The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

EKİNOKS COĞRAFYA VE BİLİM DERGİSİ - Sayı 2 (Kasım 2021)
MÜJDAT AYDIN
Coğrafya Öğretmeni
Kartal Borsa İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi - İstanbul

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by MÜJDAT AYDIN, 2022-03-22 10:07:46

EKİNOKS COĞRAFYA VE BİLİM DERGİSİ - Sayı 2 (Kasım 2021- MÜJDAT AYDIN)

EKİNOKS COĞRAFYA VE BİLİM DERGİSİ - Sayı 2 (Kasım 2021)
MÜJDAT AYDIN
Coğrafya Öğretmeni
Kartal Borsa İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi - İstanbul

Keywords: Ekinoks,ekinoks 2021,ekinoks 2,coğrafya dergisi,geography book,geography magazine

Coğrafya ve Bilim Dergisi / Sayı: 2 - Kasım 2021 KARTAL BORSA İSTANBUL MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ

İstanbul'un Kayıp Adası

Dünya Rekoru Kırmış Bir Şerpa'nın VORDONİSİ

Gözünden Everest'e Zorlu Tırmanış

‘Everest Asla Kolay Değildir’ Depreme Yönelik Hayat

Kurtaran Uyarılar

Türkiye'nin Geçici Bilim Üssü

Kurduğu Beyaz Kıta ANTARKTIKA

Hakkında Bilinmeyenler

12.000 Yıllık Dünya'nın En Eski Tapınağı

Beslenme Uzmanı

SERKAN ÇİFTÇİ
“Coğrafi İşaret-Coğrafi Gıda”

Bir Coğrafyacının Perspektifinden

FAS Gezi Notları

MÜJDAT AYDIN

İÇİNDEKİLER Sayfa 2: Önsöz Sayfa 25: Güneş Panellerinden 10.000 Kat
Fazla Enerji Üretebilen Güneş Küresi
Sayfa 3: Okul Müdürü YASİN IRMAK’ın
Yazısı Sayfa 26,27: Uzay Madenciliği Başladı
(Asteroid Madenciliği)
Sayfa 4,5: Yedinci Kıta, ‘Attığımız Şeyler
Ülkesi’ Sayfa 28-33: Bir Coğrafyacının Perspektinden
FAS Gezi Notları (MÜJDAT AYDIN)
Sayfa 6-8: Yanardağlar Hakkında Her şey
(MÜJDAT AYDIN) Sayfa 34,35: Sahra'nin Gözü: Richat Oluşumu

Sayfa 9: Beslenme Uzmanı SERKAN ÇİFTÇİ: Sayfa 36,37: Dünya Dinozor Fosili Haritası,
“Coğra İşaret-Coğra Gıda” Dinozor Fosilleri Nerede Bulunur?

Sayfa 10,11: Prof. Dr. HÜSEYİN TUROĞLU: Sayfa 38-41: Dünya Rekoru Kırmış Bir Şerpa'nın
“Coğrafya eğitimi ve öğretimi” Gözünden Everest'e Zorlu Tırmanış
öneminin farkında mıyız? “Everest Asla Kolay Değildir”

Sayfa 12,13: İstanbul’un Kayıp Adası: Sayfa 42,43: Dr. Öğr. Üyesi ADEM YULU:
VORDONİSİ Friedrich Parrot’un Ağrı Dağı
Araştırma Keşif Gezisi
Sayfa 14-16: GÖBEKLİTEPE: 12.000 Yıllık
Dünya'nın En Eski Tapınağı Sayfa 44-47: Türkiye'nin Geçici Bilim Üssü
Kurduğu Beyaz Kıta Antarktika
Sayfa 17: Dünya'nın Çevresini Ölçen Hakkında Bilinmeyenler
İlk İnsan: Eratosthenes
Sayfa 48,49: Deprem Ölçümlerinde Kullanılan
Sayfa 18,19: Venedik'te Deniz Seviyesi 1,87 Metre ‘Richter Ölçeği’ Nedir, Nasıl Çalışır?
Yükseldi, Sokaklar Su Altında Kaldı
Sayfa 50: Depreme Yönelik Hayat Kurtaran
Sayfa 20: Tuz Gölü Pembe Renge Büründü Uyarılar

Sayfa 21: Kıyıya Vuran Balinanın Sayfa 51,52: İzlenmesi Gereken 12 Muhteşem
Midesinden 6 Kilo Çöp Çıktı Doğa ve Vahşi Yaşam Belgeseli

Sayfa 22: Tema'yı Tanıyalım Sayfa 53: Üniversite Coğrafya Taban Puanları
(YKS-2021)

Sayfa 54: Zeka ve Mantık Soruları

Sayfa 23: 30 Futbol Sahası Büyüklüğündeki Sayfa 55: Coğra Bulmaca
Sayfa 24: Çin'in Dev Teleskobu Resmen Sayfa 56: Kaynakça
Faaliyete Geçti

‘HELİO’, Kirli Suyu Güneşle
İçme Suyuna Dönüştürüyor

ÖNSÖZ

Ekinoks coğrafya ve bilim dergisinin ikinci sayısı ile tekrardan sizlerleyiz. Binbir emek ve özveri ile
hazırlanan bu sayıda sizlere güncel ve ilgi çekici birçok içerik sunuyoruz.

Dergide, sadece coğrafya alanına ait konular değil; tarih, arkeoloji, astronomi, bilim ve teknoloji gibi birçok
alana ait konular da bulunmaktadır.

Derginin ikinci sayısının çıkarılmasında desteklerinden dolayı okul müdürümüz Yasin IRMAK'a; “Coğrafi
İşaret - Coğrafi Gıda” konusundaki yazısından dolayı okulumuz öğretmenlerinden Serkan ÇİFTÇİ'ye; değerli
makalesini dergimize sunan, İstanbul Üniversitesi, Coğrafya Bölümü hocalarından Prof. Dr. Hüseyin
TUROĞLU'na; Iğdır Üniversitesi'nden değerli arkadaşım Dr. Öğr. Üyesi Adem YULU'ya teşekkürlerimi
sunuyorum.

Ayrıca tasarım ve basım konusunda katkılarından dolayı Avrasya Yayınları'ndan Mustafa ERENOĞLU'na;
ilgilerinden dolayı değerli öğretmenlerimize ve sevgili öğrencilerimize tek tek teşekkürlerimi sunuyorum.

Derginin geliştirilmesi için sadece olumlu görüşlere ve yorumlara değil eleştirel görüşlere ve yorumlara da
ihtiyacımız olduğunu belirtmek isterim. Umarım ileriki yıllarda nice yeni yayınlarla sizlerle oluruz.

DERGİ KÜNYESİ Dergi Genel Yayın Yönetmeni ve Editör
Coğrafya Öğretmeni
Yıl ve Sayı: 2021 / 2
Genel Yayın Yönetmeni ve Editör: MÜJDAT AYDIN MÜJDAT AYDIN
Okul Adresi: Esentepe Mah. Pamuk Sk. No: 7
Kartal Borsa İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Kasım 2021
İrtibat: [email protected]
Grafik Tasarım: MUSTAFA ERENOĞLU
Baskı: Avrasya Okul Yayınları

2

Ekinoks coğrafya dergimizin bu ikinci sayısında siz değerli okurlarımızla tekrardan bir arada
olmamızın mutluluğu içerisindeyiz. Alanında bir ilk olma özelliğini de taşıyan bu dergimizle;
zamana ve mekana bağlı fiziki ve beşeri problemler için çözüm üreten, coğrafi yaklaşımlara
ait (fiziki, beşeri, doğal çevre ve coğrafi bilgi sistemleri) bilimsel gelişmeler ve araşın yayınlanmasına,
bu yönüyle bilimsel bilgilerin paylaşılmasına imkan tanımayı hedeflemekteyiz.
Coğrafya' ya ve bilime ilgi duyan, gelişmeleri takip eden, kendisini bu alanlarda gelişmek isteyen her
okurun içerisinde mutlaka bir şeyler bulabileceği Ekinoks coğrafya ve bilim dergimizin hazırlanmasında
emeği geçen ve bu projenin yürütücü olan Coğrafya Öğretmenimiz Sayın Müjdat AYDIN'a ve emeği geçen
tüm arkadaşlarıma en kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
Bir sonraki sayımızda buluşmak ümidiyle sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla...

YASİN IRMAK

Okul Müdürü

3

DOĞA
ÇEVRE

‘ATTIĞIMIZ ŞEYLER ÜLKESİ’

Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki devasa atık yığını kabaca, 3,4 milyon kilometrekareyi
geçti ve artık onu bir kıta saymanın zamanı geldi.

Bir kavram karışıklığını düzeltmek is yorum. Oluşan bu çöp adasına neden 8. kıta değil de 7. kıta diyoruz? Genel kabule uygun
olarak, günümüzde Dünya üzerinde 7 kıta bulunur. Fakat bazı kaynaklar Avrupa ve Asyayı tek kıta olarak kabul ederek bu kıtaya
Avrasya olarak söylerler. Bir başka modele göre de Kuzey ve Güney Amerika kıtaları tek kıta olarak kabul edilir (Amerika Kıtası).
Bu yüzden dünyadaki kıta sayısının 6 olduğu kabulü üzerine kendi yara ğımız bu çöp adasına 7. kıta denilmiş r. Ülkemizde
öğre len coğrafya eği mi aşısından değerlendirecek olursak oluşan bu çöp adasını 8. kıta olarak da kabul edebiliriz.

Yedinci Kıta Nedir?

Yedinci Kıta olarak belirtilen kıta bizim çöplerimizden, özellikle de doğada çözülmesi daha zor olduğu için, 60 yıldır biriken plastik atıkların
oluşturduğu çöp adaları, ancak atıklar artık adadan çok kıta olarak adlandırılabilecek boyutlarda, zira Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki
devasa atık yığını kabaca, 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde, yani Türkiye'nin 5 katı boyutlara ulaşmış durumda. Aslında sorunun

büyüğü gözle görülemeyecek ve tamamen okyanuslara dağılmış durumda olan yüz
milyarlarca mikroplastik olsa da, artık sıklıkla Okyanus ortasında kilometrelerce uzanan
çöp adaları da gözle rahatlıkla görülmeye başlandı. 2018 yılında Karayip Denizi üzerinde
şişelerden, plastik poşetlerden ve tonlarca atıktan oluşan dev bir ada belirmiş bu ada
BBC tarafından bu şekilde görüntülenmişti. Hatta yıllardır farkedilmeyen bu soruna yine
geçen yıl dikkat çekmek amacıyla sembolik olarak Birleşmiş Milletler'e başvuru yapılmış
ve Fransa boyutlarına yaklaşan bir çöp adasının ülke olarak tanınması istenmiş durumda.
Plastik atıklardan oluşan bu çöp adasının ismi Trash İsles. Çöp Adalar'ın vatandaşı olmak
için 1 yıl içinde 100 bine yakın kişi imza verdi. Trash İsles'in aynı zamanda pasaportu ve
parası da var.

Yedinci Kıta Nerede?

Kuzey Pasifik Okyanusu'nda, ABD açıklarında bulunan Çöp Kıtası, okyanuslarda
bulunan tek çöp bölgesi değil, aslında akıntıların etkisiyle bütün denizler ve
okyanusların her yerinde hatta Kuzey Buz Denizinde bile mikro plastik atıklara
rastlamak mümkün. Yine de okyanus akıntılarının etkisiyle Pasifik Okyanusunda
ABD açıkları ile Şili açıklarında, Atlantik Okyanusunda ABD ve Brezilya açıklarında
ve Hint Okyanusunda çöplerin daha yoğunlaşmaya başladığı tespit ediliyor.

4

Doğaya En Büyük Tehdit: İnsan ve Plastik

Okyanuslarda bulunan 1 kilometrekarede 30 bin çöp bulunduğu tahmin ediliyor; bu çöplerin büyük bir kısmı ise mikro plastik atıklar. Plastik
hayatımıza sadece 60 yıl kadar önce girdi ancak günlük hayatımızın her alanında her geçen gün daha yoğun olarak kullanıldı ve bu kullanım
artmaya da devam ediyor. Plastik doğada biyolojik olarak çözülmediği veya çok uzun sürelerde çözüldüğü için de çöpe dönüşüyor ve çöpler de
geometrik artış ile artarak dünyayı kirletiyor ve tüm dünya yaşamını tehdit ediyor. Dünyada her yıl üretilen onlarca milyar ton plastiğin önemli
bir kısmı çöp olarak denizle buluşuyor.

Her gün yüz milyonlarcası kullanılan plastik su şişelerinin suda çözülmesi için gereken zaman 450 yıl. Denizdeki plastik atıklar zamanla güneşin
ısı enerjisi ile şekil değiştirip parçalanıyorlar ancak yok olmuyorlar. Aksine gıda zinciri içinde her tip okyanus canlısının yiyebileceği yarım
santimetre veya altındaki büyüklüğe dönüşüyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı, 2018 yılı plastik üretimi ve kullanımına ilişkin raporuna göre Dünya plastik kullanımının yüzde 50'si plastik
ambalajdan oluşuyor ve bunların da çoğunluğu tek kullanımlık üretiliyor ve üretildiği yıl 'çöp' olarak dünya ekosistemine dahil oluyor. Dünyada
her yıl 1 ila 5 trilyon plastik poşet tüketiliyor. 2050 itibarıyla çöplerde ve ekosistem alanlarında yaklaşık 12 milyar ton pet şişe olacak ve 2050

itibarıyla deniz kuşlarının yüzde 99'u kullanılmış plastik yutmuş olacak.
Dünya'da bugüne kadar 8,3 milyon ton plastik üretildi (yarısı son 10 yılda).
Günümüze kadar üretilen plastiğin bugün sadece yüzde 30'u kullanımda.
Atılan plastiğin sadece yüzde 9'u geri dönüşüme sokulabiliyor. Atık plastiğin
yüzde 12'si yakılıyor, yüzde 79'u ya çöp olarak toprağa gömülüyor ya da
nehirler, sular yoluyla denizlere ve okyanusa karışıyor.

Plastik Kullanımını Azaltma Örneği: Plastik Poşet

İlk kez 2002'de Bangladeş'te uygulanmaya başlanan plastik poşet yasağının en katı olduğu ülke bir Afrika ülkesi olan Kenya. Kenya'da 2017'de yürürlüğe
giren uygulamaya göre, plastik poşet kullanan, üreten ya da satanlar hapis veya para cezasıyla karşı karşıya kalabiliyor. Hatta plastik poşet kullanımını
yasaklayan ülkelerin yaklaşık yarısı olan 25 ülke Afrika'da bulunuyor.

Avrupa Birliği üyesi ülkelere bakıldığında, Danimarka, Bulgaristan ve İspanya'nın da aralarında bulunduğu 10 ülkede plastik poşet kullanımı vergiye tabi
tutulurken Hollanda ve İsveç gibi 14 ülkede ücretlendirme uygulanıyor. Avrupa'da kişi başına yıllık plastik poşet kullanımı miktarının en düşük olduğu
ülkeler 4 poşetle Danimarka ve Finlandiya olurken, plastik poşet kullanımının 2002'de vergilendirildiği İrlanda'da bu sayı 300'lerden İngiltere'de 140'tan
20'ye kadar düştü.

Türkiye'de 2019 yılbaşından itibaren ücretli plastik poşet uygulaması hayata geçirildi. Ülkemizde 2018 yılında ortalama yıllık 440 olan kişi başına düşen
plastik poşet kullanımı bu uygulamanın hataya geçmesiyle Eylül 2021 tarihi itibarıyla % 75 oranında azalmıştır. Ülkemizde plastik poşet kullanımı 2025'e
kadar kişi başı yıllık ortalama 40 adete düşürülmesi hedefleniyor,

Kaynak: 1) www.bineal.iksv.org 5
2) https://www.azcok.net
3) csb.gov.tr

6

Dünya'da en fazla ak f yanardağ nerede bulunmaktadır?

Yeryüzünde yaklaşık 500 ak f yanardağ vardır. Yanardağlar dünya üzerinde tesadüfü olarak dağılmamış r.
Bu dağlarının çoğunluğunun levha sınırları boyunca çizgisel olarak sıralandıklarını görüyoruz. Yer kabuğunun üst
bölümünü oluşturan Sial katmanı okyanus tabanlarında daha ince olmasından dolayı mantodaki magma yeryüzüne
buralardan daha kolay çıkabilmektedir. Bu yüzden Dünya'da ak f yanardağların en fazla bulunduğu bölge Pasifik
(Büyük) Okyanusu'nu çevreleyen Pasifik Ateş Çemberi'dir. Ak f yanardağların yaklaşık % 75'i burada bulunmaktadır.

7

Ülkemize en yakın ak f yanardağ nerededir?

Ülkemize en yakın ak f yanardağ İtalya'nın Sicilya adasında bulunan ve
2021 yılında birçok kez patlayan Etna Yanardağı ve yine İtalya açıklarında
Tiren Denizi'nde bulunan ve en son 2008 yılında ak fleşmiş olan Stromboli
Yanardağı'dır. Bir zamanlar an k Pompei şehrini yok eden ve binlerce
insanın ölmesine neden olan Vezüv Yanardağı'nda son patlama 1944
yılında yaşandı.

