The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Büyükçiğli Anadolu Lisesi Okur-Yazar dergisinin yeni sayısı sizlerle birlikte!

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by gtameric, 2019-06-12 08:00:37

Okur-Yazar Dergisi 2019 Haziran Sayısı

Büyükçiğli Anadolu Lisesi Okur-Yazar dergisinin yeni sayısı sizlerle birlikte!

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

İSTİKLÂL MARŞI

2

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

GENÇLİĞE HİTABE

Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde
dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve
cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân
ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve
cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili ola-
bilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha
vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde
bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebi-
lirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni
kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
20 EKİM 1927

3

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

İÇİNDEKİLER

Ön Söz(Erman KADINŞAH)..............................................................................................................5
Sesleniş(OKUR-YAZAR EKİBİ).........................................................................................................6
Gençlik Seninle(Dilan ÇOLAK)......(Şiir)............................................................................................7
Mutluluk(Gökdeniz ALKIŞ)......(Deneme)..........................................................................................8
Bir Renk Olsaydın(Cansu ÇORAPÇI)......(Şiir)..................................................................................9
Kitap Kokan Odalarda Kalın(Kübra DOĞAN)......(Inceleme).............................................................10
Ahlâk Üzerine(Alaeddin ÖZTÜRK)......(Deneme)............................................................................12
Maskeli Balo(Dilara DEĞER)......(Şiir).............................................................................................13
İlk Dizi(Elif ÇAKIRSEMERCİ)......(İnceleme)...................................................................................14
Bağımsızlık(Simge GÜNDEÇ)......(Deneme)..................................................................................15
Farkındalık(Sude Zehra ALTUN)......(Deneme)...............................................................................16
Vazgeçmekten Vazgeçtim(Toprak ARMAN)......(Şiir)......................................................................17
Yedinci Sanat(Yasemin GÜNGÖRDÜ)......(İnceleme)....................................................................18
23 Nisan 1920(Savaş ŞAHİN)......(Makale)...................................................................................20
Kaleciyi Bulana Tebrikler(Gökdeniz ALKIŞ)......(Sohbet)................................................................22
Başarı(Deniz Yiğit KİLBUL)......(Sohbet)..........................................................................................23
Kedilerin Dört Ayak Üzerine Düşmesi(Gamze KURAN)......(Makale)......................................25
Olmak Ya Da Olmamak(Necati ÖZCAN)......(Şiir)...........................................................................28
Sen(Dilara Değer)......(Deneme).....................................................................................................29
Eleştirel Dizi Analizi(Arzu Alev KILIÇKARA)......(Eleştiri)................................................................31
Kişilik(Eren Cem KILIÇ)......(Araştırma/İnceleme)..........................................................................41
Gençliğimin Baharındayım(Tuğba USLU)......(Öykü)....................................................................43
Tozlu Raflarda Saklanmak(Nisa Nur ATEŞ)......(Öykü)...............................................................45
Zaman(Simge GÜNDEÇ)......(Şiir)..................................................................................................46
İzmir Saat Kulesi’nin Tarihçesi(Royan BALLIKAYA)......(Araştırma)............................................48
Karadeliklere Yüzeysel Bir Bakış(Ali GÜNDOĞAR)......(Makale)...................................................49
Birleşmiş Milletler(Perisu UÇMA)......(Anı).......................................................................................50
Yılın En İyi Dijital Medya Ödülleri............................................................................................51
Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Materyali Tasarım Yarışması.....................................................52
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kulübü Faaliyetleri.......................................................54
Dönemin Yansımaları......................................................................................................................56
Ayın Sınıfı ve Öğrencileri.................................................................................................................75

4

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

Sevgili Okur-Yazar Okurları,
İnsanî değerleri millî kültürle özümseyerek yetiştirmeye çalıştığımız öğrencilerimizi ça-
ğın ihtiyaçları doğrultusunda yenilikçi, üretken, bağımsız ve aynı zamanda hayata değer katan
bireyler olarak görme hedefiyle çalışmalarımızı yürütmekteyiz. İnsan yaşantısında ve kişisel
gelişimde aynı zamanda bilimsel çalışmalarda yazılı ve sözlü ifade önemlidir. Öğrencilerimizin
kendilerini yazılı ifade etme imkânı buldukları Okur- Yazar dergimizin yeni sayısında birbirin-
den güzel yazılarıyla ve eserleriyle yer alan kıymetli yazarlarımızı kutluyor, Okur-Yazar ekibine
ve emeği geçen herkese çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum…

Erman KADINŞAH
Okul Müdürü

5

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

“Akıl bir meşaledir.
Kör için göz, ölü vücut için can, dilsiz için sözdür.”

YUSUF HAS HACİP - KUTADGU BİLİG
“Tozlu raflarda saklı dünyaların
Ve hecelerin sonsuz tadının
Mısralarda dile gelmiş anların
Silinmez izidir sözler.
Söze değer fikir
Ve sözle yüreğe değer harfler;
Nice yollara izler serper.
Bir yürek izle yine çıktık yolumuza
Değmek için yüreğinize
Ve yer edinebilmek için hatırlarınızda
Sözü değerli kılmaya yeniden Okur Yazar’la…”

OKUR-YAZAR DERGİ EKİBİ
6

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

GENÇLIK SENINLE

Gençlik seninleyse, sığmıyorsa eğer için içine
Farklı esiyorsa saçlarını okşayan rüzgâr
Kapanıp duruyorsa menekşeli ruhun ikide bir yüreğinin üzerine
Ya da âşık olmuşsan bir başka ruha nefesin göğsünü delercesine
Durma, hayal et!
Bulutlara uzan, gökyüzüne çık
Doldurma gözlerini, korkularını yıldızlara uzat
Bazen de yasla yorgun başını güneşin şefkatine
Ağla bazen, diren gerçeğe,
Bazen de boş ver uyu yalanların üzerinde
Genç olmak koşmaktır kaderin üstüne
Genç olmak dünyanın en güzel mevsiminde var olabilmektir
Elinden gelenin en iyisini yap
Kalbin ülkenin ruhunda can bulsun
Çünkü ülken kalbindir unutma
Sonra güven içindeki hırsın gücüne
Güven tüm umudunu sende birleştiren atalarına
Atik ol, çevik ol, durma ilerle
Bir sporu kalkan et kendine
Cesaretin olsun en güçlü silahın
Yarınları kurman gerektiğinde
Sevgiyle kur, inançla kur, hür kalbinle kur
Dünü, bugünü yarını
Kavgayı değil, barışı kucaklayan ol
Unutma Türk genci!
Geleceğe umut ol!
Bir hayal yeter kocaman bir gerçeği çizmeye
Hayal et sonra çiz en sevdiğin dünyayı
Ömrün en güzel mevsiminde

19 Mayıs Konulu Yarışmada Ödül Almıştır Dilan ÇOLAK

7

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

MUTLULUK

Biz insanlar ancak sevdiğimiz işi yaptığımızda mutlu oluruz. Sevdikleri-
miz yanımızda olduğunda mutlu oluruz. Onların varlığıyla mutlu oluruz.
Onlarsız bir dünya mutluluğumuza engel olur sanırız.
Onlar bizim sağlık kadar yaşam kaynaklarımızdır. Sevilmek ve sevmek is-
teriz insan sevildikçe mutlu olur sevdikçe huzur bulur hayatı neşe ile dolar.
Mutluluk aile bireylerinin yanında olmasıdır. Mutluluk iyi arkadaşlar edinince duyulan histir.
Mutluluk gecede bile ay ile güneş gibi ışık olmaktır sevdiğine. Mutluluk tebessüm etmektir ve
o tebessümün sonsuz olmasıdır.
Mutluluk herkes için farklı yerdedir ama duyulan his aynıdır. Kimi sevdiği işi yaparken, kimi
sevdiği ile yaşarken, kimi İslam’a koşarken, kimi çalgı ile uğraşırken, kimi için yeni doğan be-
beğini kucağına alışı kimi içinde notlarının yüksek olması, kimi için takımının kazanması veya
gol atması kimi için sevdiği ünlünün konserine gitmek, kimi için de değerlisinin mutluluğunu
kendi mutluluğu sanırken ki anın adıdır mutluluk...
Peki ya bizim için nerede mutluluk? Vardır illa mutlu olduğumuz anlar olaylar, fakat bir de bu
pencereden bakın; Hayatta hep mutlu olursak, hayalini kuracak neyimiz kalır ki…

Gökdeniz ALKIŞ

8

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

BİR RENK OLSAYDIN

Düşünüyorum bazen öylesine Cansu ÇORAPÇI
Bir renk olsaydın ne olurdun
Ne mavi ne lacivert
Sen öyle bir renk olurdun ki
Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda
Sanki seni görürmüşçesine
Yüzümde birden oluşan
O gülümse gibi olurdun
Düşünüyorum bazen öylesine
Bir renk olsaydın ne olurdun
Ne siyah ne beyaz
Sen öyle bir renk olurdun ki
Hem içindeki ıssız karanlığı
Hem de kalbinin güzelliğini taşıyan
Bir belirsiz gri olurdun sanki
Kararsızlığının simgesi gibi
Düşünüyorum bazen öylesine
Bir renk olsaydın ne olurdun
Ne pembe ne mor
Sen öyle bir renk olurdun ki
İlkbahar yaklaştığında
Açan çiçeklerde bulurdum
Tozpembe yalanlarının içinde kaybolan kendimi
Çıkarmak için çırpınır dururdum
Düşünüyorum bazen öylesine
Bir renk olsaydın ne olurdun
Ne sarı ne yeşil
Sen öyle bir renk olurdun ki
Günümü aydınlatan güneşim
Kırlarda koştuğum yeşilliğim
Hayatıma girdiğin o an ki
Gözlerimde bile görülen mutluluğum

9

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

KİTAP KOKAN ODALARDA
KALIN

Kütüphaneler içerisinde binlerce kitabın bulunduğu kitapseverlere hizmet vermek
amacıyla oluşturulmuş kitabevleridir. İnsanlar kütüphanelere merak duydukları bir
konu hakkında araştırma yapmak ya da sevdiği bir kitabı okuyarak verimli haz verici
zaman geçirmek için gelirler.
İzmir çağdaş, gelişmiş bir şehir olmanın dışında kültürel ve tarihi
zenginliği olan bir metropoldür. Şehir kütüphaneleriyle de oldukça
zengindir. İzmir kütüphaneleriyle ilgili yapmış olduğum proje öde-
vimde birebir gezerek kütüphaneler hakkında bilgi sahibi oldum.
Şimdi kısaca sizlere bahsedeceğim.
İlk durak Milli Kütüphane...
İzmir’in Konak ilçesinde, adını verdiği Milli Kütüphane Caddesi’n-
deki tarihi binada hizmet veren ve Türkiye’nin Milli adını taşıyan ilk
kütüphanesidir. Türkiye’nin altı derleme Kütüphanesinden birisidir.
Milli Kütüphane Vakfı’nın malıdır ve onun yönetimindedir. Kütüpha-
ne beni derinden etkiledi açıkçası. Tarihi bir binada yer alıyor olması
oldukça nostaljik ve çalışma salonu etkili bir şekilde kullanılabilir du-
rumda yolunuz Konak’a düşerse muhakkak uğrayın derim.
İkinci durak Atatürk İl Halk Kütüphanesi…
Kütüphanenin tarihi oldukça eskilere dayanmaktadır. Bir hayırsever tarafından öncelikle vakıf olarak kurul-
muştur daha sonrasında farklı isimler almıştır. 1952 yılında Atatürk müzesi alt katına taşınınca “Atatürk İl
Halk Kütüphanesi” ismini almıştır. Bu kütüphaneyi diğer kütüphanelerden ayıran en büyük özellik ise bün-
yesinde internet hizmeti veren ilk kütüphane olma özelliğini taşıyor olmasıdır.
Üçüncü durak Hoca Mithat İlçe Halk Kütüphanesi…
Kurucusu olan Hoca Mithat çok büyük bir kitapseverdi. Tarih öğretmenliği ve müdürlük görevlerinde bu-
lunan Hoca Mithat’ın en büyük hayali topladığı kitaplarla bir kütüphane kurmaktı. İşte bu uğurda evini ve
topladığı kitapları Millî Eğitim Bakanlığına bağışladı. Büyük takdir toplayan bu vefalı hizmetinden dolayı bu-
raya “Hoca Mithat İlçe Halk Kütüphanesi” kuruldu. Çok büyük bir alana sahip olamamasına rağmen içinde
birçok kitap bulunmaktadır.
Dördüncü durak Kent Kütüphanesi…
Alsancak semtinde garın karşısında yer alan, uzun yıllar kulüp olarak hizmet veren Kent Kütüphanesi, Ahmet
Piriştina KentArşivi ve Müzesi’nden sonra kentteki kütüphane kültürüne yeni bir açılım daha getirdi.35 bin
adet İngilizce, 5 bin 398 adet Türkçe olmak üzere toplam 40 bin 398 kitabın bulunduğu kütüphanelerden
okuyuculara ise bugüne kadar 4 bine yakın kitap ödünç verildi.Her yaştan okuyucu ve araştırmacıya hitap
eden kütüphane, tarihi bir mekânda doyasıya okumak isteyen İzmirlilere bir anlamda nostalji keyfi de ya-
şatıyor.
Son durağımız ise Kâtip Çelebi Merkez Kütüphanesi…
Üniversite kampüsü içerisinde yer alan kütüphane, çalışma yapmak için ve kitap okumak için oldukça güzel
ve kullanışlı okuma salonlarına sahip kütüphane alanı oldukça geniş ve içerisinde birçok kitap mevcut. Yolu-
nuz olur da Kâtip Çelebi Üniversitesine düşerse uğramadan gitmeyin derim.
Kütüphaneler kitapseverler için eşsiz bir ortamdır. Kısa bir gezinti genel bilgiler bu kütüphaneleri benim
için cazip kıldı. Uzun zamandır aradığım bir kitabı bulduğumda duyduğum mutluluk kütüphanelerin o kitap
kokan ve cezbedici havasından olsa gerek diye düşünüyorum. Kimileri için devir her ne kadar teknoloji devri
olarak düşünülse de kütüphaneler ve içinde bulunan kitaplar kaynaklara ulaşmanın daima en güvenilir yo-

