The words you are searching are inside this book. To get more targeted content, please make full-text search by clicking here.

Sebebi mevcudiyetimiz her kesimden yazar ve şairlerin sesi olmak; sanata, sanatçıya tutkun okurlara çabalarımızdan güzel bir seçenek yaratmaktır. Şimdilik e-dergi formatında sürdürdüğümüz dergimizin editör ekibi olarak düz yazı, şiir, fotoğraf, çizim başta olmak üzere her türlü eser gönderimine açık olduğumuzu belirtmek isteriz. Eserlerinizi, [email protected] adresine iletebilirsiniz.

Discover the best professional documents and content resources in AnyFlip Document Base.
Search
Published by Ekim Dergi, 2021-01-24 09:25:50

Ekim Dergi Eylül

Sebebi mevcudiyetimiz her kesimden yazar ve şairlerin sesi olmak; sanata, sanatçıya tutkun okurlara çabalarımızdan güzel bir seçenek yaratmaktır. Şimdilik e-dergi formatında sürdürdüğümüz dergimizin editör ekibi olarak düz yazı, şiir, fotoğraf, çizim başta olmak üzere her türlü eser gönderimine açık olduğumuzu belirtmek isteriz. Eserlerinizi, [email protected] adresine iletebilirsiniz.

E K Sayı:3  Eylül 2020

İM

Aylık Kültür, Sanat ve Edebiyat Dergisi

Aras Altunbey - Turgay Çitçi - Türkay Tülerli - Özgür Polat 
Gök Aloğlu - Seda Yılmaz - Dilek Vural - Merve Yetkin - Rıdvan Yıldız 

Murat Akkoyun - Ceren Kılıç - Müslüm Yıldız - Mehmet Ali Dündar
Irmak Çelik - M. Arzu Köklüağaç - Işık Elçin Yeğen - Esat Başak

TANIĞA MEKTUP

Aras ALTUNBEY

kırık b r dal var daha önce
görmed ğ m
ağaç gözler nden yaş
daha önce görmed ğ m kan var
bağrındadır yavrusu
 
yet şk n mürekkep
s l nmez karmaşık tende
 
azıcık dağ tılsımı
dağınık şeh r taşlarında
topraktır bağrı yanık
yanan yaprakta kördüğüm

Henr Le Fauconn er, The Tree, 1912

EKİM DERGİ  | 1

TECRİT

Turgay ÇİTÇİ

B r tecr t odasında
b t k zamanların oyun çocuğuyum

kar topu ser nl ğ nde
ürkmüş kuş sürüler geçerd
ruhumun en sarmal der nler nden
b r ömür b ter belk de,son yaprakta

bozlak b r türküde
hüzünle açar ç çekler

ş rs z gecelerden
aydınlığa koşan yılkı atları
toynaklarında syanın ez c gücü

Erc yes etekler nden
Koca yayladan

dolu d zg n ulaşır güneş n şavkına

güneş n g rmed ğ odanın
kapısı aralanır

yağız del kanlılar toplanır
sert rüzgarlı taş avluda

yüzler ateş kırmızısı alevden
korku duvarları yıkılır b rer b rer

dallarda bahar göğer r
her sürgünde çoğalır yürekler nde

memleket havaları

EKİM DERGİ  | 2

b r tecr t odasında
anılarımı parçalayan
bıçak yarasıdır acılar
acılara dah b ber döken

oynak sevg l ler
yasaklı z hn yetler n
c r t attığı yerdey m
gecen n dokuduğu pek atlas

gençl ğ m
hükümlüyüm.

Fotoğraf: Haydarpaşa ve Özgürlük, Turgay ÇİTÇİ   | 3

EKİM DERGİ

KIZILÖTESİ VE IRIS

Türkay TÜLERLİ

İlk çağlardan bu yana geceleri gökyüzünü dikkatle izleyen medeniyetler zamanla
bazı yıldızlardan gelen ışığın kızılın tonlarına kaydığını farketmiş. Işığın dalga
biçiminde yayılmasının bir sonucuymuş bu. Meğer ışığın kızıl ve ötesi tonlara
kayması, dalga boyunun uzaması ve frekansının giderek düşmesi demekmiş.
Giderek dünyadan uzaklaşan yıldızların yaydığı ışık giderek daha uzaktan
dalgalanarak geldiğinden, bize ulaşan her fotonun dalga boyu daha da
uzuyormuş. Bu da ışığın giderek daha kızıl tonlarında görülmesine sebep
oluyormuş. Yani meğerse evren giderek genişliyormuş…

Kızılın tonlarında görülen insanlar da varmış hayatlarımızda. Yıldızlar gibi.
Hayatımızın gökyüzünde gözlediğimiz, yıldız yaptıklarımız… Onları da kırmızı
tonlarda görür olmuşuz… Büyük seni seviyorum renk tonları ve aşk tonları…

Eğer rengi kızılötesi tonlarsa giderek uzaklaşmak demek miymiş aşk? Uzak
kalmak, giderek uzaklaşmak mı demek yüzyıllardır bize anlatıldığı gibi?
Yakınlaştıkça gizemini yitirirken, çekim gücünü feci şekilde arttırarak içine
herşeyi alıp yutuveren bir karadeliğe mi dönüşüyor? Işığı bile. Hiç kavuşamama
ihtimalinin renkleri mi kızılötesi?

