E K Sayı:2 Ağustos 2020
İM
Aylık Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi
Berkay Karataş-Özgür Polat-A. Turgay Çitçi-Özlem İşlen Dağ-
Seda Yılmaz-İsmet Çalkara-Sara Damla-Rıdvan Yıldız-Nursena Topaloğlu-
Öykü Levna Güngör-Hatice Odabaş-Hızır İrfan Önder
Ceren Gülüm-Merve Yetkin-Selay Mirza-Murat Akkoyun-
Hüseyin Opruklu-Mehmet Ali Dündar-Nedim Çağın
MİSAFİR
Berkay KARATAŞ
Ve uzanıyor devr m m olduğu yere
Kan döküyor kıpkırmızı
S lah dayanır mı şakağıma?
Kaç nsan vuruldu kör kurşunla?
Asrımın son geces nde yıldızım parıldırıyor
Kayboluyorum,ne devr m m var ne s lahım
D k l r ve beklen r sabırla,gelecek günün batması
Yakası kapalı,boğazı yumru,yutkunamaz can havl
Saat on k y vuruyor,zaman s zden yana akıyor
Ölüm başucumdak b r m saf r
Ve tam da şuan,kandırab l r m
Bana dokunan ölümü b le
Eller mden kayıp g den cennet n günahlarıyla
Kend saçlarımı boynuma doladım,b r dam p
G demem de,öldüremem de
Vak t var ve ben okuyorum
Montumun ceb nde buruşmuş ş r m
EKİM DERGİ | 1
MARİFETLİ MAZRUF
Özgür POLAT
Gökyüzü çm ş, çöl sarhoş.
dağlar kıvrılmış
den zler Lal.
araya g recek söz yok.
Gün doğmadan uyanmış mazruf, öpücüğünün yer b l nm yor.
kar nes , mar fetl b hanım.
yağmurlarla yıkanmış b aşkın bünyes olduğunu k m b leb l r
geçmem şse bu hayatın tuzlu sularından.
ve k m b leb l r
ormanların suyunun, sen n şarabın olduğunu,
akmamışsa bulutlardan.
mazruf uyanmış güneş seyreder.
k m b leb l r
ormanların suyunun sen n şarabın olduğunu
km?
EKİM DERGİ | 2
aksın bulutlar
geçs n sular
yağmurlarla yıkanmış aşkın bünyes ,
ç şarabını,
hakkındır
b leg n n azm le kazandıgın bu bağ.
b lgel k sevg s ,el nden düşen kadehlerde.
yen lg ler ç çeğe dönüşüyor,
çünkü tanıdığım en dehşet ver c güzel arı sens n
gökyüzü çme, yeryüzünden geçme !
olduğun g b gez n sade
bağ bu üzüm bu aşk bu
EKİM DERGİ Grande Jatte Adası'nda B r Pazar Öğleden Sonrası, Georges Seurat
| 3
ÖZGÜR YAŞAMAK ADINA
A. Turgay ÇİTÇİ
Uzak ht mal değ l, yakınlarımda
dolaşır durur
o esrareng z dokunuş
nerede,ne zaman,hang şartlarda
kondurur busey alnımdan
şa rler kaç yaşında ölür
gece karanlığı çökmüştür
aydınlığı emz ren tomurcuk ş rlere
nc t lm ş aşkların derd nded r kör
bıçakların kest ğ
ş r n gölges nde akar geceye kan
Tanrının kutsal günler nde
hang adağın kanına karışır b l nmez
yağmalanmış duyguların rüzgarında durur mu
kınında ht raslar?
EKİM DERGİ | 4
gecen n zulmüne b r başkaldırı
yoksulluğun ez kl ğ ne b r d ren ş
aşkın k ml ks z b t ş ne syandır
haksızlığa yalana ve talana karşı
ş rler b rer mızrak g b saplanır kalplere
çocuk kalb m güneş n şavkına çek l r
sert rüzgarların savurduğu özlem dolu
kel meler ,cümleler saklarım çocuk
avuçlarım da
sırlar çözülür aynalarda
şa rler her gün ölür
özgür yaşamak adına.