10

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
ludur. Okuma kültürü ve kaynak taramada kitapların her zaman ayrı bir yeri ve önemi olduğunu düşünüyorum
ve kuşkusuz bu yerin ve önemin biz kitapseverlerin yardımıyla daima korunacağını düşünüyorum.

Kütüphaneler geçmişten günümüze gelen medeniyetlerin birer hafızası adeta geçmişinden uzaklaşan ve
bilmeyen bir neslin nelerle karşılaşabileceğini biliyoruz. Bu yüzden o karanlık dolu radyasyonlu ortamlardan
biraz uzaklaşın içinde kitap kokusu olan odalarda kalın. Bir kitabın kapağını açın içini hiç bilmediğiniz bir dün-
yanın kapısını aralar gibi okuyun belki sesini duyacağınız birileri vardır. Hissediyor musunuz? Söyleyin soru-
yorum size o mutluluk ve heyecanı hangi telefonun ekranında buluyorsunuz? Eğer biraz onayladıysan beni
hadi durma kitapların cıvıl cıvıl renkli dünyasından kendini daha fazla uzak tutma. Kütüphaneler hayatımızın
bir parçası olsun. Çocuklarımıza zaman geçirsin diye eline bir akıllı telefon değil de kitap verelim. Kitap koksun
çocuklarımız. Neden diyebilsin, hep aynı düşünmesin, farklı bakabilsin hayata, yeni fikirler üretsin. Kitabının
kapağını açtığında güneş doğsun odalarına sorsun, merak etsin, paylaşsın. Haklı değil miyim? Ben kitapların
renkli dünyasından selam getirdim sizlere, alıp almamak sizin elinizde. Söylediklerim hakkında biraz düşünün
ama sonrasında harekete geçmeyi sakın atlamayın. Yarın ne yapacaksınız sanki. Bir kütüphaneye gidip o renkli
dünyalara açılacağım dediğinizi duyar gibiyim. Şu an mutluluktan uçuyorum. Renkli dünyalarda, kitap kokan
odalarda kalmanız dileğiyle.

Kübra DOĞAN
11

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

AHLÂK ÜZERİNE

Tarih boyunca bir arada yaşayan insanları toplum haline getiren, aralarındaki yazılı
olmayan kurallar, ilkeler, dil becerileri, duyarlılıkları gibi milli ve manevi öğelerdir. Bu
açıdan insan ilişkileri ilk sırada gelir.
Bu ilişkileri derleyen, yönlendiren ve düzen getiren ana konu ahlaktır. Dikkatle göz-
den geçirildiğinde ortaya çıkan gerçek; bu öğelerin tarihsel gelişimi, uzunca bir olu-
şum süreci ve milletlerin benliklerini belirgin kılan karakter özellikleri bulunmaktadır.
Örneğin, Türk milletinin ilk akla gelen güzel ahlak özelliği “Konukseverliği”dir. Konuğu başköşede oturtmak,
mümkün olduğunca rahat ettirmek ve bol ikramda bulunmak gibi...
Günümüzde etiğin bir başka deyişle ahlaki değerlerin önemi gittikçe artmaktadır. Modern dünyada en çok
tartışılan alanları söylersek en başta iş dünyasında etik,eğitimde etik , çevre etiği,medya etiği , siyaset etiği
ve spor etiği gibi.
Geçmişten günümüze birçok düşünür ahlak üzerine düşünce ve felsefi yaklaşım ortaya koymuşlardır. Ho-
caların hocası olarak anılan Sokrates mutluluğun kaynağını doğru bilgiye bağlar. Bilginin yolunu izleyen kimse
hem erdemli hem de mutlu olur. Sokrates için ‘Bilgi erdemdir’, ‘Hiç kimse bilerek kötülük yapmaz.’Sokrates
in öğrencisi olan Platon a göre idealar, insanların amaçlı eylemlerine yön veren ahlaki kurallara sahiptirler.
İdealar arasında bir hiyerarşi vardır. En tepede bulunan bulunan idea, ideaların ideası olan ‘iyi ideası’dır. İyi
ideasına göre eylemde bulunmak iyi ona aykırı eylemde bulunmak kötüdür demiştir Platon. Mantık biliminin
kurucusu olan Aristotales her iki düşünürden çok farklı olan bir ahlak anlayışı ortaya koymuştur. Mutluluğa
ulaşmanın reçetesi itidal (ölçülülük) yani aşırılıklardan uzak durmaktır. Aristotales’ in bu görüşü günümüzde
her alana uygulanabilecek bir reçete gibidir. Örneğin: Beslenmeyle ilgili ölçülü beslenme yani dengeli beslen-
me ya da uykuyla ilgili dengeli uyumak, yeterli uyku diyebiliriz. Yukarıda bahsettiğimiz düşünürlerin dışında
Epikuros, T.Hobbes, Sartre, Bentham, Kant gibi filozoflarda ahlak hakkında çok farklı görüşler ortaya koymuş-
lardır.
Bizim kültürümüz içinde yetişen önemli ahlak düşünürlerimizin oldu-
ğunu da anımsatalım tabi ki.Farabi,Hacı Bektaşi Veli,Yunus Emre Ahmet
Yesevi ve en önemlisi Mevlana Celalettin Rumi.Onun meşhur eşsiz eseri
Mesnevi’den güzel bir alıntıyla yazımızı noktalayalım.
‘Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllükte toprak gibi ol,
Hoşgörülülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol’

Alaeddin ÖZTÜRK

12

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

MASKELİ BALO

Bir mutluluk maskesiydi yüzlerdeki
Bir kibarlıktı, cömertlikti sahte mimiklerdeki
Bir maskeli balo vardı Dünyada
İnsanlardı tüm davetlileri.
Maskeler vardı yüzlerde.
Kimi olmak istediği,
Asla olamayacağı
Özenti süslü maskeleri.
Maskeler vardı yüzlerde.
Kimi gizlemeye çalıştığı,
İnsanlardan saklandığı
Kırık yapay maskeleri.
Maskeler vardı yüzlerde.
Kimi kendinden saklandığı
Kendini kendinde sakladığı
Çatlak maskeleri.
Maskeler vardı yüzlerde,
Herkesin herkesten sakladığı kendi
Herkesin kendinden koruduğu benliği
Herkesin zihnine gizlediği kalbi.

Dilara DEĞER

13

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

İLK DİZİ

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’teki tanımı ile “Bölümler hâlinde yayımlanan
ve çoklukla aralarında konu bütünlüğü olan film, dizi.”anlamındadır. Televizyonda ya-
yınlanan ilk dizi film, “Srap Caddesi” adıyla ABD’de çevrildi. Senaryosunu ve yapım-
cılığını Wilfred Pettit’in üstlendiği komedi türündeki dizide, sinema heveslisi bir genç
kızın başından geçenler anlatılıyordu. Başrollerini John Barkly ve Shirley Thomas’ın
paylaştığı “Srap Caddesi”, Los Angeles’taki Don Lee W6X-AO TV istasyonunda 15 Ni-
san 1938 günü başladı ve salı ile cuma günleri yayınlanarak, 26 hafta sürdü.
Türkiye’nin TRT’de yayınlanan ilk yerli dizisi Kaynanalar’dır. 1974 yılının Mayıs ayında TRT kanalında yayınlan-
maya başlamıştır. 958 bölümden oluşmaktadır. Dizinin konusu ise; Anadolu’dan İstanbul’a gelip zengin olan
bir tüccarın siyasete atılma hikâyesini anlatmaktadır.
Nuri Kantar ve ailesi Anadolu’dan İstanbul’a göç eder. Aile üyeleri bir yandan geleneksel hayatlarını sürdü-
rürken bir yandan da büyükşehrin kurallarına ayak uydurmaya çalışırlar. Dünürleri Tijen ve Timur ise Kantar
ailesinin tam tersine Batılı, modern bir hayat sürmektedir. Timur ve Nuri iş ortağıyken Tijen ve Nuriye genel-
likle kavga edip tartışırlar. Nuri Kantar İstanbul’da zengin bir tüccar olunca politikayla uğraşmaya karar verir.
Oyuncuları ise; Tekin Akmansoy Nuri Kantar, Leman Çıdamlı Nuriye Kantar, Defne Yalnız Döndü, Sevda Aydan
Tijen Hakmen, Haşim Hekimoğlu Timur Hakmen, Ege Aydan Timuçin Hakmen, Münir Canar Kerim, Gülseren
Gürtunca Nur Hakmen, Mete Dönmezer.

Elif ÇAKIRSEMERCİ

14

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

BAĞIMSIZLIK


Eğer bir gün size bağımsızlığı sorarlarsa, onlara demir parmaklıklar ardında

olsa bile gök benim deyip, himaye altında olmadan çırpınışı bulutlara kuşları
gösterin.

İnsan gözlerini kapadığında nerede hür hissediyorsa orası onun bağımsızlığıdır.
Bağımsızlık gönderde rüzgârla buluşan asil bir bayrak, kendine has lezzetlerle bir mutfak, ipin-
den düğmesine her zerresiyle kendi eliyle dikilip, işlenmiş bir kıyafet, coşkusuyla hüznüyle
kendine özgü bir ezgi, geçmişiyle övünen, gururla bezenmiş bir hikâye, destan, kendi toprağıy-
la harmanlanmış bir kıvam, kültürdür.

Tarihe bakılınca hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım diyen bir Mehmet Akif’in nesli
olarak hiçbir istibdatta boyun eğmeyeceğimizin izleri bariz çizgilerle bellidir aslında.

Üstümüze örülen duvarları, damarlarımızdaki asil kanın verdiği kuvvetle yenebileceğimizin
inancı hatırlarımıza izi asla silinmeyecek bir sesle kazındığından beri, hiçbir hudut bizi henüz
dur dediği yerde durdurabilmiş ya da himayesi altına alıp kendine benzetebilmiş değildir.

Sevgili içimde çırpınışı hürlüğe kuşlar!
Öyle bir süzülün ki gökte, görenler bağımsızlığınızı hissedebilsin,
Öyle dans edin ki rüzgârlarla, heybetinizden poyrazlar bile çekin-
sin,
Keskince bakın etrafa, gölgenizi dahi görseler, selama dursunlar,
Göğe bizim motiflerimizi çizin, her bir çizgisinde bir ezgimiz olsun,
Soranlara anlatın geçmişimizi, mücadelelerimizi,
Hürüm derken ki gururunuzun kaynaklarını anın,
Sayesinde durduğunuz bu selvi boylu yeşil pamukların meyvele-
rinden yiyin, helaldir,
İçin akan sulardan kana kana, hepsi hesabı ödenmiş birer miras,
kıymet, veri nimettir.
Yadigârdır süzüldüğünüz bu gök, soluklandığınız her karış toprak...
Kanatlarınızı her çırptığınızda hürce, diyorsanız işte ait olduğum
yer diye
Bağımsızsınızdır...
Her yer yuvanızdır şimdi, sarın sarmalayın, benim diyin sahip çıkın.
Şükranlarınızı sunun sizden önce bağımsızlık mücadelesi veren
sayısız muzaffere...
Dile getirin her an minnetinizi...
Ah benim yekpare kuşlarım,
Ne de güzel bilseniz, yollar benim diyip koşabilmek
Zaman benim, mevsim benim, sokaklar benim, kimliğim benim…

“Bağımsızlık” konulu liseler arası kompozisyon yarış- Simge GÜNDEÇ
masında Çiğli İlçe 1. si olmuştur.

