The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.
Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by Ekim Dergi, 2023-12-23 13:05:17

Ekim Dergi Aralık-Ocak 2023/24

Ekim Dergi

E KÜLTÜR, S K ANAT VE E İ DEBİ M YAT DERGİSİ ARALIK-OCAK 2023/24 HAKAN YAKICI - HEYBET AKDOĞAN - MİRAY ÇORA - GİZEM ÇOLAK GÜLESSER ÖZLÜ - BURHAN ŞEHİT - BARAN DÜZGÜN - YUNUS ALKAN HEDİYE TURAN - DURU GÜNGÖR - AHMET BAHADIR ÇITIR - MEHMET ÖZKAYA ANIL FIRAT TOSUN - ŞEVVAL ÖZDEMİR - ÖZNUR KEŞÇİ KARS - İLHAN DALLIAĞ - ELİF ERGİN HELİN YARDIMCI - BEYZA GAZEL - YAHYA ASLAN - R’ULAŞ KARAKUŞ SAYI 15


Önünden geçiyorsun, geçiyorsun ve Gölgeler terk ediyor mağarayı peşin sıra. 58 model bir şavrolenin ışıkları da ne ışık ama Oynaşıyor yoksul gecekonduların sıvasız duvarlarında. Sevişmeye duruyor nasırlı eller, iri memeler, etli dudaklar 3, 2, 1 ve yaşlı bir kalp duruyor arka mahallede. Devriliyor uzak tarihlerde kadim bir uygarlık, Terli bedenler devriliyor üst üste serin çarşaflarda. “Ahmet’e de ayırın bir lokma.” diyor, yaşlı anası acınarak. Bir somun ayrılıyor ortadan, sağ ve sol elin adaletiyle. Afrika Asya’dan ayrılıyor, Avrupa Antarktika’dan, Amerika insanlıktan, Che Guevara ayrılıyor dünyadan. Zenci yüklü, ipek yüklü, Altın yüklü gemiler geçiyor, Kıtaların yutkunan dar boğazlarından. Anne üzgün, Ahmet insan irisi, doymaz bir parça somunlan. Bir Rus romancı kaleminin eğleştiği istasyondan Belki Petersburg’dan, belki Moskova’dan, Puşkin’den Çehov’dan, Fyodor’dan ama mutlaka Tolstoy’dan, Demirin demire freni, bir sürtünme katsayısı, bir çığlık, Ama keskin bir çığlık yükseliyor, Anna Karenina sayfalarından. Fatihti, savaşmıştı, kan dökmüş, kazanmıştı Fakat uyandı ilk buyruğunu bile veremeden rüyasından. İntikam soğuk aş, tüp bitmiş, tencere boş, Ahmet insan irisi, Ana üzgün, ana çileli, düşünceli, ana ağlamsı Bu sabah düşürülmüş somunun gramajı, zamlanmış üstelik Cep delik, don delik, haysiyet delik, onur delik, akıl delik, Paltosu rehincide Raskolnikov’un, mintanı delik. Üşür yürür, yürür üşür saman pazarında. Düşer kalkar, düşer kalkar, düşer kalkar, düşer, düşer.. Kalkar yürür, kalkar yürür, kalkar yürür, yürür umut, El yordamı, zifiri, dipsiz karanlıklarda. Gölgeler Hakan Yakıcı EKİM DERGİ 1


Şiirlerini yazarken bir şairin gözünden değil, bir anlatıcının gözünden kaleme aldı. En güzel şiirleri, poetikasına aykırı bulduğu şiirlerdi. Şiirlerini dışa dönük bakış açısıyla yazdı. Sıradan halk tabakasından kendisini hiç ayırmayan ve şiirlerini bu üslûpla ele alan şair, öykücü ve çevirmendi. Günlük yaşamı hiçbir zaman edebiyatçı kimliğiyle çatışmadı. Halk gibi yaşadı, halkın günlüklerini eserlerine aktardı. Şiirlerinde bir öykücü olduğu için hikâyelerden izler bulunduğuna şahit oluruz. Cumhuriyet Devri Türk şiirinde, değişimin devrim olarak nitelendirildiği bir dönemin şairi ve şiir aşamasında Garip akımı'nın kurucu isimlerinden birisiydi Orhan Veli Kanık. Şairliğinin ilk dönemlerinde hece ölçüsüyle yazan, kafiye ve redife önem veren şiirler ortaya koydu. Ancak edebi dünyasında Garip akımını ilke edindikten sonra şiirde biçim, kafiye ve uyak gibi unsurları tasfiye ederek şiirde anlamı önceleyen şiir görüşünü benimsedi. Orhan Veli şiirde benimsediği bu anlayışıyla birçok şair ve şiir eleştirmenleri tarafından beğenilmese de Orhan Veli'nin şiirde anlamı önceleyen şiir anlayışını önemsemesi, şiiri halkın anlamasını istemesinden kaynaklanmaktaydı. Özellikle Osmanlı'nın son dönem şairleri tarafından kabul görmeyen Orhan Veli, "Saray Edebiyatı" olarak hakimiyetini koruyan şiir akımına ve "şairaneliğe" karşıydı. Şiiri her seviyeden insanın anlamasını istiyordu. Şair ve öykücü olan Kanık, eserlerinde sıradan insanlarını yoksulluğunu ve sınıfsal eşitsizliği konu edindi. Sınıfsal olguları ciddiye alan Cumhuriyet Dönemi edebiyatçımız, insanların hayata olan bakış açılarını, sahip oldukları metalar ve üretim biçimleriyle değerlendiriyordu. Özneden topluma yönelen Orhan Veli'nin bu bakış açısından dolayı, eserleri toplumsal nitelikler taşımaktadır. Benim en çok sevdiğim "Galata Köprüsü ve Sucunun Türküsü" adlı eserleri; özneden topluma yönelen edebiyatçımızın, toplumsal nitelikleri yoğun işlediği yapıtlarından sadece iki örnektir. Edebiyatçımız şiir ve öykülerinde imgesiz bir dil kullanmaya özen gösterdi. Bununla birlikte toplumsal sorunlara mizahi bir dille yaklaştı. Orhan Veli Kanık eserlerinde sade bir dil kullansa da hikâyelerinde derin anlamlara sahip olan anlatım tekniği, sınıfsal problemleri ve mevcut düzeni hedef almaktadır. Şiir ve öykülerinde İstanbul sokaklarını, meyhanelerini, lokantalarını ve boğazını mekân olarak işleyen Orhan Veli, ele aldığı mekânlarda kendi biyografisini de okuyucuya aktarmaktadır. Gerçekçiliği toplumcu bir perspektifle değerlendiren ve sanat eserlerinin toplumdan izler taşıması gerektiğini savunan Orhan Veli, bu bakımdan divan şiirine karşıt bir tutum almıştır. Dolayısıyla şairimiz bir sanatçının gerçekliği, kendi algılama süzgecinden yalnızca toplumcu gerçekçilik bilinciyle yansıtması gerektiğini dile getirmiştir. Orhan Veli Kanık, sanatın ve sanatçının güzelliği değil, gerçekçiliği görmesini ve temsil etmesi gerektiğini benimsemiştir. Bir Garip Orhan Veli Heybet Akdoğan EKİM DERGİ 2