Lavlar nereden geliyor? Harita 2: İtalya Ak f Yanardağlar Haritası

Lav, yanardağın patlaması sırasında derinlerden gelen çok yüksek sıcaklığa sahip akışkan, erimiş kayaçlardır.
Lavın sıcaklığı 1200 san grat dereceyi (°C) bulabilmektedir. Volkanik patlamalar sırasında yeryüzüne çıkan
lavların kaynağı manto katmanıdır. Mantodan yükselen magma çeşitli derinliklerde bulunan magma
odalarında birikirler daha sonra basınca bağlı olarak yer kabuğundaki çatlardan yüzeye doğru hareket ederler.
Yerin derinliklerinde magma olarak isimlendirilirken yeryüzüne çık ğında lav ismini alır. Manto katmanı
kayaçların erimiş ve sıcak olarak bulunduğu bir katmandır. Kısaca, mantodaki konveksiyonel akımların etkisiyle
levhalar hareket eder ve levhalar arasında sıkışan magma yer kabuğundaki fay gibi çatları takip ederek
yeryüzüne çıkar.

En yüksek yanardağ hangisidir?

Güney Amerika'da Şili-Arjan n arasında bulunan Ojos del Salado Dağı, 6.893 m yüksekliğiyle dünyadaki en
yüksek volkanik dağdır. Bu dağ sönmüş bir yanardağdır.
5.137 metre yüksekliğiyle Türkiye'nin en yüksek dağı olan Büyük Ağrı Dağı aynı zamanda bir yanardağdır.

8

COĞRAFİ İŞARET - COĞRAFİ GIDA MAKALE

Halk sağlığı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Halkın sağlıklı olarak
yaşamını sürdürebilmesi devlet ve toplumların ilk önceliğidir. Yaşam içerisinde geçmişte olduğu gibi günümüzde de
canlı yaşamının devam etmesindeki temel faktör doğru gıdadır. Peki doğru gıda nedir?

Doğru gıdayı tanımlamak istediğimizde birçok tanımla karşılaşıyoruz. Bana göre bu tanımlara ek olarak bu gıdaların ayırt

edici, kendine özgü özellikleri olmalı. Bu gıdaların topraktan soframıza kadar gelen sürecini iyi bilmeli ve bu süreçlerin de

her zaman aynı kalitede ve özellikte olduğunu şüphesiz kabul etmemiz gerekmez mi? Tabi ki dediğinizi duyar gibiyim. İşte

bende size tam bu konudan bahsedeceğim. Bizleri doğru gıdaya yaklaştıran; besin içeriği zengin olan; her koşulda aynı

SERKAN ÇİFTÇİ şekilde üretilen; üreticisine ve ülkesine kazandıran ve en önemlisi de halkın sağlıklı tüketebileceği gıdalar. Peki, hangi
gıdalar bu özelliktedir? Bu gıdalar, coğrafi işaret almış gıdalardır.
Yiyecek-İçecek Hizmetleri Öğretmeni
Beslenme Uzmanı

Kartal Borsa İstanbul MTAL.

Coğrafi işaret nedir?

Coğrafi İşaret (Cİ), ülkemizde 10 Ocak 2017 tarihinde kabul edilen 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanununa göre belirgin bir niteliği, ünü veya
diğer özellikleri itibariyle kökenin bulunduğu bir yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işaretlerdir. Amacı ürünü
tanımlamak ve üretimin bu tanımda yer alan kriterler kurallara göre gerçekleşmesini sağlamaktır. Günümüzde beslenme sistemi oldukça
karmaşık bir hal almıştır. Örneğin; onlarca çeşit beyaz peynir, bakliyat, farklı tohumlardan yetişen sebze ve meyve vardır. Acaba bunların
hangisi doğru gıdadır. Ülkemizin kendine has gıdasıdır; ülkemize özgü özellikler taşır. İşte bu ve bunun gibi soruların cevabı o gıdanın
coğrafi işaretli olup olmadığını bilmekten geçer. Eğer o ürün coğrafi işaret almış bir ürünse o ürün için “yerli, milli, ülkemizin kazancına
ve toplum için sağlıklı bir üründür” diyebiliriz. Ülkemizde, coğrafi işaretleme sistemi üç şekilde gösterilmektedir

.
Ürün 'menşe adı işareti' almışsa o ürün bütün özelliklerini üretildiği coğrafi alandan almış demektir. Üretimi İşlenmesi hazırlanması o coğrafi

alanda gerçekleşmiştir ve aynı kalitede başka yerde üretilemeyen ürünleri tanımlayan işarettir. Örneğin, Finike Portakalı. Bu özellikte ülkemizde
başka portakal yoktur.

Ürün 'mahreç işareti' almışsa o ürünün herhangi bir aşaması maharetli ustaların elinden geçtiğini gösteren bir işarettir örneğin Mersin
Cezeryesi gibi. Kayısı, Malatya'da yetişir; fakat Mersin'de cezerye haline getiren ustaların ellerin olduğunu gösterir.

Ürünün geleneksel bir üretim metoduyla veya geleneksel bileşimlerden üretildiğini tanımlayan işarettir. Aslında bir Coğrafi işaret değildir, geleneğin koruma altına
alındığını gösterir. Örneğin; baklava yapımı, lokum yapımı gibi verilen işaretlerdir.

Coğrafi işaretler doğru gıdayı gösterir.
Coğrafi işaretler tüketiciyi yönlendirir.
Coğrafi işaretler üreticiyi ve tüketiciyi haksız rekabete karşı korur.
Coğrafi işaretler katma değer ve istihdam yaratır.
Coğrafi işaretler turizmi geliştirir.
Coğrafi işaretler kırsal kalkınma araçlarıdır.

9

'Coğrafya eğitimi ve öğretimi' MAKALE

öneminin farkında mıyız?

Ağacı sevmek, ormanı korumak, suyu kirletmemek, doğal kaynakları sürdürülebilir kullanmak, çevre bilinci
oluşturmak, insan, mekan ilişkilerini, doğa olaylarını anlamak, anlamlandırmak, doğa olaylarından zarar
görmeden yaşama alışkanlıkları; yasaklar koyarak, cezalar uygulayarak bireylere kazandırılamaz. Bu yeterlilikler;
hayata bakış tarzı, bireylerin doğruluk normları olarak kazandırılabilirse yaşamda yer bulur. Bunlar; orta öğretimde,
doğru coğrafya müfredatı ve yeterli ders saati ile genç bireylere kazandırılabilir. Buna rağmen, özellikle son yıllarda
yapılan köklü değişiklikler; coğrafya eğitimi ve öğretiminin önemine ait farkındalığı tartışılır hale getirmiştir.

Prof. Dr. HÜSEYİN TUROĞLU
İstanbul Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi,

Coğrafya Bölümü

Ortaöğretimde Coğrafya dersi önemsizleştiriliyor mu?

Son 15 yılda coğrafya dersi müfredatının giderek daraltıldığı, haftalık ders saati sayılarının azaltıldığı dikkati çekmektedir. MEB Talim Terbiye
Kurulu Başkanlığının 2019 yılında üzerinde çalıştığı yeni ortaöğretim tasarımında; coğrafya program içeriğinin daraltılması, haftalık ders
saatlerinin azaltılması, bazı coğrafya ders konularının farklı derslere veya yeni açılacak derslere kaydırılmasının planlandığı anlaşılmaktadır. Bu
yaklaşım; coğrafya eğitimi ve öğretimi bütünselliğini kaybettirecek, coğrafi konu ve olayların ilişkisel etkileşiminin anlatılması ve öğretilmesini
engelleyecek, öğrenciyi analitik düşünme, coğrafi sentez yapabilme yeterliliğinden uzaklaştıracaktır. Ayrıca 1999-2019 yılları döneminde
üniversiteye giriş ve yerleştirme sınavlarındaki coğrafya soru sayılarının yıldan yıla azaltılması, sınav odaklı öğrencilerin coğrafya dersine
bakışını değiştirmiştir.

Coğrafya nedir? Neyi ifade eder?

Coğrafya', sadece; dağ, plato, ova, akarsu, deniz adlarının; ülke, il, ilçe, köy nüfuslarının; ülkelerin başkentlerinin, vb. ezberletildiği bir ders değildir,

olmamalıdır. Coğrafya; insan-mekan-zaman unsurlarının birbirleri arasındaki etkileşimi; etkileşime bağlı değişim, gelişim ve sonuçları geçmiş,
günümüz ve gelecek perspektifinde, senteze dayalı analitik yöntemlerle ele alan; kantitatif sonuçlarla ifade edilebilen bir içerik ve kapsama sahip
olan, temel bilim dallarından biridir. Coğrafya, yaşamın içinde olan bir bilim dalıdır. İnsanın; içinde yaşadığı mekanla doğru ilişkiler kurabilmesine;
yaşadığı hayatı doğal, sosyal, kültürel, ekonomik vb. boyutları ve her yönü ile bütüncül bir biçimde anlamasına; geleceğe yönelik planlamalar
yapabilmesine olanak sağlar.

İnsan-Mekan-Zaman üçlüsü ve bileşenlerinin en önemli özellikleri; durağan olmamaları; onların tümünün birbirini etkileyen ve etkilenen bütünleşik
bir sistem içinde, daima değişim, yenilenme canlılığı içinde olmalarıdır.

10

Coğrafya eğitimi niçin önemli?

Fiziki ve beşeri coğrafya bileşenlerinin birbirleriyle iç içe olan ilişkisi, gelişimi ve sonuçları coğrafyanın analiz ve sentez temelli yaklaşımıyla anlaşılabilir,
çözüm üretilebilir, planlanabilir. Ülke, bölge, bölüm, yöre ya da deniz, göl, akarsu havzalarına ait insan yaşamına ve yaşam kalitesine etki eden özellikler,
potansiyel tehlike ve riskleri; coğrafi bakış ve düşünme mantığıyla cevap bulur. Uluslararası ilişkiler ve ülkelerin stratejik konumlarının farkındalığı için
coğrafya bilgisine ihtiyaç vardır. Sınır oluşturan, sınır aşan akarsular ve uluslararası su yönetiminin temelleri coğrafi veri ve değerlendirmelere dayanmak
zorundadır. Uluslararası göçler, savaşlar, tarım faaliyetleri, ulaşım politikaları, sanayi planlamaları, turizm, vb. politikaların, planlamaların, uygulamaların
sağlıklı ve sürdürülebilir olarak gerçekleştirilmesinin temel koşulu, coğrafya bilgisinin doğru ve yeterli şekilde kullanılmasıyla ilişkilidir. Geçmişte ve
günümüzde bu yaklaşımı önemseyen, hassasiyetle kullanan ülkeler daima başarılı olmuşlardır. Coğrafya; ilgi alanlarına ait çalışma konularını sadece
günümüz ile değil aynı zamanda geçmiş ve gelecek boyutlarıyla ele alır. İklim değişikliği, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı, ziraat ve gıda üretimi,
göç ve nedenleri, enerji kaynakları ayrıca sel, taşkın, deprem, kütle hareketi afetleri, kıtlık, salgın hastalıklar; bölge, ülke ve küresel ölçekteki coğrafi
çalışmalardır.

Sonuç

Giderek, ulusal ve küresel konuların ve problemlerin çoğunlukla coğrafya temelli olması nedeniyle bunları anlayan, analiz eden ve sentez yaparak çözümler
üreten, öngörüler yapabilen coğrafyacılara ve coğrafi bakış açısına sahip, bu gözle görebilen, anlayabilen yaşamında kullanabilen farklı meslek grupların-
daki vatandaşlara ülkemiz menfaatleri için ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç ve gerçek eğer anlaşılamaz, ulusal anlamda hazırlıklı olunmaz ise gelecekte çok daha
fazla eksikliği hissedilecek; ulusal ve uluslararası stratejik kayıpların gizli sebebi olacaktır. Bu yüzden coğrafya eğitimi ve öğretimine gereken önem
verilmelidir.

İdeal coğrafya eğitim ve öğretimi; her bireye sorgulama ve sentez yapma alışkanlığı kazandıracaktır. Coğrafyacı olmasa dahi, bu kazanıma ve hayat görü-
şüne sahip bireyler daima bireysel ya da toplumsal, doğru ve başarılı işlere imza atanlardır. Ülkemizde; yukarıda özetlenen hayat görüşü ve kazanımlara
sahip bireylerin sayısı arttıkça, bu durum, toplumumuzun yaşam kalitesinin yükselmesi, refah seviyesinin iyileşmesinin gizli sebebi olacaktır. Yaşam
kalitesi yüksek olan ülkeler; vatandaşlarına bu bakış açısını verebilmiş, coğrafi gözle gören, anlayan ve koruma-kullanma dengesini yasaklamalarla,
cezalar ile değil hayat görüşü, genel kabul ediş, doğruluk normları olarak kazandırmış ülkelerdir. İşte bunun için coğrafya eğitimi ve öğretimi önemlidir.
Bu eğitim ve öğretim ise ancak erken yaşlarda ülke bireylerine kazandırılabilir.

Günümüzde, coğrafya eğitimi ve öğretimi ezbere dayalı, sınav odaklı, bir sonraki aşamaya ait eğitim seviyesi için sınavlara hazırlanma programı haline
gelmiştir. Bu dönüşüm; yaşadığı mekanı ve onun coğrafi özelliklerini tanıma, neden, niçin, nerede, nasıl, ne zaman, vb. gibi sorular sorup, cevap arama,
analiz ve sentez yapma, sonuçları yorumlama, yeni çıkarım ve veriler üretme yeteneğinin gelişemediği, bu yeteneklerden yoksun genç bireylerin
yetişmesine neden olmuştur, olmaya devam etmektedir.

Üniversite öncesi coğrafya eğitimi ve öğretiminde amaç; ülkemiz gençliğine kendi coğrafyasını tanıtmak; ulusal ve küresel gelişme ve değişiklikleri
anlama, yorumlama yeteneği ve çevre bilincini kazandırmak; bu doğrultuda hayat görüşü ve doğruluk normları edindirmek olmalıdır. Coğrafya
bütünlüğünü koruyan yeterli sayıdaki zorunlu ve seçmeli derslerin programlara konulması ve uygulanması önerilmektedir. Sınavlar ise bu kazanımları
test etmelidir.

Alıntı: Prof.Hüseyin TUROĞLU, Herkese Bilim Teknoloji dergisi, 6 Eylül 2019, Sayı: 180, Sayfa: 22. 11

TARİH
ARKEOLOJİ

İSTANBUL'UN KAYIP ADASI

VORDONİSİ

Genelde dokuz adası olduğu bilinen İstanbul'un aslında,
1010 yılında meydana gelen büyük depremle suya gömülen
onuncu bir adası var: Vordonisi.

Büyükada, Kınalıada, Yassıada, Heybeliada, Sivriada, Burgazada, Sedefadası,
Kaşıkadası ve Tavşanadası. Herkes İstanbul'un bu dokuz adasını bilse de, aslında
onuncu adası olduğunu pek kimse bilmez. Bir zamanlar aktif olarak kullanılan bir
ada olan Vordonisi adası, İstanbul'un pek bilinmeyen onuncu adası. Bunun nedeni
ise 1010 yılında yaşanan büyük İstanbul depremi.

İstanbul'da Dragos ile Küçükyalı arasında, Maltepe sahilinin 700 metre açığında
bulunan ve birçok arkeolojik eser barındıran tarihi Vordonisi Adası, Manastır
Kayalıkları, Bostancı Çöken Ada ve Höreke isimleriyle de biliniyor. İki adacıktan
oluşan Vordonisi'nin Bizans döneminde manastır olarak kullanıldığı biliniyor.
Zamanla bir şehir efsanesine dönüşen Vordonisi, Fener Rum Patrikhanesi'nin
MS 500 tarihli İstanbul haritasının tekrar incelenmesi sonucunda yeniden fark edildi.
Gizemli adalar, Bizans tarihçisi Semavi Eyice tarafından 1936'da kayıtlara geçti.

İstanbul'un Prenses Adaları'ndan biri olarak nitelendirilen, Dragos ile Küçükyalı
arasında, Maltepe sahiline 700 metre açığında bulunan Vordonisi Adası, 1000 yıl
önce gerçekleşen büyük İstanbul depremi sonrasında sular altında kalmadan önce
Bizans döneminde sürgünlere ve din adamlarına ev sahipliği yapıyordu ve en önemli
yapısı üzerinde bulunan manastırdı.

VORDONİSİ 1010 İstanbul Depremi

Bizans İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da, 1010 yılının Temmuz ayında oldukça
büyük bir deprem oldu ve Vordonisi adası bu depremde sular altında kaldı. Vordonisi
adasının üstünde yaşayanlarla birlikte suya gömülmesi diğer ada sakinleri için de
panik yarattı. Fakat diğer adalar için böyle bir risk olmadığı, çünkü tüm adaların granit
kayalıklar üzerinde yer aldığı öğrenildi. Vordonisi adası ise alüvyon bir tabakada
oluşmuştu ve bu açıdan diğer adalardan jeolojik olarak farklıydı.

12

Manastırı, Patrik Photius yaptırdı Satyros Manastırı

İkonoklazm tartışmalarının yaşandığı yıllarda, bilge lakaplı din alimi 13
Photius (Patrik Fotius) henüz 38 yaşında olmasına rağmen patrik seçildi.
858 yılında patrik seçilen Photius, adaya bir manastır yaptırdı. Rakibi din
adamı İgnazsius daha sonra patrik seçildiğinde ona nispet olsun diye
Küçükyalı'daki Satyros Manastırı'nı inşa ettirdi. Photios ve İgnatios farklı
zamanlarda ikişer kez patrik seçildi. Biri patrik olunca, diğerinin itibarını
sarsmak için elinden geleni yaptı. Bizans'ta o yıllarda yaşanan din ve çıkar
kavgalarının meydana getirdiği bu mücadele sonucunda 867 yılında patriklikten
azledilen Photios, Vordonisi adasına sürgün edildi ve son 7 yılını kendi
yaptırdığı manastırda geçirdi

Vordonisi Adası, Küçükyalı'daki Satyros
Manastırı'nın tam karşısına denk geliyor

Vordonisi manastırının ilginç bir hikayesi var. Küçükyalı'daki Satyros Manastırı'nın
ikizi olduğu ve dinsel fikir ayrılıkları sonucu inşa edildiği biliniyor.