15

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

FARKINDALIK

Yaşadığımız her an, değişmekte olan karar dünyamızın önemli anlarıdır. Günlük ru-
tinlerimizin hayatımızı oluşturduğunu düşünürsek bu beyaz tabloya bazı renkler katarız.
Bunlar anılardır. Yazı alışkanlığımın yazmayı öğrendiğimden itibaren kendimi konuşarak
açıklayamadığımın farkına varışımla kazandım. İlk yazdığım şeyleri çok hatırlayamasam
da aşırı karamsar olduğunu anımsıyorum. Sürekli en çok acıyı benim çektiğimi, her şeyin
üstüme geldiğini sandığım zamanlar olduğu için kâğıtları sırdaşım ilan etmiştim.

Sanırım o zamanlar kendimi ifade etmekten çok, etrafımda gördüğüm insanların iç
dünyasına inebilmek için yazıyordum. Yani beni anlamaya çalışmayan insanları anlamaya
çalışarak, neden bu dünyadan soyutlandığımı bilmek istiyordum. Belki de ben istiyordum,
adına Görünmezler Diyarı dediğim yerde yaşamayı. Hem bu sırada kitap okuma alışkanlığı
da kazanmış, hayal gücümü doruklara çıkarmıştım. Artık sadece insanların iç dünyasına değil, kendi evrenim-
de olağanüstü güçlere sahip varlıkların, normal insanlardan ayrılışını ele alarak kendimi yatıştırıyordum.
Aynı zamanda kazandığım kitap alışkanlığım var
demiştim. Bu alışkanlık hayatım boyunca edinebile-
ceğim en güzel alışkanlıktı. Sadece kendi karakter-
lerimin değil, daha farklı sorunları olan insanların iç
dünyasına inmek benim için mükemmeldi. Aynı za-
manda bana ilham oluyor ve yazılarım daha da an-
lam kazanıyordu. Eski yazdığım yazıları saklıyorum
ve bakıp şimdiyle karşılaştırdığımda nasıl ilerlediğimi
görüyorum. Bu benim için çok başarılı. Bu alışkanlı-
ğımı kazanmamın en büyük yardımcısı ise ortaokul
Türkçe Öğretmenim. Yedinci sınıfta, belirli günlerde,
okul çıkışı yaptığımız bir kurs vardı; yazarlık kursu.
Hem yazının önemli noktalarını öğreniyor hem de
ders çalışıyorduk. Bu karamsarlığımı yenmemde yine
yardımcı olamamıştı. Ve ben karamsarlığımı hala ye-
nememiştim. Aslında sınavlarımızın son sorusu olan
10 puanlık kompozisyon sorularında 10 puan almayı
başarmıştım. Her şey azimle oluyordu, bunu kimse
inkâr edemezdi.
Bu yolculuğumda sırdaşım kâğıtlar sessizliğimin en büyük çığlığıydı. Öğretmenlerim, soyutlandığım dünya,
içimdeki karmaşıklıklar, arkadaşlarım ve ailem bu azmin yaratıcısıydı. Kâğıtlar bir tablo, kalemim ise tablonun
renkleriydi. Belki de bu düşüncelerim olmasa böyle bir kazancım da olamazdı. Sanırım beni soyutlayanlara
kızmak yerine teşekkür etmeliydim.

Sude Zehra ALTUN

16

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

VAZGEÇMEKTEN VAZGEÇTİM

Vazgeçmekten vazgeçene kadar
Bekledim vazgeçmeden seni
Gecelerin çıldırtan ıssızlığında
Karanlık eller aldı ruhumu
Ve çare kalmamıştı içime ağlamaktan başka
Kuruttum gözyaşlarımı
Ve haykırdım umutsuzluğuma
Ateşe verdim bahçedeki sevinç filizlerimi
Işıksızlığın kendimi öldürmem için yeterliydi oysa
Nedendir bilmiyorum ama
Bitiremiyordum bu duygusal işkenceyi
Özgüvensizliğimin acımasız girdabı
Ve Sesinin tonunu bile
Özlüyor olmanın verdiği ümitsizlikle
Yok ediyordum kendimi
Hislerim soykırıma uğramıştı
Ne kırılabiliriyordum artık
Ne de tutunabiliyordum
Sadece anlayabiliyordum
Seviyorken körleşip anlayamadıklarımı
Kızabiliyordum üstelik fakat pişman olamıyordum
Unutabiliyordum mesela gülmeyi
Ne için yaşayacağımı yahut neden yaşayacağımı
İstemsizce olsa gerek nasıl seveceğimi
Kısaca fark etmezdi bu saatten sonra
O sivri dilinle telaffuz ettiğin
Yalanlar içinde uyumandır temennim
Çünkü uyanırsan
Vicdanına yıkılır bana kurdurduğun hayal kırıklı faylar
Ve bitmiş olursun
Kusura bakma çünkü
Bu hikâyede bir kişilik kötü son var
Aynı yolda yürümemeye söz verdik
Seni senden cayacak kadar sevmem de olsa bu halimin sebebi
Korkamıyorum
Ve geri dönemiyorum artık
Yahut inanamıyorum
Baktığım gökyüzünün maviliği
Ve gördüğüm yıldızların ışıltısı bile yalan ise
Gerçek nerede?

Toprak ARMAN
17

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

YEDINCI SANAT

Sinemanın başlangıcı her ne kadar 1895 yılı ve Fransız Lumière Kardeşler olarak
görülse de bunun öncesi vardır. Bu sinema öncesi döneme ait ilk icat, geçmişi mi-
lattan önceye dayanan ve “CameraObscura”(karanlık oda) adlı buluştur ve çalışma
prensibi bir kutuya açılan delikten tutulan cismin kutunun diğer tarafına yansıma-
sıdır. Tarihsel olarak günümüze daha yakın olan icat bir çeşit yansıtım cihazı olan
‘Büyülü Fener’ yani LanternaMagicea’dır. Sinema büyülü bir dünyadır. Fotoğrafı,
oyuncuyu, müziği, doğayı ve ışığı kullanan sinema hayattan beslenir.
Bir bilet alarak dahil olduğunuz bu karanlık oyunda, sinemanın ışığıy-
la aydınlanırsınız. 1895 tarihi sinemanın doğum günü olarak kabul
edilir. Bugün insanları peşinden sürükleyen ve hayal dünyamızın arka
bahçesi olan sinema aynı zamanda dev bir sektördür.
İlk filmler açık havada çekildi. Bu filmlerin ne senaryoları ne de
yöneticileri vardı. Bunlar belgesel türde röportaj filmleri “Lumiere
Fabrikasından Çıkan İşçiler”, “Trenin Ciotat İstasyonu’na Girişi”, “Bah-
çesini Sulayan Bahçıvan”, “Deniz Kıyısında Bir Banyo Sahnesi” gibi
belgeseller ile günlük hayattan sahneler saptayan filmler “Bebeğin
Öğle Yemeği”, “Piguet Partisi” vb. aktüalite filmleriydi.
Beyoğlu’nda kendi halinde bir sokak olan ‘Yeşilçam’, Türk sinema
sektörüne adını vermiştir. Bugün Türk sineması yol kat etmiş olsa da, teknoloji ve yapım boyutunda dünya si-
nemasıyla karşılaştırmak doğru bir yaklaşım olmaz. Büyülü bir dünyanın kapılarını ardına kadar açan sinema,
her zaman kendi kahramanlarını yaratmıştır. Fransız Lumiere Kardeşler sinemayı icat ettikten sonra, o beyaz
perdeden ne çok adam ve kadın geçmiştir. Marilyn Monroe, Charlie Chaplin, Marlon Brando, Yılmaz Güney,
Kemal Sunal, Türkan Şoray ve diğerleri…

18

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
Aslında bu şekilde (çocukken oynadığımız) bir silindirin etrafına çizilen resimlerin,

silindirin hızlıca çevrilmesiyle hareket ettiği Thaumatrope ve biraz daha gelişmiş hali
olan Phenakisticope yaratıldı. Bu aletlerin yanı sıra görüntülerin kaydını kolaylaştı-
ran plastik şerit LaurieDickson tarafından keşfedildi. Bütün bu gelişmeler, sinemanın
icadına büyük katkısı olan iki isim Thomas Alva Edison ve Robert W. Paul’ın işini ko-
laylaştırmıştır. 1894 yılında ilk pratik kamera olan Kinetograph, Edison tarafından icat
edilmiştir. 1895 yılında yine kendisi tarafından görüntülerin hareketli izlenmesin sağ-
layan bir çeşit dolap şeklindeki Kinetoscope geliştirilmiştir. İcat, kısa süre içerisinde
Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. Kinetoscope’taki görüntülerin daha
çok kişiye gösterilmesi için 1895 yılında Robert W. Paul tarafından başka bir projeksi-
yon makinesi tasarlanmıştır. Böylece ilk basit sinema pek çok kişiye ulaşmıştır.
Sinemanın sanat ve ticaret ortamına girişi 1903’de Büyük Soygun (TheGreat Train
Robbery) filmiyle başlamıştır. 1912 yılına kadar sessiz filmler yapılmıştır. 1920 yı-
lında kadar olan süreçte üç önemli gelişme daha vardır. Bunların ilki 1913 yılında
Hollywood’un kurulması, ikincisi 1914 yılında ilk Görüntü Sarayı‘nın New York’ta
açılması ve sonuncusu da yine 1914 yılında Charlie Chaplin’inKüçük Serseri isimli
filmle sessiz sinemaya girmesidir. 1920′ye kadar olan bütün gelişmeler sinemanın
sonraki yıllarındaki gelişimini hızlandırmış ve bir sürü yeni sinemacı için kapıları
açmıştır. 1939 yılında renkli olarak çekilen Rüzgâr Gibi Geçti (GonewithTheWind)
filmi çok başarılı olmuştur.
Lumière Kardeşlerin filmini ilk defa izlemeye gidenler filmden o kadar etkilen-
mişlerdir ki, perdede gördükleri trenin yakınlaşmasıyla kendilerine çarpmasından
korkarak salondan kaçmışlardır. Bugüne geldiğimizde, Martin Scorsese 2011 yılı yapımı olan filmi Hugo‘da,
Trenin Gara Girişi sahnesiyle Lumiere kardeşlerin trenine selam gönderir.
Bugün oldukça konforlu salonlarda film izlemenin keyfine varıyoruz. İlk sinema salonu ise Nickelodeon adıy-
la 1905’de açılmıştır. İnsanlar bu salonda kesintisiz olarak gösterilen filmleri izlemenin karşılığı olarak 1 nikel
veriyorlardı.
Çok büyük ve etkili bir kitle iletişim aracı olan sinema; göze, kulağa ve kalbe hitap ederken, insana ulaşmanın
belki de en kestirme ve güzel yoludur. İyi yapılmış işler, geçmişten bugüne toplumları etkileyip, kendi beyaz
perde kahramanlarını yaratmıştır. Küçücük bir karanlık odadan başlayan yolculuk bugün dünyaya yön veren
sektörlerden ve en büyük keyif araçlarından birisidir.