Ve bu yüzden mi aşkın frekansı düşük? Yavaş atımlı mı büyük sevmelerin dalga
boyu? O yüzden kalplerin dalga boyu hızlıca gelip geçmek ya da kapanıp sönmek
yerine son kıyıya ulaşana kadar ilerlemeli mi? Bunlar hep kafamı kurcalayan
sorular…

EKİM DERGİ  | 4

Bu düşünceler aklımda yol alırken zamanın evrilmesiyle gözüm bir filme
takılıyordu yine. Tüm evrene Love S.O.S. sinyalleri dağıtıp kendine yeni bir ev
arayan neslin bir yıkım ve tekrar yaratılış hikayesi: Iris - Justice’den Bir Uzay
Operası.

Iris; sembolü gökkuşağı olan antik Yunan  tanrıçası.  Yunan mitolojisinde
Gökkuşağı tanrıçası olarak bilindiğinden ve bu haliyle gökle yeri birbirine
bağladığına inanıldığından tanrıların tanrısı Zeus ona gökyüzünden yeryüzüne
haber taşıma görevi verir.

Zeus’un tüm mutlu haberlerini  insanlara

taşıyan İris  aynı zamanda Ulak

Tanrı  Hermes’in kadın versiyonudur. Çoğu

sanat eserinde gökkuşağının üzerinde olan

güzel bakire genç bir kız olarak tasvir

edilmiştir. Omuzlarında kanatları bulunur ve

elinde bir sürahi taşır. Tüm evrene

gönderilen Love S.O.S’lerin başrolde olduğu

operanın adını Iris’den almasına çok da

şaşırmamalı.

Her parçanın ayrı bir ışık ve ses gösterisiyle

kendine has bir kurgu oluşturduğu bir opera

Iris. Toplam on altı şarkının olduğu operanın

açılışı bir uzay aracının kalkışa hazırlanması

sonrasında ateşleme ve uzayda hızla yol

alması ile başlar. Son sürat dünyadan

ayrıldıktan sonra samanyolu galaksisinin

dışına doğru yol alan araçtan evrene ve

tanrıya bir S.O.S sinyali yollanır (3. Parça:

Love S.O.S).

Dünyadan ayrılan insanlar için artık yeni bir yaratılış destanı yazılması
gerekmektedir (4. Parça: Genesis) çünkü güneş artık bir karadeliğe dönüşmekte,
tüm sistemi ve galaksiyi içine çekerek yok etmektedir.

EKİM DERGİ  | 5

İnsanlık yaşamına devam edebilmek için kendine yeni bir yuva bulmalıdır ve bu
amaçla arayışına devam ederken, tüm galaksi ve takım yıldızları tekrar
yaratılmaya başlanmıştır bile (8. Parça: DVNO).

Evrende sığınabileceği bir yer bulamazken yaşamına devam edebilmek için
gerekli zamanın giderek azalması durumu bizim için kırmızı alarm verirken (9.
Parça: Stress) son bir kez daha yardım sinyali Tanrı’ya ve evrene gönderilir (10.
Parça: Love S.O.S). Son kez gönderilen sinyal karşılığını bulur ve cevap  Waters
of Nazareth x We Are Your Friends şarkısının sözleri ile gelir:

Because we are your
friends
You'll never be alone
again

Iris’in Tanrı’dan (Zeus)
insanlara getirdiği en
mutlu haberdir bu adeta.
(Bir daha asla yalnız
kalmayacaksınız. Çünkü
bizler dostuz)

Yepyeni sinyalin geldiği yöne doğru hızla yol alan insanlık ışık hızına ulaşarak
bir geçit oluşturur kendine ve tanrının rehberliğinde evrenin başka bir noktasında
yeni bir galaksiye ulaşır. İnsanlık yeni yuvasına kavuşmuştur artık. (15. Parça:
Audio Video Disco)

İzleyicilere şimdiden iyi seyirler ve mutlu haberlerle dolu zamanlar…

EKİM DERGİ  | 6

*Operanın tamamına "https://www.youtube.com/watchv=WK6P4DSNRTc"
bağlantısından ulaşabilirsiniz.

*Şarkı Listesi:

Safe and Heavy Metal
Sound (Title x DVNO (Constellation Sequence)
Sequence) Stress
Canon x Love Love S.O.S
S.O.S Alakazam! x Fire
Genesis x Waters of
Phantom Nazereth x We Are Your Friends
Pleasure x Chorus
Newjack x Audio Video
Civilization Disco
(Planet Sequence) Close Call

