The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Vladimir Bartol - Fedailerin Kalesi Alamut-PDFConverted

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by rirofo7514, 2021-04-10 11:33:24

Vladimir Bartol - Fedailerin Kalesi Alamut-PDFConverted

Vladimir Bartol - Fedailerin Kalesi Alamut-PDFConverted

ayırmayı bize bırakır. At gözlüğü takarak metni okuyan biri
Orta Doğunun fanatiklerle, hiçbir şeyi sorgulama yetisine
sahip olmayan insanlarla dolu olduğuna ilişkin peşin
hükümlerinin pekiştiğini görecektir. (İyi de sadece altmış yıl
kadar önce siyah gömlekleri, deri ceketleriyle Avrupa’nın
altını üstüne getiren o çeteye yönelen desteği nasıl
yorumlayacaksınız o zaman?) Kötü niyetli bir okuma, metnin
terörist faaliyetler için bir nevi af dileme olarak algılanması
gerektiğini ileri sürebilirler. Ama bu da son derece riskli bir
tutum olacaktır. Dikkatli okurlar Alamut’un aslında tüm
bunlardan çok daha farklı yerde bulunduğunu bilir.

Her şeyden önce Alamut ideolojilerin bilhassa da
dogmatik öğeler taşıyan ideolojilerin eleştirisi olarak
algılanmalıdır. İnsan sağduyusuna meydan okuyan, hayatın
Tanrı’nın krallığına ulaşma hedefi uğruna feda edilmesini
öneren ideolojilerle yargılama özgürlüğü ve karar verme
hürriyeti sunan görüşlerin çatışması metne yedirilmiştir.
Aslında metinde Hasan uzun uzun İslam düşüncesine
yönelttiği itirazları sıralayıp, diğer dini alternatifler üzerinde
durarak kendi yaşam deneyimlerini anlatırken, tüm bu süreci
genç bir insanın hakikat arayışı ve neticesinde de gözündeki
perdeden sıyrılarak gerçekleri görmeye başlaması
çerçevesinde izah etmektedir. Kişisel sorununu kendisini
deneyime, bilime, hakikatin duyularla nasıl algılanacağına
yoğunlaşarak çözdüğünü anlatır. Lâkin bu pozitivist yaklaşım
bir süre sonra hiper - rasyonalizasyon seviyesine çıkar. Yani
insani her türlü duygunun mantıksız ve geçersiz olarak
telakki edilmesi artık Hasan’ın inanç yerine ikame ettiği yeni
dogmasıdır. Bu düşüncesine öylesine bağlanır ki sonunda
tüm ahlaki değerleri reddedeceği, dünyaya hükmeden
yegane güç olarak kendisini göreceği seviyeye ulaşır. Artık
maksimum güce ulaşmak için kendisinden aşağı gördüğü
insanlara karşı her türlü davranışı sergilemekte beis
görmemektedir. Zaten nihayetinde de bu görüşünü
tarikatının en önemli düsturuyla ortaya koyar. “Hiçbir şey
gerçek değil, her şey mubah.”

Ama Bartol bir taraftan da Hasan’ın karakterinde onun
büyük bir ihtimalle asla kabullenmeyeceği ölçüde karmaşa
ve zayıflık görmemize de olanak verir. Örneğin zaman