Yasemin GÜNGÖRDÜ

19

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

23 NİSAN 1920

Bir Türküdür Mustafa Kemal’in çocukları;
Suskun ağızlarda söyleşir, dururlar.
Çaltıburnu’nda gözetirler denizi.
Köroğlu’nda bağdaş kurup otururlar...
Bir İnançtır Mustafa Kemal’in çocukları ;
Yurdun dört yönünde, bir çağdır yaşayan.
Sararlar kollarıyla, çepçevre ulusu.
Sakarya boylarından Akdeniz’e taşıyan...
Bir Anlamdır Mustafa Kemal’in çocukları ;
Belkahve’den seyrelerken İzmir’i.
Özgürlük diyorlar, ege denizinin ufkundan,
Kırıyorlar bakışlarıyla, tutsak eden zinciri…
23 Nisan 1920’de bir cuma günü, Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınan cuma namazının ardından, Anado-
lu’nun dört bir yanından gelen milletvekilleri, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında bir araya gelirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, saat ikiye çeyrek kala başlayan ilk Genel Kurul toplantısına, en yaşlı üye sı-
fatıyla, Sinop Milletvekili Şerif Bey Başkanlık yapar. İstanbul’un işgaline atıfla Şerif Bey, “Ezelden beridir hür
ve bağımsız yaşayan milletimiz, bu esaretini kesin ve kararlı bir biçimde reddetmiş ve derhâl vekillerini top-
lamaya başlayarak, yüce Meclisini vücuda getirmiştir. Bu yüce Meclisin Reisi sıfatıyla ve Allah’ın yardımıyla
milletimizin, iç ve dış tam bağımsızlığı dâhilinde geleceğini bizzat düzenleyerek ve bütün dünyaya ilan ederek,
Millet Meclisini açıyorum.” demiştir ve bu konuşmayla sesini dünyaya duyurur Türkiye Büyük Millet Meclisi.
“Milletimizin temsilcisi, bu topraklarda özgür ve bağımsız yaşama iradesinin sembolü olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi 23 Nisan 1920 tarihinde kurulmuş, bu topraklarda esareti asla kabul etmeyeceğimizi bütün
dünyaya göstermiştir.
Türkiye, işgal edilip en son da İstanbul düştüğünde TBMM, bir kurtuluş ümidi olarak tesis edildi. 23 Nisan
1920 milletimizin tutsaklık zincirlerini kırarak, tarih sahnesine çıktığı ve egemenliği kendi eline aldığı gündür.
ATATÜRK, hayatının her safhasında, TBMM’nin en üst mercii olduğunu her zaman vurgulamıştır. Halk, TBMM’
ni çok büyük bir heyecanla benimsemiş, ona daima inanmış ve güvenmiştir. Halk TBMM’ni kendi kurumu ola-
rak her zaman kucaklamış ve her zaman muhabbet beslemiştir.
Birinci meclis, bu sayede savaşlarla, dayatmalarla içten içe çürüyen çözülen imparatorluğumuzdan, ulus
devlet çıkarmayı başarmıştır. Kararlara, kardeşliğin mürekkebi damlamıştır. Telgraf masalarında, tahta sıralar-
da, dar koridorlarda hep birlikte kurtuluşun düşü kurulmuştur. Ayaz geceleri yaran, ateşli toplantılarda şeref
davasına ant içilmiştir. İlk meclise bakınca mecburen bir araya gelmiş yapay bir kalabalık değil Türk milletinin
bekası için kefene sarılan gerçek istiklal kahramanları görüyoruz
Meclisimiz yakın zamanda hain bir saldırıya uğramış, uçak mermileriyle duvarları zarar görse de içindeki
bağımsızlık inancı ve kararlılığı, kardeşlik bilinci dimdik ayakta kalmıştır. Yine gazi meclisimiz bizzat onu oluş-
turan milleti tarafından muhafaza edilmiştir.
Esaret ve işgal zincirlerini kıran, insanlarımızı özgürlüğe kavuşturan, milletin kanıyla, canıyla elde ettiği ege-
menliğin simgesi olan, Meclisimizin kuruluş günü çocuklara ve yeni nesillere armağan edilmiştir. Bu armağan
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, ülkemize karşı bitmeyen sorumluluğunun simgesidir. Bu ülkede, bütün va-
tandaşların hak ve özgürlüklerini korumak, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini geliştirmek ve vatanımızın
çağdaş uygarlık seviyesinin bile üstüne çıkmasını sağlamak, öncelikle milletin vekillerinden oluşan TBMM’nin
görevidir

20

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
Değerli arkadaşlar 23 Nisanın aynı zamanda dünya çocuklarına armağan edilmiş ilk ve tek bayram olarak bi-
len biz öğretmenler unutmamalıyız ki Özgürlük eşitlik ve bilime bağlı toplumlar, fikri hür, nesiller yetiştirebilir.
Çocuklarımızın ufkunu, kin ve nefretle değil sevgi ve dürüstlükle şekillendirirsek ülkemiz büyür. Çocuklarımızı
küresel dünyayla uyumlu, yaşadıkları dünyayı, sorgulayan bireyler olarak yetiştirmek zorundayız. Özgür ve
eşit bir gelecek özgürce gelişen nesillerle mümkündür.
Bu duygu ve düşüncelerle gelecek ümidimiz, ülkemizin dünyamızın çocuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramı’nı kutluyor, bizlere bu güzel vatanı ve bayramı armağan eden başta Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, ebediyete uğurladığımız milletvekillerimizi ve vatanını gelecek nesillere ema-
net edebilmek için canlarını hiç düşünmeden veren tüm şehitlerimizi saygıyla anıyorum.”
Bayramımız kutlu olsun...

Savaş ŞAHİN
21

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

KALECİYİ BULANA
TEBRİKLER

Bugün oynanan Kasımpaşa-Galatasaray maçında Galatasaray deplasman maçına
kendi sahasında çıktığı ofansif taktiği ile çıktı. Aslında bu başlangıç hatalıydı. Çünkü
rakibin Trezeguet gibi geniş alanı seven,driplingleri iyi olan oyuncusu vardı. Nitekim
Galatasaray, kısa süre içinde iki tehlike atlattı, bir frikikte ise golü yedi. Muslera’nın
kapattığı köşeden yediği golde hatası var dense de bu , vuruşun harikulade olduğunu örtbas etmez. Skor deza-
vantajından sonra işler zorlaştı ve riskler artmaya başladı.Eğer beraberlik çabuk gelmezse; Benfica maçının yor-
gunluğu da gündeme gelecekti. Ama önce Belhanda güzel bir vuruşla beraberliği sağladı ve bunun üzerine takım
motivasyon oldu.Kısa süre sonra da galibiyet golü gelince Galatasaray rahatladı. İkinci yarı başında fark ikiye çı-
kınca maç orada bitti. Bundan sonraki süreçte Galatasaray çok rahattı.Geniş alanda pas yapmaya ve farkı daha
da açma gayreti vardı.Maç adeta tek kaleye döndü öyle ki rakip oyuncular alanı savunmada hayli yorulmuşlardı.
Galatasaray’da ligin ikinci yarısına kadar sürekli santrfor sıkıntısı gündeme geldi. Bana göre;kazanılan bu maç
yine santraforsuz kazanılan bir maç oldu.
Onyekuru’nun olumsuz futbolunu da buna eklersek orta saha ve geri dörtlünün performansı her şeye yetti.
Uzun maç eksiğinden sonra arkadaşlarını da tanımamasına rağmen Emre Taşdemir’in performansı alkışları so-
nuna kadar haketti. Kasımpaşa ise tam bir hayal kırıklığı idi. Öncelikle fiziki açıdan büyük bir düşüşleri var. Son 4
maçında verdiği mental yorgunluk ile takım adeta yerlerde sürünüyordu. Takım savunmaları arızalı, orta saha
presi yetersiz. Kaleci performansı ise en çok konuşulan olay idi. Bu kaleciyi kim bulduysa cidden onu kutlamak
lazım! Mustafa Denizli gibi tecrübeli bir hoca da böyle kritik bir maçta niye Ramazan’ı kesti anlamak elde değil..
Diagne’nin Ben Youssef’e yaptığı harekete niye VAR müdahale etmedi?
Cevabı basit: Yapan büyük takım oyuncusu.

Gökdeniz ALKIŞ
22

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

BAŞARI

Küçükken arkadaşlarımın arasında en ufak tefek olan bendim ve mahallemiz-
de çok fazla kavga içinde bulunurdum. Sanırım bu sebepten oluşan kendimi gü-
vende hissetme isteğinden dolayı hep savaş sanatlarına ilgim olmuştu ve dövüş
filmlerini çok severek izlerdim. Dövüş sporlarının çoğunu araştırmıştım. Bir gün
yine savunma ve savaş sanatlarına bakarken herkesin ismini mutlaka duyduğu
Taekwondo sporunu izlemeye başlamıştım. Eminim birçoğunuz bu sporu yete-
rince iyi bilmiyor çünkü en başta benim de Taekwondo’dan beklentim karateye çok benzemesiydi fakat bek-
lediğim gibi olmadı.
Taekwondo çok büyük ağırlıkta tekme içeren bir savunma sporu ve kendi tarzı olan tekmede de sınırları
gerçekten zorlayan bir spor. Kıyas yapabilmeniz için size ufak birkaç bilgi vermek istiyorum. Karate sporunda
tekme atarken bir ayağınız mutlaka yere basmak zorunda. Fakat taekwondo sporunda iki ayağınızın da yerden
kesilmesi serbest. Bu da havada dönerek atılan tekmeleri, takla atarak atılan tekmeleri serbest kılıyor. Bu ka-
dar akrobatik ve izlendiğinde kendisine hayranlık bırakan teknikleri görmek beni çok etkilemişti ve Taekwon-
do daha küçükken hayallerime girmişti.
Çok beğendiğim Taekwondo’yla ilgili hala bir kurs almamıştım ve dövüş sporlarıyla aram hala önceki zaman-
lardaki gibiydi. Fakat ortaokulda sınıfımıza gelen üç kişiden biriyle çok iyi arkadaş olmuştuk ve bana bir gün
annesinin onu Taekwondo’ya yazdıracağını ve beraber gitmek istediğini söyledi. Çok ama çok mutlu olmuş-
tum ve heyecanlanmıştım. Arkadaşımın annesi de bu teklifi bana yapınca laf üstünde kalmayacağını düşüne-
rek çok daha sevindim ve büyük bir mutlulukla bunu anneme söyledim. Annem de babamla konuştu ve kabul
ettiler. Gerçekten çok mutlu ve heyecanlıydım ama oraya ilk gidişimde tedirgin olmuştum. Çevremden hep
dövüş sporlarının döverek öğretildiğini duyduğum için tedirginliğime bir de korku eklendi. Ve bu da benim
Taekwondo sporunda ilk korkumu aşma anım olacaktı. Gittim ve oradaki ortama alışmaya çalıştım özellikle o

meşhur siyah kuşağa sahip kişilerden çok korkmuştum ama bu işin çevreden duyduğum gibi olmadığını öğ-
rendikten sonra rahatladım. Ayrıca annem de beni izlemeye geldiği için içim birazcık daha rahattı. İlk antren-
manımdan sonra oradaki insanların da korkunç kişiler olmadığını öğrenince artık canım hep antrenmanlara
gitmek istemişti.

Yaklaşık iki sene sonra siyah kuşağın bir altı olan kırmızı siyah kuşak sahibi olmuştum ve ilk maçıma gide-
23

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
cektim. O gün sabah erkenden kalktım ve maçı etkilemesin diye midemi çok dolduracak şeyler yemedim.
Hocalarımdan aldığım tavsiyelerle hazırlıklarımı yaptım ve antrenörümüz ve arkadaşımla buluştum. Beraber
metroyla maçın yapılacağı spor salonuna gittik. Benim maçımın başlaması biraz uzun sürdü ve çok heyecan-
lıydım. İsmim anons edildiğinde kalbim yerinden çıkacak gibi atmıştı. Hazırlıklarımı yaptım ve sahaya çıktım.
Bir yandan hocamın dediklerini dinlerken bir yandan da karşımdaki adama bakmıştım. Rakibim benden çok
uzundu ve gerçekten kendinden emindi. Maç başladı ve o an bir anda tüm heyecanım gitti. Kendimi korumaya
ve dayak yememeye o kadar odaklandım ki nefesimi kontrol edemedim ve ilk raund sonunda nefes nefese
kaldım. İkinci raund başladığında rakibimden bir puan bile alamamıştım. Son raunda girdiğimizde yine bir şey
değişmedi ve raund bitmeden antrenörümün söylemesiyle pes ettik. Maç sonucu 20-0 bitti. Benim sikletimin
maçları bittikten sonra madalya törenine geçtik ve benim karşıma gelen rakip birinci olmuştu. Fakat çok mutlu
edici bir şekilde ben de üçüncülük madalyası aldım çünkü sikletimiz dört kişiydi. İlk maçımda ilk yenilgimi ve
ilk ödülümü beraber almıştım. Çok ilginç bir duygu karmaşası yaşamama rağmen yine de çok mutlu oldum.

Siyah kuşak sahibi olduktan sonra poomsae şampiyonası denen bir maç çeşidine katıldım. Poomsae dedi-
ğimiz şey karşımızda bir rakip varmış gibi yapılan kombine hareketlerden oluşan tekniklerin bütününe de-
niyordu. 10 tane kuşağın kendine özel poomsaeleri vardır. En düşük kuşak olan beyaz kuşağın sekiz temel
hareketi var kuşaklar yükseldikçe hareket sayısı da katlanarak artıyor. Taekwondo hayatım boyunca en başarılı
olduğum konu hep poomsaeler olmuştu. Kısa bir sürede ezberleyip güzel bir şekilde yapabiliyordum. Poom-
sae şampiyonasına katıldığımda bu konuda kendime güvendiğim için birincilik alacağımdan emin bir şekilde
sahaya çıktım. Poomsaemi yaptım ve birinci oldum. O an anladım ki başarmak için kendine güvenmek önemli
bir rol oynuyordu.