Cumhuriyet Dönemi şairleri arasında, Nazım Hikmet'ten sonra yeni bir devrim yaptığı iddia edilen Orhan Veli, birçok Cumhuriyet Dönemi şairinin gözünde, şiirde yeni bir sıçrama ve yeni bir soluk olarak biliniyor. Bu görüşe katılmakla birlikte seçkin edebiyatçımızın, 'edebiyatın sadece edebiyat yapmaktan' ibaret olmadığını bizlere anlatan yazar olduğu üzerinde uzlaşılmış ortak yargıdır. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında modernist bir akımı geliştiren şairimiz, şiirleriyle edebiyat dünyamızda büyük tartışmalara yol açmıştır. Akıcı ve anlaşılır şiirleri bazı şairlerimiz tarafından alelade olarak görülse de Orhan Veli'nin o güne dek şiirde yer almamış olan kavramları şiire alması ve alışılagelmiş kalıp ve yaklaşımları şiirde taklitçilik olarak nitelemesi, edebiyat dünyamızda henüz alışılmamış bir gelişimin dönüm noktasıydı. Orhan Veli ve Garip akımının diğer temsilcileri, gerçekliği içinde yaşanılan hayat ile özdeşleştirmişlerdir. Bu nedenle Garipçiler için gerçeklik, insanı kapsayan sosyal olgudur. Buna bir bakımdan sanatın nesnel gerçekliğe karşı sorumluluğu da diyebiliriz. Garipçiler içinde bilhassa Kanık'a göre insanın gerçekliği, toplumsal gerçekçilik sorgulanarak sanata mal olmalıdır. Orhan Veli Kanık'ın edebiyat dünyasında sanatın göreceliği üzerine düşünceleri de mevcuttur. Bu açıdan Garip şairimiz için sanatçı, sorgulayıcı olmalıdır. Edebiyat dünyamızda bu fikriyle gelenekselciliğin kalıplarını kırmak isteyen Kanık, sanatta gerçekçiliğin; yaratıcılığı köklerinden koparmamak kaydıyla gelişebileceğini ileri sürmüştür. Eserleriyle yaşayan edebiyatçımız için gerçekçiliği ifade eden kelimeler "şey"’lere tekabül etmektedir. Ve bu "şey"’lerin uğrayacağı anlam odağı ise gerçekle buluşmaktadır. Şiirde Garip akımı, Orhan Veli ile birlikte öz şiir anlayışı başta olmak üzere, kendisinden önceki poetikaları, yeniden ele alıp bir dönüşüme uğratarak parodi etmiştir. Poetik tarzındaki bu şiirler, biçimsel olarak Garip akımında vücut bulmuştur. EKİM DERGİ 3 Kanık'ın, dönemin şairleri tarafından ilk başlarda çok eleştirilmesinin nedeni buydu. Orhan Veli, Türk edebiyatında sadece öykü ve şiirle ilgilenmemiştir. Yazarımız hayatının erken yaşlarında tiyatro eserleri yazmakla birlikte, çeşitli tiyatro oyunlarında sahne dahi almıştır. Ölümünün yıl dönümünde anımsadığımız Orhan Veli, şiiri ve öyküyü toplumsallaştıran edebiyatçılarımızdandır. Şiirde klişeleşmiş temaların dışına çıkarak şiirlerine; sokakları, balıkçıları, hayvanları ve unutulan kent insanlarını konu edinerek sanatıyla içselleştiren "Bir Garip Orhan Veli", Türk edebiyatında toplum ve dil ayrılmazlığına inanarak sanatta silinmez bir iz bıraktı.


Edebiyatımızda sadece söz ve anlam sanatlarını değil, şiirin arka planını oluşturan bilgi kuramını ve kültürel yapıyı da eleştiren Kanık ve Garip hareketi, çoğunluğu ele alarak, hayatın içinde canlı olan alt kültürü edebiyata taşıyarak, gelenekselliğin ruhundan kurtulmayı amaçladılar. Kendileri için emekçinin, halkın ve sokağın, sanatı ayakta tutabileceklerine inanan Garipçiler; sanatı ve edebiyatı sosyal maharetleri olan işlevler olarak gördüler. Garipçilerle birlikte poetik yazılarda, sanatı toplumsal bir olgu olarak değerlendiren cumhuriyetin ilk dönem şairlerinden biri olan Orhan Veli, topluma sınıfsal duyarlılıkla yaklaşıp edebi eserlerini bu öncelikle yazmıştır. Ayrıca bir sanatçının her zaman toplumun geniş kesimlerine ulaşmasını isteyen Orhan Veli Kanık, toplumun en geniş kesimlerine erişmeyi başarmıştır. Zaten bu sebeple eserleri hâlâ ilk baskılarındaki heyecan ve ilgiyle okunmaya devam ediyor. Halkın edebiyatçısı (anlatıcısı) ve şiir dünyamızın önemli yapı taşlarından biri olan Orhan Veli'yi saygıyla yâd ediyorum. EKİM DERGİ 4