Vordonisi'nin tam karşısında ve çok yakınında bulunan Küçükyalı Arkeolojik
Alanı'nda araştırma yapan Koç Üniversitesi ve İtalya Salerno Üniversitesi Ortaçağ
Latin Araştırmaları Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Alessandıra Ricci, adanın
sualtı arkeolojisi temsilcileriyle araştırılması gerektiğini vurguluyor. Ricci, Vordonisi
Adası'nın Küçükyalı Manastırı'nın tam karşısına denk geldiğini belirtirken, üzerinde
çalıştıkları manastırın da 9. yüzyılda deniz kıyısında olduğunu ve zamanla uzaklaştığını
söylüyor.

Ricci, Vordonisi Adası'nda sürgün olan Patrik Fotius ile Küçükyalı'daki
Patrik İgnazius arasında büyük çekişme yaşanıyor. Rekabet sonucu Patrik Fotius,
adanın ü' zerine bir manastır yapınca da, Patrik İgnazius da aynı manastırı yaptırıyor.
Vordonisi'nin bulunması, Küçükyalı'daki Satyros manastırının da önemini artırıyor.
Bizans'ta Adalar'da rahipler yaşardı. Vordonosi adasında ufak çaplı da olsa yerleşim
olabilir. Ada üzerinde kubbeli bir kilise yapısının olduğunu biliyoruz. Bu küçük adanın
kalıntılarının tespiti için sualtı arkeolojik araştırmaların yapılması için son derece önemli.

'

UNESCO Listesi için hazırlanıyor

Son olarak İstanbul'un gizemli adası Vordonisi'nin Unesco Dünya Mirası Listesi'ne alınması
için çalışma başlatıldı. Üzerinde manastır kalıntıları bulunan adanın arkeolojik açıdan
aydınlatılarak gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar 2015 yılı Ekim ayında başlatılmıştı.
Çalışmalar kapsamında dalış ekibi sular altında kalan adanın görüntülerini ve fotoğraflarını
çekmiş, ardından konunun uzmanları tarafından araştırılması ve depremle ilgili bölgede
nelerin yaşandığı öğrenmeyi amaçlamıştı. Yapılacak çalışmayla adanın tüm tarihi ile
keşfedilerek, Unesco'ya sunulması ve turizme açılması hedefleniyor.

Yazar: Erman Ertuğrul
Kaynak: https://arkeofili.com

TARİH
ARKEOLOJİ

GÖBEKLİTEPE

12.000 Yıllık Dünya'nın En Eski Tapınağı

Göbeklitepe'de yapılan kazılarda, yerleşik yaşama geçişle ilgili mevcut bilgileri alt üst edecek buluntular ortaya çıkmıştır. Göbeklitepe,
M.Ö. 10.000 yani günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen Çanak-Çömleksiz Neolitik döneme ait bir inanç merkezidir. 80 dönümlük
alana sahip olan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 2005 yılında 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir.
Göbeklitepe yerleşiminin özelliğini anlamak için öncelikle Neolitik dönem hakkında bilgi vermek gerekmektedir. Neolitik dönem, Paleolitik
ve Mezolitik dönemlerden sonra gelir. Neolitik;'Yenitaş' anlamına gelmektedir. Bu döneme 'Cilalı Taş Devri' de denir. İnsanoğlu ilk kez,
Neolitik Dönemde doğa ile olan ilişkisini kendi lehine çevirerek, avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma da yönelmiştir.

Yabani şekilde yetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma
yoluyla ekmeye başlayan insanoğlu, zamanla en iyi ürünü bulmuştur. Yine bu
dönemde hayvanların evcilleştirilmesi gerçekleşmiş, ilk dini ve sivil mimari
örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Şanlıurfa İl Merkezi'nin 17 km doğusunda Örencik (Karaharabe) Köyü'nün
3 km kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, adını bölgede bulunan taş yatır
mezardan (ziyaretten) almaktadır.
İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin işbirliği
ile hazırlanan Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi çerçevesinde
gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında, İstanbul Üniversitesinden

14

Prehistorya Bölüm Başkanı Prof. Dr.Halet ÇAMBEL ve Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Robert BRAIDWOOD tarafından keşfedilmiştir. 1995 yılında
Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Arkeolog Harald HAUPTMANN'ın danışmanlığında yüzey araştırmaları
yapılmış ve 1996 yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Arkeolog Klaus Schmidt
danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürülmüştür. Göbeklitepe'deki kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji
Enstitüsünden Arkeolog Klaus Schmidt başkanlığında yürütülmektedir.

Göbeklitepe'de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt
kafaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, yılan, akrep, yabani koyun, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması, erkeklik organı abartılı
olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri vb. ortaya çıkan bulgular 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli
bulguları oluşturmaktadır.
Göbeklitepe üzerinde yapılan jeomanyetik ve georadar taramalarda çapları 20 ile 30 metreye varan daire biçimli 20 adet tapınma amaçlı kullanılan alan
tespit edilmiş, bunlardan ancak altı yapı katı bugüne kadar ortaya çıkarılabilmiştir.
Yapılan arkeolojik kazılar, Göbeklitepe'nin olağan dışı buluntuları ile dinsel/kutsal bir buluşma merkezi olduğu kanısını uyandırmakta ve yayınlar hep
bu yönde yapılmaktadır. Göbeklitepe hakkındaki genel yanılgılardan biri; bölgenin bir yerleşim alanı olarak algılanmasıdır. Ancak bu doğru değildir.
Yapılan arkeolojik araştırmalar göstermiştir ki; Göbeklitepe Neolitik Tapınak Alanı, dönem insanlarının belirli zamanlarda bir araya gelerek ibadet
ettikleri bir yerdir. Kesin olmamakla beraber tapınağın bizzat onu kullananlar tarafından gömüldüğü öngörülmektedir.

15

Sonuç olarak:
Mimarlık tarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar. Göbeklitepe'de bulunan 12.000 yıllık yapılar, mimarlık
tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö.4.000 yılına tarihlenen
Malta Adası'ndaki tapınak olarak biliniyordu.

Göbeklitepe Tapınağı'nın tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12.000 öncesine tarihlenen Göbeklitepe
Tapınağı olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Bu tespit ile birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya başlanmıştır.

Göbeklitepe'deki steller ( 'T'şeklindeki dikili taşlar) üzerinde bulunan kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürleridünyada heykeltıraşlık ve plastik
sanatlarının ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Yani günümüz resim sanatının taşa kazınarak yapıldığı en eski resimler Göbeklitepe'de yapılan
resimlerdir.

Dünyada kabul gören arkeolojik görüşe göre insanoğlunu avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler;
açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür. Ancak Göbeklitepe bu tabuyu yıkmıştır. Zira yapıldığı dönem göz önüne alındığında; yerleşik yaşama geçişte
dinsel inanışların da etkisinin olabileceğini ispatlamıştır. Anlaşılan o ki; gelecekte yapılacak kazılar, Göbeklitepe'nin kendine has birçok sırrı
sakladığını ortaya çıkaracaktır.

Göbeklitepe, 1 Temmuz 2018 tarihinde UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesi'ne dahil edildi. Göbeklitepe'nin
kabulüyle ülkemizin UNESCO Dünya Miras Listesi'ne tescilli alanlarının sayısı 18'e yükselmiştir.

Karahantepe’de Göbeklitepe ile
Çağdaş Özel Yapılar Bulundu
Şanlıurfa’da yer alan Karahantepe’deki
kazılarda, Göbeklitepe ile çağdaş özel
yapılar ve sırtında leopar taşıyan insan
heykeli ortaya çıktı. Bulunan birbirinden
ilginç heykeller, Şanlıurfa Arkeoloji
Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.

Kaynak: T.C. ŞANLIURFA VALİLİĞİ
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları:35

16 (Tanıtım Bröşürü), 2014

Görsel Kaynak: www.nationalgeographic.com - www.pinterest.co.uk - www.dogrulukpayi.com

Dünyanın Çevresini Ölçen İlk İnsan:

Eratosthenes

Üzerinde yaşadığımız Dünya'nın boyutlarını ölçebilmeyi başarmış olan ilk insan M.Ö. 276 yılında bügünkü
Libya'da doğmuş olan Yunanlı bilim insani Eratosthenes'tir.

Eratosthenes, ömrünün neredeyse tamamını geçirdiği
Antik Yunan'daki en büyük akademik kürsü olan İskenderiye
Kütüphanesi'nin Baş Kütüptanecisi'ydi. O sıralarda
İskenderiye Kütüphanesi tartışmasız olarak Dünya'daki en
saygın bilim merkezlerinden biriydi.

Kütüphane deyince hemen hepimizin aklına ilk önce herkesin
çıt bile çıkarmadan önündeki kitapla ilgilendiği ve etrafta
sürekli ses çıkaranları uyaran asık suratlı görevlilerin kol
gezdiği yerler gelir öyle değil mi? Halbuki İskenderiye
Kütüphanesi birçok bilim insanının ve öğrencilerin bir araya
gelip fikir alışverişinde bulunduğu ve beyin fırtınalarının
had safhalara çıktığı çok canlı bir kütüphaneydi.

Eratosthenes, bu sıralarda daha aşağılarda Güney Mısır'da Siyene denen şehirde çok ilginç bir kuyunun var olduğunu öğrendi. Bu kuyu her yıl
21 Haziran tarihinde en dip noktasına kadar Güneş alarak aydınlanıyordu. Güneş bu tarihte en tepe noktada oluyordu ve Güneş ışınları bu kuyuya
tam dik olarak düşüyordu. Eratosthenes, Güneş ışınlarının İskenderiye ve Siyene'ye aynı şekilde düşmediğini ve bunun sebebinin de Dünya'nın
eğimli bir yapıda olması ile alakalı olduğunu biliyordu.

Eratosthenes'in yöntemiyle dünyamızın çevresini ölçen bir grup öğrenci.
Bu yöntem o kadar basittir ki, “o çağlarda insanlar bu bilgilere nasıl sahiplerdi”
diyerek insanları mistik öğretilerle kandırmaya çalışanların aslında birer
şarlatan olduğunu ispatlamak için yeter de artar bile.

Yine bir 21 Haziran tarihinde Eratosthenes, Güneş tam tepe noktasındayken
İskenderiye'de yere bir çubuk dikti ve Güneş ışınlarının çubuğa tam dik
ulaşmadığını ve yerde 7 derecelik bir gölge oluşturduğunu farketti. Buradan
yola çıkarak Dünya'yı bir daire olarak düşünen Eratosthenes, İskenderiye ile
Siyene arasındaki mesafenin Dünyanın merkez noktasında da 7 derecelik bir açı
oluşturması gerektiğini düşündü. Dairenin toplam açısı 360 Derece olduğuna
göre 7 derecelik bir açı 50 de 1 lik bir parça anlamına geliyordu.

Daha önceden İskenderiye ile Siyene arasındaki uzaklığı ölçen Eratosthenes bu mesafeyi yaklaşık olarak 5.000 Stad olarak bulmuştu. 1 Stad o
zamanlar yarışların yapıldığı standart bir ölçüydü ve yaklaşık 185 Metre kadardı. Eratosthenes, 5.000 Stadlık mesafeyi 50 ile çarparak Dünyanın
çevresinin'250.000 Stad'olduğunu hesapladı yani 46.250 km. Peki İskeneriye ve Siyene arasındaki uzaklığı nasıl ölçmüştü? Çok basit; bir adam tuttu
ve bu mesafenin kaç adım olduğunu saydırdı.

Bugün Dünyanın çevresinin tam doğru ölçüsünün 40.100 km olduğunu biliyoruz fakat buna rağmen Eratosthenes, çağının şartlarına rağmen bu
kadar basit bir matematik ve geometri hesabı yaparak % 15 lik bir sapmayla bile olsa bu denli yakın bir ölçüm yapabilmiş ve tartışma
götürmeyecek bir şekilde gerçek bir üstün zeka örneği olduğunu kanıtlayarak tarihteki yerini almayı başarmıştır.

Kaynak: Kozmikanafor.com,'Dünyanın Çevresini Ölçen İlk İnsan: Eratosthenes 17
https://www.kozmikanafor.com

HABER
DOĞAL AFET

Venedik'te deniz seviyesi
1,87 metre yükseldi,
sokaklar su altında kaldı

Kentte son 53 yılın en büyük su baskını yaşandı. Belediye Başkanı, 'Bu iklim değişikliğinin bir sonucu' dedi.

İtalya'nın kanallarıyla ünlü turistik kenti Venedik'te deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle sokakların büyük bölümü sular altında kaldı. İtalyan
medyası, evini su basan 78 yaşındaki bir Venedikli kadının elektrik çarpması sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi. BBC, son 53 yılda görülen en
büyük su baskınında deniz seviyesinin 1.87 metre yükseldiğini aktardı. Kentte 1966 yılında su seviyesi 1.94 metre yükselmişti.

Sel Alarmı

Kentin en alçak noktalarından biri olan San Marco Meydanı ve
diğer sokakları su basması sonucu sel alarmı verildi. Sahil
güvenlik su ambulansı olarak hizmet veren ilave botlarla
kanallardaki turistleri kurtardı. Meydanda su seviyesinin
yükselmesiyle birlikte çevredeki işletmelerin girişlerine setler
çekildi. Lüks otelleri su basarken, birçok işyeri kepenk kapattı.
Bazı turistlerin, su taksilerinin yardımıyla otellerdeki odalarına
pencerelerden girdiği görüldü.

18

Belediye Başkanı:
'İklim değişikliğinin sonucu'

Venedik Belediye Başkanı Luigi Brugnaro, deniz seviyesinin
görülmedik derecede yükselmesi nedeniyle herkesin seferber
olduğunu ve bugün acil durum ilan edeceğini söyledi. Yaşananları
iklim krizine bağlayan Brugnaro, Durum çok dramatik.
Hükümetten bize yardım etmesini istedik. Fa'tura ağır olabilir. Bu,
iklim değişikliğinin bir sonucu. 187 santimetrelik gelgit onarılmaz
bir yara bırakacak ifadelerini kullandı. Selden en fazla etkilenen
yerlerden biri ünlülerin' kaldığı Gritti Sarayı oldu. Otelin halıları ve
mobilyası sular içinde kaldı.

San Marco'da büyük hasar endişesi

Venedik'in en önemli tarihi yapılarından San Marco Bazilikası'nın da sel
sularından zarar gördüğü belirtiliyor. Bazilika'daki su seviyesi 1,1 metreye
ulaştı. İtalyan basınına göre, 'Venedik'in mimari mücevherlerinden olan'
San Marco Bazilikası'nda 'felaket' boyutlarında bir hasar oluşmasından
endişe ediliyor.

Kaynak: https://yesilgazete.org Yıllardır bitmeyen bariyer projesi
www.bbc.com/turkce
Venedik yönetimi, lagüne kurulu 100'den fazla adadan oluşan kentin bu gibi
sel felaketlerinden korunması için, yıllardır bitirilemeyen Mos'e pro'jesinin
bir an önce tamamlanması çağrısı yapıyor. Kenti deniz sularından koruyacak
bariyerlerden oluşan Mose, 2003'ten bu yana yapım aşamasında. 7 milyar euro'luk
projenin 2016'da bitirilmesi planlanıyordu ancak gecikmeler ve skandallar nedeniyle
bu tarih 2021'e ertelendi.

19

Tuz Gölü pembe renge büründü

Türkiye'nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü, suyun içinde yaşayan algler ve bakteriler nedeniyle pembe renge büründü.
Dunaliella salma isimli alg ile halo bakteriler nedeniyle pembeye bürünen göl yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oldu.

HABER
TURİZM

Konya, Ankara ve Aksaray sınırları içinde bulunan ve kapalı havza özelliği taşıyan Tuz Gölü, Türkiye'nin tuz ihtiyacının büyük bir
bölümünü karşılamanın yanında doğal güzelliğiyle de dikkat çekiyor. İlkbahar ve yaz aylarında göçmen kuşlara ev sahipliği yapan
göl, çoğunlukla flamingoların konaklayıp kuluçkaladığı yer olması nedeniyle de halk tarafından 'flamingo cenneti' olarak biliniyor.
Gölün Aksaray ile Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesi sınırlarındaki bölümü ise yerli ve yabancı turistlere ziyaret olanağı sağlıyor.
Ziyaretçiler gölün sığ olması nedeniyle çıplak ayakla suyun içinde gezme olanağı buluyor.
Algler, sıcaklığın ve tuzluluğun arttığı yaz dönemlerinde kırmızı renkli beta-karoten
madde üreterek güneş ışınlarının zararlı etkilerinden kendisini koruyor. Yine bu
dönemde halo bakteriler ise fazla ürediği için gölün rengi pembe veya kırmızı renge
bürünüyor. Sıcaklık azalınca veya yağmurlu dönem başlayınca göl tekrar eski haline kavuşuyor.
Gölün pembe rengini alması ise yerli ve yabancı turistin ilgi odağı oldu. Özellikle
Ankara- Aksaray karayolunda seyir halinde olan vatandaşlar, gölün rengini görerek
yakından bakmak için göle uğruyor.
Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesinde göl kenarında yer alan Tuz Müzesi'nde mola alarak
gölün ve tuz tabakasının üzerinde yürüme deneyimi yaşayabilir, ortamın tadını çıkarabilirsiniz.

