DERGİ EKİBİ
YAYIN DİREKTÖRÜ: Nişantaşı Anadolu Lisesi Müdürlüğü adına Ertan DEMİRTAŞ
DERGİ GRUBU GENEL YÖNETMENİ: Enes Muhammet ERKAN
Emre SALMANZADEH
Ahmet Talha ÇAYLAN
YAZI İŞLERİ YÖNETMENİ: Büşra KILIÇ
YAZI KURULU: Ayda SAYAR
Bilge BEKİROĞLU
Burak Hasan PAKSOY
Büşra KILIÇ
Cahit Deniz KUTLU
Ceren GÜL
Dila Büyükuğur
Dilay Naz TANRIÖVER
Erva Su KANAT
Eslem DOĞAN
Eylül DÜNDAR
Eylül KÖROĞLU
Helin Nergis Şit
Melis HOŞERLER
Meriç Yılmaz BAŞ
Nigar Zeynep ZOR
Nisa Berrak YILMAZ
Şevval KURBAN
Volkan ÇINAR
Zehra Beren ÖZBEK
GÖRSEL YÖNETMEN: Büşra KILIÇ
GRAFİK TASARIM: Sude ÜNLÜ
DANIŞMAN ÖĞRETMEN: Serpil ŞİRİN
Sinan KARADAĞ
YAYIN TÜRÜ: Süreli yayındır. Kaynaklar yazıların sonunda belirtilmiştir.
2 Sosyal Bilimler Dergisi
3 Sosyal Bilimler Dergisi
4 Sosyal Bilimler Dergisi
Öncelikle özenle hazırladığımız Sosyal Bilimler Dergi'sini sizlere
sunmaktan mutluluk duyuyoruz. Sosyal Bilimler Dergisi ekibi
olarak öncelikli amacımız tarihimizi ve yaşadığımız yeri daha iyi
tanımak, sizleri kültürlendirmek ve insanlığın ortak hazinesi olan
bilime az da olsa katkı sağlayabilmek. İlginizi çekebileceğini
düşündüğümüz birbirinden farklı konuları, yerleri, insanları ve
hatta toplumları sizin için derledik.
İlginiz için şimdiden çok teşekkür ediyoruz. Bizi doğru yola asıl
götürecek olan şey sizin ilginiz ve tavsiyelerinizdir. Hem öğrenci
arkadaşlarımızın, hem de çok kıymetli öğrencilerimizin
düşüncelerini ve desteklerini bizden esirgemeyeceklerini
düşünüyoruz.
Bizi cesaretlendirip bu çalışmaya teşvik eden ve bize her daim
inanan Okul Müdürümüz Sayın Ertan DEMİRTAŞ'a ve Müdür
Yardımcımız Sayın Metin KUŞ'a çok teşekkür ederiz.
Derginin hazırlanması sürecinde bizlere rehberlik eden Coğrafya
Öğretmenimiz Serpil ŞİRİN'e ve Tarih Öğretmenimiz Sinan
KARADAĞ'a çok teşekkür ederiz.
Bilim ve akılın yolunda, sağlıkla, coşkuyla, merakla dolu bu
yolculukta yeni sayılarımızda buluşmak dileğiyle...
5 Sosyal Bilimler Dergisi
Sevgili okuyucular,
Üç yıldır okulumuzda bir birinden kıymetli güzel dijital dergiler çıkarılıyor.
Bunlardan biri de yeni sosyal bilimler dergisidir.
Tüm dergilerin bir yönüyle sosyal alanlarla bağını kurmak mümkündür.
Fakat bu derginin içerdiği tarih ve coğrafya ile ilgili konuları okuyunca bir
sosyal bilimler dergisinin dikkatinizi farklı yöne çektiği görülecektir.
Bu konulardan birincisi tarihteki Türk kadın hükümdarlar, ikincisi ise
Anadolu'daki endemik bitkilerdir. Özellikle günümüzde kadına yönelik şiddet
revaçta iken Türk kadın hükümdarların işlenmiş olması anlamlıdır.
Endemik bitkilerin sadece bizi değil dünyanın ilgisini çekeceğini
düşünüyorum. Öyle zengin bir bitki örtüsüne sahibiz ki, onları koruyabilir ve
sahip çıkabilirsek en büyük zenginliğimiz olacaktır. Dergiyi okuduğunuzda
geniş yelpazede Anadolu’ya ait birbirinden farklı içeriğe şahit olacaksınız.
Bu zengin içerikli sosyal bilimler dergisinin hazırlanmasına rehberlik eden
tarih dersi öğretmenimiz Sinan Karadağ'a, coğrafya dersi öğretmenimiz Serpil
Şirin'e ve öğrencilerimize teşekkür ediyorum.
İlgi ile okuyacağınızı ümit ediyorum.
Sevgilerimle,
Ertan DEMİRTAŞ
Okul Müdürü
6 Sosyal Bilimler Dergisi
İÇİNDEKİLER
İLK UYGARLIKLAR KADIN HÜKÜMDARLAR
-Hititler (9) -Altuncan Hatun (26)
-Urartular (10)
-Frigler (11) -Tomris Hatun (27)
-Lidyalılar (13) -Raziye Begüm Sultan (29)
- İyonlar (14) ARKEOLOJİ (32)
TÜRKİYE’DE ENDEMİK BİTKİLER (15) ARŞİMET (34)
TARİHİ YERLER DÜNYANIN YEDİ HARİKASI (35)
-Göbeklitepe (19) ANADOLU BEYLİKLERİ (37)
-Çatalhöyük (21) ATATÜRK (40)
-Çayönü (23) -Çocukluğu ve Yaptığı İşler
DENİZLERDEKİ KİRLİLİK(22) SAKARYA SAVAŞI (42)
EGE MUTFAĞI (46)
JEOLOJİK KAYITLARDA KAYIP BİR MİLYAR YIL (50)
İLK UYGARLIKLAR
1-)HİTİTLER
(M.Ö.1650-M.Ö.1200)
Hititler ya da Etiler, Tunç Çağında Anadolu yarımadasında devlet kuran bir
halktır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) şehridir. Çorum yakınlarındadır. Halk
Hint-Avrupa dillerinin bilinen ilk örneği olan ve Anadolu dilleri sınıfına ait
Hititçe ve Luvice dillerini konuşmuştur. Bu dillerin yanı sıra tabletlerinde
Sümerce ve Akadca yazılar mevcuttur. Çivi yazısını ve hiyeroglif yazı sistemini
kullanmışlardır.
Dünyanın en eski medeniyetlerinden birisi olan Hititlerin ilginç bir yönü daha
keşfedildi. Hititlerin tanrılara yakın olmak ve günahlarından arınmak için kuşları
yakarak kurban ettikleri ortaya çıktı. Şapinuva'da yapılan arkeolojik kazılar sonucu
Hyaitnimtleışr kduişnki eimnaiğniışbuolulanraankççookksatyaındarıklıubrbiarndçiunkeumruebnusluunpdlau.rdı, Hitit inanışındaki çok
tanrılı olan bu inanışa göre çok sayıda tanrı ve tanrıça bulunmaktaydı. Bu
tanrılar tıpkı insanlar gibi giyinir, yemek yer ve ruhsal olarak insanlar gibi bir
hayat sürerlerdi. Tarih sahnesine çıkışıyla birlikte ilkleri de beraberinde getiren
Anadolu medeniyetlerinden Hititler, aynı zamanda gelecek nesillere bir
demokrasi dersi niteliğindedir.
9 Sosyal Bilimler Dergisi
2-)URARTULAR
(M.Ö.900-M.Ö.600)
Hurri kabileleri tarafından MÖ 9. yüzyılda Van gölü
ve çevresinde kurulmuştur. Başkent Tuşpa (Van)‘dır. 1.
Sardur‘un MÖ 9. yüzyılda kurduğu Urartu Devleti,
yaklaşık 200 yıl boyunca Doğu Anadolu‘da önemli bir
güç oluşturmuştur. Önce Kafkasya‘dan gelen
Kimmerler, sonra da Saka (İskit) akınlarıyla sarsılmış,
MÖ 600‘lerde Medler tarafından yıkılmışlardır.
URARTULARIN ÖNEMİLİ ÖZELLİKLERİ
Urartu Devleti krallıkla yönetilmiştir. Ülkeyi eyaletlere ayıran Urartular,
valileri merkezden atayarak merkezi otoriteyi güçlü tutmayı amaçlamışlardır.
Ölümden sonraki hayata inanan Urartular, bu inançlarının etkisiyle mezarlarını
oda ve ev biçiminde yapmışlar, mezarlara ölüyle beraber değerli eşyalarını da
koymuşlardır. Urartularda halkının önemli bölümü tarım ve hayvancılık
faaliyetleri ile uğraşmıştır. Urartular sulama kanalları açarak verimi arttırmayı
amaçlamışlardır. Urartular taş ve maden
işlemeciliğinde oldukça ilerlemişler, yaptıkları
kaleler, saraylar, tapınaklar ve su kanallarının
kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.
Urartuların dili Ural – Altay dillerine
benzemektedir. Türkçeye benzeyen Urartu dili
sabit köklere takılar eklenerek kullanılmıştır.
Urartular Asur çivi yazısını ve hiyeroglif
yazısını kullanmışlardır. Urartularda kral ülkeyi
savaş tanrısı Haldi adına yönetirdi.
Kaynakça: https://www.tarihbilimi.gen.tr/urartular/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Urartular
10 Sosyal Bilimler Dergisi
3-)FRİGLER
(MÖ 725-MÖ 695)
Anadolu tarihindeki en farklı uygarlıklardan biri olan ve kökenleri Balkanlar
olan Frigler’in tarih sahnesinde görünmesi MÖ 750 yılına denk gelmektedir.
Ancak Frigler, yıllar sonra geniş bir alanda egemenlik kuracakları Anadolu’ya
MÖ 1200’lü yıllarda gelmiştir. O tarihe dek boylar biçiminde bir yaşam
sürmüşlerdir. Günümüzde Eskişehir, Afyon ve Kütahya’nın bulunduğu
topraklarda yaşayan Frigler, aynı topraklarda yaşayan Yunan halkı üzerinde de
büyük etki sahibi olmuştur. Bu etkileşim sonucundan Frig kültürü, Roma ve
Yunan kültürü içinde kendisini barındırmıştır. Hitit İmparatorluğu’nun
yıkılmasının ardından kurulan uygarlıklardan biri olan Frigler, Anadolu’daki
dağınık boylar ve düzensiz siyasi yapı nedeniyle ancak MÖ 750 yılında siyasi
bir birlik oluşturabilmiştir. Frigler’in ilk kralları ise Gordios’dur ve bu sebeple
başkentlerine Gordion adı verilmiştir. Tarih sayfalarında sıkça adı geçen kral
Midas ise yine bir Frig kralıdır ve aynı zamanda Gordios’un oğludur. Midas ile
güçlü dönemlerini yaşayan Frigler, Roma dönemine dek Anadolu’da varlığını
sürdürmüştür.
Frig Mimarisi
Frig evlerinin MÖ 8. yüzyılda bazen taştan bazen de tahta çerçeve kullanarak
kaba tuğladan yapıldığı anlaşılmıştır. Bazı evlerin planı megaron tipindedir.
Frigler kaya mimarlığında çok ileriydiler. Kayalar içinde odalar, hücreler,
yüksek kademeli merdivenler, koridorlar ve sunaklar yapmışlardı. Kayalıkların
içinde direkli ve alınlıklı binaları bulunan cepheler oluşturmuşlardı.
11 Sosyal Bilimler Dergisi Adaletli Kral Gordios ile Ana Tanrıça
Kibele'nin oğlu, zenginliğin sembolü,
eşek kulakları ve dokunduğu her şeyi
altına çevirmesiyle ünlenen Kral Midas
ve çocukları için dünyada ilk kez
oyuncak üreten, mozaiği keşfedip
mimaride kullanan, çengelli
iğneyi (fibula) Anadolu'ya kazandıran
halkın vatanı Frigya’dır.