Atın koşturması durmaz yerle gök arasında Ayın karanlığını toprak yazar iğneleriyle çamların Çürümeden zamanın nemli mezarında Kerpiçten evlerin duvarından saatler akmakta Şimdi bu evden çıkar dördün kalanı Şimdi bir savaşıdır göğün zamanla Şimdi saniyenin adımları duyulur yalnızca Günlerin getirdiği yoklukta bir kızıl ışık yanmakta Varoşlardan yükselmekte ayla kavuşmakta Kana kana zamanın boşluğunda Yarım düşmüş aya ellerinden içirmekte Yarım düşmüş mehtabını Boşluk Miray Çora EKİM DERGİ 5


30 Nisan 1949 doğumlu olan Selim İleri, edebiyatımızın yapı taşlarındandır. Kuşkusuz bunun nedenlerinden biri, İleri’nin daha lise çağlarındayken başlayan edebiyat ilgisidir. Kafka’yı Türkçeye kazandıran Fransızca öğretmeni edebiyatçı Vedat Günyol ve yine edebiyat öğretmeni Rauf Mutluay’ın yazarın hayatında oldukça etkisi vardır. Selim İleri, lise döneminde birçok Türk ve yabancı sanatçının eserini okuyarak edebiyat dışındaki her şeye yabancılaşır. Yazar, zamanla edebiyatı yaşamın kendisi olarak görmeye başlar. Bunu kaleme aldığı eserlerdeki bilinç akışı tekniğiyle de bağdaştırmak mümkündür. Kahramanların iç dünyalarında olup bitenleri, düşünceleri, duyguları anlatmaya yarayan modern yöntemlerden biri olan bilinç akışı tekniğiyle kahraman öne çıkarılır. Selim İleri belki de bu yöntemi kullanarak bireyin iç dünyasından yola çıkıp içinde bulunduğu dönemi, yaşamsal şartları da içinde barındırarak gelişen yalnızlık, yabancılaşma, cinsellik, aşk, sosyal eşitsizlik gibi bariz durumları kendine özgü bir duyarlılıkla işler. Saydığımız bu tüm duygu ve durumlar, İleri’nin yaşamının 40. yılında kaleme aldığı “Hepsi Alev” romanında barınıyor demek yanlış olmayacaktır. Kitap, bir dönemde kendisine “güçlü kadın” sıfatı addedilecek kadar dönemine damga vuran İrene’nin yaşamını konu almaktadır. İrene’nin ağzından, yaşadığı zaman dilimini çalkantılı bir biçimde, bilinç akışı yöntemine şiirsel bir hava katarak kaleme almıştır yazar. Saraya atıldığında sefil bir kız çocuğu olan İrene’nin imparatorla evlendirilmesi gelecekte bürüneceği kişiliğe ilk adımdır. Sarayda İrene’nin kayınpederi tarafından uğradığı cinsel tacizler ile cinselliği tanıması, çocukluktan erişkinliğe doğru evrilirken çevresinde olan bitenin farkına ve yine çevresindeki entrikalar dolayısıyla oluşan duygu durum karmaşası, İrene iktidara gelince kişiliğinde iki uç noktanın oluştuğu gözlemlenebilir. İktidara geldikten sonra kendinden önceki yöneticilerin kararlarına ve yaptıklarına tamamen karşıt olacak şekilde sarsıcı değişiklikler getirir. Kahramanın bu esnada yaşadığı zorlukları, dinî ve belki de felsefî denilebilecek metaforlar kullanarak aktardığı gözler önündedir. Kitabın bazı kısımlarında İrene’nin benzer durumlar karşısında verdiği tepkiler kişilik bozukluğu olarak psikolojiyle de ilgilendirilebilir. Bu denli zor bir yaşantı sürdürdükten sonra iktidarını kaybedip sürgün edilen İrene nihayet kendisiyle yüzleşecek zamanı bulur. Karşıt görüşlülerle mücadelesini, içinde yaşadığı hesaplaşmayı, ruhundaki çalkantıyı, pişmanlıklarını ve hissettiğini düşündüğüm derin ızdırabı şahane bir biçimde, okuyucuya o duyguları geçirerek anlatır yazar. Bu nitelikler sıralandığında modern edebiyat için oldukça değerli bir şahsiyettir Selim İleri. Selim İleri ve Hepsi Alev Romanı Üzerine Gülesser Özlü EKİM DERGİ 6


Karanlıktır, yürürsün Salkım saçak yıldızlar parlar gökte Ellerin cebinde üşümüşsündür Akşam sözleri çoğalan evlerin Loş pencerelerinde gezinir gözlerin Yağmurlu bir türkü ıslatır geçmişini Sanki hiç yağmamış gibi Aklını çelen küçük şeyler Silinmiştir hatıra defterinden Patlayan bir kahkahadan kurtulmuş Anason kokulu rüzgâr yanından geçer İçini burkar zaman Kimbilir? Kaç mevsim öncesiydi? Dersin Ya da kaç kırılış mevsim öncesi Yüklenir omzuna taşlı başın Gri bulutlar geçer altından ayaklarının Cami avlusunda ağlayan bebeğin Hıçkırığına benzer sesin Kurtuluş ümidini hiç düşünmezsin Ağlayışıdır sadece kalbini acıtan Sabah başka çiçekler ekilecek gökyüzüne Bilmezsin! Kıyına ulaşmamış dalgalar vardır Sesleri gelir uzaktan Tuzunu koklayamazsın Dersin Burhan Şehit EKİM DERGİ 7 Soluğuna bir meltem pusu kurar İyiliğin yedek akçesinden Parasını ödediğin çiçeğin Satın alınmış hürriyetine benzer Yürüdüğün tüm sokaklar Bir yere varmaz, bir yere ulaşamazsın Gülen gözlerinin ardında Acılar yıkanır göz pınarlarında Ağlayamazsın Korkuluklar bekler gülümseyiş kuşlarını Konmaz içindeki arzunun toprağına Fragmanlarını bile düşlersin Tadımlık mutluluklar gibi Aklındaki kara çalılık Dolanır ayağına, ayağına Ellerin biçilir soğuk çelik ile Damarların ayaza keser Ağustos sıcağında Ağlar nemlenmiş kalbin Küf kokan ağıtlarında menzillerin Yolculuklar sana varmaz hiç Kışın üşüyen tarafı sırtına yapışır Omurgan olduğunu anlarsın sızlayan yerin