Kalaycı Dükkanı, Nazım H kmet
EKİM DERGİ | 5
BİR MERİDYENDEKİ
KARINCA SESİ
Özlem İşlen DAĞ
Evren Tanrılara bölüşürken k sese sırken,
Adımla başlayıp kader mce
Yollara çıktım, kırk del k açtım, haneler geçt m
K msey rahatsız etmeden kırk kapıdan ger çıktım
Küçük küçük harfler m vardı,
Karınca yazımla
Har talardak ülkeler yan yana yazdım
Su b r k nt s okyanuslar g b gözüktü
B l rs n b r karınca duamdı suya söyled ğ m n yetler
İnc tmed m bulduğum yerde sırtlandığım n met ,
Üzer mde buğday tanes n n z varken
Y ne de ben b r zeh rde yaraladılar
Malum b r karıştım, toprak az tınımı duydu
Sağ yanıma düştüm
Dur b r daha bakayım
Ger de bıraktığım müjdes b llur kâ nata
Ben burada gar p koymayacaklar tarla kuşlarının ses .
EKİM DERGİ | 6
EKİM DERGİ Ç z m: Seda YILMAZ
| 7
VAAT
İsmet ÇALKARA
H çb r şey vadetmeden hayata
S garamı neşeyle çırpıyorum
Dağınık b r geçm ş m yok
Söylevler aklımdan çıkarmalıyım
Kend m duymak ç n neler yaptım b lemezs n
Sevg l m
Önce büyük b r yağmur yağdı
Cam poşetler b le terk ett m
Gerç çocuklar da aklımdaydı.
Kayıp b r b r k nt y çoğaltıyorum.
EKİM DERGİ | 8
EKİM DERGİ Fotoğraf: Sara DAMLA
| 9
HÜZNÜN DOKUNULMAZLIĞI
TELLERDE
Rıdvan YILDIZ
Mademk hayat arabesk
B z telaş ezecek
Suları kopar musluklardan
Esaret taarruza geçer dem rlere doğru
Tabelalar nt harda yağmurdan
Evden ayrılma, ter n kad feleşs n
Z nc rler az gel r favor yumruklara
Lac vert akşamın akışkanlığında
Dağınıklığımız sözcüklere av
S lahımız boş, gövdede kurşun dd ası
Yaranın soluğu ezber m zde
EKİM DERGİ | 10
Zamanın unvanı kır saçım
Tal h me uzanmış düşünceler
Hüznün dokunulmazlığı tellerde
B r bahar yen lg s n karşılıyoruz
Rüyalarla yet nme bahçes nde
Evler pencerede saklı
Yüzümüz açık yaranmak ç n yarına
Bugünün devş rme vakası
Ve dünyanın kehanet b l me muhtaç
Ses m z b r ç ft kanat
Çırpınıyor göğe devr len bakışlarla
EKİM DERGİ Fotoğraf: Hat ce ODABAŞ
| 11
BİR GÜN DAHA
Öykü Levna GÜNGÖR
Ser n sular der n yalnızlıklar b r kt r yor
Güneş n ışığı hırçın dalgaları okşuyor
İşte b r gün daha b tt
Çocuklar gökyüzüne bakıp hayal kurmuyor
Aşıkların neşes caddeye s nm ş keder gölgel yor
Yuvasını arayan b r kuş dalgın bulutları selamlıyor
İşte b r gün daha b tt
Arılar b le ç çekler n yüzüne bakmıyor
En canlı ağaçlar en ruhsuz b nalara hayat vermek ç n kes l yor
En büyük hayaller en küçük engeller n kurbanı oluyor
İşte b r gün daha b tt
En yüksektek ler en alçaktak ler n ses n duymuyor
Sıcak ekmeğ n kokusu soğuk havaya karışıyor
Gecey bekleyen yıldızlar gündüze sırt çev r yor
İşte b r gün daha b tt
İçten b r gülümseme ncec kten b r yüreğ ısıtmıyor
Mav den peklerle sevg den demetler yapılıyor
Pembeden şekerlerle dem rden duvarlar yıkılıyor
İşte b r gün daha b tt
S yahın kasvet beyazın yakasını bırakmıyor
EKİM DERGİ | 12
Tozlu albümler maz y hatırlatıyor
Puslu gözler mutlu ezg ler unutturuyor
İşte b r gün daha b tt
Öfkel çığlıkların arasında neşel sözcükler duyulmuyor
Tren n camlarına yorgun bakışlar düşüyor
Gem ler lerled kçe den z şaha kalkıyor
İşte b r gün daha b tt
Mahallen n renkl b s kletler ne s m tç n n ses eşl k etm yor
Der n yalnızlıklar ser n sulara gömülüyor
Hırçın dalgalar güneş n ışığını yutuyor
İşte b r gün daha b tt
Hayaller çocukların gökyüzünü süslem yor
Fotoğraf: Nursena TOPALOĞLU
EKİM DERGİ | 13
GEÇ KALMAYIN!