Frigler’in Yıkılışı
Anadolu’da kısa bir süre egemenlik kuran Frigler, milattan önce 700
yıllarında Kafkasya üzerinden gelip önce Urartular’ı güçsüzleştiren daha sonra
Kızılırmak’a kadar gelen Kimmerler tarafından yıkılmışlardır.
Frig Kralı Gordios
Gordios Yunan Mitolojisi’ne göre ilk Frigya kralıdır. Gordion kentini kurduğu
ve oğlu Kral Midas’ın Tanrıça Kibele’den doğduğu da mitolojide belirtilmiştir.
Söylentiye göre, o dönemde iç karışıklıklardan bıkan halk kendilerini
kurtaracak, ülkeye dirlik düzenlik getirecek kralın bir araba ile kente gireceğine
inanmıştır. Yoksul bir köylü olan Gordios'un bir rastlantı sonucu köye mal
taşırken köye arabayla girmesi onu gören halkın onu kral olarak kabul etmesine
neden olmuştur. Başka bir söylenti ise, Gordios’un Anadolu'ya göçen Frig
kavimlerinin lideri olduğu ve Anadolu'ya geçince de Friglerin kralı olduğu
şeklindedir.
Gordios’un Oğlu Kral Midas
Kral Midas, MÖ 738 - MÖ 696 yılları arasında, Frigya'nın Polatlı'da kurulmuş
olan başkenti Gordion'da yaşamış olan efsanevi
Frigya kralıdır. Krallığı gibi yaşamı ve ölümü
üzerine de mitolojiler yazılmıştır. Yaşamı
boyunca acılar çekmiş olan Midas, “eşek
kulaklarıyla” ve "dokunduğu her şeyi altına
çevirmesi" ile ünlenmiştir. Yapılan bilimsel
çalışmalarda, Midas'ın anne karnında bir
hastalığa yakalandığı ve bu yüzden kulakları
asimetrik olarak doğduğu anlaşılmıştır.
Kulaklarının görüntüsü yüzünden halkından
utanan Midas'ın sürekli olarak başına geçirdiği
bir başlıkla gezdiği ve kulaklarını hiçbir zaman
göremeyen halkının ise krallarının kulaklarını
eşek kulaklarına benzeterek dalga geçtikleri
bilinir.
Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/Frigler
https://www.anadoluuygarliklari.com/frigler/
12 Sosyal Bilimler Dergisi
4-)LİDYALILAR
(MÖ 687-MÖ 546)
LİDYALILAR NE ZAMAN KURULDU?
Lidyalılar, M.Ö. 687 yılında kurulmuştur. Kuruluşundan
itibaren hâkimiyet elde ettiği Anadolu'nun batı
bölgelerindeki altın madenleri, Lidyalılar'ın
yükselişindeki başlıca etkendir. Klasik değiş-tokuş usulü
ticaretin yerine parayı icat ederek bir değişim aracı
olarak kullanan Lidyalılar, böylece dünya tarihinde
ticaretin seyrini değiştiren önemli bir adım atmış oldular.
LİDYALILAR NEYİ BULDU?
Lidyalılar'dan çok daha önce, Sümerler ve Mısır medeniyetinde de para benzeri
değişim araçları kullanılmıştır. Bazı değerli metallerin ve tahılların belli ölçeklerle
değişim aracı olarak kullanılması Lidyalılar'dan çok daha eskiye dayanmakla birlikte,
günümüzdeki anlamıyla para kullanımı ilk olarak Lidyalılar zamanında olmuştur. Altın
ve gümüş gibi madenlerden üretilen paraları değişim aracı olarak kullanan Lidyalılar,
paranın mucidi olarak tarihe geçmişlerdir.
LİDYALILAR'IN BAŞKENTİ NERESİDİR?
Lidyalıların başkenti, günümüzde Manisa ilimizin Salihli ilçesine bağlı Sart kasabası
yakınlarında yer alan Sardes Antik Kenti olmuştur. Sardes'in başkent olduğu Lidya
Uygarlığı, Anadolu'nun Batı bölgelerini kapsayan coğrafyada hüküm sürmüşlerdir.
LİDYALILAR PARAYI NE ZAMAN BULDU?
Lidyalıların parayı ekonomide bir değişim aracı olarak kullanması, kuruldukları yüzyıl
olan M.Ö. 7. Yüzyılda olmuştur. Daha öncesinde bazı taşlar, hayvanlar ticarette değiş
tokuş için kullanılırdı. Bunlar taşıması zor değişim araçları olduğundan, Lidyalılar
çeşitli madenleri kullanarak bugünkü paraya benzer madeni değişim araçlarını
basmışlardır. Lidyalıların kullandığı ilk madeni paralar, "sikke" adıyla bilinir.
Lidyalılar ürettikleri madeni sikkeleri damgalayarak resmi olarak dolaşıma
sokmuşlardır.
Kaynakça: https://www.sabah.com.tr/egitim/lidyalilar-neyi-buldu-baskenti-neresidir-lidyalilar-nerede-ve-ne-zaman-kuruldu-e1-5408537
13 Sosyal Bilimler Dergisi
5-)İYONLAR
(MÖ 1200 - MÖ 745)
NEREDE KURULDULAR
MÖ 1200 yılında Dor istilası sonucu
Yunanistan’dan kaçan Akalar, adalar
üzerinden Batı Anadolu'ya göç ettiler. Büyük
Menderes ile Küçük Menderes nehirleri
arasında kalan kıyı bölgelerine yerleştiler. Bu
bölgeye İyonya, burada yaşayanlara da İyonlar
adı verildi. İyon Uygarlığı, Efes, Milet, Foça,
İzmir gibi polis adı verilen şehir devletlerinden oluşuyordu.
Özellikleri
● Çok tanrılı dine sahiptirler.
● Başkentleri Milet olarak kabul
edilmektedir.
● Efes, Milet, Foça gibi şehirleri
kurdular.
● Anadolu’da kurulan İlk Çağ Uygarlıkları içinde en gelişmiş ve ileri düzeyde
uygarlıktır.
● İyon Nizamı denilen mimari üslubun yaratıcısıdırlar.
Kaynakça: https://www.sabah.com.tr/egitim/iyonyalilar-tarihi-ve-ozellikleri-iyonyalilar-nerede-kuruldu-e1-5474979
https://anadoluuygarliklarii.weebly.com/304yonlar.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0yonya
https://www.irfankaygisiz.com/2018/11/06/anadolu-uygarliklari-4-iyonlar/
14 Sosyal Bilimler Dergis
Türkiye'de Endemik Bitkiler
1-)Endemizm Nedir ve Türkiye'de Endemizm
2-)Ülkemizin Endemik Bitki Çeşitliliği Ve Örnekler
Endemizm Nedir?
Endemizm, bulunduğu bölgenin ekolojik şartları yüzünden yalnızca belirli bölgede
yaşayan/yetişen, dünyanın başka yerinde yaşama/yetişme ihtimali olmayan, yöreye
özgü hayvan/bitki türüdür. Latince endemos kelimesinden gelir ve "yerli" anlamında
kullanılmaktadır. Türkiye’de doğal olarak yetişen 12.000’den fazla bitki taksonu olup,
bunların yaklaşık 3649’u endemik taksonlardan oluşmaktadır. Ancak Türkiye’nin
endemik zenginliği bu sayı ile sınırlı kalmayıp, ortalama her 10 günde yeni bir
endemik taksonun varlığının keşfedilmesiyle artmaktadır. Türkiye'nin bitki örtüsü
varlığı ve çeşitliliğinde endemiklerin ayrı bir önemi vardır.
Familyaların Dağılışı
2900 endemik bitkiye ait elde edilen 9677 lokasyon içerisinde 66 familya
bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en fazla takson barındıran familyalar sırasıyla
Papatyagiller (Asteraceae), Ballıbabagiller (Lamiaceae), Baklagiller (Fabaceae),
Karanfilgiller ve Yüksükotugiller (Scrophulariaceae)’dir . Bu beş familyaya ait
taksonlar Türkiye’deki endemik taksonların dağılışının %50’sini oluşturmaktadır.
Bölge ve Bölümlere Göre Endemizm
Endemik bitkilerin Türkiye’deki 7 coğrafi bölgeye göre dağılımı incelendiğinde,
endemik bitkilerin dağılışına dair en yüksek sayıya ve orana sahip bölgenin Akdeniz
Bölgesi (3321 endemik lokasyonu ve %34,3 oranla), en az ise Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nin (246 endemik lokasyonu ve %2,5 oranla) olduğu belirlenmiştir.
15 Sosyal Bilimler Dergisi
Türkiye’deki Endemik Bitki Örnekleri:
1-)İspir Meşesi
İspir Meşesi; Yozgat, Kastamonu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nin genelinde görülebilen
bir türdür. Çok kısa yaprak saplarına sahip olan bu meşe türünün boyu yaklaşık olarak
6-7 metreye kadar uzayabilir.
2-)Ters Lale
Anadolu’da hemen hemen her bölgede rastlanılan bu çiçek türü en çok Hakkâri ve Van
bölgelerinde yetişir. Her dalında 6 yaprak bulunan Ters Lale’nin boyu yaklaşık 70 cm
kadar uzar. Genellikle 1000-3000 metre arasındaki yükseltilerde görülür.
16 Sosyal Bilimler Dergisi
3-)Antalya Çiğdemi
Antalya Çiğdemi, adından da anlaşılacağı gibi yalnızca Antalya’da yetişen bir türdür.
Dağınık quercus ormanlarında dağınık halde bulunur. Ekim ayından Aralık ayına
kadar çiçek açar ve çiçeklerini korur. Genellikle 1000 metre civarındaki yükseltilerde
görülür. Aynı kökten yıllarca yeni filizler verebilir
4-)Kral Eğreltisi
Başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere ülkemizdeki nemli topraklarda görülür. Dere
kenarı, nemli çayır ve bataklıklar en sık görüldükleri ortamlardır. 4-6 cm
uzunluğundaki oluşturduğu dallar 1-2 metre arası uzunluktadır. Temmuz ve Ağustos
aylarından itibaren olgunlaşmaya başlarlar.
5-)Kazdağı Göknarı
Yalnızca Kazdağı’nda görülebilen bu türün boyu yaklaşık 30 metreye kadar
uzayabilir. Yaprakları yassı olan Kazdağı göknarının tepesinde bulunan kozalakları
yaklaşık olarak 20 cm boyuna ulaşabilir. Rutubetli toprakları çok seven ve uygun
koşullarda hızlı büyüyen bir türdür.
17 Sosyal Bilimler Dergisi
6-)Zambakgiller
Türkiye’de 430 farklı türü bulunan Zambakgiller en sık Manisa’da görülürler.
Endemik tür olan bu bitki genellikle 500 ila 2000 rakımları arasında görülmektedir.
Mayıs ayının başları ve Haziran ayında çiçek açarlar. Yaprakları şertisi ve yassı
yapıdadır. Adasoğanı, sarısabır ve mügeçiçeği zambakgiller familyasına ait çeşitlerdir.
7-)Anadolu Glayölü
Genellikle Akdeniz ve Ege Bölgelerinde rastlanılan Anadolu glayölü, Kızılçam
ormanları ve makilerde bahar ve yaz aylarında görülür. Çok narin bir endemik bitki
olan Anadolu glayölü, hızlı azalma nedeniyle tamamen yok olma riskiyle karşı karşıya
gelmiş bir bitkidir.
Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/Endemizm
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/381756
https://www.webtekno.com/endemik-bitki-nedir-turkiyedeki-endemik-bitkiler-h118004.html
https://www.gezenadam.com/flora/AI.php?ID=261
https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/ters-laleler-etkileyici-guzellikleriyle-ilgi-odagi-oldu/2220658
https://www.tarim.com.tr/YALNIZ-TURKIYE-DE-YETISEN-ENDEMIK-BITKI-TURLERI,2108fg?Sayfa=4
https://www.biyologlar.com/egrelti-otu-pteridium-aquilinum
https://zorafina.wordpress.com/2014/02/15/kral-egreltisi-osmunda-regalis/
https://turkiyedekiagaclar.weebly.com/goumlknar.html
https://turkiyecicek.wordpress.com/2016/04/09/chionodoxa-luciliae-lilaceae-zambakgiller/
https://www.tunahun.com/anadolu-glayolu-nerede-yetisir/
18 Sosyal Bilimler Dergisi
GÖBEKLİTEPE
(TARİHİN SIFIR NOKTASI)
Hepimiz Göbeklitepe’yi hayatımızda en az
bir kere duymuşuzdur. Peki, insanlık tarihi
hakkında yapılan tüm araştırmaların ve bilinen
tüm gerçeklerin tekrar sorgulanmasına sebep
olan Göbeklitepe’nin hikâyesi nedir?
İlk olarak Göbeklitepe’nin nasıl
keşfedildiğinden başlayalım. Şanlıurfa’ya bağlı Örencik köyünün yakınlarında
yer alan Göbeklitepe, 1983 yılında tarlasını süren bir çiftçi tarafından keşfedildi.
Çiftçi toprağını sürerken bir oymalı taş buldu ve hemen yetkililere bildirdi. O
dönem fazla önemsenmeyen bu bulgunun önemi 1995 yılında anlaşıldı ve
Şanlıurfa Müze Müdürlüğü, Alman arkeolog Harald Hauptmann
danışmanlığında bir kazı çalışması başlattı.
Başlangıçta sıradan bir arkeolojik kazı gibi görünen bu çalışma, zamanla
insanlık tarihi hakkında bilinenleri değiştirdi. Kazı çalışmaları ilerledikçe tespit
edilen heykeller, simgeler, taşlar, çizimler, 3 boyutlu oymalar arkeoloji
dünyasında ve bilim dergilerinde büyük yankı uyandırdı. 2008 yılında The
Guardian gazetesinin attığı “Arkeologları sersemleten kazı alanı” başlığı ile
Göbeklitepe artık tüm dünyanın ilgisini çekmeyi başarmıştı. Bilim insanlarını bu
kadar heyecanlandıran bu büyük değişiklik neydi? Alman arkeolog Klaus
Schmidt’in öncülüğünde başlanan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılan
Göbeklitepe, MÖ 10.000 yılına kadar uzanan bir yapıyı gözler önüne seriyor.
Göbeklitepe, dini amaçlı yapılmış toplam 20 adet “T” biçimindeki sütunlardan
oluşuyor. Boyları 3-6 metre arasında değişen bu sütunların üzerinde insan ve
hayvan figürleri bulunuyor ayrıca sütunların tanrıyı simgelediğine dair görüşler
var. Kazı bölgesinde şimdiye kadar ortaya çıkarılan yapılardan hiçbiri ev değil
bu nedenle Göbeklitepe’nin bir yerleşim alanı olduğu kesin olarak söylenemez.
Fakat o bölgede tespit edilen buğday, Göbeklitepe’nin bulunduğu bölgenin tarım
alanı olarak kullanıldığı teorisini destekler niteliktedir.
Bu bilgiler ışığında, çalışmanın öncüsü Klaus Schmidt’e göre Göbeklitepe’deki
insanlar, ibadet merkezine yakın olma arzusu nedeniyle yerleşik hayata geçti ve
toplumun ihtiyaçları doğrultusunda tarıma başladı.
19 Sosyal Bilimler Dergisi
Kısacası Göbeklitepe, göçebe toplulukların tarımı öğrenerek yerleşik hayata
geçtiği tezi yerine toplulukların tapınma merkezine yakın olma arzusu ile
yerleşik hayata geçtikten sonra tarımı öğrendiği tezini güçlendiriyor.
Çalışmalar devam ederken Göbeklitepe’nin sadece en eski değil, bilinen en
büyük ve en eski tapınma merkezi olduğu tespit edildi. Göbeklitepe’de bugüne
kadar 6 adet yapı ortaya çıkarıldı fakat toplamda 20 adet yapı ve 200 adet
dikilitaş daha yer alıyor. İleri düzey bir mimari teknik kullanılarak yapılan
Göbeklitepe’de; leopar, yaban domuzu, akrep, leylek, tilki, ceylan, yılan gibi
hayvan kabartmaları da yer alıyor. Bu oymalar bilinen en eski 3 boyutlu
kabartmalar olarak tarihe geçti. O dönemde el arabası ve diğer inşaat
malzemelerinin olmadığı düşünüldüğünde bu kadar büyük bir yapının inşa
edilme süreci gizemini koruyor. Ancak sütunların üzerindeki hayvan desenlerine
bakılarak tapınağın yapımı sırasında hayvan gücünden yararlanıldığı
söylenilebilir. Sütunlara bakılarak diğer söylenebilecekler ise avcı - toplayıcı
toplumların MÖ 10.000 yılına yani Neolitik Çağ’a kadar uzandığı ve o dönemde
hala hayvanların evcilleştirilemediğidir.
Göbeklitepe ile ilgili diğer bir ilginç durum ise tapınağın nasıl insan eliyle
yapıldıysa aynı şekilde örtülmesi. Yani Göbeklitepe, yapılmasından yaklaşık
1000 yıl sonra insan eliyle kasıtlı olarak toprakla gizlenmiş. Bu teori, yerdeki
toprak tabakasının doğal yolla değil insan eliyle nakledilmiş ve düzeltilmiş
olduğu bulguları tarafından kuvvetleniyor. 2011 yılından bu yana UNESCO
Dünya Miras Geçici Listesi’nde yer alan Göbeklitepe, 2018 yılında Türkiye’den
18. varlık olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır.
Göbeklitepe, toprağın altından pek çok bilgi ve hala cevaplanamayan pek çok
soru ile çıktı. Bu tapınağı yapanların kimler olduğu, ağırlıkları 60 tonu bulan
sütunların buraya nasıl taşındığı ve dikildiği, üstlerinin toprak ve taş ile örtülerek
neden gömüldükleri, tapınakların amacının tam olarak ne olduğu cevaplanmayı
bekleyen ve muhtemelen yıllarca sürecek araştırmaları gerektirecek gizemler.
Kesin olarak tek şey ise Göbeklitepe’nin insanlık tarihi gün geçtikçe
değiştirmeye devam edeceğidir.
Kaynakça
: http://www.haliliye.gov.tr/gobeklitepe-tarihin-sifir-noktasi
https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6beklitepe
https://www.hisglobal.com.tr/blog/kahveler-hazirmi-bir-gobeklitepe-hikayesi
20 Sosyal Bilimler Dergisi
ÇATALHÖYÜK
Çatalhöyük Konya’nın Çumra ilçesinde Çarşamba
Çayı’nın yakınına kurulu 9 bin yıl öncesine ait
Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ yerleşim yeridir. Cilalı
Taş Çağı’nda (Neolitik Çağ) doğu bölgesinde, Bakır
Çağı’nda (Kalkolitik Çağ) batı bölgesinde kalabalık
bir nüfusa yaklaşık 2 bin yıl boyunca ev sahipliği
yapmıştır.
Yaklaşık 8 bin kişinin yaşadığı yerleşim yeri köy yaşamından kentleşmeye
geçildiği ilk örneklerden biridir. Halk avcılıktan tarıma geçen ilk topluluklardan
biridir. Ayrıca kazılarda sosyal örgütlenmeyi ve yerleşik hayata geçişi
simgeleyen duvar resimleri, rölyefler, heykeller ve diğer sanatsal ögeler
bulunmuştur.
Çatalhöyük’te evler birbirine bitişik ve girişi çatıdan
olan benzer evlerden oluşmuştur. Binlerce yıl boyunca
evler üst üste yapılarak bir tepe oluşmuştur. Ev ve
arazilerin sahipliği söz konusuydu. Nesilden nesile
devrediliyordu. Ölen kişiler evin içine defnediliyordu.
Eski evin için toprak ve molozla dolduruluyor, aynı
özelliklere sahip yenisi bunun üzerine yapılıyordu.
Binalarda kullanılan ana malzemeler; kerpiç, kamış ve
ağaçtır. Güneşte kurulmuş kerpiç ve kireç sıvalardan
yapılan binaların temelleri derine inmiyordu. Binaların
kolonlarının ana malzemesi ağaçtır. Kolonların taşıdığı
tavan ise sıkıştırılmış kil ve kamıştan inşa ediliyordu.
Evler 2 oda, depo, kiler ve mutfaktan oluşmaktadır.
Konutlar temiz tutuluyor, çöplerin kentin dışında bir
bölgede biriktiriliyordu.
Alt katmanlarda yanmış kireç topaklarına rastlanması ilk gelenlerin başka bir
kentten göçerek buraya geldiklerini gösterir. Alt katmanlarda evler seyrek iken
yukarıya çıktıkça evlerin sayısının çoğalması nüfusun günden güne arttığını
göstermektedir.
Başlangıçta avcı bir toplum olan Çatalhöyük
sakinleri daha sonra tarımla uğraşmaya
başlamıştır. Hasan Dağı’ndan obsidiyen ve
Ilıcapınar’dan tuz üretildiği, kasabanın
ihtiyacını aşan fazla ürünlerin civar bölgelere
satıldığı düşünülmektedir. Akdeniz kıyılarından
geldiği belirlenen deniz kabuklarının varlığı bu
iddiayı güçlendirmektedir. Ayrıca pişmiş kilden
yapılmış damga mühürler, damga mühürlerin ilk
örneklerindendir.
Evlerin duvarlarında çok çeşitli resim panoları mevcut.
Bazıları kilim deseni benzeri geometrik şekillerdir.
Bazılarında av sahneleri, dans sahneleri, yıldızlar, kuşlar,
geyikler gibi figürler vardır. Çatalhöyük’ün kalabalık
nüfusuna rağmen burada eşitlikçi bir yaşam sürüldüğü
düşünülüyor.
Merkezileşmiş bir yönetimin olmaması, bir yönetici ya
da ruhani sınıfı temsil eden anıtsal yapıların olmaması da bu görüşü doğrular
nitelikte. Pişmiş topraktan yapılan pek çok kadın figürü bulunuyor. Bu kadın
heykelcikleri genellikle, genç kadın, doğuran kadın ve yaşlı kadın olarak
betimlenmiş. Her ne kadar bu figürler toplum tarafından ana tanrıça olarak
bilinse de, toplumda prestij elde etmiş yaşlı kadınları temsil ettiği düşünülüyor.
Kaynakça: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/arkeoloji/2000-01-6.pdf
https://arkeofili.com/10-maddede-neolitik-yerlesim-catalhoyuku-anlamak/
22 Sosyal Bilimler Dergisi
ÇAYÖNÜ
Diyarbakır’ın kuzeyinde, Ergani ovasında,
Dicle Nehri’nin kenarında bulunan Çayönü
1963 yılında keşfedilmiştir. İlk kazılar Dr.
Halet Çambel ve Prof. Dr. Robert J.
Braidwood tarafından başlatılmıştır.
Çayönü‘nden ilk yerleşim MÖ 10200
yıllarında olmuştur ve bölgede MÖ 4200’lü
yıllara kadar yaşanmıştır. 6000 yıl boyunca
birbirinden farklı mimari tasarımlarda binalar
bulunmuştur (yuvarlak planlı kulübeler,
ızgara plan, taş döşemeli vs. ) Çayönü
kazılarında günümüze kadar gelen taş temelli
kerpiç binaların ilk örneklerine rastlanmıştır.