EKİM DERGİ 8 İnsansın sen! İnsan Yıkılanı bilirsin, yıkanı da Sevimli bir oyun bahçesinde Oynayan kedi sevincini bilirsin Öpüşlerin memleketsizliğini de Uçup giden mutsuzlukları Bilirsin en acı saf tutuşları Ve mutluluğun pür telâşlarını Başlangıçların sonunu Sonların başlangıcını bilirsin Bekleyenin ve beklenenin umudunu Hiç umulmayanın sırra kadem basışını Çürüyen iç çekişleri bilirsin Bilirsin hepsini Uzaktan, hiç bilmediğin uzaktan Hâlâ öğrenmemiş olduğun bir sesle belki Bir anımsayışla duyarsın Sana seslenen canlanışın sesini "Nefesini tut" der "Buradaki havayı Senin yerine içime çekeyim" Çek! Çek içine orada kalayım dersin... Baran Düzgün


1. Bölüm Yine zamların konuşulduğu, insanların isyanlar edip küfürler savurduğu bir iş günündeydik. Birçok işçi benim gibi safça yeni zam oranını tartışıyor; memurla, kolluk kuvvetleriyle kendi maaşlarını kıyaslıyordu. Yakın dostum Anıl ise yere çömelmiş ağalar gibi zevkle sigara içiyordu. Bazı günler sigarayı bıraktığıma isyan ediyordum. İstediğin için bırakmadın ki zorunda kaldın, bıraktığın diğer her şey gibi. Biliyorum ama bazen kendini kandırmak güzeldir. Aptallıktır. Güzeldir dedim. “Ne lan bu keyif?” Anıl sırıttı, o her zaman sırıtırdı. Hayatta başına ne gelse önceden biliyormuş gibi bir hali vardı. “Ne olmuş ki sürekli aynı terane. Bu patron bize yalatır koparmaz. Yormayın kendinizi.” dedi. Söyledikleri ne kadar doğru olsa da beni sinir etmişti. “Puşt iki dakika şurada rahatlayacağız, ne bozuyorsun!” diye bağırdım. Anıl sigara uzattı. Elimin tersiyle ittim. Korna sesi geldi, mesai başlamıştı. Herkes koşturarak makinelerin başına geçti. Sen de herkes gibi... Tabii, ne olacaktı! Kesici makinenin başında, yeni çıkardığımız masaların ayaklarını keserken aklımda bin bir türlü sorun vardı. Oğlanı yazdıracağım kursun ücreti, ev kirasına gelecek zam hepsi birbirine bağlı ilmik gibi kafamın içinde, tomak olmuş yuvarlanıyordu. Düşünerek tüm bunları çözemezsin biliyorsun değil mi? Biliyorum ama biliyor olmak yol göstermiyor. Evet, cesur olmak gerek. Ben cesurum. Yeterince değilsin demek ki. O sırada bir çığlık yankılandı fabrikanın içinde. Kafamı kaldırıp çığlığın geldiği yöne baktım. Ahmet Usta elini kesme makinesine kaptırmıştı. İnsanlar başına üşüşmüş, kimisi yardım ediyor kimisi acıyan gözlerle olup biteni izliyordu. 2. Bölüm Güneş her zamanki gibi yine ilk bizim odaya vurmuştu. Gözlerimi açıp yanı başıma baktığımda hanım yoktu. Bir süre sonra aceleyle odaya girdi. Dolaptan kıyafet aramaya başladı. “Kalk haydi, geç kalma. Ev sahibi geldi, seni sordu. Haberin olsun.” Yataktan tüm sorumlulukları sırtlayarak kalktım. Hanım tekrar odaya girdi, çıktı. “Oğlan soruyor eğitim işini.” Bir İşçi Yunus Alkan EKİM DERGİ 9


10 EKİM DERGİ Düşünceli bir şekilde kafa salladım. Eşim göz devirdi. Sanayiye giden yol benim gibi boynu aşağıda, düşünceli kafalarla doluydu. Fabrikaya yaklaşınca birçok işçinin kapının önünde olduğunu fark ettim. Koşar adım yanlarına gittiğimde herkes sinirli bir şekilde birbirine laf anlatmaya çalışıyordu. Anıl yanıma geldi. “Patron bize yüzde yirmi, memurlarına yüzde kırk beş vermiş.” dedi. “Memur kim la?” “Asma kattaki evrak işlerine bakan kadınlara falan…” İşçilerden biri bağırarak: “Onlar bizden fazla mı çalışıyor?” Başka işçi: “Onlar olmasa malı nasıl satacan?” “Saçma sapan konuşmayın, biz olmasak hangi malı satacaklar?” “Gider konuşuruz alırız elbet bir sonuç, az sakin.” İşçiler kendi arasında tartışarak fabrikaya girdiler. Ben korna sesi çalmadan binadan içeri girmezdim. Bir köşede oturup öylece bekledim. İşte senin hayata karşı yaptığın bu darbeler yıkacak onları. Kes sesini ve biraz huzur ver. Huzur istiyorsan hak etmen lazım. Ne yapabilirim tek bir insanım ben. Tek bir insan birçok şeyi değiştirebilir. En azından kendi hayatını. Korna sesi çaldı, ağır adımlarla içeri girdim. Öğlen olduğunda fabrikadaki şefler işçilerin zam konusunda patronun katı olduğunu bildirince bütün suratlar düştü. İçimden ev sahibiyle olan konuşurken daha sert olmaya çalışıyordum ama sert halim bile onu ikna etmeye yetmiyordu. Yemek salonuna gittiğimde birkaç usta oturmuş yemek yiyor, kendi aralarında sessizce bir şey konuşuyordu. Salonun köşesindeki masaya oturdum ve tatsız tuzsuz yemekleri yemeye başladım. Anıl şarkı söyleyerek salona girdi, yanıma oturdu. “Kaç gün oldu, Ahmet’ten haber yok mu?” diye sordu. “Ne bileyim lan ben, işim başımdan aşkın onu mu düşüncem!” “Hayırdır?” diye sordu. “Aynı şeyler… Oğlanın kursu, ev kirasına gelecek zam, soğan, patates… Sorduğun soru mu?” Anıl bir süre sustu, ne diyecekti ki onun da benden farkı yoktu. Aslında buradaki kimsenin birbirinden farkı yoktu sadece savuma mekanizmalarımız değişiklik gösteriyordu. Aynı renkte ve tatta yüz elmanın birbirinden farkı var mıdır? Yoktur herhalde. Olsa ne olur? Farklı olan değerli olur. Anıl yan masada oturan işçilere bağırarak: “Haber var mı Ahmet’ten?” diye sordu. “Var var. Durumu iyi ama iki parmak gitmiş.” dedi umursamaz bir şekilde. “Kötü olmuş be.” dedi Anıl. “Ne kötüsü be! Patron vicdan yapmış, oturduğu evi almış buna, daha çalışamayacak diye de ofiste masa işi bile verecekmiş diyorlar.” “Ciddi misin la?” “He la, her işte hayır vardır işte.” “Yok be oğlum bizimki dava açsa daha fazlasını alırdı.”