20

Kaynak: https://www.ntv.com.tr

HABER
ÇEVRE

Kıyıya vuran balinanın
midesinden 6 kilo çöp çıktı

Endonezya'da Suluwesi bölgesinde kıyıya vuran ölü balinanın
midesinden 115 plastik bardak, 4 pet şişe, 25 poşet ve 2 terliğin
yanı sıra çeşitli miktarlarda ip ve çuvaldan oluşan 6 kilo çöp çıktı.

Çevre ve Orman Bakanlığından yapılan açıklamada, Wakatobi bölgesindeki Kapota
Adası'nda, kıyıya vurmuş halde cesedi çürümeye başlayan 9,5 metre uzunluğunda
İspermeçet balinası bulunduğu bildirildi.

Uzmanların, balinanın midesinden 115 plastik bardak, 4 pet şişe, 25 poşet ve 2 terliğin
yanı sıra çeşitli miktarlarda ip ve çuvaldan oluşan toplamda yaklaşık 6 kilo çöp
çıkarttığı belirtildi.

Balina üzerinde inceleme yapan Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) yetkilileri de ceset çürümeye başladığı için balinanın ölümüne
midesindeki çöp yığınlarının neden olup olmadığını belirleyemediklerini ifade etti. İncelemelerin ardından balinanın bugün bölgedeki
Kolowawa Plajı'na gömüleceği bildirildi.

Kaynak: Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr 21

DOĞA
ÇEVRE

TEMA'YI TANIYALIM

TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı

İki toprak sevdalısı, Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit, 1992 yılında TEMA Vakfı'nı birlikte kurdular. Amaçları
Anadolu'da yaşanmakta olan erozyon ve çölleşme tehlikesine kamuoyunun dikkatini çekmekti. Hedefleri ise bu mücadelenin devlet politikası haline
gelmesine katkı sağlamaktı. TEMA'nın 'Türkiye Çöl Olmasın' sloganı toplumda büyük yankı uyandırdı. İlk kez önlem alınmazsa ülkemizin çöl olma tehlikesi
ile karşı karşıya olduğu bu kadar yüksek sesle dile getirilmişti.

TEMA Vakfı'nın kuruluş döneminde, doğa koruma konusu ülke gündeminde bugünkü kadar öne çıkmamıştı. Kamuoyu doğadaki bozulmaların farkına yeni
varmaya başlamıştı. Sosyal sorumluluk kavramı henüz gelişmemişti, iş adamları hayırseverlik
adı altında çalışmalar yürütüyordu. 1992 Haziran'ında Brezilya'nın Rio de Janerio
kentinde yapılan dünyanın ilk 'Yeryüzü Zirvesi', devletlerin insanın ekosistemler
üzerinde yarattığı tahribatı kabul etmesi ve buna karşı verilen mücadeleleri
küreselleştirerek ön plana çıkarması açısından önemli bir dönüm noktası oldu.
Zirve, aynı zamanda sivil toplumun güçlü bir aktör olarak sahneye çıkmasında
önemli rol oynadı. 'Umut Yeşertiyoruz' sloganıyla bugün 26. yaşını kutlayan
TEMA Vakfı, Rio Zirvesi'nden sadece birkaç ay sonra, 11 Eylül 1992 tarihinde
kuruldu.

Vakfın Görevleri Nelerdir?

Vizyonu; başta Türkiye olmak üzere Dünya'da çölleşmeyi,erozyonu
önlemektir. Kurulduğu günden itibaren ülkenin korunması için
çalışmalar yürütmüştür. Çevreyi ağaçlandırma ve erozyonu
önleme faaliyetlerine aralıksız devam etmektedir.

TEMA Vakfı, ülkemizde önemli hizmetlerde bulunan vakıflardan
sadece bir tanesidir.

Türkiye'nin çöl olmaması için etkin rol üstlenmek.
Toplumu çevre konularında bilinçlendirmek.
Doğal varlıkların korunması için koruma çalışmalarında bulunmak.
Tarım alanlarının amacı dışında kullanılması ile mücadele etmek.
İnsanlara ağaç ve orman sevgisi aşılamak.
Kamuoyunu erozyon konusunda bilinçlendirmek.
Erozyonla mücadelenin devlet politikası haline getirilmesi.
Ormanları korumak ve fidan dikmek.
Erozyona uğramış alanlarda çalışmalar yaparak tekrar geri kazanmak.

TEMA Vakfına Nasıl Üye Olunur?

TEMA vakfına gönüllü üye olmak için sitesine giriş yapabilirsiniz. TEMA vakfı gönüllülük esası ile çalışan vakıftır. Üyelerden ve kuruluşlardan

sağladığı gelirle faaliyetlerini devam ettirmekte. Üyelik ücretleri bulunuyor; 0-13 yaş arası 10 TL, 14-24 yaş arası 10 TL, 25 ve üstü yaşındaysanız

tek seferlik 30 TL bağışta bulunarak ömür boyu üye olabilirsiniz. Vakfın ana gelir kaynağı üyeler olduğundan vakfa yapılacak bağışlar faaliyetlerine

yardımcı olur. Kaynak: http://www.tema.org.tr

22

BİLİM
ASTRONOMİ

30 Futbol Sahası Büyüklüğündeki Çin'in
Dev Teleskobu Resmen Faaliyete Geçti

Çin'de yapımı 5 yıl süren 2016'da tamamlanan, 30 futbol sahası büyüklüğündeki dünyanın en büyük radyoteleskobu FAST'in test aşaması
tamamlandı. Çinli bilim insanları teleskobun resmen faaliyetlere başladığını duyurdu.

Güneybatıdaki Guizhou bölgesinde yer alan teleskobun yapımı beş yıl sürdü. 180 milyon dolara mal olan teleskop, Çin'in 'gökyüzündeki
gözü' olarak tanımlanıyor.

Saniyede 38 gigabyte veri toplayabilen FAST, uzay
galaksilerde doğal hidrojen arayacak ve zayıf pulsar
(anlık radyo dalgası yayan nötron yıldızları) sinyallerini
algılayacak ve uzayda yaşam araştırmalarına yardım
edecek.

Teleskop kademeli olarak uluslararası gökbilimcilere
açılacak.

Teleskobun başmühendisi Jiang Peng, FAST sayesinde
gelecek üç yıl içinde önemli bilimsel keşiflere imza ata-
caklarına inandıklarını belirti.

Test aşamasında ise FAST'in zayıf pulsarları tespit etm-
edeki keskinliğine dikkat çekilirken üç yılda 102 zayıf
pulsar sinyali tespit edildiğine dikkat çekildi.

Kaynak: https://www.bbc.com 23

HELİO BİLİM
TEKNOLOJİ

Kirli suyu güneşle içme suyuna dönüştürüyor

Deniz suyu veya çamurlu su gibi içmek için güvenli olmayan her türlü suyu temizleyerek
içme suyuna dönüştüren Helio güneş enerjisiyle çalışıyor.

Fransız firma Marine Tech tarafından geliştirilen Helio içilemeyecek güvenli olmayan her türlü sudan, dünyanın her yerinde en az maliyetle,
içme suyu üreten yararlı ve sürdürülebilir bir sistem.

İçilmesi güvenli olmayan her türlü su, şeffaf küreye güneş paneli ile çalışan
pompa ile dolduruluyor. Güneş küreyi ısıtınca, yüksek ısıda mikropları ölen
su buharlaşarak damlalar halinde kürenin ortasında toplanıyor.

Sistem, içilmesi güvenli olmayan sulardan (denizler, göller, nehirler, havuzlar)
oluşan her türlü su yoluna adapte oluyor. Yaklaşık 30 yıllık kullanım ömrüne
sahip her küre günde 10 litre su üretebilir, bu da beş kişilik bir ailenin içme suyu
ihtiyacına eşittir.

BM raporuna göre dünyadaki her 10 kişiden 3'ünün, yani 2,1 milyar kişinin evinde
kullanılabilir temiz su bulunmuyor ve yaklaşık 780 milyon insanın da içme suyuna
erişimi hiç yok.

Helio, içme suyu altyapısı olmayan alanlarda ve doğal afetler sonrasında afet bölgelerinde kolayca kurulabilen, ucuz, bağımsız bir sistemdir.

24 Kaynak: http://en.marinetech.fr

Güneş Panellerinden 10.000 BİLİM
TEKNOLOJİ
Kat Fazla Enerji Üretebilen

Güneş Küresi

Güneş küreleri ile geleneksel güneş panellerinden
400 kat fazla enerji üretebileceğiz. Güneş enerjisi,
kaynağı Güneş olan ısı ve parlak ışıktır. Güneş'in
çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan
ışınım enerjisidir.

Güneş enerji panellerinden 400 (kimi kaynaklara göre
10.000) kat daha fazla enerji üretebilen ve saatte 161 km
hızla oluşan rüzgara karşı dayanıklı olan bu küreler aynı
zamanda yüzeylerini böcek, toz gibi çevresel faktörlere
karşı koruyabilecek yapıda tasarlanmışlar. Mevcut sistem-
lerden güneş kürelerini ayıran en önemli özellik silikon
altyapı kullanmak yerine güneş enerjisini yakalayan ve
odaklayan balon şeritlerin kullanılması.

Güneş küreleri kullandıkları yazılım sayesinde her zaman
güneşe yönelerek güneş enerjisinden daha çok verim elde
ediyor. Hatta geceleri yansıyan ay ışıkları ve bulutlu günlerde
az miktarda var olan güneş ışıklarını dahi kullanabiliyor.
Bu arada söylemek de fayda var bu kürelerin mucidi
Alman Mimar Andre Broessel geliştirme aşamasında
olan projesi için öngördüğü bütçenin iki katını sponsorlar
sayesinde elde etmiş durumda. Umuyoruz ki ticari
aşamaya geldiğinde de güzel başarılar elde eder ve
yenilenebilir enerji alanında daha güzel icatlar ortaya
çıkar ve daha güzel bir dünyada yaşama şansı elde edebiliriz

Kaynak: 25

1) http://diario  cologia.comGüneşPanellerinden10.000BİLİM
Kat Fazla Enerji ÜretebilenTEKNOLOJİ
Güneş Küresi
Güneş küreleri ile geleneksel güneş panellerinden
400 kat fazla enerji üretebileceğiz. Güneş enerjisi,
kaynağı Güneş olan ısı ve parlak ışıktır. Güneş'in
çekirdeğinde yer alan füzyon süreci ile açığa çıkan
ışınım enerjisidir.

Güneş enerji panellerinden 400 (kimi kaynaklara göre
10.000) kat daha fazla enerji üretebilen ve saatte 161 km
hızla oluşan rüzgara karşı dayanıklı olan bu küreler aynı
zamanda yüzeylerini böcek, toz gibi çevresel faktörlere
karşı koruyabilecek yapıda tasarlanmışlar. Mevcut sistem-
lerden güneş kürelerini ayıran en önemli özellik silikon
altyapı kullanmak yerine güneş enerjisini yakalayan ve

odaklayan balon şeritlerin kullanılması.

Güneş küreleri kullandıkları yazılım sayesinde her zaman
güneşe yönelerek güneş enerjisinden daha çok verim elde
ediyor. Hatta geceleri yansıyan ay ışıkları ve bulutlu günlerde
az miktarda var olan güneş ışıklarını dahi kullanabiliyor.
Bu arada söylemek de fayda var bu kürelerin mucidi
Alman Mimar Andre Broessel geliştirme aşamasında
olan projesi için öngördüğü bütçenin iki katını sponsorlar
sayesinde elde etmiş durumda. Umuyoruz ki ticari
aşamaya geldiğinde de güzel başarılar elde eder ve
yenilenebilir enerji alanında daha güzel icatlar ortaya
çıkar ve daha güzel bir dünyada yaşama şansı elde edebiliriz

Kaynak: 25
1) http://diarioecologia.com
2) https://www.muhendisbeyinler.net

2) https://www.muhendisbeyinler.net

ASTRONOMİ

Uzay Madenciliği Başladı

20. yüzyılda uzay teknolojisinin müthiş bir ivmeyle gelişmesiyle birlikte insanlık Dünya'ya sığamaz oldu. Uzaya olan merakını, artık uzaya araçlar
göndererek gidermeye başlayan insanoğlu, ölçüm cihazlarıyla donattığı uzay araçlarıyla Güneş Sistemi'ni karış karış keşfediyor. 1969'da ilk
insanların Ay'a inmesiyle doğal uydumuzu adımlarken, 1970'lerde Mariner-10 uzay aracıyla Merkür ve Venüs'ün gizemli dünyasını yakından tanıdık.
1960'tan bu yana çeşitli ülkeler tarafından 45 sefer düzenlenen Mars'ın hem yüzeyinde hem yörüngesinde, şu anda didik didik inceleme yapan uzay
araçları mevcut. Jüpiter'i hiç olmadığı kadar yakından gösteren Juno keşiflerine hala devam ederken, 20 yıllık görev süresini geçtiğimiz yıl
tamamlayan Cassini, Satürn hakkında inanılmaz bilgiler gönderdi. 2015 yılında cüce gezegen Plüton'u bize yakından tanıtan Yeni Ufuklar Uzay Aracı
yoluna devam ede dursun, Şafak Uzay Aracı şu sıralar cüce gezegen Ceres'in yörüngesinden veriler göndermekte. Geçtiğimiz yıl görevi sona eren
Rosetta'nın gözünden ilk kez bir kuyrukluyıldızın çekirdeğini seyretmiştik. Velhâsıl insanoğlu, Güneş Sistemi'nin hemen hemen her yerine bir uzay
aracı gönderdi. Ama tabii ki insanlık bununla da yetinmedi ve Dünya'daki madenleri sömürdükten sonra uzaya da göz dikerek uzay madenciliğine
başladı.

İlk Kazma Ay'a Vuruldu

Bir uzay aracıyla, Dünya'nın dışındaki başka bir gökcisminden toprak veya hammadde çıkarılıp Dünya'ya getirilmesine uzay madenciliği diyoruz.
1969 Temmuz'unda Ay'a ilk kez ayak basan Apollo-11 astronotları, Ay'daki çalışmalarını tamamlayarak Dünya'ya dönerken yanlarında Ay'dan
aldıkları kaya ve toprak örneklerini de getirdi. Aslında böylece uzay madenciliği resmen başlamış oldu. 1969'dan 1972'ye kadar Apollo programı
kapsamında düzenlenen 6 Ay inişinde toplamda 382 kg Ay kayası ve toprağı Dünya'ya getirildi. Uzay yarışındaki Sovyetler Birliği, ABD gibi Ay'a insan
gönderemese de 1970 Eylül'ünde Luna-16 Uzay Aracı'nı Ay'a indirdi ve Ay'dan 100 gr'lık örnek toplayıp Dünya'ya getirdi. Bu şekilde ilk kez robotik
bir uzay aracı Dünya dışındaki bir gökcisminden örnek getirmiş oldu.

26

Ay'dan örnekler toplayan insanoğlu 2000'li yıllarda gözünü asteroitlere dikti. Japonya, Itokawa asteroitinden örnek toplamak için 9 Mayıs 2003'te
Hayabusa Uzay Sondası'nı uzaya fırlattı. 2005 yılında Itokawa asteroitinin yörüngesine giren Hayabusa, asteroite yaklaşarak örnekler topladı.
Örnekleri taşıyan kapsül, Haziran 2013'te Dünya atmosferinde yanıp müthiş bir görsel oluşturarak Avustralya'ya indi. Bu şekilde ilk kez Dünya'ya
bir asteroitten örnek getirilmiş oldu.

Japonlar bununla yetinmeyerek Aralık 2014'te daha donanımlı Hayabusa-2'yi, Ryugu asteroitine gönderdi. Geçtiğimiz aylarda Ryugu'ya varan
Hayabusa-2, MINEVRA ve MASCOT adındaki uzay araçlarını asteroitin yüzeyine başarılı bir şekilde indirdi. Asteroite inen uzay araçları, Ryugu
asteroitinden nefes kesici görüntüler göndererek uzay tarihinde bir ilki başarmış oldu. Hayabusa-2, asteroit yüzeyinden daha rahat örnek
toplayabilmek için 2019 yılında Ryugu'yu bombalayacak ve patlama sonrasında yüzeye inip asteroit örneklerini toplayarak 2020 yılında Dünya'ya
dönecek.

Uzayın da Bir Hukuku Var

Uzayın süpergücü olarak görülen ABD, asteroit madenciliği alanını Japonlar'a kaptırmış olsa
da 8 Eylül 2016'da Bennu asteroitinden örnek getirmesi için OSIRIS-Rex'i uzaya fırlattı. Bennu'
nun 22. yüzyılın sonlarına doğru ufak da olsa Dünya'ya çarpma ihtimali olduğu için OSIRIS-
Rex'in getireceği örnekler önemli. Toplanacak örneklerin 60 ila 2000 gram arasında olacağı
ve Dünya'ya 2023'te ulaşacağı tahmin ediliyor.Uzay madenciliği şimdilik gök cisimlerinden
sıradan toprak örnekleri getirme boyutunda olsa da insanoğlu tabii ki bununla da yetinme-
yecek. Dünyanın önde gelen zengin girişimcileri, yeryüzüne getirildiğinde dünya ekonomisini
sarsacak düzeyde kıymetli uzay madenlerini, bulunduğu yerden söküp getirmek için şirketler
kuruyor ve delicesine yatırımlar yapıyor. Ama bu işin yasal zemini var mı?