Yerleşmenin ilk dönemlerinde daha çok domuz, geyik, yabani koyun ve keçi
avlanmıştır. Avcı – toplayıcı toplulukların yerleşik hayata geçişini yaşandığı
yerdir. Çayönü‘nde çok sayıda küçük alet ve eser bulunmuştur. En sık av
hayvanlarının kemiklerinden iğneler, saplar, oraklar çengeller ve boncuk, halka,
düğme, basit kaplar ortaya çıkarılmıştır. Çayönü, tahıl ve evcilleştirmeye dayalı
köy hayatının en eski örneklerinden olup, günümüz uygarlığının da önemli bir
basamağını oluşturmaktadır. Çayönü yerleşmesinin bu önemi yabani buğday,
mercimekgiller gibi bitkilerin tarıma alınması, koyun ve keçinin evcilleşmesi ile
gerçekleştirilmiştir. Ergani bakır yataklarının dünyanın en eski maden ocakları
olması nedeniyle Çayönü insanı, dünyanın başlıca yerlerinden 2 bin yıl önce
bakırı işleyerek alet yapmayı başarmıştır.
Kaynakça:
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ay%C3%B6n%C3%BC
https://www.anadoluuygarliklari.com/anadolu-da-ilk-yerlesimler/cayonu/
23 Sosyal Bilimler Dergisi
DENİZLERDEKİ KİRLİLİK
“Yarın çok geç olabilir” demeyin, yarın çok geç olacak! İnsanlık olarak eğer
denizlerle ilgili önlemler almazsak geriye dönüşü olmayan felaketlere yol
açabiliriz”
-Enis Doko
Denizler ekosistemin çok önemli bir parçasıdır. Denizlerin dünya yüzeyinin
yüzde 71’ini oluşturduğu bilgisi karşısında bu çok şaşırtıcı değil. Canlıların
yüzde 50-80’inin denizlerin altında yaşadığı tahmin ediliyor. Günümüzde 240
bine yakın deniz canlısı tespit edilmiş durumda, ancak bu rakamın 750 bini
bulduğu, hatta 25 milyona kadar çıkabileceği düşünülüyor.
Çoğumuz Dünyadaki temel oksijen kaynağının ormanlar olduğunu düşünüyoruz
değil mi? Peki sizlere dünyadaki oksijen miktarının yüzde 70’lik kısmını
okyanuslardaki canlılar üretiyor desek… Dünyamızın gerçek akciğeri
denizlerdir. Bu oksijenin çoğu okyanus planktonları, algler ve fotosentez yapma
yeteneği olan tek hücreli canlılardan gelir. Okyanuslar sadece oksijen üretmez,
aynı zamanda küresel ısınmanın ana nedeni olan karbondioksit gazını da emerek
atmosferimize katkıda bulunur. Denizlerimiz her yıl 3 milyar karbondioksit gazı
emer.
Okyanuslar dünyadaki iklimi belirleyen en önemli faktörlerden de biridir. Aynı
zamanda dünya ekosisteminin de önemli bir parçası; buradaki ekosistemin
bitmesi tüm dünyadaki yaşamı tehlikeye atacaktır. Peki, insanlık olarak
okyanusların bize sağladığı bu imkânlara nasıl karşılık veriyoruz? Ne yazık ki
okyanuslarımızı koruma konusunda iyi bir sınav verdiğimiz söylenemez. Her
dakika bir kamyon dolusu atık denizlere dökülüyor. Bu atıkların önemli bir
kısmı ne yazık ki yıllarca denizlerde kalacak, yok olması belki de asırlar
sürecek. Örnek verecek olursak straforun ayrışması 80 yıl, alüminyumun 200
yıl, plastiğin ayrışması ise yaklaşık 400 yıl sürüyor. Her yıl 8 milyon ton plastik
okyanuslara atılıyor. 2050 yılında okyanuslardaki toplam atığın kütlesinin, tüm
balıkların kütlesini aşması bekleniyor. Hali hazırda okyanuslardaki atıklarla
dünyanın çevresini 400 kere sarmalayabiliriz. Kirliliği daha net bir şekilde
gözler önüne serecek olursak Pasifik Okyanusu’nda her bir canlıya altı çöp
düşüyor.
24 Sosyal Bilimler Dergisi
PLASTİKLER BESİN ZİNCİRİNE DÂHİL OLUYOR
Denizlerde yaşayan canlılar, bazı çöpler avlarına benzediği için yanlışlıkla
bunları tüketiyorlar. Büyük plastik atıklar bu hayvanların sindirim yollarına
kalıcı olarak yerleşerek yiyeceklerin geçişini engelleyebiliyor ve açlıktan
ölmelerine neden olabiliyor. Her yıl yüz binlerce deniz canlısı bu şekilde acı
içinde atıklarımız yüzünden hayatlarını kaybediyor.
ÖLÜ BÖLGELER ARTIYOR
Ölü bölgeler dünya okyanuslarında ve geniş
göllerdeki hipoksik (düşük oksijenli) alanlardır.
Dip ve dibe yakın su altı deniz yaşamının
desteklemek için gerekli oksijeni tüketen diğer
faktörlerle birleştiğinde insan faaliyetlerinden
kaynaklanan aşırı besin kirliliği neden olduğu
alanlardır. 2004 yılında dünyada 146 ölü bölge
vardı, bu sayı 2008’de 405’e yükseldi. Gün
geçtikçe ölü bölge sayısı artmaktadır.
Denizleri sadece doğrudan döktüğümüz atıklar kirletmez. Hava kirliliği de
denizleri etkiler. Sanayi devriminin başlamasından bu yana geçen 200 yılı aşkın
süre içinde, insan eylemleri nedeniyle atmosferdeki karbondioksit
konsantrasyonu kritik ölçüde arttı.
Deniz atıklarıyla ilgili önemli ama acı bir gerçek de
atıkların yüzde 70’inin denizlerin dibine inmiş
olmasıdır. Bu da atıkların müdahaleyle
temizlenmesinin mümkün olmadığı anlamına
geliyor.Gelin beraber ülkemizdeki deniz kirliliği
örneklerini inceleyelim:
25 Sosyal Bilimler Dergisi
Bu soruna çözüm olarak sanayileşme yerlerindeki atık sular denize
bırakılmamalı arıtma tesislerinde arıtılarak temizlenmelidir. Çöp, poşet, atık
maddeler gelişi güzel denize atılmaması gerekmektedir. Denizlerimizde yüzen
devasa ticaret gemilerinin denize çöp bırakması önlenmelidir. Denizlerde ve kıyı
alanlarda temizleme faaliyetleri yapılarak kirlilikten kurtulabiliriz. Bunun yanı
sıra insanlar mutlaka bu konuda bilinçlendirilmelidir.
BU KONUDA ÖZELLİKLE BİZLERİN PAYI ÇOK BÜYÜK BU YÜZDEN
KENDİMİZE DÜŞENİ YAPMALI VE ÇEVREMİZDEKİ İNSANLARI DA BU
KONUDA UYARMALIYIZ!
Kaynakça:
bandirmada-deniz-kirliligi-1555227599.jpg (1000×750) (yeniakit.com.tr)
De_1vMVXkAAqP0d.jpg (1164×819) (twimg.com)
Deniz kirliliği nasıl engellenir, Deniz kirliliğinin engellenmesi konusunda neler yapılabilir (egitimsistem.com)
Deniz-Kirliliği-İle-İlgili-Haber.jpg (581×290) (forumsinif.com)
Ölü bölge (ekoloji) - Vikipedi (wikipedia.org)
SYF104 enisdoku.indd (ihu.edu.tr)
Denizlerdeki kirlilik (ihu.edu.tr)
26 Sosyal Bilimler Dergisi
KADIN HÜKÜMDARLAR
ALTUNCAN HATUN
Büyük Selçuklu Devleti’nin (1040 - 1157)
kuruluşundan itibaren kadının devlet yönetiminde
saygın ve etkili bir rolü vardı. Bu gelenek şüphesiz
İslamiyet öncesi Türk toplum hayatının ve yönetim
anlayışının bir yansıması idi. Bunun en güzel
örneklerinden birisi ise Altuncan Hatun’dur.
Sağlam bir kişiliğe sahip olan Altuncan Hatun
yönetimde Sultan Tuğrul Bey’in en büyük
yardımcısı ve danışmanı oldu. Sultan Tuğrul Bey,
özellikle önemli işlerde onunla fikir alışverişinde bulunmadan genellikle karar
vermezdi. Altuncan Hatun’un asıl siyasi rolü, eşi Tuğrul Bey ve üvey kardeşi
İbrahim Yınal arasında gerçekleşen taht mücadelesi sırasında görülür. Selçuklu
Devleti’nin varlığının tehlikeye düştüğü bu kritik dönem, Altuncan Hatun’un
bilgisi, becerisi ve cesareti sayesinde aşılır.
Vasiyeti:
Altuncan Hatun 1060 yılında Cürcan'da rahatsızlandı. Hastalığı
süresince büyük bir üzüntü içerisinde olan eşi Tuğrul Bey'den son
anlarında vasiyet niteliğindeki şu mühim istekte bulundu: "Halifenin
kızı ile evlenmek için ne gerekiyorsa yap. Böylece hem bu dünyada
hem de ahirette saadete ulaşırsın."
Ayrıca sahip olduğu tüm servetinin bu evliliğin gerçekleşmesi
durumunda halifenin kızı ve Tuğrul Bey'in müstakbel eşi Seyyide
Hanım'a verilmesini istemişti.
Kaynakça:
Alican, Mustafa, “Selçuklu Veziri Amidülmülk Kündürî’nin Yükselişi ve Düşüşü”
The Journal of Academic Social Science Studies (Autumn III, 2014), Number: 29, p. 241.
Altındal, Aytunç, Türkiye’de Kadın, İstanbul, 1991
27 Sosyal Bilimler Dergisi
TOMRİS HATUN
Tomris günümüz Türkçesinde "demir"
anlamına gelmektedir. MÖ yıllarda yaşayan ve
Pers hükümdarı Kiros ile savaşarak tarihe
geçmeyi başaran ilk Türk kadın hükümdar
Tomris Hatun MÖ 6. yüzyılda yaşadığı sanılan
Saka kraliçesidir. Sakaların büyük hükümdarı
Alp Er Tunga'nın torunu olan Tomris Hatun,
eşinin vefatı üzerine Sakaların idaresini eline
almıştır. Aynı çağda Pers ve Medya'da hüküm
süren Ahameniş İmparatorluğu ile büyük bir
mücadeleye girişen Tomris Hatun barışçıl ama
savunmaya önem veren bir yapıya önem
göstermiştir. Tomris Hatun'un barış yanlısı
tutumunu zayıflık olarak gören Pers İmparatoru
Büyük Kiros, Saka topraklarına sürekli akınlar düzenlemiştir. Persler Saka
topraklarına saldırdıklarında Sakalar sürekli geri çekiliyor ve kendilerine savaş
için mevzi arıyorlardı. Sakaları kovalamaktan bıkan Büyük Kiros, İran'a geri
dönmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra kendisine tabi olması ve kendisiyle
evlenmeyi kabul ettiği takdirde Tomris Hatun ile uğraşmayacağını vadetti.
Tomris Hatun bunun bir oyun olduğunu biliyordu ve teklifi reddetti. Buna kızan
Büyük Kiros büyük bir ordu toplayarak tekrar Saka topraklarına girdi. Bu
orduda savaş için eğitilmiş yüzlerce köpek de vardı. Tomris Hatun artık
kaçmanın yarar sağlamayacağını anlayıp uygun bir alan seçip Büyük Kiros'un
ordusunu beklemeye başlar. İki ordu aralarında birkaç kilometre kalacak bir
biçimde mevzilenir. Güneş battığı için savaşa tutuşmazlar ancak gece Büyük
Kiros bir hile düşünmüş ve iki ordunun arasında bir çadır kurdurmuştur ve
içinde güzel kızlar, yiyecekler ve şarap bulunan çadıra ansızın saldırı düzenleyen
Tomris Hatun'un oğlu ile beraberindeki kuvvetler, içerideki birkaç Pers'i öldürüp
eğlenceye dalmışlardır. Ancak birkaç saat sonra bir baskın düzenleyen Pers
kuvvetleri çadırı basıp Tomris Hatun'un oğlu da olmak üzere içerideki Sakaları
öldürürler. Tomris çok sevdiği oğlunun ölümüne üzülür. Amcası Alp Er
Tunga'yı da öldüren Perslere kini oğlunun ölümüyle daha da artmıştı.
