Demirbaş - Başak Sitesi
Ülkemizde varlığını uzun bir zaman sürdüren ağalık ve kabadayılığın nedenleri üzerinde, ne yazık ki
şimdiye kadar hiç kimse durmamış ve incelememiştir. Bir başka yönüyle bunların yaşantıları bir değer
olarak ele alınmak istenmemiş, hiçbir sosyolog, pedagog veya psikolog bu çok önemli konuya nedense
el atmak istememiştir.
Ankara’da, genellikle Anadolu’nun Kırşehir, Çankırı,
Gümüşhane ve Bayburt gibi illerinden göç eden ailelerin
okumayan veya en çok ilkokulu bitirmiş kişileri arasından
bitirim ve kabadayılar türemiştir.
Genelde lakapları vardır. Hepsi de yaşlanınca keşke
okusaydım demektedirler.
Bu kırsal kesimin sorunlu ailelerin çocukları büyük şehirde
bocalamışlardır.
Ankara’nın kabadayıları Hatip Çayı ve Bentderesi
semtlerinde bulunan kahvehanelere ve gazinolara
gitmektedirler.
Altındağ’daki birçok mahallerde yetişmişlerdir. Hacettepe
semtinde gençlik günlerinde buluşmuşlar, Ankara Boks
İhtisas Kulübü’nde boks sporu yapmışlardır. Muazzez
Abacı’nın, boks antrenörü olan babası Oktay Altıok bu bıçkın
delikanlılara boks öğretmiş ve birçoğu Türkiye
şampiyonalarında madalya almışlardır.
Özmen, Mehmet (Haz.) Tarihte Ankara Araştırmacı Mehmet Özmen’in yayına hazırladığı Tarihte
Kabadayıları, Sokak Kitapçısı Yay. Ankara-2009. Ankara Kabadayıları adlı kitapta yer alan isimler şunlar:
Kalburcu Hüseyin Ağa, Çıtağın Ahmet Ağa, Köre Behçet, Hacettepeli Kürt İsmail, İsmet Paşalı Laz
Osman, Başçavuş Mustafa Dörtyol Aile Bahçeli Boşnak Muharrem, Aile Bahçeli Boşnak Selim (Berber
Selim), Altıntaş Mustafa, Arnavut Abidin (Kör), Arnavut Rıza (Tahta Bacak), Kayserili Şaban, Jandarma
Kemal, Niğdeli Mustafa, Oğul Hüsnü, Deli Bekir, Sarı Veli, Hacettepeli Kabadayı Mehmet, Kürt Cemali,
Sarı Vahit (Yenidoğanlı), Sivaslı Cumali, Hacettepeli İhsan (Orle İhsan), Kızılcahamamlı Rıza (Rıza
Karataş), Tatar Bekir, İtfaiyeli Alişan, Atıf Beyli Kürt Yusuf (Yusuf Han), Yenidoğanlı Ali Çavuş, Atıfbeyli
Boz Ziya, Kürt İrfan, Atıfbeyli Binali, Atıfbeyli Yaşar, Uzun Ahmet, Yusuf Kepekli.
Kütüphane No; 21367 Araştırma- Ankara Bölümü
BİRLİKTE GÜÇLÜYÜZ !
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 37
SALGIN DÖNEMİNDE, PARKTA KONSER
Neriman ACAR – Dünya Bir Vadi sitesi
Çiğdem Mahallesi, yani bizim mahallemiz; iyi günde kötü günde bir araya gelebilen birbirine destek
olabilen kişilerden oluşan özel bir mahalledir.
Tüm dünya ile birlikte bizler de korona virüs salgını nedeniyle zor günler geçiriyoruz. Bu karantina
günlerinden en çok da 65 yaş üstü insanlarımız etkileniyor. Çoğunun kısıtlı olan sosyal yaşamları,
ilkbaharı yaşadığımız şu günlerde, en azından parklarda bahçelerde temiz havanın güneşin keyfini
çıkarabilecekken evlerinde karantina altında geçiriyor.
Bu dönemde mahallelimizin ve özellikle de 65 yaş üstü, komşularımızın yardımına yine Çiğdemim
Derneği ve muhtarımız, her zamanki özverileri ile, el
uzattılar.
31 Mayıs günü, bu yaş grubunun izin saatleri sırasında,
Can Yücel Parkımızda, nefes almak için yoğunluk
kazandıkları saat 15’den itibaren, derneğimizin katkıları ile
sevgili muhtarımız Hasan Hüseyin Aslan ve azası sevgili
Sinan Kayalıgil saksafonları ile oldukça keyifli ve müzik
dolu anlar yaşattılar. “Yiğidim Aslanım”dan, “Bessame”ye,
“Mucho”dan “Çavbella”ya kadar birbirinden güzel parçaları
parkta toplanan yaklaşık ikiyüz kadar komşuya dinlettiler.
Komşular kah şarkılara eşlik etti kah dans etti. Bir ara
yağan yağmur bile kimsenin coşkusunu etkilemedi.
Haftaya tekrarı içinde yoğun bir istek vardı.
Konser diğer komşular için de derneğin instagram hesabından canlı yayınlandı. Şimdi de derneğin
youtube kanalından izlenebilir.
(https://www.youtube.com/watch?v=n6zqnfjoB6k )
Umarım izin günlerinde değil de gelecek özgür ve sağlıklı
güzel günlerde her yaş grubunun katılabildiği
etkinliklerde birlikte olabilmeye en kısa zamanda devam
ederiz. Sabırsızlıkla bu günleri bekliyoruz.
Derneğimize, muhtarımıza ve Sinan beye bizlere
yaşattıkları müzik dolu anlar ve emekleri için çok
teşekkürler.
HAYAT BİRLİKTE GÜZEL
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 38
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 39
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2020 SAYFA 40