EKİM DERGİ  | 7

BİR EYLÜL YAZISI

Özgür POLAT

Eylül b r hasat dolunayı..
geç lmes , geç r lmes gereken döngüler n çan ses .. 
bu yüzden doğudak b r Süryan K l ses 'nde b r kadın arya

söylüyor gün arası.
Eylül b r kapı, b r zaman, şa rler n sm n hatırladığı..
Yazarken k ye katlanıyorum; hem çoğalan şarkılar g b
büyüyor, türevlen yor hem de ç mdek matruşka bebeklere sarılıyorum

tek tek.
Eylül'e gel p de yazmamak zor; ç mden b nlerce hüzün,
g d ş, yokoluş ve onların yer ne get receğ doğumlar başlangıçlar

yen l kler
konuşuyor.
B r hüzün bahçes nde toplanıyor üzümler n ay n ..
Onlar önce meyve,sonra laç olacaklar, ş r olmaları ç n
se yıllanmaları gerekecek güneşten mahrum kalma pahasına.
Doğunun mabedler n n hatırlatıcı atmosfer nde hüznün çses
olmaktan çok evrensel b tınıya dönüştüğü çöl ahusu b r zaman..
Onun ç n kadının şarkı söylemes bu kadar güzel.
Bab l n asma bahçeler nden geç yor adımlarım,
H cb rsey almaya gerek yok, yola çıkarken..
ayakkabılarını b le,
çıplak ayakla dansed lecek daha.
ş md bu hüzün öyle güzel k göğe bakmanın d ng n b hal

var ya,

EKİM DERGİ  | 8

 

Zaman orada ş md .
Ş md olmayan kapı yok,
Üzüme bulanmayan ş r.

Varsa var değ l
Yoksa, olacak daha değ l.

Ne şarkıdır O
Ne seslen ş !
Eylül b r kapı,
B r zaman
Şa rler n adını hatırladığı.
Ben b r çöl savaşcısı,
Yaşarken kıvrılıyorum, akan b nehr n dansed ş ndek kav s

m sal .
Ey g zeml aguları fısıldayan zaman,

Gel otur,
sana söyleyeceğ m b r bal türküsü var,
adını, ç ngene kızın, neh rlere değen ayakucunda

bulacağın.

EKİM DERGİ Uyuyan Ç ngene, Henr Rousseau

 | 9

SONBAHARA EKİLEN
UMUT

Gök ALOĞLU

Bir sonbahar günü, kış aralık kapıdan ansızın gireceğini hissettiriyordu. Otobüs
bozuk yollarda seğirtiyor, çocukların yüreklerine bilmedikleri bu coğrafyanın
merakını salarak ilerliyordu. Varmaya yakın ulaşılması beklenen yere daha sus
pus oluyorlardı. Aferinden çok azarlanmış bu çocuklar en ufak bir yaramazlıkta
bozulacağına inanıyordu bu serüvenin. Ne kalmıştı varacakları yere bilmiyordu
hiçbiri. Hissediyorlardı ama artık varmalıydılar bu yere.

Batıdan, adını duymadıkları bir yerden gelmişti Ümit Öğretmen. Bir gezi
düzenleyecek köyden kasabaya gelmiş daha fazlasını hiç görmemiş bu çocuklara
dünyanın ne kadar büyük olduğunu gösterecekti. Kendisi de köylüydü, belli bir
yaşa kadar hiç şehir görmemişti. Kararlıydı. Yüreklerine yeni yerler görmenin
heyecanını bu küçük yaşta salacaktı. Ama nasıl yapacaktı bu işi, köylü nasıl ikna
olacaktı buna. Uzak çetindi, uzak zordu ve gezmek için bir yere gitmek
bilinmiyordu. İnsan neden gezerdi? Her şeyden önce bunu mu anlatmak gerekti?
Nereden başlayacağını bilemiyordu Ümit Öğretmen.

***

Öğretmenler buraya büyük umutlarla geliyor, bu çocuklara dokunabilmenin
heyecanlı gayesi içinde, yıllardır içlerinde büyüttükleri emellerine
ulaşabilecekleri kırçıl topraklara ilk ayak bastıklarında tam da olmak istedikleri
yerde olduklarını içten içe beyan edip, şükrediyorlardı. Ama toprak
düşündüklerinden daha çetindi. Öyle basit bir sulamayla dalga dalga, çatlak
çatlak boylu boyunca uzanmış, soğuktan taşlaşmış bu toprak çamurlaşmayacaktı.

EKİM DERGİ  | 10

Yer yer filizlenmeyecekti. Ümit Öğretmen ilk değildi, son da olmayacaktı.
“Buranın dilinden, yalnızca buranın çorak toprağından çıkan buğdayı yiyen
anlar.” demişti Murat Öğretmen. Çok bir muhabbetleri olmamıştı. Ümit
Öğretmen geldikten yaklaşık bir ay sonra gitmişti Murat Öğretmen. Bütün
öğrenciler Ümit Öğretmen’e kalmıştı.

Kasabada ilkokul beşe kadar eğitim vardı. Köylünün bir kısmı okula
yollamıyordu çocuklarını. Tarlada, evde, ağılda iş çok oluyordu. Bakılacak
hayvan çoktu. Ne kadar çetin olsa da toprağı, önünü heybetli bir dağ kesmedikçe
uçsuz bucaksızdı. Murat Öğretmen'in gidişinin ardından bir öğretmen
görevlendirileceği haberi verilmiş ama gelen giden olmamıştı. Ümit Öğretmen
şehre inecek kaymakam ile görüşecekti ama kış bastırmıştı. Ümit Öğretmen şehre
gidemediği gibi çoğu köy yolu da kapanmış çevre köylerden gelen öğrenciler
gelemez olmuştu. Kasabada yaşayanlar ile derse devam ediyor, yolu kapanmayan
köylerden gelenler geç de olsa derse ekleniyordu.