ABD ile Sovyetler arasında kızışan uzay yarışı zamanında, 1962'de uzaydaki hakları belirlemek için Birleşmiş Milletler Dış Uzay Dairesi (UNOOSA)

kuruldu ve 1967'de ise Dış Uzay Antlaşması hazırlandı. Bu antlaşmaya göre hiçbir idmehvlaetsiylaahdıadakibşui luuznadyudraamegaeymaceankli.kAvnecyaakibşugaalnitdlad‘ şiamsıanydaarbauğlmune-n
amayacağı gibi Dünya yörüngesindeki uydularda veya diğer gök cisimlerinde kitle

uzaydan maden çıkarıp Dünya'ya getirmenin yasal olduğunu düşünenler 'Balıkçılar avladıkları balığın mülkiyetine sahip olur, ancak okyanusun‘

mülkiyetini alamaz' örneğiyle düşüncelerini destekliyor.

Bu kuralları koyanlarla uzay madenciliği yapacak olanlar aynı devletler olduğu için kuralları değiştirmek veya her zaman yaptıkları gibi ezip
geçmek onlar için çok da zor olmasa gerek...

Kaynak: Muaz Erdem, Uzay Madenciliği Başladı, http://gencdergisi.com 27

Bir Coğrafyacının Perspekti inden GEZİ
YORUM
FAS

Gezi Notları

Coğ. Öğrt.
MÜJDAT AYDIN

2019 Haziran ayında gerçekleş rdiğim 6 günlük Fas seyaha m boyunca edindiğim deneyimi, birik rdiğim anıları sizinle
paylaşmak için bu gezi notlarını yazdım. Öncelikle Fas’ı tanımanız amacıyla size Fas hakkında kısa bir bilgi vermek is yorum.

Başken Rabat olan Fas, Afrika Kıtası’nın kuzeyba ucunda yer alır. Ülke , hem Atlas
Okyanusu’na hem Akdeniz’e hem de Sahra Çölü’ne komşudur. Ülkenin kuzeyinde İspanya,
doğusunda Cezayir, güneyinde ise Moritanya ülkeleri bulunur.

Berberice’de ‘El-Magrib’ olarak anılan Fas, ‘ba daki yer’ anlamına gelmektedir. Resmi dili
Arapça olan Fas’ta, uzun yıllar Fransız sömürgesinde kalmasından dolayı yaygın olarak Fransızca
da konuşulmaktadır. Eği m öğre mden geçmiş hemen hemen tüm Faslılarla Fransızca
konuşarak anlaşabilirsiniz. Yeterli seviyede ingilizceniz varsa ülkede muha ap olacağınız kişilerle
(esnaf, taksici, otel görevlileri vs.) çat pat konuşabilirsiniz.

Güncel nüfus miktarı yaklaşık 36,6 milyon olan Fas’ta resmi din İslam ve nüfusun % 99’u Müslümandır. Ülke, Fransızlardan
bağımsızlığını 1956 yılında kazanmış r.

Yıllık ortalama sıcaklığın ve kuraklığın yüksek olduğu Fas’ta Kasım ve Mart ayları gezi için en uygun tarihlerdir. Seyaha mi
gerçekleş rdiğim Haziran ayında sıcaklık 30-35°C arasında değişiyordu.

Fas, ülkemiz vatandaşlarından vize istemiyor. Ülkeye girebilmeniz için geçerli bir pasaportunuzun olması yeterli. Ülkeye girerken
ve çıkarken küçük bir form doldurup ondan sonra pasaport kontrolünden geçiyorsunuz.

Türkiye’den Fas’a direk ve aktarmalı uçuşlar var. Uçak yolcuğu aktarmasız uçuşlarda İstanbul’dan yaklaşık 5 saat sürmektedir. Fas
ulusal saa Türkiye’den 2 saat geridir. Yolculuk yaparken bu hususa dikkat ediniz.

MARAKEŞ – FES – RABAT – KASABLANKA

Fas’a Türkiye üzerinden değil Yunanistan’ın A na şehrinden
yaklaşık 4 saatlik uçak yolculuğu ile gi m. Öncesinde
Selanik ve A na’da 3 günlük Yunanistan seyaha
yapmış m.

Fas seyaha m boyunca ülkenin en önemli 4 şehrini gezdim. Fas Seyaha min Rotası
Gezdiğim şehirler sırasıyla Marakeş, Fes(Fez), Rabat
(Başkent) ve Kasablanka oldu. Fas seyaha mi 6 günle
sınırlandırmamdan dolayı ancak bu 4 şehri gezebildim. Eğer
Fas’ta daha uzun bir zaman geçirecekseniz bu şehirler
dışında Rabat ve Fes arasında yer alan Meknes şehrini;
ülkenin kuzey ucunda, Cebeli Tarık Boğazı’nın kıyısında
bulunan liman şehri Tanca’yı ve güneyde Atlas Okyanusu
kıyısında bulunan Agadir’i de gezebilirsiniz. Bu şehirler

28

dışında ev ve dükkânların masmavi renge boyandığı, ‘mavi şehir’ olarak anılan Şafşavan şehri de görülmeye değer. Daha farklı bir
deneyim yaşamak isterseniz 2 gece 3 gün süren Sahra Çölü Safarisi’ne ka lıp çölde deve sır nda yolculuk yapabilir, çöl kumları
üzerinde kamp kurarak geceleyin yıldızları tüm çıplaklığıyla görme imkânı bulabilirsiniz. 2 gece 3 günlük çöl safarisi fiya 70-80
dolardan başlıyor. 20 dolardan başlayan günübirlik çöl turlarına da ka labilirsiniz. Sahra Çölü, ülkenin doğu ucunda yer aldığı için
ulaşım uzun saatler sürüyor. Bu yüzden günübirlik turlar çok yorucu olabilir. Sahra Çölü turu dışında ülkenin kuzeyi nde 2400 km.
boyunca uzanan ve birçok doğa güzelliğine ev sahipliği yapan Atlas Dağları turlarına da ka labilirsiniz. İnterne en Sahra Çölü
Turları ve Atlas Dağları Turları hakkında bilgi bulabilirsiniz.

Türkiye ile kıyasladığımız da daha güneyde bir Afrika ülkesi olmasından dolayı çok sıcak olacağını düşünebilirsiniz. Ama haziran
ayı olmasına rağmen kavurucu sıcaklıklar yoktu. İlk gün uçaktan indikten sonra bir sıcaklık dalgası yüzüme vurdu ve eyvah dedim
ama ertesi gün hava biraz serinledi. Ülkede, hava gündüzleri çok sıcakken güneş ba kta n sonra biraz serinliyor. Bu yü zden
akşamları dışarıda gezinirken yanınızda uzun kollu bir kıyafet bulundurmanızda yarar var.

Fas her ne kadar az gelişmiş bir ülke olarak görünse de her şeyi ucuza alabileceğiniz bir ülke değil. Türk lirasının burada da bir
değeri yok. Burada hayat pahalılığı ülkemizden çok daha yüksek. Dışarıda yemek yerken veya alışveriş yaparken sanki bir
Avrupa ülkesinde geziyormuşçasına pahalılık hissine kapılabilirsiniz.

Fas’ta şehirlerarası yolculuklarımı otobüsle yap m. Şehir içinde ise hemen hemen bütün ulaşım ağlarını kullandım. (Otobüs,
dolmuş, taksi, tren, tramvay vs.) Özellikle taksi ile yolculuk yapacaksanız taksimetre aç rmakta ısrarlı olun. Genelde turistlere
taksimetre açmıyorlar ve kafalarına göre yüksek bir fiyat söylüyorlar. Eğer taksici taksimetre açmıyorsa gideceğiniz yerin
uzaklığına Google Harita’dan bakın ve ona göre taksiciyle bir pazarlık yapın. Taksiye binerken veya çarşıda bir şey alırken pazarlık

MARAKEŞ

Ülkede gezdiğim ilk şehir, Berberi dilinde “Tanrının Ülkesi” anlamına gelen Marakeş oldu. Havalimanı (Aereoporto Menara), şehir
merkezine çok yakın. Taksi veya otobüs ile şehir merkezine kısa sürede gidebilirsiniz. Havalimanından şehrin merkezine (Jemaa el
Fna Meydanı’na) 11 ve 12 numaralı otobüsler gidiyor. (Ülkede şehir içi otobüs bilet fiyatları 4 dirhem)

Şehrin en önemli noktası ‘Sonsuzluk Meydanı’ anlamına
gelen Jemaa el Fna Meydanı’dır. Meydan, şehrin kalbi
konumundadır. Hemen hemen tüm turistlerin gezip günün
büyük kısmını geçirdiği; ortasında ve etra nda her türlü şeyi
bulabildiği bir meydandır. Meydan, gündüzleri sakinken
akşama doğru şenlik alanına dönüşüyor. Fas'ın geleneksel
yanını ve abar lı şeyler görmek isterseniz bu meydanı
gezebilirsiniz. Meydanın ortasında kobra yılanı
oynatanından maymun oynatanına kadar birçok sıra dışı
şeyler görebilir.

Jemaa el Fna Meydanı - Marakeş

Şehirde görülmesi gereken diğer önemli yer ve yapı 12.
yüzyılda yapılmış olan Koutoubia Camii’dir. Koutoubia Camii,
Jemaa el Fna Meydanı ile aynı yerde; 2-3 dakikalık yürüme
mesafesindedir. 77 metre yüksekliğinde bir minareye sahip olan
bu tarihi cami meydandan kolaylıkla görebilir. Cami, sadece
namaz vakitlerinde açılıyor.

300’den fazla bitki türünün bulunduğu Majorelle Bahçesi şehrin Jemaa el Fna Meydanı ve Koutoubia Camii (12. yy.) - Marakeş
gezilebilecek diğer bir noktasıdır. Bu botanik bahçesi içinde
birbirinden güzel rengârenk ve egzo k bitkiler var. Bahçe içinde
ayrıca iki müze bulunuyor. Biri Berberi Müzesi diğeri de Yves Saint
Laurent Müzesi’dir. Majorelle Bahçesi’ne giriş ücretlidir. G iriş
ücre biraz yüksek. (Müzeler hariç, 70 dirhem)

29

Yemek için Jemaa el Fna Meydanı’nın ortasına kurulmuş olan çok sayıdaki çadır restoranlarından birini tercih edebilirsiniz.
Geleneksel olarak tasarlanmış bu çadır restoranlarda Fas’ın geleneksel yemeklerini yiyebilirsiniz. (Tajin, Kuskus , Harira Çorbası vs.)

Daha lüks bir yer arayışına girerseniz meydanın etra boyunca sıralanmış olan ve genellikle Fransızca isimli büyük cafe ve
restoranları tercih edebilirsiniz. (Zeitoun Cafe, Cafe Kif Kif, Cafe Restaurant Argana , Barometre Marrakech gibi.)

Marakeş’in eski ken Medina’nın çarşıları turistlerin en çok
ziyaret e ği yerlerdendir. Bu çarşılarda arayacağınız her
türlü şeyi bulabilirsiniz. (kıyafet, dekora f eşyalar, hediyelik
eşyalar, takı, baharat vs.) Çarşıdan bir şeyler alırken fiyatlar
size yüksek gelecek r ama iyi bir pazarlık yaparsanız
alacağınız ürünü yarı fiya na alabilirsiniz.

Jemaa el Fna Meydanı ve Çarşı - Marakeş Marakeş'te motosiklet kullanımı çok yaygın. Çarşıda
araçların girmesinin yasak olduğu, kalabalığın bile zor
ilerlediği dar sokaklarda hiçbir kural dinlemeden binlerce
insanı yara yara geçen motosikletliler tehlike oluşturuyor.

Bu şehirde gezerken eğer bir motosiklet size çarpmamışsa
çok şanslısınızdır.

Marakeş, farklı şeyler görmek isteyenler için ideal bir şehirken; hijyen, keşmekeş, aşırı turist konularında bir başkasında hayal
kırıklığı da yaratabilir. Bu şehre 2 gün ayırmanız yeterli.

Jemaa el Fna Meydanı’nındaki faytonlara binerek şehirde tur atabilirsiniz.

Marakeş’te Gezilebilecek Diğer Yerler

* Medersa Ben Youssef
* Menara Bahçesi
* Bab Agnaou
* Saadian Tombs (70 Fas dirhemi)
* Palais el Badii
* Palais de la Bahia (70 Fas dirhemi)
* Tabakhane / Marrakech Tanneries

FES (FEZ)

Marakeş’ten sonraki durağım yaklaşık 5 saatlik otobüs yolculuğundan sonra Fas’ın yine geleneksel bir şehri olan Fes şehri oldu.
Fes, Fas’ın önemli bir tarih ve kültür şehridir. Ülkenin eski tarihi başken dir. Fes şehri, sahip olduğu eşsiz tarihi dokusuyla
turistleri kendisine çekmektedir.

Fes ve Marakeş’te insanların giyim ve yaşam tarz ı
çoğunlukla geleneksel ve İslami’dir. Osmanlı Devle ’nde
erkeklerin şapka olarak kafalarına tak kları “fes”in ilk olarak
geldiği ve ismini aldığı yer Fes şehridir. Fes (şapka), II.
Mahmut tara ndan asker ve memur kesiminin giymesi için
19. yüzyılda Anadolu coğrafyasına ge rilmiş r. Bu şehirde
ve diğer şehirlerde fes takan hiç kimseye rastlamadım.

Blue Gate (Bab Bou Jeloud) - Fes
Fes’te gezilecek yerler eski şehir merkezi olan Fes el-Bali
bölgesinde bulunur. Fes el-Bali bölgesi, dar sokakları ve
tabakhaneleri ile meşhurdur. Araçların geçemediği binlerce dar
sokak bulunur. Bu dar sokaklarda gezerken kaybolmanız işten bile
değil. Ben de çoğu kez yolumu şaşırdım.

30 Fes el-Bali Bölgesinden Bir Görüntü- Fes

Bu tarihi bölgenin simgesi Blue Gate (Bab Bou Jeloud / Mavi Kapı)’dir. Blue Gate’nin çevresi şehrinin en turis k en canlı yeridir.
Fes’in en büyük ve en meşhur tabakhanesi Chouara Tabakhanesi’dir. Etra işyerleri ve evlerle kapalı olan bu tabakhaneyi
görmek için deri malzemeleri satan dükkânlardan birinin sahiplerine bir miktar para vermeniz gerekiyor. (Tabakhane, hayvan
derilerin işlenip boyandığı yerlerdir.)

Jnan Sbil Bahçesi (Jnan Sbil Jardin), şehirde dinlenmek ve zaman geçirmek için güzel bir park. Fas sıcağından kaçmak için ideal
bir yer. Parkta gövdesi 2 metreyi bulunan çok sayıda farklı türde ağaç var. Genelde palmiye ve bambu ağaçları bulunuyor. Parkta
çok sayıda farklı türde kaktüs ve çiçek de bulunuyor. Parkın arka kısmında bir gölet var. Par kta otururken duyduğunuz kuş sesleri
insana huzur veriyor.

Fes’te Gezilebilecek Diğer Yerler

* Ebu İnaniye Medresesi (Medersa Bou Inania)
* Kairaouine Camii
* Zaouia Moulay Idriss II
* Mellah
* The Royal Palace
* Merenid Tombs
* Qarawiyyin Cami ve Üniversitesi

Chouara Tabakhanesi - Fes

RABAT

Marakeş ve Fes ‘ten sonra gezdiğim üçüncü şehir başkent
Rabat oldu. Bu şehir ülkede gezdiğim ilk iki şeh re oranla
daha modern bir şehirdi. Şehrin modern bir yapıya sahip
olmasında ülkenin başken olmasının ve kraliyet sarayının
bu şehirde bulunmasının etkisi var. Atlas Okyanusu'nun
kıyısında önemli tarihi ve kültürel özelliklere sah ip; temiz,
düzenli ve güzel bir şehir. Eğer Fas planı yapılacaks a bu şehir
de plana dâhil edilmeli.

V. Muhammed Mozolesi ve Hassan Kulesi şehirde
gezilebilecek en önemli yapılardır. V. Muhammed Mozolesi,

V. Muhammed Mozolesi - Rabat

bir kabristandır. Burada, Fas’a bağımsızlığını kazandıran
ve 1957’den öldüğü yıla kadar ülkeyi kral unvanı ile yöneten V.
Muhammed’in mezarı bulunuyor.

Hasan Kulesi, V. Muhammed Mozolesi ile aynı yerdedir. Hasan
Kulesi, 12. yüzyılda yapılması planlanan ve yarım kalan dünyanın
en büyük cami projesinin bir parçasıdır. Kulenin etra nda 200’e
yakın kolon bulunuyor.

Kasbah of the Udayas (Kasbah des Oudaias), Atlas Okyanusu

kıyısında, 12. yüzyıldan kalmış tarihi surlarla çevrili bir kasabadır.
Kasbah of the Udayas ve Atlas Okyanusu - Rabat

Kale içerisinde mavi beyaz evler, hediyelik eşyalar sa lan
dükkânlar bulunur. Dinlenmek, bir şeyler yemek veya içmek
için burada zaman geçirebilirsiniz. Kalenin al nda yer alan
plajda yüzerek okyanusta yüzme deneyimi yaşayabilir veya
Atlas Okyanusunun o eşsiz manzarasını seyredebilirsiniz.