28 Sosyal Bilimler Dergisi
Tomris Hatun oğlunun öldürülmesi üzerine yemin
ederek şöyle söyler: "Kana susamış Kiros! Sen
oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın
şarapla öldürdün. Ama güneşe yemin ederim ki seni
kanla doyuracağım!" Persler ile Sakalar arasında
yapılan savaşı Sakalar kazanır.
Ok atmakta usta olan ve savaş arabalarını büyük
ustalıkla kullanan Sakalar, savaş köpeklerine
rağmen Persleri bozguna uğratır. Ölenler arasında
Pers kralı Büyük Kiros da vardır. Tomris Hatun
sözünde durur ve Büyük Kiros'un kesik başını kan
dolu bir tulumun içine atar. Tomris Hatun, Büyük
Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak şunları
söyler: "Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım. Ama
sen hileyle oğlumu yakalayarak onu öldürdün.
Şimdi sana söz verdiğim gibi. Hayatında kan içmeye doymamıştın şimdi benim
elimden kana doyuyorsun."
TOMRİS HATUN İLE İLGİLİ BİLGİLER
• Dünya tarihinin ilk Türk kadın hükümdarıdır
• Oldukça zeki bir kadındı
• Oldukça iyi bir at binicisiydi
• Farklı dillere hâkimdi
• Güçlü ve iradeliydi
• Cesurdu
• Savaş tekniklerini ve araçlarını kullanabilirdi (ok, yay, kılıç, balta)
Kaynakça:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Tomris
https://www.timeturk.com/genel/tomris-hatun-kimdir-tomris-hatun-ne-zaman-oldu-tomris-hatun-un-cocuklari-kim/haber-1700032
29 Sosyal Bilimler Dergisi
RAZİYE BEGÜM SULTAN
(Müslüman Türk Devleti Dehli’nin Tek Kadın Sultanı!)
Raziye Begüm Sultan, Hindistan’da XIII. yüzyılda hüküm sürmüş ilk Müslüman
Türk Devleti Dehli Türk Sultanlığı’nın tek kadın hükümdarıdır.
Raziye Begüm, 12 erkek kardeşine rağmen henüz 16 yaşındayken tahta
oturmayı başaran askeri deha sahibi cesur bir şahsiyettir. İngiltere Kraliçesi I.
Mary’den 318 yıl, Kraliçe I. Elizabeth’ten 322 yıl, Kraliçe Victoria’dan 600 yıl
önce hükümdarlık yapmış, çok yönlü kişiliğiyle örnek bir Türk kadınıdır.
Hindistan’da kurulan ilk Müslüman Türk devleti Dehli Türk Sultanlığı’nın
hükümdarı olarak dört yıl tahtta kalan Raziye Begüm, bu zaman zarfında
devletinin bekası için üstün çaba sarf etmiştir. Raziye Begüm, Hindistan
tarihinin “ilk ve yegâne Türk Kadın Hükümdar” ı olarak bilinmektedir. Diğer
bir deyişle o Güney Asya’nın -Dehli Sultanlığı’nın- ilk ve tek kadın
hükümdarıdır. Raziye Begüm, tahtta kaldığı zamanlarda devlet idaresi için
büyük özveride bulunmuş; hükümdar olsa dahi nihayette bir kadın olmanın
verdiği nezaket ve zarafetle devleti bir kadının da yönetebileceğini göstermiştir.
Şemseddin İltutmuş’un hükümdarlık için en istikrarlı oğlu Nâsirüddîn Mahmud,
Bengal Valisi iken ölmüştür. İltutmuş diğer oğullarının kızı Raziye gibi ferasetli
olmadığını; devleti idare etme yetisi ve cesaretlerinin bulunmadığını
düşünmüştür.
Sultan Şemseddîn İltutmuş’un kızını yerine veliaht
tayin etmesi, Sultan’a yakınlığı ile bilinen emir ve
meliklerce hoş karşılanmamıştır. “Saltanatı hak
eden oğulların varken bir kızın İslam mülküne
veliaht yapılmasının hikmeti nedir?” diyerek bu
tutumdan memnun olmadıklarını Sultan İltutmuş’a
iletmişlerdir. Bunun üzerine İltutmuş; “Benim
oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldür.
Hiç birisinde memleket idare edecek kabiliyet
yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza
edemezler.”
30 Sosyal Bilimler Dergisi
“ Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahtlığa hiç birisi Raziye’den daha
layık değildir. Zira Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi
şeklen kadındır ama zekâ ve basireti erkekten farksızdır.” yanıtını vermiştir.
Babasının desteği ve güvenini tam olarak arkasına alan Raziye Begüm’ün
karşısında artık hiçbir güç kalmamıştır. Ancak elbette ki bu durum çok uzun
sürmemiştir. 1236’da Şemseddîn İltutmuş’un ölümü üzerine emirler iki gruba
ayrılmış Şemsi Melikleri (Kırklar) İltutmuş’un vasiyetine rağmen Raziye’yi saf
dışı bırakarak kardeşi Rükneddin Firuz Şah’ın tahta çıkmasına neden
olmuşlardır. Raziye Begüm’ün Türk emir ve meliklere, babasının vasiyetini
hatırlatarak kendisinin tahta oturması hâlinde devlet ve halkın huzur bulacağını
söylemesi üzerine hükümdar olmasının yolu açılmıştır. Kardeşlerinin küçük
olması da Raziye’nin tahta oturmasının yolunu açan bir diğer unsurdur.
Raziye Sultan, devleti en iyi şekilde idare etmeye çalışmış ancak yaşanan bazı
olumsuzluklar ve ülkedeki kargaşa onun, hem saltanatı hem de hayatına mal
olmuştur. Devletinin bekası ve halkının huzuru için kendi hayatından dahi ödün
veren Sultan, babasının izinden yılmadan, usanmadan başarılı bir politika
sürdürmüştür. Kendisine karşı ayaklanan Türk emirlerin nüfuzunu kırmak için
önemli mevkie getirdiği Yakut’un Raziye Begüm’e olan yakınlığı -aslında bana
göre sadakatten başka bir şeyle izah edilemezken- emir ve meliklerin büyük
kıskançlıklarına ve ardından Raziye’nin tahtan indirilmesine yol açmıştır.
Aslında Meliklerin Raziye’yi tahttan düşürmek için gösterdikleri bahane bile o
dönemin şartlarına göre hükümdarı tahttan indirmeye yetecek meşru bir sebeptir.
Ancak Raziye, Cemaleddin Yakut’u önerse de tahttan indirilmeyi kabul edecek
birisi olmadığını ve kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek konusundaki
azmini saltanatı tekrar ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan
hamlelerle göstermiştir. Ömrünü gerek Hindu akınları gerekse kendisine karşı
ayaklanan emir ve meliklerle mücadeleyle geçiren Raziye, cesur ve kahraman
bir Sultan olarak hayata gözlerini yummuştur.
319 Sosyal Bilimler Dergisi
Şair Raziye…
Raziye Begüm, iyi bir hükümdar olmanın yanı sıra iyi bir şair
olmasıyla da bilinmektedir.
Raziye Begüm’ün şiirlerine bazen his dünyası
bazen de kahramanlık gibi konular hâkim
olmuştur.
“Ben ağzında hoş nağmeler yapan bir bülbüle malikim,
Bizim başımıza ne gelirse hep bizdendir, biçare gönlün ne suçu var?
O zavallı da bizim sebepsiz gamımızdan ölmüştür.”
***
“Ben ayağımın bereketi ile feleği saltanat tahtı yapar,
Hüma’nın kanadını da sinekleri kovmak hizmetinde kullanırım.”
***
“Ey Şîrin gel, muhabbet yoluna adım atma, bundan sakın.
Sen yoksa bu yolda Ferhad’ın başına gelenleri işitmedin mi?”
Raziye Begüm Sultan, Hindistan tarihinin ilk ve yegâne Türk Kadın
Hükümdar’ı olarak tarihe adını altın harflerle yazdırmış, kadının isterse her şeyi
başarabileceğinin en büyük örneklerinden biri olmuştur.
Yine kaynaklarda Raziye Begüm’ün şairliğinin yanı sıra hafız olduğu ve Kuran’ı
çocuk yaşta ezberlediği de yazmaktadırç
Kaynakça:
https://dergipark.org.tr/tr/pub/atdd/issue/39162/465598
https://www.altayli.net/raziye-begum-sultan.html
https://islamansiklopedisi.org.tr/radiyye-begum
32 Sosyal Bilimler Dergisi
33 Sosyal Bilimler Dergisi
34 Sosyal Bilimler Dergisi
ARŞİMET
ARŞİMET KİMDİR
M.Ö. 287 yılında Sicilya’da
doğmuş, ünlü yunan matematikçi
ve bilim insanıdır. Antik dünyanın
ilk ve en büyük bilim insanı
olarak kabul edilmektedir. Suyun
kaldırma kuvvetini bulmuştur.
Pek çok matematik tarihçisine
göre integral hesabının temellerini
de yine Arşimet atmıştır. Arşimet
hayatı boyunca kendini
matematiğe ve bilime adamıştır.
Öyle ki, Roma generali
Sirakuza’yı kuşatmaya çalıştığı
sırada Arşimet’in yaptığı silahlar
yüzünden savaşı kazanmak
konusunda oldukça zorlandığını
söylemiştir.
General Arşimet’in zekâsına ve bilgisine övgüler saymıştır. Arşimet’in yapmış olduğu
bu silahların tamamı mekanik düzeneklerden oluşuyor ve her bir silahı yapabilmek
için ileri derecede matematik ve fizik bilgisi gerektiriyordu. Yaptığı savaş
silahlarından bir tanesini örnek vermek gerekirse, makaralar yardımıyla devasa
ağırlıktaki taşları burçlara çıkarıyor ve kurduğu mancınık sistemini kullanarak
düşmana fırlatıyordu. Hatta bir rivayete göre Arşimet Dev aynalar kullanarak Roma
ordusunu yakmaya bile çalıştığı söylenmektedir. Her ne kadar Arşimet’in silahları o
dönemin en iyi silahlarından olsa da Roma ordusu Sirakuza’ya girmeyi başarmıştır.
Arşimet’in Ölümü
Roma ordusu şehrin ileri gelenlerini olası bir ayaklanmaya karşı öldürmüştür. Arşimet
ise onlardan ayrı bir yerde bir çubuk ile yere çizdiği proje hakkında düşünürken aynı
ordunun farklı bir askeri tarafından sırtından vurularak öldürülmüştür.
Kaynaklar:
https://www.zuuh.net/arsimet/
35 Sosyal Bilimler Dergisi
Şimdi Öğrenme Zamanı!
Dünyanın Yedi Harikası ya da eski dilde acaib-i seb'a-i alem, tamamı insanoğlu tarafından inşa
edilmiş olağanüstü antik yapı ve yapıtlardır. Ayrıca Antik Dönemin Yedi Harikası adıyla da bilinir. İlk
olarak M.Ö. 5. yy.da tarihçi Heredot tarafından ortaya atılan bir kavramdır.
M.Ö. 4. yy.da Sidonlu Antipatros tarafından ilk olarak "Dünyanın yedi harikası üzerine" (Περὶ τῶν
Ἑπτὰ Θεαμάτων) adlı eserle oluşturulmuştur. Günümüzde geçerli kabul edilen Yedi Harika listesi,
M.Ö. 2. yy.da son şeklini almıştır. Günümüzde, sadece Keops Piramidi ayaktadır. Diğerleri yangın,
deprem gibi nedenlerle yok olmuştur.
Gelin şimdi bunları kısaca tanıyalım ve ülkemizdekileri birlikte öğrenelim.
Dünyanın Yedi Harikası
1. Halikarnas Mozolesi / Türkiye
2. Artemis Tapınağı / Türkiye
3. Keops Piramidi / Mısır
Diğer adıyla Büyük Giza Piramidi’nin, M.Ö. 2551-2560 yılları civarında Mısır firavunu Khufu adına bir
anıtsal mezar olarak Mısırlılar tarafından inşa edildiğine inanılır. Dünyanın yedi harikası içinde
günümüze kadar ulaşan tek eserdir.