İlkbaharın gelmesi ile sayı artıyor Ümit Öğretmen her öğrenci artışında daha bir
mutlu oluyor, çocuklarda ki ilgiyi görünce anlatma, öğretmeye olan iştahı
kabarıyordu. Bu bir yıl kadar ki süreçte kasabanın ileri gelenleri ile de arayı iyi
tutmuş, Murat Öğretmen'in verdiği öğüdü o an anlamadığını ama şimdi
anladığını kendine söylüyordu. Kendisi çocuklar için bir şey istese kimse
yanaşmıyor ama buranın buğdayını, ekmeğini yemiş; onunla büyümüş kasabanın
ileri gelenleri dediği vakit kimse ikiletmiyordu.

Ahali Öğretmen Bey’e her türlü saygıyı gösteriyor, hiçbir kusurda
bulunmuyorlardı. Kahveye geldiği vakit herkes Öğretmen Bey diyerek halini
hatırını soruyor, merhabalaşıyordu. "Baharın geldiği iyi oldu" diyordu içinden,
"Herkes ile tanıştım, kaynaştım." diyerek seviniyordu. Kahvede çayını içip,
hasbihal ederken kısacık bir süre göz gezdiriyor, yüzündeki tebessüm
katlanıyordu. "Böylece" diyordu "Şu aklımdaki fikirleri daha kolay hayata
geçiririm, hepsi tanıyor beni."

EKİM DERGİ  | 11

Yaz gelmiş okulların tatil vakti gelip çatmıştı. Nasıl ayrılırdı şimdi? Burada bir
yıldan az durmuştu ama sanki bir ömür buradaydı. Hem temelli gitmiyordu ya.
Tatildi bu adı üstünde. Ailesini görecek, arkadaşlarına buranın insanının
güzelliğini anlatacak, hasret giderecek, gelecekti. Kendine “Hem yeni bir
öğretmen daha gelecek; daha güçlü olacağız; iki koldan anlatmaya, öğretmeye
başladık mı kim tutar bizi.” deyip mutlulukla gülüyordu. Öğrencileriyle
vedalaştı. Kasabadakilerle vedalaştı. Bir istekleri olup olmadığını sordu.
Hepsi sağ salim gidip gelmesini diledi.

***

Okullar açılmış, yeni öğrencileri kayıt yapmıştı Ümit Öğretmen ama hala yeni bir
öğretmen yoktu. “Geç kalmıştır, bürokrasinin engellerinden birine takılmıştır.”
diye düşündü. Kış bastırmadan, karlar tam manasıyla erimişken aklındaki gezi
işini gerçekleştirmek istiyordu. Denizleri, okyanusları anlatırken görmüştü
çocukların yüzündeki o merakı. Burada deniz yoktu ama Van Gölü yakındı. Oraya
götürecekti onları. Sodalı bir deniz sayılırdı Van Gölü. Hem içlerine bu merakı
salması yeterdi. Onlara orada anlatırdı Ege'yi Akdeniz'i. Bu merak ile
eğitimlerine sıkı sıkı sarılacaklarına, daha başarılı olacaklarına inanıyordu
çocukların. Konuyu kasabanın ileri gelenlerine açtı. Bir an önce gitmek gerekti.
Mevsim zaten sonbahardı. Yoksa bu iş ilkbahara kalıp uzadıkça uzayacaktı.
Ama düşündüğü gibi olmadı. İyi bakmadı bu işe ahali. Öğretmen Bey’e
güveniyorlardı ama ne gerek vardı. Hele ki kız çocukları da gidecekmiş. Öğretmen
Bey yalvar yakar olunca geçen yıl bir kaç kişi kız çocuklarını okula yollamıştı da,
bu iş abartıydı. Ümit Öğretmen çok üstelemedi. Daha da geri tepmesinden,
kazandığı güvenin elinden gitmesinden korktu. Ama götürecekti çocukları, kendi
kendine söz vermişti.

Okulun avlusunda dertli dertli bu konuyu düşünürken çıkageldi o. Siyah plakalı bir
araç yanaştı önce okulun bahçe kapısına. Sonra o indi. Zeynep Öğretmen. Ümit
Öğretmen kim olduğunu anlayamadı. Canı sıkkındı zaten oturduğu yerden
doğrulmadı da. Kendisine doğru gelindiğini fark etti. O an anladı onun beklediği
öğretmen olduğunu. Kuş gibi oldu. Bir kanatlanıp uçmadığı kalmıştı.

EKİM DERGİ  | 12

Oturduğu yerden sekerek, zıplar gibi kalktı. Bu iş tamamdı. Kadın bir öğretmen de
eşlik edecekti geziye. Kız çocuklarıyla o ilgilenecekti, erkeklerle kendisi. Gözlerini
üstlerinden hiç ayırmayacaklardı. İlk bir iki hafta köylüyle tanıştırdı. Bütün
ahalinin güvenini almasını bu gezi işini bahara bırakmadan halletmek istediğini
dile getirdi. Zeynep Öğretmen böyle ideallerin ortasında hızlı bir hengameye
girmenin verdiği mutlulukla koşturuyor, ahalinin her biriyle samimi sohbetler
kuruyor, onların evlerinden biri gibi oluyordu. Azmin sonunda hiçbir şeyin
duramadığı gibi köylüler, kasabalılar da duramamıştı. Gerekli bütün izinleri
halletmişler, gezi gününü belirlemişlerdi.