11 EKİM DERGİ “Nereye alıyor la bu patron günahını vermez.” “Sen ne anlarsın haktan hukuktan!” diye sitem etti usta, salondan ayrıldı. Anıl ile bakıştık bir süre. Ahmet’e bak sen, dedim içimden. İşini doğru yapmadığı için parmakları kopacak, hayatı dönecek. Var mı böyle bir dünya? Ne dünyalar var bir bilsen. Benimki bana yetiyor sağ ol. Senin bu durmak sevdan beni öldürecek sonunda. Akşam mahalleye gittiğimde birçok insan, Ahmet’in evine, ziyarete gidiyordu. Bazıları geçmiş olsun yerine, hayırlı olsun bile diyordu. Babam hayatta olsa şu Ahmet kadar olamadın der beni sinir ederdi. Gerçi babam ölmüştü ama düşünceleri içimde yaşıyordu, istemesem de. Ahmet’in evine girmeden kendi evimin yolunu tuttum. 3. Bölüm Ne kadar az da olsa zamlı maaşları alacağımız gün ben dahil herkesin keyfi yerindeydi. Ta ki Ahmet Ustanın ofis katında çalışmaya başladığını duyana kadar. Birçok kişi ondan bahsedip takdir ediyordu. Oysa işini doğru yapamamış parmaklarını kaptırmıştı. Ne olursa olsun şimdi senden üstün ve keyif içinde. O nereden benden üstün oluyormuş, çekecek hayatı boyunca parmaklarının eksikliğini. Pek zannetmiyorum. Görevim olmamasına rağmen öğlene doğru ofis katına gelen bir kargoyu götürmeye çıktım. Ahmet Usta girişte masa başına oturmuş, önünde bilgisayar bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Beni görünce elini uzattı. Kargoyu verdim, nefretle gözlerinin içine bakıyordum. “Hayırdır ne oldu?” diye sordu. “Geçmiş olsun demeye geldim.” dedim. “Geçti gitti, sağ olsun.” Bir süre daha kendisini incelediğimi fark edince, kafasını kaldırdı. “Ne oldu?” diye sordu. “Sen bilgisayar kullanmayı biliyor muydun?” diye sordum. Ahmet Usta gülümsedi, üstten bakan bir edayla: “Kızlar sağ olsun, öğretiyorlar. Ben de onlara yardımcı oluyorum.” dedi. Gülümsedim nazikçe. Ahmet Usta bilgisayar ekranına bakmaya devam etti. Odadan ne kadar çıkmam gerekse de burada kalıp onu rahatsız etmek istiyordum. Muhasebeci Ayşe geldi, bana baktı. Ahmet o anı fark edince. “Haydi usta, işinin başına.” dedi. “Tamam, usta.” dedim ve odadan çıktım. Anıl beni asma kattan inerken gördü. “Ne oldu la?”


12 EKİM DERGİ “Yok bir şey, piç Ahmet keyif yapıyor, oh.” dedim. Anıl beni kolumdan tuttu fabrikanın arka bahçesine çıkardı. Sigara yaktı bana da uzattı. Sigaradan birkaç fırt çektim ve ona geri uzattım. “Hayatta bazı gerçekleri kabul etmek lazım.” dedi. “Bir sus la, bir sus zaten kafamın içi kazan. Ne gerçeği ne kabulü, adam hata yapıyor karşılığına bak… Biz de sabah, akşam uğraşalım. Biz piç miyiz?” diye çıkıştım ona. Bir ay olmamıştı ki Ahmet patronun bir numaralı adamı, ofis çalışanı olmuştu. Yüz versek bizim de baş ustamız olacaktı. Onu her gördüğümde boğasım geliyordu. Onu boğman sana bir şey kazandırmaz. Ya ne kazandırır? Kendine bir yol bulmalısın, tıpkı onun gibi. Ben yolumu biliyorum. Biliyorsan ne duruyorsun yoksa korkak mısın? Ne korkağı, korkarak geldik bu hallere baksana iş bilmez adamlar rütbe taktı bize gelince işçilik. O zaman… Bir gün Ahmet; kadınlarla beraber fabrikanın içinde dolaşıyor, ustalara işlerin biriktiğini haber veriyor, çabuk olmalarını söylüyordu. Yanıma yaklaştı “Usta, ayakların hızlanması lazım. Yoksa bu ay işimiz zor, ona göre.” dedi. O an yutkundum. Ahmet Usta gülümseyip yanımdan uzaklaştı. Bir süre sinirden elimin titremesinin geçmesini bekledim. Önümdeki makineye döndüm ve parmaklarıma baktım. Dişlerimi sıktım ve elimi makineye uzattım, çığlığımla bütün fabrika yankılanırken kan, zemini kırmızıya boyuyordu.