Hızır İrfan ÖNDER
k/ar damarı çatladı
çağın!
çıplak uyur geceler
yıldızlar!
geç kalmayın yaşamaya,
sevmeye!
geçer akçe değ l
ölüm sonrası p şmanlık!..
kasvetl b r akşam ansızın çalar kapını
yaşam kadar gerçek olan ölüm!..
EKİM DERGİ | 14
KİRAZ HANIM
Ceren GÜLÜM
K raz seven kadın, Ha, b r de
odamın duvarlarında yet şt rd ğ n k razları
asılı ses n. toplayıp çocuklara
Zaman hâlâ verd m.
tanıştığımız günde akıyor.
K raz yet şt rd ğ n End şelenme! Ş rler
bahçende; üflemey ,
ş rler üfler,
sevg yle konuşmayı
sevg yle unutmadım.
konuşurdun.
Sen bu dünyadan Sen sadece k raz
g tt kten sonra değ l,
b r ş rler oldu bana.
Kalb m k raz ülkes ; yüreğ ş r dolu,
kalb k raz
ç nde çocuklar da
koşup duruyor, sağa yet şt rd n
sola k raz ülkes n n neşel
gülücükler saçıyorsun. çocuğu.
EKİM DERGİ | 15
BEYAZ ATLI DELİKANLI
Merve YETKİN
Bir zamanlar ne istiyorsa onu giyen bir kız vardı. Onun giyinmekten anladığı şey
öteki kızlarınkinden farklıydı, onun giyinmek dediği olayın
asıl kahramanları; çizmeler, pantolonlar, kravatlar ve gömleklerdi.
O zamanlar kızların eteklerinin altında sıkıca bağlanmış korseler ve kat kat iç
etekler giymeleri beklenirdi. Bu kıyafetlerin içinde hareket etmek bir yana
dursun nefes almak bile çok zordu. Onun annesi ve babası, onun arkadaşlarının
annesi ve babasının aksine kızlar dahi herkesin istediğini giymesi gerektiğini
düşünüyordu. Kendi kendisini yetiştirmiş bir doktor olan babası, çocukların
özellikle sıcak ve nemli yaz aylarında rahat pantolonlar veya gömleklerle çok
daha mutlu, sağlıklı olacağına inanıyordu. Kızı bu yüzden çok mutluydu, zaten
herkesin erkek kıyafeti diye tabir ettiği kıyafetleri çok seviyordu.
Yelkovan akrebi, akrep ise saatleri kovaladı zaman sular seller gibi aktı gitti.
Kızımız gözlerimizin önünde serpildi, kocaman delikanlı kız oldu. Yaşadığı
küçük kasabada herkes kıyafetleri yüzünden onu oğlan çocuğu
gibi gördü ve o şekilde davrandı. Onu uzaktan gören kimse kız demezdi, ta ki
şapkasını çıkartıp beline kadar uzanan yeni yanmış başak rengindeki o mücevher
gibi parıldayan saçlarını salındırasıya kadar. İşte o an kimse onu erkek gibi
görmez hatta göremezdi. Çünkü ruhu özgür bir ırmak gibi canlı ve parlaktı. Ona
göre üstüne giydiği şeyler sadece basit kıyafetlerden ibaretti, bu basit kıyafetler
onun cinsiyetinin, yaptığı işlerin, olduğu kişin vb. durumların önüne
geçmemeliydi, ama olmadı. Zaman ilerledi kız gittikçe güzelleşti fakat hala aynı
görüntüye sahipti ama bu sefer bir şeyler daha farklıydı, daha özenliydi.