***

Hiç deniz görmemiş turuncu saçlı, ela gözlü bir kız çocuğuydu Selen. Altı ahır,
üstü oda oda ev... Sobada tezek yanardı. Hayvan güderdi, bahçede çapa yapar,
evde annesine yardım ederdi. Diğer kız çocuklarından farklı bir hayatı yoktu.
Köydeki kız çocuklarından. Ve otobüste bulunan diğer bütün çocuklardan farklı
bir hayatı yoktu. Hepsi deniz görmemişti ve bu koca su birikintisini görmek
hepsinin yüreğine aynı heyecanı salmıştı.

Sus pus otobüs, tıslamalar eşliğinde durdu. Zeynep Öğretmen kız grubunu aşağıya
aldı önce, Ümit Öğretmen ile erkek grubu indi peşlerinden. Kol hizası alıp
sıraya geçti hepsi. Dudaklarının kenarına ilişmiş utangaçlık, ayakkabılarının
içinde alta katladıkları parmaklarıyla beraber. Başları hafif önde… Gözlerinin
içinde, saklamak istedikleri bir gülümseme, bir ışık. Soğuk, buralara hiç
gelmemiş sanki bu yürekleri sıcak çocuklara hiç ilişmek istememiş. Gri göğün
altında hafif yeşil Van Gölü… Hiç deniz görmemiş bu çocuklar nasıl
kucaklaşsınlar ıslanmadan kirpikleri?

EKİM DERGİ  | 13

EKİM DERGİ Ç z m: Seda YILMAZ

 | 14

CENAZE

D lek VURAL

Seçk n, ağırbaşlı yalnızlığımı
Suda doğuruyorum.

Dönüş yok bundan böyle
Geç d n ardında mezar taşları,

Karanlık b r el ben boğdu.
Bulutlar toplanmış,

İk nc rüya, beş nc senfon
Dar gel yor maz ye, yuvalandığı ev

Ruhunda ay ç çekler
Gözler yıldız, gözler göksel.

-Duyuyorum
Çünkü b r yerlerde cenazem kalkıyor.-

Chr st na's World, Andrey Wyeth

EKİM DERGİ  | 15

KEK KOKULU ŞİİRLER

Merve YETKİN

Bir zamanlar köprünün üstündeki evde şair olduğuna inanan küçük bir kız
yaşıyordu. Bu kız geceleri uykuya dalmadan önce şiir kitaplarını karga tulumba
toplar, dışarıya doğru açılan beyaz panjurlu penceresinin önüne doğru koşardı.
Şiir kitaplarının sayfalarını karıştırmadan önce pencereyi sonuna kadar açar daha
sonra da ışıl ışıl parlayan gökyüzünden kendisine bir yıldız seçerdi. Ona göre
bütün yıldızlar kendisini seçip şiir okuması için can atıp kavgaya tutuşurlardı,
ama bu durum onu rahatsız ettiği için hepsini nizami birer sıraya girmeleri
konusunda ikna etmişti. Bu yüzden her gün şiir okuyacağı yıldızı belirlemek
eskisi kadar zor ve üzücü olmuyordu.

Babasının yapmış olduğu meslek yüzünden yaşadığı ülkede yaprak misali bir
oraya bir buraya yalpalanıp duruyorlardı. Bu sebeple yaşadıkları yerler ya okula
uzak ya da hiç okul olmayan yerler oluyordu, fakat o dört gözle bir sonraki
gidecekleri yerin okula yakın olmasını umuyordu.

Bu düşünceleri besleyerek hayat onu ellerinde bir bebeği büyütürcesine büyüttü,
büyüttü ve on beş yaşına kadar getirdi, bu yaştan sonra bile üniforma giyip okula
gideceğinin hayalini sayıklayıp duruyordu. Fakat bu naif düşünceleri sadece
kendisi düşünüyordu ailesi onunla bu konu hakkında hem fikir değildi hele ki
babası asla değildi, bırakın okula gitmesini kitap dahi okumasını istemiyordu.
Babası kızının diğer yaşıtları kızlar gibi asıl işinin iyi bir koca bulup aile kurmak
olduğuna inanıyordu. Kızının düşüncelerini kendi konuşmalarıyla sürekli bu
doğrultuya doğru kaydırmaya özen gösteriyordu. Kızlar için asıl hayatın
evlenmek, geleceğe iyi birer miras olan çocuklar doğurmak olduğunu ancak bu
şekilde iyi birer insan olunacağını ve bu şekilde cennete girmeye hak
kazanacağından bahsedip duruyordu.

EKİM DERGİ  | 16

Babasının bu söylemleri kızının kulağına asla ilişmiyordu, çünkü o hala
yıldızlara şiirler okuyan kız çocuğuydu ve ilelebet de öyle kalacaktı.