Hangi yaşantının izleri durur simanda bilmiyorum. Kaç gönül kalmışlığın gömülü için kenarlarında? Hangi aşkın yarım kalmışlığını taşıyorsun güneş temalı bayrakların arkasında. Zihnin derinliklerinde sancıyan sevdalarına ant içiyor saçlarındaki aklar. Tarihi geçmiş özlemlerin pranga izleri var bileklerinde. Göz bebeklerinden film şeridi gibi geçiyor ideolojilerin çapraz ateşinde kalışın. Sonra kendini buluşun, hiç dinmeyecek yaşın Şehrin tüm sokaklarında aranıyorsun. Tüm köşe başlarında seni soruyorlar aşktan ve savaştan bihaber çocuklara. Bir anı defterinde geçmeyecek adın biliyorum ama ben sana amansızca mısralar yazıyorum. Tanrılar ve diktatörler yasaklasada seni dinsiz ve anarşistim seni yazabilmek adına. Anarşist Hediye Turan EKİM DERGİ 13


Korktuğuma bakma ayak bileğime dolananlardan kaçmaktayım bu telaşla Safsatalarla süsledim hislerimi anlamasınlar, işin sırrı biraz da batıl inançlar Bünyemi aşındırdıkça yüklendim, denizleri aştılar Gece yarısı olmadan çöken sürreal ağrılardan Yarasalar gündüzleri göremezler gündüzleri de göremezler Sen miydin çağıran yoksa üçünçü gözümü mü açmalıyım Hayat bizi gerçekliğin kıyısına itti çünkü aşağıya bırakmak cesaret işiydi Eminim tam 700 boyuttan bizi izliyorlar tek solukta Heyecanıma haksızlık ediyorum kontrolu hep elimde bekletip ne çocukça Dizginlediği bir at gibi aylık bakımımı üstlendi çok yaşa şeyhim var oldukça Vaktim az, gücüm var ,sen dur yerinde soluklan En sonunda dank etti kafama, konuşlandı ayna Yansımalarımla varsam 700 değil milyon eder facia Denizleri hoşnut etmek zordur derler lakin ben kendim hiç hoş bir boşluk değilim Atladım gerilmedim, parçalandım delinmedim nasıl harika Boşluk benden razı fakat ben ondan değilim Kara kedi bugün başımın etini yemişti yarın kendi hayatına devam edebilir Merdivenle çık yarınlara ne de olsa inanç kandan kana geçebilir Aile dediğin nedir içerinde milyonlarca kişiyiz Milyonlarca hatadan biriyim Batıl X Duru Güngör EKİM DERGİ 14


“Hiçbir duygu karşılığını istemez” yargısı doğru değildir. Bunu düşünmediğimiz için duygularımızı karşılıksız yaşar gibi hissederiz. Herkes ve her durumda olduğu gibi her eylemin bir karşılığı vardır. Ve kimilerine göre olmalıdır da. İletişim halinde olduklarımız ve deneyimlerimiz bizim duygularımızı işleve sokar. Peki ya duygularımızın kendileriyle iletişim halinde olsaydık? Onlarla paylaşım halinde olsaydık ne olurdu? Bu soru bana, duyguların da hissettirdiği her şeyin bir karşılığı olabileceği ihtimalini düşündürdü. İlk başta kendi içimde olan, şekli şemâli olmayan bu şeylerin bile benden bir şey isteyebileceklerine ihtimal vermedim. Fakat her birini bir insan kılığında içimde hayal ettiğimde hissettirdikleri karşısında bir şeyler istemelerinin en doğal hakları olduğunu düşünmeye başladım. Gün boyu işçilerine oldukça kaba davranan, işçilerine verdiği para sayesinde aynı paranın birkaç katını işçilerinden kazanan birçok patron olduğunu varsayarsak bu duygular kesinlikle bir şey talep etmeli. Üstelik bu duygular evrak işi yapmıyor. Belki de yaşamımızın ana gayesini oluşturuyorlar. Kötü hissettirenler bile bunu yapıyor olabilirler. Muazzam hissettiğimiz anlardaki duygular, belki öncesinde kötü duyguları yaşadığımız için muazzam hissettiriyorlardır. Peki bu insan kılığına soktuğum ama hala gözümde her birini canlandırmakta zorlandığım duygular ne istiyor olabilirler? Ne karşılığında yüzümüzün şeklini değiştiriyorlar? Aslında cevap çok da zor değil. Duygularımızı çalışmaya iten şey de, hissettirdiklerinin karşılığı da aynı. Deneyimlerimizin ta kendisi. Gördüğümüz güzel bir elbise, duyduğumuz bir haber ya da beklediğimiz ve sonunda kavuştuğumuz bir an. Fakat bizden diğer istenilenlerin aksine duygularımıza istediğini vermek bizim için en iyisi olabilir. Çünkü karşılığında “hissedeceğimiz” bir şey için bedel ödemek her şeye değer. Bunu yapmayanlar, yani hissetmenin bedelini fazla bulanlara ne olacak? Cevap için tekrar fazladan düşünmeye gerek yok: Hissedemeyecekler. Bu yüzden bir şeyler hissetmek isteyenler için duygularına karşılığını vermek en iyi seçenek olacaktır. Duyguların Karşılığı Üzerine Ahmet Bahadır Çıtır EKİM DERGİ 15


İsyan ederek ormanını terk etmişse bir ağaç Kıyamet yakın demektir. Konacak bir dal bulamıyorsa kuşlar Tabiat insanı terk etmiştir. Fabllar bundan gayrı artı on sekiz, Doğanın fasılları vermekten muzdarip. Doğa ana gaddar bir saraylı körlere Anahtar burun kıvırıyor kilidine Yivler doyumsuzlukla delik deşik! Baksana şu portakallara, Cinnet içinde çürümeyi göze almış. Bir bir intihar ediyor ağaçlar Arılar polen taşımamaya yemin etmiş Zehirli zehirli akıyor nehir Zehrin nehre zararı nedir? Dünyanın merkezine yolculuk değil Dünyanın sonuna yolculuk bu masalın adı. Bu bir masal değil Çünkü insan kazanıyor sonunda savaşı! Ne riyakâr bir zafer bu topraktan alınan Horozların başı vurulmuş İnsan otobüsü kaçırmış Ulak pusuya düşmüş Erdem çarmıha gerilmiş Ve rüyalar deccalce kurulmuş. Punisher Mehmet Özkaya EKİM DERGİ 16 UYAN! UYAN! UYAN! Gladyatörler beyaz yakalı artık Et yerine konserve ile besleniyorlar Kamufle olmak için değil Süslenmek için boyuyorlar kendilerini Renkli parfüm şişeleri enerjilerini bozuyor Hammadde bir kere bozulmaya görsün Kalıtsal yok oluşlar boy gösteriyor. Nihayetinde insan, Kazanamadığı her savaştan galip çıkıyor.