EKİM DERGİ | 16
Önceleri giymiş olduğu gömleği ütülemek ona külfetmiş gibi gelirdi, kravatın
rengini pantolonuna uydurmak manasız ve saçma gelirdi şimdi ise ütüsüz gömlek
giymez, rengi uymayan kravat takmaz olmuştu. Kızlarının bu durumu ailesinin
gözünden kaçmadı ve babası bir gün kızını kenara çekip konuşmak istedi. Son
zamanlarda yaptığı birtakım değişikliklerin nedenini sordu. Kız ilk önce utandı
daha sonra ise babasının ısrarına dayanamayıp ona genç bir erkekle
görüştüklerini ve ona aşık olduğunu anlattı. Babası da tıpkı kızı gibi heyecanlandı
hemen çocukla görüşmek istediğini kızına belirtti.
İşler ilerliyor ve kız gittikçe
umutlanıyordu. Fakat işler
çocuğun ailesiyle aynı düzeyde
ilerlememeye başladı çünkü
oğlanın anne ve babası kızın dış
görünüşünden ötürü onu
yargılayıp hiçbir ‘genç
hanımefendinin’ böyle olmaması
gerektiğini oğullarına
söylüyorlardı. Oğlan hem
ailesinin hem de etrafındaki Fotoğraf: Selay MİRZA
insanların ona göstermiş olduğu
sert eleştirilere daha fazla dayanamayarak kıza bir mektup yazıp ondan ayrılmaya
karar verdi. Kızın bu durumu öğrenince perişan olup yataklara düşeceğini fakat
daha sonrasında hemen kendisini toparlaması gerektiğini sağlayacak bir metin
yazıp kıza gönderdi. Mektup kızın eline ulaştığında kız neler olduğunu
anlayamadı daha sonrasında mektubu açtı ve okumaya başladı, mektubun
içerişinde yazan bütün hakaret dolu tümceleri de temennileri de okudu ve daha
sonra tanrı tarafından ona bahşedilmiş olan güzel çehresinde kocaman bir
gülümseme oluşturdu bir kahkaha patlatıp kağıdı yırttı, odasından kumsalda
yürürcesine çıkıp atların olduğu bölüme geldi. İçlerinden beyaz atını seçip sırtına
atladığı gibi ait olduğu kırlara doğru yol aldı. Giderken ise aklında tek bir soru
vardı, bu insanların hayatımla ve kadın oluşumla ilgili çözemedikleri ne dertleri
vardı ve bu yüzden bedeninin bir yerlerinde artık geçmişi acıyordu, galiba.
EKİM DERGİ | 17
VÂYE
Murat AKKOYUN
Mezardan ç çek bütün umutlar
yen den yeşerecek yokluktan tılsımlar
g tmeyecek artık sevg dolu bulutlar
yağdıracak b r damla olsa da rahmet
susuz yaz akşamlarının hatrına
kervan kervan gel r candan ser nl k
ser ver r sırdan yoksun kalbe
ruhunda yüksel r ateşten gök
kuşlara mesken olmaz bu yük
yeş ll k ç nde asırlık ağaçlar
kend ne savaş açmış
ölüme meydan okumuş yapraklar
can ver r f dan yürekl tohumlara
.
EKİM DERGİ | 18
mav l kler ç nde sarhoş güneş
akşam kızıllığında kaybolur
karanlık umutlar çökene dek
gecen n ıssız karamsar yüzüne
herkes kend ç ne dem r parmaklık
yüreğ mahkeme salonu kalabalık
çözmeye çalışır kalem çoktan kırık
böyle devam edecek tozlu devran bulanık.
Alacakaranlıkta San G org o Magg ore, CLaude Monet
EKİM DERGİ | 19
EZBERLENMİŞ BİR GÜN
Hüsey n OPRUKLU
Dışarda endişeli düşünceler gibi sıkıntılı bir hava varken, ezberlenmiş
bir gün başlıyordu yine.