4. Babil’in Asma Bahçeleri / Irak
Hakkında kesin bilgiler bulunmayan Babil'in Asma Bahçeleri, efsaneye göre M.Ö. 605-562 yılları
arasında Babil Kralı II. Nebukadnezar tarafından, memleketinin yeşil tepelerini ve vadilerini özleyen
eşi Kraliçe Amytis için inşa ettirilmiştir.
5. Zeus Heykeli / Yunanistan
M.Ö. 5. yüzyılda antik dünyanın en iyi heykeltıraşı olarak bilinen Fidias tarafından M.Ö. 456 yılında
Olimpos Dağı'nda inşâ edilen Zeus Tapınağı için yapılan devasa heykeldir.
6. Rodos Heykeli / Yunanistan
Antik Çağ'da Rodos Adası'ndaki Rodos şehrinin limanının girişinde bulunan, Yunan Güneş Tanrısı
Helios'un heykelidir. Makedonyalı Antigonitlerin yaptığı kuşatmanın sonucunda barışın sağlanmasıyla
Rodosluların, tanrılara şükranlarını sunmak için yaptırdıkları Rodos Heykelinin yapımı M.Ö. 282 yılında
tamamlanmıştır.
7. İskenderiye Feneri / Mısır
Pharos adasında ve Mısır’ın ilk iki kralı Ptolemy ve Soter tarafından inşa edilen İskenderiye Feneri’nin
inşaatı, MÖ 280 dolaylarında tamamlanmıştır.
36 Sosyal Bilimler Dergisi
Dünyanın Yedi Harikası / Türkiye’de Yer Alanlar
1. Halikarnas Mozolesi
Halikarnas Mozolesi, M.Ö. 350 yılında Kral Mausollos, karısı ve kız
kardeşi için yaptırılan mezardır. O dönemlerde Bodrum’un adı
Halicarnassus olarak bilinmektedir. Halikarnas Mozolesi’nin
tepesinde dört atlı savaş arabası ve arabanın üstünde Kral ve
karısının heykelleri bulunurmuş. Bunun anlaması ise zaferi
simgelermiş. Kolonlarıyla Yunan mimarisini, piramit şeklindeki
çatısıyla da Mısır mimarisini andıran oldukça büyük boyutlardadır.
Bu öneminden dolayı kendinden sonra gelen, aynı stildeki tüm yapılara mozole denmiştir. Bu tarihi
yapı Haçlı Seferlerinde yıkılmıştır.
Saint Jean şövalyeleri Bodrum’a geldiklerinde mozoleyi yıkık bir
şekilde bulmuş ve orayı taş ocağı olarak kullanıp Bodrum
Kalesinin yapımında buradaki taşları kullanmışlardır. Böylelikle
mozolenin kalan kısımları da tahrip olmuştur. O nedenle de o
muhteşem eserden günümüze pek bir şey kalmadığından bugün
mozolenin bulunduğu alan açık hava müzesi olarak
düzenlenmiştir.
2. Artemis Tapınağı
Artemis Tapınağı, aynı zamanda Diana Tapınağı olarak da bilinir.
Tamamen mermerden inşa edilmiştir ancak tapınaktan geriye bugün
sadece bir iki mermer parçası kalmıştır. Türkiye'deki bu antik kent
Selçuk / İzmir’de bulunmaktadır. UNESCO Dünya Miras Listesi'nde de
yer almaktadır.
Tapınak, Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatılmış 120 senelik bir projenin
eseri olmakla beraber bronz heykellerle süslenmiş bir yapıdır. Milattan önce
550 yıllarında yapılan eser, 3 defa çeşitli zamanlarda tamamen yenilenmiştir.
Ancak sonsuzluğa uzanmak, öldükten sonra da hatırlanmak için Herostratus,
Artemis Tapınağı'nı yakmıştır. Milattan sonra 400 yılında çıkan bu yangın
sonucu mermer bloklarının dışında bulunan her şey yok olmuştur.
Kaynakça;
https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCnyan%C4%B1n_Yedi_Harikas%C4%B1
https://www.bodrumfinder.com/halikarnas-mozolesi/
https://listelist.com/artemis-tapinagi-herostratus/
https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/dunyanin-yedi-harikasi-65
https://www.hisglobal.com.tr/blog/artemis-tapinagi-hakkinda-bilgi-dolu-bir-yolculuk
https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-530/yedi-harika/
37 Sosyal Bilimler Dergisi
Anadolu Beylikleri
Türkler, daha önce IV. yüzyılda Hunlar ve VII. yüzyılda da Sabarlar ile Anadolu’ya
akınlar düzenlemiştir. Ancak bu akınlar genellikle Doğu Roma İmparatorluğu’na karşı
ganimet amaçlı olup Anadolu’yu yurt edinme düşünülmemiştir. Abbasiler
Dönemi’nde, Bizans’a karşı askerî güçlerinden yaralanmak için Anadolu’ya getirilen
Türkler, Abbasiler’den sonra da X. yüzyılın ikinci yarısına kadar burada gaza ve cihad
hareketlerinde bulunmuştur. Bu dönemden itibaren Anadolu toprakları, Selçuklu
Türkleri tarafından hedef alınmıştır.
Birinci dalga göçler, XI. yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu’ya kitleler hâlinde başlamış
ve Malazgirt Savaşı’ndan sonra yoğunluk kazanarak devam etmiştir. Bu Oğuz
göçlerinin önceki dönemlerde yapılanlardan farkı, büyük kafileler hâlinde yaşanması
ve Anadolu’yu yurt edinme amaçlı olmasıdır. 1015-1021 yılları arasında Anadolu’ya
yapılan ilk Selçuklu seferleri keşif ve ganimet kazanma niteliği taşırken Malazgirt
Zaferi sonrası Horasan’dan gelen Oğuzlar, ele geçirdikleri bölgeleri yurt edinmeye
başladı. Tuğrul Bey, yerleşik halk içinde sorun olmaya başlayan Türkmen gruplardan
yararlanma yoluna gidip soydaşlarına yerleşmek için Anadolu’yu hedef gösterdi. Birinci
dalga göçlerin genel sebepleri arasında Karahitayların, Moğolistan coğrafyasını ele
geçirmesi, Kıpçak boylarının baskısı ve Selçukluların bir devlet politikası olarak göçleri
teşvik etmesi kabul edilebilir. Önce Sultan Alp Arslan ve sonra da Sultan Melikşah’ın
şekillendirdiği Selçuklu Devleti’nin batı yönlü fetih politikası, Anadolu’daki fetih
hareketlerini hızlandırmıştır.
Ardından Anadolu’da kurulan ilk Türk beylikleri burada Türklerin
kalıcı olmasını sağlamıştır. Malazgirt Savaşı’ndan sonra Bizans’ın
gücünün kırılmasıyla Oğuzlar Anadolu’yu yurt edinmek için
buralara göç etmeye başlamıştır.
38 Sosyal Bilimler Dergisi
Bu durum bir Gürcü kaynağında şöyle anlatılmıştır: “Türklerin kudreti dolayısıyla
Rumlar şarktaki bütün şehir ve kalelerini bırakıp gidiyor; bu bölgeleri onlara terk diyor
ve onların yerleşmelerine imkân veriyorlar.”
Malazgirt Zaferi’nden sonra kısa bir süre içerisinde Anadolu’da Saltuklular,
Danişmentliler, Mengücekliler ve Artuklular gibi beylikler kurulmuştur. Bu beyliklerin
kurulmasıyla XI. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da, Beylikler Dönemi başlamıştır.
Sonrasında Anadolu’daki Türk hâkimiyeti Türkiye Selçukluları ile kalıcı hâle gelmiştir.
Anadolu’ya Türkistan’dan gelmeye devam eden Türkmen kitleleri de bu yerleşmeyi
desteklemiş ve Anadolu’da kalıcılığı sağlamıştır.
Saltuklu Beyliği:
1072 yılında kurulan Saltuklu Beyliğinin en önemli özelliği Anadolu'da kurulan ilk
beylik olmasıdır. Başkenti Erzurum olan Saltukluların kurucusu Malazgirt Savaşının
zaferle sonuçlanmasında önemli rol oynayan Emir Kasım Saltul Bey'dir. 1102 yılında
Emir Kasım'ın vefat etmesinin ardından beyliğin başına önce Melik Alaaddin Ali, sonra
İzzeddin Saltuk geçmiştir. Başkenti Erzurum olan Saltuklu Beyliğin son hükümdarı ise
17 yıl boyunca beyliği yöneten Melik Rüknettin Melikşah olmuştur.
Mengücekli Beyliği:
Merkezi Erzincan olan Mengücekli Beyliği, 1080 yılında kurulmuştur. Mengücek Gazi
tarafından kurulan beylik, toplam 148 yıl boyunca Anadolu'da hüküm sürmüştür.12.
yüzyılın başında Mengücekli Beyliğinde birçok iç karışıklık çıkmıştır. Bunun
sonucunda beylik, 1142 yılında Divriği ve Erzincan - Kemah olmak üzere iki ayrı kola
ayrılmıştır. Beyliğin diğer hükümdarları Seyfüddin Ebu'l-Muzaffer Şehenşah ve Melik
Fahreddin Behramşa'dır.
Danişmendliler Beyliği:
1080 yılında Ahmet Gazi tarafından kurulan Danişmendliler Beyliği, yaklaşık 100 yıl
boyunca Anadolu'da hüküm sürmüştür. Anadolu Selçuklu Devletine katılan ilk beylik
olan Danişmendliler'in başkenti önce Niksar, sonra Sivas olmuştur.
39 Sosyal Bilimler Dergisi
Danişmendliler Beyliği, Anadolu'da en fazla türbe ve medrese yapan beyliktir.
Günümüze kadar ulaşan en önemli mimari eserleri arasında Tokat Yağıbasan
Medresesi ve Amasya Halifet Gazi Türbesi yer almaktadır.
Artuklu Beyliği:
1102 yılında Artuklu Beyliği'nin başkenti önce
Hasankeyf sonra Diyarbakır olmuştur.
Hasankeyf, Mardin ve Harput olmak üzere üç
kola ayrılan Artuklular, 1409 yılında dağılmıştır.
Artuklular döneminde yapılan en önemli
mimari eser Mardin Ulu Camii'dir.
Kaynakça:
https://www.tarihbilimi.gen.tr/turklerin-anadoluya-gelisi/
40 Sosyal Bilimler Dergisi
ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne
Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Eğitimine annesinin isteğiyle Mahalle
Mektebinde başladı. Ardından babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebine geçti.
1888’de babası Ali Rıza Efendi hayatını kaybetti. Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının
yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne
kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye’ye girdi. Bu okulda
Matematik öğretmeni Mustafa Bey, “yetkin, olgun” anlamına gelen "Kemal"i adına
ekledi. 1896-1899 yıllarında İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında
teğmen rütbesiyle mezun oldu. Eğitimine Harp Akademisinde devam etti. 11 Ocak
1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı.
1905-1907 yılları arasında Şam'da görev yaptı. 1911 yılında İtalyanların
Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte
Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk
Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi. Ekim 1912'de Balkan
Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı.
Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük katkısı vardır. 1913 yılında Sofya
Ateşemiliterliğine atandı. 1914'te yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak
1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa
girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da
görevlendirildi.
18 Mart 1915’te 1. Dünya Savaşı’nın cephelerinden biri olan Çanakkale’de
boğazı geçmeye çalışan İtilaf donanması ağır kayıplar verdi. Bunun üzerine Gelibolu
Yarımadası’na asker çıkarma kararı aldılar. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman
kuvvetleri, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen tarafından Conkbayırı'nda
durduruldu. Bunun üzerine Mustafa Kemal’in rütbesi albaylığa yükseltildi.