16 yaşına girdiğinde kendisini âşık olduğuna inandırdığı bir erkekle evlenirken
buldu. Üstünden eski bir perdeyi andıran gelinliği, elinde iğrenç böceklerle bezeli
adına çiçek denmeye bin şahit isteyen çiçeği ve kolunda âşık olduğu erkeği vardı.
Vardı ama bir şeyler tersti bu masalda, sanki hayalleri gibi değildi diye
düşünürken birden ilk çocuğunu aldı kucağına bir, iki, üç derken olaylar dörtte
kadar varmıştı. Neler oluyor tanrım! Demeye bile zamanı olmadan 8 yılı
geçmişti, şu kısacık ömrünün 15 yılını zaten babasının evinde geçirmişti şimdi
ise 8 yılını daha kaybetmişti. Hangisine yanacağını bilemeden şimdide bir
eteğinden bir çocuğu öteki eteğinden ise öteki çocuğu çekiştiriyordu.

Zaman onun hayatından tıpkı bir saman alevi gibi gelip geçiyordu. Artık 60
yaşındaydı kocası ölmüş, elinde 6 çocukla kalmıştı bu medeniyet timsali denilen
dünyanın tam ortasında, tek çaresi vardı o da köprünün üstündeki eve geri dönüp
geride bıraktığı sahip çıkmaktı. Kalbini kalın kitapların arasında kurutan bir
kadın için yaşadığı ülkede kadın bile olmak zorken hem de kendisi bile
seçmemişken bunu, o kadın şair olmaya karar verdi. O kadar çok çabaladı ki
gözaltı morlukları yeni çocuklara gebe kalmıştı.

Şiirlerini yazıyor çocuklarına bakıyordu fakat hala paraya ihtiyacı vardı. Onun
gözünde hayatının önündeki tek engel sadece paraydı. Evini gözden geçirmeye
başladı, paraya değer ne varsa hepsini satmayı gözden çıkartmıştı ama paraya
değer hiçbir şey yoktu. Elinde sadece iki torba unu vardı aklına kek yapıp satmak
geldi geldi ama ‘kim alır ki’ diye de düşünmeden edemedi. Ne yapması
gerektiğini biliyor ama cesaret edemiyordu. Neden, neden diye çok sordu
kendine ama cevap veremedi o da daha fazla dayanamayıp ‘cevap veremiyorsam
yaparım’ dedi ve yaptı. Ertesi gün tan yeri ağarmadan keklerini, ekmeklerini
yaptı, küçük bir sehpa ile birlikte evinin önüne indi.

Artık hayalleri için yaşayan, yerdeki taşları kaldırıp çiçek dikerek yaşam dağını
tırmanan kadın kendisiydi.

EKİM DERGİ  | 17

EVCİLLEŞMİŞ ACILAR

Rıdvan YILDIZ

Asgar ücret sermayeye b ç len don
M llet n çoğu yarı çıplak

Köşeler kaybetm ş kahpe duvarlar
Yoksulluğun gözü kör olmuyor(yokluğun da)

 
Dert okumak faydasız her yüzde
En y eş tl k b r n anlamaktır(bence)

Hazzın çsel r tm atölyede
Cam açmış olumsuz duygulara

 
D ktatörler tanrısı kurulmuş
Cehalet duvarında büyüyen çatlağa
Toroslarda tazelense ne yazar/ b l nd k havalar
Bugün matemler gözlerde perde

 
Dört yanımız sendromlu köleler
Evc lleşm ş acılar sosyal medyada
Hem deoloj ler boyamış gözler
Törpülenm ş b r geleceğ m z olab l r

 

EKİM DERGİ  | 18

Füzeler n karnı doymazsa kanlı sofralarda
Matem yüzlerde büyür
Korku k mden utanab l r

Unutma özürlü kuşlar den z geçerken
 

İnsanlar uzar g der böyle
Boşuna harcamam ben ter m
Kuranda geç yor okulda geçm yor okumak

 

EKİM DERGİ Isaac Soyer, Employment Agency, 1937

 | 19

MECRUH Fotoğraf: Ceren KILIÇ

Murat AKKOYUN  | 20

Su ses durgun ve mahzun.
B r km ş heybes nde, yorgun.
Akmaz, sonu olmayan b r yol.

Kuru bütün havzalar.
 

Bütün bu arayış kervanları.
B r atın yükü kadar ağır.
Tükenm ş nal sesler .

Uzaktan duyulur haykırışları.
 

Dur duraksız tepeler.
Yol ç zer rehbers z.
Son durak bell d r.
Ses duyulmaz arayışlar.

 
Rahmete tövbe etm ş bulutlar.

Bahara ne hacet.
Son damla ne zaman düştü.
B r yağmur tanes ne hasret.

 
Dert bahçes n n ötmez bülbülü.

Ihlamur ç çeğ n n mt hanı.
Gülden gelen, güzde b ter.
Sararıp g der, kabre ne lüzum.

EKİM DERGİ

YAKIN UZAKLIK

Müslüm YILDIZ

-Korkunç bir yok olma arzusu var bu aralar kafamda.

- Nasıl?

-Kimseyi tanımamış olmak. Kimsede kalmamış olmak. Tanıdıklarımı

belleğimden silmek.

Belki de... Belki de ölmek...

(Bir ara gözlerini karanlıktaki bir noktaya  dikerek sustu. Sonra kısık bir sesle

aynı noktaya bakarak devam etti)

-İntihar günah

Yaşamak pahalı

Üstelik bu kış evlenmeyi

planlıyorum.