Sonraki antrenmanlarımda hala kendimi korumak için dövüşmeye devam ediyordum ve katıldığım başka bir
maçta da yine büyük bir farkla kaybetmiştim. Artık bunu aşmam gerektiğini düşünerek antrenman maçların-
da daha aktif olmaya çalıştım. İlginç bir şekilde benden büyük hocalarımla maç yaparken çok hareketliydim
ve çok fazla aktiftim fakat yaşıtlarıma geldiğim zaman aynı performansı veremiyordum. Bunun gerçeğinin
tam tersi olması gerektiğini düşünerek asıl engellerin benim aklımda kendime kurduğum barikatlar olduğunu
fark ettim. Sonrasında ise yaşıtlarımla da daha aktif olmak için çaba harcadım ve bu çabama hala devam edi-
yorum.Başarının kolayca kazanılmadığını ve eğer korkup bir şey yapılmazsa o şekilde kalınacağını fark ettim.
Kendine güvenen insanların ve eksiklerini bulup çabalayan insanların başarıyla ulaşacağını deneyimledim.
Başarı her zaman başkalarının önüne geçmek değil kendi kendini geliştirmektir.

Deniz Yiğit KİLBUL

24

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

KEDİLERİN DÖRT AYAK
ÜZERİNE DÜŞMESİ

Evcil kediler pek çok insanın da genel kültür olarak bildiği gibi, oldukça gelişmiş bir
esnekliğe sahiptirler. Bunun nasıl sağlanabildiğini ve evrimsel geçmişini birazcık aydın-
latmaya çalışalım:

Kedilerdeki bu dört ayak üzerine düşme davranışına, “Kedi Doğrultma Refleksi “adı verilir. Yani kedilerin dört
ayak üzerine düşmesi, bir yetenek değil bir reflekstir. Hatta daha özel olarak, sonradan kazanılan bir reflekstir.
Kediler bu refleksi doğumdan 3-4 hafta sonrasına kadar kazanamazlar, hatta 7. haftaya ulaşana kadar bu ref-
leks düzgün bir şekilde işlemez. 7. haftadan sonra ise öğrenme tamamlanır ve kediler refleks olarak, tamamen
bilinç dışı bir şekilde bu davranışı sergilerler. Bunun, biri elini hızla gözünüze doğru götürdüğünde göz kapak-
larınızın gözünüzü korumak için kapanmasından bir farkı yoktur ve bu da, genel kanının aksine, doğuştan ka-
zanılan bir refleks değildir ve yeni doğan insan bebeklerinde görülmez, doğumdan birkaç hafta sonra kazanılır.
Tamamen bilinçsiz olarak otonom sinir sisteminin kontrolünde yaptığımız bir harekettir, yani reflekstir.
Anahtar Kelimeler: Refleks, kediler, dört ayak üzerine düşme, yükseklik

GİRİŞ VE AMAÇ
Kediler her zaman dört ayaküstüne düşmemektedirler. Kedi doğrultma refleksinin işe yarayabilmesi için ke-
dinin düştüğü yüksekliğin en az 1 metre olması gerekir ki çoğu zaman 1 metrede de kedi kendini doğrultmaya
fırsat bulamaz. Bazı durumlarda kediler kilolarına, yaşlarına ve psikolojik durumlarına bağlı olarak da dört aya-
küstüne düşmeyebilirler. Kediler ağaçlarda yaşayan ve avlanan hayvanlardır. Kedi doğrultma refleksinin köke-
ni kedilerin vahşi oldukları zamana yani evcilleşmeden öncesine dayanır. Kediler, ağaçlardan düşerken zarar
görmemek için zamanla bu refleksi geliştirmişlerdir. Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi İç Hastalık-

25

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
ları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Aytuğ, kedilerin kuşları ve kelebekleri kovalamayı çok sevdiğini, yere
güvenli şekilde ineceklerinden de emin oldukları için çok yükseklere bile çıkmaktan çekinmediklerini söyledi.

Aytuğ, diğer canlılara oranla oldukça çevik yapıya sahip kedilerin, toplum arasına yaygın olan kanının aksine,
her zaman dört ayaklarının üzerine düşmediklerini belirterek, “Kediler belli yüksekliklerden düştüklerinde
hakikaten dört ayakları üzerine düşüyorlar. Yükseklik dendiğinde de 2 katlı binanın yüksekliğini kastediyoruz.
6-8 metre veya daha yüksekten düştüklerinde yaralanmalar oluyor, kırıklar şekilleniyor, hatta ölümcül son-
larla karşılaşılabiliyor” dedi. Kedilerin bu hareketi başarıyla gerçekleştirmeleri için gereken minimum düşüş
yüksekliği 1 metre civarındadır. 1 metrenin altındaki yüksekliklerden düşüşlerde kedi doğrulmaya fırsat bula-
mayacaktır. Şimdiye kadarki en uç vaka, 46. kattan düşen bir kedinin ölmeden kurtulmasıdır. Bu, yaklaşık 150
metre yükseklik demektir. Elbette kurtuluşu, anatomisi sayesinde olmamıştır. Kedi bir tente üzerine düşmüş,
sonra da bir manavın tezgâhı üzerindeki bol yeşillik ve meyveler üzerine iniş yapmıştır. Buna rağmen kemikleri
kırılmış ve veterinerler sayesinde iyileştirilebilmiştir. Bunun haricinde Journal of American Veterinary Medical
Association dergisinde yayınlanan 1987 tarihli bir araştırmaya göre ortalama 6 kat yükseklikten (20 metre
kadar) düşen 132 kedinin %90’ı hayatta kalmıştır.

Önce gözler ve iç kulaktan gelen sinyallerle kafa döndürülür; sonrasında ise omurga kıvrılarak düzgün güşüş
pozisyonuna getirilir. Düşüşten hemen önce bacaklar düzgün pozisyona getirilir ve sırt dışarı çıkarılarak düşüş
kuvvetleri azaltılır.

YÜKSEK BİNA SENDROMU
Araştırmalarla ilgili ilginç bir bulgu şudur: 4. kat ve daha aşağısından sert zemin üzerine düşen kedilerde
(yaklaşık 15 metre) yaralanma oranları oldukça yüksekken, 7. kattan daha yükseklerden (yaklaşık 22 metre ve
üzeri) düşen kedilerde yaralanma oranları ciddi bir şekilde azalmaktadır. Yani her ne kadar insan mantıken ter-
sini beklese de, kediler ne kadar yüksekten düşerse, kurtulma şansları o kadar artmaktadır. Buna Yüksek Bina
Sendromu (High-Rise Syndrome) adı verilir. Kedilerin, maksimum serbest düşüş hızı olan 100 km/h hıza 22
metreden yüksek düşüşlerde ulaşabilmektedir ve bu yükseklikten düşüşte sağ kalacak bir anatomiye sahiptir.
Bu hız ile anatomi arasındaki ilişki, bu hıza ulaştıktan sonra kedinin düşüşünü çok daha kolay ayarlayabilme-

26

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
siyle ilgilidir. Çünkü kedi, bu hızdan sonra daha fazla hızlanamaz ve sabit bir hızla düşer, bu da kendisini düşüş
için ayarlamasını kolaylaştırır.

YÜKSEK APARTMANLAR RİSKLİ
Kedilerin özel iskelet yapıları sayesinde havada çok süratli bir şekilde pozisyon değiştirebildiklerini, iç kulakta
bulunan sıvı sayesinde de dengelerini kolayca sağlayabildiklerini ifade eden Aytuğ, şunları kaydetti:
“Bu refleksleri yaklaşık 3-4 haftalıkken gelişiyor. 2 aylık bir kedi ikinci kattan düştüğünde dört ayak üstüne
düşer hale geliyor. Ama kediler, daha yüksekten düşmeleri halinde yine vücutlarına doğru pozisyonu vermeye
çalışıyorlar, fakat yere indiklerinde bacaklarına binen basınç kırıkların oluşmasına neden oluyor. Günümüzde
kediler apartmanlarda besleniyor. Bu nedenle yüksekten düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.”
Kediler yüksekten düşünce bir şey olmadığının sanıldığına dikkati çeken Aytuğ, şöyle devam etti:
“Bazen yüksekten düştüğünde sanki kedide bir şey yokmuş gibi algılanıyor. Ama iç kanama geçiriyor olabilir-
ler. Düşmenin etkisiyle diyaframları veya karaciğerleri yırtılıyor. Aniden ölebiliyorlar. Bu yüzden mümkün ol-
duğu kadar düşmemeleri için gayret sarf edilmeli. Evlerin camları kapalı tutulmalı, açık olduğunda da sineklik
takılmalı.”
SONUÇ
Sonuç olarak vahşi doğada ağaçlar üzerinde yaşamanın getirdiği bir evrim, günümüzde ev kedilerinde bina-
lardan düşüşlerde hayatta kalmaya yaramaktadır. Siz yine de buna çok güvenerek kedinizi başıboş bırakmayın
ve pencelerinizin kapalı olduğundan emin olun.

Gamze KURAN

27

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

OLMAK YA DA OLMAMAK

Nazlı yârin cemâli tecelli edince gönül dağında,
Aydan çiçekler, döndü yüzünü şemse
Şemsin aşk-ı ilahisiydi gönülleri dolduran.
Can yürüdü damarlara,
Bir bahar iklimi kapladı dünyayı;
Artık yalnızlık değil
Kırk ikindi yağmuruydu yağan,
Nefes almayı bekleyen nebâtâtı coşturan.
Belirsiz bir sonun başlangıcı gibiydi o dem;
An geldi hüzün doldu kalbe, an geldi umut,
An geldi kuş oldu kanat çırptı yürek,
Özgürlüğe koşan bir tutsak gibi.
Tabi ki öyleydi, hayat onun nazar-ı iklimindeydi.
Bir gamzesiyle hûn-ı peykân saçarken
Bir tebessümüyle âb-ı hayat sunardı,
Gönül pervane misali hep ondan medet umardı.
Bir ahu misali uzak uzak dolanır,
Leb-i sagar inci mercan saçardı.
Ama bilinirdi ki aşkın kaderi hasretti,
Hasret olmalıydı hep vuslatı aratan,
Yanardağı parlatan.
Sonunda Kerem misali yanmak,
Kays misali Mecnun,
Ateşe aşık pervane olup kül olmak.
İşte bütün mesele bu idi
Olmak ya da olmamak…