Rabat’ta gezilebilecek yerlerden biride şehir merkezinin az
dışında bulunan ve araçla 10 dk. uzaklıkta bulunan bulan

31

Yarım Kalan Tarihi Cami ve Hassan Kulesi - Rabat

Chellah’dır. Chellah, Roma ve Fenikeliler döneminden kalmış tarihi bir nekropol alanıdır. Bu nekropol alanı, 2012 yılında UNESCO
Dünya Mirası Listesi’ne dâhil edilmiş r. Giriş ücretlidir. (Ye şkin - 70 Fas dirhemi )

Rabat’a 2 gün ayırmanız yeterli. 1 gün şehrin görülmesi gereken yerlerini gezersiniz diğer gün de şehrin tadını çıkarırsınız.

Rabat’ta Gezilebilecek Diğer Yerler
Salé - Kraliyet Sarayı - Arkeoloji Müzesi - Andalusian Bahçeleri - Ulusal Mücevher Müzesi - Rabat Hayvanat Bahçesi
Salé Büyük Camii

KASABLANKA

Kasablanka, Atlas Okyanusu kıyısı boyunca uzanan modern bir şehirdir. Yaklaşık 3,7 milyon nüfusu ile Fas’ın en kalabalık şehri ve
cazibe merkezidir. Şehir, Fas'ın iş ve ekonomi başken
olarak biliniyor.

Atlas Okyanusu’na sı r konumdaki kafe ve restoranlar son
derece canlıdır. Bu kafe ve restoranlarda Atlas Okyanusu
manzarası eşliğinde yemek yiyebilir ve kahve içebilirsiniz.
Şehirde akşamleyin sahil boyunca yürüyüş yapmanızı
öneririm.

Kazablanka’da Atlas Okyanusu kıyısında bulunan II. Hasan

Camii, Mescid-i Haram ( Kabe ) ve - Mescid-i Nebevi’den

sonra en büyük üçüncü camidir. Cami, 25.000 kişilik

kapasiteye ve 210 metrelik minaresiyle dünyanın en yüksek

minaresine sahip r.

II. Hasan Camii ve Atlas Okyanusu Kıyısı - Kasablanka

Rabat ve Kasablanka ülkenin uzun yıllar Fransız sömürgesi etkisinde kalmasından dolayı Fransız etkisi dillerinden giyim ve yaşam

tarzlarına kadar işlemiş. Bu iki şehirde seküler yaşam tarzı ağırlıkta ve İstanbul'un sıradan bir sem nden çok ta bir fark

göremedim. Ha a Türkiye'de birçok şehrimize nazaran daha Avrupai diyebilirim. (Rabat ve Kasablanka için geçerli.) Şehirde

birçok noktada bulunan plajlarda yüzebilirsiniz.

“Casablanka” isimli bir Hollywood filmi vardır. 1942 yapımı bu film adını Fas’ın en büyük şehri olan
Casablanka’dan alır. Kasablanka, hem unutulmaz bir aşk filmi klasiği olarak hem de Humphrey Bogart ve
Ingrid Bergman’ın unutulmaz oyunculukları ile kült olmuş bir yapımdır. 2. Dünya Savaşı sırasında Fas’ın
Kazablanka ken , Hitler’den kaçan Avrupa’lılarla rengarenk, çeşitli bir görünüm kazanmış r. Rick Blaine
karakteri, şehrin en popüler barını işletmektedir. Bir gün eski aşkı Ilsa, direniş lideri kocası Victor Laszlo ile
birlikte gelir. Rick, Ilsa ve Victor’un şehirden kaçmalarını sağlayabilecek tek kişidir.
Kazablanka’da Gezilebilecek Diğer Yerler
* Eski Medina Bölgesi
* Kazablanka Katedrali
* Kraliyet Sarayı
* 5. Muhammed Meydanı

Fas’ta ne yenir, ne içilir?

Taj'in (Tajine) adı verilen kilden yapılmış güvece benzeyen kapaklı taslarda
pişirilen etli ve sebzeli yemekler Fas’ın en popüler yemekleri. Özellikle
Marakeş ve Fes'te hemen hemen her mekânda karşınıza çıkacağı için yememe
şansınız çok az.

Tajin İçinde Pişirilmiş Etli sebzeli Yemek Harira Çorbası (Moroccon Soup), nohutlu, mercimekli ve erişteli ve bol
baharatlı bir çorba. Marakeş ve Fes’te hemen hemen tüm restoranlarda
bulabilirsiniz.

Fas’ın bir diğer meşhur yemeği Kuskus’dur. Kuskus diğer Kuzey Afrika
ülkelerinde de(Cezayir, Tunus gibi.) yaygın olarak yenir.

Kaldığım otellerde kahval da kruvasan , omlet, reçel, nane çayı, kahve,
portakal suyu önüme en sık koyulan yiyecek ve içeceklerdi. Türkiye’de siyah
çay nasıl sabah akşam çok yaygın olarak içiliyorsa Fas’ta da Nane Çayı gün
içinde çok yaygın olarak içilir. Fas deyince akıllara gelen kültürel si mgelerden
biri de bol şekerli olarak ikram edilen Fas Nane Çayı’dır. Nane çayı diğer Arap
ülkelerinde de görülebilir.

Fas Nane Çayı

Kazan içinde kayna larak pişirilip sa lan salyangoz çorbası çarşıda, pazarda sıklıkla karşınıza çıkacak r.

32

Fas güvenli midir?

Fas tehlikeli bir ülke değil. Marakeş ve Fes'te merkezde gezerken bazen yönümü şaşırdığım dar ara sokakları insanı içten içe biraz
tedirgin etse de bu konuda en ufak tehlikeli bir durum yaşamadım ve şahit de olmadım. Rabat ve Kasablanka ise zaten daha
modern ve güvenli şehirler. Kendi açımdan ülkede geçirdiğim 6 gün boyunca otobüs, taksi, dolmuş ve trenle sürekli seyahat e m
ve yüzlerce km yol kat e m; çarşı, pazar her yerde gezdim her hangi bir riskli durumla karşılaşmadım. Ama yine de hırsızlık olma
ih maline karşılık tedbirli davranmakta yarar var. Özellikle Marakeş’teki Jemaa el Fna Meydanı’nda ve çarşıda gezinirken dikkat
etmek gerekir.

Fas İle İlgili Diğer Notlar:

· Fas’ın para birimi Fas d irhemi (MAD)’dir. İster uçaktan indikten sonra havalimanında, isterseniz gideceğiniz şehir
merkezlerinde kolaylıkla euro veya dolarınızı bozdurup Fas dirhemi alabilirsiniz. (Eylül 2021 kuru i bariyle 1 TL=1 Fas
dirhemi’ne karşılık geliyor.)

· Fas'ı, işte Afrika'da fakir ve ucuz bir ülkedir diye düşünmeyin. Ülkemize nazaran ekonomik açıdan daha fakir olsa da her
şey bizden pahalı. Türk lirası, Fas dirhemi(MAD) karşısında bile değersiz. Zengin gelişmiş bir ülke değil ama İstanbul
şartları ile kıyaslayacak olursam en az 2 ka pahalı bir ülke. Ülkede süpermarketle karşılaşma şansınız çok düşük. Hep
mini marketler var. Türkiye'de market veya büfeden bir şeye ne kadar pa ra veriyorsanız burada 2-3 ka nı veriyorsunuz.
;

· Ülkede her bütçeye uygun konaklama olanağı var. Konaklama için şehrin tam merkezinde Booking puanı yüksek "Dar"
yani "Ev" olarak telaffuz edilen bir nevi pansiyonlarda ve otan k döşenmiş Fas'a özgü “Riad” denilen bu k otellerde kişi
başı 80 TL den başlayan fiyatlarla kalabilirsiniz. 200 TL'ye kadar çok seçeneğiniz var. Daha lüks yerlerde de kalabilirsiniz.
Benim için konumu, puanı ve fiya önemliydi. Konaklama için çok para harcamamaya çalış m. Belir ğim fiyatlar 2019

· Gezdiğim bu 4 şehir için ortak olarak şunu söyleyebilirim: Yeşile bizden daha fazla önem veriyorlar. Şehir merkezlerinde
insanların dinlenip zaman geçirmeleri için çok fazla park bulunuyor ve bu parklar sahip olduğu palmiye, bambu, kaktüs,
çeşitli ağaç ve çiçeklerle botanik bahçesi gibi göz alıcı.

· Burada insanlar 2 dili anadili gibi konuşuyor.(Arapça ve Fransızca) Muhatap olacağınız kişilerle de temel İngilizce
seviyesiyle anlaşabilirsiniz. İngilizce seviyeleri Türk mille nden daha iyidir. Kelime dağarcığınız biraz fazla olsun gramerli
düzgün cümle kurmanıza gerek yok. Bir şekilde derdinizi anlatabiliyor ve anlayabiliyorsunuz.

· Kredi kar nızı veya hesap kar nızı pos cihazlarının olduğu her yerde kullanabilirsiniz. Yalnız önceden online veya
bankadan yurtdışı işlemlere aç rmanız lazım. Yurtdışında kartla herhangi bir işlem yap ktan sonra banka sonra çeviri
yaparken çok az bir farkla ödediniz tutarı ekstrenize TL olarak çeviriyor. Zaten döviz bürolarında da çeviri yaparken o
farkı veriyorsunuz.

· Fas’ta şehirlerarası yolculuk için ülkenin CTM isimli otobüs firmasını kullanabilirsiniz. CTM, ülkenin en yaygın otobüs
firmasıdır. Fas’taki tüm şehirlerarası otobüs yolculuğumu bu firma ile yap m. Otobüs bile ücretleri Türkiye’den bir k
daha pahalı. İnternet sitesinden online bilet alımı olmasa da gideceğiniz yerleri yazıp yolculuk süresini ve ü cre ni
önceden görebilirsiniz. CTM'nin otobüsleri temiz ve güvenli. Sefere yarım saat kalsa bile gardan rahatlıkla bilet
bulabilirsiniz. Tren yolculuğu için de ONCF isimli internet sitesinden fiyatları ve yolculuk mesafelerini öğrenebilirsiniz.
Otobüste olduğu gibi tren biletlerini de online alamıyorsunuz.

· Fas uçak bile mi A na-Marakeş olarak Ryanair’den 25 Euro’ya aldım. Tabi A na ‘dan gitmek için Schengen Vizesi’ne
sahip olmak gerekir. Türkiye’den Fas’a direk uçuşlarda bilet fiyatları çok yüksek. İstanbul’a dönüşü, Fas’tan sonra
uğradığım komşu ülkesi olan Tunus’tan yap m. Yani seyaha min genel rotası Yunanistan-Fas-Tunus şeklindeydi.

33

JEOLOJİ

Yukarıda görmüş olduğunuz fotoğraf Rus kozmonot Oleg Artemyev Hermanovitc tarafından 2014 yılında Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki görevi
sırasında çekilmiş bir fotoğraf ve fotoğrafın odağında ise çöldeki gizemli yapılardan biri duruyor. Bu yapı daha çok Sahra'nın Gözü olarak tanınıyor.
Ancak Richat Oluşumu olarak adlandırılmaktadır.
Kuzey Afrika'nın batısında yer alan Moritanya'nın Ouadane isimli küçük şehrinde bulunan bu Richat Oluşumu ya da diğer adıyla Sahra'nın Gözü
en bilinen jeolojik yapılardan birisidir. Uzaydan dahi görülebilen bu yapıyı benzersiz kılan özelliği oldukça erozyona uğramış 40 kilometre çapında
simetrik antiklinallardan oluşan eliptik bir jeolojik yapı olmasıdır. İngilizce' olar'ak dome adı verilen bu yapılar Dünya yüzeyi üzerindeki çukur
alanlarda biriken tortulların levhaların birbirine doğru haraket etmesi ile kıvrılarak yükselmesi sonucunda oluşurlar. Ancak Sahra'nın Gözü'nün
nasıl oluştuğuna dair tartışmalar hala sürmektedir. Sahra'nın Gözü'nde görülen yüksek derecedeki dairesellikten dolayı başlangıçta bir asteroid
çarpması sonucu oluşan bir yapı olduğu düşünülmüştü. Şimdilerde ise belirttiğim gibi oldukça erozyona uğramış ve yüksekçe simetriye sahip
bir jeolojik dome yapısı olduğunu düşünüyorlar. Çünkü eğer bu yapı bir asteroid etkisiyle oluşsaydı yüksek-enerjili bir çarpmanın işaretleri olan
şoklanmış kuartza ve parçalanmış camlara rastlanması gerekirdi. Diğer taraftan, bir volkanik krateri türü olduğunu düşünen bilim insanları da var.

34

Astronotlar tarafından dahi görülebilen çölün içinde oluşmuş bu muazzam yapının kuzey batısında Kediet ej Jill Dağı yer alıyor. Bu dağ Moritanya'nın
en yüksek zirvesine sahip, neredeyse 1000 metre. Yüksek oranda Fe₃O₄ yani manyetit içermesiyle bu dağ hafif mavimsi bir renge sahip ve ayrıca bu
durum yakınlarda manyetik ölçümleri ve navigasyonları karıştırmaktadır. Kediet ej Jill Dağı'nı yukarıdaki fotoğrafta Sahra'nın Gözü'nün yanında

görebilirsiniz.

Bu yukarıdaki Landsat uydu görüntüsünde renkler belirli jeolojik özellikleri harmanlama yöntemi ile artırılmıştır. Kayatabanı kahverengi, kum
sarısı ve beyaz renklerdedir. Akıntı kanallarındaki örtü yeşil renkte ve tuz tortuları veya buharlaşması mavi-beyaz renklerdedir.

Google Map üzerinden tam olarak nerede olduğunu görebilirsiniz.

Kaynak: Gökhan Atmaca, MSc.
http://www.kuark.org
https://tr.wikipedia.org 35
https://en.wikipedia.org

Dünya Dinozor Fosili Haritası: FOSİL
BİLİMİ

Dinozor Fosilleri Nerede Bulunur?

K.Amerika Avrupa Asya

Hawai Adaları Atlas Okyanusu Afrika

Büyük Okyanus G.Amerika

Hint Avusturalya
Okyanusu

Antarktika

Bu haritada, Dünya'da bugüne kadar çıkarılmış neredeyse tüm dinozor fosillerinin keşif noktaları gösterilmektedir.
Her bir sarı nokta, bir fosil alanına işaret etmektedir. Tabii ki, tek bir kazı alanından birden fazla fosil de
çıkarılabilmektedir.

Dinozor severlerin fark edebileceği bir tuhaflık var haritada... Hawaii Adaları'ndaki sarı noktalar. Potasyum-Argon
radyoaktif tarihlendirme yöntemi sayesinde ölçebildiğimiz üzere, bu adaların en eskisi olan ve en kuzeybatıda bulunan
Kure Mercanadası (Atolu) 28 milyon yıl önce, en güneydoğuda bulunan ve en genç ada olan Hawai'i ise sadece 400.000
yıl önce yükselmiş adalardır. Ancak dinozorlar, günümüzden 65 milyon yıl önce soyu tükenmiş bir canlı grubudur.
Bu durumda buradan nasıl dinozor fosilleri çıkabilir?

Bunun tek bir nedeni var: Kuşlar! Kuşlar, doğrudan dinozorlardan evrimleşmiş bir canlı sınıfıdır. Bu evrimsel
süreç, elbette ki bir anda oluvermemiştir. Dinozorların yok olmasından çok önce başlamış, dinozorların yok oluşundan
çok sonrasına kadar devam etmiştir. Tabii ki, halen de devam etmektedir. Kuşlar, teknik olarak "dinozor" kabul edildikleri
için, bu adalara ulaşabilen tek dinozorlar da kuşlar olmuştur.

Bu arada aklınıza gelmiş olabilir: Dinozorlar yüzerek de bu adalara ulaşmış olamaz mı? Cevap, iki büyük nedenle hayır.
İlki, 66 milyon yıl önceki kitlesel yok oluş sırasında, kuşların atalarından başka hiçbir dinozor soy hattı hayatta kalamadı
(timsahgiller haricinde ama onlar zaten çok önceden ayrılmışlardı dinozorlardan).

36

İkincisi ve çok daha önemlisi, hiçbir dinozor tamamen su yaşantısına adaptif olacak şekilde evrimleşmemiştir. Yani
denizde yaşayan dinozor bulunmamaktadır! Baryonyx gibi bazı dinozorlar balıkları avlamak için suya girerdi; ancak
hiçbiri uzun süreler suda yaşamıyordu (en azından buna dair elde hiçbir bulgu bulunmuyor). Zaten günümüzden
28 milyon yıl öncesinde, Hawaii Adaları'nın günümüzdeki temsilcileri ilk defa su yüzeyine yükselirken, kuşlara doğru
evrimleşen soy hattından başka hiçbir dinozor hayatta değildi. Dolayısıyla bu adalarda da kuş harici dinozor fosili
bulmayı beklemiyoruz.
Elbette bu harita, dinozor fosil buluntularına dair makale literatürünün veritabanına girilmiş bir alt grubundan oluşmaktadır.
Dolayısıyla atlanan bazı fosillerin olması muhtemeldir. Fakat yine de dikkate değer bir kapsamda olduğunu belirtelim.