1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe
yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve
Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. 15 Ağustos 1918'de
Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından
bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu
ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde
(Bakanlığında) göreve başladı. Mütarekeyi takiben İtilaf Devletleri’nin Osmanlı
ordularını işgale başlamaları üzerine Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19
Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi ile “Milletin
istikbalini yine milletin azim ve kararı kurtarır” diyerek 23 Temmuz-7 Ağustos
1919’da Erzurum, 4-11 Eylül’de Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtulması için
izlenecek yolun belirlenmesini sağladı.
41 Sosyal Bilimler Dergisi
23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Meclis ve Hükümet
Başkanlığına seçildi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’nın başarılı
olabilmesi için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı. Kurtuluş Savaşı, 15
Mayıs 1919’da İzmir’de düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. İtilaf Devletleri’ne
karşı öncelikle Kuva-yı Milliye olarak adlandırılan milis kuvvetleriyle savaşıldı.
Ardından TBMM düzenli orduyu kurarak Kuva-yı Milliye ile birleştirdi ve savaşı
zafere ulaştırdı. Sakarya Zaferi’nden sonra kendisine Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı
takdim edildi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile savaş nihayetlendi.
Kurtuluş Savaşı’nın meclis tarafından başarıyla yönetilmesi 23 Nisan 1920’de
Ankara’da açılan TBMM ile kuruluşu müjdelenen yeni Türk devletinin kuruluş
sürecini hızlandırdı. 13 Ekim 1923’te cumhuriyet devletin resmi yönetim biçimi olarak
kabul edildi ve Atatürk oy birliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. Kısa bir süre sonra
İsmet İnönü tarafından cumhuriyetin ilk hükümeti kuruldu. Atatürk “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” ve “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkelerini kendine temel
edinen yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni “Muasır medeniyetler düzeyine çıkarmak”
gayesiyle bir dizi yenilik yaptı. 1927,1931,1935 yıllarında tekrar cumhurbaşkanlığına
seçildi. Bir asker ve devlet adamı olarak Atatürk hakkında yeterince bahsettik, biraz da
“birey” olarak Atatürk’ten bahsedelim. Kendisi şahsi hayatını sadelik içinde yaşadı. 29
Ocak 1923’te Latife Hanım ile evlendi. Evlilikleri iki yıl sürdü. Çocukları çok seven
Atatürk Afet, Sabiha, Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı
bir çobanı manevi evlat edindi. Kitap okumayı, dans etmeyi, müzik dinlemeyi, ata
binmeyi ve yüzmeyi severdi. Zeybeğe, güreşe, Rumeli türkülerine ilgiliydi. Tavla ve
bilardo oynamaktan keyif alırdı. Atı Sakarya ve köpeği Fox başta olmak üzere
hayvanlara çok değer verirdi. Doğayı çok sever, sık sık Atatürk Orman Çiftliği’ne
gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını,
sanatçıları davet eder, memleket meselelerini tartışırdı. Giyimine ve görünüşüne özen
gösterirdi. Fransızca ve Almancayı ana dili gibi biliyordu. Sağlığının giderek
kötüleşmesi dolayısıyla özel bir kür tedavisi için Yalova Termal’e gönderildi. Termal
Otel’de 22 Ocak 1938 günü Dr. Nihat Reşat Belger Atatürk’ü muayene ederek
kendisine siroz teşhisi koydu. 10 Kasım 1938 saat 9.05'te yakalandığı siroz
hastalığından kurtulamayarak İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini
yumdu. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara
Etnografya Müzesi'nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir
törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına gömüldü.
Kaynakça:
http://www.geleceginbilgeleri.com/ataturk-un-hayati
42 Sosyal Bilimler Dergisi
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
Sakarya Meydan Muharebesi ya da Atatürk tarafından anıldığı şekliyle Melhame-
i Kübra yani Büyük Kanlı Savaş olarak adlandırılır. Mustafa Kemal Atatürk’ün” Hattı
müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır. Ve o satıh bütün vatandır” emrini verdiği ve
Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası olarak kabul edilen Sakarya Savaşı’nın önemi, 13
Eylül 1683 günü Viyana’da başlayan geri çekilmenin 238 yıl sonra durdurulmuş
olmasıdır.
Savaşın başlangıç noktası olarak Yunan General Anastasios Papulas’ın Yunan
ordularına Ankara’ya harekat emir vermesi gösterilebilir. General Papulas, başta bu
harekata karşı çıkmıştı çünkü ordusunu Anadolu topraklarına göndermesinin ağır
sonuçlarının olacağını düşünüyordu. Ayrıca savaş karşıtı örgütler orduya gizlice savaş
karşıtı broşürler sızdırıyordu. Savaş karşıtı fikirlerle karşılaşan ordunun savaşa olan
inancı gittikçe zayıflıyordu. Tüm bunlara rağmen General Papulas, halkın bu yöndeki
baskılarının ve “Ankara Fatihi” unvanı alabilecek olmasının etkisiyle ordusuna taarruz
emrini verdi.
Türk ordusunun mağlubiyetleri sonucu kritik bir durumda olan cepheye TBMM
Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi
Paşa geldiler ve durumu yerinde incelediler. Bu incelemeler sonucunda Batı Cephesi
birliklerinin Yunan ordusundan uzaklaşarak Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmesinde
karar kıldılar. Ordu, artık savunmayı bu hatta sürdürecekti. Mustafa Kemal Paşa, “Hattı
müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.” emriyle savaşı geniş bir alana yaymayı
amaçlamıştır. Bu sayede Yunan kuvvetleri bölünerek karargahlarından uzaklaşmış
olacaklardı.
TBMM; 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı azletti ve bu
makama aynı zamanda Başvekil ve Millî Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı atadı.
Türk ordusu 22 Temmuz 1921'de Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmeye başladı.
Bu çekilme hızlı bir şekilde tamamlandı. Yunan birlikleri tam dokuz gün Türk
birlikleriyle karşılaşmadan ilerledi. Türk keşif birlikleri bu yürüyüşün yönünü tespit etti
ve cephe komutanlığına bildirdi. Bu savaşın kaderini belirleyen stratejilerden biri oldu
çünkü Yunan birlikleri, yönleri belirlenince avantajlı durumunu kaybetti. 14 Ağustos’ta
ileri harekata geçen Yunan ordusu, Türk ordusu üzerine kuşatıcı taarruz başlattı ancak
bu taarruz başarısız oldu.
2 Eylül’de Yunan kuvvetleri, stratejik açıdan oldukça büyük bir öneme sahip olan
Çal Dağı’nı ele geçirdi. Türk birlikleri alan savunması yapmaya başladı. Ankara’ya
gittikçe yaklaşan Yunan birlikleri Türk ordusunun savunmasıyla karşı karşıya kaldı.
43 Sosyal Bilimler Dergisi
9 Eylül’e kadar Türk birlikleriyle çatışarak ilerlemeyi hedefleyen Yunan ordusu,
bu günden sonra ilerlemeyi bırakıp bulunduğu hatlarda savunma yapmaya karar verdi.
10 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun başlattığı karşı
genel taarruz ile Yunan kuvvetlerinin savunma yapmak için toparlanmasına mani
olundu. Aynı gün, Türk birlikleri Çal Dağı’nı geri aldı. Türk ordusunun taarruzu 13
Eylül’e kadar sürdü. Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon hattının doğusuna çekildi ve bu
bölgede savunmaya hazırlanmaya başladı. Bu çekilmeyle birlikte Aziziye, Bolvadin ve
Çay düşman işgalinden kurtarıldı.
13 Eylül’de süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri, geri çekilen Yunan
ordusunu takip etme amacıyla harekata devam etti ancak teçhizat yetersizdi. Bu nedenle
taarruz durduruldu. Aynı gün içinde Batı Cephesi’ne bağlı birliklerin komuta yapısında
değişiklikler yapıldı.
Sakarya Meydan Muharebesi, 22 gün ve gece sürdü. 100 km uzunluğunda bir
alanda oldu. Yunan ordusu, Ankara’nın 50 km kadar yakınına gelmişken Türk
ordusunun savunmasıyla karşılaşınca geri çekilmek zorunda kaldı.
Yunan ordusu geri çekilme esnasında demir yollarını ve köprüleri harap etti, pek
çok köyü yaktı.
Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk ordusundan 5713 ölü, 18.480 yaralı, 828
esir ve 14.268 kayıp; Yunan ordusundan ise 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp çıkmıştır.
Çok fazla subay kaybolduğu için bu savaş “Subay Muharebesi” olarak da anılmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa; TBMM tarafından Osmanlı Devleti’nin son yıllarında
kullanılan ve mareşalliğe denk bir rütbe olan müşir rütbesine terfi ettirildi ve gazi unvanı
verildi. Atatürk; Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar askeri bir rütbesinin olmadığını
ve Osmanlı Devleti tarafından verilmiş olan rütbelerin yine Osmanlı Devleti tarafından
geri alındığını belirtmiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasıyla Türk milletinin savaşın
kazanılacağına dair umutlar yeşermiştir. Uluslararası toplumda TBMM’ye bakış açısı
değişmiştir. İngiltere, Yunanistan’a verdiği desteği geri çekmiştir.
Kaynakça:
http://www.geleceginbilgeleri.com/ataturk-un-hayati
44 Sosyal Bilimler Dergisi
BİN YILLARIN LEZZETİ: EGE
MUTFAĞI
Ege Bölgesi, Türkiye'nin yedi coğrafi bölgesinden biridir. İsmini kıyısında
olduğu Ege Denizi'nden alır. Ege ve İç Batı Anadolu olmak üzere iki bölüme
ayrılır. Kuzeyde Marmara, doğuda İç Anadolu, güneyde Akdeniz bölgeleriyle
ve batıda Ege Denizi'yle çevrilidir. Türkiye'nin en uzun kıyı şeridine sahip
bölgesidir. Ege Bölgesi gastronomi alanında da ülkemizin en önemli
bölgelerinden biridir ve birçok coğrafi işaretli ürün barındırmaktadır.
Sağlıklı ve lezzetli Ege mutfağı, bölgeyi gastronomi turizminin odak noktası
hâline getirirken tüm dünyada yayılan Slow-Food akımının da Anadolu’daki
temsilciliğini üstleniyor.
Ege mutfağı, binlerce yıllık mirasa sahip olan Türk yemek kültürünün
oldukça önemli bir parçasıdır. Bu önem, elbette daha önce Ege mutfak
kültürünün bulunduğu topraklarda yaşamış uygarlıkların birikimlerinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü Ege toprakları üzerinde varlığını sürdüren her bir
medeniyet, lezzetli Ege mutfağı ile tanışmakla kalmamış, bu birikime
kendinden de bir iz bırakmıştır.
Öyle ki Romalıların, antik Ege yemeklerini tanımadan önceki dönemlerde lapa
yiyen barbarlar olduğu söylenirken MÖ 200 yılında tanıştıkları bu mutfak
sayesinde tatlı soslar, bal, sirke, balık sosu, tatlı şaraplar ve ayrıca başta
kimyon, kişniş ve kekik olmak üzere pek çok ot, bunların dışında et ve balık;
sofralarının vazgeçilmezi olmuştur.
Zeytinyağı, Ege Mutfağının Başrolünde
Böyle bir zenginlik içerisinde tarihi sekiz bin yıl öncesine dayanan Ege
mutfağının temelini oluşturan zeytinyağı, yaklaşık olarak 2 bin 500 yıldır
mutfakta kullanılmaktadır. Bu uzun tarihin en büyük kanıtı olarak ise
Heredot’un “On İki İyonya Kenti” arasında ismini saydığı ve bugünkü Urla-
Çeşme yarımadasının kuzey kıyısında yer alan Klazomenia’daki kazılarda
ortaya çıkarılmış olan antik zeytinyağı işlikleri gösterilmektedir. Bu köklü
geçmişi ile sebze yemekleri başta olmak üzere pilav ve et yemeklerinin
zeytinyağı ile pişirilmesi, Ege mutfağının sağlıklı ve hafif bir hâl almasında da
etkili olmuştur. Zeytin ise kahvaltı sofralarının baş tacı olarak mutfaktaki yerini
alırken; diğer yandan yine kahvaltılar için kekik, biberiye ve nane gibi
aromatik otlarla lezzetlendirilen zeytinyağının, ekmek ile tüketilmesi de
oldukça yaygın bir beslenme şeklidir.