Gideceklerdi. Öyle yapmaları gerekiyordu. Şehir kambur olsa da
sırtlarında taşımaktan yorulmamışlardı.
Evden çıkmadan sırayla aynaya bakmaya bayılıyorlardı. Öyle yaptılar.
Bakınca sırayla aynanın içi de doluveriyordu.
Adam, kimse uyanmadan ekmek teknesini alıp şehre indi. Onu bekleyen
şehrin atıklarını iki tekerlekli arabasına dolduracaktı.
Kadın, mutfağı toplamadan öylece dağınık halde bırakıp, küçük kızını
sırtına yükleyerek çıktı evden. Her Salı aksatmadan gittiği evi
kirlerinden arındıracaktı.
Evin oğlanı en son çıktı koşarak. Her gün tezgâh açtığı işlek caddede
selpak mendilleri satacaktı.
Günle beraber şehrin içinde kayboldular bir bir.
Evde ise sesler çekilmiş, sofra bezi yerde serili, soğumuş çay bardakları
öylece yerde duruyordu. Duvarda asılı aynanın içi ise bomboştu.
Akşam oldu. Hepsi yorgun ama mutlu bir şekilde dönüyordu.
Ayna ise evin dipsiz yalnızlığında bulanık yüzüyle onları bekliyordu.
Sabahtan beri devam eden içindeki derin boşluk birazdan dolacaktı.
EKİM DERGİ | 20
Fotoğraf: Hüsey n OPRUKLU
EKİM DERGİ Fotoğraf: Hüsey n OPRUKLU
| 21
ÖZGÜR MÜYÜZ?
Mehmet Al DÜNDAR
Mahkumuz hepimiz esir
edilmiş bir zamanın içinde.
Uyanmaya mahkumuz
uyumaya mahkum olduğumuz
kadar. Çiçek bahar ayında
dalında açmaya mahkum
sonbaharda dökmeye. Bir
bilgisayarın işletim sistemi
gibidir hayat programlanmış ve
çalışmaya mahkum. Doğum ile
başlanılan online olma durumu
ölüm ile sonuçlanan offline.
Özgürlük koca bir yalandı dil
bilimcilerinin uydurduğu sekiz
harften oluşan koca bir safsata.
Oysa ne çabalar verilirdi bu
koca yalan için. Bütün hayatın
bir oksijen miktarıyken ne
Otoportre, Al ye BERGER kadar özgürsün ne kadar esir.
Neydi özgürlük Türk Dil Kurumunun yapmış olduğu tanım mı? Kendileri
bile buna inanmazken sabah sekiz akşam beş çalışıp ve bir kanuna tabi iken
bu tanım ne kadar doğru ne kadar tutarlı.
EKİM DERGİ | 22
NIJMEGEN
Ned m ÇAĞIN
Hava soğuktu sanırım daha sonra hatırlayabilmek için saate baktım, dördü
çeyrek geçiyordu. Adını bir turlu düzgün telaffuz edememenin mahcubiyeti
içinde olduğum bir yerdi. Kırmızı tuğlalı eski barok yapıların
pervazlarındaki antik Yunan figürleri ve Latince gravürlerin olduğu yüzeyler
sık döşeli kırmızı tuğlaların dik olarak döşendiği sokaklar üzerinde
yükseliyordu.
Tüm groteskliği ile derin sessizliği olan sokakların huzurunu bozan telefon
sesi -muhtemelen- arka sokaktan üzerime avına hızlıca koşmaya başlayan
bir vaşakmış gibi geliyordu. Yer yer pencerelerden ve perdelerden
kurtulmuş birkaç çehre beliyor, dışarının soğukluğuna rağmen çehrelerin o
temiz ve saf tenleri, içerisinin o davetkar sıcaklığını hissettiriyor, belki de
zamanın birinde o sıcaklığa dahil olabilme ihtimali ile teselli buluyordum.
Dondurucu soğuk ile içerideki sıcaklığı ayıran bir incecik bir cam vardı.