zaman aslında hayatının temel amacının en büyük rakibi,
Nizamülmülk’ü alt ederek ondan asla unutulmayacak bir
intikam alma arzusu olabileceğine dair birtakım ifadeler
okuruz. Sonra birdenbire kendisini evrende yalnız ve
savunmasız hissettiğini görürüz. Romanın dönüm noktasına
doğru yaklaşırken birdenbire ortaya büyük bir çelişki koyan
bir itirafta bulunur. Hayatının asıl büyük gayesinin Selçuk
işgali altında olmasından dolayı hissettiği nefretin neden
olduğu öfkeyle yapmaktadır her şeyi. Lâkin kelimelere
dökmese de bu gaye uğruna savaşırken dahi duygu ve
beden birlikteliğini reddeder. Oysa derinliklerinde bu tür bir
şeyin büyük özlemi içinde olduğunu net biçimde hissederiz.
Bu ve benzeri rasyonel olmayan etkiler onun aşırı gerçekçi
ideolojisini tehdit edeceğinden bastırılmak zorundadır. Ama
bu da bir diğer taraftan Hasan’ın kişiliğine olumsuz etki eder.
Neticede duygusal olarak deforme olmuş bir insanın ne
derece zeki olursa olsun istediğinden fazla güce sahip
olmasının son derece trajik olduğu ortaya çıkar.

Romanın ikinci yarısında Hasan çeşitli olayları birbirine
bağlarken hep trajedimizin bundan sonraki sahnesine
geçiyoruz tarzında ifadelerde bulunur. İlk anda hangi
trajediden, kimin trajedisinden bahsedildiği pek açık değildir.
Lâkin kitabın son bölümünde geleceğe bakan Hasan bu
mekanizmaya en büyük tehdit de yine bizden
kaynaklanmaktadır derken aslında intihar girişimcilerinin
korkutucu eylemlerini kast etmektedir.

Hasan’ı her şeye kadir bir kuklacı olarak çizen (ki
gerçekten de öyledir) metin hadımların çektiği halatlarla
yükselip alçalan asansör vasıtasıyla da aynı kuklacı
temasına göndermede bulunuyor gibidir. Zira bir yandan
nihai güce sahip olsa da bir tarafıyla bu hadımların
birdenbire kendi aşağılanmış hallerini idrak ederek halatları
kesip kendisini öldürebileceklerinden de endişe etmektedir.
Kitabın son cümlelerinde ortaya koyduğu kulesine kapanıp
hayatının geri kalanını İsmaili kanunları ve inanç sistemi
üzerine çalışarak geçireceği, bir daha da asla dışarı
çıkmayacağı düşüncesi de son derece ironik bir son olarak
nitelendirilebilir. Hasan’ın bu noktada net biçimde
göremediği şey aşırı gerçekçiliğiyle meydana getirdiği

mekanizmanın yönelttiği tehditten kaçabilmek için inzivaya
çekilişinin aslında kendisini asıl kurban haline getirdiğidir.

Romanın duygu bütünlüğü ne anlatılarak ne de diyaloglar
yoluyla verilmiş, tam tersine ana karakterlerin sessiz
tavırlarıyla sezdirilmek istenmiştir. Bu bazen duygularının
neden olduğu tasvirlerle, istem dışı mimiklerle,
bakışmalarla, kaş çatmalarla, vücut diliyle anlatılmaya
çalışılmıştır. Kabul etmek gerekir ki böyle bir yöntem gerçeği
kelimelerin ifade edebileceğinden daha güçlü biçimde
ortaya koymuştur. Bu etkileyici duygu ifadeleri genelde
yarıda kesilmiştir. Bunun sebebi kısmen durumun son derece
kısa sürede olup bitmesi kısmen de çok daha önemli
hususların gündeme oturmasıdır. (Fedailer söz konusu
olduğunda ideoloji, kızlar söz konusu olduğunda vazifeler,
Hasan söz konusu olduğundaysa mantık bu önemli hususları
ifade eder.) Bu yüzden de tam olarak anlayamadığımız
ancak sezer gibi olduğumuz duyguların ifadesi bıçakla
kesilmişçesine son bulur. Ama tüm bu engellere rağmen
roman hakikatin ifşa edildiği çok sayıda kırılma noktası
içermektedir. Felsefeyi bireyselcilik olarak kabul eden
filozoflar dünya savaşları arasında bu türden dürüstlük
anlarıyla ve insani ilişkilerin neden olduğu savunmasızlığı
ilahi gücün tezahürü olarak görmeye eğilimliydi. Dogmatik
dinlere ve sosyal bilimlerdeki benzeri yansımalarına (o
zamanlar için bu Freud etkisindeki psikoloji ve Marksizm
olarak nitelendirilebilir) tepki olarak bireyselciler insan
kişiliğine biyolojik, sosyal ve tarihi açılardan yorumlar
getirmek dışında konuyu psikoloji, ahlak ve maneviyat
penceresinden de inceleme arzusunda oldular. Bartol
vatandaşı çok sayıda gençle birlikte Paris’te eğitim gördü.
Sonrasında bu bireyselci aydınların da bir hayli etkisinde
kaldı. Bunlardan arasında psikolog Anton Trstenjak ve şair
Edvard Kocbek de vardı. Her ne kadar Freud ve Nietzsche,
Bartol’u erken döneminde en çok etkileyen kişilerse de,
Özellikle Hasan’ın kusursuzluğa ulaştırma maksadıyla
verdirdiği derslerden de anlaşıldığı üzere Alamut’un temelde
tekamüle ermiş bir insan modeli önerdiği anlaşılır. Kısacası
Bartol’u mutlaka bir ideolojiye yakın görmek gerekirse bu da
bireyselcilik olacaktır.