Kölofiz (Coelophysis) Fosili

T-Rex İskeleti (Tyrannosaurus Rex)
American Museum of Natural History

KAYNAK: 1-Çağrı Mert Bakırcı, Evrim Ağacı, Dünya Dinozor Fosili Haritası: Dinozor Fosilleri Nerede Bulunur? 37
https://evrimagaci.org
2-Fosil Fotoğrafı: https://tr.wikipedia.org

1.Fossil Works. Paleogeographic Map Form. (2019, Kasım 12). Alındığı Tarih: 12 Kasım 2019. Alındığı Yer: Fossil Works
2.Echanted Learning. Frequently Asked Dinosaur Questions. (2019, Kasım 12). Alındığı Tarih: 12 Kasım 2019. Alındığı Yer: Echanted Learning
3.Wikipedia. Hawaiian Islands - Geology. (2019, Ekim 17). Alındığı Tarih: 12 Kasım 2019. Alındığı Yer: Wikipedia

Dünya Rekoru Kırmış Bir Şerpa'nın
Gözünden Everest'e Zorlu Tırmanış:

'Everest asla kolay değildir'

Bu yılın başından beri en az 11 dağcı
Everest Dağı'nın zirvesine tırmanmaya
çalışırken yaşamını yitirdi. Dünyanın en
yüksek noktasına bu yılki tırmanış sezonunda
ölen dağcıların sayısı, son 4 yılın en yükseğiydi.
Everest'e 24 kez tırmanan ve iki kez dünya rekoru
kıran Şerpa Kami Rita, bu zorlu tırmanışın tehlikelerini
anlattı.

Kami Rita Şerpa, 24 kez çıktığı Everest'te kendi dünya rekorunu geçtiğimiz ay ikinci kez kırdı.

13 Mayıs'ta 20'li yaşlarının sonundaki Çinli dağcı Yunfei Wang yorgunluktan bitap düşüp sendeleyerek 3. Kamp bölgesine geldi. 7,162 metrede
kendi kişisel rekorunu kırmıştı ancak işler istenilen şekilde gitmiyordu. Kami Rita, Yunfei'in de aralarında olduğu grubun lideriydi. Himalayalar'da
yaşayan yerel halk Şerpalar'dan olan Kami, daha başından beri Yunfei'in zorlandığının farkındaydı. Ana Kamp'tan 2. Kamp'a çıkması tahmini sürenin
iki katı sürmüş, 19 saati bulmuştu. Kami, oksijen maskesini taktığı genç dağcının zirveye tırmanmak için hazır olmadığına karar verdi ve onu helikopterle
aşağıya, başkent Katmandu'ya indirmeleri talimatı verdi.

Birkaç gün sonra Yunfei, aynı gruba yeniden katıldı. Ana Kamp'tan yola çıktığında işler
iyi gidiyordu ancak 6 bin metrede Yunfei yedek oksijene bağımlı halde devam edebiliyordu.
Bu oksijen desteği, 7 bin metre ve daha yüksek rakımlar için ayrılmıştı. Kami, risk almayı
bir kez daha reddetti ve üçüncü kamp bölgesine geldiklerinde Yunfei'in güvenli bir şekilde
dağı terk etmesi için talimat verdi.

Şerpa Kami Rita, Nepal'deki Şerpa kabilesindeki pek çok kişi gibi, Everest'e çıkmak isteyen
dağcılara ve turistlere rehberlik yapıyor. Ancak Kami Rita herhangi bir Şerpa değil: Everest'e
en çok tırmanan dağcı unvanına sahip.

Dağdaki çığ tehlikesine ve özellikle 3. Kamp'tan sonraki tırmanışın dik ve güvenilmez olduğuna dikkat çeken Kami, şöyle devam ediyor: "Everest
asla kolay değildir. Eğer kuşkunuz varsa en doğru karar inmek olacaktır. Siz yeter ki hayatta kalın, Everest bir yere gitmiyor. Her müşterimin zirveye
ulaşmayı başarması için elbette çalışırım ama bunun bir sınırı var. Müşterinin yapamayacağını düşünürsem, tırmanışı durdururum."

38

Ölümler son 4 yılın en yükseğ

Everest Dağı her zaman tehlikeliydi ama bu yılın tırmanış
sezonunda ölen dağcıların sayısı son 4 yılın en yükseğiydi.
Tırmananların sayısının fazla olması ve rekor sayıda kişiye
tırmanış izni verilmesi gibi pek çok olası neden sıralansa da,
Kami asıl olarak Yunfei gibi görece az deneyimli tırmanışçıların
sayısında artış olmasının durumu daha da kötüleştirdiğini söylüyor:

"Everest'te aşırı kalabalıklaşma hep vardı. İnsanların ölüyor olmasının

nedeniyse bu değil. Asıl sorun, bazı tur şirketlerinin genç dağcılara Everest
sanki kolaymış gibi baskı yapması."

Everest Ana Kampı'na her tırmanış sezonunda yüzlerce kişi çadır kuruyor.

Rita gibi pek çok deneyimli dağcı, yeterince eğitim almamış
turistlerin dağa çıkmaya çalışmasının riskli olduğunu söylüyor.

Dağcılık uzmanı ve yazar Alan Arnette, "Dağcılar gözlerini açıp
Everest gibi yüksek bir zirveye çıkmanın çok riskli olduğu
gerçeğine uyanmalılar. Yanlarında bir 'Şerpa rehber' olması ve
zirveye en az 10 kez çıkmış olmaları, başınız belaya girerse
şerpaların sizi kurtarabilecekleri anlamına gelmiyor" diyor.

En güçlü şerpanın dahi yeterince deneyimli olmayan birini aşağı
indiremeyeceğini dile getiren Arnette, "Helikopterlerin de, kurtarma
ekiplerinin de, GPS hizmetlerinin de bir sınırı var" diyor.

Geçtiğimiz hafta aynı anda zirveye çıkan ve zirveden inen iki sıra halindeki dağcıların
bu fotoğrafı sosyal medyada viral olmuştu

Tırmanış rotası ve kamplar Deniz seviyesinden 8.848 metre yükseklikte bulunan Nepal-Tibet sınırındaki
Everest Dağı'na her yıl dünyanın dört bir yanından yüzlerce dağcı geliyor.
Şerpaların bu tırmanışlardaki rolü büyük. Kökleri Tibet topraklarına dayanan
Şerpalar, Himalaya Bölgesi'nin yerlilerinden oluşan bir etnik grup.
Nepal'in dışındakiler için ise "Şerpa" kelimesi, dağcı rehberleri anlamına geliyor.

39

Şerpalar -30 C'ye , hatta -50 C'ye kadar inen dondurucu soğuklarda oksijen tüpleri, su ve gıda gibi ekipmanları taşımakla kalmıyor, aynı zamanda
çığ ve buz çağlayanları gibi doğal zorluklara karşı dağcılara yön gösteriyor.

4. Kamp'tan zirveye kadar olan bölüm "ölüm bölgesi" olarak da biliniyor. 8 bin metrenin üzerindeki bu bölümde dağcıların yüzde 95'e yakını oksijen
tüplerine ihtiyaç duyuyor. Şerpalar da liderlik ettikleri gruptakilerin oksijen desteklerinin dönüş için de yeterli olacağından emin olmak zorunda.

Mayıs ayının ortasındaki bir haftalık sürece denk gelen
dağcılık sezonu kısa olsa da, Şerpalar üç ay boyunca
dağda oluyor. Dağcılar gelmeden önce ip ve merdivenleri
hazırlıyor, sezonun ardından da bırakılan tonlarca
çöpün temizlenmesi için büyük bir operasyona
girişiyorlar. Tibet dilinde Everest Dağı, "Chomolungma"
dünyanın ana tanrısı olarak adlandırılıyor. Budist tanrıça
Miyolangsangma'nın evi olduğu söyleyen Everest Zirvesi'ne
ilk başarılı tırmanışı yapan ikiliye (1953'te zirveye ulaşan
Şerpa Tenzing Norgay ve Yeni Zelandalı dağcı Edmund Hillary)
izin verenin de bu tanrıça olduğuna inanılıyor.

2. Kamp'taki dağcılar 3. Kamp'a merdivenle çıkmaya hazırlanırken

8 kez Everest'e tırmanan Şerpa Mingma Tenzi, "Dağa tapıyor, ona saygı duyuyoruz. Başımıza ne gelirse gelsin bizi kurtaracağına inanıyoruz" diyor.
Şerpa köyü olan Thame'de yaşayan çok sayıda evin gelir kaynağı, dağcılar ve turistler. Çoğu Everest Ana Kampı'nda aşçı ve yük taşıyıcı olarak
çalışıyor ya da ufak oteller ve pansiyonları işleterek geçimini sağlıyor. En çok kazanan Şerpalar ise yabancı dağcılara rehberlik ederek bir sezonda
eve 5 bin ila 8 bin dolar arasında para getiriyor.

2021 yılında 394 kişiye Şerpalar, dağcılık endüstrisi teknolojik anlamda son 20
tırmanış izni verildi yılda çok ilerlemiş olsa da kendilerine olan talebin azalmak
yerine arttığını söylüyor. Gelen dağcıların sayısı her yıl artarken
Şerpalar ve dağçılar Everest'in zirvesinde 2019'da 381 kişiye; 2021 yılında 394 kişiye tırmanış izni verildi.
2020 yılında pandemi nedeniye tırmanış izni verilmedi.

Şerpalar ve dağcılar Everest'in zirvesinde.Turizm şirketleri de
ziyaretçilere, izinlerin ve ekipmanların ayarlanması, rehberin
bulunması ve acil durum planı dahil 30 bin dolardan başlayıp
130 bin doları aşan paketler sunuyor. Bunun 11 bin doları da
doğrudan Nepal hükümetine gidiyor. Lüks paketlerde kişi başına
5 Şerpa düşebiliyorken, sınırsız oksijen, daha rahat çadırlar ve
hatta sıcak duş gibi hizmetler dahil ediliyor.

40

Çığ felaketi

Deneyimli dağcı Şerpa Kami'nin Nepal hükümetine tepki duymasına neden olan olay, 18 Nisan 2014'te Everest'te bir depremde Khumbu Buz
Çağlayanı'ndan düşen çığların 16 Şerpanın yaşamını yitirdiği felaketti. Khumbu dağ buzullarının dik ve tehlikeli bir parçası olan çağlayan, Ana
Kamp ve 1. Kamp arasında olsa da, pek çok Şerpa için Everest'in zirvesinde oturmaktan bile daha riskliydi çünkü dağcı farkında bile olmadan
dev buz parçaları çağlayandan ayrılabiliyordu. Nepal hükümeti bu trajediden sonra Şerpaların dağdaki çalışma koşullarını iyileştirmek için yeni
politikalarını duyurdu.

Bir otele teslimat yapmak için yola düşen 14 yaşındaki bir yük taşıyıcı yolda dinlenirken.

Amcası ve iki yakın arkadaşını bu felakette kaybeden Kami Rita ise hükümetin adımını yeterli bulmadığını söylüyor. Çığın olduğu gün dağa
beraber çıktığı erkek kardeşinin onu hemen Ana Kamp'a dönmeleri için uyandırdığını söyleyen Kami, büyük gruplar halinde ellerinde telsizlerle
toplanan ve onlardan 2 km kadar ötede yeni sezonda gelecek turistler için hazırlık yapan Şerpaları gördüğünü anımsıyor. Araba büyüklüğündeki
dev buz kütlelerinin yakınlardaki buzullardan ayrılarak bin metreden tam da çalışan Şerpaların üzerine düştüğünü söylüyor. "O güne kadar hep
Khumbu'dan korkuyorduk" diyen Kami, bu felaketin korkularını somutlaştırdığını sözlerine ekliyor.

Kami, kardeşleri dağa dönüp diğerlerine yardım etmeye çalışırken karda sürüklenen uzuvları gördüğünü anlatıyor. "Elimizden geleni yapmıştık
ama dağlarda her şey çok hızlı oluyor. Güçsüz kalmıştık" diyor.

Hükümet o dönem hayatını kaybedenlerin ailelerine 400'er dolar verse de, bu para Şerpaların tek sezonda kazandıkları paranın çeyreğinden
ibaret. Şerpa halkı öfkeliydi. Kami, zirveye bir daha çıkmamaya ant içen ağabeyi Lakpa'dan farklı olarak, eğitimi başka bir meslek için yeterli
olmadığı için tırmanmaya devam etti. Çığ korkusunun peşini bırakmadığını söyleyen Kami, "Hala buzların yanından geçerken içlerinden çıkan
cesetleri görüyorum" diyor.

Kaynak: https://www.bbc.com 41

Fr edr ch Parrot'un Ağrı Dağı MAKALE
Araştırma Keş f Gez s

Friedrich Wilhelm Parrot'tun Özel Yaşamı

Keşif seyahatlerinin oldukça ilgi gördüğü bir dönemde, keşif gezilerine çıkan tam adıyla Johann Jacob Friedrich
Wilhelm Parrot, 25 Ekim 1791'de Almanya'da Karlsruhe'de doğmuştur. Kendisini tek bir bilim alanıyla sınırlı
tutmayan Parrot, tıp ve doğa bilimleri alanında dersler almış, kendisine başta Ağrı Dağı olmak üzere farklı coğrafi
bölgelere geniş ölçüde seyahat etme imkânı verecek olan Dorpat Üniversitesi'nde (ismi daha sonra Tartu Üniversitesi
olarak değişmiştir) çalışmıştır. (Foto 1)
Parrot'un bilimsel çalışmalarının en dikkat çeken yanı araştırmaları için 'dağları' seçmesidir. Yukarıda belirtildiği gibi,
Parrot, Ağrı Dağı'na keşif gezisi yapmadan önce Pireneler, Alpler ve Kafkasya
gibi farklı dağlık alanlarda çeşitli bilimsel çalışmalar da gerçekleştirmiştir.

Foto 1: Friedrich Wilhelm Parrot

Parrot, Ağrı Dağı'na tırmanışının ardından bilimsel çalışmalarına devam etmiş ve 1830-1834 yılları arasında Dorpat Üniversitesi'nin rektörlüğünü
üstlenmiştir. Parrot 15 Ocak 1841'de 49 yaşındayken Dorpat'da vefat etmiş ve aynı yerde, Tartu'daki (Estonya) Raadi Mezarlığı'nda gömülmüştür.

Seyahatnamelerde Ağrı Dağı

Japonya'daki Fujiyama ve Filipinlerdeki Mayon Volkanı gibi dünyadaki başlıca kusursuz volkan konileri arasında yer alan Ağrı Dağı, Ortadoğu'da
bulunan Demavent (5670m) ve Elbruz (5642 m) dağlarından sonra en büyük üçüncü dağdır.

Foto 2: Ağrı Dağı'ndan bir görünüm

42

Manzara ve doğal yaşam kaynaklarının başında gelen 'dağlar' tarih boyunca çeşitli yönlerden insanların ilgisini çekmiştir. Bu dağların
başında da kaynaklarda sıklıkla karışımıza Ararat olarak çıkan Ağrı Dağı gelmektedir. Bir yandan manzara çekiciliğinin yaratığı efsanevi
görkemi, diğer yandan da Nuh peygamber ve çocuklarının buradan dünyaya yayıldığı inancı, tarihsel süreç içerisinde Ağrı Dağı'nın
efsaneleşerek neredeyse kutsal bir anlam kazanmasına neden olmuştur.

Efsanevi görkemi farklı milletler ve dinler için daima hayranlık konusu olan Ağrı Dağı'na, Türkler Aghri Dagh, Ermeniler Massis6,
Araplar Cebel-ül Haris, İranlılar ise Koh i Nuh adını vermişledir (Foto 1).

Friedrich W. Parrot'tun Keşif Gezisi

Parrot'un Ağrı Dağı'na araştırma keşif gezisi yapma ve Ağrı Dağı hakkında daha çok şey öğrenme isteği, 1810'larda Kafkasya Dağları'nda
(Kazbek'te) araştırmalar yaparken başlamıştı. Ancak, o yıllarda bölgede savaş ortamının yaratığı güvensiz şartlar nedeniyle Parrot Ağrı
Dağı'na gitme imkânı yakalayamamıştı. Bununla birlikte, 1830'lara doğru bölgede beklenmedik siyasi gelişmelerin yaratığı sınır değişiklikleri,
Parot'un Rus destekli bir keşif gezisi yapmasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmelerin ilki Ağrı Dağı ve çevresinin Türkmençay Antlaşması'yla
(1828) bölge hâkimiyetinin bir nevi Hristiyan unsurlara geçmesidir. Bununla bağlantılı bir diğer önemli gelişme ise Rusların bölgeyi ele
geçirmeleriyle birlikte, Ağrı Dağı ve çevresinde eşkıyalık yapan aşiretlerin bölgeden uzaklaştırılmalarıdır. Bu durum, Batılı bilim adamlarının,
seyyahların ve misyonerlerin daha güvenli bir şekilde bölgeyi ziyaret etmelerini ve bunların Rus egemenliği altındaki yerel otoritelerden
(bilhassa Ermenilerden) daha kolay lojistik destek almalarını sağlamıştır. Friedrich W. Parrot'tun Ağrı Dağı keşif gezisine çıkmasına etki eden
faktörler arasında bölgenin Rus hâkimiyeti altında girmesiyle ortaya çıkan uygun koşulların varlığı kadar, 19. yüzyıl emperyalizm çağında
Rusların araştırma gezilerini çeşitli yönlerden desteklemesinin de rolü büyüktür. Bunda ise, coğrafyayı sadece bir iktidar aracı olarak değil,
ideolojik-propagandacı temsil aracı olarak gören dönemin emperyalist bakış açısının da rolü bulunmaktadır. Nitekim Ruslar yönetimi altına
aldıkları topraklarda güçlerini kalıcı bir şekilde sürdürme isteklerinin doğal bir sonucu olarak, 19. yüzyılda Ağrı Dağı'nın yanı sıra Sibirya gibi
henüz tam anlamıyla yerleşilmemiş uzak coğrafi bölgelere de sayısız bilimsel keşif gezileri de düzenlemişlerdir. Ağrı Dağı'na yolculuğuna
1829'un Mart ayının sonlarında Dorpat'ta (günümüzde Estonya'nın sınırları içerisinde bulunan bir şehir) başlayan Parrot, farklı coğrafi özellikteki
bölgelerden geçtikten sonra (Kaluga, Orel, Kursk, Kharkov, Baklimut, New Cherkask vb.) 5 Haziran 1829 tarihinde Tiflis'e ulaşmıştır (Şekil 1).