Birbirimizi ayıran ipince bir cam, düşle gerçeğin arasında bir incecik bir
engel. Dokunsam kırılacakmış gibi duran fakat sanki kırılınca, o dünyaya ait
olunca, parçalanacak bir mutluluk gibiydi. İşte o camlar, gerçek dünya ile
düş dünyası arasında birer yırtıkmış da sevmek için elimi uzattığımda kaçan
yavru sokak kedileri gibilerdi. Düşlerden uyanıp, adımlarımı sıklaştırıp
çıktığım meydanda kırmızı tuğlaların kenarlarının daha da sivri olduğu
binalar meydanı dolduruyordu. Modernizmin netliği karşısında hissettiğim
yapay soğuk beni tekrar ara sokaklara yönlendirdi.Sokağa
girdiğimde zeminin evlerin kapısı ile ayni yüksekliğinde olması nedeniyle
sanki doğanın tüm aşırılıklarını doğuyla paylaşması karşısında hayretimi
gizleyemediğimi hatırlıyorum.
EKİM DERGİ | 23
Havanın soğukluğunu, yanaklarımdan boynuma doğru sızdığını
hissediyordum. Ellerimi ceplerime her soktuğumda hissettiğim kumaşın
pürüzlü deriye sürtünme hissiyle buranın parçası olmadığımı sadece o an
orada olan bir yabancı olduğumu kendi yüzüme haykırıp anın büyüsüne
kapılmamaya çalışıyordum. Ana caddeye dönerken gökyüzünün maviliğini ve
güneşinde dönmesiyle
birlikte kırmızı tuğlalı
binaların yansımasını
gördüğüm
pencerelerden
gözümü
alamıyordum. Ara
sokağa girmeden önce
arkama baktığımda
tüm kırmızı çatılı
binalardan daha
yüksekte bulunan The Valkhof n N jmegen, Jan Van GOYEN
kilisenin kulesindeki yeşil zemin üstüne yapılmış üzerine güneş vurunca
altın sarisi parlayan saat ve hafifçe dönen demir horoz net bir şekilde
görülebiliyordu.
Ana caddeye tekrar çıktığımda kilisenin kulesindeki saatin altın sarisi akrep
ve yelkovanının yansımasını değen herkesi sanki bir derebeyinin kölelerini
damgalamak için kor haline getirdiği demiri omuza batırıyormuşçasına
damgalıyordu. Ey faniler diyordu, efendinizin kim olduğunu unutmayın…
Bu boşlukta asılı kalan yerde zaman herkese eşit davranıyordu. Kilisenin
tepesindeki saate bakarken bir arkadaşımın söylediği sözü hatırladım; “Saat;
zamanının kelepçesidir.”. Hava hızlıca karardı ve bir yerlerde oturup
dinlenmeye ve gördüklerimi düşünmeye ihtiyacım vardı. Sarı lambaların
masalara çok yakın olduğu ve masalarında dalgalanan mumların camlardan
yansıdığı vitrin önündeki masalardan birine oturup sanki orada olmayı
EKİM DERGİ | 24
mesaiden saymaya tenezzül etmeyen garsonları beklemeye başladım.
Çevirmeye zahmet etmedikleri menüden yemekleri seçtikten sonra
isimlerini çevirmeye zahmet etmedikleri yemeklerin güzelliği ve
umursamaz tavırlarını, mükemmeliyetlerini, karşı konulamaz gerçekliklerini
tamamlayabilmek için yalnızca kâğıt -gerçek- para kullandıklarını
söylemeleri yetmişti. Karnım doyduktan sonra hızlıca oradan ayrılıp
akşamın geri kalanını geçirebileceğim bir yerler aramaya koyulmuştum.
Yine ara sokakların birinde isim vermeye gerek duyulmayan bir yere ani bir
kararla, birazda hiddetle girdim. Çıkardığım sesten buranın acemisi
olduğum anlaşılmasına rağmen kimse kafasını kaldırıp bakmaya tenezzül
etmemişti bile.