Bu düşünceler ışığında bakılınca eserin yıllar boyu
eleştirmenleri şaşırtıp, üzerlerinde tartışmalar çıkmasına
neden olan birbiriyle çelişen kısımları anlam kazanmaya
başlar. Eğer, “Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah,”
biçiminde ifade edilen görüşü İsmaili hareketi için temel
kabul edersek ilk başta bu sözlerle alakası yokmuş gibi
duran “Omnia in numero et mensura,” şeklindeki ikincil
düsturun da aslında önemli mana taşıdığını kabul etmemiz
gerekir. Her şey ölçülere dayanır, hepsi bu. Başka bir
ifadeyle, kuşkuculuk ve rasyonalizm önemli değerlerdir ama
kişinin bu kavramlara bütünüyle teslim olması Hasan’ı ve
onun zeki veya akılsız kurbanlarını trajediye sürükleyen
temel unsur olarak kabul edilebilir.

Bartol kendi görüşlerini ve bilhassa ilgilendiği konulan
Hasan ve diğer roman karakterlerine yedirerek ifade etme
yolunu seçmiştir. Kendisi felsefe, tarih, matematik ve doğa
bilimleri alanlarına meraklı, öğrenmeye hevesli bir
öğrenciydi. Tıpkı kendisinden dört yaş daha büyük olan
adaşı, Lolita’nın yazarı Vladimir Nabokov gibi o da amatör
bir böcek ve kelebek araştırmacısıydı. Dağcılarıyla ünlü bir
ülke vatandaşı olarak Bartol da aslında edebi açıdan en
yüksek zirveye tırmanmış sayılabilir. Kendisinden üç yaş
büyük ünlü bir Fransız yazar gibi pilotluğa hevesliydi. Ve
aslında bu konuda bir hayli de yetenekliydi. Ama tüm bu
hobiler yazarlık kariyerine geçişine sıçrama tahtası olarak
hizmet eden faaliyetler olarak görülmelidir. Bir insan ya
merak dolu, Öğrendiklerini tecrübe etmeye takıntı
derecesinde tutkuludur ya da yalnızca yaşam sevgisiyle
doludur. Özel yaşamında Bartol daha ziyade ikinci gruba
uygun bir bireymiş imajı çizse de romanında ilk gruba ait bir
bireyin abartılı kompozisyonunu resmetmeyi tercih eder.