Ancak, Parrot, o sıralarda Ermenistan'da ortaya çıkan veba salgını nedeniyle,
yaklaşık 3 ay kadar Tiflis'te kalmak zorunda kalmıştı. Burada kaldığı süre
boyunca Tiflis ve yakın çevresiyle ilgili çeşitli bilimsel çalışmalar yapan Parrot,
daha sonra 1 Eylül 1829 tarihinde buradan ayrılarak Echmiadzin'e geçmiş
(Ermenistan), burada da bir süre kaldıktan sonra Aras Nehrini geçerek Ağrı
Dağı'nın kuzeyindeki Ahuri Köyü'ne ulaşmıştır. Parrot, Ahuri Köyü'nde bir süre
kaldıktan sonra 12 Eylül 1829 tarihinde Ağrı Dağı'nın kuzeydoğusundan yaptığı
ilk tırmanış denemesi soğuk hava koşullarına uygun kıyafet eksikliği nedeniyle
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.Parrot'un 18 Eylül 2018 tarihinde dağın bu defa kuzey
batısından yaptığı ikinci zirve tırmanış gezisi de henüz 4.800 metrelerdeyken havanın
iyice kararması ve hava koşullarının giderek kötüleşmeye başlaması sebebiyle aynı
şekilde sonuçsuz kalmıştır. Parrot, beraberindekilerle 20 Eylül 1829'da Ahuri Köyü'ne
geri dönmüştür.

Ancak, Parrot 27 Eylül 1829 tarihinde yine dağın kuzeybatısından yaptığı üçüncü zirve denemesinde ise bu defa Ağrı Dağı zirvesine tırmanmayı
başarmıştır. Zirve tırmanışından sonra Ahuri Köyü'ne inen Parrot, burada bir süre kaldıktan sonra, 5 Kasım'da Küçük Ağrı Dağı'na tırmanmış,
Tuzluca'daki Tuz Mağaraları başta olmak üzere ovanın güneyindeki köyleri (örneğin Taşburun Köyü) ziyaret etmiştir. Yaklaşık 5.000 km'ye
yaklaşan seyahatinden sonra, Erivan üzerinden Tiflis'e, oradan da ülkesine geri dönmüştür.

Bu makale, Dr.Öğr.Üyesi Adem YULU'nun İstanbul Üniversitesi Coğrafya Dergisi'nde yayınlanan 43
Friedrich Parrot'un Ağrı Dağı Araştırma Keşif Gezisi makalesinden
(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/747906) özetlenerek hazırlanmıştır.

Türkiye'nin Geçici Bilim Üssü BİLİM
DOĞA
Kurduğu Beyaz Kıta Antarktika
Hakkında Bilinmeyenler

Antarktika, zorlu coğrafyası ve doğasıyla kaşiflerin ve bilimsel Yüzde 98'i, ortalama kalınlığı 1,6 kilometre olan buz
araştırma ekiplerinin ilgi odağı. Dünyanın en soğuk, rüzgarlı ve tabakasıyla kaplı kıtada, yeryüzündeki kullanılabilir
kurak kıtasında, sadece bilimsel araştırmaların yapıldığı 30 tatlı suyun yüzde 67'si buzul olarak bulunuyor.
ülkenin 100'e yakın üssü bulunuyor. İşte Türkiye'nin geçici bilim
üssü kurduğu beyaz kıta Antarktika hakkında bilinmeyenler. Kış mevsiminde yaklaşık 18 milyon kilometrekareyi
bulan deniz buz alanı, yazın 2-3 milyon kilometrekareye
kadar düşüyor. Deniz buzları iklim sistemini dengelerken,
besin zincirinin başlangıcı olan alglerin birikimini sağlıyor,
çeşitli canlılara yuva ve üreme alanı oluyor.

Antarktika'ya Bilim Üssü Kurulması Projesi'ne yönelik Dünya'nın en büyük çölü
çalışmaların gerçekleştiği 3. Ulusal Antarktika Bilim
Seferi kapsamında, Horseshoe Adası'nda Türk Bilimsel Antarktika, dünyanın en soğuk, rüzgarlı ve kurak kıtası
Araştırma Kampı kuruldu. Türkiye'nin beyaz kıtadaki olarak tanımlanıyor. Kıtada rüzgarın hızı saatte 327
geçici üssü olan kampın kurulmasıyla Horseshoe kilometreye kadar çıkabiliyor.
Adası'nda Türk bayrağı göndere çekildi.
Kıtadaki en düşük sıcaklık Rusya'nın Vostok İstasyonu'nda
Türkiye'nin de bilim üssünü kurduğu, 14 milyon kilometrekarelik 1983'te eksi 89,2 derece olarak kaydedilirken, ölçülen en
alanıyla dünyanın 5'inci büyük kıtası olan Antarktika, Güney yüksek sıcaklık 14,5 derece oldu.
Yarımküre'nin en güneyinde yer alıyor.
Antarktika'da yaz mevsimi, kasım-şubat aylarında yaşanıyor.
44 Dünyanın en büyük çölü olarak da tanımlanan Antarktika, resmi
bir zaman dilimi içinde yer almıyor.

Doğal laboratuvar 30 ülkenin 100'e yakın
Bilim Üssü var

Antarktika'nın el değmemiş doğası dünyanın geleceği için büyük önem Halihazırda 53 ülkenin taraf olduğu antlaşmayla kıtada sadece bilimsel
taşıyor. Kıtanın barındırdığı canlı deniz kaynakları ve buzullarında saklı çalışmaların ve araştırmaların yapıldığı istasyonların faaliyet göstermesine
su potansiyeli, yeryüzünün gelecekteki su ve gıda güvencesi olarak görülüyor. izin veriliyor.

Kıtanın biyolojik yapısı, dünya ekosisteminin dengesi bakımından önem taşıyor. Ulusal Antarktika Programları Yöneticileri Konseyi verilerine göre,
Antarktika, barındırdığı zengin doğal kaynakların yanı sıra iklim araştırmaları, Antarktika'da, ABD, Çin, Birleşik Krallık, Rusya, Hindistan, Bulgaristan,
jeofizik, biyoloji, uzay bilimleri ve diğer birçok bilim dalları için "doğal laboratuvar" Ukrayna, Şili ve Arjantin'in de aralarında bulunduğu 30 ülkenin 100'e
özelliği taşıyor. Bilim insanlarının çeşitli alanlarda araştırmalar yaptığı kıtada, zengin yakın bilim üssü bulunuyor.
maden rezervlerinin de bulunduğu tahmin ediliyor.
Üslerin neredeyse yarısı ulaşımı kolay ve yaşama elverişli olan Antarktik
Yarımadası'nda konumlanırken, Güney Kutup Noktası gibi zorlu koşulları
olan bölgelerde de üsler yer alıyor. Çoğu bilim üssü yalnızca yaz aylarında
faaliyet gösterirken, bazı üslerde yıl boyunca çalışılabiliyor.

Antarktika'da bilimsel araştırma üssü
bulunan ülkeler ise şunlar:

ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Belarus, Belçika, Birleşik Krallık,
Brezilya, Bulgaristan, Çekya, Çin, Ekvador, Finlandiya, Fransa, Güney
Afrika, Güney Kore, Hindistan, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Japonya,
Norveç, Peru, Polonya, Rusya, Şili, Ukrayna, Uruguay, Yeni Zelanda.

İnsanlığın ortak yararına adanmış
tek toprak parçası

Antarktika, zorlu coğrafyası ve gizemli yapısıyla 18. yüzyıldan bu yana kaşifler
ve bilimsel araştırma ekiplerinin gözde noktalarından birini oluşturuyor.

Yerli halkı olmayan ve hiçbir ülkenin yönetimi altında bulunmayan Antarktika,
"bilim ve barış kıtası" olarak adlandırılıyor. Kıtaya; penguenler, foklar, balinalar,
kuşlar ve çeşitli hayvanlar ev sahipliği yapıyor.

45

Antarktika Antlaşmalar Sistemi kapsamında 29 danışman ülke, 24 gözlemci
ülke bulunuyor. Türkiye ile birlikte Avusturya, Belarus, Kanada, Kolombiya,
Küba, Danimarka, Estonya, Yunanistan, Guatemala, Macaristan, İzlanda,
Kazakistan, Malezya, Kuzey Kore, Monako, Moğolistan, Pakistan, Papua Yeni
Gine, Portekiz, Romanya, Slovakya, İsviçre ve Venezuela sistemde gözlemci
üye statüsünde yer alıyor. Sistemde karar alma süreçlerinde yalnızca danışman

ülkeler söz sahibi olabiliyor.

Türkiye de son yıllarda Antarktika'da önemli bilimsel çalışmalara imza atıyor.
Kıtaya bu yıl Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
uhdesinde 3. Ulusal Bilim Seferi'ni düzenleyen Türkiye, bilim üssü kurma
girişimiyle Antarktika'daki araştırmalarını bir üst seviyeye çıkarmayı ve
danışman ülke statüsüne geçmeyi hedefliyor.

Antarktika Antlaşması

Hiçbir ülkenin yönetimi altında bulunmayan Antarktika'nın "kanunlarını" 53
ülkenin taraf olduğu Antarktika Antlaşmalar Sistemi belirlerken, bu sistemin
parçalarından biri olan Çevre Koruma Protokolü kapsamında kıta ve çevresindeki
canlı yaşamını korumaya yönelik katı kurallar uygulanıyor.

Zengin doğal kaynaklara sahip Antarktika'da aktif çalışmalar yürüten bilim
insanlarının bağlı olduğu 12 ülke (ABD, Sovyetler Birliği, Japonya, Arjantin,
Avustralya, Belçika, Fransa, İngiltere, Şili, Yeni Zelanda, Norveç, Güney Afrika)
tarafından 1 Aralık 1959'da imzalanan antlaşma, 1961'de yürürlüğe girdi.
Günümüze kadar 53 ülkenin taraf olduğu Antarktika Antlaşması, kıtanın tüm
insanlığın yararı için sonsuza kadar barışçıl amaçlarla kullanılmasını amaçlıyor.

Antarktika ve çevresindeki canlı yaşamı, Madrid Protokolü'nün katı kurallarıyla
korunuyor. Söz konusu protokol, çevresel etki değerlendirmesi, Antarktika
hayvanlarının ve bitkilerinin koruma altına alınması, atıkların bertaraf edilmesi
ve atık yönetimi, deniz kirliliğinin önlenmesi, saha korunması ve yönetimi ile
çevresel felaketlerden doğan sorumluluklar olmak üzere 6 ekten oluşuyor.

46

Penguen yollarına dikkat

DOĞAL LABORATUVAR

Kıtadan hayvan ya da bitki
çıkarmak yasak

Kıtanın ev sahipleri hayvanlara dokunulmasına izin verilmezken,
geçiş hakkının daima hayvanlarda olması gerekiyor. Penguenlerin
yürüyüş yolları hayvanların psikolojileri için önem taşırken, bu
yollardan yürünmemesi isteniyor.

Kuşların ve diğer yabani hayvanların insanlara nasıl tepki verdiğine
dikkat edilmesi ve penguenlere 5 metreden fazla yaklaşılmaması
gerekiyor. Kürklü foklardan en az 15 metre ve deniz fillerinden
en az 25 metre uzakta durulması önem taşıyor.

Yerli hayvan ve bitki türlerinin kıtadan izinsiz çıkarılması, aynı şekilde kıta
yerlisi olmayan hayvan veya bitki türlerinin izinsiz şekilde antlaşma
bölgesindeki kara, buz sahanlığı veya suya getirmesine izin verilmiyor.
Bu kapsamda, kıtaya gideceklerin kara ya da buz sahasına çıkmadan
önce ve sonra botlarını dezenfekte etmesi gerekiyor. İzin olmadan kıtadan
küçük bir taş parçası hatta bir tüy bile alınamıyor.

Kaynak: https://www.ntv.com.tr 47

DEPREM

Deprem Ölçümlerinde Kullanılan
“Richter Ölçeği’’ Nedir, Nasıl Çalışır?

Dünyanın hemen hemen her yerinde neredeyse her dakika farklı büyüklükte depremler meydana geliyor.
Depremlerin şiddetini ölçmek için ise Richter Ölçeği kullanılıyor. Peki Richter Ölçeği nedir?

Dünyanın hemen hemen her yerinde fay hatları mevcut. Bu fay
hatlarının hareket etmesi ya da kırılması sonucu ise depremler
meydana geliyor. Zaman zaman şiddetli olabilen ve tahribatlara
yol açan depremler çoğu zaman ise insanların hissedemeyeceği
kadar düşük şiddetli oluyor. Silivri açıklarında meydana gelen
5.7 büyüklüğündeki depremin ardından 100'ü aşkın artçı deprem
oldu. Biz bunların yalnızca birkaç tanesi hissettik. Ancak biz
hissetmesek de depremler ölçümleniyor ve inceleniyor. Depremlerin
büyüklüklerini ölçmek için Richter ölçeği kullanılıyor. Peki Richter
ölçeği nedir, Richter ölçeği nasıl çalışır ve bize deprem hakkında
hangi bilgileri verir ?

Charles Francis Richter Beno Gutenberg

Richter ölçeği, 1935 yılında Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde çalışan Charles
Francis Richter ve Beno Gutenberg adlı iki araştırmacı tarafından geliştirilen
matematiksel bir formüldür. Richter ölçeği, dünya genelinde meydana gelen
depremlerin aletsel büyüklüklerini ve sarsıntı oranını belirler ve sınıflara ayırır.
Richter Ölçeği'nin formülü ML=log(A/A0(δ) 'dir. Bu formüle göre depremin
büyüklüğü hesaplanır ve sanıldığının aksine depremin büyüklüğünün 1 birim
artması aslında 1 birim olarak hesaplanmaz. Bu formülde ML depremin şiddetini,
A Wood-Anderson sismografının maksimum sapmasını, A0(δ) ise depremin
merkezinin uzaklığına bağlı olarak değişen bir fonksiyonu ifade eder. Şiddet
hesaplama formülü 10 tabanlı bir logaritma içerdiği için depremin şiddetinin
Richter ölçeğine göre 1 birim artması gerçek şiddetinin on katına çıkması anlamına gelir. Ölçeğin geliştirildiği zamandaki teknolojilerle ancak 3 ve
daha büyük şiddetteki depremler ölçülebilmesine rağmen, aslında ölçeğin alt sınırı yoktur. Hatta günümüzde var olan hassas sismograflarla Richter
ölçeğine göre değeri negatif olan depremleri bile belirlemek mümkündür.

Daha basit şekilde ifade edecek olursak; Richter
ölçeğine göre 6 büyüklüğündeki bir depremin 7
büyüklüğüne çıkması o depremin gerçek büyük-
lüğünün 10 katına çıkması anlamına gelir. Bu da
4.4 büyüklüğündeki depremi neden yoğun hisset-
meyip 5.6 ile sarsıldığımızı açıklıyor.

Öte yandan Richter ölçeğinin bir alt sınırı olmamasına rağmen, üst sınırı vardır. Büyüklüğü 8'den fazla olan depremler Richter ölçeği ile ölçülemez.
Onlar için farklı ölçekler kullanılır. Resmi kayıtlara göre en büyük deprem 22 Mayıs 1960'ta Şili'de gerçekleşti. Depremin büyüklüğü 9.5 olarak
ölçüldü.

48

Peki, depremin büyüklüğü, şiddeti ve gücü arasındaki farklar
nelerdir? Richter ölçeğine göre depremin gücü nasıl hesaplanır?

Öncelikle; deprem sonrasında açıklanan 5.6, 4.2, 3.9 gibi
rakamlar bize depremin büyüklüğünü verir. Magnitüd (büyüklük)
depremin kaynağında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsüdür.

Şiddet ise, depremin yapılar ve insanlar üzerinde
yarattığı etki için kullanılan bir sözcük.

Depremin gücü; deprem sırasında açığa çıkan
enerjidir. Bu miktar ise Richter ölçeğinde deprem
sırasında salınan enerjinin patlayıcılar cinsinden
miktarına göre belirlenir.

Kaynak: https://listelist.com Örneğin; 2 büyüklüğündeki bir depremde 56 kilogram patlayıcının
yaratacağı etkiye eşdeğer bir enerji açığa çıkar. Ancak alan geniş
olduğundan biz bunu hissetmeyiz.

Richter ölçeğine göre; depremlerin büyüklüğünün bir birim artmasının
aslında 10 kat artması olduğunu söylemiştik. Ölçeğe göre depremlerin
gücü de 30'un katları şeklinde artar.

Yani, 7 büyüklüğündeki bir deprem 6 büyüklüğündeki depremden 10
kat büyük ama 30 kat güçlüdür. Bu depremde 30 kat daha fazla enerji
açığa çıkar. Bu da daha büyük bir etki anlamına gelir.

49


Click to View FlipBook Version