Öteki; bir eli telefonda

ve duymamıştı bu

söylenenleri. Zaten

dinlemiyordu da.

Karşısında duran

arkadaşının elindeki

telefona dalmış ve

kendisini dinlemediğini

görünce gözlerini karanlığa

sabitleyip sustu.

Susmak  bir flaş gibi patladı Edvard Munch, Death In The S ckroom, 1895
hançeresinde.

EKİM DERGİ  | 21

ZİYAN

Mehmet Al DÜNDAR

Sana varmak ç n hang zaman Dem tutan sevdan
d l m n aşmalıyım İç mde

Hang benzetme sen tar f Bu bahar dalındayım
eder gel nc ğ n

Hang kutsal mekanda duam Serde sevda yel
kabul olur B r kuş uçarılığı
B r tüy haf fl ğ
Hang pusula ben sana
get r r Ağzımda
kucak kucak b r gülüş
Kaç umman aşmalıyım
Kaç mevs m yaşamalıyım Yüreğ m el mde
Bu g tmek ger de kalan ç n Aklım f rarda

ızdırap Gönlüm z yanda
Yaşamak se bu stemem bırak Bu kaçıncı kaçış

   

 

EKİM DERGİ  | 22

ÇOCUK

Irmak ÇELİK

Yen doğan çocuk,
21.yy'dan habers z doğdu.
Bu yüzyılda yaşananlara ş md den ağladı,
Ruhuna, düşünceler ne

vurulacak prangadan
Habers z doğdu çocuk.

 
Çocuğun umut dolu gözler

Görmek sted ütopyayı,
Gördüğünde kırıldı kalb çocuğun

Koskoca d stopyayı.
 

Y ne de pes etmed çocuk,
Sıcak merhamet n yaydı nsanlara.

Çünkü b l yordu çocuk
İnsanlığı ancak onun sevg s kurtarırdı.

 

EKİM DERGİ  | 23

SESSİZ TEBESSÜM

Mukaddes Arzu KÖKLÜAĞAÇ

Yağmurlu bir gündü. Camdan dışarıyı seyretsem de aklım içerideydi.
Gülüşmelerin, sesli sohbetlerin ardı arkası kesilmişti. Onca kalabalık pür dikkat
ekrana kilitlenmiş, bazıları hissettirmeden  gözyaşlarını siliyordu. Çoğunun
buğulanmış gözlerine bakılırsa film eskilerin tabiriyle acıklıydı. Küçüktüm o
zamanlar, olaylardan çok gördüklerime anlam vermeye çalışıyordum.

Filmin bir sahnesinde, avucunda biriken damlaları savurarak çılgınca dans eden
adamın coşkulu tavırları giderek artıyordu. O ana kadar yaşadıklarının dışa
vurumu muydu duyguları emin değilim. Ancak yaşım ilerledikçe düşen her
damlanın billurluğu beni de etkisi altına almayı başardı.

Bahar aylarını yağmurla karşılamaya değmişti doğrusu. Göğün delinmesine
güllerin yaprakları da ışkın vererek karşılık verirken gönlümün değdiği her yer
patlamaya hazır tomurcuk gibiydi. Yaprakların arasından küçücük kafasını
uzatarak salınan tırtılın su damlaları arasındaki yolculuğu ise izlenmeye değerdi.

Yağsın yağmur, yağsın ya! Hayatın sulu sepken atıştırmalıkları bu
kadar yoğun dokunurken pencereme, damlaların yürek atışını duyacaktım
neredeyse. Günün erken saatinde yolda göletler oluşturan yağmur damlaları,
yakamoz işlevini görürken damlalar eşliğinde durağa yaklaştığımda gideceğim
yer o an belirmişti zihnimde.

Sokağın tenhalığına bakılırsa otobüsü kaçırmış olmalıydım. Gerçi kaçırsam
da acelem yoktu. Aslına bakılırsa bu havalarda sokağa çıkmak için biraz daha
ciddi gerekçeler olmalıydı. İşe veya okula gitmek gibi.

EKİM DERGİ  | 24

Benim gerekçem daha hoş geldi birden, öncelikli amacım yağmuru dinleyip,
etrafı seyretmekti. Durakta birisinin daha otobüs beklediğini görünce nedensiz bir
sevince kapıldım.
 
Yirmili yaşların coşkusunu bedenen de yansıtan genç bir kadındı duraktaki.
Buğday benzi, yağmurun serinliğine karışınca yanakları pembeleşmiş,
gençliğinin o masumane duruşu,  sıcak tebessümüyle hayat bulmuştu. Nazende
bedeni, ufak bir sarsıntıda dahi yıkılacak kadar çıtkırıldım görünüyordu. Yanına
yaklaşarak otobüsün geçip geçmediğini sormak istedim. Saate bakılırsa kıl payı
geçmişti ya da her an gelmek üzereydi. Genç kadın kendi dünyasıyla öyle iç
içeydi ki onu ürkütmek istemedim. Muhtemelen güzel şeyler düşünüp dış
dünyasına yansıtıyordu. Hayır, öyle de değildi. Bu kadının gülümsemesi bir
anlık, bir sürelik değildi. Dudağına yapışmış tebessümünü ömür boyu koruyacak
gibiydi.
 