Alamut’un 1957 baskısı üzerine kendisinden bir yorum
istenince yaşlı Bartol meraklı okurlarına şöyle hitap etmiştir:

Alamut okuru bir tek hususu kesinlikle fark edecektir.
Hasan’ın kullandığı yöntemler ne derece korkunç, insanlık
dışı, alçakça olsa da, onun bu türden davranışlarına maruz
kalan kişiler temel insani değerlerini zerre kadar yitirmezler.
Fedailerin dayanışması asla bitmez. Aralarında tıpkı
bahçelerdeki kızlar arasında olduğu gibi sağlam bir dostluk

İ

bağı oluşur. İbni Tahir ve arkadaşları gerçeği öğrenme
isteğiyle yanıp tutuşmaktadırlar. Ama İbni Tahir sonunda en
çok inanıp güvendiği adam tarafından kandırıldığını
öğrendiğinde dahi Meryem’in kendisine olan aşkının bir
aldatmaca olduğunu fark ettiği andaki kadar üzülmez. Ve
nihayetinde tüm gaddarlığına karşın Hasan evrende tek
başına olduğu düşüncesini yüreğinde hissetmenin neden
olduğu mutsuzlukla kıvranmaktadır. Eğer biri yazarın
Alamut’a yedirdiği manayı, arka planında yatan duyguyu
anlamak isterse ona şöyle demek isterim. “Dostum!
Kardeşim! İnsanı dostluğun gücü kadar kahramanlaştıran
başka bir şey var mıdır? Yüreğimize aşktan, sevgiden daha fazla
işleyen bir şey bulabilir misin? Ve hakikat kadar övgüye layık
başka lir kavram var mıdır?”

Michael Biggins Ağustos 2004
Eserin İngilizce çevirmeni

Alamut’un Türkçe Çevirisi Üzerine
 
Daha önce de ülkemizde yayınlanan Alamut’un bu
baskısının çevirisini yaparken zaman zaman artık nispeten
kullanım dışı kalmış kelimeleri tercih ettim. Bunu hem bin
yıllık tarihi bir hikayenin okunduğunun akıldan
çıkartılmaması, hem de genç okurları kısmen de olsa farklı
kelimelerle tanıştırmak amacıyla yaptım. Ancak metnin
tamamının bu şekilde eski kelimelerden oluşması sanırım
okuma zorluğu getirecekti. Bu yüzden de aynı kelimeyi
bazen eski bazen de yeni kullanımıyla karşılamayı uygun
buldum.
Alamut, çok farklı düzlemlerde okunabilecek gerçek bir
şaheser. Anlattığı Selçuklu, Melikşah, Nizamülmülk hikayeleri
de oldukça çarpıcı. Ancak yine de bunun bir kurgu eser
olduğu hatırdan çıkartılmamalı. Zira Hasan Sabbah’ın ve
haşhaşilerin gerçek tarihine ilişkin elimizde Selçuklu tarihi
metinleri dışında pek de bir kaynak yok.
Hasan Sabbah’ın 1124 yılında öldüğünü biliyoruz. Hasan
Sabbah arkasında güçlü bir silahlı örgüt ve sadece İran’da
değil tüm Mezopotamya’da korkutucu bir askeri ve siyasal
güç bırakmıştır. Tarikat Moğol istilası yıllarına kadar ayakta
kalmıştır. Rivayetlere göre Alamut kalesi ise 1256 yılında
civarına gelen Moğol komutanı Hülagü Han tarafından
normal yollardan ele geçirilemeyince; kalenin bulunduğu
tepenin altında petrolün keşfedilmesiyle tüneller kazılarak
ve bu tünellerin içlerinde petrol havuzları oluşturulup ateşe
verilerek patlatılmış, dolayısıyla da imha edilerek ele
geçirilmiştir.
Bir başka ilginç husus da İngilizcedeki assassin (suikast)
kelimesinin haşhaşi sözcüğünün zaman içinde değişmesiyle
türemiş olmasıdır.
Okurun romanı bitirdiği zaman bir kez daha dönüp en
başından okuma arzusu duyacağına eminim. Kanımca ister
kurmaca olsun ister olmasın bir eserin bu şekilde
tanımlanması onun gerçek gücünü göstermektedir.
 

Ender Nail, Ocak 2012
 


Click to View FlipBook Version