Necati ÖZCAN
28

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

SEN

Çiçeklerle dolu bir tarlaya girdiğimizde pek çoğumuz gözlerimizi kapatıp o enfes
kokuyu çekeriz içimize. Önce keyfini çıkarırız o anın. Ardından sıkılmaya başlarız
yavaş yavaş aynı şeyi yapmaktan. Belki bir demet oluşturma şevki gelir içimizden.
Az önce kokularını çok beğendiğimiz çiçekleri tahribat etmeye başlarız. Fakat en
önce en güzel olanları kestiririz gözümüze. En güzellerine ulaşabilmek için pek
çok çiçek ezilir ayaklarımız altında. Belki eşsiz güzellikleri olanları kaçırırız göz-
den, ayaklarımız altında ezilmeye mahkûm kalırlar. Çünkü en güzelini, en dikkat
çekenini kestirmişizdir göze. Böylece çiçek tarlasından en güzelleri koparılır can damarlarından. Bazıları ezilir
hiç hak etmediği halde ayakların altında. En çirkin, soluk olanlar kalır geride.
İşte hayat o tarlaysa çiçekler de hayatın güzellikleri, bize bahşettikleridir bana göre. Yaşamımızda da insanlar
hep en güzeli tüketmeye, en iyiyi yok etmeye meyilli değil midir zaten?
Sonuçta kimse solmuş, yaprakları dökülmüş ya da güzel renklerle beze-
nememiş bir çiçeği arzu etmez. En iyiye, en güzele, en dikkat çekici olana
ulaşmak için ayaklarımız altına aldıklarımız, geride bıraktıklarımız, tahri-
bat ettiklerimiz kimin umurunda olur ki?
Çünkü insan “EN’ine” ulaşmıştır.
Bizi mutsuz eden de budur zaten. Değer kıymet bilmemek. En iyiye ulaş-
ma hırsı, göz önünde bulunma, öne çıkma şevki. Doyumsuz olma ve bu
nedenle bir süre sonra edindiklerinin seni mutlu etmeye yetmemesi.
“Ee, daha iyisine ulaşmayı istemek suç mudur yani?” dediğinizi duyar gi-
biyim. Cevabım da şu olacaktır sizlere: Elbette iyiye, güzele, daha başarılı
olmaya ulaşmaya çalışmak; bu uğurda çaba sarf etmek suç değildir. Ha-
yatını enlere odaklayarak etrafındaki güzellikleri, fırsatları, insani duygularını ayaklarının altına alarak bitmek
bilmeyen bir hırs ile birlikte önüne çıkan her şeyi bir çırpıda önemsemeden ezip geçen bu insanlara.
Unutmayın hırs iyidir, bizi başarıya ulaştırır fakat fazlası insanı tüketip yok eder. Bir süre sonra mutlu olmayı
başaramaz çünkü mutluluk her zaman enlerde saklı değildir. Mutluluk sahip olduklarımızdır, mutluluk iyiliktir,
mutluluk içimizdeki duygulardır, bir şeyler hissedebilmektir ve mutluluk hâlâ hayatta olmaktır.
Bu yüzden benden size bir tavsiye; mutlu olmayı beklemeyin. Mutluluğu kimse size altın tepside sunulma-
yacaktır ya da kendi kendine gelmeyecektir. Mutlu olmak için başkalarından medet ummayın kendi kendinizi
mutlu etmeyi bilin. Elinizdekilerin kıymetini anlayın, çevrenize arada bir at gözlüklerinizi çıkarıp bakın neler
olmuş diye. Güzelliklerin farkına varın.
İnsanları rahat bırakın. Bırakın, insanlar nasıl yaşamak istiyorlarsa yaşasınlar. Kimse sizin gibi değil. Hiçbir in-
san aynı şeylerden zevk almaz, mutlu olmaz. Aynı olsaydık zaten bizi bizi yapan ne kalırdı geriye?
Bırakın insanlar dilediği gibi yaşasın. Kısa mı giymeyi seviyor? Giysin, kendini öyle mutlu hissediyordur. Başı
mı bağlı, çok mu dindar? Bırakın, yargılamayın. Öyle huzur buluyordur. Bir insanın ten rengi çok mu koyu,
sarışın mı, kumral mı esmer mi boş verin bunları, takılmayın bunlara.

29

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
İnsanların dış görünüşlerine, dinine, ırkına, yaşam tarzına, milletine, diline, giyimine, gelir durumuna, toplum-
daki statüsüne bakmayın. Kalbinle ilgilenin, niyetine, fikirlerine bakın. İçindeki güzellikleri arayın.
Kimse bu hayatta eşit şartlarla doğmadı, kimse kendi dış görünüşünü seçemedi. Kimseye ne olmak istiyorsun
diye sorulmadı. Hayattı bizi bu hale getiren. Kiminin yüzüne güldü, kimisine bakmadı bile. Neden yardım et-
mek, insanlara iyilikle güzellikle bakmak varken kalbimizi karartalım? Nedeninsanları sen o’sun, sen bu’sun,
senin siyasi görüşün farklı, sen zencisin, sen Hristiyan’sın diye ayrıştıralım?
Hepimiz insanız. Birisinin siyasi görüşü, tuttuğu takım farklı diye onun aptal olduğunu savunamazsın. Sadece
yaratıcıya, herhangi bir dine inanmıyor diye o kişiye merhametsiz diyemezsin. Sadece siyahi, zenci olduğu için
ona yobaz diyemezsin. Erkekler ağlamaz, kadınlar toplum içinde yüksek sesli kahkaha atamaz diyerek cinsi-
yetleri ayrıştıramazsın.
Sen o sadece kısa giymiş, saçlarını açık bırakmış, kırmızı ruj sürmüş, gece dışarda diye ona hayat kadını di-
yemezsin. Sen o karşı cinsinden değil de hemcinslerinden hoşlanıyor diye ona tiksintiyle bakamazsın. Sen o
gece geç saatlerde sokakta, altında şort var diye, kendine hâkim olamadığın için bir kenarda sıkıştırıp tecavüz
edemezsin. Sen sinirini sokak hayvanlarından çıkaramazsın. Sen onlar güçsüz, dilsiz varlıklar diye hiçbir hay-
vana şiddet uygulayamazsın. Sen o güzel, dikkat çekici diye sözlerin ve bakışlarınla onu taciz edemezsin. Sen o
sana göre çirkin diye laflarınla şiddet uygulayamaz hakaret edemezsin. Sen sanki hiç ölmeyecekmişçesine şu
kısacık dünyada bu şekilde canlıların; özgürlüklerine, cinsel tercihlerine, haklarına, düşüncelerine, bedenleri-
ne saygı duymadan yaşayamazsın.
Hadi, gelin hep birlikte bir farkındalık yaratalım. İnsanların kalplerine bakalım, çevremizdeki güzelliklerin far-
kına varalım. Belki o zaman mutlu oluruz. Mutluluk bize huzuru ve güveni getirir. Böylece daha iyi, daha ahlak-
lı insanlar yetiştirebilir; geleceğe güzel, mutlu, huzurlu yarınlar bırakabilmek için ufak adımlar atmaya başlarız.

Dilara DEĞER

30

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

Arzu Alev KILIÇKARA

31

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
32

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
33

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
34

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
35

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
36

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
37

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
38

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
39

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
40

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

KIŞILIK

Kişilik, bireyi diğer insanlardan ayıran bireye özgü özellikler bütünüdür. Kişilik psikolojisi
açısından kişilik, günlük dilde kullanılandan daha kapsamlı ve daha farklı bir şekilde kullanı-
lır. Kişilik, genetik ve biyolojik eğilimleri, sosyal değişimleri ve değişen çevre koşulları içeren
iç ve dış etkilere bağlı bir süreci temsil etmektedir. Ana hatlarıyla kişilik yapılarına göz atalım:

Şizoid Kişilik yapısının temel özelliği, insanlarla yakın ilişki kuramamasıdır. Bu kişilik yapısına sahip insan-
lar, diğer insanlarlasıcak, sevecen bir ilişki kuramadığı gibi ona
yakınlık gösteren kişilere de aynı yakınlıkla yaklaşamazlar. Baş-
kalarına ya da çevresine ilgisizdir. Duyguları dışarıdan anlaşıla-
maz. Diğer insanlarla ilişki kurmak istememesinin sebebi çekin-
me veya utanma değil, insanlara karşı kayıtsızlığından kaynaklanır.
• Paranoid kişilik yapısının temel özelliği, kuşkuculuktur. Para-
noid kişilik yapısına sahip insanlar, kolay kolay kimseye güvenmez-
ler. Belirgin bir kanıt olmasa bile insanlardan ona zarar geleceğini
düşünürler. Alınganlık, kin tutma, kıskançlık ve gurur ön plandadır.
Şakalaşmayı sevmezler. Başkalarının basit tutum ve davranışlarının
bile altında bir şeyler ararlar. Belirsizliğe katlanamazlar, belirsizlik
onlarda büyük kuşku uyandırır. İleride aleyhine kullanılacağını dü-
şündüğü için kimseye sorunlarını veya mutluluklarını anlatmazlar.

• Histrionik Kişilik Yapısının temel özelliği, ilgi çekme is-
teğidir. İlgi odağı olmadıklarında rahatsızlık duyarlar ve sonuç-
larını düşünmeden ilgi çekmeye çalışırlar. Histrionik kişiliğe sa-
hip olan insanlar, yaşadıklarını birilerine anlatırken dramatize
ederler. Yaşadıklarını anlatırken, olayları büyüterek ve yaşanmamış şeyler katarak daha ilgi çekici hale ge-
tirirler. Duygu geçişleri çabuktur. Duygularını abartılı yaşarlar, böylelikle dışarıdan da çok rahat belli olur.
Gösterişli olma çabaları vardır. Giyimleri yer zaman ilgi çekicidir, canlı ve renkli giyinmeyi tercih ederler.
• Antisosyal Kişilik Yapısının temel özelliği, toplumun yazılı veya yazılı olmayan kuralla-
ra uymamasıdır. Yaptıklarının sonuçlarını düşünmeden davranırlar. Bahane ve gerekçe bulma ko-
nusunda ustalardır, başkalarını suçlayabilirler. Sorumsuz davranırlar bu yüzden tutarlı ve sürekli bir
ilişkileri olamaz. Başkalarının haklarını yok sayarlar. Alkol ve keyif verici madde kullanımı vardır. Çocukluk-
larına bakıldığında canlılara eziyet ettikleri, ev ve okuldan kaçtıklarını ve disiplin suçları işledikleri görülür.
• Narsist Kişilik Yapısının temel özelliği, kendini diğer insanlardan üstün görmesidir. Kendilerini di-
ğer insanlardan farklı ve iyi görürler. Kendilerine hayrandırlar, eğer gerçekte bunu göremezse hayalle-
rinde kendini bu hale getirirler. Kırılgan ve eleştirilmeye duyarlıdırlar. Birisi onun için kötü bir eleştiri-
de bulunursa kim olduğunu düşünmeden arasını açabilirler. Başkalarının övgülerine ihtiyaçları vardır.
Diğer insanlarla ilişkilerinde farklı ve özel davranılmasını isterler. Dışarıdan birçok insanla ilişkisi var gibi
gözükse de neredeyse hepsi yüzeyseldir. Başkalarına bağlanamazlar. Grup çalışmalarında zorlanırlar.
• Borderline yani Sınırda Kişilik Yapısının temel özelliği, diğer insanları anlamakta tutarsızlık göstermesi-

41

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ
dir. Bir aralar en iyi insan gibi algıladıkları kişiyi, başka zaman en kötü insan olarak algılayabilirler. Bu sebeple
uzun ilişkiler kuramazlar. İnsanları bütünüyle iyi ya da kötü olarak değerlendirirler, onlar için gri yoktur. Dürtü
denetiminde problemler yaşarlar. Rastgele cinsel ilişkiye girebilir, öfkelerini kontrol edemezler. İnsanlarla olan
ilişkilerinde yakınlaşmak veya mesafe koymakta sorun yaşadıkları görülür. Kolayca hayal kırıklığına uğrarlar.
• Depresif Kişilik Yapısının temel özelliği, kendini değersiz birisi olarak görmektir. Kendilerini ih-
mal edip başkalarını mutlu etmeyle uğraşırlar. Sürekli çevresindekileri mutlu etme çabası içindedir-
ler. Kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını çoğu zaman yok sayarlar; ama problemlerinin ve ihtiyaçlarının o
söylemeden anlaşılmasını isterler. Bu yüzden de sürekli hayal kırıklığına uğrarlar. Kızdıkları veya öfkelen-
dikleri pek görülmez. Yanlışları alttan alıp içine atarlar. İç dünyasındaki duygularını dışarıya yansıtırsa ki-
şinin bütün yakınlığını keseceğini düşünürler. Bu kişiliğe sahip insanlar, sorunlarını abartarak anlatırlar.
• Bağımlı Kişilik Yapısının temel özelliği, kişinin sorumluluklarını ve kararlarını başkalarının yap-
masını istemesidir. Bu kişiler yalnız başlarına etkinlik başlatamaz, sorumluluk alamazlar. Destek gör-
medikçe günlük işlerini bile yapamazlar. Yalnız kalmaktan korkarlar. Destek aldığı kişilerin, des-
tek vermeyi bırakmalarından korktukları için kendilerini ifade etmezler. Bir çocuktan farksızlardır.

Yukarıda kişilik tipleri ile alakalı en bilindik yaklaşımlardan, ana hatlarıyla bahsettik; ama bu konunun üzeri-
ne binlerce sayfalık kitaplar yazılacak kadar geniş olduğunu da bilmelisiniz. Konuyu Gordon Allport’un sözüyle
bitirelim: Kişilik o kadar karmaşık bir şeydir ki onu incelemek için geçerli her türlü yöntem kullanılmalıdır.