Yağmurun dinmesine olanak yoktu. Meteorolojinin tahmini tutarsa en az üç gün
aralıklı da olsa yağacaktı. İçten ve nazik bir tavırla, kadına doğru yaklaştım
otobüsün geçip geçmediğini sordum. Birden yüzündeki o tebessüm soldu. Artık
inceleme sırası ondaydı. Neredeyse tüm kelimelerimi tartacak kadar dikkatle ama
endişeyle yüzüme bakıyordu. İlkin düşüncelerinden alıkoyup gerçek dünyaya
taşıdığım için gayri ihtiyari bir tepki veriyor sandım. Bu sefer ses tonumu biraz
daha yükselterek sorumu yineledim, bir kez daha, bir kez daha…
 
Sorularımın askıda kalmasının rehavetiyle, genç kadının sessiz dünyasının
farkına ancak varabilmiştim. Biraz mahcubiyet, biraz da duygularımın yoğunluğu
ve yorgunluğu hiç ummadığım anda kıskıvrak yakalamıştı. Sıcak tebessümlü
kadının, yağmurun sesini dinleyemeyecek olması, çocukluğumda anlam
veremeden yorumladığım filmin etkisi gibi yüreğime çöreklenmişti. Yağmur, bu
sessiz tanışmanın zihnimdeki izlerini kapatırcasına hızlı tınılarıyla darbelerini
indiriyor, her damlada yaşamın farklı esintisini savuruyordu.

EKİM DERGİ  | 25

İSKAMBİL EVLER

Işık Elç n YEĞEN

Sabrımız b r okyanus. Hüsey n Avn L f j, Çalgıcı
Mutlu b r ezg yle yüzümüz güneşte
Pamuk bulutlu mav gökler n hatırına

Uçurtmalar saldık.
 

Hatırlamak zor!
Bu kaçıncı nşa ed ş m z

İskamb l evler .
Kaç k br t yaktık ısınmak ç n.

 
B lemezs n!
Nerde saklı sen n yen lg ler n…
K m bey nler felç ett n belk ama,
B z m kalb m z sökemed n.

 
Yavaş yavaş öğren yoruz değer n
Ayak zler m z n özgürce bıraktığı z n.

Adres m z yok!
Tüm dünya b z m.

 

 

EKİM DERGİ  | 26

SONBAHAR ÇOCUĞU

Esat BAŞAK

Biraz ateşi yanan mum biraz da sönmesine rağmen ısı veren köz. Ne dünyaya
alıştım ne de insanlara...

Eski zamanlarda insanların gözleri maziye
bakınca yaşarırdı. Şu anki çağımızın
insanı herhalde sadece geçmişle değil
gelecekle ilgili de ağlayacak gibi, Üstünkörü
dünyamızı incelesek dahi birçok dünyevi
sorunlarla karşılaşıyoruz: Çocuk işçiler,
savaşlar, dram ve daha niceleri...

Bu sorunlardan biriyle ilgili bir yazım olacak:
“Çocuk İşçiler”

Trafik ışıklarında, pazarlarda, toplumun çok

bulunduğu yerlerde görüyoruz. Ben

genelde mülteci olarak ülkemize gelen

çocuklar olduğunu görüyorum. En çok içimi Ç z m: Seda YILMAZ
yakan durum( tabi hepsi içimi yakıyor) kış vakti

hava buz kesiyor insanlar eve gitmek yahut bir toplu

taşımanın sıcak koltuklarına oturmak isterken o çocuklar köşebaşında bir yerde

flüt çalıyordu. Peki bu çocuklar dünyada birçok ülkenin imzaladığı  “Çocuk

Hakları” sözleşmesinin neresinde bulunuyor?

EKİM DERGİ  | 27

En sevdiğim mevsim sonbahar. Sonbahar mevsimini hangi konuyla bağdaştırsam
uyuyor ve o içimi üşüten rüzgarı insana bazen bazı şeyleri hissettiriyor. Çocukları
ağaç dallarına olan yaprak olarak düşünüyorum. Bizleri ise sert esen bir rüzgar.
Ne kolay da dökülüp de uçtular değil mi?

Ağaçları rüzgara oranla düzenleyelim...

Sonbahar çocuğunun gözleri;
Evrenin pembemsi rengine,
Bir o kadar masum
Bir o kadar aykırı geldi
 
Evrenin
Kokusuyla sarhoş eden
Rüzgarıyla serinleten
Güneşiyle aydınlatan güz uykusuna
Sonbahar çocuğu kanmadı
 
İnanamadı;
Su depolayan kaktüslerin,
Kuruyan fidanlara sarılmamasına
İnanamadı

Zamanla birlikte;
Beyazlayan saçların
Evrenin tükenmeyen pembemsiliğine
Atılmasını anlamadı

Sonbahar çocuğu şimdi;  | 28
Pembemsi  gözüken dünyaya ithafen,
Simsiyah gözlük taktı
Kör oluyordu
 

EKİM DERGİ

 

EKİM DERGİ

YAZI- ŞİİR- ÇİZİM- @ekimdergi
FOTOĞRAF @ekimdergi

GÖNDERİMLERİNİZ İÇİN
[email protected]

GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİNİZ
İÇİN

[email protected]


Click to View FlipBook Version