Masalardan birine oturup boğazımdan içimi ısıtan bir şeyler geçmesinin
sevincini yaşıyordum. Nihayet rahatlayıp düşüncelerimi kendimden alıp
etrafıma bakınmaya başladım. Dünya’nın bir kenarında, büyük sularından
birinin kenarında, gelen gecenin kafasını çevirip bakmaya tenezzül
etmeyeceği, içeride bulunanların hatta çalışanlarının bile burada olmak
istemeyeceği bir yerde, bir tabure üzerinde, tanıdığım hiçbir insanın daha
önce dinlemediği bir müzik eşliğinde, tanıdığım hiçbir insanın izlemediğine
emin olduğum bir TV kanalını göz ucuyla izleyip yine tanıdığım hiçbir
insanın içtiğini düşünmediğim yerel bir içkiyi içerken, tanıdığım hiçbir
insana ve özellikle kadına benzemeyen seni düşünüyorum. Kapıdan içeriye
adımını atmanı izliyorum. Kapıdan giren kişinin dönülüp bakmaya tenezzül
edilmediği yerde tüm atmosferi değiştirebilme gücünü düşünüyorum.
Burada olsaydın tüm bu umursamazlık içinde büyülenmiş insanlar olarak
yataklarına dönen yalnızlar olarak, uyumadan önce hatırlayacağımız sadece
güzelliğin olurdu ve bize birazdan geçeceğini bildiğimiz ama yine de anın
muhteşemliği karşısında kendimizi kaybettiğimiz o anlar için, yatağımızın
karşısında dikilen o yalnızlık anıtı gibi duran tavana gülümser şekilde
uyuyacağımız bir gece sunacaktın. Varlığının yaydığı neşeyle kendimizi
avutacak, gözlerinde cenneti görebilecektik.
EKİM DERGİ | 25
Yalnızca benimle konuştuğunda yıllardır anlaşılamamış bir dilin aniden
çözülmesi gibi ya da alfabenin otuzuncu harfi bulunmuş ve kelimelerin
gerçekten de duyguları yansıtabildiği bir gerçekliği sadece ben
duyabilirmişim gibi geliyor ve bana dokunduğunda mesela bir şeyler
anlatırken sanki yeterince etkileyici değilmişsin gibi sanki tüm dikkatimle
dinlememe lüksüne ya da cüretine sahipmişim gibi dikkatimi çekmek için
elinle dokunduğunda, tüm evrenin bir karadelik tarafından yutulduğu bir
gerçeklik yarattığını bilmiyormuş gibi dokunduğunda, tüm dünya gibi ben
de bir anda tuzla buz olan cam parçaları gibi tüm benliğimi dünyanın geri
kalanıyla birlikte yerde ama ayni anda fiziksel olan bu çöküşün tam tersi
bicimde tanrısal bir yükseklikte buluyorum kendimi. Yarattığın gerçeklikle
bulunduğum yüzeysellik ikliminin buzulları eriyor deniz seviyesi
yükseliyor ve ben de diğer herkesle beraber denizinde boğuluyorum. Geriye
sadece gerçekliğine kimsenin itiraz edemeyeceği varlığına itiraz
edilemeyecek büyüklükte doğanın üzerinde tüm gücünü sınayıp sonuç
alamayacağı bir bicimde her şeye ve herkese rağmen olmaya devam
edebilen, korkunç bir dayanaklıkla durabilen bir kütle kalıyor.
Hayal bulutları dağılınca, gerçekle düş arasındaki cam yine beliriyor, yine
gerçeğin keskin ve çirkin görüntüsüyle baş başa kalıyorum. Saydam bir
yüzeydeki yansımama bakıyorum. Yerimden kalkıp kendimi tekrar dışarıya
atıyorum.
Ahşap kaplamaların sarı ışığı yansıttıkları sokağa doğru ilerlerken suratıma
vuran hafif soğuk, tüm bunların hatırlamak istemeyeceğim kadar gerçek
olduğunu hatırlatmıştı.
EKİM DERGİ | 26
EKİM DERGİ
YAZI- ŞİİR- ÇİZİM- @ekimdergi
FOTOĞRAF @ekimdergi
GÖNDERİMLERİNİZ İÇİN
[email protected]
GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ
İÇİN
[email protected]