Eren Cem KILIÇ

42

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

GENÇLİĞİMİN BAHARINDAYIM

Sıkıldığımı o an anladım. Sıkılmadım diye kendimi avuturken aslında ne kadar çok sı-
kılmış olduğumu anladım. Önümdeki sınav için hazırladığım çalışma kâğıtlarına baktım.
Gözlerimden düşen yaşlar not kâğıtlarını usulca ıslatıyordu. Ellerinin tersiyle tüm göz-
yaşlarımı ittim. Çalışmak zorundaydım. Bu zorlayıcı hayat macerasının son kademesinde
bu şekilde ayakta kalabilirdim. Dertlerimi, sıkıntılarımı hatta bazen kendimi unutmak
için çalışmalıydım. Böyle aşılanmıştı bu içine gereksiz onlarca dolu beynime. Ben de sosyalleşmek istiyordum.
Ben de oyunlar oynamak; her anımın, gençliğimin tadını çıkarmak istiyordum. Ama izin vermiyorlardı. Bu
düşüncelerin zorluğunu silmeye çalışarak kafamı sağa sola salladım. Önümde duran bitmiş kahve bardağına
baktım. Ne çabuk bitiyordu. Zaman da bu kadar hızlı geçiyordu. Yine kendim için vaktim kalmamıştı. Önüm-
deki notlar ise resmen bitmemem için el ele vermiş karşımda pişkin pişkin halay çekiyorlardı. Gülümsedim.
Aklımda geçen düşünceler beni bazen gülümsetirdi. Kısa bir gülümseyiş.
Anneme bir bardak daha kahve yapması için seslendim.“Anne, kahvem bitti. Lütfen biraz daha verir misin?
Bugün konuları bitirmeden uyumamalıyım.”Ses gelmemişti ama anlamıştım. Getirecekti. Kahvem gelene ka-
dar beynimde dinmek bilmeyen bir fırtına gibi oradan oraya savrulan düşüncelere daldım. Mesela neden
çalışıyordum? Çalışmak için çalışıyordum. Bu içinden çıkılmaz saçma durum beni en çok da gençliğimi öldü-
recekti. Bir not için değil bir aşk uğruna üzülmek istiyordum. Beni bu notlar değil olmayan yakın arkadaşlarım
mutlu etsin istiyordum. Kimse beni çalıştığım için dışlamasın istiyordum. Bu düşüncelerden annemin sesiyle
irkildim.“Geldim, gittim hala aynı sayfadasın. Hızlan biraz.”
Annemin bu tavrına keskin bir bakış atıp kahveyi elinden aldım. Direkt odadan çıkmıştı. O çıkınca elim yatağı-
mın üstünde duran telefona gitti. Artık gençliğimi yaşamak, deli gibi fotoğraflar çekilmek, gülmek istiyordum.
Tüm sınavları unutup telefona odaklandım. Fikrimin arkasında gururla duruşum beni sevindirmişti. Kendimi
daha güçlü hissediyordum. Direk kendime bir sosyal medya hesabı açıp okuldan tanıdığım herkesi takip et-
tim. Artık bende sosyaldim. Yani bence sosyalleşmek buydu. Bir yandan da ailemden gizlice bunları yapmak
ne kadar doğruydu? Ah, kafam yine karıştı! Ama bu sefer kimseyi dinlemek yok. Başaracaktım. Ders çalışmak
dışında olan her aktiviteyi başaracaktım.
Bu verdiğim ani reaksiyon beni yormuştu. İçmeyi unuttuğum kahveye kötü bir bakış attım ve bitmeyen notla-
rı umursamayarak kendimi yatağa attım. Yarın her şey daha güzel olacaktı. Artık gençliğine yoğunlaşan bir kız
vardı karşımda. Sabah olmuştu. Tabii ki yine annemin sesiyle uyandım. “Kızım, bunlar ne? Kahveni içmemiş-
sin. Etraf çöplük olmuş. Neden toplamadın? Yoksa sen bugün olacak sınava çalışmadın mı?”
Kekelemeye başladım. Korkuyordum. Elimden telefonu almasından korkuyordum. Yalan söylemek zorun-
daydım. “Hayır, anne. Elbette çalıştım.” diyebildim zoraki ses tonumla. İnanmış mıydı bilmiyorum. Umurumda
da değildi. Okula gidecektim ve arkadaş edinecektim. İşte bu kadar basit.
Olabildiğince hızlı şekilde okula gittim. Herkese gülümsedim. Elimden geldiğince selam vermeye çalıştım ama
hepsi bana kanlarını emen kocaman bir bitmişim gibi bakıyordu. Bazılarının fısıldaşmalarını duyabiliyordum.
“Ne atacak o hesaba? Nasıl ders çalıştığını mı?” Bazıları da açık açık gülüyordu yüzüme “İnekler hakkında bir
belgesel çeker belki.” Ben nerede hata yapmıştım? Neden dışlanıyordum? Koskoca okulda neden en çok ben
bilmiyorum. Bu kötü sözlere rağmen gururluca gidip bir banka oturdum.
Gözümden firar etmeye çalışan yaşları tekrar hapis ardına tıktım ve derin nefes aldım. Ne olursa olsun pes
etmeyecektim. Çevremde ki bazı insanlar gibi çalışıp aklımı bozmayacak hatta intihar etmeyecektim. Çalışmak
için çok erken, gençliğimi yaşamak içinse tam zamanıydı.
Tüm gururumla oturduğum banka başka biri daha oturdu. “Merhaba, ben Emre.” dedi tüm çekingenliği ile.
Heyecanlı bir şekilde sese doğru kafamı çevirdim. Gerçekten de okulda en tanındık çocuklardan biri karşım-
daydı. Kesin dalga geçecek diyen o iç sesimi bastırıp konuştum. “Merhaba, ben de Işıl.” demeye çalıştım be-
ceriksiz gülümsemem ile. O kadar şaşkındım ki. Aynı zamanda korkuyordum. Dalga geçmemesi için bildiğim

43

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

tüm duaları okuyordum. Kısa bir sessizlik sonunda hızlı bir giriş yapmaya çalıştı. Kalbim içerde dans etmeye
başlamıştı ama hangi his yüzünden böyleydi anlam verememiştim.
“Şey, sen. Yanlış anlama ama bana çok benziyorsun. Düzelteyim eski bana.”
Anlamadığımı belirten ifadeyle boş boş suratına bakmaya devam ettim.
“Seni hiç tanımasam da güveniyorum. O yüzden yanına geldim. Uzun zamandır uzaktan baktığım birisin. Tabi
sen derslerden fark etmedin bile. Sana kendi hikâyemi anlatmak için geldim. Arkanda durmak için.”
Şaşkınlığımı gizleyemediğim için ağzım açık kalmıştı. Kim yeni tanıştığı birine güvenir ki? Ah, bunu hayatı bil-
meyen ben mi söylüyorum?
“Ben, şu an çok şaşkınım. Ne demeliyim bilmiyorum.”
“Bir şey demene gerek yok.” dedi ve iç çekip konuşmasını sürdürdü. “Biri vardı. Senin gibi bir kız. Belki sev-
gilim de diyebiliriz. Zamanında senin gibiydi. Kendini her dakika ders çalışmaya adardı. Eh, ben de ona ayak
uydurmak için bin takla atıyordum. Ailesi... Onlara o kadar kızgınım ki. O lanet baskıları, sosyalleşmesine far-
kında olmadan engel olmaları... Gençliğini elinden aldılar. Otur dersine
bak dediler. Dayanamıyordu. Bana yazıyordu sürekli. Ben sadece haya-
tımı yaşamak istiyorum. Hayatı yaşayarak mesleğimi almak istiyorum
diyordu. Bu yüzden onu bana benzetiyordum. Ailelerimiz benzediği
için. Şimdi ise seni ona benzetiyorum.” dedi utana sıkıla. Yanakları al al
olmuştu. “Sen, sen kurtulmuşsun ama o... O beni kurtardı.”
“Peki, ona ne oldu? Derken cevabını almaktan korkuyordum.
“Öldü.”dedi fısıltı şeklinde. “Gençliğini yaşayamadı ama ailemin ken-
dine gelmesini sağladı. Gençliğim ve derslerim de birlikte yürüyebilir
bunun farkına vardılar. Birinin ölmesi mi gerekirdi bunun için diye düşü-
nüp durdum aylarca. Sonra seni fark ettim. Onda seni gördüm.”
Kalbimdeki heyecan yerini sellere bırakmıştı. Her yeri sel alıyordu.
Üzüntüm kalbime sığmıyor gözlerime taşıyordu.
“Onu kurtaramadım ama senin gençliğinin ölmesini asla istemem. Se-
nin elinden tutup yardım etmek istiyorum” dediğinde bunları okul bi-
rincisinden duymak beni aşırı şaşırtmaya devam ediyordu.
“Ben hala şaşkınım. Sen nasıl olur da çalışmadan ve bu dertlerle hala
birinci kalabilirsin?”

“Çalışıyorum ama önemli olan bu değil. Önemli olan o küçücük bedenlerimize yükledikleri büyük baskılar.
Eğer taşıyamazsak altında kalırız. Şimdi söyle bu macerada benimle misin? Gençliğin ve derslerin. Arasında
seçim yapmana hiç gerek yok. Sadece benimle olduğunu bilmeliyim.”

İşte benim hayata, gençliğe, yaşama daha birçok şeye bağlanma, baskılardan kurtulma hikâyem böyle baş-
lamıştı. Bu anıyla, bu sohbetle.
En önemlisi attığım bu ilk adımla. Tuğba USLU

44

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

TOZLU RAFLARDA SAKLANMAK

Kanatlarını koparmışlardı hayallerin... Pencerelere demir vurmuşlardı. Düşünmeyi yasak-
lamış, kelimeleri çalmışlardı insanlardan. Eski bir kitabı özleyip okumak çok uzaktı, yeni
bir fikrin insana verdiği sevinci bilmiyordu insanoğlu... Ağaçları kesmiş çirkin binalar dik-
mişlerdi. Tüm çiçeklerin üzerine basmış, renkleri çalmışlardı. Bir çocuğa ağladı diye kızmış,
güldüğü için ayıplamışlardı. Mutlu
değildi ama öyleymiş gibi yapmayı öğrenmişti insanoğlu.
Birbiriyle konuşmuyor, nefretle bakıyordu etrafına. Yıkıl-
madık bir şey bırakmamış, hırsla çalmıştı... Öldürmüş,
yarım bırakmış, hiç düşünmemişti. Görmüyordu.
Her yer karanlık ve ıssızdı. Işıkları çalmıştı birileri... Ka-
ranlıkta bırakmıştı birilerini. Görmesinler diye gözlerini
çalmış, saklamıştı. O kadar çaresiz kalmıştı ki, kendini ze-
hirliyor, mutlu oluyordu. Çaresizdi çünkü unutuyordu...
Denize sığınıyordu insanlar. Kaçıyorlardı...
Yolun başında belirdi bir kadın, yabancı gözlerle etrafa
bakıyor hatırlamaya çalışıyordu. Küçük bedeniyle, zor-
lukla, elindeki bavulu çekiştiriyordu... Topuklu ayakkabı
zeminle buluştuğunda hoş bir ses çıkartıyordu. Küçük
bir at arabası geçiyor kadının yanından. Memnun olma-
mış gibi bakıyor arabaya. Rüzgâr saçlarıyla birlikte dans
ediyordu sanki. İnatla yüzüne düşen saç tutamlarına do-
kunmuyordu. Evden aceleyle çıkarken üstüne geçirdiği
paltosunu çekiştiriyordu. Acelesi yok gibiydi. Adımlarını
sert atıyor. Her şeyi hatırlamak için özenle izliyordu…
Biraz ileride küçük bir binanın önünde durdu. Kapısı
sıkı sıkıya kapanmıştı. Yan tarafta küçük bir dükkân var-
dı. Gösterişi yerindeydi. Ama hatırlamıyordu… Küçük
adımlarda dükkan kapısının önüne geçti. İçeride yaşlı bir
adam masanın başında dikilmiş kadına bakıyordu.. Ağır
kapıyı zorlukla ittirdi... Eski kapının çıkardığı ses kadını
korkutmuştu… Eski plaklar etrafa dağılmış, kitaplarsa çok
özenilmeden dizilmişti raflara.
“ Bir gün gelecektin, ama bu kadar geç kalacağını düşün-
müyordum.”
Yaşlı adam gözlüklerini yavaşça çıkardı, Arkasını dönüp bir şeyler aradı…
“ Otursana.”
Yaşlı adam kadına zerre güven vermiyordu. Hiç kimseye inanmıyordu. Güvenmek istemiyor.. Kaçıp kurtulmak
istiyordu…
“ Sence de bir şeyler eksik değil mi? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl yaparsın?”
Birileri gitmeliydi çok kalabalık olmuştu. Ya da o gitmeliydi çünkü bu kargaşaya fazlaydı... Sessiz sakindi onun
hayatı. Burada yaşayamazdı. Her gün acı çekerdi.
Özgürlüğü elinden alınmıştı, canının istediğini yapması değildi özgür olmak asla olmayacaktı onun…