heykeller de yaşar birden yitirmeyi birlikte meydanını seçerken donup kalır ekimin sonu sözcüklerimizi dikmeye çalışıyorum hepsi bir diye ama sadece ben ölüyorum herkesin kendi cümlesinde zorlandığı gözlerine bakarak konar göçer de kekeme kalır bir cenaze töreninde herkes kaybettik birbirimizi cemaatte hüzünden yapılmış bir yürüyüşle elbiselerimi alıp sokağa dalıyorum grevini bitirememiş bir gül ölüsüyle gördüm ki yitirmek dilsizlik değil atlarımızı bitiren çok şey oldu başı ve sonu kayıp bir takvimde apansız şehirleri alırız diye yitirilmiş bir ateşin huyu artık kozamız yoruldu sarışın mektupların sonu geldi tutma gidişlerini buyruk sevdam çocuklar yonttu beni heykeller de yasını tuttu çingene kadınlar ve çocukları çiçekler koymuş heykellerin dibine anladım ki çocuklar zaten rodindi zaten tanrıcık yine de yaşatıyor beni kara günler sonra ben başka bakıyorum dünyaya kırılmasın diye hep alçı oluyorum alçı dediğin kanar mı Çocuklar Yonttu Beni Anıl Fırat Tosun EKİM DERGİ 17


bir grev olmamışçasına derin sularda uzun direnişleri bırakmama hissi iki kıyı arasında vapur oluruz gördüm ki gitmekte ve kalmakta mesele böyle böyle kaptanlar da ağlar birlikte yapılmış birlikte koklanmış kodes olmak şart değil bir elimde anayurt oteli diğer elimde bir demet gül bir elim daha olsa vurgunluğum geceleri güllenir tarağım bir padişah değilim belki sözcükler razıyken gündüzleri kalanların altını çizili bırakmak sarımsak kokulu yalnızlığıma kalmaz herkesin kendine zorlandığı bu mevsim yazgımı da alıp giderim sadece ben eşikte takılı kalırsam yazgıdır doğuşundan belli ayrı mola yerlerinde aynı gökyüzünde sonra biraz taş oldum çocuklar yonttu beni avcumdan kayan yıldızlara dedim ben yontulmuş bir çocuktum bilmezdim yitirmeyi yitirmeyi EKİM DERGİ 18


Esrik bedenin tüm hücrelerden yıkanmış bir gürültüsü var Koğuşunda kalmış kelimeler, çıkamıyor mabedinden Saklı ve çözüme ulaşmamış hücrelerim Aynı imgeyi tekrarlayıp duruyor Kimden kaçıyorum, kimden saklanıyor gölgem Vücudunu oluşturmuş her bir parçama savaş açtım gün ortasında Gün ortasında karanlık gün ortasında ay doğuyor yüzüme Tam o yerde tam o anda tam o dudak Sevmeseydi tatlı tenler, dokunmasaydı tırnaklar birbirine içimde tek bir hücre bölüne sakına Saçlarımdan kazıyor arındırıyor geriye tüm erdemleri -e göre, -e için, -den kadar, -de gibi Güya huzursuz tekerlemelerimi zikrediyorum Güya yokluğumla sınanıyor varlığım Size karşı size karışıyorum Zaman, yeminle, yoksunsak İçi boş hücrelerini doldurur Sisten bulanmış kibir taneleri Kendinden kaybolmuş Dün Babam Ağlıyordu Bugün Gök Gürlüyor Şevval Özdemir EKİM DERGİ 19


Soğuk güneşle kızaran yalın ağaçlar, Kuruyan yaprakları üzerinden atar, Bir hazan mevsimidir topraktan çıkar, Yağmurun serinliği çamurla oynar. Kahverengi günler efkârımızla artar. Dünya cümbüşüne sunulan şarkılar, Hep bir ağızdan sonbaharı fısıldar, Alkış tutmaya mecalsiz insanlar, Bir inatla bağ bozumunu taşlar, Oysa ne güzeldir hazanda sevdalar. Açılan şemsiyeler gökyüzünü kaplar, Bilmezler ki yağmur onları kucaklar, Suya karışan soluk benizli yıllar, Esip geçen ılık yeli kovalar, Hâlbuki kestane gözlerinle güz başlar. Bağ Bozumu Öznur Keşçi Kars EKİM DERGİ 20


Bütün tutsaklara öğretebilsem keşke Duvarlardan geçmeyi Keşke bir bakışımla eritebilsem Demir parmaklıkları, çelik zincirleri. Bir gülümsemeyle uzatabilsem Kelebeklerin ömrünü. Ya da uçmayı öğretebilsem Uçurumun kıyısında yaşayanlara. Sana hak veriyorum İkarus. Güneş’e doğru uçardım ben de Kanatlarım olsa! İkarus Hakan Yakıcı EKİM DERGİ 21


Gitmeden önce sana, Dünyamın anahtarını vereceğim. Perdeleri örttüm gerçi ama Senden göz kulak olmanı isteyeceğim. En narin çiçeğim güneştir. Göresin diye, baş köşeye koydum onu. Uğradığında, bir göz gezdir. Bakalım bitmiş mi suyu ? Keyfine bak, rahat et, müzik dinle. Burası senin de sayılır. Ara sıra açılırsa pencere, İçerideki ağır hava dağılır. Mutfakta birkaç ağaç meyve, sebze var. Acıkırsan, çekinme, durma ye. Belki kesilir diye sular, Gitmeden su koydum birkaç tencereye. İçeriye girerse kuşlar, Ürkütmesin seni sakın. Kedim acıkınca miyavlar. Doyur da, kuşlara saldırmasın. Sıkıldıkça gel, anahtar artık sende. Resmime bak, kitap oku, düşün.. Beni dert etme kendine, Birkaç çekimlik dumandır hüzün. Sana dünyamın anahtarını veriyorum. İstediğini al, götür oraya. Senden bir tek şey istiyorum : Ne olur, yalnızlığı ortak etme dünyama. Emanet İlhan Dallıağ EKİM DERGİ 22