45 Sosyal Bilimler Dergisi
Zeytinyağı ve Otlarla “Yeşil”lenen Mutfak
Zeytin ve zeytinyağından sonra Ege mutfağının en belirgin özelliklerinden biri;
şevket-i bostan, kuşkonmaz, arapsaçı, su teresi, ebegümeci, sirken, zahter,
köremen gibi çeşitli ot yemeklerini bünyesinde barındırmasıdır. Bunlar ve daha
bilinen 800’ü aşkın endemik bitki türleri ile 50 civarında ot yemeği çeşidi
bulunan Ege mutfağı, kendisini bu zenginliği ile diğer mutfaklardan ayırırken;
börülce, patlıcan, pırasa gibi sebzeler de diğer bölgesel mutfaklara göre daha
çok kullanılmaktadır. . İşte bu üç yiyecek; yani zeytin, zeytinyağı ve ot
yemekleri, Ege mutfağının “yeşil mutfak” olarak anılmasında etkili olmaktadır.
Coğrafi İşaretli Ege Yiyecekleri 2-)İzmir Tulum Peyniri/İzmir
1-)Ödemiş Çekişte Zeytinyağı/İzmir
3-)Dikmen Kekik Balı/Aydın 4-)Dedebağ Keşkeği /Denizli
46 Sosyal Bilimler Dergisi
1-)Kabak Çiçeği Dolması
Ege’nin en özel lezzetlerinden biri kabak çiçeği dolmasıdır.
Kabağın narin çiçekleri özenle toplanır, içine ister kıymalı
ister zeytinyağlı dolma harcı doldurulur. Ege’yi ziyaret
edenlerin tatmadan dönmemesi gereken bu lezzeti diğer
bölgelerde bulmak zor olabilir.
2-)Zeytinyağlı Bakla
Zeytinyağlı bakla yemeği, ilkbahar aylarında baklanın
çıktığı dönemde yapılır ve soğuk bir lezzet olmasına
rağmen genellikle yoğurt ile beraber tüketilir. Bu güzel
zeytinyağlı yemeğin mükemmel eşlikçisi dereotudur.
3-)Zeytinyağlı Sarma
Yeşili bol Ege mutfağının sevilen yemeklerinden biri de
zeytinyağlı sarmadır. Asma yaprağının ekşi lezzeti
dolmaya mükemmel bir lezzet verir.
4-)Labada Salatası
Hem yaprakları hem de sapları çok lezzetli ve besleyici olan
labadanın salatası adeta bir sağlık bombasıdır. Kuzukulağı
ailesinden gelen labada, buğday ve fındık gibi malzemelerle
beraber leziz bir salata oluşturur.
Kaynakça:
https://www.kisikates.com.tr/blog/cografiisaretli-urunler-726
https://kulturveyasam.com/ege-bolgesinin-dillere-destan12-lezzet/
https://www.ortadogumono.com.tr/tr/gurme/215/binyillarin-lezzeti-ege-mutfagi.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ege_B%C3%B6lgesi
47 Sosyal Bilimler Dergisi
Jeolojik Kayıtlarda Bir Milyar Kayıp Yıl
Özet: Jeolojik belge tam olarak şudur: Bir kayıt. Kaya katmanı, bilim insanlarına
ansiklopedi sayfalarındaki gibi geçmiş çevrelerden bahseder. Bu referans
kitabının dışında kalan sayfa sayısı eksik. Dolayısıyla jeologlar sadece neyin var
olduğunu anlamakla kalmıyor. Neyin olmadığını ve nereye gittiğini de bulmakla
görevlendiriliyorlar.
Özellikle bir ihmal, bilim insanlarını fazlası ile şaşırttı. İlk kez 1869’da Büyük
Kanyon katmanlarında John Wesley Powell tarafından fark edilen Büyük
Uyumsuzluk (Great Unconformity), bilindiği gibi, belirli yerlerde bir milyar
yıldan fazla kayıp kayayı açıklamaktadır.
Bilim insanları, bu şaşırtıcı miktarda malzemenin nasıl ve ne zaman aşındığını
açıklamak için birkaç hipotez geliştirdiler. Şimdi, UC Santa Barbara’da jeolog
olan Francis Macdonald ve Colorado Üniversitesi, Boulder ve Colorado
Koleji’ndeki meslektaşları, bunların en popülerlerinden birini dışlamış
olabileceklerine inanıyorlar. Çalışmaları Ulusal Bilimler Akademisi Bildiriler
Kitabı’nda (National Academy of Sciences) yer almaktadır.
Macdonald, “Kaya parçası kayıtları boyunca uyumsuzluklar var.
Uyumsuzluklar sadece kaya parçası kaydı içindeki zaman boşluklarıdır. Buna
Büyük Uyumsuzluk denir, çünkü özellikle büyük bir boşluk, belki de küresel bir
boşluk olduğu düşünülüyordu.”
48 Sosyal Bilimler Dergisi
Gezegenin tamamen buzla kaplı olduğu Kartopu Dünyası (Snowball Earth)
olarak bilinen bir zamanda önde gelen bir düşünce, buzulların kilometrelerce
kayayı yaklaşık 720 ila 635 milyon yıl önce temizlediği, bu hipotezinde, kısa bir
süre sonra karmaşık organizmaların hızlı ortaya çıkışını açıklamaya yardımcı
olma avantajına da sahip olduğunu belirtmektedir.
Kamboçya patlamasında tüm bu aşınmış malzeme, okyanuslara muazzam
miktarda besin maddesi ekebilirdi.
Macdonald bu akıl yürütmeye kuşkuyla yaklaşıyordu.Büyük Uyumsuzluğun
analogları dünya çapında görünmesine rağmen -benzer zaman aralıklarında
benzer miktarda kaya eksik- mükemmel bir şekilde sıralanmıyorlar. Bu, Kartopu
Dünyası gibi küresel bir olay tarafından gerçekten aşınmış olup olmadıkları
konusunda şüphe uyandırıyor.
Büyük Uyumsuzluğu araştırmanın zorluğunun bir kısmı, çok uzun zaman önce
gerçekleşmiş olması ve Dünya’nın karmakarışık bir sisteme sahip olmasıdır.
Macdonald, “Bu kayalar tarih boyunca birçok kez gömüldü ve aşındı.”dedi.
Neyse ki, ekip bu hipotezi termokronoloji adı verilen bir teknik kullanarak test
edebildi.Dünya yüzeyinin birkaç kilometre altında, gezegenin sıcak mantosuna
yaklaştıkça sıcaklık yükselmeye başlar. Bu, her kilometre derinliği için yaklaşık
50 santigrat derece sıcaklık oluşturur ve bu sıcaklık rejimi bazı minerallerin
üzerine basılabilir.
Termokronoloji: Termokronoloji, bir gezegenin bir bölgesinin termal
evriminin incelenmesidir. Termokronologlar, belirli bir kaya, mineral veya
jeolojik birimin termal geçmişini anlamak için kaydedilen tarihe kadar verilen
zamanda verilen çalışmanın sıcaklığını temsil eden kapatma sıcaklıkları ile
birlikte radyometrik tarihleme kullanırlar.
Kayaçlardaki bazı radyoaktif elementler parçalandıkça Helyum-4 üretilir.
Aslında helyum sürekli olarak üretilmektedir. Ancak farklı minerallerde tutulan
fraksiyon sıcaklığın bir fonksiyonudur. Sonuç olarak, bilim insanları bazı
minerallerde helyum / toryum ve uranyum oranını paleo-termometre olarak
kullanabilirler. Bu fenomen Macdonald ve yazarlarının kayaların çağlar boyunca
gömüldüğü ve aşındığı zaman kabuğun içinde nasıl hareket ettiğini izlemelerini
sağladı.
Helyum-4: Hafif ve eşinetkin olmayan bir helyumyerdeşidir. Doğada yer alan
iki helyum yerdeşinden en yaygın olarak rastlanandır. Öyle ki Yeryüzü’ndeki
helyumun%99,99986’sını oluşturmaktadır. Kısaca tamamını oluşturur.
49 Sosyal Bilimler Dergisi
Fraksiyon: Parça, bölüm, kısım; bir bütünün ayrılabilen parçalarından her biri,
kimyasal bileşiğin ayrılabilen unsurlarından her biri.
Ekip, Colorado’daki Pikes Zirvesi’ndeki Büyük Uyumsuzluk sınırının hemen
altındaki granitten örnekler aldı. Özellikle esnek bir mineral olan zirkon tanelerini
taştan çıkardılar ve içerisindeki helyumun radyo nükleotidlerini analiz ettiler. Teknik,
1000 ila 720 milyon yıl önce bu granitin üzerinden birkaç kilometrelik kayanın
aşındığını ortaya koydu.
Daha da önemlisi, bu zaman dilimi kesinlikle Kartopu Dünyası bölümlerinden önce
meydana geldi. Aslında, süper kıta Rodinia’nın oluştuğu ve parçalandığı dönemlerle
çok daha iyi sıralanır. Bu, jeolojik kayıttan bu yıllardaki sıkıntılı süreçlere bir ipucu
sunuyor. Macdonald, “Temel hipotez, bu büyük ölçekli erozyonun süper kıtaların
oluşumu ve ayrılması tarafından yönlendirildiğidir.”dedi.
Dünya’nın süper kıta oluşumu ve ayrılması döngüsü, uzun süreler boyunca
inanılmaz kaya genişliklerini yükseltir ve aşındırır. Ve süper kıta süreçleri, tanım
gereği çok fazla arazi içerdiğinden, etkileri jeolojik kayıtlar arasında oldukça
eşzamanlı görünebilir.
Bununla birlikte, bu süreçler Kartopu Dünyası gibi küresel bir olayda olduğu gibi
aynı anda gerçekleşmez. “Bu dağınık bir süreç, farklılıklar var ve şimdi belki de bu
farklılıkları çözme ve bu kaydı çıkarma gücümüz var.” diye belirtiyor Macdonald.
Macdonald’ın sonuçları bu büyük uyumsuzluklar için tektonik bir kaynakla tutarlı
olsa da tartışmayı bitirmiyor. Jeologların, bu olayları daha iyi sınırlamak için bu
çalışmayı dünyanın diğer bölgelerindeki benzer çalışmalarla tamamlamaları
gerekecektir.
Büyük Uyumsuzluğun gizemi doğası gereği jeolojinin diğer büyük gizemlerinden
ikisine bağlıdır: Kartopu Dünyasının yükselişi ve düşüşü, Ediacaran ve Kambriyen
döneminde karmaşık yaşamın ani bir şekilde ortaya çıkışı. Bunların herhangi birindeki
ilerleme kaydedilmesi araştırmacıların nihayet çok şeyi anlamasına yardımcı olabilir.
“Kambriyen patlaması Darwin’in ikilemiydi,” diye belirtti Macdonald. “Bu 200
yıllık bir soru. Bunu çözebilirsek kesinlikle rock yıldızı oluruz.”
Kaynakça:
https://beyinsizler.net/jeolojik-kayitlarda-bir-milyar-yil-kayip-nereye-gitmis-olabilir/
https://agahilkerozer.com/en/dunya-tarihinin-kayip-1-milyar-yili/
https://www.indyturk.com/node/466271/bi%CC%87li%CC%87m/bir-milyar-y%C4%B1ll%C4%B1k-kay%C4%B1p-zaman%C4%B1n-izi-buz-devrinde-bulundu
50 Sosyal Bilimler Dergisi
İletişim: NİŞANTAŞI ANADOLU LİSESİ
Adres: Teşvikiye Mah. Valikonağı Caddesi Poyrazcık Sk. No:65 Nişantaşı/İstanbul
Tel: 0212 248 1078 – 0212 240 1286
https://nisantasial.meb.k12.tr/