Nisa Nur ATEŞ

45

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

ZAMAN

Çıkıyorsam artık ağır ağır basamakları,
Hiçe…
Sayıp unutuyorsam parmaklarımda günleri
Kalmadıysa çevremde hiç kimse,
Ve soframda olmuyorsa kavgası son lokmanın
Zamanla…
Saatler sabaha uzanırken eşlik etmiyorsa kahkahalarım,
Soğumuyorsa eskisi gibi çay fincanım…
Özlüyorsam maziyi, tutmuyorsam gençlik hatırası günce…
Bitiyorsa artık dilimdeki tüy,
Ağzımdaki bakla ıslanıyorsa yavaş yavaş
Terk ediyorsa sıhhatim bana keza, bin sürat…
İşim şansa da kalmadıysa artık,
Toprağa bakışım değiştiyse.
Saçlarımdaki aklar yalnızlıktan,
Birbirine dostlar, yeni komşular bulduysa…
Herkes şen ve benim dermanım kalmadıysa gülmelere…
Çalmıyorsa plaklar Pazar akşamları…
Bir derin sessizlik sindiyse üstüme,
Kararlıysa ellerim gece gibi apaydın ve ben bir yalnız
Yıldızsam.
Kuş oldum uçuyorsam,
Tam bulutlara değerken yetmiyorsa boyum, bükük
Belimden…
Azaldıysa akasyalar, toprağın bağrındaki selvi boylu
Yeşil pamuklardan…
Koşup yanaklarımın kızardığı günler,
Yerini iç çekişlere bırakıyorsa elim elim…
Bir pencereye mahkûmsam, bekliyorsam gelmeyecekleri.
Göçtüyse eşim dostum,
Kimi zaman aç uyuyorsam, yoksa rüyalarda üstümü örtenim…
Çalmıyorsa telefonum, kapım
Yoksa gelen gidenim,
Bayramlar eski neşeyi vermiyorsa, yoksa bir hazırlığım
Kalmadıysa tadım tuzum,
Azaldıysa sabrım, söyleniyorsam en ufak sebepten,
Huysuzlanıyorsam ve artıyorsa ağrılarım

46

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

Eksiliyorsa hatırımdan anılar her geçen gün,
Karlar yağıyorsa, üşüyorsam, titriyorsam inim inim…
Fotoğraflara kadim dost,
Aynalara düşman kesildiyse bedenim…
Ağır geliyorsa kokum tenime,
Yakışmıyorsa hiçbir süs, sadelere yatkın ve
Beyazlara yakın hissediyorsam artık…
Birikiyorsa keşkelerim,
Yıllardır hiç değişmediyse yeri bisikletimin…
Eskidiyse gelinliğim,
Uzaklardaysa sevdiğim, biriciğim…
Sarıldığım fidanlar büyüyüp,
Başıma gelmiş bir evlat “baston diye kesildiyse…
Dişlerim otuz ikiden geri saymışsa üçe ikiye bire…
Eksildiyse sesler, masadaki tabaklar,
Çoğaldıysa boğaza dizilen “ah”lar…
Yağmurların gelişi çöktüyse dizlere önceden,
Malum oluyorsa bir şeyler, çıkıyorsa rüyalar birer birer
Dönmüyorsa fikirden geçen kelama dilde
Ve sazım inzivadaysa duvarda yıllardır,
Ağlıyorsa her bir telinde ayrı hece
Veda etsem de dinlensin sözüm şarkım
Binlerce yürekte,
Kalmadı kimse
Yaşlanmışım ben
Ah be…

Simge GÜNDEÇ
47

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

İZMİR SAAT KULESİ’NİN
TARİHÇESİ

Konak Meydanı’nda yer alan ve İzmir’in sembolü olan Saat Kulesi, Osmanlı Padişahı
Sultan 2.Abdülhamit’in tahta çıkışının 25.yılını kutlamak amacıyla 1901 yılında; İzmir
Valisi Kıbrıslı Kamil Paşa, Bahriye Mirlivası Said Paşa ve Belediye Reisi Eşref Paşa’dan
oluşan komisyon tarafından yaptırılmıştır.
Bu yapı 25 metre yüksekliğinde, dört katlı ve sekizgen planlıdır. Platformu beyaz mermerden ve diğer ya-
pıları ise; kesme taştan yapılmıştır. Kolonlar Kuzey Afrika temasını taşır. Saat Kulesi’nin dışına baklava dilimi
kabartmaları yapılmış ve 4 tane 75 cm. çapında saat eklenmiştir.
Kulenin saati Alman İmparatoru 2. Wilhelm tarafından hediye edilmiştir. Mimarlığını İzmirli mimar olan
Fransız asıllı Raymond Charles Pere’nin üstlendiği Saat Kulesi’nin inşaatında kullanılan yeşil ve kırmızı mozaik-
ler Efes’ten, esas bünyeyi oluşturan taşlar ise Sarayköy’den getirilmiştir.
Pere’nin, Saat Kulesi ile ayni tarihte inşa ettiği ve Sultan’ın 25. yılını simgelemesi sebebiyle 25 musluklu
olarak tasarladığı sekizgen havuz ne yazık ki, bünyesinde bulunduğu İzmir Sarı Kışla ile birlikte günümüze
ulaşamamıştır.
İzmir’in nadide yapılarından birisidir Saat Kulesi. Eğer İzmir’e geldiyseniz yapmanız gereken etkinliklerden
birisi de saat kulesini ziyaret etmeniz ve Konak meydanında güvercinlere yem atmanızdır. Önünde fotoğraf
çekmeden ve gün batışını izlemeden İzmir’den ayrılmamalısınız. Güzelliğini bir kenara bırakırsak bile sırf Tarihi
açısından ziyaret edilmesi gereken en önemli yerlerden birisidir.
Şu anda restore edilen İzmir Saat Kulesi’nin restorasyonu, 118’inci yıl dönümünde yani 1 Eylül 2019 tarihinde
bitecek ve tekrardan ziyaret edilebilecektir.

Royan BALLIKAYA
48

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

KARADELIKLERE
YÜZEYSEL BIR BAKIŞ

Albert Einstein genel görelilik kuramını 1915 yılında yayınladı. 1916 yılındaysa Karl
Schwarzschild genel göreliliğin ilk kara delik çözümünü buldu. Bu kara delik küresel
simetriktir, yani ne yönden bakarsanız bakın aynıdır. Etrafında bir küre şeklinde olay
ufku adı verilen bir hayali yüzey bulunur ve merkezinde de uzay-zaman eğriliğinin
sonsuz olduğu bir tekillik bulunur.
Olay ufukları kara deliklerin tanımlayıcı özelliklerindendir. Olay ufku kara deliğe yaklaşıp onun çekiminden
kurtulabileceğiniz sınırı belirler. Olay ufkunda bulunur (bunu ancak ışık yapabilir) ya da ötesine geçerseniz
geriye dönebilmeniz imkânsızdır.
Kara delikler “saçsız”dır. Yani birkaç parametre ile ifade edilebilirler.
Bunlar:
1) Kütle
2) Açısal momentum (kara deliğin ne yönde ne kadar hızlı döndüğü bilgisi),
3) Elektrik yükü,
4) Manyetik yük (manyetik tek-kutuplar kuramsal olarak var olabilirler fakat evrende gözlemlenmemiştirler
günümüze değin).
İlginç bir durum sadece kütlesi ve açısal momentumu olan kara deliklerde ortaya çıkıyor. Bunlarda daha
önceden bahsettiğimiz merkezdeki tekillik bir çember halindedir. Kara deliğin içine düşüp çember şeklindeki
tekilliğin ardına giderseniz farklı bir uzaya ulaşırsınız ve geldiğiniz uzaya dönmeniz imkânsızdır.
Geçerken bir not olarak kara deliklerinin zıttının yani beyaz
deliklerin de kuramsal bir ihtimal olduğunu belirtmek gere-
kir. Nasıl ki kara deliklerin içine giren dışarı çıkmazsa, beyaz
deliklerin de dışına çıkan içine giremez.
Şimdi başlık konumuza dönelim. Kara deliklerin neler
oldukların bahsettik. Peki, kara delikler gerçek midir? Yani
evrende bulunurlar mı? Bu sorunun cevabı genel görelili-
ğin ortaya atıldığı yıllarda hayırdı; insanlar bu fikri sadece
matematiksel meraktan dolayı inceliyorlardı. Fakat bugün
biliyoruz ki kara delikler gerçektir. Bunun en güzel kanıtı da
kendi gök adamızdan geliyor.
Resimde Samanyolu gökadamızın merkezindeki yıldızla-
rın yörüngeleri belirtilmiştir. Newton’un yerçekimi yasası
gereği bu yörüngeler elips şeklindedir ve bu elipslerin odak
noktalarından birinde etrafında döndükleri cisim yer alır.
Bu şekilde birden fazla yıldızın yörüngelerinin odakları
kesiştirilmiş ve etrafında döndükleri cismin kütlesi hesap-
lanmıştır: 3.8 milyon Güneş kütlesi. Bu yıldızların etrafında
döndükleri cisimden gelen bir ışık saptanamamış, yani bu cisim kara. Öte yandan 3.8 milyon Güneş kütlesi
gibi bir kütleyi cismin kapladığı hacimde tutabilecek maddenin bir halini de bilmiyoruz. Bu bilgiler de bu
cismin bize kara delik olduğunu söylüyor. Yani kara delikler gerçektir. Dahası, bugün astronomlar yeterince
kütleli her gökadanın merkezinde bir devasa kara delik bulunduğunu düşünüyor.

Ali GÜNDOĞAR

49

BÜYÜKÇİĞLİ ANADOLU LİSESİ

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER

20.04.2019 - 21.04.2019 Birleşmiş Milletler Ege Konferansı.
BM’nin ne olduğunu dahi bilmiyordum. İlk başlarda delege olduğumu öğrendiğimde
içimde bir korku vardı acaba yapabilecek miyim diye .Fakat bir yandan düşündüğü-
müzde ise benim için gerçekten çok güzel bir fırsattı.
İran sağlık delegesiydim hiç bilmediğim bir ülke örf ve adetlerini, başkentini, nüfusu-
nu dahi bilmediğim bir ülke gelmişti, zorlanmıştım.
Yeri geldi öfkelendim, yeri geldi, eğlendim yeri geldi uykusuz kaldım.
Ama çalışmaktan vazgeçmedim. 3 gün boyunca bu konferans için çalışmıştık. Çalışmıştım değil çalışmıştık
çünkü benimle birlikte her öğretmen bu konferans için seferber olmuştu. Bu konferans ile birlikte gerçekten
bir ailem olduğunu daha öğrenmiş oldum. Çünkü herkesin gözünde bir güven vardı yapabilirsin, biz sana
güveniyoruz gibi. En özeli de ne olursa olsun arkamda dağ gibi duran bir öğretmen vardı. İlk gün çok heyecan-
lıydım, hiç tanımadığım insanlar ve farklı farklı ülkeler vardı. Örnek müzakereler ile BM’nin ne olduğunu daha
iyi anlamıştım ve ben bunu yapabilirdim.
İki gün boyunca birçok şey öğrendim. Bunlardan en önemlisi de toplum önünde konuşabilme yeteneği
idi. O kadar insanın önünde konuşmak gerçekten heyecan vericiydi. Ülkemi ne olursa olsun temsil etmek
zorundaydım her konuda doğru veya yanlış. Bu konferans sayesinde ne olursa olsun fikirlerimi ve düşünce-
lerimi rahatça ifade edebilme, pragmatik(yararcı) düşünebilme ve demokratik bir tartışma kültürü gibi bir
çok şey öğrendim. Ve arkadaşlar en güzeli de sosyalleşip hayatıma birçok yeni insan girmesiydi. Farklı şeyler
deniyordum ilk adımım münazara olduğu gibi bu konferansta hayatıma giren ve düşüncelerimi olumlu yönde
etkileyen bir anı olmuştu.
Sonuna gelirsek çok eğlendim iki gün boyunca yeri geldi konularımız hakkında tartıştık yeri geldi şakalar ile
birbirlerimize cezalar verip konferansı sıkıcı olmaktan kurtardık yeri geldi dedikodu kutusuna anonim şeyler
yazıp güldük. Ciddiyet gerektiren bir işti. İnsandaki sorumluluk duygusunu arttıran bu konferans. Uğraştırdığı
kadar da birçok şey öğretmişti. Aklımdaki kötü düşünceler ta ki Bu konferansa gidene kadardı. Hem öğren-
miştim hem de üniversite hayallerimi kabartmıştı.
Uzun lafın kısası siz siz olun ne olursa olsun kendinizi savunmaktan vazgeçmeyin.

Perisu UÇMA
50


Click to View FlipBook Version