Gözlerinin önünde yitip gidiyor, Kör oluşun gamsız kederi. İçinden nice gitmeler geçiyor, Nice o'nsuz can çekişlerin... Çelimsiz bir yumru oluşuyor, Boğazının en orta yerinde. Ağlıyorsun, küçüksün; Gözyaşların düşüyor toprağın tepesine. Bir çakıl alıyorsun eline; Bilmiyorsun, çakıl da dermansız. Küçük kulübenin etrafında Fütursuzca geziyorsun. Yüreğinin envai çeşit katli, Seni sürgün ediyor; O alacalı kuşların çevrelediği, O rüyalarda gözüken diyarlara... Gözler Önünde Sürüler Helin Yardımcı EKİM DERGİ 23 Sineye çektiğin sessizliklerin Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarına Sadık kalmayıp dönüştüğünü görüyor Tek bir şey yapamıyorsun Yokluyor seni Anlamsızlığın elde ettiği kuru gürültü Geri alamıyorsun örtülen çığlıkları Bekliyor, bekliyor, bekliyorsun. Suspus oluyor yeşil ağaçlar, Rüzgârın elleri bağlı. İnsanlık derin bir suskunluk içinde Peki yürekler? Yürekler de öyle.


Göz bebeğinden öpmeyeceğim seni Burada duracak ve ölümü bekleyeceğim Bekleyeceğim ki kurtuluşa ereyim Göremediğim bu acıyla Ve sen ölürken göremediğim son bakışınla Burada duracağım Ve sana ağlayacağım Rim… Adını ve son kez öpüldüğün göz bebeğini Kalbimde saklayacağım..! Burada durun, Ne bir mezar kazın ne de ağıt yakın Ölen bir çocuksa eğer Ölen binlerce umutsa ve Ölen özgürlükse eğer Burada durun. Yanınıza aldığınız düzenin ya da arkasına saklandığınız büyük dünyanın batışını izleyin. İnsan… Asla olamadığı yerden vuruluyor. Ben Gazze’de vuruluyorum. Üstelik ölmüyor ve her sabah yeniden yanıyorum. Fosfor bombasını bilmiyorum. Kendi insanlığımdan korkuyorum. İnsan kötü… İnsan çok cesur. İnsan tüm tezatlığıyla bir gayya kuyusu içinde… Rim’e Elif Ergin EKİM DERGİ 24


Bu ödeyeceğimiz bedelin adı ne? Korkuyorum. Etimle, kemiğimle sadece korkuyorum. Kendimi bildim bileli Bir Kudüs şarkısı dinliyorum. İçi acı dolu ve Kudüs’ün sevincini hiç bilmiyorum. Kudüs’ün sevincininde yaşamak istiyor Ve bir daha sapanlara, taşlara ihtiyaç duymayacak çocuklar diliyorum. Seni de o günden bugüne kadar aklımda tutuyor Ve göz bebeklerinden öpülüşünü sonsuza kadar yanıma alıyorum. Rim… Artık senin için değil, onlar için korkuyorum. EKİM DERGİ 25


Bilmem ki Niçin mazlumdur bu kainatı iki dudağının arasında tutan. Oynatmak için bu tozlu kürenin çarklarını Yerlerde bir daha düşe kalka sürünmem, Ezilmem gerekirmiş Ayaklar altında. Oysa toprağın haberi bile yoktur bu çığlıktan. Kaç kere gömüldü kim bilir, Kaç kere titredi kemiklerim bu kar yığınlarında. Ar denilen ince yol ise kayboluyor yerin güneş gören yüzünde. Keşke anlayabilseydi Ayakları çamurlara var gücüyle basanlar. Kaldırımlarda geriye tabanına hüznüm bulaşmış postalların izi kalmasaydı . Bir kere daha düşerdim belki, Sağlam bir infilak ile, Toprağın kalbinden doğar, Cihanı en orta yerinden oynatırdım bu kez. Reverans Beyza Gazel EKİM DERGİ 26


gökyüzüne gözlerini dikti, büyüdü, büyüdü, al sana bir dilek ağacı, yeryüzüne gözlerini dikti, büyüdü, büyüdü, al sana soyağacı, ölürken gözlerini tavana dikti, yareni tavan ile bakışıp vedalaştı, Azrail'in darağacı hazırdı, öldükten sonra ocağına da incir ağacı dikildi, bir dikili taşı olmasaydı, yaşadığı bile belli olmazdı, bereket ki şerbetli, yaşarken de mezar taşı gibi görünüyordu kafası... Yaşam Ağacı Yahya Aslan EKİM DERGİ 27


içi karartılmış bir hayvan hücresiydim ki fısıldamaya başladı şiirime bir kadın tepeden tırnağa güneşiyle bir küçük 'aralık' kalmıştı bize bu şehrin kapılarından. yürüdük girdik içeri. lavantalardan ve ıhlamurlardan söz ettik göğün bozaran kumaşına birkaç el makas attık ki güneş oradaydı güneş yanı başımda vurmaya başladı ipeksi sesi etime etime sanki gökyüzünü atmış omzuna bir şal gibi vurdu... vurdu... ateşten et'tik artık, et'ten ateş... içi karartılmış bir hayvan hücresiyken terim damlıyor sevişirken yüzüne şimdilerde Mona Solem’in teri ateşime ateşi terime. bir kadın şiirlerimi ipten aldı işte böyle. şimdi o'nu şu şiirin ortasında soyup öpsem deli gömleğimi giydirmeye kalkarlar. Bir Küçük Aralık Şiiri R’Ulaş Karakuş EKİM DERGİ 28


EKİM DERGİ K Ü L T Ü R , S A N A T V E E D E B İ Y A T GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN YAZI- ŞİİR- FOTOĞRAF GÖNDERİMLERİNİZ İÇİN [email protected] @ekimdergi @ekimdergi [email protected] ekimdergi.com


G zem Çolak


Click to View FlipBook Version